Bakü'de Hocalı Katliamı Anıtı |
GÜNÜMÜZ
Bu günlerde televizyon ve gazetelere baktığımda Hocalı Katliamının sıkça işlendiğine şahit oldum. Bir de Hocalı Katliamına özel bir yazı yazmadığımı da fark ettim.
Kim bilir belki Hocalı’yı arayacak günlerin yakın olduğunu görmemden midir nedir “Hocalı Katliamı” başlıklı bir yazı yazmamışım. Ama birçok yazımda bahsettiğimi biliyorum.Yirminci yılına gelmiş ve yeni belaları kapıya dizilmiş beklemekte iken belki faydamız dokunur diye bence işin asıl özünü ifade edeyim dedim. Yalanla dolu beyinler yalana göre sonuca varır ve her şey yalan olur. Bence doğrusunun belki size göre de "bana göre doğrusunun" bilinmesinde fayda var!
Neyse bu yazı da sadece bu başlıkla olmayacak ve daha önce yazdığım ayrı bir yazı ile birlikte yayınlamayı uygun gördüm.
Çünkü “hamasi duygular” yerine olayların gerçek nedenlerini yazmak daha akıllıcadır.
Birkaç ay öncesine kadar Azerileri dışlamış olan hükümet, Azerilerden bir ışık görünce bu tür yazılar gündeme geliverdi gibi geldi bana.
Hocalı Katliamını nefretle kınıyorum. Gazeteler bu konuyu gündeme taşırken bu soykırımın önünü açan siyasetleri gizlemiş ya da hala görememektedir. O tarihlerde Turgut Özal'lı ANAP iktidarı vardı ve SSCB'den ayrılan yeni Azerbaycan bağımsızlığını ilan eder etmez Türkiye'ye özlem içinde sığınmıştı.
Ebul Feyz Elçibey gibi bir tarihçi ve Türkçü adamı Cumhurbaşkanı seçmişlerdi.
Düşmanlığı Doğuran Olaylar;
Selçukluların gelişiyle Bizans’ın mezhep yüzünden kâfir ilan ettiği Ermenileri soykırımdan kurtarmıştı. 1300’lerde kurulan Osmanlı, Ermenilerin Türklere yakınlığını kullanarak Hıristiyan Ortodoks ve Katolik mezheplerinde gedikler açarak Hıristiyanlık inancını İslamlaştırma siyasetini başlatmıştı. Ermeniler o tarihlerde devlet içinde görevlendirilmişlerdi. Bu Osmanlı’nın çöküşüne kadar da sürmüştür.
Ordusunun temelini oluşturan unsurların dönmelerden oluşmasına rağmen, Osmanlı’nın tarih boyunca deniz kuvvetlerini geliştirememesi Türklerin deniz korkularıyla açıklanmaktadır ve oldukça da saçmadır.
Dönme askerler zaten Rumlardan oluşmaktaydı ve Türklerin deniz korkusu ile deniz kuvvetlerinin geliştirilememesinin bu nedenle bir alakası yoktur.
Osmanlı içinde ve dışında bir takım ihanetler sonucu denizlerden dışlanmıştır.
Bunu Kanuni’nin sağlığında Fransızlara “dostluk ve Hıristiyan birliğini bölmek” amacıyla verilen Kapitülasyonları 1575’de yani Kanuni’nin ölümünden “10” yıl sonra İngilizlere vermesi Osmanlı’nın İngiliz idaresine girmesinin işaretidir.
Hürrem Sultan ve ardından gelen dönme köle padişah analarının Topkapı sarayında ayrı “büyükelçiler” haline gelmeleri padişahların zamanla “kafes padişahlarına dönüşmeleri” ile Osmanlı tarihte zavallı bir figüran haline getirilmişse bu padişah analarının marifetleri bu olayda önemli rol oynamıştır.
Zayıflayan Osmanlı’yı önce balkanlardan çıkarma projelerine, Avrasya kıtasını kuzeyden işgal eden Rusya’nın “Kafkaslardan çıkarma projeleri ile “sıcak denizlere inme” siyasetleri eklendi.
Bu siyasetler de Osmanlı içindeki azınlıkların kışkırtılarak isyan ettirilmelerine ve halklar arasında düşmanlıklara neden oldu. Derken 19.yy. başlarında Osmanlı Kafkaslardan da atıldı.
1813-1878 Osmanlı Rus Kafkas sınırları
1812-13 Gülistan antlaşması ile Osmanlı’dan çıkan Kafkasya ve Azerbaycan Rusya ile İran arasında paylaşılmıştı. Teknolojik gelişme açısından Osmanlı’dan pek farkı olmayan ve İngiliz siyasetine göbekten bağlı olan Rus çarlığı Azerbaycan petrollerinin işletilmesi işini İsveçli Nobel ailesine vermişti.
Onların da arkalarında Fransa’da bulunan mason Rotschild ailesi vardı. Kafkaslar bölge olarak küçük olmasına rağmen etnik farklılık açısından çok zengin bir bölgedir. Bu nedenle Ruslar Hıristiyan kökenli Kafkas etnik gruplarını Osmanlı’ya karşı kışkırtırken Osmanlı ve İngilizler ve ötekileri de çıkarları doğrultusunda Rus çarlığına karşı Müslüman ve elde edebildiklerini kışkırtıyorlardı.
Bakü- Tiflis demiryolu hattı ile Azeri petrollerinin Karadeniz’e taşınması da bu isyanlar yüzünden riskli hale geliyordu. Rotschild ailesi bu yolu emniyete almak için Amerikan petrol şirketleri ile işbirliği yaparak önce bu isyanlara katkıda bulundular.
Ermeni, Yezidi Kürtler, Süryaniler, Gürcüler, Osetler, Abhazlar, Dağıstanlı Çerkezler bu oyunların figüranları oldular.
Ruslar 1876’larda İngiltere ve ABD destekli Çerkezleri feci şekilde bastırdılar ve Çerkezler bulabildikleri deniz vasıtaları ile Karadeniz’e açıldılar. Anavatanları elden çıkmış, ayaklarını basacak toprakları kalmamıştı ve II.Abdülhamit, Boğaz açıklarına yrdım için bekleyen Çerkezlere kucak açmış, ülkenin en güzel yerlerinden onlara yurt vermişti.
Tabi ki aynı dönemde Osmanlı da Ruslardan ağır darbe almış, Rus orduları doğudan Sinop’a batıdan İstanbul- Yeşilköy/ Florya’ya kadar gelmişlerdi.
İngiliz büyükelçisi Elliot otomobiline binerek Rus ordularının genelkurmay başkanı olan Rus Çarının oğluna;
“-Buradan bir adım daha ilerlerseniz İngiltere’ye savaş ilan etmiş sayarız!” Uyarısı ile Rusya anlaşmaya ikna edilmiş, ardından yapılan Viyana ve Paris konferanslarında İngiltere’nin destekleriyle Ruslar Bulgaristan’ın gerisine çekilmek zorunda kalmışlardı. Elbette balkanlarda Osmanlı karakollarında bulunan asker ve güvenlik güçlerini denetlemek ve müdahale etmek, atanan idarecileri belirlemek gibi haklar da elde etmişlerdi.
1876-78 Osmanlı Rus Savaşının sonucunda “toprak kazanıldığında aileleriyle birlikte yeni kazanılan topraklara yerleşmek, toprak kaybedildiğinde de anavatan içlerine geri çekilerek savaşmak” ilkesine bağlı “Akıncı/ Muhacirun Kültürüne” sadık kalarak Anadolu’ya çekilen beş milyon kadar Evlad-ı Fatihan Türk’ünün Kafkasyalı Çerkezlerle birlikte “20” yıl askere alınmaları da bu antlaşmalarla yasaklanmıştı.
Beş yıl sonra Osmanlı Balkan Türklerinin askere alınabilmesi için izin koparmayı başarmıştı ama Çerkezler üzerindeki yasağı kaldıramamıştı.
Bu yenilgi Vatikan ve Moskova Ortodoks kiliseleri destekli isyanlar çıkaran Ermeni, Süryani, Yezidi Kürtler ile Sabileri coşturmuş ve Osmanlı’nın doğusunda apaçık Türk ve Müslüman kıyımı başlamıştı.
1895’de Van, Bitlis (Norşin/Nurs/ Gürpınar) bölgesinden çok sayıda isyancı Ermeni bastırılmış ve onlara katkıda bulunanlar sürgüne gönderilmişti.
1912-1914 Balkan Savaşlarında Osmanlı’nın toprak kayıpları Ermeni ve öteki azınlıkları gene kışkırtmış, sürülenlerin büyük kısımları geri dönmüş, ulu orta soykırımlar yapmalarına neden olmuştu.
Balkan Harbinin ardından 1914-1918 I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Ruslar Said-i Kürdi Deliüzzaman gibi işbirlikçilerin Tiflis’te Rus istihbarat görevlilerine bölgenin askeri ve coğrafi hassas noktalarını gösteren haritalar vermeleri ile Van ve Bitlis 1915-16’da Ruslarca işgal edilmiş sayısız Türk ve Müslüman Kürt soykırıma uğratılmıştı.
1915’in yazında Çanakkale Zaferi ile rahatlayan Osmanlı gücünü doğuya aktarmış, Enver paşa Kafkaslarda Mustafa Kemal de Van ve Bitlis’in geri alınmasını sağlamışlardı.
20.yy. Küresel Siyasetleri ile Sürdürülen Düşmanlıklar;
Tehlikeyi gören isyancı işbirlikçi Süryani ve Yezidi Kürtler Gürcistan’a sığınmışlar, kaçamayanlar ise çete savaşlarında öldürülmüş, öldürülmeyenleri de Osmanlı’nın güney topraklarına sürülmüşlerdi.
İşte Bu olaylarda düşmanla işbirliği yapmış Ermeni asilerin cezalandırılmasını hazmedemeyen batı devletleri bu isyan bastırma olayını sonradan ”Soykırım” olarak adlandıracaklardı.
Onlar yapınca “hak” olan şey biz yapınca “soykırım” oluyordu. Malum “düşenin dostu olmaz!”
Azınlık isyanlarının bu şekilde bastırılması ise isyandan sıkıntıya uğrayan devletleri rahatlatırken, küresel Mason sermayesinin tekelinde bulunan Azeri petrollerinin nakliye hatlarını da emniyete almış oluyordu. 20.yy. 1980’lere kadar böyle geçti. Bunu 21.yy. projelerinin yapılandırılması siyasetleri izledi. 1968’lerden 1980’lere kadar sağ-sol olayları bu proje kapsamında yürütüldü ve “anarşi” bahanesiyle Amerikancı bir darbe ile devlet işgal edildi, anayasası değiştirildi, “Vatana ihanet suç olmaktan çıkarıldı”.
12 Eylül 1980 darbesi ve rejiminin beyni olduğu bu günlerde öne sürülen Malatya’lı bilinen aslen Tunceli Çemişkezek ilçesi Yezidilerinden olan Ermeni dönmesi Turgut Özal da aynı yerden Manisa’ya sürgün edilmiş Dersimlilerden olan cunta önderi Kenan Evren ile birlikte ABD'nin dayattığı Kafkasya, İran Azerbaycan'ını Türkiye'ye katmak için Irak ve İran'da Kürdistan kurulması projelerine dalmıştı.
Mihail Gorbaçev’in Glastnost ve Prestroyka adlı siyasetleri sonucu SSCB rejiminin çökertilmesi, Azeri petrollerini elinde bulunduran Mason küresel sermayesinin iştahını kabartmıştı.
Eski günlere dönmek isteyen küresel sermaye, SSCB’nin çöküşünü planlamış ve Türkiye’de de gerekli kültürel ve siyasi ortamı 12 Eylül 1980 darbesi ile hazırlamıştı. İran’da da 1979 Humeyni devrimini elbirliği ile gerçekleştirmeleri de bu projenin parçasıydı.
Humeyni rejimi ile “Sol” siyasete kapatılan İran’ı 1980 askeri darbesi ile Türkiye izlemiş, başa getirilen Turgut Özal hükümeti kendi önüne konulan İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den topraklar verilerek kurulacak bir büyük Kürdistan kurulması, Kafkasların Türkiye ve Kürt/Ermeni işbirliği ile yapılacak saldırılarla Mason küresel sermayenin idaresine teslim edilmesinden ibaret Yeni Osmanlı projesini uygulamak zorunda kalmıştı.
Özal’ın ANAP hükümetinin yürüttüğü bu projenin Türkiye’ye ve Kürtlere bir şey vermeyeceği, planın arkasında Büyük Kürdistan olarak gösterilen haritanın Ermeni ve İsrail devletleri haline getirileceği de ortaya çıktığından Türk Ordusu içinde ANAP hükümetine karşı muhalefet de gelişmeye başlamıştı.
Ancak, halk ağır askeri rejim altında yönetildiğinden ve sindirildiğinden hiç kimse bu konularda konuşamıyordu, yazan bazı yayın organları hükümeti destekleyen dönem iş adamlarınca satın alınarak etkisizleştiriliyordu. Gırgır Dergisi bu operasyonun en son parçası olmuştur.
Mihail Gorbaçev. En büyük ABD ajanı. Başındaki lekenin onun dünyanın belası olacağına işaret ettiğini bir kâhin söylemişti! |
Rusya kısmen kendisi ve alenen Ermeni ordusunu silahlandırıp Azerilere saldırtarak bu önleme işini yapmıştı.
Bilinmeyen yönlerden birisi de belki Azerbaycan arkasında ABD var diye başarıyla çıkacağına inandığı bu işe gönüllü girmişti.
Ruslar da "blöf'ü" görüp Ermenileri silahlandırmış, ikisi birlik Azerbaycan'ı halletmişlerdi. Yani Azerbaycan ABD'nin verdiği görevi yerine getirememişti. Türkiye'nin de yapacağı bir şey yoktu!
1992 Karabağ ve Azerbaycan |
Malum 1915’lere uzanan kinleriyle Ermeniler de Azerilerin yalnızlığından doğan bu fırsatı "soykırım yaparak" değerlendirdiler. Gözümüzün önünde başlarına iş açtığımız Azerileri koruyamadık. Çünkü bizim o halimizle Rusya’ya savaş açmamız sadece intihar olurdu. Bu da sömürgeci güçlerin henüz istedikleri bir şey değildi.
Soykırıma uğrayan Azerilerin hiç bir hakkını koruyamama nedenimiz işin sorumluluğunun bu Nurcu ANAP iktidarında olması yüzündendi.
Tarih gene yüz yıl geriye sarılmıştı. Gene azınlıklar kışkırtılmış, Müslüman ve Türk soykırımı hortlatılmıştı.
Yeniçağ Gazetesi yazarı Selcan Taşçı'nın kaleminden biraz aktarma yapalım;
ÖLÜ SAYISI BİLİNMİYOR
Ebul Feyz Elçibey tarihçi olmasına rağmen Türkiye'yi iyi tanımıyordu! |
Hocalı, “Resmi rakamlara göre 63’ü çocuk, 106’sı kadın ve 70’i yaşlı olan 613 kişi öldü, 1275 kişi rehin alındı, 68’i kadın, 28’i çocuk olmak üzere 150 kişi kayıp, 487 kişi sakat kaldı...” cümlesinden ibaret kimileri için. “Rakamlar”sa Hocalı’ya kör-sağır-dilsiz kalınmamasını sağlayacak olan, hemen söyleyeyim:
613 değil binden fazla Azerbaycan Türkü öldürüldü Hocalı’da... 613 Ermenilerle yapılan pazarlıklar sonucu cenazeleri alınıp defnedilebilenlerin sayısı; çoğu Ağdam’a gitmeye çalışırken Ermenilerin ateş açmama sözü verdikleri ormanda öldürülenler... Bunu Rus ordusunda subay olan Yuriy Girçenko itiraf ediyor: “Olmayan Devletin Ordusu” kitabında.
“Hocalı’dan sonrası”nın bilançosunu biliyoruz biz sadece... Hocalı’da kime, ne oldu sorusu cevapsız hâlâ... Ermeni gazetecilerin bahsettikleri o “ceset dağları”nda saklı hâlâ “Hocalı gerçeği” Ve dünyanın cevap vermesi gereken soru belli:
Biz o gerçeği öğrenmek için neyi bekliyoruz? Yüz yıl sonra topraktan fışkıran kemiklerin izi sürülerek bulunacak toplu mezarları mı?
BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmesi “soykırım”ı “milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen imha etme” olarak tanımlıyor. Buna rağmen Meksika ve Pakistan’dan başka “soykırım” diyebilen ülke çıkmadı Hocalı’da yaşananlara. Hocalı’ya “Bir tek Türk bile kalmayacak” naralarıyla giren Ermeni işgalcilerin yaptığı “soykırım” değilse ne? "... Haberin linki için tıklayınız http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=63914
Hocalı Soykırım Resimleri |
Şimdi Elmas Yıldırım'ın konuyla ilgili bir şiirini ekleyelim;
Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.
Türkiye'de kaç tane Azeri Türkü var biliyor musunuz?
Kaç tane kayıtsız şartsız soydaşlarına destek verecek Anadolu Türkü var biliyor musunuz?
Bunların sabrı mı sınanıyor,sadakati mi?
Söyler misiniz?Kerkük'ü Musul'u, Doğu Türkistan'ı,Tebriz'i, Batı Trakya'yı, duymuyorsun anladık..
Peki Iğdır'ı, Kars'ı, Anadolu'yu da mı duymuyorsun?
Sağır mı oldun Ankara?
Türk olmak teslim olmak anlamına mı geliyor artık. Açılmak istenen o kapının Ermeni terörü neticesinde şehit düşen her Türk'ün mezarını çiğnemek anlamına geleceğinin farkında değil misiniz ?
***
Kaçtır, eli kanlı çıktı oyundan,
Ne bilem, kahpelik varmış soyunda,
Girdiğim öz yurttan döndürülürken,
Kanımın aktığı sınır boyunda
Açan lâlelerden bir çelenk örsem,
Türklük dünyasına armağan versem.(Kaynak için TIKLA)
Görüldüğü gibi bu bir soykırımdır!
Soykırımdan yakınmak yerine “Soykırımı doğuracak “ olaylardan da kaçınmak gerekmez mi?
Gerekir ama bunun içinde halkı yoz, din taassubunda uyutup, birkaç işbirlikçinin yönettiği rejimlerinde böyle sonuçlar karşısında şikâyet etmeye hakları yoktur inancındayım. Bu yüzden işbirlikçi ve diktatör devlet adamlarının “halkı siyasetten uzak tutma gayretlerine” karşı halkın direnerek siyasetle ilgilenmesi ve sorgulaması gerekir. Aksi halde akan kanlar ile gözyaşları sonsuza dek sürer gider!
Böyle haince siyasetlere sessiz kalan “sinen” milletlerin sonuçlardan şikâyet etmeye hakları yoktur.
Siyasetçi ve devlet adamları mallarını kapıp başka ülkelerde kendilerine rahat bir yaşam kurabilirler ama ceremeyi çeken halkların böyle şansları yoktur. Kötü siyasetlerin sonuçları doğrudan onları vuru ve faturayı onlar öderler.
Siyasetçiler asla bir şey ödemezler!
Dün Hocalı, bu gün Afganistan, Irak, Libya, Sudan ve hedef İran, Suriye ve biz!
Bu olaydan sonra ANAP iktidardan düştü, Süleyman Demirel hükümeti kuruldu, Ebul Feyz Elçibey Türkiye kumandalı bir askeri darbeyle devrildi ve Ruslara yakın olan bence Gnostik Ermeni kökenli olan Haydar Aliyev onun yerine getirildi.
Bizde de Özal öldü Demirel Cumbaba oldu. Tansu Çiller adından yüz güzeli bir bayan başbakana sahip olduk.
Ülkede "doğal gaz kullanımı" bilinmezken Rusya'dan doğal gaz aldık, onları işlemek için elektrik santralları aldık ve kullanmadığımız milyonlarca metreküp gaz için yıllarca para ödedik. Bunlar Rusya'yı üstümüze saldırmaktan uzak tutmak için yapılmıştı.
Erdoğan'ın Yolu Suriye |
Üstelik dayatılan bu savaşta da silahlar ABD-AB ülkelerinden de parayla satın almak zorunda olduğumuzu da söylemeliyim. Hocalı Soykırımını telin ederken yeni soykırımlara, dünya savaşlarına ülkemizi hızla sokan küresel güçlerin işbirlikçisi, eş başkanı RE.T.E ve cumbaba köşkündeki zat affedilmez günahların şu andan itibaren sorumlularıdırlar!
Küresel Mason Sermayenin Kısaca Tarihçesi;
Az bilinen bir konuyu açıklamadan Türk milleti başına geleni hiç aymayacak gibi görünmektedir. Bu yüzden aşağıdaki yazıyı bir okuyunuz;
Atatürk’ten sonra devlet adamlarımızın etnik kökenlerine baktığımızda tümünün Mason olmakla birlikte, İsmet İnönü Bitlis Ermeni’si, Adnan Menderes Kırım Tatarı (*1), Süleyman Demirel Arnavut göçmeni, Bülent Ecevit Ermeni dönmesi Osmanlı veziri oğlu ve eşi Rahşan Şebinkarahisar Ermeni’si, Kenan Evren Dersim sürgünü dönme Ermeni, Turgut Özal’ı yazdık, Tayyip Erdoğan 1915’de Batum’a kaçan Süryani isyancılardan, Abdullah Gül, Yezidi Siirt Kürdü say say bir tek Türk bulamazsın!
Bu kitabı okuyunuz! |
Bu “Efendim= Sahibim” kelimesini devlet ve ticari işletmelerde ekmek kovalayan herkese bellettiler. Bununla da övündüler!
“Türkleri köle yaptık!”
Biz de ömrümüz boyunca “kibar, nazik” olduğumuzu sandık!
Onlar da zaten 200 yıldır batılı ülkelerden aldıkları desteklerle çıkardıkları isyanlarla başaramadıkları Türk Devletini tarihe karıştırma işini yapabilecek hale gelmişlerdi. Devleti teslim almışlardı.
İşte emperyalizm kendi amaçlarını gizlemek zorunda kalmadan her ülkede iktidar ettiği bu işbirlikçilerle gerçekleştirmektedir.
Asırlardır “Tanrının Seçtiği Kavim” olarak kendilerini tanıtan ama kimsenin inanmadığı bu Yahudi kavmi, Roma’nın M.S. 325’de gene Yahudi rahiplerinin uydurması olan Hıristiyanlık dinini resmi din ilan etmesiyle inandırmayı başardılar.
Bundan önce M.Ö. 1530’larda Mısır’dan sürülmüş cüzzamlı ve bulaşıcı hastalıklıların yerleştirildiği Kudüs’te yaşayan lanetli sürgün bir halk olarak biliniyorlardı ve kimse onlarla yakınlık kurmuyordu.
Ardından İslamiyet’in doğuşu, Türklerin bu dine sopalı-gönüllü sokulmaları ile bu sürgün kavime verilen kutsallık halkların beyinlerine işlendi.
M.S. 1096-1099 arasındaki I.Haçlı Seferi ile bölgeye yerleşen Yahudi kökenli batılı rahiplerin kurduğu Tapınak Şövalyeleri örgütü günümüz Mason Dinini oluşturdu.
Avrupa’da krallıkları, imparatorlukları tehdit edecek güçlere sahip olunca M.S. 1450’lerde Fransa kralı IV.Filip bunları kazığa bağlayarak yaktı, öldürdü. Kaçanlar İskoçya’ya, Almanya ve çevresine yerleştiler. 1200’lerde Cengiz Han’ın oğlu Hülagu tarafından İran, Harran’dan sürülen büyücü Yezidi, Zerdüşt rahiplere karıştılar ve güç oluşturdular.
16.yy. da önce İskoç ardından İngiltere Krallığını ele geçirdiler. Bunu 1565’de İspanyol Armadasını Manş denizine gömmelerinin ardından Küresel İmparatorluğa sahip olmaları izledi.
Eski Grek kitaplarından başka yerde adı geçmeyen unutulmuş Demokrasi kavramını geliştirerek Sosyalizmi ve Komünizmi yazdılar. Milliyetçilik ile imparatorlukları yıktılar. 19.yy. a kadar böyle devam etti.
1914-1918 arasında Almanlara verdikleri güçle I.Dünya savaşını çıkardılar ve yeryüzünde hiç “Feodal Ülke” bırakmayarak, 1450’de yakılan başrahipleri Jack de Molay’ın ölümü ile ettikleri (Yeryüzünde bütün feodalleri yok edeceğiz!) intikam yeminini gerçekleştirdiler.
Sömürgelerindeki ticaret yollarını emniyete almak için “küçük etnik farklılıkları” isyan ettirdiler sonra o devletlere güç vererek isyancıları kıydırdılar. Böylece ileride doğabilecek isyanlarla ticaret yollarının tehlikeye atılması riskini yüz yıllığına çözdüler. Bunu da yıktıkları feodal yapıların yerine kurdukları “oligarşik- monarşik demokrasilerle” (İngiltere, İsveç, Hollanda Monarşik, Türkiye gibiler de oligarşik demokrasilerdir) feodaliteyi kolayca unutturdular. Bizde Türk Milliyetçiliğinin desteklenmesinden devletin adının bu adla belirlenmesine kadar mason sermaye güçlerinin dayattığı “ulusalcılık kültü” milletler feodaliteyi unutturmakta kullanıldı.
Öte yandan da güçlerini sağlamlaştırıp gelişen teknoloji ve siyasi dolaplarla çıkardıkları terör ve küçük savaşlarla birlikte ekonomik sömürü sistemleriyle zenginleştiler.
Şimdi sıra 21.yy. düzenini kurmaya geldi. Bu yüzyılda amaçladıkları şey, daha küçük etnik yapıları tahrik ederek büyük devletleri ufaltmak ve zamanla şehir devletlerine kadar bu projeyi sürdürerek karşılarında dikilebilecek geniş coğrafyaya hükmeden devlet yapılanmalarını yok etmektir.
Bu emperyalizmin kendince akli olanıdır. Bilinen de budur ve bizim hükumetlerimiz de bu projeden nemalanarak devletimizin ömrünü uzatmak ister görünmektedirler. Gözümüzden kaçan tek şey ise devlet adamlarımızın bu “ayartılan küçük etnik azınlıklardan” seçilmeleridir.
Tapınak Şövalyelerinin "Şeytana Tapmakla" suçlandıkları için yakılmaları olayı! |
Yahudilerin tanrısı YAHWEH (YHWH=YILAN İyi inceleyin! |
Beklenemez!
Bir de işin “akli olmayan” yani “sömürüyü amaçlamayan ve dünyayı yok etmek isteyen dini sapık tarikat mensuplarının da bu mason yapılanma içinde yer almalarıdır.
Aslında dünyayı bin kere yok edecek silah bu gün kendi ellerinde vardır ve isteseler dünyayı savaş çıkarmadan da iki dakika içinde yok edebilirler.
Peki neden savaşta ısrar ediyorlar?
İşte onlara bu güçleri veren göksel varlıklar dev ve cüce cinler yani kertenkele-yılan soylu, insana benzer, benzemez yapılardaki tanrıları ve melekleri insan ve hayvan eti, kanı ile beslenirler.
Çıkarılacak savaşlar ile bu tanrılarına ziyafet sunacaklardır.
Öte yandan kendilerini de yok etmeleri ile sonuçlanacak bu intihar olayları tanrılarını kızdırır ve yeni dünyada Yahudi yetiştirmekten vazgeçebilir!
Tanrılarını memnun eden bir ziyafet, tıka basa altınlarla dolu devlet hazineleri tanrılarının en hoşlandığı şeylerdir.
İşte bu yüzden “Şeytan ve Cin Kültü” adlı kitabımı yazdım.
Şimdi işte bu konuların onların dini kitaplarında nasıl yer aldığını görelim;
Not; Yazının bu bölümü kısmen Facebook sitemde bir habere yaptığım yorumdan çıkmıştır ve bu yazıdan önce yayınlanmıştır.
KİM İNANIR?
Size desem ki, yeryüzünü yöneten küresel sermayeyi ve ABD devleti ile ordusunu elinde bulunduran gizli bir tarikat var: Bu tarikat yaklaşık beş bin yıldır yeryüzünde devletler kurup yıktığını ve dünya haritasını istediği gibi çizdiğini iddia ediyor.
Yetmedi, birinci ve ikinci dünya savaşlarıyla yeryüzü haritasını İncil ayetlerine göre şekillendirdi ve 21. Yüzyılda da inancı gereği dünyayı yok edecek olan savaşları başlatmak istiyor. Günümüzdeki bütün gerginlikler buna dayanıyor.
Bunların inancına göre, bütün canlıların yok edildiği bir Armageddon Savaşının ardından tanrıları (İsa peygamber) göklerden Kutsal Kudüs şehri ile gelecek, heybetinden şimdiki dünya uzay boşluğunda belirsiz bir yere kaçıp gidecek, 12 Yahudi kabilesinden seçtiği 12’şer bin Yahudi’yi yanında getirdiği, denizleri olmayan yuvarlak yeni bir dünyaya koyacak ve bu dünyada yalnız Yahudi yetiştirecek. Öbür milletleri de güneşe atacak v.s, v.s desem kim inanır?
Kimse inanmaz.
Ben hatta bu B.O.P ve Kuzey Afrika projeleri de milletleri “yeni ekonomik dünya düzeni” diyerek bu savaşa “ikna ederek” itmek için üretildi ve bütün Müslüman dünyası ve Türkiye işletiliyor! Desem bana “Sen iyi yazıyorsun, ara sıra böyle şeyler yaz da kafamız dağılsın” diyebileceğinizi de düşünüyorum.
Çünkü böyle bir yazıya kim inanır ki?
Bu yazıma da kimse inanmaz diyorum!
Evangelist ABD başkanlarından R.Reagan Ötekileri baba ve oğul G.Bush'lar, Jimy Carter vs. |
Oldukça iddialı ve “inanılmaz” görünen bu tespitim gerçekten inanılacak bir tespit değildir. Ne yazık ki adlarını verdiğim ABD başkanları kendi cemaatlerinden olan kişileri dünyadaki her ülkenin başına getirmeyi ve yeryüzünü teslim almayı başardılar. Bunda, Sosyalizm, Komünizm, Faşizm, Liberalizm, İşçi, kadın, çocuk hakları, etnik ve mikro milliyetçilik, dincilik her şeyi çok iyi kullandılar. Her yerde kurdukları NATO ÇETELERİYLE” de kendilerinin ipliğini pazara çıkaracak insanları suikastlerle ya da yasal yollarla temizlediler.
Bu gün başlarımıza diktikleri işbirlikçi sivil, asker işbirlikçilerinin önderliğinde sona giden yoldayız. Adını verdiğim İncil’in bu bölümü “Bir an önce gel ya İsa” cümlesiyle bitmektedir. Yani, bu dünyayı yok edip yeni dünyada ya da “Tanrının Yeni Yahudi Kombine Çiftliği’nde tek Yahudi Nesli yetiştirmesine” tanık olmak isteyen büyük zengin din manyakları her canlının hayatını tehdit eder haldedirler.
İşte İncil ayetleri;
12. Bölüm
Kadın ve ejderha
Esi 12:1 Gökte olağanüstü bir belirti, güneşe sarınmış bir kadın göründü. Ay ayaklarının altındaydı ve başında on iki yıldızdan oluşmuş bir taç vardı. (Avrupa Birliği olabilir A.Yavuz)
Esi 12:3 Sonra gökte başka bir belirti göründü: yedi başlı, on boynuzlu ve yedi başında yedi taç olan, kızıl renkli büyük bir ejderhaydı bu.
Denizden çıkan canavar
Esi 13:1 Sonra, on boynuzlu, yedi başlı bir canavarın denizden çıktığını gördüm. Boynuzlarının üzerinde on taç vardı ve başlarının üzerinde küfür niteliğinde adlar yazılıydı.
Yerden çıkan canavar (Dabbet-ül Arz)
Esi 13:11 Bundan sonra başka bir canavar gördüm. Yerden çıkan bu canavarın kuzu gibi iki boynuzu vardı, ama ejderha gibi ses çıkarıyordu.
Esi 13:18 Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. Çünkü bu sayı bir insanı simgeler. Onun sayısı altı yüz altmış altıdır.(666)
14. Bölüm
Kuzu ve 144.000 kişi
Esi 14:1 Sonra Kuzu'nun Siyon dağı üzerinde durduğunu gördüm. O'nunla birlikte, alınlarında kendisinin ve Babasının adının yazılmış olduğu yüz kırk dört bin kişi vardı.
Esi 14:4 Kendilerini kadınlarla lekelememiş olanlar bunlardır. Pak kişilerdir. Kuzu nereye giderse O'nun ardından giderler. Tanrı'ya ve Kuzu'ya ait olacakların ilk bölümü olmak üzere insanlar arasından satın alınmışlardır.
Esi 14:5 Ağızlarından hiç yalan çıkmamıştır. Kusursuzdurlar.
Yerin ürünü toplanıyor
Esi 14:14 Bundan sonra beyaz bir bulut gördüm. Bulutun üzerinde oturan, başında altın bir taç ve elinde keskin bir orak bulunan, `insanoğluna benzer biri' vardı.
Esi 14:15 Tapınaktan çıkan başka bir melek bulutun üzerinde oturana yüksek sesle şöyle bağırdı: «Orağını uzat ve biç! Biçme saati geldi. Çünkü yerin ekini olgunlaşmış bulunuyor.»
Esi 14:16 Bulutun üzerinde oturan, orağını yerin üzerine salladı ve yerin ekini biçildi.
Esi 14:17 Gökteki tapınaktan başka bir melek çıktı. Onun da keskin bir orağı vardı.
Esi 14:18 Ateşin üzerinde yetkili olan başka bir melek ise sunaktan çıkıp geldi. Keskin orağı olana yüksek sesle, «Keskin orağını uzat!» dedi. «Yerin asmasının salkımlarını topla. Çünkü üzümleri olgunlaştı.» (Üzüm biziz yani insanlar)
Esi 14:19 Bunun üzerine melek orağını yerin üzerine salladı. Yerin asmasının ürününü toplayıp Tanrı öfkesinin büyük cenderesine attı.
Esi 14:20 Kentin dışında sıkılan cendereden kan aktı. Kan, bin altı yüz ok atımı çapındaki bir alanda atların gemlerine dek yükseldi.”
21. Bölüm
Yeni Kudüs
Vahiyler/Esinler/ 21.Bölüm.1.ayet;
Esi 21:1 Bundan sonra yeni bir gökle yeni bir yeryüzü gördüm. Çünkü önceki gök ve önceki yeryüzü ortadan kalkmıştı. Deniz de yoktu artık.
Esi 21:2 Kutsal kentin, yeni Kudüs'ün kendi güveyi için hazırlanmış süslü bir gelin gibi, gökten, Tanrı'nın yanından indiğini gördüm.
Esi 21:5 Tahtın üzerinde oturan dedi ki, «İşte her şeyi yeniliyorum.»
Esi 21:24 Uluslar kentin ışığında yürüyecekler. Dünyanın kralları, servetlerini oraya getirecekler.
Esi 21:25 Kentin kapıları gündüz hiç kapanmayacak. Üstelik orada hiç gece olmayacak.
Esi 21:26 Ulusların servet ve zenginlikleri oraya taşınacak. (İsa zenginlik sever)
Esi 22:17 Ruh ve Gelin, «Gel!» diyorlar. Her işiten, «Gel!» desin. Susamış olan gelsin. Dileyen, yaşam suyundan karşılıksız alsın.
Esi 22:20 Bütün bunlara tanıklık eden, «Evet, tez geliyorum!» diyor. Amin! Gel, ya Rab İsa!”
Tanrılarının gelişini bu kadar “sabırsızlıkla” bekleyen bu din manyakları dünya gezegenini resmen ateşe atmaktadır.
Allah’ları olduğuna inandıkları İsa peygamberin kendilerine “yeryüzünün hâkimiyetini” verdiğine inandıklarından, İncil’de belirtilen öteki dogmalara da “gerçek” payı veren bu “din manyakları” asırlardır, soykırımlar, tabiatın dengesini bozan ormanların ve vahşi yaşam koşullarının, eko dengenin yok edilmesi işin orman yangınları, ormanlar içine yerleşim yerleri ve sanayi tesisleri inşa edilmesine kadar her şeyi yaptılar.
Joseph Cambell’in “Tanrının Maskeleri- Doğu Mitolojisi” adlı kitabında “şehirleşmenin tabiatın dengesini bozacağına” inanan dağ dervişlerinin, yerleşik kavimlere ait tüccar kervanlarını taşladıkları anlatılmaktadır.
“Küçük Buda” filmini hatırlayanlarınız vardır. Buda, Hint racasının oğludur ve On’lu yaşlara geldiğinde halka tanıtılmak üzere bir filin üzerine konan tahtına oturtularak şehir gezisine çıkarılır. Onu alkışlamaya çıkanlar asillerdir, kötü giyimlilerin ve fakirlerin çıkmasının yasak olduğu bu törende kalabalığın arasına, “dünya nimetlerinden arınmış çıplak bir dağ dervişi” karışmıştır. Küçük Buda bu adamı görünce dikkatle bakar ve derviş dikkatlerin üzerinde toplandığından korkarak kaçmaya başlar. Küçük Buda filinden yere atlayarak onu takip eder ve dağ dervişlerine karışarak 15 yıl kadar aralarında kalır. Bundan sonra da Budizm Dini’nin kurucusu olur.
Yemenli Veysel Karani de böyle bir dağ dervişidir.
Hz. Muhammed’in Lut Gölü civarında İslam’ı tebliğ için gittiği bir köyden kayığına binip ayrılırken, kayığa doğru “Suyun Üzerinde” koşarak gelen bir dağ dervişini görür. Kayığı durdurur. Dervişe ne istediğini sorar.
O da;
-Dediğin her şeye inandım ama nasıl ibadet edeceğimizi söylemedin! Der.
Muhammed de;
-Sen nasıl ibadet ediyorsun? Diye sorar.
Derviş de, yerlerde yuvarlanarak, kendine acı çektirerek ibadet ettiğini söyler.
Muhammed ona;
-Sen ibadetin de imanın da yolunu bulmuşsun, bildiğin gibi et, benim sana öğretecek bir şeyim yok! Der.
Derviş gidince adamları niye Namaz kılmayı önermedin diye sorduklarında, Muhammed;
-Görmediniz mi? Ben peygamberken kayıkta gidiyorum, adam suyun üzerinde yürüyor! Deyince herkes ağzını kapatır. Rivayete göre namaz bu olaydan sonra farz kılınmıştır. Namaz İslam öncesi Hicaz Arapları, Sabiler ve Mecüsilerce ve hatta Hintli Brahman ve Hindularca da yapılan bir “ışık öpme” ayiniydi. Köken olarak Hind dilinden gelir, Arapça değildir. Namaz, “Namas” şeklinde yazılır ve “Selâm” demektir. Hint ibabdedinde namaz “Namaskâr” olarak döylenir ve “Güneşe Selam” demektir.
Türk “Kara Han Yaratılış Destanı’nda da Türklerin ilk tekerleği, ilk topu, ilk tüfeği icat etmelerinin yanında göklerde tanrılarının askeri olarak Erlik Han’ın (Şeytan) ordusuna karşı savaştıkları da geçer.
Göklerde geçen bir yıldız savaşı başka dinlerde de vardır. İnsanlar bu savaştan yenik çıktıkları için onlara “göklere çıkmak” yani her türlü teknoloji “belirli bir süre için” yasaklanmıştır.
Bu süre doluncaya kadar insanlık tabiatın ömrünü kısaltacak her şeyden kaçmak zorundadır. Yerleşik kavimler, cinlerden, şeytanlardan destek bulmak ve öteki kavimlere karşı güçlü olmak için “terleşik hayata” geçerek bu ilkeyi çiğnemişlerdir. Bu ilkdeden Tevrat’ın yaratılış “11. Bölümü” olan, Babil’in Yıkılışı bölümünde de bahsedilir;
Yar.11: 6 "Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar" dedi,
Yar.11: 7 "Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar."
Yar.11: 8 Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.”
“Sekizinci ayetin” sonunda tanrının insanları yaptığı “kent yapımını durdurduğu” geçmektedir. İnsanların “birbirlerini anlamasından ve güçlenmelerinden “rahatsız” bir tanrı imajını görmekteyiz.
Bir başka örneği de Şambala Efsanesinden bir alıntıyla verelim;
“…Bu son savaştan sonra ise bir “Demir tekerlek” gökyüzünde belirip düşecek ve Rudra Çakrin'in egemenliğinin başlangıcı belirtecektir. Bu nedenle ona “Tekerlekli çılgın” adı da verilmiştir. Bazı Yogi'ler bu tekerleği gördüklerini iddia ederler ve hepsi aynı şeyi anlatır: Tekerlek bir eve yaklaşır ve bu ev bizim gezegenimizdir...” http://www.gizliilimler.tr.gg/Kay%26%23305%3Bp--Ue-lke-d--%26%23350%3Bambala.htm
“Mu’nun Çocukları, Mu’nun Kutsal Sembolleri” gibi kitapların yazarı James Churchward bu eserlerinde, Mısır Ra Dininin” eski Mu Kıtasının dini olan “RA MU” dininin bozulmuşu olduğunu yazar.
Bu durumda Türkler Mu medeniyetinin “mirasçıları” olduklarından yeryüzünde eski dinin koruyucularıydılar. Bu yüzden gerçek dinin akidelerini bozan “yerleşik kavimlerle” sürekli savaşlar içinde olmuşlardır. Kendilerinin de “çoban, yörük kavimler” olarak yaşamalarının ilkesini de bu “kutsal antlaşmaya” dayandırırsak Türklerin “göçerlik kültlkerinin sırrı” anlaşılmış olacaktır.
“Kıyamet ölüm değil “DİRİLİŞ” demektir ve bütün kâhinler kıyametin bir diriliş olduğundan ve ölülerin dirilerek eski görkemli yaşamlarına döneceklerinden bahderler. Kuran’da bu süre “şeytana insanları ayartması için verilen ve tanrı, şeytan ve meleklerce bilinen” bir süredir. Ayeti okuyalım;
Hicr Suresi
15:36- Şeytan,””Ya Rabbim,bari bana insanlar dirilinceye kadar süre ver.” Dedi.
15:37- Allah da “ BİZCE BİLİNEN GÜNE KADAR “ dedi.
Kur’an Tevrat ve İncil’de “değiştirilmemiş” olan bölümleri tekrar etmez. Bunu Bakara 2:106.” Ayette açıklamaktadır. Bu durumda Tevrat’ın ayeti de doğrulanmaktadır.
Eski mitlerde “göksel bir savaş, bu savaşın mağlubu ve yeryüzünün mirasçısı” olan da olmalıdır. Mitolojik açıdan böyle bir durum bütün mitlerde ve dinlerde vardır.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı Fethinde “top” kullandığı için yeren Mısır Sultanı;
“Biz bu silahı biliyorduk ancak tanrının yasakladığından dolayı kullanmıyorduk. Siz bizi bununla yendiniz ama ilkeyi çiğnediniz” Demiştir.
Osmanlı’nın da sonu “uzun menzilli İngiliz ve Rus topları ile olmuştur.
Osmanlı ile “Yeryüzünün Koruyuculuğunu ve mirasçılığını terk mi ettik” bilemem ama bu silahların bilindiği eski mitlerde hep geçmektedir. Türkler de Hint, Arap, Fars dinlerine girerek “kutsal kuralın bozulmasına” büyük katkıda bulundular. Cinci, Hindu, Brahman, Budist, Zerdüşt, Yahudi, Hıristiyan ve İslam olmakla yerleşik kavimlerin “mevalisi/ kölesi” oldular, Türklüklerini ve kökleriyle bağlarını kopardılar”. Yerleşik kavimlere karıştılar, Kutsal ilkeyi çiğnediler. “Yeryüzünde belirleyici güç olmaktan” çıktılar.
Yani “Tanrının Çocukları” olan Türkler, Sümer şeytanı Enki’nin Hürmüz Körfezinde Fao Yarımadasında yarattığı köle “Adapa/ Adamo/ Adem’in” soyuna köle oldular ve “şeytanın askeri oldular.
Böylece “başıboş kalan” yerleşik kavimler, tabiatın dengesini bozdular.
Dünyayı en çok kirleten ülke bu “Evancelistlerin” yaşadığı ABD olmasına rağmen Kyoto Çevre Koruma antlaşmasına imza atmadılar. Şimdi de B.O.P ve Kuzey Afrika projeleriyle önce yeni işbirlikçilerini iktidarlara taşırlarken ülkelerin halklarını da “iç çatışmalarla” birbirine düşürüp kırdırmaktadır. Ülkemizi de İran ve Suriye üzerine saldırtmak için her türlü baskıyı yapmaktadır.
Sabi dinlerinden doğan Yahudi Tevrat’ı, Hıristiyan İncil’i ve Kur’anda Türklerin ve Sami olmayan kavimlerin kıyamette Allah ile Şeytan arasında çıkacak savaşta “yaratılıştan şeytanın ordusu” oldukları inancı vardır. Yani bir Türk, Moğol, Çinli, Japon, Filipinli, Finli, Macar ne kada ibadet ederlerse etsinle o gün geldiğinde Yahudilerin “Şeytan” dedikleri tanrının safında olacaklardır.
Bana sorarsan Yahudiler şeytana tapmaktadırlar. Güç için ruhlarını satmış görünmektedirler.
ABD başkanı G.W.Bush’un Fransa devlet başkanı J. Şirak’tan “Kıyamet alametleri göründü. Ortadoğu’da Yecüc- Mecüc” var, çıkarmama yardım et.” isteği ile başlayan bu tartışma, İkiz kule operasyonları, Afganistan, Irak, Libya, Somali, Sudan işgalleri ile sürdü. Şu an da Suriye ve İran üzerine saldırtılmak için her gün tahrik edilirken, öte yandan tedbir olarak projenin “en ateşli” yandaşlarından Fransa devlet başkanı Macar Yahudi’si Sarkozy Libya’ya saldıran ülkelerle tekrar işbirliğini kurdu bile.
Sonuç olarak önce bu ülkeleri “işgallerle vurarak güçsüzleştirecekler” , ardından küçük etnik özerk devletçiklere ayıracaklar, başlarına kendi tayin ettikleri dini ve siyasi önderlerle Rusya ve Çin üzerine saldırtacaklar. Üstelik bu savaşlarda kullanacağımız silahlar için de bizleri borçlandırıp soyacaklar, Ruslarla Çinlilere hiçbir şey bırakmayacaklar.
Sonra da kıyamet- Armageddon savaşını başlatacaklar. İşte bu aşamada “kertenkele tanrıları İsa’nın Yahudi Yetiştireceği ya da Yahudi Kombine Çiftliği kuracağı denizleri olmayan yusyuvarlak yeni bir gezegenle göklerde belirlemesini bekleyecekleri aşamaya geçecekler. Sonrasını siz tahmin edin. (!)
Ha biz bu projelere hayır dersek Irak, Afganistan ve Libya örneklerinde olduğu gibi kendileri saldırıp ele geçireceklerdir. Biz ister dediklerini yapalım ister yapmayalım savaş alanının tam ortasında olacağız.
Bu yüzden “onurlu” tarafta” olmak bence doğru olan seçenektir.
Binlerce yıldır savaştığımız batının “piyon askeri” olmak bizlere yakışmaz. Ama başımızdaki “kripto, dönme” iktidarlar” ile sivil- asker işbirlikçiler halkımızı binlerce yıllık düşmanımızın, şeytanın (Erlik’in) “askeri olmaya” yöneltmektedirler.
Dinler birleştirilip okunduğunda “dinlerin mantığına göre düşündüğümde” çıkarabildiğim sonuç ne yazık ki budur!
Belki bu yoldan çıkarak bu işleri önleyecek fikirleri insanlar üretebilirler!
Yazımı hazırlarken haberlerde bir gelişme oldu ve Milliyet gazetesinin haberine göre İsrail Mossad istihbarat örgütüne yakınlığı ile bilinen Debka İnternet sitesi bakın ne yazmış?
Aynen alıntıyı ekliyorum;
“Haberleri kimi zaman eleştiriye de uğrayan Debka sitesi, ABD'nin Tunus'ta gerçekleştirilecek "Suriye'nin Dostları Grubu" toplantısı sonrası ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın raporunu beklediğini ileri sürerek, özellikle Suudi Arabistan, Mısır ve Katar'ın hem siyasi hem de finansal yönden ABD liderliğindeki batılı müdahaleyi destekleyip desteklemeyeceğini bilmek istediğini öne sürdü” TIKLA http://dunya.milliyet.com.tr/-turkiye-savasa-hazirlaniyor-/dunya/dunyadetay/23.02.2012/ 1506890/default.htm …
Artık takdir okuyucunundur.
Yalnız zaman da bitti gibiyse de her zaman bir umut vardır!
Saygılar!
Alaeddin Yavuz.
adilyargicc/ adilyargic/ Keykubat/ AlaeddinYavuz
*1=*(Tatarların çoğu Osmanlı’nın yıkılış dönemlerinde ve kurtuluş savaşlarında ayrı devlet kurmak için Yunanlılarla ve işgal devletleriyle işbirliği yapmışlardır. Kırım Tatarlarının Altınordu Devleti zamanında Yahudi olduklarını hatırlatırım. Tevrat araştırmacılarına ve benim de din kitaplarından çıkardığım sonuçlara göre göre bu kavimler Cüce tanrı Bes tarafından Irak Hakkâri bölgesindeki mağaralarında üretilmiş Moğol ve Tatarlardı. Yecüc- Mecüc veya İncil’e göre “Gog- Magog (Magog/Mongol/Moğol=cüce)” olarak bilinen devlerden ve cücelerden oluşan bu ordu Cüce tanrı Bes’in komutasında efsanevi Büyük Uygur Türk imparatorluğunu yıkmışlardır.
Çinliler, Türklerle bu kavimlerin savaşlarda yaşanan tecavüzlerden doğmuş melezler* olduğu iddia edilmektedir. Melezler “arı ırkı bozduğundan” öldürmek günah sayıldığından, soyun karışmaması için bu melezler Taklamakan çölünün ya da o zamanlar yerinde olan büyük denizin arkasına atılanlardan oluşmuş istenilmeyen melez çocuklardı. Bu durumda Türkler gene lanetli Yacüc- Mecüc ordusu olmamakla birlikte, “yeryüzünün mirasçısı Mu İmparatorluğunun egemen kavmi olduklarından Cüzzamlı Yahudi rahiplerince hedefin merkezine oturtulmuşlardır. Her ne olursa olsun bu kitaplara göre yeni dünyada kertenkele tanrıları sadece İbrani cüzzamlılardan seçilme kavim yetiştirecekmiş. Böyle bilinsin!) J)
*Çinlilerin Türk- Moğol melezi olduğunu yazan Gore Vidal adlı ABD’li tarihçidir. “Ben Cryus Zerdüşt’ün Torunu” adlı tarihi romanında geçmektedir. G. Vidal ABD’de çok sevilen ve New York’ta %48 oyla milletvekili seçilmiş bir tarihçidir.