Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Haziran 2012 Çarşamba

MILLI OLMAYAN BASBAKANDAN MILLI DURUS CAGRISI


MİLLİ OLMAYAN BAŞBAKANDAN MİLLİ DURUŞ ÇAĞRISI
VEYA
ŞAMAMA VE BEN


Suriye’nin iki gün önce düşürdüğü uçağımız, henüz izleri bulunamamış pilotlarımızın ölü veya diri olduklarına dair herhangi bir bilgi de ortada yoktur.
Evet, devletin uçağına yazık olmuştur, umarım, hataları sadece “asker olmak ve verilen emirleri yerine getirmek olan” pilotlarımız da sağ ve salimdir ve ailelerine bir an önce kavuşurlar.

Dış işleri bakanı Ahmet Davutoğlu Yahudi’si NATO’nun beşinci maddesine göre Suriye’ye NATO müdahalesi istedi ama işin içinde Çin ve Rusya gibi BM’nin beş üyesinden ikisinin muhalefetleri olunca NATO sadece saldırıyı kınamakla yetindi ve RE.T.E’yi destek açıklaması yaptı.

Bunu B.M (Birleşmiş Milletler Örgütü)nin lağvedileceği hakkında bir başka dedikodu takip etti.
İşte, ülkemizi savaş ortamına iten, büyük bir dünya savaşına neden olabilecek, kökü dışarıda olan, dayatma düzmece askeri bir senaryonun yarattığı sorunların ağırlığı altında ezilirken, bu destek ve dedikoduların gelmelerinin ardından başbakan RE.T.E gene o öküz böğürmesini andıran gür sesiyle yağdı gürledi.

Ama AKP hükumetinin uyguladığı işbirlikçi siyaset, Osmanlı’nın yıkılış dönemindeki Süryani, Ermeni ve Yezidi Kürtlerle Arapların Haçlılardan aldıkları desteklerle devleti yıkmak için çıkardıkları isyanlar ile aynı istikamettedir.

Bütün iktidar partisinin başında bulunanların kökenleri de bu isyancılara, teslimiyetçilere dayanmaktadır.
-“Türkiye’nin dostluğu şöyledir, düşmanlığı böyledir, korkulmalıdır!” gibi hamaset içerikli yüksek volümle söylenmiş, arkası doldurulamayacak, işkembeden üflenmiş bir sürü bağırsak gurultularıyla halkın gazı alınmakta, inceden inceye halk, nedenini asla anlayamayacağı, sorgulayamayacağı bir oldu-bitti “savaş psikozuna” sokulmaktadır!

Bu bağırsak gurultularını gene Mavi Marmara olayının ardından RE.T.E’nin çıkardığı gurultularla aynı sesler olduğunu CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu parti grup toplantısında dün dile getirmişti. Bunun ardından da Suriye’nin uçağımızı düşürmesinin de hazmedilemeyeceğini de eklemişti. Bunu da yapmamazlık edemezdi zaten.

Öteki muhalefet partisi MHP başkanı Devlet Bohçalı ise tamamen her konuda AKP’nin arkasında olduğunu ifade etti ve bu gün RE.T.E’den büyük bir teşekkür aldı.

Dersim’li Kemal bile daha tedbirli, ortadan, yuvarlak ifadeler kullanırken, Dövlet Bohçalı, Libya olayında ve Türban konusunda olduğu gibi bu olayda da AKP’ye çıktığı tam destek ile asla bu devleti yönetemeyecek, kalitesiz, kişiliksiz, yama, kukla, gaz alıcı, vatansever Ülkücüleri aldatan, satan, başkaları tarafından o koltuğa oturtulmuş, ”bekârlık çeken çileci” Fethullah Gülen şakirti bir parti başkanı olduğunu ortaya koymuştur.

MHP önderi Dövlet Bohçalı ise bu söylemiyle kendisi ve partisi MHP’nin şanına yakışır, Amerika’ya sadık bir “yama parti” olduğunu kanıtlamıştır.

Ben bu adamın, 1917’de Süveyş yenilgisinin ardından İngilizlerin emriyle Suriye, Lübnan’dan Adana bölgesine geri yerleştirilen ve Fransız üniforması giyerek, Adana Klikya Hıristiyan Krallığı kurmak amacıyla Türk askerine kurşun sıkan ilk posta 178.000 kişilik Ermeni sürgünlerinden olduğuna iyice inanmaya başladım!

Başbakan RE.T.E CHP’nin kısmi desteğine de teşekkür ederken Bohçalı’yı göklere çıkarttı ve arkasından da ekledi;

-Böyle günlerde iktidar muhalefet birlikte davranmalıdır, muhalefet de bunu yapmıştır teşekkür ederim! Dedi ve arkasından kendisini eleştiren bazı gazeteciler ile internet medyasına verdi veriştirdi.

Eleştirdiği medya unsurları sanki böyle günlerde bir olunacağını başbakan RE.T.E’den öğrenecek!

Sen ki, mahalle muhtarı olamayacak haldeyken partin seçimleri kazandığında meclise giremediğinden, işbirlikçi NATO paşası zamanın genelkurmay başkanı Hilmi ÖZKÖK ile görüşmek için ABD dışişlerinden Wolfovitz’e sana bir görüşme ayarlaması için sonu, “Daima sizin olan!” sadakat ifadesiyle biten bir kölelik mektubu yazacaksın, bunun ardından sana kapılar ardına kadar açılacak ve uydurma bir dümenle karının memleketi Siirt milletvekilini istifa ettirip düzenlediğin bir ara seçimle meclise girip Deniz Baykal tatarının işbirlikçiliği ile hükümetin başına geçeceksin.

Sen ki iktidar olduğundan beri terörü azdıracak, en küçük azınlıkları ayrılma konusunda tahrik eden açılımlar yapacaksın!

Sen ki, 1071 Malazgirt zaferiyle Alpaslan zamanında Bizanslılardan alınmış vakıfların iadesine kadar azınlıklara mal iadesi yapacaksın!

Sen ki, “Güneysu’ya Potomya dense ne olur? Gürpınar Norşin olsa ne olur? İfadeleriyle doğuda Kürdistan, Karadeniz’de Pontus Rum devleti kurma çalışmalarının önünü açacaksın!
Sen ki Kıbrıs’tan vazgeçip, Van gölünde Ak damar adasındaki “cemaati olmayan” Ahtamara Kilisesini hizmete açıp dünyanın dört bir yerinden Ermenileri ve Ermenistanlı Yezidi ve Süryanileri getirip ibadet ettireceksin!

Sen ki, 1992’de Evren’in akıl hocası, Dersim Çemişkezek Yezidi Turgut Özal’ın aynı ABD’nin Kafkasya siyasetlerine alet ettiği Azerbaycan Karabağ’ın işgaline ve Hocalı Soykırımına sebep olan hatanın aynısını 18 yıl sonra, 2010 Gürcü- Rus savaşının mimarı olup sonra da “tatile çıktım” deyip, telefonlarını kapatıp izini kaybederken, Rus bombardıman uçakları Gürcistan’ı döverken, Saakaşvili’ye televizyon kameralarının önünde kravat yedireceksin!

Sen ki, “Müslüman’ım” deyip Müslüman Irak’ın işgalinde ülkemizi askeri NATO üssü olarak kullandıracaksın ve milyonlarca Müslüman kadının dul, çocuğun yetim kalmasına, bunların tecavüzlere uğramasından çocuk ve cesetlerinin organ mafyalarında pazarlanmalarına, milyonlarca Iraklının ölümüne, mevcut devletin yıkılmasına kadar olayların sebebi olacaksın!

Sen ki Türk askerinin başına Irak’ta çuval geçirtip, senin işbirlikçi siyasetlerine karşı olan devletin generallerini, subaylarını, gazetecilerini, Amerika’nın emriyle Silivri Koloni Toplama Kampına dolduracaksın!
Sen ki Saddam’dan Kaddafi’ye ve Beşer Esad’a kadar sana bel bağlamış bütün dost ülkelerin önderlerini teeek tek satışa getireceksin, Müslüman dünyasında nefret ile anılır hale geleceksin!

Sen ki, Kıbrıs savaşında en büyük destekçimiz olan Kaddafi’nin ülkesinin işgaline asker ve donanma göndereceksin! 
Sen ki, “Geçmişin öcünü alacağız! Türk olgusu artık bitecek!” Diye nutuklar vereceksin, Türk milletine düşmanlığını her fırsatta dile getireceksin!

Sen ki izninle Kürt dilinde yayın yapan devleti televizyonu TRT ŞEŞ (6)’de açılış programında “Türk’ün Ocağına Ateş Düşsün!” şarkılarını çaldırtacaksın!

Sen ki, İsveç’in başkenti Sotkholm’de PKK ile imzaladığın anlaşmaya, “Terörle savaşan subayından erine vatan evlatlarını olmayan ”vatana ihanet kanununa” göre yargılayacağını taahhüt edeceksin!
(Başbakan Turgut Özal 1987-88’lerde “Vatana İhanet Kanununu”  yürürlükten kaldırmıştı, minareyi çalmadan kılıfını hazırlamıştı.)

Sen ki bütün dostlarını Fener Rum, Ermeni patrikhanelerinden, Yahudi Rabbilerinden, Yezidi, Sabi imamlarından, Süryani papazlarından seçeceksin!

Sen ki, İran, Rusya tarafından “tabanca patlasa Kürecik’i vururuz!” tehditlerine sebep olduğundan Kürecik füze üssünün olduğu Malatya Erhaç Jet Üssünden Kandil’e operasyon için kaldıracağın yerde Akdeniz’e Lazkiye limanındaki Rus donanmasının resimlerini çektirmek için ABD emriyle uçak göndereceksin sonucunda bu uçak düşecek ve pilotlarından hala haber alınamayacak!

Sen ki, Ermenistan, Yunanistan, İsrail, kuzey Irak Kürdistanı ve PKK konusunda “sus-pus” olurken, sıra Müslüman ülkelere gelince, Libya, Cezayir, Tunus, Mısır, Suriye’ye “İktidarı bırakın, çekilin!- Artık Sabrımız Kalmadı” gibi saçmalıklardan ibaret AB-D menşeli tehditler savuracaksın ve Türk milletini Haçlıların uşağı, ordusunu da 1915’de Çanakkale’ye getirilip üstümüze saldırtılan Müslüman orduları gibi kölesi, “koloni ordusu” yapacaksın!

Sen ki bu milleti “One Minute” ve “Mavi Marmara” gibi çakma senaryolarla gaza getirip savaş ortamına devleti sokacaksın!

Sen ki “Komşularla sıfır sorun siyaseti” olarak adlandırdığın saçma, AB-D projeli dayatma siyasetlerle devleti 10 yıl içinde üç kez savaş tehdidi ile yüz yüze bırakacaksın!

Sen ki Türk milletini bütün dünyanın gözünde “kukla, değerlerine sahip çıkmayan” aşağılık duruma sokacaksın!
Sen ki, “Yeni Osmanlı” saçmalığın ile “Yezidi-Mason Bizans İmparatorluğu” kurmaya kalkacaksın! Devleti “36” parçalı federasyona böleceğini söylemiş kişi olacaksın!

Sen ki bu yaptıklarınla ana muhalefet partisince bile “Dış güçlerin taşeronu” olarak suçlanacaksın!
Sen ki, bütün bu ihanetlerinden dolayı seni bu devletin hiçbir kurumu ve kuruluşu yargılayamayacak derecede devletin kurumlarına el koyacaksın!

(Geçen hafta Pakistan Temyiz mahkemesi başbakanın mahkeme hakkındaki aşağılayıcı beyanı yüzünden kendi başbakanının milletvekilliğini ve başbakanlığını düşürüverdi. Bizde bu kadar bile bir yargı kırıntısı kalmamıştır. Devlet asırların Haçlı işbirlikçileri olan Yezid, Sabi Süryani, Rumlarca işgal edilmiştir.)

Sonra da bu milletten bütün Türk ve Müslüman dünyasını AB-D kölesi olmalarıyla sonuçlanacak pis kokuşmuş, dışardan kumandalı ihanetlerine “Milli duruş”  gibi asil bir ifadeyi de rezil ederek senin bu teslimiyetçi siyasetlerine onay vermelerini desteklemelerini bekleyeceksin!

Sen ki, 1974’de yapman gereken askerlik görevini 1982’de yapman bir yana, bu görevi yaptığına tanık olabilecek, iki tane tek tip elbiseli fotoğrafından başka “iki tane “ şahit bile gösteremeyeceksin, kendi çocuklarına ABD- İngiliz vatandaşı yaparak ve özel paralı askerlik yasalarıyla askerlikten sıyıracaksın!

(Muhtemelen Adnan Menderes gibi askerlik yerine para veren Sabetaycı Batum’a sığınmış, 1917’de Adana’ya gelip Ermenilere destek vermiş kukla, hain, işbirlikçi Süryani soyusun!” (Kynk= Gürcistan 2003 Azınlık Raporu ve Başbakan’ın Batum’dan geldiği ve dedesinin Adana’da zalim bir valiye karşı savaşırken öldüğü beyanıdır. Bloglarımda vardır.)

Sen ki, kutsal askerlik görevinden kendini ve çocuklarını kaçırırken, milletin çocuklarının Nemrut ateşlerinden korkunç ateşlerde yanacağı ve III. Dünya savaşını tetikleyecek savaşlara iteceksin ve her gün öldürülmelerini seyredeceksin!

Sen ki, iktidar olduğundan beri geçen on yıl içinde her yıl artan şekilde şehitler verilirken terörü bitirmek şöyle dursun, azdırıp, kuzey Irak’ta Kürdistan kurduracaksın!

Sen ki, sadece Türkiye Cumhuriyetini ve milletini savaşa sokmakla kalmayıp dünyanın sonunu getirecek bir dünya savaşını tetikleyecek siyasi tezgâhlarda bu milleti, devleti kukla yapacaksın!

Sen ki neden olacağın küresel III. Dünya Savaşı ile yok olacak yüz milyonlarca insandan toprağın üstünde ve altın da yürüyeninden yaşayan hayvanına ve bitkilerine kadar bu savaşta yanıp yok olacak her canlının lanetini hak edecek işlere alet olacaksın ve halkımızı da alet edeceksin!

Sonra da bu milletten “MİLLİ DURUŞ”  bekleyeceksin!

Yahu ey başbakan senin hangi sözün, hangi işin milli, hangi sözün vatanseverlik ifade etti ki bu güne kadar?
Sen bu güne kadar ağzına “Ben Türk’üm” lafını bir kere olsun aldın mı?

(Kibar görünüme sahip Sayın Abdullah Gül, siyasi veya gönüllü olsun ama en azından, bunu daha başında yaptı. RE.T.E’nin Gürcistan Batum’dan Adana’ya Ermenilere yardıma gönderilen dedesinin öldürülmesinden dolayı Türk milletine özel bir kini var herhalde!)

Sayın başbakan, senin “Milli” dediğin şey “Milli Kürt Aşireti “ olmasın?

Milli duruş kim sen kimsin?

Hatırlar mısınız bilmem,  1980’li yıllarda TRT’de gösterilen bir “Lüküs Hayat Opereti” adlı tiyatro oyunu vardı, onda şöyle bir tekerleme geçerdi;
-“Şamama kiiim sen kimsin? Herkes haddini bilsin! Şamama bir ev kedisi sen ise bir sokak kedisi!

Başbakanımız her ne kadar tarafımızdan ve benim gibi düşünenlerce “Milli” olarak değerlendirilememekteyse de, işbirlikçi Haçlı dünyası sayesinde elde ettikleriyle en azından artık bir “Ev kedisi Şamama” olarak değerlendirilebilir.

Biz de artık haddimizi bilelim.
İşte bir Şamama-Ev kedisi

Çünkü “Şamama gibi bir ev kedisinin” etrafında herkes toplanır, faydası olur ümidiyle yalamalıklar yaparlar ama bir buçuk milyarlık blog içinde “naçiz bir sokak kedisi” sayılan benim yazılarım kime ulaşır, kim benim ağzıma bakar ki?

Evsiz, barksız bir sokak kedisi!

Saygılar!

Takdir okuyucunun dur!

8-http://adilyargic.blogspot.com/2011/09/gurcistan-azinlik-raporunda-yezit_21.html#axzz1z11aAzio


 Bloglarımda daha çok yazı ve kanıt vardır!
Not; Şamama, ince kabuklu, turuncu renkli, kokulu, lezzetli yaz kavunu türüdür. Ağustos ayında çıkar, çıkınca alın yiyin afiyet olsun!

3 Haziran 2012 Pazar

SABETAY SEVİ'DEN BURKALI YAHUDILIGE


SABETAY SEVİ’DEN BURKALI YAHUDİLİĞE


(Sabetay Sevi hakkındaki bilgiler yazar Soner Yalçın’ın “EFENDİ” adlı kitabından alınmıştır. A.Yavuz)

Kara Menteş” in oğlu, Sabetay Sevi, 7 Temmuz 1626 tarihinde İzmir'in Agora semtinde doğdu.
Her Yahudi çocuk gibi o da eğitimine önce kutsal kitap Tevrat'ı öğrenerek başladı. Tevrat'ın özel yorumu sonucu ortaya çıkan gizemli "kabala" öğretisine merak sardı. Haham olarak yetiştirilen Sabetay Sevi, otuz dokuzuncu yaşının eşiğinde yoğun bir mistisizme saplandı. Yahudi toplumunu kurtaracak tanrısal ilahî güce sahip Mesih (kurtarıcı) olduğunu söylemeye başladı. Agora'daki Portugal ve Galante sinagoglarında ilk vaazlarına başladı.15

Ve 31 mayıs 1665 tarihinde "Mesih" olduğunu ilan etti. Yahudi inancına göre Mesih, kendilerine, bugünkü İsrail topraklarında bağımsız bir devlet kuracak ve dünyanın dört bir yanma dağılmış
olan Yahudileri bir araya toplayacaktı.

Mesih olduğunu iddia eden Sabetay Sevi, sinagoglarda ateşli konuşmalar yapmaya başladı. Taraftarlarının sayısı her gün arttı. Bu heyecanlı konuşmalar, Avrupa'dan Yemen'e, Kuzey Afrika'dan Anadolu'ya kadar geniş bir coğrafyada yaşayan insanlar arasında dalgalanmalar yarattı. Bu akım, Hristiyanlar da, Müslümanları da etkiledi. Avrupa'daki Milleneryan Hristiyanlar da 1666 yılında İsa Mesih'in ikinci kez dünyaya gelişini bekliyorlardı. Bu kehanete göre İsa'dan önce Yahudilik içinden bir Mesih çıkması, bu Mesih'in bütün Yahudileri Hıristiyanlığa döndürmesi ve "Kutsal Topraklar"ı işgal eden "Türk" imparatorunun sonunun gelmesi gerekiyordu.

Sabetay Sevi'nin ortaya çıkışı bazı Hıristiyanlara göre bu kehanetin habercisiydi! Gelişmelerden rahatsız olan Osmanlı yönetimi Sabetay Sevi'yi tutukladı ve yargıladı. Sultan IV. Mehmet, çok uzun süren yargılamayı
perde arkasından takip etti. Yargılama sonunda Sabetay Sevi'nin önüne iki seçenek kondu: iddialarından vazgeçmezse öldürülecek ya da Müslümanlığı kabul ederse hayatı bağışlanacaktı

Sabetay Sevi'nin sarayda sorgulanışı sırasında orada bulunanlardan biri de sultanın doktorlarından Hayatîzade Mustafa Fevzi Efendi'ydi. Hayatîzade aslında, gerçek adı Moses ben Raffael Abrabanel
lan, Yahudilikten Müslümanlığa dönmüş biriydi.

"Mucizeci
(Bedi-üz-Zamman- Mucizeyle bağlayan)
büyücü, Sabetay Sevi
Hayatîzade Mustafa Fevzi Efendi, Edirne Sarayı'ndaki sorguda Sabetay Sevi'nin tercümanlığını yaptı. Sonuçta Sabetay Sevi kendisine önerilen iki seçenekten birini kabul etti. "Bu can bu bedende olduğu sürece Müslüman'ım" dedi ve "Mehmet Aziz Efendi" adını aldı.
Sabetayistler, İslamiyet'i kabul ettiklerini söylemelerine, görünüşte Müslüman gibi hareket etmelerine rağmen, gerçekte Museviliğe inanmaktaydılar. En belirgin özellikleri güçlü saklanma yeteneği olup, (...) gerçek
Müslümanlara karşı kendilerini iyi korumasını bilirler.

Her birinin, hem Türkçe hem de İbranice adı vardı. Türkçe adlar toplumsal yaşamda, İbranice adlar ise aile ve "cemaat içinde" kullanılıyordu. Her birinin, hem Türkçe hem de İbranice adı vardı. Türkçe adlar
toplumsal yaşamda, İbranice adlar ise aile ve "cemaat içinde" kullanılıyordu. Sabetayistlerin büyük çoğunluğu İspanyol göçmem, yani "Sefarad" dı. Bu nedenle anadilleri İbranice-İspanyolca karışımı Ladino'ydu.
Çoğu Türkçeyi ve Rumcayı da iyi derecede konuşuyordu. Sabetaycılık sadece İzmir, Selanik gibi Osmanlı kentlerinde değil, Orta ve Kuzey Avrupa kentlerinde de yayılmıştı. Sabetay Sevi, Musa Peygamber'in "On Emir” inden ilham alarak on sekiz emir yayınladı. Bunlardan on yedinci emir "müritlerinin" Müslüman biriyle evlenmelerine getirilen kesin yasaktı: "On yedinci budur ki, onlarla (Müslümanlarla) nikâh akdedilmemesi
lazımdır." Toplumsal yaşamda İslam dininin gereklerini yerine getirecekler, ancak kesinlikle gerçek Müslümanlarla evlenmeyeceklerdi! Aksi takdirde cehennemlik olacakları uyarısı vardı.
Sabetay Sevi 1675 tarihinde öldü.

Ve gerçek gizem bundan sonra kök saldı. Çünkü Mesih'e inanan büyük bir kesim Sabetay Sevi'nin gövdesel olarak Müslümanlığa döndüğünü, ancak ruhsal olarak göğe uçarak yeniden dünyaya döneceğine inandılar.
Sabetay'm 1666'da din değiştirmesini izleyen on yıl boyunca yaklaşık 200 aile de Mesihlerinin izinden giderek Müslüman olmuştu, bu ailelerinin çoğu Edirne, Selanik, İstanbul, İzmir ve Bursa'daydı. Anadolu'da
ve Balkanlar'da da din değiştiren bazı aileler vardı. 1683 yılında Selanik'teki Yahudiler arasında kitlesel din değiştirmeler görüldü ve kısa sürede yaklaşık 300 aile Müslüman oldu. Bilinen en eski kaynak olan Danimarkalı gezgin Karsten Nibeuhr'un 1784 tarihli eserinde, burada (Selanik'te) 600 dönme aile bulunduğu belirtiliyor. (John Freely, Kayıp Mesih, s. 254-255 ve 258) Gershom Scholem, Sabetay

İnananlar Sabetay Sevi'nin ölümüne inanmamışlardı; o (Maşi-,, ölmemişti, sadece beden değiştirmişti ve yeniden dünyaya gelecekti. Sabetay Sevi öldükten sonra Sabetaycılığın merkezi durumuna gelen kent Selanik'ti.
Sabetay Sevi'nin son eşi Ayşe, Selanikliydi. Ayşe kardeşi Yakov Kerido'nun (Abdullah Yakub) ölen eşinin ruhunu taşıdığını öne sürdü. Sabetay Sevi (Maşiah) ile cemaat arasındaki bağlantıyı ancak Yakov Kerido'nun sürdüreceğini söyledi. Böylece Kerido'ya inanan taraftarlar oluşmaya başladı. Yakov Kerido, yani Müslüman adıyla Abdullah Yakub, İslam'ın emirlerini eksiksiz yerine getirmeye dayalı bir esas kurdu. Kendilerini "mümin" olarak gören bu grup üyeleri namazını, orucunu, zekâtını ihmal etmiyordu. Çokeşlilik ve boşanma konusunda Müslümanlardan farklıydılar. Sabetayistler birden fazla eşe karşıydılar.

Hatta, Abdullah Yakub cemaat mensuplarına örnek olmak için, yanma "müritlerinden" Mustafa Efendi'yi alarak Kabe'ye hacı olmaya gitti. Ancak Mekke'ye giderken deve üzerinden düşerek öldü. "Hacı" olup dönen Mustafa Efendi "tarikatın" başına geçti. Hacı Mustafa Efendi kendisine iki halef seçti: Mehmet Ağa ve İzak Ağa.
Bunların unvanları "Zişan “dı!

Yakov Kerido'nun sağlığında başlayan grup içindeki tartışmalar bitmedi, daha da alevlendi. Muhalif grubun başını Mustafa Çelebi çekiyordu. Mustafa Çelebi, sadık adamlarından Abdurrahman Efendi'nin Sabetay Sevi'nin ölümünden dokuz ay sonra doğan oğlu Baruchiah Russo Maşiah'ın ruhunu taşıdığını ileri sürdü. Yani Sabetay Sevi'nin ruhunu Yakov Kerido değil, Baruchiah Russo taşıyordu. Sabetayistler ikiye bölündü. Baruchiah Russo, yani Müslüman adıyla Osman Baba'ya inananlar gruptan ayrıldı ve bunlara Karakaş (Karakaşîler) dendi. Kalanlara, Yakov Kerido'nun Müslüman adı Abdullah Yakup’tan dolayı "Yakubiler" denildi.

1884 senesine doğru Goncai Edep isimli bir mecmua çıkaran genç Sabetayistler, güya Sabetay ananesinin artık unutulması lazım geldiği ve izdivaç yoluyla Türk camiasına karışmamanın pek gülünç olduğu şeklinde propagandalar yapmaya başlamışlardır. Sabetay Sevi ve Sabetaycıların Gelenekleri adlı kitabın yazarı Prof. Abraham Galante "eksik bilgiyi" tamamlıyor: Sabetay Sevi, gençler tarafından yayımlanan Goncai Edep adlı dergide, "XVII. yüzyılın şarlatanı “olarak tanımlandı. Goncai Edep dergisini çıkaran isimlerden Fazlı Necip Sabetayist bir ailenin oğluydu. Asır ve Yeni Asır gazetelerinin kurucusu ve başyazarı Fazlı Necip, Sabah gazetesinin sahibi Dinç Bilgin'in babası Şevket Bilgin'in öz amcasıdır. Bilgin ailesi Yakubî Sabetayist'ti.

Yahudiler, Sabetayistler ve masonlar
İsrail NUR Mason Locası

Selanik'teki örgütün temelini Sabetayistler ve Yahudiler oluşturuyordu. Özellikle Balkanlar'da yayılan milliyetçi hava karşısında Osmanlı Devleti'ni bir güvence olarak gören Selanik Yahudileri ve Sabetayistler harekete hem fikri hem de maddî destek veriyorlardı...
Bir de masonlar vardı.
İttihatçı kadrolar mı masondu, yoksa masonlar mı İttihatçı'ydı hâlâ tartışılan bir konudur! 83
Masonluk, Osmanlı'ya İngiltere'den gelmişti. İngiltere Büyük Locası'nın ilk üstadı âzamlarından Lord Mongu 1690-1749) İngiliz masonluğunun kuruluşunda büyük rol oynamıştı. Lord Montagu, 1716-1718 yıllan arasında İngiltere'nin İstanbul büyükelçisiydi. Eh, gelmişken İstanbul münevverlerini de masonlukla tanıştırıverdi!..
Osmanlı'daki ilk localarda yabancılar ağırlıktaydı. İlk bilenen mason, Tophane nazırlığı, Paris büyükelçiliği görevlerinde bulunan Sadrazam Yirmisekiz Çelebizade Mehmet Said Paşa'ydı. Türkiye'de masonlar konusunda en iyi araştırmalardan birini gazeteci-yazar İlhami Soysal yapmıştır. Dünyada ve Türkiye'de Masonlar ve Masonluk adlı çalışmasında, Yirmisekiz Çelebizade Mehmet Said Paşa'nın babasının devşirme olduğunu yazıyor.
(1978, s. 169)

Osmanlı'ya ilk matbaayı getiren (1727) "Macar dönmesi" İbrahim Müteferrika ve Osmanlı'da ilk Mühendishanei Berrîi Hümayun'u kuran "Fransız dönmesi" Humbaracı Ahmed Paşa da (Kont Bonneval) ilk  masonlardandı.
Osmanlı'ya ilk matbaayı kimin getirdiğini biliyoruz: mason İbrahim Müteferrika. Peki hangi sadrazam döneminde getirildiğini biliyor musunuz: ilk mason Yirmisekiz Çelebizade Mehmet Said Paşa'nın sadrazamlığında!
Aristoteles mantığı": o halde ilk matbaayı Osmanlı'ya getirenler bu işi Galata'da Mason locasında görüşüp karara bağlamışlardı! Din düşmanlığı yaptığı, devlet içinde devlet kurmaya çalıştığı iddialarıyla, başta Papa XII. Clemens olmak üzere, Fransa hükümeti ve Hollanda hükümeti masonlara savaş açıp, locaları kapanca; 1748 de Osmanlı da daha "emekleme dönemindeki" masonluğu yasakladı.

İran NUR Mason Locası
Nurculuk Mason Dinidir!
Ancak masonluk, III. Selim (1789-1807) döneminde yeniden ortaya çıktı; 1839'dan sonra ise yaygınlaştı. Çoğu yazar bu büyümenin edenini Kırım Savaşı'na bağlasa da, bizce asıl neden 1838 Ticaret 84 Antlaşmasından sonra hızla Osmanlı'ya gelen yabancı tüccarlardır! Her ne kadar mason localarında, din, dil, ırk ayrımı yapılmadığı ve masonların idealist olduğu söylense de, İngiltere ile Fransa arasındaki rekabet mason localarını etkiledi. İngilizler ve Fransızlar dünya üzerinde ayrı aynı localar örgütlediler. Bunlara zamanla İtalyan, Alman, Yunan, Ermeni ve son olarak Müslüman-Türk locası eklenecekti...
Gerek Sabetayistler, gerekse Yeniçeri Ocağı'nm kaldırılmasından (1826) sonra sürekli horlanan, etkinliklerini gizli olarak sürdüren Bektaşîler, masonluğa sıcak baktılar. Üstelik mason törenleriyle bu iki grubun dinsel ritüelleri arasında fazlaca benzerlikler vardı. Ama en çekici yanı gizliliğin esas olmasıydı.

Masonluğun sektiler (laik) karakteri, "din, mezhep, ırk, dil farkı gözetmeksizin insanların kardeşliği için çalışmak" şeklinde gösterilen amaçları, Osmanlı toplumunda "farklı yapı"ya sahip dönmeler için de, "yeni kimlik" düzeninde "kabul ve itibar bulmaları" için sarılacak bir dal olmuş, bu sebepten dönmeler mason localarında toplanmıştır. (Süleyman Kocabaş, Jön Türkler Nerede Yanıldı, 2003, s. 37)

Sabetayistlerin mason localarına girmelerinde hiç de şaşılacak bir durum yoktu. Aslına baktığınızda, masonluk giderek etkisini yitiren dinsel kurumların "alternatifi" olarak doğmamış mıydı ?
Bu "yeni din", artık "laik okullarda" yetişen ve Mesih inancını reddeden yeni kuşak Sabetayistlerin manevî boşluğunun giderilmesine yardımcı olmaktaydı.
Selanik'teki İttihatçıları masonlarla tanıştıran kişi, İtalyan himayesi altındaki "Macedonia Risorta" Locası'nın üstadı âzami, Yahudi avukat Emmanuel Karasu'ydu.16 Emmanuel Karasu zaten İtalyan vatandaşıydı! Selanik'teki İttihatçılara, mason locasında toplanma önerisini getiren isim de oydu. Talat, Midhat Şükrü, Rahmi, İsmail Canbulad ve Cemal (Paşa) bu locaya bağlıydı. (Buraya kadar "EFENDİ" den alıntıdır.)

"Efendi"yi oku!
Sabetay Sev’ini ölümündem sonra Avrupa’da yaşayan Yahudiler arasında yayılan ve Osmanlı’da “Kibarlığı Seven kişi, Efendi” adıyla   “Sabetaycılık Mezhebi” çıkmış ve Osmanlı’nın son dönemlerinde özellikle Yahudi, Alevi, Bektaşi, Yezidi, Hıristiyan Yakubi, Süryani, Sabiler arasında yayıldı. Osmanlı’da “Bey”, Tatarlar ve Türkmenler arasında “BAY (Zengin, güçlü, kibar kişi)” kullanılıyordu. Cumhuriyet döneminde “BAY ve BEY” yerine bu Sabetayistler “EFENDİ” kelimesini kabul ettirdiler. Oysa “EFENDİ” Grek dilinde kölenin sahibine seslenişi olan “Sahip, Sahibim” anlamına gelen Efendimos’tan alınmadır. Türkçe, Türklük ve İslamiyetle bir bağlantısı yoktur. Türkler asla köle olarak yaşamadıkları için kimseye “Sahibim” anlamına gelen “EFENDİM” dememişlerdir. Cumhuriyet döneminde Mason İsmet İnönü ve Sabetayist bir aileden gelen Kırım göçmeni Yahudi Tatarı, asker kaçağı Adnan Menderes tayfaları bize bunu “kibar kişi, kibarlık” olarak gösterip devlet dairelerinde kullanma mecburiyeti getirerek zorla kabul ettirdiler.

Amerika'da NUR Mason Arap Locası
İşte bu “EFENDİ” liğin batı türemesi İngilizce’de “Sir” dür ve Masonların yeni dininin temelini oluşturur. Müslümanlardaki yansımaları da Hindistan’da Kadıyanilik, İran’da Bahailik, Mısır’da Efganilik, Kürtlerde ve Trükiye’de Nurculuk ve son haliyle Fethullah Gülen’in “Ilımlı İslam’ıdır.

Sabetay Sevi’nin yenilikçi hareketi Avrupa’da, Polonya ve Litvanya gibi ülkelerden başlayarak 18. yüzyılda yeni türlerini üretti. 1950’de İsrail’in kurulmasıyla bu yenilikçi Yahudi anlayışları İsrail’e yerleşti ve bizde Fethullah Gülen’in Turgut ÖZAL tarafından bütün ABD ve öteki  batılı ülkeler ile Türk ve Müslüman dünyasına reklam edildiği yıllarda İsrail’de de Yenilikçi Hasidi’lerden, şatanist ayinler yapan, burka giyen bir “Lev Tahor” tarikatı çıktı.

Şimdi bunlar hakkında kısa bilgiler verelim.


İsrail’ de Yahudi Şemsiler;

Beyt şems şehri: İng-Beit Shemesh (İbrani (Yahudi): ֵית שֶׁמֶשׁ‎‎,; Grek (Yunan): βαιθσαμύσ ; Latince ; Bethsames)
Kudüs’ün (Jerusalem-Yeruşalim okunur.) 30 km batisinda İsrail’in Yeruşalim bölgesinde bulunan 80.600 (1980 sayimi)nüfuslu bir şehirdir. Tarihi Tevrat tarihi kadar eskilere dayanir. Çağdaş Beyt Şems şehri 1950’de kurulmuştur.
Antik tarihi;
Eski Beyt Şems şehri (Güneşin Evi veya Güneş Tapinaği) adini Kenanilerin Güneş Tanriçasi olduğundan antik çağlarda kendisine ibadet edilen Şamaş (Şemeş) ten alir. Eski şehrin harabeleri  günümüzdeki şehrin yakininda tel Beyt Şems’de görülebilir.

1952’den itibaren Romanya, SSCB, Fas, Irak Kürdsitanindan, Etiyopya ve İngiliz dili konuşan kuzey Amerika, Güney Afrika, İngiltere ve Avustralya gibi ülkelerden göçmen almaya başlamiştir. 2003’de hiç Arap barindirmayan %100 Yahudi nüfusa kavuşmuştur. Halkin mezhebi yapisi içinde Haredimler (Şemsileri sapik gören İsrail’in gerçek mezhebi) düzenli olarak artmaktadir. 

Beyt Şems Şehri
Haredimlerin nüfusu 2011’de nüfusun %40’nin oluştururken okula giden öğrenciler arasinda belediye kayitlarina göre 2010’da %63’tür bu rakamin 2012-2013 eğitim döneminde %75 olacaği tahmin edilmektedir. Ancak şehirde ciddi mezhep kavgalari vardir. Belediye başkani  Abutbul’un Haaretz gazetesinde yayinlanan bir ifadesinde;”-Beyt Şems  bir Haredim şehri değildir ve asla olmayacaktir” demiştir. 2009 seçim­lerinde bu yüzden seçimler boykot edilmiştir. Etiyopya Yahudi kültü ile İsrail’in benimsediği resmi Yahudi dini arasinda çatişmalar vardir.  Şehir halki arasinda burka giyimi yaygindir.


HASİDİ TARİKATI;

Hasid- hasidik- hasidim- chasidim (kasidim), hasidut- hasidus şeklinde hasidi felsefeyi tanimlayan adlardir. Hasid kelime olarak “dindar, doğru” anlamina gelir. Hasid adi tanrinin ve herkesin sevdiği, “efendi, kibar kişi” anlaminda “kesed” (chesed) kelimesinden türemedir. (Sabetay Sevi tarikatı mensuplarının “Efendi” adını almalarının kaynağı aynı olaydır. Bu Yahudi tarikatları da Sabetay Sevi’nin çizgisinde ortaya çıkan tarikatlardır.)

Hasidi Yahudi çocukları
Yahudi imaninin temel görüntüsü olan ve Aşkenazi Yahudileri (Rusya), Seferad Yahudilerinin (Endülüs) Hasidus (Chasidus-Xasidus) ile Yiddiş (Kibarliği seven- Efendi) Alman Iskandinav Yahudilerinin inançla­rina göre Yahudi mistisizminin uluslararasilaştirilmasi ve sevilebilirliğinin arttilirlmasi için ruhen hoşlanmayi sağlayan Ortodoks Yahudiliğinin bir tarikatidir.

Rabbi Yisroel (Israel) Ben Eliezer (רבי ישראל בן אליעזר) (25 Agst 1698 — 22 May 1760) ya da Baal Şem Tuv (Baal Shem Tov)* namiyla da bilinen, Yahudi Rabbi’isi tarafindan 18.yüzyilda kurulmuştur. Baal şem Tuv adi Ingilizce çevirilerde her ne kadar “Ad’in iyi üstadi” olarak çevirilse de ilahi manada “hastalik­lari iyileştiren ve mucize gösteren” anlaminda kullanilir. Ibrani dil bilgisine gore “baal= iyi kişilikli olan” anlamindadir ve “şem= şöhret” demektir. Baal şem de “iyi kişilikli, şöhretli olan” anlamina gelmekte­dir. Ama Yahudiler ve diğerleri ona bu adin kisaltilmişi olan “Beşt (Besht)” demektedirler. (Ba’al Şemain aynı zamanda Filistin bölgesi eski Sabi Arap tanrısıdır.)

Ona karşi olanlardan Rodomsk’lu Tebbe Shlomo;-“ Baal Şİem Tuv’un kitabi Şivei Ha Baal Şem’deki mucizelerine her kim inanirsa “aptaldir” ama her kim onlari inkâr ederse “apikoros=kâfirdir!” Demiştir.
Klasik rabbilik öğretisi içinde tanrinin dünya işlerine karişmadiğini savunan Sadukilerden (doğru olan­lar) ayrilir. Günlük sinirlari içinde yapilmasi gereken dindarliği öğütlemektedir.
Aşiri Yenilikçi Yahudilik (Ultra Orthodoks Judaism) ile Litvanya Yeşiva Tevrat yaklaşimini ve Doğu Seferad geleneklerini içermektedir. Yenilikçi (ortodoks) olmayan Yeni Hasidi düşünürleri çağdaş aka-de­mik Yahudi düşünürleri arasinda sayilmaktadir. Farkli Yahudi mezheplerini içine aldiğindan bir tari­kat hareketi değildir. Ibadetleri, giyimleri, kültürleri hep komşu dinlerden kavimlerden alinti olduğun­dan komşulariyla aralarinda çok benzerlikler barindirmaktadir.

Ektir;
Demonoloji'de (Şeytan Bilimi) Ba'al'i
yüzleri ve şekli
*Ba’al adında çok açık bir çarpıtma vardır. Baal (Dev Cin tanrı) hem Tevrat (yukarıda açıklandı) hem de Kur’an’da Kenan Sabilerinin ve onların dinlerine giren Yahudilerin tapındıkları “Baş şeytan/Cin” olduğu bilinmektedir. İşte İspatı;
Kur’an-I Kerim 37. Saffat Suresi, Ayetler 123-126 Tefsiri. Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri;
Ba'l (Ba’al).
BA'L: Bir putun ismi ki yirmi arşın boyunda (14.30m), altından ve dört yüzlü bir put olduğu söyleniyor. Kimbilir konduğu kaidesi ne kadar dı? Hâlâ Şam'da Ba'lebek kasabası bu ad ile anılmaktadır.
İlyasîn'e selam olsun!
125. "Bal'e yalvarıp yakarıyor, yaratıcıların en güzelini bırakıyor musunuz?"
124,125,126- Hani o kavmine: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız? Yaratanların en güzeli olan, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da "Ba'l'e" (Ba'l ismindeki puta) mi yalvarıyorsunuz?" dedi.
158.Allah'la cinler arasında bir nesep oluşturdular. Yemin olsun, cinler de bilmiştir kendilerinin Allah huzuruna mutlaka getirileceklerini/cinler de bilmiştir, bunların Allah'ın huzuruna mutlaka çıkarılacaklarını.”

Ba'al'in öteki sembolü "ARI'dır.
Türkçe'de "Bal" ve "Bel"
onun adından gelir.
Bu Yahudi “Yenilikçi” (!) aslında Yahudilikten sapmış eski  Babil Yahudi’lerinden olsa gerek ki, cinlere, şeytanlara tapınmaya vew “tapınak fahişeliğine” geri dönmeyi arzulamakta ve küresel sermayenin desteğiyle bunu sağlama niyetinde Yahudilerin de adlarını kara eden bir sapıktır.

Bu Ba’al Şem Tuv’dan yüz yıl sonra İran’da türeyen Bahailik Dininin kurucusu İran Yahudi’si Bahaullah (Allah’ın Ruhu) da “Baha (Ruh, Cin)” olan adını eski Pers/Part/İran cinlerinden almıştır. Okuyalım;

Baga
Baş tanrı Ahura Mazda’yı tanımlayan Sanskritçe “Baga/Baha”  kelimesinden türetilmiş addır. Ahura Mazda “baga vazraga=Büyük Tanrı” adıyla anılıyordu. Mitra ise sadece “Baga” idi. Partlar döneminde “Baga” tanrının hanedanını onaylamakta kullanılıyordu.

Bahaullah’ın yolunda olanlara verilen “Babi” adının da kökeni “Baga’nın Mısır’a geçtikten sonra aldığı addan türemedir.

Babi

Mısır ölüler kitabında bahsedilen karanlığın bir şeytanıdır. Grek ayinlerinin yazıldığı bir papirüste adı Set/ Şit’in yerine kullanılan “Bafo” olarak geçer. Romalı Grek tarihçi Lucius Mestrius Plutarchus (M.S.c. 46 – 120) onu Set/Şit ile kıyaslar ve ondan “Bebun/Bibun” diye bahseder. Türkiye Samsun ilinde “Bafra” ilçesi, Kastamonu!nun Bizans’taki adı “Bafos, Pafos” olarak geçmektedir. Güney Kıbrıs’ta “Bafos” şehri, bu tanrı/cinin adından türetilmedir. Hatta bütün Karadeniz bölgesinin adı Roma, Bizans ve Osmanlı kaynaklarında “Paflagonya” olarak geçer ki bu da “Bafo” dan türeme bir addır.

Kaynak= Alfred Kramer Verlag’ın 1984’te yayınladığı “Lexicon de Götter und Damonen” adlı eserinin 1987’de Routledge&Kegan Paul Ltd tarafından İngilizce yayınlanmış “The Routledge Dictionarry of Gods and Goddeses, Decvils and Demons” adlı kitabından seçilen bölümlerin tercümelerinden ibaret bir yazıdır.http://books.google.com.tr/books?id=hKOsJYdCr20C&pg=PA46&lpg=PA46&dq=persian+gods+Daiwa+pictures&source=bl& ots=LVUgAYRgu D&sig=mAuEwx6bF9UlSh1 5d7kRNQLnXM&hl=tr&sa=X&ei=FYk1T9_kGoTZsgau7pzNDA&ved= 0CCIQ6AEwAA#v=onepage&q= persian%20gods%20Daiwa%20pictures&f=false


Eda Haredit Tarikati;

Din ile günlerini geçiren Haredi Rabiler
Siyonisme karşi olarak öncelikle ingiliz himayesi altinda olan Ziyonist Baş Rabbilerce 1919’da Lit­vanya’nin Brisk Rabbi’si olan Yehoshua Leib Diskin’in oğlu Yerucham Diskin, Rabbi Yitzchok ve Yosef Chaim Sonnenfeld tarafindan kurulmuş, SSCB ve Litvanya göçmeni Aşkenazi Yahudilerine verilen addir. Merkezi Israil Kudüs’tedir.  Kâfir ve Siyonizm’e karşi olan Yişuv Ha Yaşan’in (Yishuv Ha Yashan) başlattiği hareketin devamidir. Seferad Yahudilerinden olan Eda’nin (Edah)Aşkenazi Yahudileri ile İsrail’in resmi görüşü arasinda ortak noktalari barindirmaktadir.

Kurucularindan olan Sonnenfeld 1932’de ölünceye kadar bu öğretinin dini önderi sifatiyla aldiği Eda Haredilerin Av Beis Din’i (Haredim Dininin Baş Rabi’si) sifatini sürdürmüştür.
O ömründe Filistin topraklari üzerinde Osmanli hakimiyetinin zayifladiğini görmüş ve I.Dünya Savaşindan Sonra Ingiliz mandasina girdiğini görmüştür.

I.Dünya Savaşindan sonra Filistin topraklari üzerinde yeni bir Ziyonist Rabbi hiyerarşisi yaratilmiş ve Abraham Isaac Kook 1912’de Israil’in Baş Rabbisi ilan edilmiştir. Bu yüzden Eda Haridileri halen “anti­siyonisttir” ve hem Siyonizme hem de İngilizlerin kurduğu bu Ziyonist baş rabbiliğe de karşidirlar.

Lev Tahor;

Şolomo Helbrans
1962 doğumlu Hasidi Rabbi Shlomo Erez Helbrans ya da Shlomo Elbarnes, Azeri Ortodoks gruplardan olan Lev Tahor’a (Arınmiş Kalp) önderlik ediyordu. Aslen Kudüslü olan Kiryat Yovel 1990’da ABD’ye gitti ve orada Brooklyn’de Yeşiva’da aşırı dindar bir gruptan oluşan öğrencilerine kısaca Lev Tahor düşün­celerini öğretti.  1992’de Babil Yahudi tarikatından Shai Fhima Reuven adlı “13” yaşındaki bir çocuğu (Bar Mitzvah=henüz dinen reşit, aile vesayetinde olan erkek çocuk) kaçırdı ve ABD hapishanelerinde iki yıl geçirdi. Aslında “12” yıla çarptırılmştı ama 1996’da temyiz mahkemesi önce “6” sonra da “2” yıla düşürmüştü. Mahkumları ehlileştirme programı çerçevesinde üç yıl bir iş bulunarak çalışmasına izin verildi. Yapılan itirazlara ve tepkilere karşın tekrar hapishaneye geri döndü.

1996’da şartlı tahliye yasası gereğince hapiste iki yıl geçirdiğinden serbest bırakılmasına karar verildi. Serbest bırakıldıktan sonra Helbrans New York’taki Monsey’e koştu ve 2000’de Israil’e gitmesi için sınır dışı edildi. Sonra Kanada’ya geçti ve Israil’de hayatının tehdit edildiği gerekçesiyle mültecilik hakkı elde etti.  Lev Tahor tarikati önderi ve yakınları 45 aile olarak Kanada Quebec’te Laurentian dağlarinda Sainte- Agathe Des Monts adli küçük bir köyde yaşamaktadırlar.

Lev Tahor müridinin saç şekilleri
Helbranlar topluluğu, Lev Tahor, diğer Haredi Yahudi topluluklarinca “aşiri” olarak nitelendirilmekte­dir. Israil’lilier onlari burka giydikleri için “Yahudi Talibanlari” olarak da anmaktadirlar. Bu grubun ta­kipçileri Israil’de çoğunlukla Beyt Şems şehrinde, Avrupa’da, Kuzey Amerika  Ve Kanada’da Montreal yakınlarında 45 aile kadar yaşamaktadirlar. Bütün gün süren uzun dini ibadetler yapan ateşli dindarlar olduklari söylenir. Bütün kadın üyeleri yüzlerini ve vücutlarını tamamen örten burka giymektedirler. Bildirildiğine göre Lev Tahor üyeleri dini ayinlerinde günahkâr olduklari gerekçesiyle bütün üyelerini ve 14 yaşında evlendirilmiş kizlarini kırbaçladıkları sanılmaktadır.

Aşağıda verilen linkteki Haaretz Gazetesinin yazarı Oz Rosenberg, 05 Mayıs 2011’de yayınladığı haberinde Lev Tahor hakkında şu tespitleri yapmaktadır;
“Lev Tahor Topluluğu, bütün mali haklarından arındırılmış,tarikatın üyeleri ile evlenmeye zorlanmış ve gruptaki bütün kadınların ve genç kızların uymakla görevli oldukları şartları Kabul etmiş olarak içine kızların girmesine de izin veren bir Külttür.” Demektedir.



Kanada'da Sınırdışı edilmek için bekleyen Çarşaf-peçeli
Lev Tahor Yahudi kadınları (Taliban Yahudiler) Rabbileriyle
2008 yılının erken dönemlerinde yüz kadar kadın, şal, Frumka (Dindar=  Frum’dan türetme)  adını verdikleri ve yüzlerinin de tamamıyla örten Burka giyen Yahudi kadınların önderi Bruria Keren Beyt Şems’te tutuklandi.
Jerusalem Post Gazetesine göre, çok ender olarak evlerinden çıkan kadınlar Haredi toplumunca sür­gün ediliyorlardi. 2008’de sayıları “100” Yüz kadardı.

Keren kendisinin de vücudunu bütünüyle örten, yüzünü kapatan burka adlı kıyafeti “yenilikçi/Ortodoks” dinine olan bağlılığından dolayı giydiğini ve bu baştan ayak baş parmağına kadar olan örtünme şeklini bun­dan “400” Dört Yüz yıl öncesine ait bir resimde gördüğünü iddia etmektedir. Böyle giyinmenin kendilerini kendilerinden ve erkeklerden koruduğunu iddia etmektedir. Bir erkeğin kadının vücudunun bir parçasını gördüğünde cinsel iştahının kabardığını bunun da günaha neden olduğunu iddia etmektedir. Bu gerçekte bir günah işlemek olmamasına rağmen düşünce açısından günaha, ahlaksız düşüncelere  teşvik etmekte olduğuna inandıklarını söylemektedir. Beyt Şems, Kudüs ve Safed şehirlerinde bu tarikatın takipçileri artmaktadır. Bu tarikatın takipçileri Keren’in “Kutsal Kadın” olduğuna inandıklarını söylemektedirler.

Eda Haredilerin bir sözcüsünün söylediklerinden bir alinti şöyledir; “Daima bu kadinlarin deli oldukla­rini biliyoruz…bizler hakli çiktik, bu kadinlar kötü hareketlerine bir son vermelidirler.”
Burkali Yahudilerden Keren 2009’da Kudüs Bölge Mahkemesince küçük çocuklari burka giymeye zor­lamaktan dolayi çaresiz, yaşça küçük insanlara saldirmak ve suistimal etmek suçlarindan dört yil hapse mahkum edildi, kocasi da ayni suçlamadan alti ay hapis cezasina çarptirildi ve İsrail basininca “Taliban Anne” lakabi takildi.

Lev Tahor öğrencileri öğretmenleri Rabbileriyle
Anne taliban’in yargilanmasinda yapilan suçlamalar arasinda, güneş ibadeti gereğince adakta bulun­mak için çocuklara oklava, sopa, elektrik kablosu ile günlük olarak vurarak işkence etmek, ensest ilişkide bulunmak, çocuklarin vücutlarinda darp izleri, çürükler ve morluklar, kibritle yakilmiş bölgeler tespit edildiği, kadinin kocasindan ayrilmiş otuz yaşlarinda biri olduğu, mahkemece tibbi müdahale altina alinmasina karar verilmesinin istenmesi dikkat çekicidir.

Keren’in hapis cezasına çarptırılmasından sonra tarikatın önderi ve Rabbi David Benizri’nin eşi olan Bracha Benizri tarafından lider konumuna yükseltildi.

Yazılı ve görsel medyada “sikrikim” olarak adlandirilan aşiri ortodoks (yenilikçi)Yahudiler arasında basaltılan cinsiyet ayrımcılığı hastane kliniklerinde, otobüslerde sürmektedir.
Mehadrin otobüsleri adi verilen bu otobüslerde erkekler öne, kadınlar ise arkaya oturmaya, Haredimlerin yüzlerini görmelerini engellemek için de “kibar elbise” dedikleri burkaları giymeye öğrencileri zorlamaktadirlar.
Yeni hizmete alınmış Mehadrin Otobüsü

Bazı Haredim gruplari da Beyt Şems şehrinde Sinagoglara girmek isteyen Şemsileri engellemek isteyen Haredim Yahudileri sokmamak için saldırılarda bulunmaktadirlar. Hatta engel olmaya çalışan polis ve habercilere de saldırmaktadırlar. Kadın-erkek arasında ayrımı teşvik eden çok sayida afiş, pankart polisçe toplanmiştir.
Mehadrin Otobüslerine kadınlar "ARKADAN" biniyorlar
Resimler Linklidir. Tıklayabilirsiniz.
Googl'a tercüme ettirerek okuyabilirsiniz

Eylül ayında milli dindar kızların Orot Banot (burkali kız okuluymuş) okul açılışında, bazı aşırı dindar Haredimlerin okuldan çıkan burkalı kızlara tükürdükleri ve yüzlerine yumurta attıkları, bazı çocukların da kızların bacaklarına taşlar attıkları görülmüş ve polisçe engellenmiştir. Öğrencilere, taş, yumurta, domates atmaktan iki Haredi öğrenci şüphe üzerine göz altına alınarak tutuklanmıştır.
Mehadrin Otobüsünün içi "ARKADAN ÖNE DOĞRU GÖRÜNTÜ ALINMIŞ"

2011 Eylül’ünün sonlarinda yüzlerce Beyt Şems’li “köktendinci” aşırı ortodoks halkın ileri gelen başla­rında rabbileri (rahipleri) ve bir çok çocuğun katıldığı okul dışındaki gösteride “Haredi cemaatinin saflığını korumak için yabancılara karşı komplolar kurarak ayırımcılık yapan kötü rejime karşı korunma istedikleri” çağrısını yapmışlardır.

Lev Tahor öğrencileri

Ynet’in haberine göre de bir kadın muhabirlere iki genç Haredi tarafindan okulda saldırılmış, yüzüne tükürülmüş, iki genç Haredi ile öğrenci kızların anne ve babaları arasında büyüyen kavgayı polis ayırmıştır.
2011 Eylülünde Amerikan Göçmenlerinden Olan Na’ama Margolese Adlı Sekiz (8) yaşında bir kız çocuğuna yapılan suistimallere karşılık toplumun çiğliğini tanımlayan raporlar basında yer almıştır. Televizyon haberlerinde ilkokul ikinci sinif öğrencisine okulda nasıl tükürüldüğü, nasıl “fahişe” diye hakaret edildiği işlenmiştir…..

Na’ama’nin Şikago doğumlu Ortodoks Yahudi annesi “30” yaşlarındaki Hadasa Margolese (Hadise Margoliz) Yenilikçi (Ortodoks) bir Yahudi olup bileklerini örten uzun yenli ve uzun etekli kapalIbir elbise giydiğini ve;

“Ne gibi göründüğüm önemli değildir. Yensiz (kısa kollu) gömlekler giyenlerin de yolda yürürken taciz edilmemeleri gerekir!” Demektedir.
 “Hadassa Margolese, Naama's 30-year-old Chicago-born mother, an orthodox jew who covers her hair and wears long sleeves and a long skirt, says, "it shouldn't matter what i look like. Someone should be allowed to walk around in sleeveless shirts and pants and not be harassed”.

Na’ama’nin taciz olayiyla ilgili olarak başbakan Bünyamin Netenyahu, konuya uygun olan Tevrat ayetini tekrar ederek; “komşunu kendin gibi sev!” çağrisinda bulunmuştur.
Ancak bunlara karşı olan Haredimler, “İsrail’in İran olmasina izin verilmemelidir!” Diye slogan atmak­tadirlar.
Ey okuyucu, işte "İslam" diye sana kakalanan dini gördün! AKP'nin "Haremlik-Selamlık" otobüsleri, "çarşaf-peçe- Burka kıyafetleri sana bir şey anlatmıyorsa, bu kıyafetlerin 17. yüzyıllarda sadece Bitlis, Diyarbakır, Siirt, Mardin, Urfa, Harput (Elazığ henüz kurulmamıştı) bölgelerinde Yezidi Kürtler ile Sabi Arapları ve Hırtistiyan Eermeni, Arap Rumlarca giyildiğini "Evliya Çelebi" 'den öğrenmek için okuyunuz  TIKLA


Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

Kafanıza takılacak iddialarımın kanıtları olan yazılarım;
1-http://keykubat.blogspot.com/2010/08/said-i-kurdiden-gunumuze-ihanetler-ve.html
2-http://keykubat.blogspot.com/2008/08/yecc-mecc-bush-ve-terdoan-ilikisi.html
3-http://keykubat.blogspot.com/2010/09/fethullah-hz-muhammede-karsi.html
4-http://keykubat.blogspot.com/2012/05/abdal-handan-bediuzzamana-yezidi.html
5-http://keykubat.blogspot.com/2012/05/devleti-savasa-sokan-asker-kacagi.html
6-http://adilyargic.blogspot.com/2012/05/evliya-celebiye-gore-dogu-anadolu-ve.html
Bloglarımda daha çok yazı ve kanıt vardır!

YAHUDİLER ATEİSTLERİNİ KULLANARAK SAVUNMAYA GEÇTİLER

İşte benim dışımda Yahuıdiler bu kanıtları vermeye başladılar. Bu yüzyılda çok şey öğreneceğiz gibi görünüyor.

Biz Yahudileri karalamak için yazmadık. Yeryüzüne hükmettiğini iddia edenleri, kitaplarındaki ilkelere bağlı kalarak kendilerinin dışındaki milletleri yok etmek için dünya savaşları çıkartan, Vaat Edilen=Arz-ı Mevut topraklarında bir İsrail devleti kurmak için batı ülkelerindeki kendi halklarını bu topraklara göç ettirmek için kendi iktidar ettikleri diktatörlere soy kırımlar uygulatıp göç ettirenleri yazdık.

Şimdi de ateistlerini kullanarak savunmaya geçtiler. Adam hem ateist olduğunu söylüyor hem de Sabetay Sevi'nin mesih olduğu için 20 yüzyılda Türkiyeyi Hitler saldırısından koruduğunu, bunda Sabetayistlerin baş rol oynadıklarını yazıyor.
Irak'a Hitlerin bir ayda geçebileceği halde Yahudilerin hatırı için Rusya'ya yöneldiğini, 20. yüzyılda Rusya, Türkiye ve İsrail olmak üzere üç devlet kurduklarını iddia ederken, kendilerinin de inançsız ama soy olarak Yahudi olduğunu söylüyor.

Atatürk'ün Sabetayist Yahudi olduğunu dile getiriyor ve Enver paşa ile bu yüzden anlaşamadığını geçiyor. Nerdeyse Ata'nın da Yahudi olduğunu söyleyecekti ki kendisini tuttu. Bence söyleseydi de zararı yoktu. Onun cevabını önceki büyü öndere atılan iftiralar konularındaki yazılarımda anlatmıştım.
Atatürk devleti kurtarmak için mason localarına girmiş, onlar arasında bulunmuş, hatta "Atatür" adlı bir Yahudi tarikatının olduğunu da Soner Yalçın yazmıştır. Ama MASON LOCALASRINI KAPATAN VE BU YÜZDEN ALTINDAN HALISI ÇEKİLEN BU ADAM NE KADAR YAHUDİDİR.
BİR İNSAN KÖTÜ OLDUĞU ZAMAN HERKES "O BİZDEN DEĞİL" DER. AMA "ATATÜRK" adının kendisine verilmesini bile talep etmemiş olan Mustafa Kemal Atatürk'ü, Yunanlılar, Sırplar, Arnavutlar ve Makedonyalılar kendilerinden sayarlar.
Neden?
Büyük adam ya. Dinleri "yalanı zeka sayan, şeytanı öne çıkaran, adını değiştirerek tanrı edinen " bu hileci, kaypak milletlerin" kaypaklıklarını "Sümer'den İslam'a Cin ve Şeytan Kültü" adlı araştırma, çevirilerden oluşan kitabımda (adilyargicc.blogspot.com!dadır.) belgeleriyle kendi kitaplarından ve Mısır kaynaklarında kesin delilleriyle yazdım.

Bizde "Yalancınınmumu yatsıya kada yanar" derler. Yahudilerin 3.300 yıl süren yalanları daha zamanında çökmüşse de "tehdit oluşturmadıklarından haklarında yapılan, tespitlerin yer aldığı belgeler pek kıymet görmemiş ve Yahudilerce toplanıp hiç edilmiştir. Bunları da kaynaklarıyla yazdık.
Bu yalanlara inananlar kendileri bilirler. Onlar için yapacak bir şey yoktur. Ama kimse uyarmadı demeye de hakları yoktur.

İşte bütün bunları yandaş kanal olan CİNE5'te özel davet edildiği bir programda daha kitabı yayınlanmadan anlatan bu Yahudi'nin adı Erol Ceraldin. Tıkla;

http://www.dailymotion.com/video/xq9iaz_errol-gelardin-cine-5-teydi_shortfilms

Erol Ceraldin'i dikkatimize çeken blogdaşımızın blogu da bu linktedir;
http://dumanol.blogspot.com/2013/12/bir-yahudi-anlatyor-turkiyeyi-yahudiler.html