Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Ermeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ermeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2012 Perşembe

KÜRESEL OYUNLARIN ÜRÜNÜ HOCALI KATLİAMI VE GÜNÜMÜZ

Bakü'de Hocalı Katliamı Anıtı
KÜRESEL OYUNLARIN ÜRÜNÜ HOCALI KATLİAMI VE
GÜNÜMÜZ

Bu günlerde televizyon ve gazetelere baktığımda Hocalı Katliamının sıkça işlendiğine şahit oldum. Bir de Hocalı Katliamına özel bir yazı yazmadığımı da fark ettim.
Kim bilir belki Hocalı’yı arayacak günlerin yakın olduğunu görmemden midir nedir “Hocalı Katliamı” başlıklı bir yazı yazmamışım. Ama birçok yazımda bahsettiğimi biliyorum.Yirminci yılına gelmiş ve yeni belaları kapıya dizilmiş beklemekte iken belki faydamız dokunur diye bence işin asıl özünü ifade edeyim dedim. Yalanla dolu beyinler yalana göre sonuca varır ve her şey yalan olur. Bence doğrusunun belki size göre de "bana göre doğrusunun" bilinmesinde fayda var!


Neyse bu yazı da sadece bu başlıkla olmayacak ve daha önce yazdığım ayrı bir yazı ile birlikte yayınlamayı uygun gördüm.
Çünkü “hamasi duygular” yerine olayların gerçek nedenlerini yazmak daha akıllıcadır.

Birkaç ay öncesine kadar Azerileri dışlamış olan hükümet, Azerilerden bir ışık görünce bu tür yazılar gündeme geliverdi gibi geldi bana.
Hocalı Katliamını nefretle kınıyorum. Gazeteler bu konuyu gündeme taşırken bu soykırımın önünü açan siyasetleri gizlemiş ya da hala görememektedir. O tarihlerde Turgut Özal'lı ANAP iktidarı vardı ve SSCB'den ayrılan yeni Azerbaycan bağımsızlığını ilan eder etmez Türkiye'ye özlem içinde sığınmıştı.

Ebul Feyz Elçibey gibi bir tarihçi ve Türkçü adamı Cumhurbaşkanı seçmişlerdi.

Düşmanlığı Doğuran Olaylar;

 1300- Osmanlı Türkleri; 1359- Kazanılan topraklar; Sarı renk 135-1451-1451-1481 Fatih,II.Mehmet; Yeşil Yavuz Selim
1520-1566-Kanuni Süleyman; 1566-1683 Genişlemeler ve Duraklama devri;Kırmızı çizgi 1683-99 Osmanlı Sınırları
 




Selçukluların gelişiyle Bizans’ın mezhep yüzünden kâfir ilan ettiği Ermenileri soykırımdan kurtarmıştı. 1300’lerde kurulan Osmanlı, Ermenilerin Türklere yakınlığını kullanarak Hıristiyan Ortodoks ve Katolik mezheplerinde gedikler açarak Hıristiyanlık inancını İslamlaştırma siyasetini başlatmıştı. Ermeniler o tarihlerde devlet içinde görevlendirilmişlerdi. Bu Osmanlı’nın çöküşüne kadar da sürmüştür.

Ordusunun temelini oluşturan unsurların dönmelerden oluşmasına rağmen, Osmanlı’nın tarih boyunca deniz kuvvetlerini geliştirememesi Türklerin deniz korkularıyla açıklanmaktadır ve oldukça da saçmadır.
Dönme askerler zaten Rumlardan oluşmaktaydı ve Türklerin deniz korkusu ile deniz kuvvetlerinin geliştirilememesinin bu nedenle bir alakası yoktur.

Osmanlı içinde ve dışında bir takım ihanetler sonucu denizlerden dışlanmıştır.

Bunu Kanuni’nin sağlığında Fransızlara “dostluk ve Hıristiyan birliğini bölmek” amacıyla verilen Kapitülasyonları 1575’de yani Kanuni’nin ölümünden “10” yıl sonra İngilizlere vermesi Osmanlı’nın İngiliz idaresine girmesinin işaretidir.

Hürrem Sultan ve ardından gelen dönme köle padişah analarının Topkapı sarayında ayrı “büyükelçiler” haline gelmeleri padişahların zamanla “kafes padişahlarına dönüşmeleri” ile Osmanlı tarihte zavallı bir figüran haline getirilmişse bu padişah analarının marifetleri bu olayda önemli rol oynamıştır.

Zayıflayan Osmanlı’yı önce balkanlardan çıkarma projelerine, Avrasya kıtasını kuzeyden işgal eden Rusya’nın “Kafkaslardan çıkarma projeleri ile “sıcak denizlere inme” siyasetleri eklendi.

Bu siyasetler de Osmanlı içindeki azınlıkların kışkırtılarak isyan ettirilmelerine ve halklar arasında düşmanlıklara neden oldu. Derken 19.yy. başlarında Osmanlı Kafkaslardan da atıldı.


1813-1878 Osmanlı Rus Kafkas sınırları

1812-13 Gülistan antlaşması ile Osmanlı’dan çıkan Kafkasya ve Azerbaycan Rusya ile İran arasında paylaşılmıştı. Teknolojik gelişme açısından Osmanlı’dan pek farkı olmayan ve İngiliz siyasetine göbekten bağlı olan Rus çarlığı Azerbaycan petrollerinin işletilmesi işini İsveçli Nobel ailesine vermişti.

Onların da arkalarında Fransa’da bulunan mason Rotschild ailesi vardı. Kafkaslar bölge olarak küçük olmasına rağmen etnik farklılık açısından çok zengin bir bölgedir. Bu nedenle Ruslar Hıristiyan kökenli Kafkas etnik gruplarını Osmanlı’ya karşı kışkırtırken Osmanlı ve İngilizler ve ötekileri de çıkarları doğrultusunda Rus çarlığına karşı Müslüman ve elde edebildiklerini kışkırtıyorlardı.

Bakü- Tiflis demiryolu hattı ile Azeri petrollerinin Karadeniz’e taşınması da bu isyanlar yüzünden riskli hale geliyordu. Rotschild ailesi bu yolu emniyete almak için Amerikan petrol şirketleri ile işbirliği yaparak önce bu isyanlara katkıda bulundular.
Ermeni, Yezidi Kürtler, Süryaniler, Gürcüler, Osetler, Abhazlar, Dağıstanlı Çerkezler bu oyunların figüranları oldular.
Ruslar 1876’larda İngiltere ve ABD destekli Çerkezleri feci şekilde bastırdılar ve Çerkezler bulabildikleri deniz vasıtaları ile Karadeniz’e açıldılar. Anavatanları elden çıkmış, ayaklarını basacak toprakları kalmamıştı ve II.Abdülhamit, Boğaz açıklarına yrdım için bekleyen Çerkezlere kucak açmış, ülkenin en güzel yerlerinden onlara yurt vermişti.

Tabi ki aynı dönemde Osmanlı da Ruslardan ağır darbe almış, Rus orduları doğudan Sinop’a batıdan İstanbul- Yeşilköy/ Florya’ya kadar gelmişlerdi.

İngiliz büyükelçisi Elliot otomobiline binerek Rus ordularının genelkurmay başkanı olan Rus Çarının oğluna;
“-Buradan bir adım daha ilerlerseniz İngiltere’ye savaş ilan etmiş sayarız!” Uyarısı ile Rusya anlaşmaya ikna edilmiş, ardından yapılan Viyana ve Paris konferanslarında İngiltere’nin destekleriyle Ruslar Bulgaristan’ın gerisine çekilmek zorunda kalmışlardı. Elbette balkanlarda Osmanlı karakollarında bulunan asker ve güvenlik güçlerini denetlemek ve müdahale etmek, atanan idarecileri belirlemek gibi haklar da elde etmişlerdi.

1876-78 Osmanlı Rus Savaşının sonucunda “toprak kazanıldığında aileleriyle birlikte yeni kazanılan topraklara yerleşmek, toprak kaybedildiğinde de anavatan içlerine geri çekilerek savaşmak” ilkesine bağlı “Akıncı/ Muhacirun Kültürüne” sadık kalarak Anadolu’ya çekilen beş milyon kadar Evlad-ı Fatihan Türk’ünün Kafkasyalı Çerkezlerle birlikte “20” yıl askere alınmaları da bu antlaşmalarla yasaklanmıştı.

Beş yıl sonra Osmanlı Balkan Türklerinin askere alınabilmesi için izin koparmayı başarmıştı ama Çerkezler üzerindeki yasağı kaldıramamıştı.

Bu yenilgi Vatikan ve Moskova Ortodoks kiliseleri destekli isyanlar çıkaran Ermeni, Süryani, Yezidi Kürtler ile Sabileri coşturmuş ve Osmanlı’nın doğusunda apaçık Türk ve Müslüman kıyımı başlamıştı.


1895’de Van, Bitlis (Norşin/Nurs/ Gürpınar) bölgesinden çok sayıda isyancı Ermeni bastırılmış ve onlara katkıda bulunanlar sürgüne gönderilmişti.

1912-1914 Balkan Savaşlarında Osmanlı’nın toprak kayıpları Ermeni ve öteki azınlıkları gene kışkırtmış, sürülenlerin büyük kısımları geri dönmüş, ulu orta soykırımlar yapmalarına neden olmuştu.

Balkan Harbinin ardından 1914-1918 I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Ruslar Said-i Kürdi Deliüzzaman gibi işbirlikçilerin Tiflis’te Rus istihbarat görevlilerine bölgenin askeri ve coğrafi hassas noktalarını gösteren haritalar vermeleri ile Van ve Bitlis 1915-16’da Ruslarca işgal edilmiş sayısız Türk ve Müslüman Kürt soykırıma uğratılmıştı.

1915’in yazında Çanakkale Zaferi ile rahatlayan Osmanlı gücünü doğuya aktarmış, Enver paşa Kafkaslarda Mustafa Kemal de Van ve Bitlis’in geri alınmasını sağlamışlardı.

20.yy. Küresel Siyasetleri ile Sürdürülen Düşmanlıklar;

Tehlikeyi gören isyancı işbirlikçi Süryani ve Yezidi Kürtler Gürcistan’a sığınmışlar, kaçamayanlar ise çete savaşlarında öldürülmüş, öldürülmeyenleri de Osmanlı’nın güney topraklarına sürülmüşlerdi.

İşte Bu olaylarda düşmanla işbirliği yapmış Ermeni asilerin cezalandırılmasını hazmedemeyen batı devletleri bu isyan bastırma olayını sonradan ”Soykırım” olarak adlandıracaklardı.
Onlar yapınca “hak” olan şey biz yapınca “soykırım” oluyordu. Malum “düşenin dostu olmaz!”

Azınlık isyanlarının bu şekilde bastırılması ise isyandan sıkıntıya uğrayan devletleri rahatlatırken, küresel Mason sermayesinin tekelinde bulunan Azeri petrollerinin nakliye hatlarını da emniyete almış oluyordu. 20.yy. 1980’lere kadar böyle geçti. Bunu 21.yy. projelerinin yapılandırılması siyasetleri izledi. 1968’lerden 1980’lere kadar sağ-sol olayları bu proje kapsamında yürütüldü ve “anarşi” bahanesiyle Amerikancı bir darbe ile devlet işgal edildi, anayasası değiştirildi, “Vatana ihanet suç olmaktan çıkarıldı”.

12 Eylül 1980 darbesi ve rejiminin beyni olduğu bu günlerde öne sürülen Malatya’lı bilinen aslen Tunceli Çemişkezek ilçesi Yezidilerinden olan Ermeni dönmesi Turgut Özal da aynı yerden Manisa’ya sürgün edilmiş Dersimlilerden olan cunta önderi Kenan Evren ile birlikte ABD'nin dayattığı Kafkasya, İran Azerbaycan'ını Türkiye'ye katmak için Irak ve İran'da Kürdistan kurulması projelerine dalmıştı.
Mihail Gorbaçev’in Glastnost ve Prestroyka adlı siyasetleri sonucu SSCB rejiminin çökertilmesi, Azeri petrollerini elinde bulunduran Mason küresel sermayesinin iştahını kabartmıştı.

Eski günlere dönmek isteyen küresel sermaye, SSCB’nin çöküşünü planlamış ve Türkiye’de de gerekli kültürel ve siyasi ortamı 12 Eylül 1980 darbesi ile hazırlamıştı. İran’da da 1979 Humeyni devrimini elbirliği ile gerçekleştirmeleri de bu projenin parçasıydı.

Humeyni rejimi ile “Sol” siyasete kapatılan İran’ı 1980 askeri darbesi ile Türkiye izlemiş, başa getirilen Turgut Özal hükümeti kendi önüne konulan İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den topraklar verilerek kurulacak bir büyük Kürdistan kurulması, Kafkasların Türkiye ve Kürt/Ermeni işbirliği ile yapılacak saldırılarla Mason küresel sermayenin idaresine teslim edilmesinden ibaret Yeni Osmanlı projesini uygulamak zorunda kalmıştı.

Özal’ın ANAP hükümetinin yürüttüğü bu projenin Türkiye’ye ve Kürtlere bir şey vermeyeceği, planın arkasında Büyük Kürdistan olarak gösterilen haritanın Ermeni ve İsrail devletleri haline getirileceği de ortaya çıktığından Türk Ordusu içinde ANAP hükümetine karşı muhalefet de gelişmeye başlamıştı.

Ancak, halk ağır askeri rejim altında yönetildiğinden ve sindirildiğinden hiç kimse bu konularda konuşamıyordu, yazan bazı yayın organları hükümeti destekleyen dönem iş adamlarınca satın alınarak etkisizleştiriliyordu. Gırgır Dergisi bu operasyonun en son parçası olmuştur.

Mihail Gorbaçev. En büyük ABD ajanı.
Başındaki lekenin onun dünyanın
belası olacağına işaret ettiğini
bir kâhin söylemişti!
Ekonomik nedenlerle mi yoksa 1984’de İngiltere ziyaretinden sonra SSCB devlet başkanı seçilen ve 6 yıl içinde Moskova Mason Locasının destekleriyle ABD-İngiliz mason localarının emirleri doğrultusunda sosyalist rejimi iptal etmiş Mihail Gorbaçev’li (halen ABD’de yaşamaktadır) SSCB/ BDT bütün zayıf anına rağmen Turgut Özal'ın yürüttüğü bu mason sermayenin projesine geçit vermemişti.

Rusya kısmen kendisi ve alenen Ermeni ordusunu silahlandırıp Azerilere saldırtarak bu önleme işini yapmıştı.
Bilinmeyen yönlerden birisi de belki Azerbaycan arkasında ABD var diye başarıyla çıkacağına inandığı bu işe gönüllü girmişti.
Ruslar da "blöf'ü" görüp Ermenileri silahlandırmış, ikisi birlik Azerbaycan'ı halletmişlerdi. Yani Azerbaycan ABD'nin verdiği görevi yerine getirememişti. Türkiye'nin de yapacağı bir şey yoktu!


1992 Karabağ ve Azerbaycan
Turgut Özal hemen yön değiştirmiş ve "Azeriler Kızılbaştır bizden değildir" deyivermişti.
Malum 1915’lere uzanan kinleriyle Ermeniler de Azerilerin yalnızlığından doğan bu fırsatı "soykırım yaparak" değerlendirdiler. Gözümüzün önünde başlarına iş açtığımız Azerileri koruyamadık. Çünkü bizim o halimizle Rusya’ya savaş açmamız sadece intihar olurdu. Bu da sömürgeci güçlerin henüz istedikleri bir şey değildi.

Soykırıma uğrayan Azerilerin hiç bir hakkını koruyamama nedenimiz işin sorumluluğunun bu Nurcu ANAP iktidarında olması yüzündendi.

Tarih gene yüz yıl geriye sarılmıştı. Gene azınlıklar kışkırtılmış, Müslüman ve Türk soykırımı hortlatılmıştı.
Yeniçağ Gazetesi yazarı Selcan Taşçı'nın kaleminden biraz aktarma yapalım;


ÖLÜ SAYISI BİLİNMİYOR

Ebul Feyz Elçibey tarihçi olmasına rağmen
Türkiye'yi iyi tanımıyordu!
Ermeni işgalciler, 1992 yılının 25 Şubat’ını, 26’sına bağlayan gece, Rus 366. Motorize Alayına ait 9 tank, 4 zırhlı taşıyıcı, 70 piyade zırhlı savaş aracı, 4 Strela -10 roket sistemi, 8 top, 57 havan topuyla geldiler ve hiçbir askeri gücü bulunmayan, 200’e yakın “gönüllü” tarafından korunan silahsız (25 Temmuz 1990’da yayınlanan bir kanunda Dağlık Karabağ’da av tüfekleri dahil bütün ateşli silahlar toplatılmıştı) Hocalı’yı yerle bir ettiler!

Hocalı, “Resmi rakamlara göre 63’ü çocuk, 106’sı kadın ve 70’i yaşlı olan 613 kişi öldü, 1275 kişi rehin alındı, 68’i kadın, 28’i çocuk olmak üzere 150 kişi kayıp, 487 kişi sakat kaldı...” cümlesinden ibaret kimileri için. “Rakamlar”sa Hocalı’ya kör-sağır-dilsiz kalınmamasını sağlayacak olan, hemen söyleyeyim:

613 değil binden fazla Azerbaycan Türkü öldürüldü Hocalı’da... 613 Ermenilerle yapılan pazarlıklar sonucu cenazeleri alınıp defnedilebilenlerin sayısı; çoğu Ağdam’a gitmeye çalışırken Ermenilerin ateş açmama sözü verdikleri ormanda öldürülenler... Bunu Rus ordusunda subay olan Yuriy Girçenko itiraf ediyor: “Olmayan Devletin Ordusu” kitabında.

“Hocalı’dan sonrası”nın bilançosunu biliyoruz biz sadece... Hocalı’da kime, ne oldu sorusu cevapsız hâlâ... Ermeni gazetecilerin bahsettikleri o “ceset dağları”nda saklı hâlâ “Hocalı gerçeği” Ve dünyanın cevap vermesi gereken soru belli:

Biz o gerçeği öğrenmek için neyi bekliyoruz? Yüz yıl sonra topraktan fışkıran kemiklerin izi sürülerek bulunacak toplu mezarları mı?

BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmesi “soykırım”ı “milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen imha etme” olarak tanımlıyor. Buna rağmen Meksika ve Pakistan’dan başka “soykırım” diyebilen ülke çıkmadı Hocalı’da yaşananlara. Hocalı’ya “Bir tek Türk bile kalmayacak” naralarıyla giren Ermeni işgalcilerin yaptığı “soykırım” değilse ne? "... Haberin linki için tıklayınız http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=63914

Hocalı Soykırım Resimleri



Şimdi Elmas Yıldırım'ın konuyla ilgili bir şiirini ekleyelim;

Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?

Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?

Rusların açtığı yaradan derin,

Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.

Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,

Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.


Türkiye'de kaç tane Azeri Türkü var biliyor musunuz?

Kaç tane kayıtsız şartsız soydaşlarına destek verecek Anadolu Türkü var biliyor musunuz?

Bunların sabrı mı sınanıyor,sadakati mi?

Söyler misiniz?Kerkük'ü Musul'u, Doğu Türkistan'ı,Tebriz'i, Batı Trakya'yı, duymuyorsun anladık..

Peki Iğdır'ı, Kars'ı, Anadolu'yu da mı duymuyorsun?

Sağır mı oldun Ankara?

Türk olmak teslim olmak anlamına mı geliyor artık. Açılmak istenen o kapının Ermeni terörü neticesinde şehit düşen her Türk'ün mezarını çiğnemek anlamına geleceğinin farkında değil misiniz ?

***

Kaçtır, eli kanlı çıktı oyundan,

Ne bilem, kahpelik varmış soyunda,

Girdiğim öz yurttan döndürülürken,

Kanımın aktığı sınır boyunda
Açan lâlelerden bir çelenk örsem,
Türklük dünyasına armağan versem.(Kaynak için TIKLA)

Görüldüğü gibi bu bir soykırımdır!
Soykırımdan yakınmak yerine “Soykırımı doğuracak “ olaylardan da kaçınmak gerekmez mi?
Gerekir ama bunun içinde halkı yoz, din taassubunda uyutup, birkaç işbirlikçinin yönettiği rejimlerinde böyle sonuçlar karşısında şikâyet etmeye hakları yoktur inancındayım. Bu yüzden işbirlikçi ve diktatör devlet adamlarının “halkı siyasetten uzak tutma gayretlerine” karşı halkın direnerek siyasetle ilgilenmesi ve sorgulaması gerekir. Aksi halde akan kanlar ile gözyaşları sonsuza dek sürer gider!

Böyle haince siyasetlere sessiz kalan “sinen” milletlerin sonuçlardan şikâyet etmeye hakları yoktur.

Siyasetçi ve devlet adamları mallarını kapıp başka ülkelerde kendilerine rahat bir yaşam kurabilirler ama ceremeyi çeken halkların böyle şansları yoktur. Kötü siyasetlerin sonuçları doğrudan onları vuru ve faturayı onlar öderler.

Siyasetçiler asla bir şey ödemezler!

Dün Hocalı, bu gün Afganistan, Irak, Libya, Sudan ve hedef İran, Suriye ve biz!
Bu olaydan sonra ANAP iktidardan düştü, Süleyman Demirel hükümeti kuruldu, Ebul Feyz Elçibey Türkiye kumandalı bir askeri darbeyle devrildi ve Ruslara yakın olan bence Gnostik Ermeni kökenli olan Haydar Aliyev onun yerine getirildi.

Bizde de Özal öldü Demirel Cumbaba oldu. Tansu Çiller adından yüz güzeli bir bayan başbakana sahip olduk.
Ülkede "doğal gaz kullanımı" bilinmezken Rusya'dan doğal gaz aldık, onları işlemek için elektrik santralları aldık ve kullanmadığımız milyonlarca metreküp gaz için yıllarca para ödedik. Bunlar Rusya'yı üstümüze saldırmaktan uzak tutmak için yapılmıştı.

Erdoğan'ın Yolu Suriye
Halen bu anlaşma gereğince ne kadar ödendiği belli değil AKP bu gaz ücretlerini biraz düşürtmeyi başarmıştı. Ama şu an AKP'de Özal siyasetine kaldığı yerden devam etmektedir. Bu defa Suriye üzerinden gelişen şartlar, Irak, Suriye, İran Kürtleri ve gayrimüslümlerinin katılımlarıyla İran, SSCB ve Çin grubuna savaş açmakla sonuçlanması kaçınılmaz olan bir siyaset ABD tarafından her dakika dayatılmaktadır.

Üstelik dayatılan bu savaşta da silahlar ABD-AB ülkelerinden de parayla satın almak zorunda olduğumuzu da söylemeliyim. Hocalı Soykırımını telin ederken yeni soykırımlara, dünya savaşlarına ülkemizi hızla sokan küresel güçlerin işbirlikçisi, eş başkanı RE.T.E ve cumbaba köşkündeki zat affedilmez günahların şu andan itibaren sorumlularıdırlar!

Küresel Mason Sermayenin Kısaca Tarihçesi;



Az bilinen bir konuyu açıklamadan Türk milleti başına geleni hiç aymayacak gibi görünmektedir. Bu yüzden aşağıdaki yazıyı bir okuyunuz;

Atatürk’ten sonra devlet adamlarımızın etnik kökenlerine baktığımızda tümünün Mason olmakla birlikte, İsmet İnönü Bitlis Ermeni’si, Adnan Menderes Kırım Tatarı (*1), Süleyman Demirel Arnavut göçmeni, Bülent Ecevit Ermeni dönmesi Osmanlı veziri oğlu ve eşi Rahşan Şebinkarahisar Ermeni’si, Kenan Evren Dersim sürgünü dönme Ermeni, Turgut Özal’ı yazdık, Tayyip Erdoğan 1915’de Batum’a kaçan Süryani isyancılardan, Abdullah Gül, Yezidi Siirt Kürdü say say bir tek Türk bulamazsın!

Bu kitabı okuyunuz!
Soner Yalçın’ın “EFENDİ” adlı kitabını okursanız devletin idaresini elinde bulunduran Yahudi Kürtlerden Sabetayist Kürtlere, Gnostik Ermenilere, Rumlara kadar bilgilenirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti adı ile yeni kurulan devleti teslim alan bu yapılanma Grek (Yunan) dilindeki Efendimos’tan “Efendi” diye bir kelime türetirler ve Türk milletine bunu söylemenin “nezaket kuralı” olduğunu zorla belletirler.

Bu “Efendim= Sahibim” kelimesini devlet ve ticari işletmelerde ekmek kovalayan herkese bellettiler. Bununla da övündüler!

“Türkleri köle yaptık!”
Biz de ömrümüz boyunca “kibar, nazik” olduğumuzu sandık!

Onlar da zaten 200 yıldır batılı ülkelerden aldıkları desteklerle çıkardıkları isyanlarla başaramadıkları Türk Devletini tarihe karıştırma işini yapabilecek hale gelmişlerdi. Devleti teslim almışlardı.

İşte emperyalizm kendi amaçlarını gizlemek zorunda kalmadan her ülkede iktidar ettiği bu işbirlikçilerle gerçekleştirmektedir.

Asırlardır “Tanrının Seçtiği Kavim” olarak kendilerini tanıtan ama kimsenin inanmadığı bu Yahudi kavmi, Roma’nın M.S. 325’de gene Yahudi rahiplerinin uydurması olan Hıristiyanlık dinini resmi din ilan etmesiyle inandırmayı başardılar.

Bundan önce M.Ö. 1530’larda Mısır’dan sürülmüş cüzzamlı ve bulaşıcı hastalıklıların yerleştirildiği Kudüs’te yaşayan lanetli sürgün bir halk olarak biliniyorlardı ve kimse onlarla yakınlık kurmuyordu.

Ardından İslamiyet’in doğuşu, Türklerin bu dine sopalı-gönüllü sokulmaları ile bu sürgün kavime verilen kutsallık halkların beyinlerine işlendi.

M.S. 1096-1099 arasındaki I.Haçlı Seferi ile bölgeye yerleşen Yahudi kökenli batılı rahiplerin kurduğu Tapınak Şövalyeleri örgütü günümüz Mason Dinini oluşturdu.

Avrupa’da krallıkları, imparatorlukları tehdit edecek güçlere sahip olunca M.S. 1450’lerde Fransa kralı IV.Filip bunları kazığa bağlayarak yaktı, öldürdü. Kaçanlar İskoçya’ya, Almanya ve çevresine yerleştiler. 1200’lerde Cengiz Han’ın oğlu Hülagu tarafından İran, Harran’dan sürülen büyücü Yezidi, Zerdüşt rahiplere karıştılar ve güç oluşturdular.

16.yy. da önce İskoç ardından İngiltere Krallığını ele geçirdiler. Bunu 1565’de İspanyol Armadasını Manş denizine gömmelerinin ardından Küresel İmparatorluğa sahip olmaları izledi.
Eski Grek kitaplarından başka yerde adı geçmeyen unutulmuş Demokrasi kavramını geliştirerek Sosyalizmi ve Komünizmi yazdılar. Milliyetçilik ile imparatorlukları yıktılar. 19.yy. a kadar böyle devam etti.

1914-1918 arasında Almanlara verdikleri güçle I.Dünya savaşını çıkardılar ve yeryüzünde hiç “Feodal Ülke” bırakmayarak, 1450’de yakılan başrahipleri Jack de Molay’ın ölümü ile ettikleri (Yeryüzünde bütün feodalleri yok edeceğiz!) intikam yeminini gerçekleştirdiler.

Sömürgelerindeki ticaret yollarını emniyete almak için “küçük etnik farklılıkları” isyan ettirdiler sonra o devletlere güç vererek isyancıları kıydırdılar. Böylece ileride doğabilecek isyanlarla ticaret yollarının tehlikeye atılması riskini yüz yıllığına çözdüler. Bunu da yıktıkları feodal yapıların yerine kurdukları “oligarşik- monarşik demokrasilerle” (İngiltere, İsveç, Hollanda Monarşik, Türkiye gibiler de oligarşik demokrasilerdir) feodaliteyi kolayca unutturdular. Bizde Türk Milliyetçiliğinin desteklenmesinden devletin adının bu adla belirlenmesine kadar mason sermaye güçlerinin dayattığı “ulusalcılık kültü” milletler feodaliteyi unutturmakta kullanıldı.

Öte yandan da güçlerini sağlamlaştırıp gelişen teknoloji ve siyasi dolaplarla çıkardıkları terör ve küçük savaşlarla birlikte ekonomik sömürü sistemleriyle zenginleştiler.

Şimdi sıra 21.yy. düzenini kurmaya geldi. Bu yüzyılda amaçladıkları şey, daha küçük etnik yapıları tahrik ederek büyük devletleri ufaltmak ve zamanla şehir devletlerine kadar bu projeyi sürdürerek karşılarında dikilebilecek geniş coğrafyaya hükmeden devlet yapılanmalarını yok etmektir.

Bu emperyalizmin kendince akli olanıdır. Bilinen de budur ve bizim hükumetlerimiz de bu projeden nemalanarak devletimizin ömrünü uzatmak ister görünmektedirler. Gözümüzden kaçan tek şey ise devlet adamlarımızın bu “ayartılan küçük etnik azınlıklardan” seçilmeleridir.

Tapınak Şövalyelerinin "Şeytana Tapmakla"
suçlandıkları için yakılmaları olayı! 
   
Yahudilerin tanrısı YAHWEH (YHWH=YILAN
İyi inceleyin!

Tümü bu Mason derneklerinin üyesidirler. Onların iktidar ettikleri bu ufaklıkların onların sözlerinden çıkmaları beklenebilir mi?


Beklenemez!



Bir de işin “akli olmayan” yani “sömürüyü amaçlamayan ve dünyayı yok etmek isteyen dini sapık tarikat mensuplarının da bu mason yapılanma içinde yer almalarıdır.

Aslında dünyayı bin kere yok edecek silah bu gün kendi ellerinde vardır ve isteseler dünyayı savaş çıkarmadan da iki dakika içinde yok edebilirler.



Peki neden savaşta ısrar ediyorlar?

İşte onlara bu güçleri veren göksel varlıklar dev ve cüce cinler yani kertenkele-yılan soylu, insana benzer, benzemez yapılardaki tanrıları ve melekleri insan ve hayvan eti, kanı ile beslenirler.

Çıkarılacak savaşlar ile bu tanrılarına ziyafet sunacaklardır.



Öte yandan kendilerini de yok etmeleri ile sonuçlanacak bu intihar olayları tanrılarını kızdırır ve yeni dünyada Yahudi yetiştirmekten vazgeçebilir!
Tanrılarını memnun eden bir ziyafet, tıka basa altınlarla dolu devlet hazineleri tanrılarının en hoşlandığı şeylerdir.
İşte bu yüzden “Şeytan ve Cin Kültü” adlı kitabımı yazdım.
Şimdi işte bu konuların onların dini kitaplarında nasıl yer aldığını görelim;

Not; Yazının bu bölümü kısmen Facebook sitemde bir habere yaptığım yorumdan çıkmıştır ve bu yazıdan önce yayınlanmıştır.

KİM İNANIR?
Size desem ki, yeryüzünü yöneten küresel sermayeyi ve ABD devleti ile ordusunu elinde bulunduran gizli bir tarikat var: Bu tarikat yaklaşık beş bin yıldır yeryüzünde devletler kurup yıktığını ve dünya haritasını istediği gibi çizdiğini iddia ediyor.

Yetmedi, birinci ve ikinci dünya savaşlarıyla yeryüzü haritasını İncil ayetlerine göre şekillendirdi ve 21. Yüzyılda da inancı gereği dünyayı yok edecek olan savaşları başlatmak istiyor. Günümüzdeki bütün gerginlikler buna dayanıyor.


Bunların inancına göre, bütün canlıların yok edildiği bir Armageddon Savaşının ardından tanrıları (İsa peygamber) göklerden Kutsal Kudüs şehri ile gelecek, heybetinden şimdiki dünya uzay boşluğunda belirsiz bir yere kaçıp gidecek, 12 Yahudi kabilesinden seçtiği 12’şer bin Yahudi’yi yanında getirdiği, denizleri olmayan yuvarlak yeni bir dünyaya koyacak ve bu dünyada yalnız Yahudi yetiştirecek. Öbür milletleri de güneşe atacak v.s, v.s desem kim inanır?

Kimse inanmaz.

Ben hatta bu B.O.P ve Kuzey Afrika projeleri de milletleri “yeni ekonomik dünya düzeni” diyerek bu savaşa “ikna ederek” itmek için üretildi ve bütün Müslüman dünyası ve Türkiye işletiliyor! Desem bana “Sen iyi yazıyorsun, ara sıra böyle şeyler yaz da kafamız dağılsın” diyebileceğinizi de düşünüyorum.

Çünkü böyle bir yazıya kim inanır ki?

Bu yazıma da kimse inanmaz diyorum!


Evangelist ABD başkanlarından R.Reagan
Ötekileri baba ve oğul G.Bush'lar, Jimy Carter vs.
Tanrının bu yeni yuvarlacık dünyada sadece “Yahudi” yetiştireceği vadine kanmış Evancelist ABD Başkanları, R.Reagan, G.Bush, Clinton ve Obama’sına kadar din manyaklarının bu Evancelist tarikatından olduklarını, bu inanç doğrultusunda insanlığı “III. Dünya Savaşına sürüklediklerini de yazsam kimse gene inanmaz.

Oldukça iddialı ve “inanılmaz” görünen bu tespitim gerçekten inanılacak bir tespit değildir. Ne yazık ki adlarını verdiğim ABD başkanları kendi cemaatlerinden olan kişileri dünyadaki her ülkenin başına getirmeyi ve yeryüzünü teslim almayı başardılar. Bunda, Sosyalizm, Komünizm, Faşizm, Liberalizm, İşçi, kadın, çocuk hakları, etnik ve mikro milliyetçilik, dincilik her şeyi çok iyi kullandılar. Her yerde kurdukları NATO ÇETELERİYLE” de kendilerinin ipliğini pazara çıkaracak insanları suikastlerle ya da yasal yollarla temizlediler.

Bu gün başlarımıza diktikleri işbirlikçi sivil, asker işbirlikçilerinin önderliğinde sona giden yoldayız. Adını verdiğim İncil’in bu bölümü “Bir an önce gel ya İsa” cümlesiyle bitmektedir. Yani, bu dünyayı yok edip yeni dünyada ya da “Tanrının Yeni Yahudi Kombine Çiftliği’nde tek Yahudi Nesli yetiştirmesine” tanık olmak isteyen büyük zengin din manyakları her canlının hayatını tehdit eder haldedirler.


İşte İncil ayetleri;
12. Bölüm
Kadın ve ejderha
Esi 12:1 Gökte olağanüstü bir belirti, güneşe sarınmış bir kadın göründü. Ay ayaklarının altındaydı ve başında on iki yıldızdan oluşmuş bir taç vardı. (Avrupa Birliği olabilir A.Yavuz)
Esi 12:3 Sonra gökte başka bir belirti göründü: yedi başlı, on boynuzlu ve yedi başında yedi taç olan, kızıl renkli büyük bir ejderhaydı bu.


Denizden çıkan canavar
Esi 13:1 Sonra, on boynuzlu, yedi başlı bir canavarın denizden çıktığını gördüm. Boynuzlarının üzerinde on taç vardı ve başlarının üzerinde küfür niteliğinde adlar yazılıydı.

Yerden çıkan canavar (Dabbet-ül Arz)
Esi 13:11 Bundan sonra başka bir canavar gördüm. Yerden çıkan bu canavarın kuzu gibi iki boynuzu vardı, ama ejderha gibi ses çıkarıyordu.
Esi 13:18 Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. Çünkü bu sayı bir insanı simgeler. Onun sayısı altı yüz altmış altıdır.(666)
14. Bölüm
Kuzu ve 144.000 kişi

Esi 14:1 Sonra Kuzu'nun Siyon dağı üzerinde durduğunu gördüm. O'nunla birlikte, alınlarında kendisinin ve Babasının adının yazılmış olduğu yüz kırk dört bin kişi vardı.
Esi 14:4 Kendilerini kadınlarla lekelememiş olanlar bunlardır. Pak kişilerdir. Kuzu nereye giderse O'nun ardından giderler. Tanrı'ya ve Kuzu'ya ait olacakların ilk bölümü olmak üzere insanlar arasından satın alınmışlardır.
Esi 14:5 Ağızlarından hiç yalan çıkmamıştır. Kusursuzdurlar.

Yerin ürünü toplanıyor
Esi 14:14 Bundan sonra beyaz bir bulut gördüm. Bulutun üzerinde oturan, başında altın bir taç ve elinde keskin bir orak bulunan, `insanoğluna benzer biri' vardı.
Esi 14:15 Tapınaktan çıkan başka bir melek bulutun üzerinde oturana yüksek sesle şöyle bağırdı: «Orağını uzat ve biç! Biçme saati geldi. Çünkü yerin ekini olgunlaşmış bulunuyor
Esi 14:16 Bulutun üzerinde oturan, orağını yerin üzerine salladı ve yerin ekini biçildi.
Esi 14:17 Gökteki tapınaktan başka bir melek çıktı. Onun da keskin bir orağı vardı.
Esi 14:18 Ateşin üzerinde yetkili olan başka bir melek ise sunaktan çıkıp geldi. Keskin orağı olana yüksek sesle, «Keskin orağını uzat!» dedi. «Yerin asmasının salkımlarını topla. Çünkü üzümleri olgunlaştı.» (Üzüm biziz yani insanlar)
Esi 14:19 Bunun üzerine melek orağını yerin üzerine salladı. Yerin asmasının ürününü toplayıp Tanrı öfkesinin büyük cenderesine attı.
Esi 14:20 Kentin dışında sıkılan cendereden kan aktı. Kan, bin altı yüz ok atımı çapındaki bir alanda atların gemlerine dek yükseldi.”

21. Bölüm
Yeni Kudüs
Vahiyler/Esinler/ 21.Bölüm.1.ayet;


Esi 21:1 Bundan sonra yeni bir gökle yeni bir yeryüzü gördüm. Çünkü önceki gök ve önceki yeryüzü ortadan kalkmıştı. Deniz de yoktu artık.
Esi 21:2 Kutsal kentin, yeni Kudüs'ün kendi güveyi için hazırlanmış süslü bir gelin gibi, gökten, Tanrı'nın yanından indiğini gördüm.
Esi 21:5 Tahtın üzerinde oturan dedi ki, «İşte her şeyi yeniliyorum.»
Esi 21:24 Uluslar kentin ışığında yürüyecekler. Dünyanın kralları, servetlerini oraya getirecekler.
Esi 21:25 Kentin kapıları gündüz hiç kapanmayacak. Üstelik orada hiç gece olmayacak.
Esi 21:26 Ulusların servet ve zenginlikleri oraya taşınacak. (İsa zenginlik sever)
Esi 22:17 Ruh ve Gelin, «Gel!» diyorlar. Her işiten, «Gel!» desin. Susamış olan gelsin. Dileyen, yaşam suyundan karşılıksız alsın.
Esi 22:20 Bütün bunlara tanıklık eden, «Evet, tez geliyorum!» diyor. Amin! Gel, ya Rab İsa!”

Tanrılarının gelişini bu kadar “sabırsızlıkla” bekleyen bu din manyakları dünya gezegenini resmen ateşe atmaktadır.

Allah’ları olduğuna inandıkları İsa peygamberin kendilerine “yeryüzünün hâkimiyetini” verdiğine inandıklarından, İncil’de belirtilen öteki dogmalara da “gerçek” payı veren bu “din manyakları” asırlardır, soykırımlar, tabiatın dengesini bozan ormanların ve vahşi yaşam koşullarının, eko dengenin yok edilmesi işin orman yangınları, ormanlar içine yerleşim yerleri ve sanayi tesisleri inşa edilmesine kadar her şeyi yaptılar.

Joseph Cambell’in “Tanrının Maskeleri- Doğu Mitolojisi” adlı kitabında “şehirleşmenin tabiatın dengesini bozacağına” inanan dağ dervişlerinin, yerleşik kavimlere ait tüccar kervanlarını taşladıkları anlatılmaktadır.

“Küçük Buda” filmini hatırlayanlarınız vardır. Buda, Hint racasının oğludur ve On’lu yaşlara geldiğinde halka tanıtılmak üzere bir filin üzerine konan tahtına oturtularak şehir gezisine çıkarılır. Onu alkışlamaya çıkanlar asillerdir, kötü giyimlilerin ve fakirlerin çıkmasının yasak olduğu bu törende kalabalığın arasına, “dünya nimetlerinden arınmış çıplak bir dağ dervişi” karışmıştır. Küçük Buda bu adamı görünce dikkatle bakar ve derviş dikkatlerin üzerinde toplandığından korkarak kaçmaya başlar. Küçük Buda filinden yere atlayarak onu takip eder ve dağ dervişlerine karışarak 15 yıl kadar aralarında kalır. Bundan sonra da Budizm Dini’nin kurucusu olur.

Yemenli Veysel Karani de böyle bir dağ dervişidir.
Hz. Muhammed’in Lut Gölü civarında İslam’ı tebliğ için gittiği bir köyden kayığına binip ayrılırken, kayığa doğru “Suyun Üzerinde” koşarak gelen bir dağ dervişini görür. Kayığı durdurur. Dervişe ne istediğini sorar.

O da;
-Dediğin her şeye inandım ama nasıl ibadet edeceğimizi söylemedin! Der.

Muhammed de;
-Sen nasıl ibadet ediyorsun? Diye sorar.

Derviş de, yerlerde yuvarlanarak, kendine acı çektirerek ibadet ettiğini söyler.
Muhammed ona;
-Sen ibadetin de imanın da yolunu bulmuşsun, bildiğin gibi et, benim sana öğretecek bir şeyim yok! Der.

Derviş gidince adamları niye Namaz kılmayı önermedin diye sorduklarında, Muhammed;

-Görmediniz mi? Ben peygamberken kayıkta gidiyorum, adam suyun üzerinde yürüyor! Deyince herkes ağzını kapatır. Rivayete göre namaz bu olaydan sonra farz kılınmıştır. Namaz İslam öncesi Hicaz Arapları, Sabiler ve Mecüsilerce ve hatta Hintli Brahman ve Hindularca da yapılan bir “ışık öpme” ayiniydi. Köken olarak Hind dilinden gelir, Arapça değildir. Namaz, “Namas” şeklinde yazılır ve “Selâm” demektir. Hint ibabdedinde namaz “Namaskâr” olarak döylenir ve “Güneşe Selam” demektir.

Türk “Kara Han Yaratılış Destanı’nda da Türklerin ilk tekerleği, ilk topu, ilk tüfeği icat etmelerinin yanında göklerde tanrılarının askeri olarak Erlik Han’ın (Şeytan) ordusuna karşı savaştıkları da geçer.


Göklerde geçen bir yıldız savaşı başka dinlerde de vardır. İnsanlar bu savaştan yenik çıktıkları için onlara “göklere çıkmak” yani her türlü teknoloji “belirli bir süre için” yasaklanmıştır.

Bu süre doluncaya kadar insanlık tabiatın ömrünü kısaltacak her şeyden kaçmak zorundadır. Yerleşik kavimler, cinlerden, şeytanlardan destek bulmak ve öteki kavimlere karşı güçlü olmak için “terleşik hayata” geçerek bu ilkeyi çiğnemişlerdir. Bu ilkdeden Tevrat’ın yaratılış “11. Bölümü” olan, Babil’in Yıkılışı bölümünde de bahsedilir;

Yar.11: 6 "Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar" dedi,
Yar.11: 7 "Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar."
Yar.11: 8 Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.”


“Sekizinci ayetin” sonunda tanrının insanları yaptığı “kent yapımını durdurduğu” geçmektedir. İnsanların “birbirlerini anlamasından ve güçlenmelerinden “rahatsız” bir tanrı imajını görmekteyiz.

Bir başka örneği de Şambala Efsanesinden bir alıntıyla verelim;

“…Bu son savaştan sonra ise bir “Demir tekerlek” gökyüzünde belirip düşecek ve Rudra Çakrin'in egemenliğinin başlangıcı belirtecektir. Bu nedenle ona “Tekerlekli çılgın” adı da verilmiştir. Bazı Yogi'ler bu tekerleği gördüklerini iddia ederler ve hepsi aynı şeyi anlatır: Tekerlek bir eve yaklaşır ve bu ev bizim gezegenimizdir...” http://www.gizliilimler.tr.gg/Kay%26%23305%3Bp--Ue-lke-d--%26%23350%3Bambala.htm
“Mu’nun Çocukları, Mu’nun Kutsal Sembolleri” gibi kitapların yazarı James Churchward bu eserlerinde, Mısır Ra Dininin” eski Mu Kıtasının dini olan “RA MU” dininin bozulmuşu olduğunu yazar.

Bu durumda Türkler Mu medeniyetinin “mirasçıları” olduklarından yeryüzünde eski dinin koruyucularıydılar. Bu yüzden gerçek dinin akidelerini bozan “yerleşik kavimlerle” sürekli savaşlar içinde olmuşlardır. Kendilerinin de “çoban, yörük kavimler” olarak yaşamalarının ilkesini de bu “kutsal antlaşmaya” dayandırırsak Türklerin “göçerlik kültlkerinin sırrı” anlaşılmış olacaktır.

“Kıyamet ölüm değil “DİRİLİŞ” demektir ve bütün kâhinler kıyametin bir diriliş olduğundan ve ölülerin dirilerek eski görkemli yaşamlarına döneceklerinden bahderler. Kuran’da bu süre “şeytana insanları ayartması için verilen ve tanrı, şeytan ve meleklerce bilinen” bir süredir. Ayeti okuyalım;

Hicr Suresi
15:36- Şeytan,””Ya Rabbim,bari bana insanlar dirilinceye kadar süre ver.” Dedi.
15:37- Allah da “ BİZCE BİLİNEN GÜNE KADAR “ dedi.

Kur’an Tevrat ve İncil’de “değiştirilmemiş” olan bölümleri tekrar etmez. Bunu Bakara 2:106.” Ayette açıklamaktadır. Bu durumda Tevrat’ın ayeti de doğrulanmaktadır.

Eski mitlerde “göksel bir savaş, bu savaşın mağlubu ve yeryüzünün mirasçısı” olan da olmalıdır. Mitolojik açıdan böyle bir durum bütün mitlerde ve dinlerde vardır.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı Fethinde “top” kullandığı için yeren Mısır Sultanı;

“Biz bu silahı biliyorduk ancak tanrının yasakladığından dolayı kullanmıyorduk. Siz bizi bununla yendiniz ama ilkeyi çiğnediniz” Demiştir.

Osmanlı’nın da sonu “uzun menzilli İngiliz ve Rus topları ile olmuştur.

Osmanlı ile “Yeryüzünün Koruyuculuğunu ve mirasçılığını terk mi ettik” bilemem ama bu silahların bilindiği eski mitlerde hep geçmektedir. Türkler de Hint, Arap, Fars dinlerine girerek “kutsal kuralın bozulmasına” büyük katkıda bulundular. Cinci, Hindu, Brahman, Budist, Zerdüşt, Yahudi, Hıristiyan ve İslam olmakla yerleşik kavimlerin “mevalisi/ kölesi” oldular, Türklüklerini ve kökleriyle bağlarını kopardılar”. Yerleşik kavimlere karıştılar, Kutsal ilkeyi çiğnediler. “Yeryüzünde belirleyici güç olmaktan” çıktılar.

Yani “Tanrının Çocukları” olan Türkler, Sümer şeytanı Enki’nin Hürmüz Körfezinde Fao Yarımadasında yarattığı köle “Adapa/ Adamo/ Adem’in” soyuna köle oldular ve “şeytanın askeri oldular.

Böylece “başıboş kalan” yerleşik kavimler, tabiatın dengesini bozdular.

Dünyayı en çok kirleten ülke bu “Evancelistlerin” yaşadığı ABD olmasına rağmen Kyoto Çevre Koruma antlaşmasına imza atmadılar. Şimdi de B.O.P ve Kuzey Afrika projeleriyle önce yeni işbirlikçilerini iktidarlara taşırlarken ülkelerin halklarını da “iç çatışmalarla” birbirine düşürüp kırdırmaktadır. Ülkemizi de İran ve Suriye üzerine saldırtmak için her türlü baskıyı yapmaktadır.

Sabi dinlerinden doğan Yahudi Tevrat’ı, Hıristiyan İncil’i ve Kur’anda Türklerin ve Sami olmayan kavimlerin kıyamette Allah ile Şeytan arasında çıkacak savaşta “yaratılıştan şeytanın ordusu” oldukları inancı vardır. Yani bir Türk, Moğol, Çinli, Japon, Filipinli, Finli, Macar ne kada ibadet ederlerse etsinle o gün geldiğinde Yahudilerin “Şeytan” dedikleri tanrının safında olacaklardır.

Bana sorarsan Yahudiler şeytana tapmaktadırlar. Güç için ruhlarını satmış görünmektedirler.

ABD başkanı G.W.Bush’un Fransa devlet başkanı J. Şirak’tan “Kıyamet alametleri göründü. Ortadoğu’da Yecüc- Mecüc” var, çıkarmama yardım et.” isteği ile başlayan bu tartışma, İkiz kule operasyonları, Afganistan, Irak, Libya, Somali, Sudan işgalleri ile sürdü. Şu an da Suriye ve İran üzerine saldırtılmak için her gün tahrik edilirken, öte yandan tedbir olarak projenin “en ateşli” yandaşlarından Fransa devlet başkanı Macar Yahudi’si Sarkozy Libya’ya saldıran ülkelerle tekrar işbirliğini kurdu bile.

Sonuç olarak önce bu ülkeleri “işgallerle vurarak güçsüzleştirecekler” , ardından küçük etnik özerk devletçiklere ayıracaklar, başlarına kendi tayin ettikleri dini ve siyasi önderlerle Rusya ve Çin üzerine saldırtacaklar. Üstelik bu savaşlarda kullanacağımız silahlar için de bizleri borçlandırıp soyacaklar, Ruslarla Çinlilere hiçbir şey bırakmayacaklar.

Sonra da kıyamet- Armageddon savaşını başlatacaklar. İşte bu aşamada “kertenkele tanrıları İsa’nın Yahudi Yetiştireceği ya da Yahudi Kombine Çiftliği kuracağı denizleri olmayan yusyuvarlak yeni bir gezegenle göklerde belirlemesini bekleyecekleri aşamaya geçecekler. Sonrasını siz tahmin edin. (!)

Ha biz bu projelere hayır dersek Irak, Afganistan ve Libya örneklerinde olduğu gibi kendileri saldırıp ele geçireceklerdir. Biz ister dediklerini yapalım ister yapmayalım savaş alanının tam ortasında olacağız.

Bu yüzden “onurlu” tarafta” olmak bence doğru olan seçenektir.
Binlerce yıldır savaştığımız batının “piyon askeri” olmak bizlere yakışmaz. Ama başımızdaki “kripto, dönme” iktidarlar” ile sivil- asker işbirlikçiler halkımızı binlerce yıllık düşmanımızın, şeytanın (Erlik’in) “askeri olmaya” yöneltmektedirler.

Dinler birleştirilip okunduğunda “dinlerin mantığına göre düşündüğümde” çıkarabildiğim sonuç ne yazık ki budur!
Belki bu yoldan çıkarak bu işleri önleyecek fikirleri insanlar üretebilirler!

Yazımı hazırlarken haberlerde bir gelişme oldu ve Milliyet gazetesinin haberine göre İsrail Mossad istihbarat örgütüne yakınlığı ile bilinen Debka İnternet sitesi bakın ne yazmış?

Aynen alıntıyı ekliyorum;

“Haberleri kimi zaman eleştiriye de uğrayan Debka sitesi, ABD'nin Tunus'ta gerçekleştirilecek "Suriye'nin Dostları Grubu" toplantısı sonrası ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın raporunu beklediğini ileri sürerek, özellikle Suudi Arabistan, Mısır ve Katar'ın hem siyasi hem de finansal yönden ABD liderliğindeki batılı müdahaleyi destekleyip desteklemeyeceğini bilmek istediğini öne sürdü” TIKLA http://dunya.milliyet.com.tr/-turkiye-savasa-hazirlaniyor-/dunya/dunyadetay/23.02.2012/ 1506890/default.htm

Artık takdir okuyucunundur.
Yalnız zaman da bitti gibiyse de her zaman bir umut vardır!

Saygılar!

 Alaeddin Yavuz.
adilyargicc/ adilyargic/ Keykubat/ AlaeddinYavuz



*1=*(Tatarların çoğu Osmanlı’nın yıkılış dönemlerinde ve kurtuluş savaşlarında ayrı devlet kurmak için Yunanlılarla ve işgal devletleriyle işbirliği yapmışlardır. Kırım Tatarlarının Altınordu Devleti zamanında Yahudi olduklarını hatırlatırım. Tevrat araştırmacılarına ve benim de din kitaplarından çıkardığım sonuçlara göre göre bu kavimler Cüce tanrı Bes tarafından Irak Hakkâri bölgesindeki mağaralarında üretilmiş Moğol ve Tatarlardı. Yecüc- Mecüc veya İncil’e göre “Gog- Magog (Magog/Mongol/Moğol=cüce)” olarak bilinen devlerden ve cücelerden oluşan bu ordu Cüce tanrı Bes’in komutasında efsanevi Büyük Uygur Türk imparatorluğunu yıkmışlardır.

Çinliler, Türklerle bu kavimlerin savaşlarda yaşanan tecavüzlerden doğmuş melezler* olduğu iddia edilmektedir. Melezler “arı ırkı bozduğundan” öldürmek günah sayıldığından, soyun karışmaması için bu melezler Taklamakan çölünün ya da o zamanlar yerinde olan büyük denizin arkasına atılanlardan oluşmuş istenilmeyen melez çocuklardı. Bu durumda Türkler gene lanetli Yacüc- Mecüc ordusu olmamakla birlikte, “yeryüzünün mirasçısı Mu İmparatorluğunun egemen kavmi olduklarından Cüzzamlı Yahudi rahiplerince hedefin merkezine oturtulmuşlardır. Her ne olursa olsun bu kitaplara göre yeni dünyada kertenkele tanrıları sadece İbrani cüzzamlılardan seçilme kavim yetiştirecekmiş. Böyle bilinsin!) J)

*Çinlilerin Türk- Moğol melezi olduğunu yazan Gore Vidal adlı ABD’li tarihçidir. “Ben Cryus Zerdüşt’ün Torunu” adlı tarihi romanında geçmektedir. G. Vidal ABD’de çok sevilen ve New York’ta %48 oyla milletvekili seçilmiş bir tarihçidir.






15 Aralık 2009 Salı

ALEV I ERMENI ALEVI SUNNI TURK


ALEV-İ ERMENİ, ALEVİ+SÜNNİ= TÜRK

Alev-i Ermeni konusunu daha açık bir şekilde kavrayabilmek için,bu bölgenin “zihin yapısını” oluşturan kültürel kökenine inmek gerekir.
Geçmişte “kültürel köken” de sadece dine dayalı olduğundan,bölge dinleri hakkında kısa alıntı yazıları okumanın konuyu bilmeyenler açısından çok yararı vardır.
Tek Tanrılığı ilk benimseyen Mısır Firavunu Akheneton Sfenks donunda Güneş Tanrısı Ra'nın ilahi nurları ile aydınlanması temsil edilmektedir.
Şimdi,bölgede ve insanlık tarihinde en eski dinlerden olan eski Zerdüşt’lüğün “Alev’i” likle alakalı kısmından başlayarak,Hıristiyan Ermeni mezheplerinden alıntı yazılarla bu vatandaşlarımızın,2500 yıldır dini tarihlerinde geçirdikleri aşamaları tanıtmaya başlayalım;

Akheneton zamanında yaratılan Evrenin,yaratıcısı,düzenleyicisi,yargıcı,hayat veren tanrıça Maat.
ZERDÜŞTLÜK
Zerdüşt 'ün Hayatı Zerdüşt kelimesi (Zoroaster), Zarathustra 'nın Yunanca karşılığıdır (Zarath: Yaşlı,cılız; üstra: develer demektir. Yaşlı ve cılız develere sahip olan anlamını ifade eder. Daha sonradan,Zarath (Zarad) Altın renkli,altın gibi sarı olarak düşünülmüştür.Altın sarısı,güzel develere sahip olan,ya da altın rengi ilahi nurlar saçan anlamında kullanılmıştır.Halk dilinde Zerdüşt, yaşayan yıldız olarak nitelendirilir).
Zerdüşt'e vahiy gtiren kutsal ruh Farohar-Faravahar,İlahi nurla insanları,
dünyayı aydınlatmaktadır.(Kızılderililerin "Ulu Büyük Ruh"u)
-Yukarıdaki resme ek olarak Şahin-Kartal Horus da birlikte
düşünüldüğünde Mısır'dan çalınma olduğu açıkça görülüyor, değil mi?

2-Zerdüşt,Faravahar veya Farohar,Zerdüşt kökenli Ay Tanrısı kültüne inanan Arap kültürüne “ruh” olarak geçen,insanın doğumundan önce ve ölümü sonrası da yaşayan maddi olmayan varlığı anlamına gelmektedir.Ruh,yeryüzünde beden olmadan da,tek tanrı Ahura Mazda (Akıl Tanrısı) ile birleşinceye kadar,yani,”Fraşo Kereti” haline gelinceye kadar bir şekilde yeryüzünde yaşamına devam etmektedir.
Zerdüştlüğün temel ilkesi,İngilizce’ye çevrilmiş şekliyle “No God but Ahura Mazda” yani İslam’ın da temel ilkesi olan “Allah’tan başka tanrı yoktur” ilkesinin kökeni olan,“Ahura Mazda’dan başka tanrı yoktur.” ilkesine dayanmaktadır.
Zerdüşt 'ün doğumu, M.Ö. 570 olarak tahmin edilmektedir. Zerdüşt, İran dinleri üzerinde önemli bir etki bırakmıştır. “Tektanrılı bir inanç” telkin ettiği için onu bir peygamber olarak kabul edenler bulunduğu gibi, ona bir hakim veya şaman olarak bakanlar da vardır. Gatha 'lar diye adlandırılan kutsal metinler ona dayandırılır.
Peygamber Zerdüşt,o da başında güneş tanrısı sembloü olan "Nur-Aydınlık" ile etrafını aydınlatmaktadır.
Zerdüşt, Ulu,tek Tanrı olarak telkin ettiği Ahura Mazda’nın ilahi nuruyla vahiy yoluyla bağlantı kurduğunu ve aydınlandığını ifade etti. Ona göre alemlerde mücadele eden, İyilik ve Kötülük diye adlandırılan iki asli ruh (ilkine “Spenta Mainyu”, ikincisine “Angra Mainyu” denilir) var idi.
Zerdüşt’ün diğer sıfatı ya da vahiy meleği olarak bilinen “Farahavar veya Farohar=ruh, bundan sonra “ruh” diyeceğiz.” aynı zamanda onun öğretisinin de adıydı.Ruh iki temel ilkeye dayanmaktaydı. ”Spenta Minu,Angra Minu”.İlki yüzünü sondakini geri bırakacak şekilde ona çevirmiş oluyordu.Yani,”iyilik” isteyen yüzünü “kötülükten” çevirecekti.
Farohar,aynı zamanda,Zerdüşt’e vahiyler getiren,insan yüzlü,sakallı,beline kadar insan olan,belden aşağısı 180 derecelik açıyla gergin olarak ikiye ayrılmış kanatları ve gergin olarak açılmış kuyruğuyla bir kuş adamdı.Özünde temsil ettiği de “insan ruhuydu”.
Belinden kuyruk sokumuna kadar metal bir daire,daireyle kuyruk sokumundan bağlantılı öküz boynuzu şeklinde aşağıya doğru açılmış helikopter ayağını andıran ayakları vardı.
Kanatlarının her biri üç sıra-kat- tüy dizilişine sahipti.Her sırası da ruh’un üç temel ilkesini belirtmekteydi.
1-“Good reflection”yani “Hayırlı-iyi niyet ,”2-”Good word” yani “Hayırlı Söz”,3-”Good deed” yani “Hayırlı Amel“di.(Good,kelimesi burada “hayırlı” olarak çevrilmelidir.Dini edebiyatta “iyi=hayırlı” olarak anlaşılır ve söylenir.İngilizce’de bu anlamı da içermektedir. Çünkü,bu inancın anavatanı bu topraklardır.Bu topraklarda “iyi düşünce,iyi söz,iyi iş” sözleri kullanılmaz.)
Ruh’un bedeninin kuyruk sokumunda bulunan daire,insan ruhunun başlangıcının ve sonunun olmadığını temsil ediyordu.

Dinlerin en eskisi Sümer dininde,Gök Tanrısı Anu,solda yaşam ağacının üstünde,gökten tanrıları ve insanları izlerken.Resim,Sümer tabletlerinden alınmıştır.
Sol elinin yukarıyı işaret etmesi de “insanoğlunun gelişmek,dallanıp,budaklanarak çoğalma” isteğinin temsiliydi.
Kanatlarının üzerine değen sağ elinde tuttuğu halka da,Zerdüşt’ün imanına olan sadakatini temsil eden “akit halkasıydı”.
Yani,insan tanrısına ve emirlerine bağlı kalacağını vaat ediyordu.Bu vaadi de o halkada kayıtlıydı.Bir çeşit “hard disk” yani.
Pers İmparatoru Daryus Aslan avındsal ruh Faroha tarafından izlenirken.Resim Daryus'un mühründen elde edlimiştir. iki resim arasında 3.bin yıldan az bir zaman yoktur.
Ruh’u temsil eden bu şekil,eski Mısır dininde,kanatları gergin olarak yanlara açılmış olan “gergin kartal” sembolünü andırmaktaydı.
İslamiyet’te de ,Hz.Muhammed’e vahiy getiren ve “uçan kürsüden” seslenen ,haberci melek Cebrail ile eşleşmektedir.
Ayrıca,Hz.Muhammed'in doğumundan önce kabenin duvarlarının yeniden inşaası sırasında temelin üzerinde beliren "dev yeşil yılanı" alan "kartal"ı da anımsatmaktadır.

Zerdüşt inancı Pers İmparatoru Büyük Darius-Daryus-Krus’un (550–486 İ.Ö)“Tek Tanrı” inancında taviz vermeyen tutumu sayesinde Pers sınırları ve yakınlarında ,Tuna’dan Afrika’da Moritanya’ya, İngiltere’den Çin’e,Kırım’dan Yemen’e kadar,o zamanın dünyasının her yerinde yayıldı.
Zerdüşt 'ün ölümünden sonra insanlar, onun karşı çıktığı Mitra, Anahita gibi tanrılara tekrar tapınmaya başladılar.
Kutsal boğayı öldürerek,kötü yer altı rıhlarına kurban keserek yatıştırmak zorunda kalan insanlardan Kurban kesme zorunluluğunu kaldıran Mitra'nın boğayı öldürme sahnesi.O da Güneş tanrısı Bilge Tanrı Ahura Mazda'nın oğludur.İlahi ışıkla insanları ve doğayı aydınlatır.
Mitra=”Hint dilinde Dost,Yaren,Arkadaş.Aşık Veysel'in aradığı "dost" tanrıdır,belki de Mitra'dır.”:Hint akıl ve doğru sözün sahibi,yapılan akitlerin, yeminlerin koruyucusu, ahret gününün ve evrenin tarafsız yargıcı” Adalet Tanrısı olarak tapınılan Mitra –Varuna ikili tanrı kavramının hırsızlamasıdır.
Bu da Mitra'nın Haç'ıdır.İsa'nın gelmesine daha 400 yıl vardır.
Hintliler de onu Mısır’ın ,Ra’sının ve
-Mısır tanrılar meclisinin katibi,
-verilen sözlerin,yapılan antlaşmaların koruyucusu,
-hakim,
-ahret gününün, (tanrıların ve insanların) evrenin tarafsız,adil yargılayıcısı,hakimi,
-baş tanrı Ra’nın sözlerini insanların diline çeviren,
-tanrıların yazılarını karelere bölerek insanların okuyup yazmalarını kolaylaştıran ALFABEYİ keşfeden,İnsanların ilk baş öğretmeni,(Yazarın yorumu)
-İncil'in "Rab-Öğretmen Tanrısı,Kuran'ın ilk suresi olan Alak Suresinde "kağıt-kalemle okuma-yazma öğreten" Allah tanrımlarının kaynağı.(Yazarın Yorumu)
-Ra’nın dili ve kalbi olarak saygı gösterilen,
-Ra’nın gece yolculuğunda,kayığında yanında bulunan,
-Ra’nın gözü,tapınakta bulunan bütün tanrıların da yargıcı, tabiatı ve evreni ölçülerine göre düzenleyen,
-şarkılarıyla gök cisimlerinin ve güneşin seyirlerini,mevsimleri düzenleyen,cennetlerin ve cehennemlerin de mimarı,
-bütün sırların sahibi,maji-büyü ustası, büyücülerin en büyüğü,
-insanlara yol göstermek için yazdığı çok önemli kayıp 42 temel kitabı bulunan,”Üç kez ululanmış”,”Üç kere ULU” olarak anılanı
-Bütün tanrıların "RA"nın görüntüsü oldukları inancına dayanılarak,Ra'nın en gelişmiş hali olarak da kabul edilmiştir.
-Yunanlı Eflatun’a göre “her şey” olan, bilge ay tanrısı,İbiş kuşu gagalı insan vücutlu Thoth-A’ah’ın (Dod-A'ah) çalınmış sıfatları ile uydurulmuş bir tanrıdır.Benzer veya aynı sıfatlarla saygı gösterilmektedir.
Yunan tanrılarından Hermes onun sıfatından tırtıklanarak üretilmiştir.
Arap-Yahudi melezi Hicaz Araplarının İslamiyet öncesi “El Ellah-Allah" adıyla taptıkları,(Arapça’da adların başına İngilizce’deki “The” gibi “El” belirteci getirilir.”El ‘El A’ah-ELA’AH-İlah ve yüceltilmiş hali ile El Ellah-Türkçe söyleyişi ile Allah”ın kendisidir. Bu yüzden halen Mısır ve Arap dünyasında İbiş kuşları halen kutsal sayılıp korunmaktadır.
Bütün Mısır firavun mezarlarında yüzlerce İbiş Kuşu mumyasının bulnmasının yanında,eski Türk filimlerinde Münir Özkul'un canlandırdığı "aptal görünüşlü-kurnaz köylü İBİŞ" karakterinin kaynağı da bu kuşun İslam almeinde de sayıldığına işarettir.
Sümer’in su tanrısı,ilk adem’i “Adapa’yı” yaratan,yeryüzünü kıtalarıyla ve yıldız ve gezegenlerin yörüngelerini tayin ederek,barındırdıkları yaşam türleriyle birlikte gökleri düzenleyen,tufanın sularını kutuplara nefesi ile süren,nebatat dahil bütün canlı türlerini ve tanrıları yaratan,yaşamaları için gerekli aklı veren,gök tanrılığını zar işinde küçüğü Enlil’e karşı kaybettiği için sürekli sorun yaşayan,göklerde 36 takım yıldıza sahip olan,yeryüzü tanrısı “Ea veya Enki’sinden tırtıklanarak üretilmiş “Tanrı tanımlamaları” dır.


Mısır Ay Tanrısı Thoth,A'an-A'ah,El 'a'ah-İlah,Allah başında güneş diski ile ilk alfabe olan Hiyeroglif alfabesini karelere ayırarak insanların öğrenebileceği hale getirirken.İlk Baş öğretmen.(Öğretmenler yaptıkları işin "Tanrı-Allah işi" olduğunun bilincinde olarak görevlerine sarılırlarsa,gördükleri saygının katlanarak artacağından emin olsunlar)

Gatha 'lar diye adlandırılan kutsal metinler ona dayandırılır.

Zerdüşt, Yüce Tanrı olarak telkin ettiği Ahura Mazda ile yakın irtibatı bulunduğunu ilan etti.

Ona göre alemlerde mücadele eden, İyilik ve Kötülük diye adlandırılan iki asli ruh (ilkine “Spenta Mainyu”, ikincisine “Angra Mainyu” denilir) var idi. Ahura Mazdah 'ın bu iki ruhla alakasını bugün pek iyi bilemesek de O, iyilikle beraberdir. İnsanoğlu, bu iki ruh arasından birini seçmeye mecburdur ve seçimi onun kaderini etkileyecektir.
Zerdüştlük’te Ateş’in Yeri;
Ateş Zerdüşt dini inancı tarafından kutsal olarak kabul edilmektedir.Ateş Zerdüştizm 'de çok önemli bir yere sahiptir. Avesta 'ya göre ateş tanrı Ahura Mazda 'nın ruhu ve oğludur. (İsa’nın teslis kavramı.Müslümanlarda ateşe tükürmek,işemek gibi şeyler günah sayılır.)
Esas olarak ateşe üç anlam veriliyordu veya bu anlamlarda ateş kutsanıyordu. Ateşin başlangıcı olarak ev ateşi yani ocak ateşi kabul ediliyordu. İkincisi kurbat ateşi olup, bu ateş devamlı yanan ve kötülükleri uzaklaştırandır. Üçüncüsü ise halk topluluklarınca meydanlarda yakılan ve etrafında eğlenilen,aynı zamanda ateşle temasa gelerek veya bu ateşin içinden geçerek suç ve günah işlemiş olanlar, kime karşı suç veya günah işlemişse onun yakacağı ateşin içinden yürüyerek kendini temize çıkarması günahını veya suçunu affettirmesi, yani kendisinin suçsuz ve günahsız olduğunu ispatlaması geleneği bakımından önemliydi. (Aleviler ateşten atlarlar,Hıristiyanlar,İsa’ya inanmayanları ruhlarını günahtan temizlesin diye topluca yakarlar.Kaynağı bu dindir.)
Zerdüştlüğe göre esasta yeryüzündeki her türlü canlı ve cansızda ateş vardır. İnsanda ,hayvanda , bitkilerde gökte ve yerde bu ateşi değişik zaman ve durumlarda açık görmek mümkündür. Bunlarda insanda bulunan ve insanların ilişkilerini sağlayan ve aynı zamanda Tanrı ile ilişkide olan ateşin en kutsal ateş olduğu belirlenir.
Bu ateşin 215-216 değişik ateşten meydana geldiği ve her bir ateşin ise çalışan bir meslek grubuna ait olduğu belirtilir. Aynı zamanda insanların değişik şeylerden yaktığı ateşin, insanları kötülükten ve günahlardan arındırdığına inanılır. Ateşin, dünyanın yaratılışında altı unsurda karışık varlığı ile ateşten yaratıldıkları belirtilir. Bu unsurlar gökyüzü,yeryüzü,veya toprak,su,bitkiler,hayvanlar ve insanlardır.Bunların bünyesindeki ateşi değişik şekillerde ve olaylarda gözle dahi görmek mümkündür diye belirlenir.
Zerdüştlükte sabah güneşinin öğleye kadar geçen zamanda bereket getirdiğine inanılırdı.(Hintlilerde,Sabilerde de vardır.Müslümanlara Sabah Namazı şeklinde geçmiştir.)
Bu inanca göre ateş,sadece günah ve suçlardan arındırıp temizleyen yetkisinin dışında aynı zamanda ilahi güç, kuvvet ve kudret veren bir kaynak olarak da görülür. Çünkü ateşin tanrı Ahura Mazda 'nın oğlu olduğuna inanılmasının yanında, insanların ruhlarının da ateşten geldiği ve ölümden sonrada ruhun yapılmış olduğu gökteki ateşe çekileceği ve onunla birleşeceğine inanılmaktadır.
Hindistan’da yaşayan Parsiler günde “beş defa “ (Müslümanlarda 5 vakit namaz) ateşin temizliğini korumak için temizleme ayinleri yapılır. Bu ayinler, rahiplerin nezaretinde yürütülür. Ayinlerde Avesta 'dan ilahiler, parçalar okunur.(Müslümanlar da namazda Kurandan kısa sureler ve ayetler okurlar.Kiliselerde rahipleri de benzer işlemi yaparlar. İbrani dinlerin tümü bu dinden sonra gelmiştir.)
PAFLİKYANLAR (Pavlusçular)
Mani inanışından türemiş,düalist-ikicil bir Ermeni mezhebidir. Pavlikyan,Bavlikyan veya Paulician adı ile bilinirler.İsa’nın öğretilerini Atina’ya kadar yayan aziz Pavlus’un öğrencileri anlamına gelmektedir.
Hz.İsa,o da,başında Güneş halesi ile ilahi nurla etrafını aydınlatmaktadır.Yanı,o da Nurcu-Aydınlatıcıdır.
Samsat’lı Pavlus ile alakalarının olmadığı bilinmesine rağmen onun öğrencileri olarak da nam salmışlardır.İnandıkları Pavlus’un hangi Pavlus olduğu karanlıktır.Paflikyan adı ilk kez İ.S.719’da Ermeni kilisesinin Duin Sinod’unda kullanılmış,bu Sinod denen kişi de onlarla ilişki kurulmasını yasaklamıştır.
12 Havarisi de öyle,Onlar da Nur'la,ilahi ışıkla aydınlatırlar.
Manilikten kaynaklandığı zannı uyandıran Paflikyan öğretisi,”maddi varlığı olan tüm varlıklar kötüdür” demektedir.
Eshi Ahit’i yani Ahd-i Atik’i,İncil Tevrat’ını kabul etmezler,İsa’nın yeniden doğacağına inanmazlar.
Onlara göre İsa Tanrının yeryüzüne gönderdiği bir melektir ve gerçek annesi göklerdeki Kudüs’tür.Gerçek öğretisi yaydığı inançtır.Ona inanmak insanı son yargıdan kurtarır,gerçek vaftiz-günahlardan mesh edilerek arınma onun sözlerini duymakla olur.
Haça değer vermezler,İsa’yı ret ettiği için aziz Petrus’un mektuplarına kıymet vermezler.Luka İnciline ve Pavlus’un mektuplarına değer verirler.Kiliseyi,dogmalarını,geleneklerini de ret ederler.
Kilise,ayinler,maddi her şey kötüdür.
Herkes kutsal metinleri okuyup yorumlama hakkına sahiptir.Resim ve heykellere karşıdırlar.Mistik yetkilerin tümünü de ret ettikleri için dünyaya ait bütün değerlerden kendilerini arındırmışlardır.
Örgütlenmelerinde önde gelen kişileri tarikatın farklı yörelerindeki kurucularıdır.Bu kurucular,Aziz Pavlus’un öğrencileri ve ruhlarını onun öğrencilerinin ruhlarından almış olanlardır.
Toplantılarını da proseuchai-(PRUSUÇAY) dua evleri denilen yerlerde yaparlardı.Cem evleri gibi.
Azizlerden sonra konsül oluşturan “synechdemoi-(SNEÇDEMOY)Yoldaşlar ile toplantılarında düzeni sağlayan “notarioi-(notaryoy)-yani Noter-onaylayıcı,tasdik edici gelir.
*Baskı altındayken inançlarını saklamanın hatta ret etmenin gereğine inanırlar.Bu yüzden dışarıdan kiliseye bağlıyken de inançlarını gizlice sürdürmeyi başarmışlardır.
Düşmanları tarafından dua evlerinde bile ahlaksız davranışlarda bulundukları ileri sürülmüştür.(Bu suçlama günümüze kadar gelecek ve yurt içi ve dışında da sürecektir.)
Maddenin onlar için sadece simgesel bir değeri vardır.Bu inançları onların iktidar ve politik hakların varlık nedenini de inkar ediyorlardı.Bu açıdan dinde,inançta eşitliğe dayalı bir kavram geliştirmişlerdi.
Bu hakim olan Katolik öğretisine göre “eşitlikçi bir dinsel anarşizm” anlamına geliyordu.
En büyük amaçları,ırk ayrımından arınmış,inananların mistik birliğine ulaşmaktır.
GNOSTİZM (Bilinircilik-Bilgiye tapmak)
Bilinircilik adıyla bilinen ilk Hıristiyan akımıdır.Kelime anlamı olarak Yunanca Gnosticos-bilgiye sahip insan sözcüğünden türemedir.Tanrısal mutlak bilgiye bir anlık aydınlanma ile,sezgiyle ulaşılabileceğini savunur.İsa’nın tanrının oğlu olduğuna inanmazlar,haç’a değer vermezler,İsa onlara göre sadece insandır.Çilecidirler,Grek uydurması Hıristiyan dogmalarına inanmazlar.
Havarici Gregorcu Ermeni Hıristiyan Mezhebinin kurucusu Aziz Gregory İlluminator (Aydınlatıcı,Işıkçı,Nurcu)
Sabilik,Manilik,Hermetizm inançları ile uyuşurlar.
Helenleşmiş Zerdüşt (Mecüsi)lük,platonculuk ve Yahudilikten etkilenerek oluşmuştur.
İran,eski Yunan-Grek,eski mısır,Babil veya Yahudi kaynaklı olabileceği kanaati yaygındır.
İnançlarının temeli,ışık-karanlık,iyilik-kötülük,maddi beden ve evrenin kötülüğü-ruhun ilahi evrene ait olması yani ikicilik temeline dayanır.Ruhun bedende hapis hayatı sürdüğü,bundan kurtulmak için “ilahi bilgi” ye (Gnosis’e)ulaşmaktır.
İlk resmi Hıristiyan devletini ilan etmiş olan Ermeni kilisesi de “Gnostik” bir kilisedir.
Ölümü kurtuluş olarak görmesi,insanlarda “intihar düşüncesini uyandırıp güçlendirmesi açısından sakıncalı ve sapık bir öğretidir.
UNİTARYANLAR (Unitarianism)
Grek rahiplerince uydurulan,bu gün bütün dünyada yaygın olan Hıristiyanlık inancına havarilerden Aziz Pavlus’un soktuğu “teslis-üçleme” kavramını ret eden kavramlar Pavlus’un sağlığında başlamış ve ölümünün ardından sürmüştür.
İ.S.256 doğumlu (Saint Arius of Alexandria)-İkenderiye’li Aryus tarafından şekillendirilen, ”Tanrının birliği-Vahdet-i Vücut” anlamına gelen,teslisi ret eden,İsa’yı, insan,peygamber, kabul eden Tanrının birliğine dayalı bir Hıristiyan mezhebidir.
İS.325’de İznik konsülünce iddiaları ret edilen Aryus’un öğretisi “Aryanizm” olarak da bilinmektedir.
İnsanın günahkar doğduğuna,günaha meyilli olduğuna,yazılan kitapların,yazarlarının insan olduğu için hata yapabileceklerinden doğruluklarına inanmazlar.
Tanrının birliğini,onu ve yarattığı insanları sevmeyi,ebedi hayatın sonsuzluğu kavramlarına inanırlar.
Dua etmenin tanrının işine karışmak olduğuna,ölüm sonrası ebedi hayatın olacağına,tanrının varlığına inançları nedeniyle cehenneme girmeyeceklerine ancak,yaşam kalitesi hakkında bir garanti olmadığını kabul ederler.
16.yüzyılda İngiltere ve İspanya’da matbaanın icadından sonra yaygınlaşmış,inananları çok ağır cezalara çarptırılmış,aforoz edilmiş veya öldürülmüşlerdir.Macaristan’da da Feredric David tarafından krala 1571 sonrası kabul ettirilmiştir.
Macaristan,Transilvanya,Polonya,İngiltere,Amerika’da kurdukları bir çok teşkilat vardır.
Belki de ülkemize gelen Macar asıllı George Soros,Macar Yahudisi Sarkozy,G.bush,Tayyip, Fethullah Gülen Hoca,Said Nursi gibilerin bu tarikatlarla ters düşen kaç yönü var ki?
MANİHEİZM
Mani inanışından bahsetmek aşağıdaki konu için faydalı olacaktır.;
Mani dininin dünyayı görüşünde “tanrısal aydınlık” ile karanlık iki rakip olarak karşı karşıya durur.
Bu ikisinin birbirleri ile mücadelesinde aydınlığın bir kısmı karanlığın içinde (dünyanın içinde) tutsak kalmıştır. Herhangi bir canı söndürmek, hatta bir meyveyi dalından koparmak bile tanrısal maddeye zarar verip aydınlığın tutsaklığını daha da uzatır.Işığın (aydınlığın) tutsaklığına ancak „seçilmişler“in yardımı ile son verilebilir.
Seçilmişler hiçbir canlıyı incitmezler ve asla cinsel ilişkide bulunmazlar. Bu yüzden kendi başlarına geçimlerini sağlayamazlar ve „dinleyenler“ (bir tür asistanlar) onların ihtiyaçlarını temin ederler.(Budist rahiplerinin dilenmesinden alınmış bir ritüel)
Seçilmişlerin sindiriminde ışık ile karanlığın birbirinden ayrıldığına, dua ve şarkı yardımı ile bu elde edilen ışığın tekrar tanrıya geri döndüğüne inanılır.
Ancak dinleyenler de günahlarını temizlemek için birçok enkarnasyonlardan geçmeleri gerekir.İnanca göre dünyanın sonunda ışık ile karanlık ebediyen ayrılacaklardır.
SABİLER (İng.Mandenler-Bilgili,arif olanlar.)
SABİLİK, İlk Tek Tanrılı din olan Güneş Kültü dininin, yüce Tanrının Sembolü olarak kabul ettiği Güneşi, Tanrının kendisi yerine koymuş bir inanış biçimidir. Sabiler, başta Güneş olmak üzere, yedi yıldıza tapınırlardı. Bunlar, en yüce tanrı olan Güneş tanrısı "Şamaş", onun dişil yönü olarak kabul edilen Ay tanrıçası "Sin", ve diğer vasıflarının temsilcileri olan Merkür tanrısı "Nabu", Venüs tanrısı "İştar", Mars tanrısı "Nergal", Jüpiter tanrısı "Marduk" ve Satürn tanrıçası "Ninutra" idi. Sabiler, bu tanrı ve tanrıçaların yanı sıra, Hermes'i, Pisagor'u, Orfe'yi de birer yarı tanrı olarak görüyorlardı.

Kuran'da Tek Tanrılı dinler arasında, SABİLİK de sayılmaktadır. Bunun nedeni, İslamiyet'in birçok söyleminin ve tapınım tarzının Sabilikten geliyor olmasıdır. Namaz kılma, oruç tutma, kurban kesme ve kutsal yerleri ziyaret etme, yani hac gibi ibadet tarzlarının yanı sıra, her namaz öncesi abdest alma gibi adetler, hep Sabi kökenlidir.
Sabilikte, yedi gezegenin her biri için, günde yedi kez namaz kılınırken, bu sayı İslamiyet’te beşe indirilmiştir.
Ay görününce oruca başlanması ve izleyen ayın başında bitmesi geleneği, İslamiyet’ten önce Sabiler arasında görülmektedir.
Muhammed öncesi Hicaz Arapları da ay kültü dine sahiptiler.Diğer dinlerin tersine ,Araplarda ay,erkek,güneş dişiydi.”Ay Tanrısı Kültü ve Allah’ın Kızları” başlıklı yazımı okuyabilirsiniz. Çocukluğumda annemin bana öğrettiği, bir yeni ay duası vardı, hatırladığım kadarı ile şöyleydi;
“Ay’ı gördüm alâ,amentübillah,ay mübarek olsun, Elhamdülillah”.
İslam,tek tanrılık yanında,Mecüsi temelli Hicaz Araplarının ve Sabiilerin ay tanrısı kaynaklı inananları da,diğer eski inanç mensuplarını da bünyesine çekebilmek için kendinden önceki dinlerin yaptığı gibi,onları dolaylı yoldan doğrulama yolunu tercih etmiştir.
Sabilikte, her gezegen için her gün namaz kılınmasının yanı sıra, haftanın günlerinin her biri, bir gezegene özel ayinler düzenlenmesi için ayrılmıştır. Pazar günleri Güneş ayinlerine, Pazartesi Ay ayinlerine, Salı Mars, Çarşamba Merkür, Perşembe Jüpiter, Cuma Venüs ve Cumartesileri de Satürn ayinlerine ayrılmıştır. Latince kaynaklı batı dillerinde günlerin isimleri, bu güneş kültünün günümüze yansımasından başka bir şey değildir. Örneğin Pazar "Sunday" Güneş günü, Pazartesi "Monday" Ay günü ve Cumartesi "Saturday" de Satürn günüdür.
Sabîlerin Kuranda;
Bakara Suresi 62. “Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabîler; bunlardan her kim Allah'a ve ahret gününe gerçekten iman eder ve iyi bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında mükafatları vardır. Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaklardır.”;
Maide Suresi 69. “Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Sabîler ve Hıristiyanlar her kim Allah'a ve ahret gününe iman edip de dürüstçe çalışırsa, artık onlara korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir.”
Ve
Hac Suresi 17. “İman edenler, Yahudi olanlar, Sabîler (yıldıza tapanlar),Hıristiyanlar, Mecusiler (ateşe tapanlar) ve müşriklere gelince, muhakkak Allah kıyamet günü bunların arasını şüphesiz ayıracaktır; çünkü Allah her şeye şahittir.”
Ayetlerinde bahisleri geçmektedir.
(Blog yazarın notu.)
Son Hac 17.ayete ise ,iman edenler sayılırken Yahudi,Hıristiyan ve Sabi’lere Mecusilerin de eklendiğini görüyoruz.Sadece “Müşriklerin (eş koşanları) “ve” bağlacı ile ayırması dikkat çekicidir.Bu tercümandan kaynaklanmıyorsa,Tevrat Danyal suresinde geçen,Allah’ın Yahudi ve Greklerden önce İranlıları (Mecusileri) seçtiği konusu doğrulanmış olmaktadır.
İran’ı fetheden Hz.Ömer’in komutanları ve valilerinin,hatta zalim Haccac’ın bile İranlıları soykırıma uğratmamalarının ardında bu ayetin yattığı da ortaya çıkmıştır.
http://aykiritarih.blogspot.com/2006/05/sabilik.html
http://keykubat.blogcu.com/ay-tanrisi-kultu-allahin-kizlari/2454676
SAHTE ALEVİLER KİMLERDİR?
Alevi’lik deyince öyle bir kerede karar verilecek bir konu olmadığını bilmeyen yoktur eminim.
Bu konuyu birazcık açayım;
“Ali’vi-Ali’den gelen-Ali’yi seven,“Âli’vi-Uludan gelen-yücelikçi-yani insanı öne çıkaran anlayıştır.
Hz.Ali'nin ve ailesinin Alevilerce aynı şekilde güneş tacı ile taçlandırılmaları ilginç bir bağlantı değil midir?


Son zamanlarda böyle tanımlamaları aslı olmasa da görmeye başladık.
“Alev’i” yani,Alev’den gelen,”Alev”i sevenler.Ateşçilerdir.Güneşe tapan, Mecusiler.
Ne kılığa girerlerse girsinler,”neyiz” derlerse desinler,ille de “Mecüsilik” de direnmeleridir.
Hz.Ali ve İslam konusunda takiyye yapmaları,yalan söylemeleridir. Bunlar,bizim “dönme Ermeni” dediğimiz –Tunceli-Dersim kökenli Alevilerdir.
Dersim Aleviliğinin tarihine doğru geri gittiğimizde ise,eski Ermeni inanç yapılanması ve özelliğini kaybetmiş bir takım Ermeni,Türk ve Anadolu halk gruplarının izleri ile karşılaşırız.

Hacı Bektaşi Velî de başında Güneş Tacı-İlahi Nur ile aydınlatır.
Bu inanç yapılanmasının,sırası ile Med’ler dönemi,Mitracılık,Persler, Grek,Grek-Bizans dönemi Mecusilik-Mazdacılık,Apostolik (Havarici) Gregorcu Ermeni ve Katolik Roma ve Ortodoks İstanbul Kiliselerince de sapık ilan edilmiş olan Pavlusçulak,Gnostiklik(Bilinrcilik), İslam kültürü döneminde,Hurufilik,Rafızilik, İsmailiyecilik ve Dereziliktir.
Son marifetleri de AB-D sivili toplum kuruluşlarından ve hükümetlerinden aldıkları desteklerle ve diğer Alevileri de kandırarak,Bektaşiliği ele geçirerek kendi inançları doğrultusunda yönlendirmeleri şeklindedir.
Bunda da,diğer Alevi yapılanmalarının zayıf kalmaları ve kendilerini destekleyecek kültürel ortamı kuramamış olmalarıdır.(Vatana ihaneti beceremedikleri için olsa gerekir.)
Özünde “Ermeni inancı milliyetçiliğine” dayalı bu yapılanma bu gün devletin resmi-sivil tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçirmiş,Alevi-Sünni,Türk-Kürt ve etnik ayrımcılığı körükleyen her türlü faaliyetin içinde yer almaktadır.
İnançlarının temelinde,”baskı altında oldukları sürece inançlarını inkar etme,(Pavlusçular bölümü)yanındaki gibi görünme gibi her türlü yalanı da mübah sayan” kuralları sayesinde,dünyanın her yerinde rahatça yaşayabilmektedirler.
Ama,başından beri “sapık cinsel ilişkileri”(iftira saymaktadırlar) yüzünden dışlanıp soykırımlara da uğratılmışlardır.Belki bir çoğu sapıklık içinde olmasa da,olanları onları tanıtmaya yetmektedir.(Her toplumda böyle bireysel olaylar çıkabilir.Yalnız bunların olayları ya abartılıyor ya da gerçekten fazla çıktığından “yeter gibisinden” gündeme getiriliyor olabilir)
Sahte Alev-i’lere,Osmanlı zihniyeti ile Cumhuriyet dönemi gözüyle okuyalım.Bakalım eskiler neler yazmışlar?;
Günümüzde Bektaşi Aleviliğinin temsilcisi olarak kendilerini gören bu yapılanma hakkında, ”Eski Kadıköy Müftüsü” namıyla bilinen,Işıkçı,Arvasi oğlu Esseyid Ahmet Mekki ÜÇIŞIK , ”Saadet-i Ebediyye-Sonsuz Mutluluk” adlı 07.Temmuz 1967 baskılı kitabının 448. sayfasında “Bektaşilik-Bektaşilik Tarikatı Nasıl Bozuldu” başlığı ile Tokatlı İshak Efendi’nin yazdığı “Kaşif-ül Esrar” adlı kitabından alıntı bir yazı koymuştur.
Yazı 5 sayfadan ibaret olduğu için,yazarın diline sadık kalmaya çalışarak kısa alıntılar yapacağım.Merak eden alsın okusun;
“İslamiyyeti yıkmak için çalışanlardan biri Bektaşiler oldu.Bektaşi deyince,iki dürlü insan anlaşılır;
Birincisi,hakiki,doğru,Bektaşi olup Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinin gösterdiği hak yolunda giden temiz Müslimanlardır.
Bektaşilerin ikincisi,”yalancı Bektaşilerdir”.Eskiden Bektaşi denilen kimselerin çoğu bunlardı.Zemanla azaldılar,yok oldular.
Bu sahte Bektaşiler,Müslimanlar arasında rahat yaşamak ve dinsizliklerini saklayarak gençleri aldatabilmek için bu kıymetli ismi maske olarak kullanmışlardı.
Böyle kıymetli isimler altında saklanan,dinsizler,az değildir.Mesela Cehenneme gideceği bildirilen Rafıziler kendilerine ALEVİ demişlerdir.Eskiden,Hz.Ali’nin “radyallahü anh” soyundan olanlara “Alevi” denirdi.Bunlara sonradan “Seyyid” ve “Şerif” isimleri verildi.
Alevi”,hazreti Ali’yi seven ve onun yolunda bulunan hakiki müsliman demektir.
Görülüyor ki “Alevilik” üç çeşit kimselerin isimleri olmuştur.Bunlardan yalnız birisi bozuk olup,sahte alevidir.
Melami” ismi de böyledir.Hiç ibadet yapmayan,her çeşit günahı,kötülüğü işleyen şeriate uymayan sapıklar kendilerine “Melami” diyorlar.
Bunlar şeriate uyan müslimana “sofu”,müteassıp” adını takıyorlar.Halbuki Melami,beş vakit nemaz gibi farzları camide kılıp haramlardan sakınan nafile ve sünnetleri evinde gizli kılıp şöhretten sakınan temiz kimse demektir.Şimdi nemaz kılmayanlar “biz Melami olduk” diye Müslümanları aldatıyorlar.
Müslümanları aldatmak için kendilerine kıymetli bir ism takan dinsizlerden biri de Bektaşi adı altında toplanan Hurifilerdi.Bunlar,önceleri iç yüzlerini saklıyorlardı.(H.1288 –M.1872)yılında maskelerini kaldırmağa,başladılar.”Cavidan” adındaki gizli kitaplarını ortaya çıkardılar.Bu kitapları altı formadır.Bir formasını hurufiliğin kurucusu olan Fadlulullah bin Ebi Muhammed Tebrizi,Farisi dili ile yazmış,beş formasını da bunun talebelerinden bazıları düzmüştür.Bunlardan Ferişteh oğlunun Aşkname (Işkname) adındaki formasında küfrleri öteki formalardaki kadar açık olmadığından bunu 1871’de İstanbul’da taş üzerinden bastılar.
Fadlullah Hurufi adındaki zındık,Hamdan adındaki bir Kurmutinin dervişi idi.Karamitlere “İbahıyye” de denir.Bunlar,haramlara halal deyip,yetmiş,seksen sene hacıları soydular. Müslümanları öldürdüler.Hükümet kurdular.Hükümetleri yıkılınca,dağıldıkları yerlerde gizlendiler.(Bir başka Ergenekon hikayesi).
Bunlardan Hamdan-i Kurmutinin Küfe şehrinde yetiştirdiği müridlerinden Fadl,İran’da Esterabad şehrinde gizlice küfr yaydı.Dokuz yardımcı buldu.Nokta ilmi diye bir şey uydurdu. Bu iş mübahdır,nokta çift geldi.Falan şey haramdır.Nokta tek geldi derdi.İbni Hacer-i Askalani hazretleri “Enba-ı Fadl” adındaki tarihinde,Fadlullah ve Hurufilik hakkında geniş bilgi vermektedir.
Fadlullahın küfrleri yayınlınca,Timurlengin oğlu Miran Şah,babasının emri ile,H.796-M.1393 senesinde Fadlulah’ı öldürdü.Bacağına ip takılıp sokaklarda sürüklendi.Böylece İslamiyyet büyük bir düşmandan kurtuldu.
Yavuz Sultan Selim han,ehl-i sünnet alimi (Maveraün nehir’den Antakya’ya yerleşmiş,Arap bir vaizin oğlu,Kudüs,Mısır’da eğitim görmüş,Memluk’lu Melik Kaytebay müftü yapmıştır.) Mola Arab’ın öğütleri ile Rafıziliğin yani Kızılbaşlığın yayılmasını önlediği gibi Timurleng de İslamiyyet için çok tehlikeli olan Hurufiliğin yayılmasını önleyerek İslamiyet’e büyük hizmet etmiştir.
Bunun için sahte olan Bektaşiler Timurleng’i sevmez,onu hep kötülerler.
HURUFİLERİN BEKTAŞİLERE KARIŞMASI
Fadlullah öldürülüp Esterabad yıkılınca,dokuz yardımcısı kaçdı.Bunlardan “Ali-yül-a-lâ” adındaki kimse,Anadolu’da bir Bektaşi tekkesine geldi.”Cavidan”ı gizlice yaymağa,cahilleri aldatmağa başladı.
Hac-ı Bektaş-ı Velinin yolu budur dedi.
Haramlara mubah,nefsin arzularına serbestdir dediği için sözleri kötü insanlar arasında çabuk yayıldı.
Sözlerine “sır” deyip,çok gizli tutulmasını emr ederdi.Sırları yabancılara açanları öldürmeleri bile vaki olurdu.Sırlara Cavidan kitabında “A,C,V,Z” gibi harflere işaret ederdi.
Herbiri kafirlik olan bu işaretler” Miftah-ul hayat” adındaki kitapta açıklanmıştı.Bu kitaba da “sır” dediler.Elinde “sır” kitabı olmayan Cavidan’ı anlayamaz.
1397 yılından beri pek çok zavallıları aldattılar.Dinden çıkardılar.Aralarına Masonlar da karıştı.Yehudi parası ile beslendiler.1823 senesinde küfrlerini açıkça yaymağa başladılar.
Sultan II.Mahmud Han,tarafından “Ulu”ları katl edildi.Bektaşi tekkeleri dağıtıldı.Yerlerinin Nakşibendilere verilmesi için ferman buyurdu.Dağılarak gizli çalıştılar.1871’de tekrar ortaya çıktılar.Ferişteh oğlu Abdülmecid’in “Işkname” Aşkname risalesini 1871’de bastılar.Yayılmağa başladılar.Bunlara aldananlara “Işık Taifesi” denildiği,Bursa’lı İsmail Hakkı Hazretlerinin “Hucet-ül baliga” kitabı başında yazılıdır...
Bektaşi adı altında saklanan Hurufiler,Müslümanları aldatmak için birkaç yoldan saldırıyorlardı.;
1-Fadl-ı Hurufi,ilah,tanrı diyorlardı.Cavidan’da diyor ki,Tanrılık,ezelde görünmez bir kuvvet idi.Önce harfler şeklinde,sonra peygamber şeklinde ,nihayet Fadl’da açığa çıktı.Önce Adem peygamber şeklinde göründü,melekler bunun için Ademe secde etti.Dört kitabın manasını Cavidanda bildirdi.
2-Hazreti Ali’nin sözleri diyerek uydurdukları “Hutbet-ül Beyan” ve başka kitaplarda hadisler düzerek “Ali’yi sevenlere günah zarar vermez” diyorlardı.”Böylece,ibadete lüzum yoktur.Haramlar helaldir,” diyerek amelsiz,ibadetsiz Cennete girmek isteyen cahilleri aldattılar.Bir kimseyi böyle aldatıp,ibadetten,imandan ayırdıktan sonra “Sır” kitabını öğretmeye başlarlardı.


Çünkü Cavidan’da “Ehl-i Beyt’in” adı bile yoktur.
Hutbet-ül Beyan’ın Türkçe şerhi de vardır.

3-Bütün dinlerin bir olduğunu,hepsinin 16 kemerbend i,çinde toplandığını söylerlerdi.On altı kemerden her biri,bir peygamberin şeriatı imiş.O kemeri kullanan o peygamberin şeriatını yapmış olurmuş.Mesela Adem aleyhisselamın kemerini takan hep deri giyermiş.Çünkü,Adem aleyhisselam deri elbise giymiş.

Musa aleyhisselamın kemerini takan,”kısrağa” binmezmiş.İsa aleyhisselamın kemerini takan evlenmez imiş.Hıristiyanların üç uknûmuna yani üç tanrı olduğuna inandıkları Ferişteh oğlu Cavidan’da yazıldır.

Yine orada,Hz.Ali denilen zât,Fadl-ı Hurufi idi diyor.

Bir başka sahifesinde ,Fadl-ı Hurufi,Muhammed aleyhisselamdan ve Aliden (haşa) daha üstündür.Onlar,şeriatlerin inceliğini Fadl kadar bilmiyorlardı,diyor.Yazıları birbirini tutmuyor.
Sahte olan Bektaşiler Alevi de değildir.Müşrikdirler.
Yehudiler,Masonlar tarafından desteklenerek,cahil Müslümanları dinden çıkarmaktadırlar. Yeni aldatılanlara “Cavidan”ı göstermeyip,kendilerini “Alevi” olarak tanıtıyorlar. Halbuki,”Şî” alimleri,sahte Bektaşilerin “kafir” olduklarını söylemektedirler.

4-Haramlara,yalan söylemeğe “caiz” dedikleri için “Hamzaname” ve “Battalgazi” gibi uydurma kitaplar yazdılar.(Bu da Cüneyt Arkın’ın bir filmi ile gerçek oldu.)Baba denilen ulularından uydurma kerametler aldılar.

(Blogcunun notu-Ermenilerin bu özelliği,kendi kiliselerini üstün,seçkin göstermek için Aziz Pavlus’un Ermenistan’ı gezerek kendilerinin ilk Hıristiyanlığı ondan öğrendiklerini söylerler.
Benzeri olay,İslam dönemi Tunceli Aleviliğinde de vardır.Tunceli’nin sırtını verdiği yek pare kayanın sipsivri göğe yükseldiği “Düldül Tepe” adlı bir tepe vardır.Anlattıklarına göre,Hz.Ali buraya gelmiştir.Atı da kaçarak bu tepeye çıkmıştır.Orada otlarken susayınca ayaklarını kayaya vurarak su çıkarmıştır.O tepenin adı Hz.Ali’nin atının adından “Düldül Tepe” olarak kalmıştır.Gelecekt başka bir inancın hakimiyetine girdiklerinde bu efsanenin hemen o şekle de dönüşmesi kaçınılmazdır.Yahu,hangi kayıtta Hz.Ali’nin oraya geldiği yazmaktadır diye sorunca da “tıss” cevabı duymaktasınız...:))

Yalanlarından biri de “Bektaşiler içinde bazı azgınlar var ise de bizim babamız öyle değildir” derlerdi.Halbuki sahte Bektaşiler içki içmektedirler.Hiç nemaz kılmazlardı.

Bunların en meşhurları;Osmancık’ta “Koyun Baba”,Elmalı’da “Abdal Musa”,Eskişehir’de “Şücaeddin”,Dimetoka’da “Kızıl Deli”,Kalkandelen’de “Sersem Ali” adındaki babaları,hep “Cavidan “ okumakta kafirliği yaymakta idiler.Koyun Baba’nın sahte Bektaşilerden olduğu “Müncid” lügatinde (sözlüğünde) yazılıdır.

Sahte Bektaşiler de sahte Aleviler gibi bıyıklarını uzatırlar.Bıyık uzatmak Hz.Ali’nin sünnetidir” derlerdi.
Halbuki bıyıkları kısaltmak hadis-i şeriflerle emr edildi.Bunlar,”seviyoruz” dedikleri Hz.Ali’nin bu sünneti yapmadığını,”sevmedikleri” ,düşmanı oldukları Muaviye’nin de bu sünnete uyduklarını söylüyorlar.

Sahte Bektaşilerin,zikirleri,ibadetleri okumaları yoktur.Her sabah pîrin evinde,meydan odasında toplanırlardı.Birisi elindeki tepsi içinde adam sayısında şerâb kadehi ve birer dilim ekmek,peynir olarak odaya girer.Bunu saygı ile,gülbank çalarak karşılarlardı.Herkesin önüne gelerek birer dane verirtazim ile alır,yüzlerine sürer,sonra yirler,içerlerdi.Bütün ibadetleri bundan ibaretti.
Evli olanı,kadınlarını,kızlarını da toplantıya getirir.İçerler, ve dans ederler.Birisi,birinin kadınını veya kızını beğenirse, erkeğe gelip “sizin bahçeden bir gül koparacağım” der.izin ister.O da zevcesini (eşini) çağırıp,”bu canın talebini hak et” der.Sonra,takbil ederdi.

Bu talep karşılıklı olursa,iki adam da babanın önüne gelip izn isterler.Baba izn verince,ömrleri boyunca birbirlerinin ayalini istifraş(tanımaya çalışırlardı) ederlerdi.
Hakiki Bektaşilerde böyle kötülükler yoktur.

Sahte Bektaşi babaları, papazlar gibi günah çıkartırlardı.Günahın durumuna göre,baba,”kırklar kurbanı” kes,yahut,”üçyüzler nezri(adak)” ver, der.Birkaç lirasını alıp “avf ettim” derdi.
Bektaşi bir kadın,Bektaşi olmayan bir erkekle buluşsa,babaya gelip “üstümden bir köpek atladı” der.Baba para alır,günah avf olur.

Kitaplarının başlıcalarının adları da Cavidan,şkname,Tuhfet-ül Uşşak,Risale-i Bedreddin, Risale-i Nokta,Risale-i Fadlullah,Risale-i Huruf,Turabname ve Vilayetname’dir. Toplam 60 civarında kitapları vardır.

Kitapların hepsi,Allah-u Teala’yı inkar etmeye ve şeriatı kaldırmaya dayanmakta,Fadl-ı Hurufiye tapınmağa sürüklemektedir.Bütün kafirlerden,bütün fırkalardan daha kötü oldukları,yukarıdaki bilginlerden anlaşılmaktadır.
Hacı Bektaş-i Veli yolunda olan temiz Bektaşilerde bu kötülüklerin hiç biri yoktur.”””


ALEV-İ ERMENİ ALEVİ+SÜNNİ TÜRK 2


Aynı kitabın 440.sayfasında,”bozuk dinler” konusunu incelerken,bizim Sahte Bektaşilerin benzerleri olan, Arap bölgelerinde yaşayan,diğer “Alevi” “Şî-Pers” kökenli grupları Derezilik ve İsmailiye bahislerinde nasıl tarif ediyor;
Dereziler,”dürüz”,yani,Derezilere yanlış olarak Dürzü deniliyor.İbn-i ABİDİN üçüncü ciltte “Mürtedleri (Dönekleri) anlatırken buyuruyor ki;

Dereziler Müslüman adı taşır,Nemaz kılanları vardır,fekat imanları bozuktur.Tenasüha (ruh göçüne) inanırlar,Şeraba,alkollü içkilere,ve zinaya halâl diyorlar.
“Uluhiyyet-tanrılık” insandan insana geçer diyorlar.
Öldükten sonra dirilmeye,nemaza,oruca,hacca inanmazlar.Bunların manaları,dünyada yaşama yollarını düzeltmektir. Derler.
Peygamberimize çirkin şeyler söylüyorlar.Şam Müftüsü,allame Abdurrahman (İmadi Fetvası)nda bunların Nusayriye ve İsmailiyye gibi inandıklarını bildirmektedir.
Dört mezhebin alimleri bunlardan cizye alarak “İslam memleketlerinde oturmalarına izin vermek helal olmaz “ dedi.....
Nusayriye,Şî’lerin yirmi fırkasından onuncusudur,Rafızilerin en taşkınlarıdırlar.
Allah,Ali’nin ve çocuklarının şeklinde göründü derler.
On birinci imam Hasen bin Ali Askeri’nin adamlarından olduğunu iddia eden İbni Nusayr’ın uydurduğu çirkin sözlere inanırlar.
Bu gün kendilerine “Alevi” diyorlar....
İnanışlarını gizli tutarlar,iri,inadçı,yağmacı,merhametsiz kimselerdir.
Yavuz Sultan Selim’e tabii oldular.Sultan II.Murad zamanında isyan ettiler ise de Bosna’lı damat İbrahim paşa terbiyelerini verdi.
Bunlar,Arabistan’dan Irak’a gelmişler,Suriye,Lübnan,Mısır’da yaşamaktadırlar...

İsmailiye;”ilel-nihal” kitabında diyor ki,Şîler 20 fırkaya ayrılmışlardır.Bunlardan biri İsmailiye fırkasıdır.Bunların yedi ismi vardır.

Hz.İsa'nın başındaki güneş çemberi-İlahi Nur'la aydınlanıp aydınlatmasının başka bir temsili resmi.
Birinci isimleri Batıniyye’dir.Çünkü,Kuran-ı kerimin açaık manalarına inanmayıp kendilerine göre başka manalar çıkarırlar.Kuranın zahir ve batın manaları vardır derler.Batın iç-öz manasındadır,cevizin kabuğu değil içi makbuldür derler.
Halbuki,Kuran-ı kerimdeki ve hadisi şeriflerdeki kelimelere,açık manaları verilir.Başka ayet,daha açık anlaşılıyorsa o zaman birinci ayete de buna uyacak şekilde değişik mana verilebilir.
Böyle,bir mecburiyet olmadan,açık manayı bırakıp başka mana vermeleri küfr ve ilhad olur.Çünkü bu suretle şeriatı (İslam-î temel kuralları) değiştirmek istiyorlar.
İkinci isimleri Karamitadır.Çünkü,bu fırkayı meydana çıkaran Hamdan Karmat denilen kimsedir.Hamdan Basra’da Vasıt şehrinde bir köy ismidir.
Üçüncü isimleri Hurumiyyedir,Çünkü bir çok haramlara helal diyorlar.Dördüncü isimleri Seb’ıyye (Yedi’ci)dir.Çünki,şeriat sahibi olan peygamber sayısı (7) yedi’dir derler. (Alevi kültüründe “destur” ların başında olan bu rakam her zaman karşınıza çıkacaktır.) Adem,Nuh,İbrahim,Musa,İsa ve Muhammed.Yedincisi ise Mehdi olacaktır derler.
“Natık” adını verdikleri bu peygamberlerden her ikisi arasında (7) yedi imam gelmiştir.Her asırda yedi imam bulunur derler.
Bunların en yaygın isimleri İsmailiyye’dir.Çünki,Cafer Sadıkın radyallahü anh vefatından sonra büyük oğlu İsmail Müslümanların imamı oldu derler.
Bunların çıkması şöyle oldu;
Hindistan’daki Mecüsiler,yani ateşe tapan kafirler,İslamiyet’in üç kıta üzerinde sürat ile yayıldığını görünce;Müslümanları kılıçla yenmeğe imkan yoktur.Onları içten yıkmaktan başka çare kalmamıştır.Onların kitaplarına kendi inancımıza göre mana verip gençlerini,cahillerini yoldan çıkaralım.” Dediler.Başları olan Hamdan Karmat şu temel prensipleri koydu;
1-Din bilgisi olanlarla konuşulmayacak.Din alimleri bulunan yerde kendimiz gizleyeceğiz.
2-Karşıdakinin arzusuna,keyfine göre konuşulacak.Mesela,zahidin yanında zahidler meth edilecek,Fasıka düşkün olduğu günahların yasak olmadığı söylenecek.Ehli sünnet yanında ehli sünneti (sünnet ehli,Sünniliği iyi bilen) överler,hepimiz kardeşiz derler.
3- Müslümanlar,şeriatın emirlerinde ve yasaklarında şüpheye,kararsızlığa düşürülecek. Mesela,Beş vakit namaz neden üç dört vakit değildir gibi sorularla şaşırtılacaklar.
4-Sırlarını yabancılara söylememek için söz alırlar.Allah,kuranda misak emrediyor derler.
5- Din ve dünya büyükleri bizi beğeniyor,övüyor derler.(Mesut Yılmaz’ın Avrupa bizi istiyor demesi gibi.)
6-Aldatmak için önce herkesin inandığı şeyleri müdafaa ederler.
7-İbadetler lüzum yoktur,İş kalbin temiz olmasıdır derler.
8-Avladıkları gençlere ehli sünnet itikadını kötülemeğe,ehli sünnete gerici demeğe başlarlar.Son olarak haramları işleme alıştırırlar.Bunları yaptırmak için ayeti kerimelere yanlış manalar,anlamlar verirler.......
Şeriatle alay ederler,şeriatın emirlerini yasaklarını inkar ederler.Hayvanlar gibi dinsiz, kanunsuz yaşama yolunu tuttular.Çeşitli fırkalara,kollara ayrıldılar,bunlardan birisi de Suudi Arabistan’da yayılmış olan Vehhabiliktir.
İsmaililerin Süleymaniye kolunun kurucusu olan Süleyman Bin Hasen (ölümü M.1597)”Nühab-ül Mültekıta “ adlı kitabında bozuk fırkanın gizli felsefesini uzun uzun yazar.
“Ay’ı gördüm alâ,amentübillah,ay mübarek olsun, Elhamdülillah”.

İslam,tek tanrılık yanında,Mecüsi temelli Hicaz Araplarının ve Sabiilerin ay tanrısı kaynaklı inananları da,diğer eski inanç mensuplarını da bünyesine çekebilmek için kendinden önceki dinlerin yaptığı gibi,onları dolaylı yoldan doğrulama yolunu tercih etmiştir.

Şimdi de Alevilerce çok sevilen araştırmacı İrene Melikoff’un kaleminden tanıyalım;

.....Hacı Bektaş’a bağladıkları, adını andığım ilk makalemde de belirttiğim önemli bir ayrılığın dışında. Razgrad yakınında, Sevar (eskiden Caferler) köyünde, bir köylünün yanında kaldım ve Madrevo’nun (eski adı Nesimi Mah.) diğer köylerini de bir kaç kez ziyaret ettim.
Sevar köyü, ortadan geçen bir yolla ikiye ayrılmış durumdadır. Bir tarafında, Kızılbaşlar’ın “Türk” diye çağırdıkları Sünniler yaşamaktadır....
Hurifilik,1394’de Nahcivan’da Alincak’ta Timurlenk’in oğlu Miran Şah tarafından gerçekleştirilmiş olan Fazlullah Astarabadi el Hurufi’nin ölümünden sonra Anadolu’da ve özellikle Rumeli’de yaygınlaşacaktır. Hurufilik öğretisi, çeşitli işkencelerden geçen Fazlullah’ın müritleri tarafından yayılacaktır. Hurufiliğin başta gelen propagandacılarından biri -ve kuşkusuz en büyük- Bağdat bölgesinde doğmuş, uzun zamandır Iraklı bir Türk olduğuna inandığımız Azeri bir Türk olan Seyid İmameddin Nesimi olur. Bugün, Azerbeycanlı araştırmacıların sayesinde Nesimi’nin Sirvan’ın başkenti Semahi’nin yakınında, kendi adını taşıyan-ya da lakabını- bir köyde 1370’e doğru doğduğunu öğreniyoruz......
... Fakat ölümüne kadar kaldığı ve öğretisinin merkezi olan yer Bakü’dür. En sadık müridleri Seyyid İmamettin Nesimi ve Ali al-Al’a’yı bulduğu yer, Sirvan Krallığı içindedir.
Biyografilerine göre, Fazlullah bilhassa Arap olmayan halklar, özellikle Türkler arasında birçok yandaşlara sahip olacaktır.
Kendi bütünlüğü içinde Bektaşiliğin 12 İmamlar kültüne içten bağlı olmasına karşın, 7 İmamlar’a olan bu bağlılık, Trakya’nın dışında yayımlanmasına sınırlı bir sayıda tutulduğunu gösteriyor.....
....Şeyh Bedrettin kültü, Deliorman Kızılbaşları arasında her zaman canlılığını korumaktadır. Bu da bizi karizmatik kişiliğe sahip Şeyh’e yönelmek zorunda bırakır.Kendisine yüklenen saygınlığın azaldığı uzun yıllara karşın, Şeyh Bedrettin düşüncesi, her zaman büyük bir saygı görmüştür. Öldüğü kabul edilen gün, Kızılbaşlar, Üryanlar Semahı (Çıplaklar Dansı) denilen bir semah dönerler.
Bu araştırmada da görüldüğü gibi,kökeni,Pavlusçu Hıristiyanlık öğretisi olan dönme Ermenilerce,”Ermeni vb. olduklarına AB-D Sivil Toplum Kuruluşlarından gelen paralarla ikna edilip devlete karşı kışkırtılan bu insanlarımızın,çoğunun da kökeninin öz be öz Türk oldukları görülmektedir.
Dikkat çekmek istediğim,Alevi düşmanlığı değil,Sünni Osmanlı’nın baskısı ve merkezi bir din eğitim düzeni olmaması yüzünden başı boş kalmış din eğitimi yüzünden,kandırılmış Alevi’lerin artık bu oyunu kavramalarıdır.
Bunların kim olduğunu söylemeye gerek var mı?
Görüldüğü gibi Ermenilerin sahtelerinin, gerçekten tarih içinde onlar açısından çok zor bir yaşamları olmuş.Onların zorluklarının nedeni, arada bir devlet olsalar da asla uzun süreli ve çok güçlü olamamalarından kaynaklanmaktadır.
Bu yüzden,önce Medlerden bir şeyler öğrendiklerini,ardından,Pers-Fars-İran idaresine girip Mazdacı-Mecüsi olduklarını ve bu inançta sebat ettiklerini görmekteyiz.
Ardından gelen,Havarici Ermeni Gregorcu Kilise öğretisini kendi kral ve rahiplerinin emretmesine rağmen,Grek Gnostiklerine (Bilinirciler-Bilgiyi üstün tutanlar,dini kaideleri rahip sınıfı dışında halkın da bilmesine inananlar) taş çıkartarak,Pavlus’çu geçinmeler,zaten Pavlusçu olan Ermeni kilisesinin onları sapık ilan etmesi ile,bir başka Pavlus uydurmaları, ardından gelen İslam hakimiyetinde,kutsalların adlarını değiştirerek “Alev’i-“Işıktan gelen, ışıkçı,aydınlanmacı,,aydınlatan,aleve tapan;Ali’vi-Ali’yi seven;Âli-vi-Ululuğu,yüceliği seven,ilahi nurla aydınlanmacı” olmaları,Avrupa’da Ortodoks, Luterci,Presibiteryen vb. olmaları,tüm bunlara rağmen inançlarını değiştire değiştire kendilerine öz bir inanç oluşturmaları, fırsatı bulduklarında,demokrat,sosyalist, yeşilci, çevreci,komünist olmaları her baskıda da biraz daha değişen,aslında hayran olunacak bir mücadele azmidir.
En takdir ettiğim yanları felsefede akılcılıktan sapmamalarıdır.
Ancak,son 400 yıl içinde de hem Avrupa’daki dindaşları,soydaşları hem de Osmanlı ve son Türkiye’deki “emperyalizm ile işbirlikçi” olmaları olayının temelinde de “devlet olma beklentisi ve para” vardır.
Ermenilerin Hıristiyanlığı yorumlayış şekli asırlardır Sünni Müslümanların ve Osmanlının Grek İncilinin uydurma veya değiştirilmiş olduğunu kanıtlamak için asırlardır arayıp bulamadığı,yakın zamanda Hakkari’de bir mağarada bulunan,ardından da Avusturya Viyana müzesinde 16.yy. yazımı bir kopyasının olduğunun açıklandığı meşhur Barnaba İncili ile Hıristiyanlara kabul ettirmek istedikleri konuların Hz.Muhammed’in gelmesi konusu dışında tümüyle,az farkla yer almaktadır.
Bizans,eğer Havarici Gregor’cu Ermeni inanç sistemini kabul etseydi belki İslamiyet kesinlikle doğmazdı veya bu kadar uzun ömürlü olmazdı,hatta haçlı seferleri gibi korkunç insan kıyımları,maddi manevi kayıplar ise hiç olmazdı düşüncesindeyim.
Aslında,2000 yıl öncesi şartlarını düşünürsek bu insanların fikir üretmedeki ustalıkları gerçekten takdire değer.
Osmanlı’nın Ermenileri devlet işine sokmak ve İstanbul’a yerleştirme kararını verdiğinde,
Ermeniler hakkında benimle benzer kanaatte olduğuna eminim.

Yavuz Sultan Selim zamanında Çaldıran Savaşı sonrası ortaya çıkacak siyasi gelişmeler sonucunda ,Fransız ve diğer Avrupalı Katolik rahiplerinin bölgeye girmesine ve onları “İran etkisinden kurtararak “ devletin yanına çekme siyasetine gerek duyacağını ise o zamandan görmesi beklenemezdi zaten.
Bu siyaset de daha o zamanlar,Baba İshak,Pir Sultan Abdal isyanlarını başlatacak,”*Alevi kimliğinde” saklanmış dönme Ermeniler,batı ile işbirliği yaparak güçlenecekler,Kanuni sonrası,Hürrem Sultan-Sokollu hakimiyetleri ile devleti ele geçiren “Slav yapılanması” ile birleşerek devletin sonunu getireceklerdir.

1800 yılının başlarından itibaren,Rus Çarlığınca maddi manevi korunma altına girmeye başlayan Ermeniler,batılı dindaşları Grekler,Bulgarlar,Sırplar,Macarlar gibi bir devlet hayali ile gözleri döndüğünden bir çok masum Türk ve diğer Alevi-Sünni Müslüman’ın çoluk çocuk demeden kanına girecekler,haklı olarak da gördükleri tepki ile de acı biçimde,bölge halkı ve devletin yetkilendirdiği Hamidiye Alaylarınca cezalandırılacaklardır.
Ayrıca batının onlara vât ettiği devleti de kuramayınca satıldıklarını anladıklarında pişmanlık para etmeyecektir.Onlar,yine de devlet sahibi olmayı Ruslar’dan göreceklerdir.
Ancak yaptıkları ihanetler,onların sürgünde yaşamasına sebep olacaktır.l915 tehcir olayı sırasında Dersim,Van,Diyarbakır,Yozgat,Kırşehir,Çorum,Sivas,Erzincan Alevileri arasında “Müslüman olduk,Türk olduk” diyerek saklananlar, Atatürk’ün ölümünün ardından,İsmet paşanın iktidarı sırasında gene devlet kadrolarına getirilerek semirtilecekler ve 1938 Dersim isyanı ardından yapılan sürgün sırasında Türk devletini yıkmak için ettikleri yemine sadık kalacaklardır.Hem de tarih sürecinde aralarına karışmış Alevi Türkleri de içine alan bir şekilde.

Türkçe’nin de doğuda en güzel konuşulduğu il de Tunceli’dir,bir çok mezra halkı mükemmel Türkçe konuşur,hatta bu kayıtlar,Cumhuriyet öncesi yerli yabancı devlet kayıtlarında da geçmektedir.
Onu geçin,Pers,Roma ve Bizans’tan itibaren Trakya’ya sürülmüş olanları da yerleştikleri yerlerde “Türkçe” konuşup,ibadetlerini “Türkçe” yapmışlardır.
Halen devletimizin AB-D-Rusya dengeli siyaset gütmesinin ardında,AB kapısında yalakalık etmemiz,batı dillerine ait kelimelerin ve adların dilimize doldurulup yozlaştırılması,PKK terörü,200 yıldan beri bitmeyen savaşlar,isyanlar,her gün verdiğimiz şehitler bu yapılanmaya gösterilen sadakatin ürünüdür.
1990 yılından beri televizyonlarda yapılan Alevilik tartışmalarına katılan hiçbir Alevi’nin farklı bir Alevilik anlayışı ile uyuştuklarına şahit olmadım.Birbirlerinin de açıklarını bir güzel kapatıyorlar.
Malum,Sünni baskısından hepsi yıldıklarından eylem birliği kararı aldılar.06.Ağustos.1980’ den beri de Kürt-Ermeni eylem birliği çerçevesinde,”Alevi Birlikleri Federasyonları,İnsan Hakları Dernekleri,Nükleer Enerji karşıtı vb. sivil toplum örgütlerinde de başı çeken hep bu “Ateşçiler” dir.

Bahsettiğim ihanet yapılanması işte bu Alevi maskeli dönme Ermenilerin yapılanmasıdır.


Ben bunların “Ermeni olduklarına da inanmıyorum.Öyle olsaydı,krallarının ve Gregor’un emriyle “Tanrı sıfatı taşıyan “ krallarına biat ederlerdi.
Ama etmiyorlar ve ayrılıyorlar.Hem kendi halkları hem de diğer kavimlerce inançlarını saklamak zorunda kalmak,soykırıma uğramak gibi aşırı baskı altında yaşıyorlar.
Bu yüzden Türklerin gelişiyle “Ali’vi-liği” hemen benimseyivermişlerdir.
Bu insanların,Farsi olduklarını da sanmıyorum.Benim bu konudaki tahminim bunlar,sınırları Asya ve Avrupa’yı da içine alan kadim Uygur İmparatorluğu kalıntısıdırlar ve bu devlet yıkıldıktan sonra sahipsiz kalınca varlıklarını korumak için çabalamaktadırlar.
Ayrıca,bu inanışlarda bahsi geçen,temeli Zerdüştlüğe ve daha eski dini inançlara dayanan, “İlahi bilgiye ulaşmanın ilahi nurla olduğuna inanma,bilgicilik,bilinirlik” temelinde doğan “İlluminatı-Işıkçılık, Aydınlanmacılık” hareketi de,Gnostik olarak da bilinen,Apostolik (Havarici) Gregoryan Ermeni Kilisesinin kurucusu olan Mezrop Gregor İlluminati’den kaynaklanan Ermeni inancında doğu Anadolu Ermenileri arasında yaygındır.Buna Ermeni mezheplerinin “Sünni’si” denilebilir.
Mezrop,Gregor'un Hz.İsa benzetmesi,annesinin kucağında ilahi nurla aydınlanmış temsili resmi.Başında Güneş,solunda ay,sağında gene güneş ve annesinin elinde gül.Yani Red Rose-Cross Yani kırmızı Gül-Haç -İlluminati-Aydınlıkçı Hıristiyan hareketinin sembolleri bu resimle ifade edilmektedir.Annesinin gülü tutan sağ eli "6" rakamını yani şeytanı işaret etmektedir.Bu tümünde ortaktır.
Solda İlluminatıcı Ermenilerin Gül Haç'ı-Sağda,%30'u Ermeni militanlardan oluşan,PKK'nın siyasi partisinin bayrağının yeşil yapraklarına bakınız.Dört yapraklı Gül Haç.Gül,23.9.1985'de ABD'nin milliçiçeği ilan edilmiştir. Yeni seçilen de ABD'nin milli ağacıdır.Evlilikte sadakati temsil eden meşe,PKK'nin ABD ile evliliğine bağlılığını mı temsil etmektedir?Yoksa Hintli Dravidlerin Vahiy almak için ruhani hazırlık yapmak üzere önceden palamutlarını yedikleri için de kutsal saymaları anlamında,PKK'nın gelecekle ilgili vahiylerini mi işaret etmektedir?Siz karar veriniz.
Sahte Alevi-Bektaşilerin, hepsinin “babalara,pirlere” bağlılık yeminleri vardır.Amerikan ve İngiliz büyükelçilerinin 19.yy.daki raporlarında bile,aralarından ayrıldıktan sonra Sünnileri arasında da geçinemeyip geri dönenlerin,keçilerle,ineklerle,eşeklerle birlikte ahırlara bağlanarak, yanlarına bağlandıkları hayvan gibi seslerle böğürtüldükleri,dizlerinin üstünde pirin merhameti gelinceye kadar,pirin avlusunda ve ahırlarında dolaştırıldıkları,uzun ücretsiz amelelik yaşamlarına mahkum edildikleri yazılıdır..

Dinlerin ilki kabul edilen,Sümer'in Aslan-İnsan tanrısı-Sümer'in İnanna'sı ayağının altında aslanı ile.Gökte sekiz ışıklı güneş ilahi nurlarını saçmaktadır.İ.Ö.4000-5000'ler.
Mısır Firavun'u Akheneton,aslan-İnsan -Sfenks ahliyle İlahi Nur'la aydınlanırken.İ.Ö.2.000'ler.

Hz.Ali ve ailesinin de aynı "Güneş Tacı" ile resmedilmesi bu ilişkilerin Mısır-Zerdüştlük,Mitraizm (Dostluk, Yarenlik,Arkadaşlık),İsevilik inançları ile bağlarına işaret etmektedir.İslam'da zaten "resm etme " yoktur.Resimde,Sümer'in Mısır'ın aslanı,Mitra'nın kılıcı Hz.Ali temsilinde görülmektedir

Pirlerinin ve babalarının desteğini almayan birisinin ne sanatçı,ne gazeteci ne de siyasetçi olma olanağı vardır.Solculukları da Alevilikleri gibi sahtedir.Halen,malum terör örgütü içinde yönetim onlardadır,Gizli Ermeni Kurtuluş Örgütü adlı İstihbarat birimi ile birlikte çalışmaktadırlar.


Sümer'in Güneş Tanrısı Utu Samaş-İlahi nurlar saçarak insanları evreni aydınlatmaktadır.İlk İlluminator-Aydınlatıcı-Nurcu.

NURCULAR(İlahi Işıkla Aydınlanmacılar)

S-2'den devam.
Ermeni Ergenekonu olan Bitlis’in Nurs köyünde doğan, SAİD-İ NURS-İ’nin (Nurs’lu Sait) yaydığı, Nurculuk,1919 sonrası bölgede kurulacak Kürt Devletinin dinen Hıristiyanlaştırılarak, göreceli olarak Ermenileştirilmesine dayalı olarak İngiliz-Said işbirliğinde hazırlanmış bir öğretidir.
Gnostik-Gregorcu Ermeni Hıristiyanlığı ile karıştırılmış Şafi-Sünni İslam anlayışının birleştirilmesi temeline da Nurculuk-Işıkçılık-İlluminati” İslam anlayışı,Hicaz Araplarına kabul ettirilmekte başarılı olunmuş olan,İngiliz ajanı Hemper’in yarattığı “Vehhabilik” dan esinlenilerek, 1820-1920 yılları arasında devlete karşı Ermenilerle birlikte karşı gelmeleri sağlanamamış olan Sünni Kürtleri Ermeni ihanetlerine katma amacıyla 110 yıldır desteklenmektedir.
Mısır Tanrısı Ra-Güneş,Akeneton'u,aslan-insan -sfenks halinde ilahi nurla aydınlatır.İkinci İlluminator-Nurcu-Aydınlatıcı-Aydınlıkçı.

Temelde Nurculuk hareketi ile,gerek kiliselerinde heykel resim bulundurulmasına,gerek teslise karşı olan, Hz.İsa’yı tanımlayan Kuran ayetlerine pek de ters düşmeyen Apostolic-Gnostik Ermeni Hıristiyanlığına “İslami motifler” karıştırılarak, Kürtlerin “ErmenileştirilmesiRusya’nın Hürmüz’e inmesini engellemek için batının bölgeye yerleştiğinde “tepki görmemesi” beklentisine de hizmet edecektir.
Bu da İnka-kızılderili tanrısı Qetzal koal-Tüylü yılan tanrı.O da aydınlatıcı-İlluminator-Nurcu.Güneş Tanrısı da ışıklarını göndermektedir.
Bu gün gene bir Erzurum Ermeni’si olduğu iddia edilen ve Amerika’daki sarayından fetvalarını sürdüren Fethullah Gülen’in AKP ile sürdürdüğü “Gülen Hareketi “ de, emperyalizmin bu amacına hizmet etmektedir.

Başında güneş taçlı Nurcu Zedüşt.

AKP’nin geldiğinden beri “Kürt Milliyetçiliğini ve terör örgütünü azdıran” faaliyetlerinin arkasında bu proje vardır.Kuzey Irak’da kurulan Kürt devleti bu Nurcu-İşbirlikçi iktidar dönemin de gerçekleşmiştir.
Mitra'nın Güneş tacı ile çevrilmiş Haç'ı

Her Amerika çıkışında başbakan ABD için “Hür insanların ülkesi” demektedir.
Diğer yandan, tüm İslam dünyasına Hıristiyanlığı benimsetmek için bir geçiş aşamasını oluşturmaktadır.Prototip bir projedir.
Müslüman olmakla “Hicaz Araplarının mevalisi-kölesi” olmuş İslam dünyasının, Hıristiyanlaştırılarak,gene Grek İncil’i ve Katolikliğince,sadece “doğulu olması ve teslisi ret etmesi” nedeniyle “sapık” saydığı “Ermeni Hıristiyanlığına” geçirilerek,”Ermeni Mevalisi” yapılmak istenmektedir.:))

ERGENEKON MUAMMASINDA DA BUNLAR BAŞROLDE

Hükümetçe halen sürdürülmekte olan “Ergenekon Davası” nedeni ile içeri alınanların da kökenlerinin “Dersim Alevi”lerine dayanması, eski AP’li milletvekili Sadık Perinçek’in oğlu olan Doğu Perinçek Erzincan Eğin ilçesinin Apçağa köyünden olması,Tuncay Özkanlar, Aydınlıkçılar ve daha kimler,inceleyin,kökenleri muhakkak bu bölgeye dayanan kişilerdir..
Bulutlar arasından Güneş nurlarının indiği,başında Güneş Tacı ile resmedilmiş İsa.
Gürcü başbakanın bir kez olsun “Türk” milletine gönül alıcı bir söz ,bir selam vermemesi, danışmanlarının (40) kırkının da Kürt olması,”beynimin yarısı” dediği kişinin Kürt’çü bir yazar M.Metiner olması,hükümeti oluşturan en önemli bakanlıkların Kürtlerde oluşu;

En son,devleti bölen haritalara olumlu bakışları ile Kenan Evren paşa’dan çektiği tepkinin ardından,K.Irak’a operasyonda İstihbarat konusunu gündeme getiren Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül;

İç İşleri Bakanları yıllardır Abdülkadir AKSU ve diğer Kürt kökenli kişilerin elinde ve daha niceleri,terör örgütünü “Alt kimlik-üst kimlik,Ben Gücüyüm karım Kürt (Ben de sizdenim dercesine) sözleri ile coşturması;
partinin yarı resmi kanalı Samanyolu ve diğer kanallarda DTP’nin kapatılması konusunda “Üç buçuk milyon oy almış bir parti nasıl kapatılır,hak mıdır” diye yorumlar yapmaları,hükümetin bütün yayın organlarının resmen terör örgütünün yayın organı haline gelmesi,bu örgütü ve ayrılıkçı fikirlerini her şekilde koruyan,yücelten,teşvik eden,şehide kelle,işçiye torba diyen,emekli ve çalışanları hiç görmeyen,son yedi yılda çocuklarına anonim şirketleri kurmak,gemiler almak,yandaşlarını süper zenginler arasına sokmak ve Kürtlere de bu alanda çok iltimas geçmek,terör örgütünün et,ot(esrar) vb. kaçakçılıklarına göz yumma siyasetleri,Kuzey Irak’ta Kürt devletinin bu yapılanma sırasında kurulmasının resmen desteklenmesi,başta başbakanın damadının şirketi “Çalık Grubunun” ve diğer hükümet üyelerinin çatır çatır ticaret yapmaları ” ilginç değil midir?

Mitra Haç'ını andıran,bizim Kürtlerin İlluminator'ü,aydınlatıcısı-Nurcu'su,Bitlis'li dönme Ermeni,Nurcu Said-i Kürdi-Nurs-i.(Haydi bu resmi biri cehaletten yaptı diyelim)


Bu da İlluminatör Said.Peki bu güneş tacı da mı kasıtlı değil?


Bu da mı?Said-i Nursi-Kürd-i'nin ölüm tarihi 1960.Güneş'in önünde böyle bir poz,kazara çekilmez.Hele böyle seçkin insanlar özel mesaj vermek için düşünerek resim çektirirler.O zamanlar,bir resim çektirmek için,fotoğrafçı temin edeceksin,hazırlanıp,giyineceksin,vereceğin pozun iletisi-mesajı iyice hesaplanıp çekilecek.Nerdee o zaman bu günkü gibi cep telefonu ile resim çekmek.?

Aslında bu resim müritlerince yeni düzenlenmiş olabilir ama başının üstüne güneşin getirilmeye çalışılması dikkat çekicidir.

Ya da Alevi açılımı yapmadan önce “Alevi evi cümbüş evi” diyen,kendi kurduğu bir İstanbul ilçesinde,Alevi mahallesine “Yavuz Sultan Selim” adını veren bu adamın,ABD emriyle,1950-60 yıllarında Alevi köye Sünni imam tayin eden bakanlığın devamı olduğu açık değil midir?
İzlediği siyasetlerle her gün attığı “birleşme” nutukları,ters tepki yapmakta, ülke bölünme aşamasına getirilmiştir.
Dersim kökenli Ergenekon yapılanması ile AKP çatışmasının ardında;
“Alevi-sahte Bektaşi Tuncelililer,AKP ile güçlenen Sünni Kürtlerin,1991’de olduğu gibi onları saf dışı bırakarak bölgede inisiyatifin,Gürcistan+ Kürt koalisyonunun ” eline geçmesi ile Hamidiye Alaylarının Ermenileri katletme olayının,yeniden tekerrüründen korktukları, kendilerinin bu defa silinecekleri korkusu ile mi “Atatürkçüdürler, Ergenekoncu’durlar”?
Yoksa gerçekten “anti emperyalist ve Türkiye sevdalısı”:)) olduklarından mı AKP ile çatışmaktadırlar?
Her iki yapılanma da örgütü semirtmekte,kollamaktadır.
Ancak, Ergenekon,terör örgütünün “demokrat kanadı” olarak adlandırdığı,”Dersim Yapılanmasını” desteklemektedir.AKP ise,”Sünni Kürtleri.”
Gürcü-Rus savaşından önce de hükümet imzaladığı bir antlaşma ile Gürcistan ordusunun eğitim işini üstlenmişti.Rusya’dan bu yüzden bayağı zılgıt da gördü yani.
Ama buna rağmen,son zamanlarda,AKP’nin ülkeyi getirdiği yere bakınca,içerideki Ergenekoncular dışarıda olsaydı bu ülke buraya gelmezdi inancım güçlenmeye başladı.
Darbeyi sevmem ama,bu hükümet vallahi de billahi de aratır oldu.En azından,bu adamları sevmeye mi başladım nedir? :))
Biz Türkler çok safız.
Ergenekon,aslında “Türk yurdu Bitlis-Ani” şehridir.Ani şehri yıkılınca,Ermeniler,dünyaya buradan dağıldıklarını kabul ederler.Yani,çıkış yerleri burasıdır.
“”Ermeni Cemaati Karma Meclisi ve İstanbul Patriği Nerses Varjabedyan (1837-1884) tarafından, Sıvas,Amasya civarındaki Ermeni Türk sorunlarını incelemek için görevlendirilen Natanyan, anılarında bu durumu açıkça belirtmektedir;
“Özel bir bilgi olarak şunu ekleyebilirim ki, şimdiye kadar görevim icabıyla ziyaret ettiğim yerlerde aradığım Ermenilerin hemen hemen hepsinin kökü Ani şehrine
dayanmaktadır. Tarihimiz ve tarihi çalışmaların tümü bizi, geçmişte yoğun Ermeni nüfusuna sahip bu şehre yönlendirmektedir. Böylece biz de milletimizin dört bir tarafa dağılmasının sebebini bu kentin yıkılışında buluyoruz.
Ne tuhaftır ki, insanlığın dünyaya yayılışı nasıl ki Ermenistan'ın ilk atalarından oldu, şimdi de Ermenilerin diasporaya dağılımı aynı şekilde Ermenistan'dan başladı.
İşte bunlar, milletimizin birleşememiş olduğunun kanıtlarıdır. Bu sefer de kanıtladığım üzere, vatanını terk ederek ülkenin her yerinde, diasporada dağınık olarak yaşamaktadırlar...””
Bu satırlardan sonra A.Mekki Üçışık’tan yaptığım alıntıları hatırlayınız.Sahte Bektaşiler de aynı tarihlerde Cavidan’larını basıp,alenen örgütlenmelere başladılar,1909’da 31.Mart Vakası diye bilinecek olan II.Abdülhamit’in tahttan indirilmesinde baş rol oynayacak,”Kürdistan’da üç üniversite kurnuz” diye ültimatom mektubu ile gelen,akabinda Üsküdar Toptaşı akıl hastanesine kapatılan,Irak’ta savaşan askerlerimize gönderilecek olan Almanya’dan ithal edilmiş silahların taşınmasını engellemek için Kürt ve diğer ameleleri eyleme sokan,Abdülhamit hakkında,İngiliz rahip casus Mr.Frew talimatlı muhalif yazıları malum “Kürdistan Teali Cemiyeti ve İngiliz Sevenler Cemiyeti bağlantılı Volkan adlı gazetede yayınlatan,Abdülhamit’in başına gelen bütün pisliklerin en başında olan,sonra da yazdığı kitaplarda onu öven,Kürtleri Hıristiyanlaştıracak olan,”Vehhabilik” türü uydurma Nurculuk İslamı kurucusu ,zamanının “İslam Kürdistancısı” olan, dönme Bitlis Ermeni’si Said-i Kürdi ve,aralarına işte bu “sahte Alevi ve Bektaşileri” de alan,özgürlükçü maskeli,bölücü yazılar içeren batı ülkelerinde basılmış ,gemilerle getirilen matbuata “sansür” koyduğu için,bir Fransız gazetecinin taktığı “Kızıl Sultan” lakabını yakıştırmakta tereddüt etmeyen,batı fikirlerinin tesirinde devletinin çıkarını görmekten acze düşmüş,bilerek-bilmeyerek emperyalizmin yanında saf tutmuş,devleti “9” dokuz yılda çökertecek, ,”aldanmış veya –hain” monşer-İttihat-Terakki-Jön Türk, yapılanmaları da bu tarihlere gelmektedir.
Yukarıdaki resim,bu resimden üretilmiş görünmektedir.Soydaşı,Ermeni kilisesi kurucusu Aziz Grogor gibi Güneş tacı başına getirilmeye özellikle dikkat edilmiştir.Yani,Said-i Kürd-i,kendinden önceki resimlerde anlatılan aslına rucü etme gayretindedir.Benzerlikleri,yazılıp çizilen ilişkileri mecburen bunları düşündürmektedir.

Yani Osmanlının çöküşü =1516'dan itibaren Sahte Bektaşilerin (dönme Ermenilerin)ve Kürtlerin bütün azınlıkların ve farklılıkların güçlendirilmesi.(AKP’nin,Kürt,Demokrasi,Roman açılımları,"Her gün Kan mı Aksın" savunması ile terör örgütünü muhatap haline getiren AKP,ükemizin bölünmesine ses çıkarılmamamsını hedeflemektedir."Ver Kurtul,Kan mı Döktüm Sanki" başlıklı yazıma bakınız.)
Hicaz Araplarını Vehhabi yapıp,hilafete bağlılıklarını kaldırdılar,diğer Araplar da her şekilde elde edildiler.
Vehhabiliğin gelişimi 1739-1850 arasıdır.Aynı tarihlerde,Anadolu’da Ermenilerle birlikte “Alevi-Bektaşi” ayartmaları sizce tesadüf mü?
Bu gün,bu sahte Bektaşi ve Alevilerden oluşan Alevi Konfedserasyonlarının A.P’de Atatürk’ü Dersim ve Süryani soykırımları ile mahkum ettirme,açılım,saçılım süreçleri,Yavuz Sultan Selim sonrası Bektaşı tekkelerini ele geçiren,Hurufilerin,Kanuni'nin cesedini Macaristan ovalarında bırakan Yeniçerilerin de ocağıydı.Onun ardından gelen padişahlar, Sahte Aleviler" olarak nitelediğim bu dönem Ermeni,Arnavut,Sırp ve değişik Hıristiyan mezheplerinin mensubu taklidi yapan eskiden Avrupa'ya sürülmüş Ermenilerin de işbirlikleri ile oluşan bu yapılanmanın esiri olmuşlardır.Bunlara en uzun süre dayanan da sadece Avcı Mehmet (38 yıl) o da 18 mi 22 mi kardeşini öldürterek bunu başarabilmiştir.
Son olarak,Abdülhamit'i o zamanın AB'sini teşvik ettiği "özgürlük" hareketleri ile yıkamayınca,Said-iKürdi'yi kullanarak,yani "Dini kullanarak" yarattıkları 31.Mart olayı ile devirmişler ama Kürt Said'e de iktidarda pek yer vermemişlerdir.
Bu yüzden o da,biraz da Kürtlerin de sevmesinin etkisi ile ,iktidarından ettiği Abdülhamit savunucusu olmuştur.
Bu günkü senaryo da,bu yapılanmanın kurduğu "Dönme Ermeniler ve devşirmeler+ 1950'den beri İsmet paşanın bu gruptan oluşturduğu Öğrenci Olayları,İşçi Hareketleri =Silahlı PKK terörü+AKP=Pavlusçu,Gregoryan Hıristiyanlıktan yaratılan Nurculuk-Fethullaşçılık öğretileri ile Ermenileşmiş işbirlikçi Kürt yapılanma ile,halka sürekli ANTLAŞMA " telkini yapılmaktadır.
Yani,Abdülhamit'e vurulan son "Din Darbesi" ile Türkiye bitirilmek istenmektedir.
Sanki okuyunca bu gün yaşadığımız olayların tarih okuyanlara sanki bir “tekrarmış” gibi gelmesi boşuna değil mi dersiniz?
Aslında bu kadar akılcı felsefe üretebilen,doğruyu aramaya bu kadar meyilli olan bu Turanlı komşularımızın,bütün bu iyi sıfatlarını hiçe saydıran ise bu inançlarında Yahudiler gibi “dini milliyetçilik” gütmeleridir.
Oysa,ne Mecüsilik ne de Hıristiyanlık onlara gelmiştir.
Ha Fars mevalisi,ha Yahudi mevalisi ya da Grek-Yahudi mevalisi olmuşsun,ne değişir ki?
Sonunda mevalisin,yani o dinin geldiği kavme kölesin.
Onlarla birlikte Osmanlı Sünni siyasetinden mağduriyet yaşamış Türk,Arnavut,Boşnak ve diğer Ortadoğu kavimleri onlar kadar devleti yıkıp bölmeye heveslenmemektedirler.Onlar işi aymış demek ki.
Yaşananlar,çekilen acılar muhakkak ki unutulmaz,ancak,sonucu hem sizler hem de bizler için daha büyük acıları belirleyecek olan,anarşi ve kan dökme siyasetini yol yakınken gelin bırakın.
Kürt sorununu çözümsüzlüğe itmekle ne ABD-AB’ye bu ülkeyi işgal ettirip “demokrasi getirtebilirsiniz” olsa bile ne onlar size devlet kurar,ne de bu ülke işgal edilir.
Oldu diyelim,gene de siz,bu bölgede uzun ömürlü bir devlet kuramazsınız.
Ne de Tayyip efendi büyük Gürcistan’ın atası olabilir.
Şunu da söylemek gerekir ki;
Gürcü Tayyip,Gürcülerin değil ama,Nurcu-ayrılıkçı İslamcı KürtlerinAta’sı” olma yolunda oldukça yol almıştır.
Ya ya ya ,şa şa şa!!!
-”BABA KÜRT GÜRCÜ TAYYİP” çok yaşa!!! :))
-Nasıl ama yakıştı değil mi?
Adam gittiği yerde camiden çok kilise gezip,devlet içinde bile ya Yahudi Kürt’le ya da gayrimüslimlerle ilişkisini daha sıkı tutuyor.

Müze müdürünü Tayyip efendiye sikayet etmekle korkutmuşlar.


Hiçbir Türk ile bir ilişkisi var mı?
Boşuna mı diyoruz “Sahte Müslümanlar” diye
Gene de pazarlamacı Tayyip’in ne yapacağı hiç belli olmaz.Bunu biliniz.Bu işin Arap’ı Fars’ı,Grek’i,kuzeyden bakan Rus’u,Orta Asya’dan Çin’i var.Pazarlamacı Tayyip sizi de bir yerlere pazarlar. :))

Bulgaristan Kırcaali Gregoryen Aziz Gregor (Ermeni Kilisesi) ziyaretinde.
Ne ilginçtir ki,Zerdüştlükten İslam’a kadar tüm dinler insanı “İlahi Işık’a,Nur’a sevk ediyor.
Hatta,alıntı yaptığım Sünni yazarın soy adının “Üç Işık”,tarikatının adının da “Işıkçılık” olması,başbakanın hükümetini oluşturan Nurculuğun-Işıkçılık,aydınlanmacılık,Ermeni Hıristiyan inancının kurucusu mezrop’un lakabının İlluminatı=Aydınlatan,aydınlatıcı, Gnostizm ve Pavlusçuluk’un da aydınlanmacılık,hatta,Dersim’li Perinçek’in partisinin Cumhuriyetin başından beri çıkan dergisinin de adının “Aydınlık” olması ilginç değil midir?

Mezrop,Gregor'un Hz.İsa benzetmesi,annesinin kucağında ilahi nurla aydınlanmış temsili resmi.Başında Güneş,solunda ay,sağında gene güneş ve annesinin elinde gül.Yani Red Rose-Cross Yani kırmızı Gül-Haç -İlluminati-Aydınlıkçı Hıristiyan hareketinin sembolleri bu resimle ifade edilmektedir.DTP'nin sembolü-Annesinin gülü tutan sağ eli "6" rakamını yani şeytanı işaret etmektedir.Bu tümünde ortaktır.

"7" Işıklı-Nurlu AKP Lambası-Ampulü

Bu kadar “aydınlık-ışık” arasında,mum ışığından başka ışık görmemiş,Said-i Kürdi’yi İsviçre seyahatinde, elektrik ampulleri ile donatılmış,salonu aydınlatan koca kristal avizelerin aydınlığı karşısında şaşırıp “Allah,nurunu bu kavimlere vermiş,bunlar hak yolu insanlarıymış” dedirterek secdeye vardıracak “cehalet” karanlıklarından beter,(Adamın kabahati yok) bu umutsuz yazıları,hiçbir bağlantım,çıkarım, husumetim olmadığı halde,niye,sıradan vatandaş olan beni,ülkemin geleceği hakkında endişelere sevk eden, “karanlığa” itildiği endişesi uyandıran siyasetlerin izlendiğini, idarecilerimizi,“karanlık, fesat işbirlikleri içinde” gören yazılar yazmak zorunda bırakan şüphelere neden gark olduğumuzu,hepsi de devletin daha iyi günlere gelmesi için çalıştığını söyleyen siyasi, asker,basın mensubu değerli insanlarımızı bütün bu “aydınlıkçılıklarına” rağmen,neden içerde tuttuğumuzu anlayan varsa beri gelsin.
Bütün “aydınlıkçı” din,felsefe ve siyasi görüşlerin merkezi olan Anadolu’da bu halk neden “karanlık korkuların,endişelerin,sonu gelmeyen karanlıkların,-Aydınlık- adı altında esiriolmuştur?
Gelin yol yakınken üzerinde asırlardır birlikte yaşadığımız toprakların milliyetçiliğini kıskançlıkla yapalım.
Bu kadar zengin “aydınlık” arasında “karanlık” hiç yakışmıyor!!!
Herkes birbirinin ampulunü patlatma gayretinde oldukça, barış ve aydınlık ortamı asla oluşamaz.
Keykubat
Bu kadar yazıyı inat edip okuyana şahsen hayranlığımı belirteyim.Adını bilmediğiniz insanların yazılarını okumak için bu kadar çaba sarf etmenizi sağlayan merakını için sizi kutluyorum!!! :)))