Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Şubat 2012 Salı

YENI EGITIM TASARISI PEDOFILI KOKUYOR

YENİ MİLLİ EĞİTİM TASARISI PEDOFİLİ KOKUYOR
(4+4+4)

AKP’nin “pedofili” sabıkasını ve geldiği “tarikat kültünün” köklerini incelemeden bu konunun anlaşılmasına olanak yoktur. Bu nedenle bu kültü ve köklerini okuyalım;

Birkaç yıl önce ATV’de “Bir Şarkısın Sen” adlı şarkı yarışma programında sinsice güdülen ve topluma dayatılan “pedofili” sapıklığını “ATV ve BİR ŞARKISIN SEN ÜZERİNE” başlıklı yazımda işlemiştim. Bu yazımdan kısa bir süre sonra duyarlı insanların, sanatçıların çabalarıyla bu program yayından kaldırılmış, o yazıda önerdiğim en az “17” ve üzeri yaştakileri hedef alan “Şarkını Söyle” adlı bir program yayına girmişti.
O zaman da duyarlılık gösterenleri kutladığım gibi şimdi onları gene kutluyorum.

Gelin görün ki medyada da hükümette de sapıklıklar ve sapıklar tükenmiyor. Show Tv’de Acun beyin programlarına arada bir “tuz biber misali” gene “pedofili” bir yerlerden getirilip dayatılıyor.
Türkmenistanlı mı Kırgızistanlı mı nedir hatırlayamadığım genç, türbanlı bir hanımın yetiştirip yarışmaya soktuğu Maykıl Ceksın (Michael Jackson) taklidi yapan çekik gözlü dört- beş yaşlarında bir çocuk iki de bir ekranlara çıkartılmaktadır. Kürt Hülya ( Hülya Avşar) bu çocuğa sevgisini (!) gösterirken aynen şöyle diyordu;
-“Koparırım senin o dudaklarını!”
Evet, kökeni Kars yöresinde yaşayan Kürtleşmiş Yahudi Avşar Türklerine dayanan ve Yahudi Kürtlerle (Barzaniler) karışmış ve kendisini de Kürt gören Yahudi Kürdü Hülya’nın birkaç yıl önce Haberturk kanalında yaptığı programlarda da erkek ve kadın cinselliğinin derinlemesine tartışıldığını, cinsel organların “ideal-istenilen” ölçülerinin derinlikleri, genişlikleri, boyları ve çapları konusunda bu hanımın uzmanlığını seyretmiş ve bir eleştiri yazısı yazmıştım.
Bu yazıdan sonra ne olduysa Kürt Hülya’nın Haberturk kanalındaki işi de bitmişti. Kürt Hülya bu akşam gene 12 yaşında çocukların sergiledikleri “pedofili” içeriğine daha imza attı. (Yanındakilerin bu konuda meşhurluklarını duymadım.)

Pedofilik Kürt Hülya’nın bu sapıklıkları hız kesmeden sürerken öbür yandan da hükümet içindeki “pedofilikler” de daha birkaç yıl önce değiştirdikleri “5+3=8” yıla dayandırdıkları “zorunlu ilköğretim” sürecini yeniden değiştirme yolunda bir adım daha attılar.

Bu adımın mason küresel sermayenin Vatikan’ın başında getirdiği eski C.I.A casusu Ratzinger ya da dini adıyla XVI.(16.) Benedictus’un Hıristiyan dünyasında bile tepkiyle karşılanan ve geçen hafta Hıristiyan bir gencin “Papa’yı bu nedenle yıl sonuna kadar öldüreceğini” ilan etmesine sebep olan “Pedofili ve çocuk pornosuna” verdiği onayın ardından gelmesi beni hiç şaşırtmadı.
Emir büyük yerdendi ve “papalık dediyse” olacaktır ilkesi devreye girmiş Sabi, Yezidi, Yahudi Kürtlerinin milliyetçiliğinden başka bir şey olmayan Nurculuk ve son şekliyle Fethullahçılık dininin TBMM çatısı altındaki işbirlikçileri verilen emri uygulamaya geçmişlerdir.

Fethullah Gülen’in papaya yazdığı mektubu yayınlamıştım. Yanında gidenlerin de Papa’nın elini öptükleri video görüntüleri de blog yazılarının alt kısmında vardır.

Vatikan
Bu arada bir açıklama yapayım, halk arasında “Papa ve Vatikan” kelimelerinin bilinmediğine tanık oluyorum. Geçen hafta birkaç lise öğrencisiyle yaptığım konuşmada gençlerin duymadıklarını fark ettim.
Papa, Hıristiyanların dini önderidir. Allah (Hz. İsa ile. İsa onlara göre Allah’tır)ile ilişki kurabildiğine, ondan güç alabildiğine, günahları bağışlatabildiğine inanıldığından “yarı tanrı, yarı insan” sıfatı verilmiştir. İslamiyet’te buna sadece “putperestlik” denir. Bulunduğu yer ise günümüz İtalya ülkesinin başkenti olan Roma şehrinde etrafı kale surlarıyla çevrili Vatikan adı verilen bir “Site Devletidir.”

M.S. 10.yüzyılda Türklerin Anadolu üzerinde hâkimiyet kurmalarından endişelenen Bizans imparatorunun yardım isteği üzerine Hıristiyanlıkta olmayan “Hac Farzı” ilk defa “varmışçasına papa tarafından Hıristiyanlara dayatılmış ve M.S.1096’da ilk Haçlı seferini başlatmışlardır. Bu seferlere sadece Türk milleti karşı koymuş, İslam dinini bu güne kadar korumuştur. 
Joseph (Yusuf) Ratzinger
Bizans imparatorluğunu M.S. 1453’te İstanbul’u fethederek yıkmıştır. Hıristiyanlığın merkezi sayılan Roma imparatorluğu M.S. 7. Ve 8. Yüzyıllarda Emevi ve Abbasi imparatorluklarınca küçültülmüş, 10.yüzyılda da Cermenler (Almanlar) Roma’yı işgal ederek Hıristiyanları birleştiren “KUTSAL ROMA CERMEN İMPARATORLUĞU’nu” kurmuşlar, papalığı kendilerine bağlayarak, bütün Hıristiyan ülkelerinin krallarına taç giydirmişler, M.S. 1815 Viyana Konferansına kadar bu geleneği sürdürmüşlerdir.

Avrupa Birliği teorisi de bu geçmişe dayanmaktadır ve düşmanı da Müslümanlar ve Müslüman Türklerdir.
Özellikle 15.yüzyılda Portekizliler ile İspanyolların açtığı keşifler çağı ile Hıristiyan dünyası, doğuya denizden ulaşarak, doğu kavimlerini “hem doğudan hem batıdan sıkıştırarak” işgal etmiş, haraca bağlamış ve zamanla köleleştirmiştir.
Asla yaşamamış Yahudi tanrısı İsa’nın dünya egemenliğini kendilerine hediye ettikleri inancına kapılmışlar ve Tevrat’ta geçen Nuh’un oğlu Sam (Samuel de denir.) soyu olmadıkları geçen Kızılderililer, okyanus adalarının halkları, Türkler ve Müslümanlar üzerinde sayısız soykırımlar gerçekleştirmişlerdir.
Soykırımlarla tüketemedikleri kavimleri de ya kendi dinlerine girmeye zorlamışlar ya da dinlerini Hıristiyanlaştıracak düzenlemeler yapmışlardır.

Rönesans döneminde çıkartılan Hıristiyan mezheplerinin çoğu aslında Avrupalılar için değil, sömürgelerin içindir.
İskender'in Grek İmparatorluğu Renkler, İskender'in ölümünden sonra Grek komutanlarının payına düşen bölgeleri gösterir (Sarı- Kuzeyin Kralı, Mor, Güneyin Kralı)
Müslümanlar da bu değişim sürecinden nasiplerini almışlardır. Birçok tarihçinin yazdığı gibi, M.Ö.4.yy.da Büyük İskender’in Pers İmparatorluğunu ele geçirmesini takiben aynı coğrafya üzerinde yayılan Grek (Yunan) avam tabakası (aşağı halk tabakası) bu geniş coğrafyada yerli halklarla tarih içinde karışmıştır.
Bizim Urfa/ Harran Sabileri, Bağdat, Basra Sabi Keldanileri ile Bahreyn, Katar, Dakar, Necd, Yemen, Hicaz Arapları da bundan nasiplenmişlerdir.

Vehhabi Suud kralı Abdullah papa  XVI.
Benedictus ile
1739’larda Necd’li Mehmet Abdülvehhab’ı kandırarak İslamiyet’te ilk büyük çatlak olan “Vehhabilik” Dinini kurmayı başaran İngiliz casusu Hamperdir. Malum, Hamper, “Müslşüman olmuş İngiliz” kisvesinde İstanbul’da Yahudi Kürdü kökenli Kars’lı Ahmet adlı bir hocadan öğrendiği dini bilgilerden sonra Basra’ya sözde “dini tedrisat” yapmaya gitmiştir. Burada din eğitimi almak için gelen Necd’li Mehmet’i kendi sapık inançlarına alet etmeyi başarmıştır.

Bu Vehhabi sapıklığını, Hindistan’da ayarttıkları Moğol kökenli Ahmedi Kadıyani üstünden “Kadıyanilik”, İran’da “Ben Allah’ım” diyen Bahaullah  ile Bahailik, Mısır’da Afganilik onun devamı olarak da cumhuriyet döneminde Van- Norşin/ Nurs/ Gürpınar’lı Ermeni dönmesi veya Yezidi Kürdü Said-i Meşhur (Kürdi, Nursi) Deliüzzaman üzerinden de Sabi/ Yahudi/ Hıristiyan dinleri harmanı olan Mason “Nurculuk” takip etmiştir.

Sarık ve cübbeyi “Müslüman Erkek Kıyafeti” olarak Müslümanlara dayatan sapıklar da bunlardır. Oysa bu “Arap milliyetçiliğinden” başka bir şey değildir. Malum, Hz. Ömer zamanında ele geçirilen Doğu Anadolu ve Azerbaycan bölgesindeki Kürt ve öteki kavimlerin beyleri öldürülmüş, yerlerine Hicaz Araplarından “Yezidi beyler atanmıştı. Bu yüzden Kürt aşiret reislerinin ve din adamlarının “Seyitlik” yani “peygamber soyuna” dayandıklarına dair belgeleri vardır. 
Vehhabi Suud kralı Abdullah sağlığında ABD başkanı
yavru Bush ile :))
Bunların çoğu da çakma olduğu gibi, bu Arap beylerinin birçoğu da Müslüman olmayan ama savaşlara ganimet için girmiş, peygambere düşman olan akrabalarının soyundan olanlardandır. Kürt Milliyetçiliğini de “Kürt Yezidilik Dinini M.S. 12.yy. başlarında kuran Halife Mervan soyundan olan ve Yezidi olan Şeyh Hadi/ Adi Bin Emevi kurmuştur ve bu dinin kitabı “Mushaf-ı Reş= Kara Kitap” Allah’ın şeytan Tavus olduğunu ve Muhammed’i onun peygamber ettiğini yazmaktadır. 

Bunlarda namaz, oruç gibi İslam ibadetleri var olmasına rağmen şeytana taptıklarını açıkça yazmaktadırlar. Hz. Ebubekir ve peygamberin düşmanı Ebü Süfyan, torunu halife Yezid bunların tanrıları yani Allah’larıdır. 

Bu yüzden “Sahabe” dedikleri peygamberin çağdaşlarından olan arkadaşı veya düşmanı olan herkesin adlarının başlarına “HAZRET=SAYIN” eklemelerinin sebebi de budur. Sarık, cübbe, çarşaf-peçe gibi Zerdüşt İran tanrısı Anahita’ya dayanan “tapınak fahişelerinin kıyafetlerini” kutsallaştırmaları da bundandır. Çarşaf-peçe” Tevrat Yaratılış 38. Bölüm “Yahuda- Tamara” Metninde “fahişe kıyafeti” olarak tanımlanmaktadır. Yahuda Yakup peygamberin “12” oğlundan birisidir. İşte ayetler;
Önceki Papa Jean Paul ile Fethullah Gülen Vatikan'da
“Çarşaf-peçe” Fahişe kıyafeti-Tevrat;
Yaradılış.38: 14 “Tamar üzerindeki dul giysilerini çıkardı. Peçesini örttü, sarınıp Timna yolu üzerindeki Enayim Kapısı'nda oturdu. Çünkü Şela büyüdüğü halde onunla evlenmesine izin verilmediğini görmüştü.”
Yaradılış .38: 15Yahuda onu görünce fahişe sandı. Çünkü yüzü örtülüydü.”

Çarşaf ve peçeden başka erkeklere “İslam-î Kıyafet” olarak dayatılan Sarık ve Cübbe’nin Yezidi, putperest Keldani kıyafeti olduğunu Tevrat’ın ayetleri bize 1200 yıl öncesinden göstermektedir;
Tevrat’ın Hezekyel Peygamber’inin işlerinin anlatıldığı 23. Bölümün 14. Ve 15. Ayetlerinde Sarık ve Cübbe’nin çöl şeytanlarına ve cinlerine tapınan Yezidi/ Sabi (Her dine dönen) “Keldani/ Kildani yani Irak Arap kıyafeti olduğu anlatılmaktadır;

SARIK VE KUŞAK KIYAFETİNİN KÖKENİ
Hez.23: 14-15 "Oholiva fahişeliklerini giderek artırdı. Duvara oyulmuş insan resimlerini bellerine kuşak, başlarına geniş sarık bağlamış kırmızı renkli Kildani resimlerini- gördü. Hepsi kökeni
Kildan ülkesine dayanan Babil subaylarına benziyordu.”

Yahudi Tevrat’ı İslamiyet’ten 1200 yıl önce Yahudilerin Babil Sürgününden dönüşlerinden sonra rahip Ezra tarafından en son olarak düzenlenip yazılmıştır.
Temelleri putperestliğe dayanan Nurculuk’un son hali de 12 Eylül 1980 askeri darbesinin başbakanı Turgut Özal ve Kenan Evren’in destekleriyle Fethullahçık ya da “Gülencilik” dinidir.
Bu din Vehhabilik içerikli de olduğundan “pedofili-sübyancılık-kulamparalık” Müslümanlara “Allah’ın emri” olarak kabul ettirilmek istenilmektedir.
Vehhabi Suudi Arabistan’ın evlendirme bakanı Ahmet El Mubi birkaç yıl önce bütünü dünyada tartışmalara yol açan bir açıklama yaptı;

“Ebeveyni (anne-baba) rıza gösterdikten sonra çocuk “bir günlük” bile olsa evlendirilebilir! Ayşe “6” yaşındayken Muhammed onunla evlenmiştir!” Diye de ardından eklemiştir.
Oysa bütünü Müslümanlar bilmektedir ki, Hicaz Arapları, Mecusilik dinindeyken daha küçük yaşta çocuklarla ilişkiye giriyorlardı. Muhammed bunu “3” yıl da yani “9” yaşına kadar beklettikten sonra yapmıştır. Bu çocuğun gelişimi açısından önemlidir ve yeniliktir. 1400 yıl önce yapılagelen sapıklıkların bu asırda da sürdürüleceği anlamına da gelmez. Ama sapık ruhlu “din manyakları” ne yazık ki bu görüşte değiller.
Bu konuda bu kadar özet bilgi ile yetinmeyenler linklerini verdiğim yazılarımdan yararlanabilirler.




Haçlı Seferi  adını verdikleri I.Dünya savaşından sonra
ne oldu da Müslümanlar, 2001'de tekrar Haçlı Seferi ilan
eden  Amerikan bayrağı önünde Namaz kıldılar.
Kaddafi sonrası Libya Müslümanları (!)
İslam ülkelerinin ve Osmanlı İmparatorluğunun çöküşlerinin sürdüğü 18.,19., ve 20.yüzyıllarda üretilen önünde “İslam ve Allah” adı bulunan yeni yetme dinler ile Müslüman ve Türk dünyası Hıristiyanlaştırılmaktadır.
Said-i Meşhur/ Kürdi/ Nursi/ Bediüzzaman ve hocası Siirt’li Fethullah efendi’nin “Geçen yıl deliydin bu yıl da mı delisin?” ifadesine ve II. Abdülhamit’in onu tedavi görmesi için Toptaşı (Üsküdar) akıl hastanesine yatırmasına dayanarak benim taktığım “Deliüzzaman= Asrın Delisi’nin” yazma bilmediğinden yazıcısı Hüsrev’e yazdırdığı “Tahrir-i Hayatım” adlı hayat hikâyesinde “vaftiz” olayı yer almaktadır.



Atının çarparak öldürdüğü bir çocuğu suya daldırarak dirilttiğini yazdırmıştır. Bu olay apaçık “vaftiz” olayıdır. Vaftiz de zaten suya veya yağa daldırarak yapılan çok eski bir dini ayindir. Ayrıca bu zat “Bekârlık” da yaşamıştır.



Sabilerin, Katolik Hıristiyanların, Cin dini rahiplerinin, eski Zerdüşt ve Mecusi din adamları ile Mason rahiplerinin “çilecilik=ascetism” gelenekleri gereğince “evlenmedikleri” bilinen bir olaydır. Haz. Muhammed’in iki kez damadı olan Haz. Osman, peygamberin kızı olan ilk karısı Rüveyde’nin ölümü sonrasında Mecusilikten kalma “çilecilik” gereğince “evlenmeme” isteğini peygamber öbür kızı Rukiye’yi (Ürkiye de denilir) ona vererek ve “Peygamber olarak ben sana iyi bir örnek değil miyim?” dedikten sonra kendi evliliklerini de hatırlatarak “çileciliği=bekârlığı” Osman’a ve Müslümanlara yasaklamıştır.

Deliüzzaman'ı (sağ) iktidar eden Adnan Menderes
Ortadaki Said-in ulağıdır. Menderes'e Vatikan'dan
aldığı talimatları iletir.
Oysa Said-i Kürdi Deliüzzaman, Fethullah Gülen “evlenmemişlerdir ve “çilecidirler. Peygamberin emrini tutmayan insanlar nasıl olur da Müslüman olabilirler?
Müslümanım” diyen bir kimse, kökenleri neolitik çağ dinlerine uzanan “Ascetism=çilecilik=Bekârlık” ilkesine nasıl uyabilir? Bu insanlara bir Müslüman nasıl “Müslüman” diyebilir?
Haydi, halkımızın dini bilgileri zaten “Hoca nezaretinde namaz kılmaya” bile yeterli olmadığından bu “din değiştirme” siyasetlerini ayırt etmekte, idrak etmekte yetersiz kalmaları çok olağandır.
İşin ilginç yanı ise din adamlarının bu saldırılara hiçbir tepkilerinin olmamasıdır.
Düşünün, Necmettin Erbakan (rahmetli) bile ölünceye kadar iyi kötü bunlarla mücadele etti, şimdi de onun arkadaşlarından üstelik Nurcu olan Oğuzhan Asiltürk ilerlemiş yaşına rağmen televizyon kanallarını bir, bir gezerek mücadele çabası içine girmiştir.

Zonguldaklı Cübbeli Ahmet Hoca, Zekeriya Beyaz, Yaşar Nuri Öztürk’e birkaç yeni ad da eklenmiş olmasına rağmen, yerel imamların suskunlukları iğrençtir.
Bu adamların tepkisizlikleri, Roma’nın Hıristiyanlığı resmi din ilan etmesiyle birlikte “Mitra Dini rahiplerinin” birden Hıristiyanlık dinine “sorunsuz” geçiş yapmalarına benzemektedir.

Günümüzün hocalarına bu durumda “Müslüman” diyemiyorum! Bu hocaların “bizim arkamızda saf tutacak kalabalıklar olsun da neye taptığımız önemli değildir!” zihniyetindeki Bizans’ın teslimiyetçi Mitra rahiplerinden bir farkları yoktur.
Her zaman din kitaplarından tespitlerime dayanarak dediğim gibi, teslimiyetçiliğin, cinsel sapıklığın temeli eski dinlerdir.
Kanada Shemesh'te Burka giyen
Yahudi ailesi. İnanmayan yazıyı tıklayabilir linklidir!
Masonluk temelli Nurculuk dininin, Şii kültürüyle harman edilmiş hali olan “Humeyni İslam’ı “ İran’da sömürgeci güçlerce 1979’da İran halkının yaşamına sokulmuştur.
Ayetullah (Allah’ın Ayeti) adını kullanan işbirlikçi, teslimiyetçi Humeyni sapığı, sağlığında yazdığı “Küçük Yeşil Kitap” adlı “Şeriat Yasa Kitabında” Kur’an-ı Kerim’in hiçbir ayetinde geçmeyen “iki yaşında kız çocuğu ile” cinsel ilişkinin nasıl yapılacağını ve bu çocuğun yasal konumunu tarif etmektedir. Kendisi sekiz- on yaşlarında erkek çocuklarla (Gılmanlar, Vildanlar) ile sapık ilişkiler yaşamıştır.
Hal böyleyken, zihniyeti Humeyni sapıklığı ile bir olan AKP hükûmetinin çıkardığı “4+4+4” yıllık bölümlerden oluşan “zorunlu eğitim yasası” da bu konuda değerlendirilmelidir.




Hıristiyan Zenci rahibe. Aynı kıyafet
Bu yasa, pedofili’yi (küçük yaşta çocuklarla yapılan evlilik ve cinsel istismarları” yasalaştırmaya kapı açmaktadır.
Bu eğitim yasası gereğince, bir ilköğretim öğrencisi İlk dört yılı tamamladığında “on-on iki” yaşlarına girmiş olan çocuklar veya ikinci dört yıllık kısmı bitirip “12-16” yaş grubuna girecek olanlar halen Kürt Şıh, Pir ve toprak ağalarının sürdürdükleri “töre evliliklerine” zorlanacaklardır. Bunların inanışlarına göre “erkek çocuklar” da “Gılman- Vildan” olarak evlenilebilen kimselerdir.



Ayrıca Kürt Yezidilik dininin kutsal kitabı Mushaf-ı Reş’e göre bir baba kızını “bir dönüm arazi” karşılığında satabilmektedir. Kızı bu parayı babasına ödeyebilirse bunu engelleyebilir. Başlık parası veya “töre cinayetleri” olarak bildiğimiz Kürtlere has bu çağdışı olayların arkasında aramızda “Müslüman” olarak gezinen ve özünde Yezid olan Kürtlerin bu dini töreleri vardır. Çocuk evlilikleri, beşik kertmesi, berdel adlarıyla bildiğimiz “çocuk evlilikleri” de gücünü bu Kürt Yezidiliğinden almaktadır. AKP hükümetinin “Kürt İslam’ı da denilebilen Nurcu Kürt milletvekilleri ve bakanları, Kürt gelenekleri-dinlerine uygun yasa yaparken Türk milletini ve öteki milletleri hiçe saymaktadırlar.

Suudlu Müslümanlar, "aile arasında" sapıkça (!) tartışıyorlar.
 Bu günlerde bu konu onlarda çok yaygın!
Bu eğitim yasasının, sonu milletimiz ve Ortadoğu halkları açısından büyük acılar ve fiyasko ile biteceğine inandığım, ABD’nin dayattığı ve başbakanımızın da “eş başkanları” oldukları malum B.O.P ve Kuzey Afrika Projeleri gereğince kurulacak olası “Yeni Osmanlı” imparatorluğunun “yasal şartlarını, idare altına alınacak Kürt, Arap milletlerinin geleneksel yapılarına göre düşünüldüğüne de eklemekte yarar vardır. Pensilvanya’lı Fethullah’ın şimdiden kendilerini “halife”, Dolmabahçe sarayını şimdiden çalışma ofisi haline getirmiş Batum Süryanisi RE.T.E’nin de “Padişahlık özlemleri bu yasa ile gözler önüne serilmiştir.

Bu eğitim yasasının kabul edilmesi Cumhuriyetin getirdiği bütün kazanımları çöpe atacak bir yasadır. Vatikan-Papa, veya Washington Tapınak Şövalyeleri Mason locaları emriyle dayatılan bu yasaya her Müslüman, aklı başında gayrimüslümler ve aydınlar geçit vermemelidir.

Saygılarımla!


Not; Said-i Kürdi Deliüzzaman’ın bütün lemaları, şuaları, risalalerini daha 13 yaşındayken okumaya başlamış “16” yaşıma kadar bu devam etmiştir. Halen de yazı yazarken de okumakta olduğumu belirtmemde fayda vardır. Bu yüzden onun hakkındaki kaynaklar gerçektir ve çarpıtmaya da gerek duyulmayacak derecede “çelişkiler” içermektedirler. Siz de okuyunuz ve değerlendiriniz! Son beş yıldır yazdıklarımdan sonra İnternetteki Said-i Nursi- Kürdi hakkındaki kaynaklar “eleştirilerim doğrultusunda” değiştirilmiştir. Bu yüzden bulabilirseniz kitapçılarda “1980 yılı öncesi kitaplarını alıp okumanızda fayda vardır. Ya da yazılarımın doğruluğuna güveneceksiniz! Çünkü alıntıları değişiklik yapmadığım için, önceden okuduysanız, Deliüzzaman’ın kendine has anlatımını kolayca tanıyabilirsiniz!

 Aşağıdaki linklerden başka her yazımda bu konularda çok sayıda bilgi yer almaktadır.


23 Şubat 2012 Perşembe

KÜRESEL OYUNLARIN ÜRÜNÜ HOCALI KATLİAMI VE GÜNÜMÜZ

Bakü'de Hocalı Katliamı Anıtı
KÜRESEL OYUNLARIN ÜRÜNÜ HOCALI KATLİAMI VE
GÜNÜMÜZ

Bu günlerde televizyon ve gazetelere baktığımda Hocalı Katliamının sıkça işlendiğine şahit oldum. Bir de Hocalı Katliamına özel bir yazı yazmadığımı da fark ettim.
Kim bilir belki Hocalı’yı arayacak günlerin yakın olduğunu görmemden midir nedir “Hocalı Katliamı” başlıklı bir yazı yazmamışım. Ama birçok yazımda bahsettiğimi biliyorum.Yirminci yılına gelmiş ve yeni belaları kapıya dizilmiş beklemekte iken belki faydamız dokunur diye bence işin asıl özünü ifade edeyim dedim. Yalanla dolu beyinler yalana göre sonuca varır ve her şey yalan olur. Bence doğrusunun belki size göre de "bana göre doğrusunun" bilinmesinde fayda var!


Neyse bu yazı da sadece bu başlıkla olmayacak ve daha önce yazdığım ayrı bir yazı ile birlikte yayınlamayı uygun gördüm.
Çünkü “hamasi duygular” yerine olayların gerçek nedenlerini yazmak daha akıllıcadır.

Birkaç ay öncesine kadar Azerileri dışlamış olan hükümet, Azerilerden bir ışık görünce bu tür yazılar gündeme geliverdi gibi geldi bana.
Hocalı Katliamını nefretle kınıyorum. Gazeteler bu konuyu gündeme taşırken bu soykırımın önünü açan siyasetleri gizlemiş ya da hala görememektedir. O tarihlerde Turgut Özal'lı ANAP iktidarı vardı ve SSCB'den ayrılan yeni Azerbaycan bağımsızlığını ilan eder etmez Türkiye'ye özlem içinde sığınmıştı.

Ebul Feyz Elçibey gibi bir tarihçi ve Türkçü adamı Cumhurbaşkanı seçmişlerdi.

Düşmanlığı Doğuran Olaylar;

 1300- Osmanlı Türkleri; 1359- Kazanılan topraklar; Sarı renk 135-1451-1451-1481 Fatih,II.Mehmet; Yeşil Yavuz Selim
1520-1566-Kanuni Süleyman; 1566-1683 Genişlemeler ve Duraklama devri;Kırmızı çizgi 1683-99 Osmanlı Sınırları
 




Selçukluların gelişiyle Bizans’ın mezhep yüzünden kâfir ilan ettiği Ermenileri soykırımdan kurtarmıştı. 1300’lerde kurulan Osmanlı, Ermenilerin Türklere yakınlığını kullanarak Hıristiyan Ortodoks ve Katolik mezheplerinde gedikler açarak Hıristiyanlık inancını İslamlaştırma siyasetini başlatmıştı. Ermeniler o tarihlerde devlet içinde görevlendirilmişlerdi. Bu Osmanlı’nın çöküşüne kadar da sürmüştür.

Ordusunun temelini oluşturan unsurların dönmelerden oluşmasına rağmen, Osmanlı’nın tarih boyunca deniz kuvvetlerini geliştirememesi Türklerin deniz korkularıyla açıklanmaktadır ve oldukça da saçmadır.
Dönme askerler zaten Rumlardan oluşmaktaydı ve Türklerin deniz korkusu ile deniz kuvvetlerinin geliştirilememesinin bu nedenle bir alakası yoktur.

Osmanlı içinde ve dışında bir takım ihanetler sonucu denizlerden dışlanmıştır.

Bunu Kanuni’nin sağlığında Fransızlara “dostluk ve Hıristiyan birliğini bölmek” amacıyla verilen Kapitülasyonları 1575’de yani Kanuni’nin ölümünden “10” yıl sonra İngilizlere vermesi Osmanlı’nın İngiliz idaresine girmesinin işaretidir.

Hürrem Sultan ve ardından gelen dönme köle padişah analarının Topkapı sarayında ayrı “büyükelçiler” haline gelmeleri padişahların zamanla “kafes padişahlarına dönüşmeleri” ile Osmanlı tarihte zavallı bir figüran haline getirilmişse bu padişah analarının marifetleri bu olayda önemli rol oynamıştır.

Zayıflayan Osmanlı’yı önce balkanlardan çıkarma projelerine, Avrasya kıtasını kuzeyden işgal eden Rusya’nın “Kafkaslardan çıkarma projeleri ile “sıcak denizlere inme” siyasetleri eklendi.

Bu siyasetler de Osmanlı içindeki azınlıkların kışkırtılarak isyan ettirilmelerine ve halklar arasında düşmanlıklara neden oldu. Derken 19.yy. başlarında Osmanlı Kafkaslardan da atıldı.


1813-1878 Osmanlı Rus Kafkas sınırları

1812-13 Gülistan antlaşması ile Osmanlı’dan çıkan Kafkasya ve Azerbaycan Rusya ile İran arasında paylaşılmıştı. Teknolojik gelişme açısından Osmanlı’dan pek farkı olmayan ve İngiliz siyasetine göbekten bağlı olan Rus çarlığı Azerbaycan petrollerinin işletilmesi işini İsveçli Nobel ailesine vermişti.

Onların da arkalarında Fransa’da bulunan mason Rotschild ailesi vardı. Kafkaslar bölge olarak küçük olmasına rağmen etnik farklılık açısından çok zengin bir bölgedir. Bu nedenle Ruslar Hıristiyan kökenli Kafkas etnik gruplarını Osmanlı’ya karşı kışkırtırken Osmanlı ve İngilizler ve ötekileri de çıkarları doğrultusunda Rus çarlığına karşı Müslüman ve elde edebildiklerini kışkırtıyorlardı.

Bakü- Tiflis demiryolu hattı ile Azeri petrollerinin Karadeniz’e taşınması da bu isyanlar yüzünden riskli hale geliyordu. Rotschild ailesi bu yolu emniyete almak için Amerikan petrol şirketleri ile işbirliği yaparak önce bu isyanlara katkıda bulundular.
Ermeni, Yezidi Kürtler, Süryaniler, Gürcüler, Osetler, Abhazlar, Dağıstanlı Çerkezler bu oyunların figüranları oldular.
Ruslar 1876’larda İngiltere ve ABD destekli Çerkezleri feci şekilde bastırdılar ve Çerkezler bulabildikleri deniz vasıtaları ile Karadeniz’e açıldılar. Anavatanları elden çıkmış, ayaklarını basacak toprakları kalmamıştı ve II.Abdülhamit, Boğaz açıklarına yrdım için bekleyen Çerkezlere kucak açmış, ülkenin en güzel yerlerinden onlara yurt vermişti.

Tabi ki aynı dönemde Osmanlı da Ruslardan ağır darbe almış, Rus orduları doğudan Sinop’a batıdan İstanbul- Yeşilköy/ Florya’ya kadar gelmişlerdi.

İngiliz büyükelçisi Elliot otomobiline binerek Rus ordularının genelkurmay başkanı olan Rus Çarının oğluna;
“-Buradan bir adım daha ilerlerseniz İngiltere’ye savaş ilan etmiş sayarız!” Uyarısı ile Rusya anlaşmaya ikna edilmiş, ardından yapılan Viyana ve Paris konferanslarında İngiltere’nin destekleriyle Ruslar Bulgaristan’ın gerisine çekilmek zorunda kalmışlardı. Elbette balkanlarda Osmanlı karakollarında bulunan asker ve güvenlik güçlerini denetlemek ve müdahale etmek, atanan idarecileri belirlemek gibi haklar da elde etmişlerdi.

1876-78 Osmanlı Rus Savaşının sonucunda “toprak kazanıldığında aileleriyle birlikte yeni kazanılan topraklara yerleşmek, toprak kaybedildiğinde de anavatan içlerine geri çekilerek savaşmak” ilkesine bağlı “Akıncı/ Muhacirun Kültürüne” sadık kalarak Anadolu’ya çekilen beş milyon kadar Evlad-ı Fatihan Türk’ünün Kafkasyalı Çerkezlerle birlikte “20” yıl askere alınmaları da bu antlaşmalarla yasaklanmıştı.

Beş yıl sonra Osmanlı Balkan Türklerinin askere alınabilmesi için izin koparmayı başarmıştı ama Çerkezler üzerindeki yasağı kaldıramamıştı.

Bu yenilgi Vatikan ve Moskova Ortodoks kiliseleri destekli isyanlar çıkaran Ermeni, Süryani, Yezidi Kürtler ile Sabileri coşturmuş ve Osmanlı’nın doğusunda apaçık Türk ve Müslüman kıyımı başlamıştı.


1895’de Van, Bitlis (Norşin/Nurs/ Gürpınar) bölgesinden çok sayıda isyancı Ermeni bastırılmış ve onlara katkıda bulunanlar sürgüne gönderilmişti.

1912-1914 Balkan Savaşlarında Osmanlı’nın toprak kayıpları Ermeni ve öteki azınlıkları gene kışkırtmış, sürülenlerin büyük kısımları geri dönmüş, ulu orta soykırımlar yapmalarına neden olmuştu.

Balkan Harbinin ardından 1914-1918 I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Ruslar Said-i Kürdi Deliüzzaman gibi işbirlikçilerin Tiflis’te Rus istihbarat görevlilerine bölgenin askeri ve coğrafi hassas noktalarını gösteren haritalar vermeleri ile Van ve Bitlis 1915-16’da Ruslarca işgal edilmiş sayısız Türk ve Müslüman Kürt soykırıma uğratılmıştı.

1915’in yazında Çanakkale Zaferi ile rahatlayan Osmanlı gücünü doğuya aktarmış, Enver paşa Kafkaslarda Mustafa Kemal de Van ve Bitlis’in geri alınmasını sağlamışlardı.

20.yy. Küresel Siyasetleri ile Sürdürülen Düşmanlıklar;

Tehlikeyi gören isyancı işbirlikçi Süryani ve Yezidi Kürtler Gürcistan’a sığınmışlar, kaçamayanlar ise çete savaşlarında öldürülmüş, öldürülmeyenleri de Osmanlı’nın güney topraklarına sürülmüşlerdi.

İşte Bu olaylarda düşmanla işbirliği yapmış Ermeni asilerin cezalandırılmasını hazmedemeyen batı devletleri bu isyan bastırma olayını sonradan ”Soykırım” olarak adlandıracaklardı.
Onlar yapınca “hak” olan şey biz yapınca “soykırım” oluyordu. Malum “düşenin dostu olmaz!”

Azınlık isyanlarının bu şekilde bastırılması ise isyandan sıkıntıya uğrayan devletleri rahatlatırken, küresel Mason sermayesinin tekelinde bulunan Azeri petrollerinin nakliye hatlarını da emniyete almış oluyordu. 20.yy. 1980’lere kadar böyle geçti. Bunu 21.yy. projelerinin yapılandırılması siyasetleri izledi. 1968’lerden 1980’lere kadar sağ-sol olayları bu proje kapsamında yürütüldü ve “anarşi” bahanesiyle Amerikancı bir darbe ile devlet işgal edildi, anayasası değiştirildi, “Vatana ihanet suç olmaktan çıkarıldı”.

12 Eylül 1980 darbesi ve rejiminin beyni olduğu bu günlerde öne sürülen Malatya’lı bilinen aslen Tunceli Çemişkezek ilçesi Yezidilerinden olan Ermeni dönmesi Turgut Özal da aynı yerden Manisa’ya sürgün edilmiş Dersimlilerden olan cunta önderi Kenan Evren ile birlikte ABD'nin dayattığı Kafkasya, İran Azerbaycan'ını Türkiye'ye katmak için Irak ve İran'da Kürdistan kurulması projelerine dalmıştı.
Mihail Gorbaçev’in Glastnost ve Prestroyka adlı siyasetleri sonucu SSCB rejiminin çökertilmesi, Azeri petrollerini elinde bulunduran Mason küresel sermayesinin iştahını kabartmıştı.

Eski günlere dönmek isteyen küresel sermaye, SSCB’nin çöküşünü planlamış ve Türkiye’de de gerekli kültürel ve siyasi ortamı 12 Eylül 1980 darbesi ile hazırlamıştı. İran’da da 1979 Humeyni devrimini elbirliği ile gerçekleştirmeleri de bu projenin parçasıydı.

Humeyni rejimi ile “Sol” siyasete kapatılan İran’ı 1980 askeri darbesi ile Türkiye izlemiş, başa getirilen Turgut Özal hükümeti kendi önüne konulan İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den topraklar verilerek kurulacak bir büyük Kürdistan kurulması, Kafkasların Türkiye ve Kürt/Ermeni işbirliği ile yapılacak saldırılarla Mason küresel sermayenin idaresine teslim edilmesinden ibaret Yeni Osmanlı projesini uygulamak zorunda kalmıştı.

Özal’ın ANAP hükümetinin yürüttüğü bu projenin Türkiye’ye ve Kürtlere bir şey vermeyeceği, planın arkasında Büyük Kürdistan olarak gösterilen haritanın Ermeni ve İsrail devletleri haline getirileceği de ortaya çıktığından Türk Ordusu içinde ANAP hükümetine karşı muhalefet de gelişmeye başlamıştı.

Ancak, halk ağır askeri rejim altında yönetildiğinden ve sindirildiğinden hiç kimse bu konularda konuşamıyordu, yazan bazı yayın organları hükümeti destekleyen dönem iş adamlarınca satın alınarak etkisizleştiriliyordu. Gırgır Dergisi bu operasyonun en son parçası olmuştur.

Mihail Gorbaçev. En büyük ABD ajanı.
Başındaki lekenin onun dünyanın
belası olacağına işaret ettiğini
bir kâhin söylemişti!
Ekonomik nedenlerle mi yoksa 1984’de İngiltere ziyaretinden sonra SSCB devlet başkanı seçilen ve 6 yıl içinde Moskova Mason Locasının destekleriyle ABD-İngiliz mason localarının emirleri doğrultusunda sosyalist rejimi iptal etmiş Mihail Gorbaçev’li (halen ABD’de yaşamaktadır) SSCB/ BDT bütün zayıf anına rağmen Turgut Özal'ın yürüttüğü bu mason sermayenin projesine geçit vermemişti.

Rusya kısmen kendisi ve alenen Ermeni ordusunu silahlandırıp Azerilere saldırtarak bu önleme işini yapmıştı.
Bilinmeyen yönlerden birisi de belki Azerbaycan arkasında ABD var diye başarıyla çıkacağına inandığı bu işe gönüllü girmişti.
Ruslar da "blöf'ü" görüp Ermenileri silahlandırmış, ikisi birlik Azerbaycan'ı halletmişlerdi. Yani Azerbaycan ABD'nin verdiği görevi yerine getirememişti. Türkiye'nin de yapacağı bir şey yoktu!


1992 Karabağ ve Azerbaycan
Turgut Özal hemen yön değiştirmiş ve "Azeriler Kızılbaştır bizden değildir" deyivermişti.
Malum 1915’lere uzanan kinleriyle Ermeniler de Azerilerin yalnızlığından doğan bu fırsatı "soykırım yaparak" değerlendirdiler. Gözümüzün önünde başlarına iş açtığımız Azerileri koruyamadık. Çünkü bizim o halimizle Rusya’ya savaş açmamız sadece intihar olurdu. Bu da sömürgeci güçlerin henüz istedikleri bir şey değildi.

Soykırıma uğrayan Azerilerin hiç bir hakkını koruyamama nedenimiz işin sorumluluğunun bu Nurcu ANAP iktidarında olması yüzündendi.

Tarih gene yüz yıl geriye sarılmıştı. Gene azınlıklar kışkırtılmış, Müslüman ve Türk soykırımı hortlatılmıştı.
Yeniçağ Gazetesi yazarı Selcan Taşçı'nın kaleminden biraz aktarma yapalım;


ÖLÜ SAYISI BİLİNMİYOR

Ebul Feyz Elçibey tarihçi olmasına rağmen
Türkiye'yi iyi tanımıyordu!
Ermeni işgalciler, 1992 yılının 25 Şubat’ını, 26’sına bağlayan gece, Rus 366. Motorize Alayına ait 9 tank, 4 zırhlı taşıyıcı, 70 piyade zırhlı savaş aracı, 4 Strela -10 roket sistemi, 8 top, 57 havan topuyla geldiler ve hiçbir askeri gücü bulunmayan, 200’e yakın “gönüllü” tarafından korunan silahsız (25 Temmuz 1990’da yayınlanan bir kanunda Dağlık Karabağ’da av tüfekleri dahil bütün ateşli silahlar toplatılmıştı) Hocalı’yı yerle bir ettiler!

Hocalı, “Resmi rakamlara göre 63’ü çocuk, 106’sı kadın ve 70’i yaşlı olan 613 kişi öldü, 1275 kişi rehin alındı, 68’i kadın, 28’i çocuk olmak üzere 150 kişi kayıp, 487 kişi sakat kaldı...” cümlesinden ibaret kimileri için. “Rakamlar”sa Hocalı’ya kör-sağır-dilsiz kalınmamasını sağlayacak olan, hemen söyleyeyim:

613 değil binden fazla Azerbaycan Türkü öldürüldü Hocalı’da... 613 Ermenilerle yapılan pazarlıklar sonucu cenazeleri alınıp defnedilebilenlerin sayısı; çoğu Ağdam’a gitmeye çalışırken Ermenilerin ateş açmama sözü verdikleri ormanda öldürülenler... Bunu Rus ordusunda subay olan Yuriy Girçenko itiraf ediyor: “Olmayan Devletin Ordusu” kitabında.

“Hocalı’dan sonrası”nın bilançosunu biliyoruz biz sadece... Hocalı’da kime, ne oldu sorusu cevapsız hâlâ... Ermeni gazetecilerin bahsettikleri o “ceset dağları”nda saklı hâlâ “Hocalı gerçeği” Ve dünyanın cevap vermesi gereken soru belli:

Biz o gerçeği öğrenmek için neyi bekliyoruz? Yüz yıl sonra topraktan fışkıran kemiklerin izi sürülerek bulunacak toplu mezarları mı?

BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmesi “soykırım”ı “milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen imha etme” olarak tanımlıyor. Buna rağmen Meksika ve Pakistan’dan başka “soykırım” diyebilen ülke çıkmadı Hocalı’da yaşananlara. Hocalı’ya “Bir tek Türk bile kalmayacak” naralarıyla giren Ermeni işgalcilerin yaptığı “soykırım” değilse ne? "... Haberin linki için tıklayınız http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=63914

Hocalı Soykırım Resimleri



Şimdi Elmas Yıldırım'ın konuyla ilgili bir şiirini ekleyelim;

Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?

Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?

Rusların açtığı yaradan derin,

Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.

Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,

Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.


Türkiye'de kaç tane Azeri Türkü var biliyor musunuz?

Kaç tane kayıtsız şartsız soydaşlarına destek verecek Anadolu Türkü var biliyor musunuz?

Bunların sabrı mı sınanıyor,sadakati mi?

Söyler misiniz?Kerkük'ü Musul'u, Doğu Türkistan'ı,Tebriz'i, Batı Trakya'yı, duymuyorsun anladık..

Peki Iğdır'ı, Kars'ı, Anadolu'yu da mı duymuyorsun?

Sağır mı oldun Ankara?

Türk olmak teslim olmak anlamına mı geliyor artık. Açılmak istenen o kapının Ermeni terörü neticesinde şehit düşen her Türk'ün mezarını çiğnemek anlamına geleceğinin farkında değil misiniz ?

***

Kaçtır, eli kanlı çıktı oyundan,

Ne bilem, kahpelik varmış soyunda,

Girdiğim öz yurttan döndürülürken,

Kanımın aktığı sınır boyunda
Açan lâlelerden bir çelenk örsem,
Türklük dünyasına armağan versem.(Kaynak için TIKLA)

Görüldüğü gibi bu bir soykırımdır!
Soykırımdan yakınmak yerine “Soykırımı doğuracak “ olaylardan da kaçınmak gerekmez mi?
Gerekir ama bunun içinde halkı yoz, din taassubunda uyutup, birkaç işbirlikçinin yönettiği rejimlerinde böyle sonuçlar karşısında şikâyet etmeye hakları yoktur inancındayım. Bu yüzden işbirlikçi ve diktatör devlet adamlarının “halkı siyasetten uzak tutma gayretlerine” karşı halkın direnerek siyasetle ilgilenmesi ve sorgulaması gerekir. Aksi halde akan kanlar ile gözyaşları sonsuza dek sürer gider!

Böyle haince siyasetlere sessiz kalan “sinen” milletlerin sonuçlardan şikâyet etmeye hakları yoktur.

Siyasetçi ve devlet adamları mallarını kapıp başka ülkelerde kendilerine rahat bir yaşam kurabilirler ama ceremeyi çeken halkların böyle şansları yoktur. Kötü siyasetlerin sonuçları doğrudan onları vuru ve faturayı onlar öderler.

Siyasetçiler asla bir şey ödemezler!

Dün Hocalı, bu gün Afganistan, Irak, Libya, Sudan ve hedef İran, Suriye ve biz!
Bu olaydan sonra ANAP iktidardan düştü, Süleyman Demirel hükümeti kuruldu, Ebul Feyz Elçibey Türkiye kumandalı bir askeri darbeyle devrildi ve Ruslara yakın olan bence Gnostik Ermeni kökenli olan Haydar Aliyev onun yerine getirildi.

Bizde de Özal öldü Demirel Cumbaba oldu. Tansu Çiller adından yüz güzeli bir bayan başbakana sahip olduk.
Ülkede "doğal gaz kullanımı" bilinmezken Rusya'dan doğal gaz aldık, onları işlemek için elektrik santralları aldık ve kullanmadığımız milyonlarca metreküp gaz için yıllarca para ödedik. Bunlar Rusya'yı üstümüze saldırmaktan uzak tutmak için yapılmıştı.

Erdoğan'ın Yolu Suriye
Halen bu anlaşma gereğince ne kadar ödendiği belli değil AKP bu gaz ücretlerini biraz düşürtmeyi başarmıştı. Ama şu an AKP'de Özal siyasetine kaldığı yerden devam etmektedir. Bu defa Suriye üzerinden gelişen şartlar, Irak, Suriye, İran Kürtleri ve gayrimüslümlerinin katılımlarıyla İran, SSCB ve Çin grubuna savaş açmakla sonuçlanması kaçınılmaz olan bir siyaset ABD tarafından her dakika dayatılmaktadır.

Üstelik dayatılan bu savaşta da silahlar ABD-AB ülkelerinden de parayla satın almak zorunda olduğumuzu da söylemeliyim. Hocalı Soykırımını telin ederken yeni soykırımlara, dünya savaşlarına ülkemizi hızla sokan küresel güçlerin işbirlikçisi, eş başkanı RE.T.E ve cumbaba köşkündeki zat affedilmez günahların şu andan itibaren sorumlularıdırlar!

Küresel Mason Sermayenin Kısaca Tarihçesi;



Az bilinen bir konuyu açıklamadan Türk milleti başına geleni hiç aymayacak gibi görünmektedir. Bu yüzden aşağıdaki yazıyı bir okuyunuz;

Atatürk’ten sonra devlet adamlarımızın etnik kökenlerine baktığımızda tümünün Mason olmakla birlikte, İsmet İnönü Bitlis Ermeni’si, Adnan Menderes Kırım Tatarı (*1), Süleyman Demirel Arnavut göçmeni, Bülent Ecevit Ermeni dönmesi Osmanlı veziri oğlu ve eşi Rahşan Şebinkarahisar Ermeni’si, Kenan Evren Dersim sürgünü dönme Ermeni, Turgut Özal’ı yazdık, Tayyip Erdoğan 1915’de Batum’a kaçan Süryani isyancılardan, Abdullah Gül, Yezidi Siirt Kürdü say say bir tek Türk bulamazsın!

Bu kitabı okuyunuz!
Soner Yalçın’ın “EFENDİ” adlı kitabını okursanız devletin idaresini elinde bulunduran Yahudi Kürtlerden Sabetayist Kürtlere, Gnostik Ermenilere, Rumlara kadar bilgilenirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti adı ile yeni kurulan devleti teslim alan bu yapılanma Grek (Yunan) dilindeki Efendimos’tan “Efendi” diye bir kelime türetirler ve Türk milletine bunu söylemenin “nezaket kuralı” olduğunu zorla belletirler.

Bu “Efendim= Sahibim” kelimesini devlet ve ticari işletmelerde ekmek kovalayan herkese bellettiler. Bununla da övündüler!

“Türkleri köle yaptık!”
Biz de ömrümüz boyunca “kibar, nazik” olduğumuzu sandık!

Onlar da zaten 200 yıldır batılı ülkelerden aldıkları desteklerle çıkardıkları isyanlarla başaramadıkları Türk Devletini tarihe karıştırma işini yapabilecek hale gelmişlerdi. Devleti teslim almışlardı.

İşte emperyalizm kendi amaçlarını gizlemek zorunda kalmadan her ülkede iktidar ettiği bu işbirlikçilerle gerçekleştirmektedir.

Asırlardır “Tanrının Seçtiği Kavim” olarak kendilerini tanıtan ama kimsenin inanmadığı bu Yahudi kavmi, Roma’nın M.S. 325’de gene Yahudi rahiplerinin uydurması olan Hıristiyanlık dinini resmi din ilan etmesiyle inandırmayı başardılar.

Bundan önce M.Ö. 1530’larda Mısır’dan sürülmüş cüzzamlı ve bulaşıcı hastalıklıların yerleştirildiği Kudüs’te yaşayan lanetli sürgün bir halk olarak biliniyorlardı ve kimse onlarla yakınlık kurmuyordu.

Ardından İslamiyet’in doğuşu, Türklerin bu dine sopalı-gönüllü sokulmaları ile bu sürgün kavime verilen kutsallık halkların beyinlerine işlendi.

M.S. 1096-1099 arasındaki I.Haçlı Seferi ile bölgeye yerleşen Yahudi kökenli batılı rahiplerin kurduğu Tapınak Şövalyeleri örgütü günümüz Mason Dinini oluşturdu.

Avrupa’da krallıkları, imparatorlukları tehdit edecek güçlere sahip olunca M.S. 1450’lerde Fransa kralı IV.Filip bunları kazığa bağlayarak yaktı, öldürdü. Kaçanlar İskoçya’ya, Almanya ve çevresine yerleştiler. 1200’lerde Cengiz Han’ın oğlu Hülagu tarafından İran, Harran’dan sürülen büyücü Yezidi, Zerdüşt rahiplere karıştılar ve güç oluşturdular.

16.yy. da önce İskoç ardından İngiltere Krallığını ele geçirdiler. Bunu 1565’de İspanyol Armadasını Manş denizine gömmelerinin ardından Küresel İmparatorluğa sahip olmaları izledi.
Eski Grek kitaplarından başka yerde adı geçmeyen unutulmuş Demokrasi kavramını geliştirerek Sosyalizmi ve Komünizmi yazdılar. Milliyetçilik ile imparatorlukları yıktılar. 19.yy. a kadar böyle devam etti.

1914-1918 arasında Almanlara verdikleri güçle I.Dünya savaşını çıkardılar ve yeryüzünde hiç “Feodal Ülke” bırakmayarak, 1450’de yakılan başrahipleri Jack de Molay’ın ölümü ile ettikleri (Yeryüzünde bütün feodalleri yok edeceğiz!) intikam yeminini gerçekleştirdiler.

Sömürgelerindeki ticaret yollarını emniyete almak için “küçük etnik farklılıkları” isyan ettirdiler sonra o devletlere güç vererek isyancıları kıydırdılar. Böylece ileride doğabilecek isyanlarla ticaret yollarının tehlikeye atılması riskini yüz yıllığına çözdüler. Bunu da yıktıkları feodal yapıların yerine kurdukları “oligarşik- monarşik demokrasilerle” (İngiltere, İsveç, Hollanda Monarşik, Türkiye gibiler de oligarşik demokrasilerdir) feodaliteyi kolayca unutturdular. Bizde Türk Milliyetçiliğinin desteklenmesinden devletin adının bu adla belirlenmesine kadar mason sermaye güçlerinin dayattığı “ulusalcılık kültü” milletler feodaliteyi unutturmakta kullanıldı.

Öte yandan da güçlerini sağlamlaştırıp gelişen teknoloji ve siyasi dolaplarla çıkardıkları terör ve küçük savaşlarla birlikte ekonomik sömürü sistemleriyle zenginleştiler.

Şimdi sıra 21.yy. düzenini kurmaya geldi. Bu yüzyılda amaçladıkları şey, daha küçük etnik yapıları tahrik ederek büyük devletleri ufaltmak ve zamanla şehir devletlerine kadar bu projeyi sürdürerek karşılarında dikilebilecek geniş coğrafyaya hükmeden devlet yapılanmalarını yok etmektir.

Bu emperyalizmin kendince akli olanıdır. Bilinen de budur ve bizim hükumetlerimiz de bu projeden nemalanarak devletimizin ömrünü uzatmak ister görünmektedirler. Gözümüzden kaçan tek şey ise devlet adamlarımızın bu “ayartılan küçük etnik azınlıklardan” seçilmeleridir.

Tapınak Şövalyelerinin "Şeytana Tapmakla"
suçlandıkları için yakılmaları olayı! 
   
Yahudilerin tanrısı YAHWEH (YHWH=YILAN
İyi inceleyin!

Tümü bu Mason derneklerinin üyesidirler. Onların iktidar ettikleri bu ufaklıkların onların sözlerinden çıkmaları beklenebilir mi?


Beklenemez!



Bir de işin “akli olmayan” yani “sömürüyü amaçlamayan ve dünyayı yok etmek isteyen dini sapık tarikat mensuplarının da bu mason yapılanma içinde yer almalarıdır.

Aslında dünyayı bin kere yok edecek silah bu gün kendi ellerinde vardır ve isteseler dünyayı savaş çıkarmadan da iki dakika içinde yok edebilirler.



Peki neden savaşta ısrar ediyorlar?

İşte onlara bu güçleri veren göksel varlıklar dev ve cüce cinler yani kertenkele-yılan soylu, insana benzer, benzemez yapılardaki tanrıları ve melekleri insan ve hayvan eti, kanı ile beslenirler.

Çıkarılacak savaşlar ile bu tanrılarına ziyafet sunacaklardır.



Öte yandan kendilerini de yok etmeleri ile sonuçlanacak bu intihar olayları tanrılarını kızdırır ve yeni dünyada Yahudi yetiştirmekten vazgeçebilir!
Tanrılarını memnun eden bir ziyafet, tıka basa altınlarla dolu devlet hazineleri tanrılarının en hoşlandığı şeylerdir.
İşte bu yüzden “Şeytan ve Cin Kültü” adlı kitabımı yazdım.
Şimdi işte bu konuların onların dini kitaplarında nasıl yer aldığını görelim;

Not; Yazının bu bölümü kısmen Facebook sitemde bir habere yaptığım yorumdan çıkmıştır ve bu yazıdan önce yayınlanmıştır.

KİM İNANIR?
Size desem ki, yeryüzünü yöneten küresel sermayeyi ve ABD devleti ile ordusunu elinde bulunduran gizli bir tarikat var: Bu tarikat yaklaşık beş bin yıldır yeryüzünde devletler kurup yıktığını ve dünya haritasını istediği gibi çizdiğini iddia ediyor.

Yetmedi, birinci ve ikinci dünya savaşlarıyla yeryüzü haritasını İncil ayetlerine göre şekillendirdi ve 21. Yüzyılda da inancı gereği dünyayı yok edecek olan savaşları başlatmak istiyor. Günümüzdeki bütün gerginlikler buna dayanıyor.


Bunların inancına göre, bütün canlıların yok edildiği bir Armageddon Savaşının ardından tanrıları (İsa peygamber) göklerden Kutsal Kudüs şehri ile gelecek, heybetinden şimdiki dünya uzay boşluğunda belirsiz bir yere kaçıp gidecek, 12 Yahudi kabilesinden seçtiği 12’şer bin Yahudi’yi yanında getirdiği, denizleri olmayan yuvarlak yeni bir dünyaya koyacak ve bu dünyada yalnız Yahudi yetiştirecek. Öbür milletleri de güneşe atacak v.s, v.s desem kim inanır?

Kimse inanmaz.

Ben hatta bu B.O.P ve Kuzey Afrika projeleri de milletleri “yeni ekonomik dünya düzeni” diyerek bu savaşa “ikna ederek” itmek için üretildi ve bütün Müslüman dünyası ve Türkiye işletiliyor! Desem bana “Sen iyi yazıyorsun, ara sıra böyle şeyler yaz da kafamız dağılsın” diyebileceğinizi de düşünüyorum.

Çünkü böyle bir yazıya kim inanır ki?

Bu yazıma da kimse inanmaz diyorum!


Evangelist ABD başkanlarından R.Reagan
Ötekileri baba ve oğul G.Bush'lar, Jimy Carter vs.
Tanrının bu yeni yuvarlacık dünyada sadece “Yahudi” yetiştireceği vadine kanmış Evancelist ABD Başkanları, R.Reagan, G.Bush, Clinton ve Obama’sına kadar din manyaklarının bu Evancelist tarikatından olduklarını, bu inanç doğrultusunda insanlığı “III. Dünya Savaşına sürüklediklerini de yazsam kimse gene inanmaz.

Oldukça iddialı ve “inanılmaz” görünen bu tespitim gerçekten inanılacak bir tespit değildir. Ne yazık ki adlarını verdiğim ABD başkanları kendi cemaatlerinden olan kişileri dünyadaki her ülkenin başına getirmeyi ve yeryüzünü teslim almayı başardılar. Bunda, Sosyalizm, Komünizm, Faşizm, Liberalizm, İşçi, kadın, çocuk hakları, etnik ve mikro milliyetçilik, dincilik her şeyi çok iyi kullandılar. Her yerde kurdukları NATO ÇETELERİYLE” de kendilerinin ipliğini pazara çıkaracak insanları suikastlerle ya da yasal yollarla temizlediler.

Bu gün başlarımıza diktikleri işbirlikçi sivil, asker işbirlikçilerinin önderliğinde sona giden yoldayız. Adını verdiğim İncil’in bu bölümü “Bir an önce gel ya İsa” cümlesiyle bitmektedir. Yani, bu dünyayı yok edip yeni dünyada ya da “Tanrının Yeni Yahudi Kombine Çiftliği’nde tek Yahudi Nesli yetiştirmesine” tanık olmak isteyen büyük zengin din manyakları her canlının hayatını tehdit eder haldedirler.


İşte İncil ayetleri;
12. Bölüm
Kadın ve ejderha
Esi 12:1 Gökte olağanüstü bir belirti, güneşe sarınmış bir kadın göründü. Ay ayaklarının altındaydı ve başında on iki yıldızdan oluşmuş bir taç vardı. (Avrupa Birliği olabilir A.Yavuz)
Esi 12:3 Sonra gökte başka bir belirti göründü: yedi başlı, on boynuzlu ve yedi başında yedi taç olan, kızıl renkli büyük bir ejderhaydı bu.


Denizden çıkan canavar
Esi 13:1 Sonra, on boynuzlu, yedi başlı bir canavarın denizden çıktığını gördüm. Boynuzlarının üzerinde on taç vardı ve başlarının üzerinde küfür niteliğinde adlar yazılıydı.

Yerden çıkan canavar (Dabbet-ül Arz)
Esi 13:11 Bundan sonra başka bir canavar gördüm. Yerden çıkan bu canavarın kuzu gibi iki boynuzu vardı, ama ejderha gibi ses çıkarıyordu.
Esi 13:18 Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. Çünkü bu sayı bir insanı simgeler. Onun sayısı altı yüz altmış altıdır.(666)
14. Bölüm
Kuzu ve 144.000 kişi

Esi 14:1 Sonra Kuzu'nun Siyon dağı üzerinde durduğunu gördüm. O'nunla birlikte, alınlarında kendisinin ve Babasının adının yazılmış olduğu yüz kırk dört bin kişi vardı.
Esi 14:4 Kendilerini kadınlarla lekelememiş olanlar bunlardır. Pak kişilerdir. Kuzu nereye giderse O'nun ardından giderler. Tanrı'ya ve Kuzu'ya ait olacakların ilk bölümü olmak üzere insanlar arasından satın alınmışlardır.
Esi 14:5 Ağızlarından hiç yalan çıkmamıştır. Kusursuzdurlar.

Yerin ürünü toplanıyor
Esi 14:14 Bundan sonra beyaz bir bulut gördüm. Bulutun üzerinde oturan, başında altın bir taç ve elinde keskin bir orak bulunan, `insanoğluna benzer biri' vardı.
Esi 14:15 Tapınaktan çıkan başka bir melek bulutun üzerinde oturana yüksek sesle şöyle bağırdı: «Orağını uzat ve biç! Biçme saati geldi. Çünkü yerin ekini olgunlaşmış bulunuyor
Esi 14:16 Bulutun üzerinde oturan, orağını yerin üzerine salladı ve yerin ekini biçildi.
Esi 14:17 Gökteki tapınaktan başka bir melek çıktı. Onun da keskin bir orağı vardı.
Esi 14:18 Ateşin üzerinde yetkili olan başka bir melek ise sunaktan çıkıp geldi. Keskin orağı olana yüksek sesle, «Keskin orağını uzat!» dedi. «Yerin asmasının salkımlarını topla. Çünkü üzümleri olgunlaştı.» (Üzüm biziz yani insanlar)
Esi 14:19 Bunun üzerine melek orağını yerin üzerine salladı. Yerin asmasının ürününü toplayıp Tanrı öfkesinin büyük cenderesine attı.
Esi 14:20 Kentin dışında sıkılan cendereden kan aktı. Kan, bin altı yüz ok atımı çapındaki bir alanda atların gemlerine dek yükseldi.”

21. Bölüm
Yeni Kudüs
Vahiyler/Esinler/ 21.Bölüm.1.ayet;


Esi 21:1 Bundan sonra yeni bir gökle yeni bir yeryüzü gördüm. Çünkü önceki gök ve önceki yeryüzü ortadan kalkmıştı. Deniz de yoktu artık.
Esi 21:2 Kutsal kentin, yeni Kudüs'ün kendi güveyi için hazırlanmış süslü bir gelin gibi, gökten, Tanrı'nın yanından indiğini gördüm.
Esi 21:5 Tahtın üzerinde oturan dedi ki, «İşte her şeyi yeniliyorum.»
Esi 21:24 Uluslar kentin ışığında yürüyecekler. Dünyanın kralları, servetlerini oraya getirecekler.
Esi 21:25 Kentin kapıları gündüz hiç kapanmayacak. Üstelik orada hiç gece olmayacak.
Esi 21:26 Ulusların servet ve zenginlikleri oraya taşınacak. (İsa zenginlik sever)
Esi 22:17 Ruh ve Gelin, «Gel!» diyorlar. Her işiten, «Gel!» desin. Susamış olan gelsin. Dileyen, yaşam suyundan karşılıksız alsın.
Esi 22:20 Bütün bunlara tanıklık eden, «Evet, tez geliyorum!» diyor. Amin! Gel, ya Rab İsa!”

Tanrılarının gelişini bu kadar “sabırsızlıkla” bekleyen bu din manyakları dünya gezegenini resmen ateşe atmaktadır.

Allah’ları olduğuna inandıkları İsa peygamberin kendilerine “yeryüzünün hâkimiyetini” verdiğine inandıklarından, İncil’de belirtilen öteki dogmalara da “gerçek” payı veren bu “din manyakları” asırlardır, soykırımlar, tabiatın dengesini bozan ormanların ve vahşi yaşam koşullarının, eko dengenin yok edilmesi işin orman yangınları, ormanlar içine yerleşim yerleri ve sanayi tesisleri inşa edilmesine kadar her şeyi yaptılar.

Joseph Cambell’in “Tanrının Maskeleri- Doğu Mitolojisi” adlı kitabında “şehirleşmenin tabiatın dengesini bozacağına” inanan dağ dervişlerinin, yerleşik kavimlere ait tüccar kervanlarını taşladıkları anlatılmaktadır.

“Küçük Buda” filmini hatırlayanlarınız vardır. Buda, Hint racasının oğludur ve On’lu yaşlara geldiğinde halka tanıtılmak üzere bir filin üzerine konan tahtına oturtularak şehir gezisine çıkarılır. Onu alkışlamaya çıkanlar asillerdir, kötü giyimlilerin ve fakirlerin çıkmasının yasak olduğu bu törende kalabalığın arasına, “dünya nimetlerinden arınmış çıplak bir dağ dervişi” karışmıştır. Küçük Buda bu adamı görünce dikkatle bakar ve derviş dikkatlerin üzerinde toplandığından korkarak kaçmaya başlar. Küçük Buda filinden yere atlayarak onu takip eder ve dağ dervişlerine karışarak 15 yıl kadar aralarında kalır. Bundan sonra da Budizm Dini’nin kurucusu olur.

Yemenli Veysel Karani de böyle bir dağ dervişidir.
Hz. Muhammed’in Lut Gölü civarında İslam’ı tebliğ için gittiği bir köyden kayığına binip ayrılırken, kayığa doğru “Suyun Üzerinde” koşarak gelen bir dağ dervişini görür. Kayığı durdurur. Dervişe ne istediğini sorar.

O da;
-Dediğin her şeye inandım ama nasıl ibadet edeceğimizi söylemedin! Der.

Muhammed de;
-Sen nasıl ibadet ediyorsun? Diye sorar.

Derviş de, yerlerde yuvarlanarak, kendine acı çektirerek ibadet ettiğini söyler.
Muhammed ona;
-Sen ibadetin de imanın da yolunu bulmuşsun, bildiğin gibi et, benim sana öğretecek bir şeyim yok! Der.

Derviş gidince adamları niye Namaz kılmayı önermedin diye sorduklarında, Muhammed;

-Görmediniz mi? Ben peygamberken kayıkta gidiyorum, adam suyun üzerinde yürüyor! Deyince herkes ağzını kapatır. Rivayete göre namaz bu olaydan sonra farz kılınmıştır. Namaz İslam öncesi Hicaz Arapları, Sabiler ve Mecüsilerce ve hatta Hintli Brahman ve Hindularca da yapılan bir “ışık öpme” ayiniydi. Köken olarak Hind dilinden gelir, Arapça değildir. Namaz, “Namas” şeklinde yazılır ve “Selâm” demektir. Hint ibabdedinde namaz “Namaskâr” olarak döylenir ve “Güneşe Selam” demektir.

Türk “Kara Han Yaratılış Destanı’nda da Türklerin ilk tekerleği, ilk topu, ilk tüfeği icat etmelerinin yanında göklerde tanrılarının askeri olarak Erlik Han’ın (Şeytan) ordusuna karşı savaştıkları da geçer.


Göklerde geçen bir yıldız savaşı başka dinlerde de vardır. İnsanlar bu savaştan yenik çıktıkları için onlara “göklere çıkmak” yani her türlü teknoloji “belirli bir süre için” yasaklanmıştır.

Bu süre doluncaya kadar insanlık tabiatın ömrünü kısaltacak her şeyden kaçmak zorundadır. Yerleşik kavimler, cinlerden, şeytanlardan destek bulmak ve öteki kavimlere karşı güçlü olmak için “terleşik hayata” geçerek bu ilkeyi çiğnemişlerdir. Bu ilkdeden Tevrat’ın yaratılış “11. Bölümü” olan, Babil’in Yıkılışı bölümünde de bahsedilir;

Yar.11: 6 "Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar" dedi,
Yar.11: 7 "Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar."
Yar.11: 8 Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.”


“Sekizinci ayetin” sonunda tanrının insanları yaptığı “kent yapımını durdurduğu” geçmektedir. İnsanların “birbirlerini anlamasından ve güçlenmelerinden “rahatsız” bir tanrı imajını görmekteyiz.

Bir başka örneği de Şambala Efsanesinden bir alıntıyla verelim;

“…Bu son savaştan sonra ise bir “Demir tekerlek” gökyüzünde belirip düşecek ve Rudra Çakrin'in egemenliğinin başlangıcı belirtecektir. Bu nedenle ona “Tekerlekli çılgın” adı da verilmiştir. Bazı Yogi'ler bu tekerleği gördüklerini iddia ederler ve hepsi aynı şeyi anlatır: Tekerlek bir eve yaklaşır ve bu ev bizim gezegenimizdir...” http://www.gizliilimler.tr.gg/Kay%26%23305%3Bp--Ue-lke-d--%26%23350%3Bambala.htm
“Mu’nun Çocukları, Mu’nun Kutsal Sembolleri” gibi kitapların yazarı James Churchward bu eserlerinde, Mısır Ra Dininin” eski Mu Kıtasının dini olan “RA MU” dininin bozulmuşu olduğunu yazar.

Bu durumda Türkler Mu medeniyetinin “mirasçıları” olduklarından yeryüzünde eski dinin koruyucularıydılar. Bu yüzden gerçek dinin akidelerini bozan “yerleşik kavimlerle” sürekli savaşlar içinde olmuşlardır. Kendilerinin de “çoban, yörük kavimler” olarak yaşamalarının ilkesini de bu “kutsal antlaşmaya” dayandırırsak Türklerin “göçerlik kültlkerinin sırrı” anlaşılmış olacaktır.

“Kıyamet ölüm değil “DİRİLİŞ” demektir ve bütün kâhinler kıyametin bir diriliş olduğundan ve ölülerin dirilerek eski görkemli yaşamlarına döneceklerinden bahderler. Kuran’da bu süre “şeytana insanları ayartması için verilen ve tanrı, şeytan ve meleklerce bilinen” bir süredir. Ayeti okuyalım;

Hicr Suresi
15:36- Şeytan,””Ya Rabbim,bari bana insanlar dirilinceye kadar süre ver.” Dedi.
15:37- Allah da “ BİZCE BİLİNEN GÜNE KADAR “ dedi.

Kur’an Tevrat ve İncil’de “değiştirilmemiş” olan bölümleri tekrar etmez. Bunu Bakara 2:106.” Ayette açıklamaktadır. Bu durumda Tevrat’ın ayeti de doğrulanmaktadır.

Eski mitlerde “göksel bir savaş, bu savaşın mağlubu ve yeryüzünün mirasçısı” olan da olmalıdır. Mitolojik açıdan böyle bir durum bütün mitlerde ve dinlerde vardır.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı Fethinde “top” kullandığı için yeren Mısır Sultanı;

“Biz bu silahı biliyorduk ancak tanrının yasakladığından dolayı kullanmıyorduk. Siz bizi bununla yendiniz ama ilkeyi çiğnediniz” Demiştir.

Osmanlı’nın da sonu “uzun menzilli İngiliz ve Rus topları ile olmuştur.

Osmanlı ile “Yeryüzünün Koruyuculuğunu ve mirasçılığını terk mi ettik” bilemem ama bu silahların bilindiği eski mitlerde hep geçmektedir. Türkler de Hint, Arap, Fars dinlerine girerek “kutsal kuralın bozulmasına” büyük katkıda bulundular. Cinci, Hindu, Brahman, Budist, Zerdüşt, Yahudi, Hıristiyan ve İslam olmakla yerleşik kavimlerin “mevalisi/ kölesi” oldular, Türklüklerini ve kökleriyle bağlarını kopardılar”. Yerleşik kavimlere karıştılar, Kutsal ilkeyi çiğnediler. “Yeryüzünde belirleyici güç olmaktan” çıktılar.

Yani “Tanrının Çocukları” olan Türkler, Sümer şeytanı Enki’nin Hürmüz Körfezinde Fao Yarımadasında yarattığı köle “Adapa/ Adamo/ Adem’in” soyuna köle oldular ve “şeytanın askeri oldular.

Böylece “başıboş kalan” yerleşik kavimler, tabiatın dengesini bozdular.

Dünyayı en çok kirleten ülke bu “Evancelistlerin” yaşadığı ABD olmasına rağmen Kyoto Çevre Koruma antlaşmasına imza atmadılar. Şimdi de B.O.P ve Kuzey Afrika projeleriyle önce yeni işbirlikçilerini iktidarlara taşırlarken ülkelerin halklarını da “iç çatışmalarla” birbirine düşürüp kırdırmaktadır. Ülkemizi de İran ve Suriye üzerine saldırtmak için her türlü baskıyı yapmaktadır.

Sabi dinlerinden doğan Yahudi Tevrat’ı, Hıristiyan İncil’i ve Kur’anda Türklerin ve Sami olmayan kavimlerin kıyamette Allah ile Şeytan arasında çıkacak savaşta “yaratılıştan şeytanın ordusu” oldukları inancı vardır. Yani bir Türk, Moğol, Çinli, Japon, Filipinli, Finli, Macar ne kada ibadet ederlerse etsinle o gün geldiğinde Yahudilerin “Şeytan” dedikleri tanrının safında olacaklardır.

Bana sorarsan Yahudiler şeytana tapmaktadırlar. Güç için ruhlarını satmış görünmektedirler.

ABD başkanı G.W.Bush’un Fransa devlet başkanı J. Şirak’tan “Kıyamet alametleri göründü. Ortadoğu’da Yecüc- Mecüc” var, çıkarmama yardım et.” isteği ile başlayan bu tartışma, İkiz kule operasyonları, Afganistan, Irak, Libya, Somali, Sudan işgalleri ile sürdü. Şu an da Suriye ve İran üzerine saldırtılmak için her gün tahrik edilirken, öte yandan tedbir olarak projenin “en ateşli” yandaşlarından Fransa devlet başkanı Macar Yahudi’si Sarkozy Libya’ya saldıran ülkelerle tekrar işbirliğini kurdu bile.

Sonuç olarak önce bu ülkeleri “işgallerle vurarak güçsüzleştirecekler” , ardından küçük etnik özerk devletçiklere ayıracaklar, başlarına kendi tayin ettikleri dini ve siyasi önderlerle Rusya ve Çin üzerine saldırtacaklar. Üstelik bu savaşlarda kullanacağımız silahlar için de bizleri borçlandırıp soyacaklar, Ruslarla Çinlilere hiçbir şey bırakmayacaklar.

Sonra da kıyamet- Armageddon savaşını başlatacaklar. İşte bu aşamada “kertenkele tanrıları İsa’nın Yahudi Yetiştireceği ya da Yahudi Kombine Çiftliği kuracağı denizleri olmayan yusyuvarlak yeni bir gezegenle göklerde belirlemesini bekleyecekleri aşamaya geçecekler. Sonrasını siz tahmin edin. (!)

Ha biz bu projelere hayır dersek Irak, Afganistan ve Libya örneklerinde olduğu gibi kendileri saldırıp ele geçireceklerdir. Biz ister dediklerini yapalım ister yapmayalım savaş alanının tam ortasında olacağız.

Bu yüzden “onurlu” tarafta” olmak bence doğru olan seçenektir.
Binlerce yıldır savaştığımız batının “piyon askeri” olmak bizlere yakışmaz. Ama başımızdaki “kripto, dönme” iktidarlar” ile sivil- asker işbirlikçiler halkımızı binlerce yıllık düşmanımızın, şeytanın (Erlik’in) “askeri olmaya” yöneltmektedirler.

Dinler birleştirilip okunduğunda “dinlerin mantığına göre düşündüğümde” çıkarabildiğim sonuç ne yazık ki budur!
Belki bu yoldan çıkarak bu işleri önleyecek fikirleri insanlar üretebilirler!

Yazımı hazırlarken haberlerde bir gelişme oldu ve Milliyet gazetesinin haberine göre İsrail Mossad istihbarat örgütüne yakınlığı ile bilinen Debka İnternet sitesi bakın ne yazmış?

Aynen alıntıyı ekliyorum;

“Haberleri kimi zaman eleştiriye de uğrayan Debka sitesi, ABD'nin Tunus'ta gerçekleştirilecek "Suriye'nin Dostları Grubu" toplantısı sonrası ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın raporunu beklediğini ileri sürerek, özellikle Suudi Arabistan, Mısır ve Katar'ın hem siyasi hem de finansal yönden ABD liderliğindeki batılı müdahaleyi destekleyip desteklemeyeceğini bilmek istediğini öne sürdü” TIKLA http://dunya.milliyet.com.tr/-turkiye-savasa-hazirlaniyor-/dunya/dunyadetay/23.02.2012/ 1506890/default.htm

Artık takdir okuyucunundur.
Yalnız zaman da bitti gibiyse de her zaman bir umut vardır!

Saygılar!

 Alaeddin Yavuz.
adilyargicc/ adilyargic/ Keykubat/ AlaeddinYavuz



*1=*(Tatarların çoğu Osmanlı’nın yıkılış dönemlerinde ve kurtuluş savaşlarında ayrı devlet kurmak için Yunanlılarla ve işgal devletleriyle işbirliği yapmışlardır. Kırım Tatarlarının Altınordu Devleti zamanında Yahudi olduklarını hatırlatırım. Tevrat araştırmacılarına ve benim de din kitaplarından çıkardığım sonuçlara göre göre bu kavimler Cüce tanrı Bes tarafından Irak Hakkâri bölgesindeki mağaralarında üretilmiş Moğol ve Tatarlardı. Yecüc- Mecüc veya İncil’e göre “Gog- Magog (Magog/Mongol/Moğol=cüce)” olarak bilinen devlerden ve cücelerden oluşan bu ordu Cüce tanrı Bes’in komutasında efsanevi Büyük Uygur Türk imparatorluğunu yıkmışlardır.

Çinliler, Türklerle bu kavimlerin savaşlarda yaşanan tecavüzlerden doğmuş melezler* olduğu iddia edilmektedir. Melezler “arı ırkı bozduğundan” öldürmek günah sayıldığından, soyun karışmaması için bu melezler Taklamakan çölünün ya da o zamanlar yerinde olan büyük denizin arkasına atılanlardan oluşmuş istenilmeyen melez çocuklardı. Bu durumda Türkler gene lanetli Yacüc- Mecüc ordusu olmamakla birlikte, “yeryüzünün mirasçısı Mu İmparatorluğunun egemen kavmi olduklarından Cüzzamlı Yahudi rahiplerince hedefin merkezine oturtulmuşlardır. Her ne olursa olsun bu kitaplara göre yeni dünyada kertenkele tanrıları sadece İbrani cüzzamlılardan seçilme kavim yetiştirecekmiş. Böyle bilinsin!) J)

*Çinlilerin Türk- Moğol melezi olduğunu yazan Gore Vidal adlı ABD’li tarihçidir. “Ben Cryus Zerdüşt’ün Torunu” adlı tarihi romanında geçmektedir. G. Vidal ABD’de çok sevilen ve New York’ta %48 oyla milletvekili seçilmiş bir tarihçidir.