Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

18 Haziran 2013 Salı

GEZİ DİRENİŞİNDE İHANETLER VE İŞBİRLİKÇİLİKLER


GEZİ DİRENİŞİNDE İHANETLER VE İŞBİRLİKÇİLİKLER

Taksim Gezi Parkı direnişi, başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsi tasarrufları dâhilinde başlatılan Topçu Kışlasının restorasyonu ve beraberinde parktaki ağaçların sökülerek parkın yeniden düzenlenmesi projesi kapsamında sökülen ağaçlara engel olmak amacıyla başlamış pasif bir çevreci direnişi olarak başlamıştı.
 
Diğer yandan başbakanın “tecavüz sonucu oluşan hamileliklerde” bile çocuğun aldırılmasını engelleyen Kürtaj yasasından, üç, beş çocuk yapmaya, Yezidi ve Süryaniler arasında yaygın olan çocuk evliliklerine zemin hazırlayan “4+4+4” eğitim yasasından ilköğretimde üniformaların kaldırılmasına, her türlü alkollü içeceğin aşırı fiyatla satılmasından satışlarının engellenmesine ve yerine ayran içilmesine varan sayısız saçmalıklardan ibaret halkın günlük yaşamına müdahaleyi içeren yasalar, halkı aşağılamalar, kendisine oy verenler ile vermeyenleri ayırıp bölmelere uzanan daha nice akıl fikir, mantık dışı saçmalıklarıyla da halkı bezdirmesinin yarattığı birikimi de unutmamalıyız.

Çevreci Direnişi kendisine saldırı olarak algılayan malum başbakanın emirleriyle bu çevreci grubu dağıtmak için polisin 31 Mayıs 2013 günü başlattığı şiddet, orantısız güç içerikli operasyonu halkın bölgeye akın etmesine ve direnişi de çevreci kimliğinden hükumetin ve başbakanın icraatlarına, dayatmalarına tepki eylemi kimliğine bürünmüştü.

Tamamıyla örgütsüz, tamamıyla kendiliğinden, tamamıyla her türlü şiddetten uzak bir halk eylemine dönüşen direniş, ilk önce AKP hükümetinin işbirlikçisi olan BDP milletvekillerinin, onlara yakın olan “Kürtçülük merkezli” aşırı sol örgütlerin, siyasi partilerin de katılımıyla sabote edilivermişti.
Bu örgütlerin adları kullanılarak başbakan, yardımcısı Bülent Arınç ve öteki hükümet yetkilileri tamamıyla şiddet ve terörden uzak, sonuna kadar haklı bir halk eylemini bir anda “terör eylemi” olarak yorumlayarak karalamışlardı.

Bu konuda BDP ve yandaşlarından eylemden çekilmelerini isteyen bir çağrı yazısı yazmıştım. Bu çağrım aynı anda sağduyulu diğer sosyal, görsel, yazılı medya mensuplarınca da dile getirildiğinden BDP eylemden çekildiğini açıklamıştı. Buna rağmen PKK ve BDP yandaşı örgüt ve siyasi yapılanmalar eylem alanında varlıklarını sürdürdüler.

Geçen hafta başlatılan Gezi Parkını ve Taksimi boşaltma operasyonunda polise taş ve sert cisimler fırlatmadan araçların yakılmasına, polise yapılan saldırılara kadar varan eylemler yüzleri maskeli bu AKP yandaşı Kürtçü örgütlerce sürdürüldü ve eylemi, bir “terör, anarşi” olayı göstermek için AKP Gençlik Kolları üyelerinden askeri, Polis İstihbaratına ve ondan APO posterleri ve PKK bayrakları açan terör örgütü yandaşlarına kadar herkes halkın haklı direnişini sabote ederek AKP hükumetine destek vermişlerdir.

Taksim ve Gezi parkı da böylece boşaltılmıştır.

Dünyada hiçbir ülke polisinin kullanmadığı kadar Amerikan menşeli biber, portakal vesaire gazların yanında tazyikli su topu tabir edilen panzerlerle su fışkırtılarak insanların yerle bir edilmesine, yaralıların toplanıp tedavi edildiği “kapalı merkezlere “ yani ev, otel, işyerlerinden oluşan bu yerlere müdahale için “yazılı mahkeme emrine” gerek duyulmadan polisin gaz bombası atması yerli muhalif medyayı bırakın AKP’nin yalamalığını yapan yandaşlarından on yıldır kesintisiz destek veren Amerikan ve Avrupa basınına hatta Avrupa Parlamentosuna kadar herkesin sabrını taşırmıştır.

Almanya başbakanı Angela Merkel polisin müdahale şeklini “korkunç” olarak nitelemiştir. Beyaz saray son 15 gündür neredeyse gün aşırı uyarılarını ilan etmektedir.
PKK örgütünün “Alman Anası” olan Claudia Ruth hanım bile nasıl olduysa ülkemize gelmiş ve “Direnişçilerin yanında olmamak, onları, demokratik haklarını korumak için direnişe katılan Türk halkını sırtlarından hançerlemektir!”  ifadesini Halk Tv’de dün akşam katıldığı programda kullanmıştır.

Ayrıca gecenin bir saatinde evinde hasta, çocuk bakanlardan sınava girecek öğrencilere, işten gelip kafasını dinlemeye çalışanından sabahki önemli iş görüşmesinde dinç olmak için uyumaya çalışanına kadar insanlarımızın tepkilerini de almaktadır. Bunun da bir başka karaktere sokulması düşünülmelidir.
Hatalardan dersler alınarak gerekli olan yapılmalı, halkın haklı direnişinin provoke edilmesinin önüne geçilmesi için işbirlikçiler tespit edilerek önlenmeli, önlenemiyorsa bir şekilde herkesin anlayacağı şekilde deşifre edilmelidirler.
Oturduğun yerden yazmak kolay sıkıyorsa gel de kendin yap diyenlere kesinlikle hak vermeliyiz. Gerçekten bunla kolay işler değildir.

DİKİLMEK BİLE SUÇ

Peki, gerçekten halk Anayasanın “herkes izin almadan, şiddete başvurmadan, siyasi görüşlerini, tepkilerini içeren basın açıklaması, yürüyüş, miting, direniş yapma hakkına sahiptir!” ilkesi gereğince ve provakatörlerce sabote edilmeden gerçekleştirseydiler eylemlere müdahale edilemeyecek miydi?
Buna da izin verilmeyeceğinin en açık ispatını dün yaşadık.


Televizyon haber muhabirlerinin verdiklerine göre dün yani 17 Haziran 2013 günü saat 11.30 ya da 15:30 sıralarında tiyatro sanatçısı olduğu sonradan anlaşılan bir kişi Taksim Meydanında Atatürk Kültür Merkezinde asılı bulunan iki Türk Bayrağı ve arasında bulunan Atatürk posterine bakarak bir dikilme eylemine başladı.
Adam ağzını açıp kimseyle konuşmadı, slogan atmadı, gazetecilere de cevap vermedi hatta kıpırdamadı bile. Bu şekilde yaklaşık 15 saat kadar durmayı başardı.

Bu esnada sivil polisler sabit, kıpırdamadan duran bu genç adamın ceplerini, gömleğinin içini, pantolonunun belini ve içinde bisküvi ile su şişeleri bulunan çantasını didik didik ettiler. Ama adam ne ağzını açtı ne de bir an için kıpırdadı.
Sosyal medya tarafından onun bu direnişi bütün dünya medyasına yayıldı ve en çok tanınan, izlenilen kişi olmakla birlikte ülkemizin diğer ile bütün dünyada kopyaları türedi.
Sonunda 18.06.2013 günü gecenin 03:00’ü sıralarında yanında onu taklit ederek dikilmeye başlayanlardan yiyecek, içecek bırakanlara kadar çok sayıda ona destek olanların bahane edilmesiyle etrafındakileri polis araçlarına doldurmaya başlayan polis “Duran Adam” olarak anılmaya başlanılan bu şahsı da bir pizzacı dükkanının yanına gönderdi.

Kendisi yüzünden tutuklananlara rağmen eylemi sürdürmeyi düşündüğünü ancak yüreğinin buna izin vermediğini söyleyen genç eylemi bitirdi.

Böylece bırakın anayasanın ilgili maddesi gereğince izin almadan basın açıklaması, yürüyüş gibi şeyler yapmayı, ”kıpırdamadan, konuşmadan dikilmenin” bile bir suç olarak telakki edildiğine de tanık olduk.
Demek ki AKP ve başbakanın Amerika’dan ithal getirdiği bu İleriDemokrasideDikilmenin” bile suç sayıldığı gerçeğini hepimiz gördük.


Bize ve halkın direnişine saygı duyan demokrat, insancıl duygulara sahip yerli ve yabancı medyaya göre bu olayın yorumu buyken başbakana göre ise bu “dış destekli, yıkıcı bölücü bir terör olayıydı.”
Sanki otuz yıllık terör örgütü ile görüşüp anlaşan, devleti özerk sekiz eyalete “Büyük şehir Yasası” kılıfıyla bölen, otuz yılda 50.000 insanımızın kanına giren PKK’lısından KCK’lısına bütün katillere af getiren, masaya oturan, İsveçlerden Beyaz Saray’ın Oval Ofislerinde onlarla pazarlık eden, “Doğu Anadolu’muzun “Kuzey Kürdistan” olarak ilan edilmesinden Kuzey Irak’ta “Güney Kürdistan ve ona komşu olarak “Özerk Süryani Vilayeti” kurduran, dedeleri Gürcistan’a sığınmış Batum’a yerleştirilmiş, Enver paşanın önünden kaçan Süryani Çetecilere dayanan dünün vatan haini, bu günün devleti tasfiye eden “işbirlikçi devlet adamı” kendisi değilmiş gibi!

Assyria Province=Süryani Vilayeti demektir.
Kırk Yalan Tayyip
 
Dünün vatan hainleri bu günün devlet adamlarıdır.Tıkla
Kendi yaptıkları hakkında hesap vermeyen,  her yaptığını haklı, kendisine karşı olan her söz ve eylemi “terör, anarşi, yıkıcılık olarak gören, her şeyin doğrusunu bildiğine inanan megaloman, kişilik bozukluğu içinde çırpınan, ayaküstü kırk, oturunca kırk bin yalanı yüzü kızarmadan söyleme, utanmadan iftira atma yeteneğine sahip başbakana bundan sonra, Münir Özkul’un eski bir filmi olan “Kırk Yalan Memiş”  filminden esinlenerek “Kırk Yalan Tayyip” demeyi uygun buluyorum. 

Provokasyon

Yalanlarıyla dünyada ün salmış, dostum dediği bütün devlet adamlarını satmış, “komşularla “sıfır sorun” siyasetinden bütün Müslüman komşularımızla savaş haline girmiş bir başbakanın kendi ince çıkar hesaplarına dayanan tasarruflarıyla inşasına başlanılan Üçüncü Boğaz Köprüsüne zemin ve güzergâh hazırlamak için yapılan ağaç katliamlarına adının da “Yavuz Sultan Selim” olarak belirlenmesi ise Dersim merkezli Alevi toplumu direnişe dâhil etmiştir.

Bu katılım eylemin yayılmasına, eylemcilerin güç kazanmasına sebep olduysa da malum provokatör örgüt ve yapılanmaların da bu kesimden olmaları yüzünden “Gezi Direnişi” bir anda Dersim merkezli PKK+BDP+KCK ve öteki Kürtçü sol karakterine bürünmüştür.

PKK ve yandaşı Kürt Solu örgütlerinin bu eylemi provoke etmelerinin ardında AKP’nin, “vatanseverliğinden değil”,  önümüzdeki 2014,2015 yıllarının seçim yılları olması nedeniyle askıya aldığı “AKPKK çözüm süreci anlaşmasının” gümbürtüye gitmesi korkusudur.

İşte bu korku ile ve ek olarak ta AKP’nin derin işbirlikçisi olan provokatörlere polise taş atmamaları, saldırmamaları konusunda yalvaran gerçek direnişçi gençlerimizin yalvarışları televizyon ekranlarında yürekleri parçalamasına rağmen, bu işbirlikçi Kürt solcuları (Nasyonal Sosyalistler-Faşistler) kendiliğinden gelişen ve belki de sadece ülkemizin değil dünyanın gelmiş geçmiş en yaygın eylemini baltalamışlardır.


Bu da eylemin AKP ve yandaşlarınca “Dış güçlerin desteğinde terör örgütleri eylemi” olarak yorumlanmasına ve eylemin yayılmasına engel olmuştur. Polis kuvvetleri de otuz yıldır boğuştuğu militanları daha duruşlarından tanıdığı için de AKP hükumetinin “kanunsuz emirlerini” tereddütsüz uygulamıştır.

Resim yazısı tıkla
“DİREN GEZİ” eylemi böyle işbirlikçi, sinsi provokasyonlarla baltalanmış, halka “dış güçlerden destek alan, ülkenin gelişmişliğine darbe vuran terör eylemi” olarak gösterilmesine zemin oluşturulmuştur.
Gezi Direnişine destek için geldiğini beyan eden Claudia Ruth, bu eyleme katılanların çoğunluğunun PKK merkezli ülkemizin bölünmesi siyasetlerini uygulayan AKPKK işbirliğine tepkilerini görmezden gelerek, Kürt, Ermeni meselelerinden cunta kalıntılarının temizlenmesine kadar AKP’nin “Tabuları yıkan Parti” olmasını vurgulaması da provokasyonun AKP+ABD-+AB bağlantılarına işaret etmektedir.

İhanetin Mazisi

Yoksa Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde, Gürcistan’ın 2003 Azınlık Raporunda da belirttiği gibi, Yavuz Sultan Selim’in 1516 Ridaniye Seferi ile başlayan Doğu Anadolu ve El Cezire’de (Mezopotamya) Türk hâkimiyetine direniş başlatan Yezidi Kürtleri, Yahudi, Sabi-Süryani Rum Arap kırmaları ile Kürt Alevi’si maskeli Gregoryen Ermenilerinin Gürcistan+Kutsal Roma Cermen imparatorluğu ve Rusya işbirlikçilerinin 500 yıllık emellerini Türkiye Cumhuriyetinin tasfiyesi ile sonlandırmalarına mı tanık oluyoruz?
Malum, Osmanlı’yı çökerten Süryani, Ermeni, Rum isyancıları, batılılarca Osmanlının çöküş döneminde devletin başına getirilerek Osmanlı çökertilmiş, tarihe gömülmüştü.



Aynı isyancılar Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetine 26 Kürt-Süryani-Rum isyanları çıkartarak balta vurmuşlar ve 10 Kasım 1938’de öldürülmesinin ardından İsmet paşa ile Dersim Ermenileri, 1950’den sonra da Yezidi Kürt ve Süryani,Yahudi-Rum isyancılar devletin başına getirilmişti.
Dünün isyancıları bu günün devlet adamları edilmiş, eşkıya devlete hükümdar olmuştu.

Eşkıyanın devlete hükümdar oluşunun yapılanması olan AKPKK işbirliğinin ardında böyle sinsi emelleri olduğunu yıllardır yazdığım gibi kendileri de bazı şekilde bu güne kadar bu emellerini itiraf ettiler. Ancak eyleme katılanların çoğunun sadece hükumetin yasakçı, bölücü, halkı aşağılayan, kendinden olmayanı hakir gören icraatlarına tepki göstermek için yürüyüşlere, eylemlere katıldıklarından kesin olarak eminim.

Avrupa Parlamentosunun Gezi eylemi hakkında AKP hükumetini kınamasına “Kuzey Kürdistan Kurulmasından Kürt açılımlarının sürdürülmesine kadar  bölünme” mevzularının eklenmesi gibi saçmalıklar mide bulandırmaktadır. Halkın bu tepkisinden Kürtdistan çıkartmaktır tepkinin özünü ıskalamaktır.
Bütün bunlar on senedir halkımızı din ve etnik kökenlerine göre bölmekten çekinmeyen, sadece kendi yoldaşları olan Yezidi-Süryani, Rum-Yahudi koalisyonuna devletin tüm zenginliklerini peşkeş çeken, otuz yılda elli bin insanımızın katili olan terör örgütü ile işbirliği yapan, haliyle de yıpranmış, gözden düşmüş olan Recep Tayyip Erdoğan masonu ve şahsi malı olan partisi  AKP’yi “vatansever gösterme siyaseti tiyatrosu ” böyle oynanmaktadır.

Halk kendi hakkına, sahip çıkıyorsa halktır yoksa güdülen sürüdür.

Kambersiz düğün, ordusuz siyaset olmaz!
İşte ordunun hali.

Hiçbir kurum ve kuruluşa güvenmeden halk kendi mücadelesini yürütmelidir. Özellikle orduya güvenenlere bunu hatırlatırım. Amerika her NATO ülkesinin ordusuyla çalışır. NATO merkezli hiçbir proje hele hele B.O.P ve Kuzey Afrika projesi üye ülkelerin ordularına rağmen düşünülmemiştir.
Ordu da AKP’nin yanında verdiği “topuk selamıyla”  bu yerini belirlemiştir.

Bizim de 1939’dan beri İngiliz yarı sömürgesi, 1950’den beri de Amerikan yarı sömürgesi yani NATO üyesi olduğumuzu, gerek Silivri’dekilerin gerekse muvazzaf olanların “Derin Nato” ile geçmişten günümü-ze elan bağları olduklarını, On yıllarca birlikte mutluluk içinde çalıştıklarını unutmayalım ve;
Kambersiz düğün, ordusuz siyaset olmaz!” diyerek sözümüzü bağlayalım.


Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc







17 Haziran 2013 Pazartesi

BABAMI DA TOPRAĞA VERDİM

BABAMI DA TOPRAĞA VERDİM!

15 Şubat 2013 günü kızımı toprağa vermemin acısını henüz sindiremeden, iki yıldır alzheimer tedavisi gören babam 05.6.2013 günü sabah saatlerinde vefat etmiştir.
15 gündür babamın ölümü ve ardından yapılması gerekenlerle meşgul olduğumdan piyasadan kaybolmak zorunda kaldım!

Kendimi toparladığımda yazılarıma döneceğim!
Elbette biyolojik saatim müsade ederse!



 Ölümler başladığı zaman art arda geliyor.
Kızımın ölümünün ardından geçen yaklaşık beş ayın sonunda babamı da ebediyete uğrladık ve kızımı toprağa ellerime verdiğim gibi babamı da ellerimemezarına yerleştirdim.

Toprağın bol olsun baba!


 BİR YASTIKTA YETMİŞ YIL!


Evlendikleri zaman babamın 16, annemin yaşı ise 15'miş. Babam 86 yaşında 05.6.2013 günü vefat ettiğinde evliliklerinin 70'nci yılındaydılar.
Şimdi annem eşinin özlemini çekmeye şimdiden başladı ve kavuşacağı günleri saymaya başladı!



Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

 

4 Haziran 2013 Salı

ALTERNATİFSİZLİKTEN ÇIRPINIŞA TAYYİP ERDOĞAN


ALTERNATİFSİZLİKTEN ÇIRPINIŞA TAYYİP ERDOĞAN

Asırlardır bizi yöneten dönme ve devşirmelerin en tehlikelileri olan Süryani Araplarını tanımadan başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve birlikte yürüdüğü yandaşlarını, onların inançlarını, soy sop düşkünlüklerinin kökenlerini öğrenmek gereklidir. Bu yüzden aşağıdaki kısa tarihi bilgileri bilmeyenler, eski yazılarımı okumayanlar için yazmayı gerekli buldum.

A-“Önemli olan Boy değil soydur soy!” diyen başbakan ve AKP’sinin ırkı olan Süryaniler ve tarihimizdeki yerlerini öğrenelim;

Kökenleri, peygamber Muhammet’in de İslâm öncesi dini (Hac 17-Maide 62 tefsirlerini oku.) olan İslâm’ın temel ibadetlerini yapan, putperest Sabi Araplarına dayanır. M.S. 635 yılında El Cezire bölgesinin Emevi İslâm idaresine girdiği yıllardan itibaren Hıristiyan Sabi Arapları olan Süryanilerin kutsal kitaplarında peygamber Haz. Muhammet için “Şeytan Bizbat” adını kullanmaları yüzünden Bağdat’ta kurulan şeriat mahkemelerinde Süryani din adamlarının yargılanarak cezalandırılmaları ve Süryanilerin kıyımları ile Müslüman-Süryani düşmanlığı başlamıştır. Bunu takiben Sabi Arapları gecikmeden Süryani-Vatikan İşbirliği yapmaya karar vermişler, haçlılardan aldıkları desteklerle isyanlar çıkartıp Emevi ve Abbasi İslâm imparatorluklarının Selçuklu ve Cengiz akınlarıyla yıkılmasına çok katkıda bulunmuşlardır.

Bunu Selçukluların Cengiz, Osmanlı’nın Timur akınlarıyla dağıtılması takip etmiştir. I. Beyazıt’ın ardından gelen Fetret Devrini takiben kendisini toparlayan Osmanlı 1516’da Sabi, Süryani Araplarının yerleşim bölgesi olan Mezopotamya’nın (Dicle-Fırat arası ada Araplar El Cezire derler) Osmanlı idaresine girmesiyle bu azınlıklar tekrar Vatikan ile işbirliğine başlamışlardır. Osmanlı padişahına hediyeler götürmemişler, onun hâkimiyetine gerekli saygıyı göstermemişler, bölgede Cengiz akınlarıyla yerleşmiş Yezidi Kürtleri de “Yezidi Kürt Dini’ni” Şeyh Adi’nin kurması ve kabul ettirmesiyle (1119) böylece aralarına katarak güçlenmişler ve isyanlarda bunları da kullanmışlardır.

Zağros dağlarından Kafkaslara ve güneyde Amanoslara, Toroslara kadar uzanan dağlarda binlerce yıldır eşkıyalıklarıyla meşhur olan Sabi, Süryani Araplar kökenlerini Yemen’deki Sebe kavmi olan Arami’lere dayandırdıklarından “Aramiler” adıyla da biliniyorlardı. Üsütün ırk olduklarına inanan bu kavim, Mısır’da “Şeytan” olarak bilinen Şit (Batılılar Seth derler) peygamberin Nil Nehri Avaris vadisine sürülmesinden sonraki soyundan türediklerine inanan, Allah’ın kızı, huzurdan taşlanarak kovulmuş “Euzubillahimineşşeytanirracim” ifadesindeki dişi şeytan Er Ruha’ya tapınan (Urfa adı bu şeytandan gelir), Allah’ı da en büyük tanrılar sayan bir millettir. Yahudiler de dinlerini onlardan öğrenmişler ve onlara gelen Hanif (put yapmadan tanrılara tapınan, namaz kılan) Irak Sabilerine gelen İbrahim’in soyundan olduklarına inanırlar. İbadet olarak Süryanileri Müslümandan ayırt etmek olanaksızdır. Aramilerin binlerce yıl içinde bu adları yaptıkları işle özdeşleşti ve ”Harami/Eşkıya” adını aldılar ve her fırsatta önceki devletlere yaptıkları gibi Osmanlı’ya da isyanlar çıkarttılar. Bunların en bilineni 1658’lerdeki Sultan II. Ahmet zamanında çıkarttıkları Bitlis’teki Abdal Han isyanıdır. Bu isyanlarını da Gürcülerle birleşerek yapıyorlardı.

Bu Haramiler çıkarttıkları isyanlarla ve “Müslüman kisveli din adamlarıyla içine kolayca sızdıkları Osmanlı’yı zayıflatmışlardı. Bunlara İspanya’dan getirtilen, Rusya ve bölge coğrafyasından göçlerle gelen Yahudiler de eklenmişti.

1710’larda meşhur Lale Devri’nin ardından gittikçe güçten düşen Osmanlı, Ruslar karşısında sürekli gerilemiş, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla ülkemizdeki “Gayrimüslüm tebanın” Rus Çarlığı’nın korumasına girmesinin kabulünü Fransız, İngiliz ve öteki emperyalist Avrupa Hıristiyan devletlerine de aynı koruyuculuk hakkının tanımasıyla göz göre göre bu ülkelerin silah ve para yardımlarıyla çıkartılan Yezidi Kürt, Süryani, Ermeni ve Rum isyanlarının ardından yine bu devletlerin baskılarıyla devlet idaresini “Şafii-Nakşibendi Müslüman” kimliğiyle ele geçirmelerini Osmanlı’yı yıkılış ve silinme sürecine sokmaları ve bitirmeleri takip etmiştir.

30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile I. Dünya Savaşından Almanya ile birlikte yenik çıkarak teslim olmak zorunda kalan Osmanlı parçalanmış, devletin bütün toprakları işgal edilmiş, üzerinde yaklaşık 36 devlet kurulmuş, kışkırtılan bu azınlıklarla Türk ve Müslüman halk soykırımlara uğratılmıştı.

19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ile başlatılan Kurtuluş Savaşı sürecinde Mısır’da Molla Cemalettin Efgani, Muhammed Abduh gibi işbirlikçi, teslimiyetçi Müslüman kisveli kişiler aracılığıyla yayılan fikirler Bitlis’li Süryani işbirlikçi ve teslimiyetçi Said-i Kürdi/Nursi kişiliğinde İslâm dünyasına aşılanmış, bağımsızlık savaşı veren Mustafa Kemal Atatürk ve yoldaşlarına engel olmak için sayısız Yezidi Kürt, Süryani Arap ve Hıristiyan Rum isyanlarıyla engel olunmuştur.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra antiemperyalist siyaset izleyen Atatürk ve arkadaşlarının kurdukları, ülke içindeki bütün halkları eşit kucaklayan rejimi gözden düşürmek için İngiliz-Amerikan-Fransız devletlerinin yardımlarıyla kampanyalar ve Kürt İsyanları başlatmışlardır.

Bu isyanların en yıkıcıları, Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi’nin İslâm Kürdistan’ı kurmak için çıkarttığı 1925 Şeyh Sait İsyanı, feodal güçlerini kaybetme korkusuna kapılıp Fransa-İngiltere kışkırtmasıyla başlatılan 1937-1938 Dersim İsyanlarıdır. Yaklaşık bir milyona yakın Türk-Kürt-Müslüman ve askerin ölümüne sebep olmuştur. Son Dersim isyanı Mustafa Kemal’in öldürülmesinden 18 gün önce 22 Ekim 1938’de bastırılabilmiştir.
10 Kasım 1938’de büyük önderin vefatını takiben yerine geçirilen Bitlis Ermeni’si İsmet İnönü Cumhuriyet değerlerini İngiltere-Amerika-SSCB-Almanya ülkelerindeki değişimlere göre siyasetler izleyerek korumaya çalışmıştır. Ancak, Almanya’nın 1939’da Polonya’ya saldırmasını takiben başlatılan II. Dünya savaşı sürecinde İngiltere’nin yanında yer alan siyaset izlemiştir.

B-Alternatifsiz Sağ (Süryani, Yahudi, Yezidi, Rum) Hükümetlerin doğuşu;

II. Dünya savaşından Amerika’nın galip çıkması üzerine, Süryani dini temelli Mason dinine bağlı küresel sermayenin kendi dinlerinden gördükleri Nurcular olarak adlanan Süryani-Yezidi Kürt, Sabi dinlerine geçmiş Yahudi tarikatlarının temsilcisi olan yapılanmaya devletin teslimini emretmiştir.

Bu teslimiyet, 1946’da İngiltere ve ABD’nin önerisi üzerine Pembe Köşkte Celal Bayar- İsmet İnönü arasında kararlaştırılan “Muvazaa/Şike”gereğince meşhur “Dörtlü Takrir” olarak bilinen Adnan Menderes, F. Rüştü Zorlu, Celal Bayar ve T. Polatkan’ın, İsmet paşanın senaryo gereği verdiği Toprak Reformu yasasına muhalefetlerinin ardından CHP’den atılarak Demokrat Partiyi kurmaları ile sonuçlanmış ve devlet bu partiye 14 Mayıs 1950 seçimleriyle teslim edilmişti. Bu şike ile günümüze kadar hükümetler belirlenmiştir.
Böylece bu Müslüman maskeli, özünde namaz kılan Hıristiyanlar olan Süryani Arap, Yezidi Kürt ve Hıristiyan Ortodoks Rum isyancılar devleti tekrar ele geçirmişlerdi.  İlk “alternatifsiz” sağ hükumet buydu.

27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından Adalet Partisi, 12 Eylül 1980 askeri cuntasının ardından Anavatan Partisi adıyla iktidara getirilen bu “İkinci alternatifsiz” işbirlikçi, kendi gerçek kimliğini gizleyen teslimiyetçi sağ yapılanma olan ANAP sonrası kurulan ve kısmen “antiemperyalist siyaset” izleyen hükumetlerin küresel sermayenin desteklediği “ekonomik kriz” oyunlarıyla halkın gözünden düşürülmesi ile 1992 yılında köktendinci söylemleri yüzünden cezaevine sokularak “mağdur edilen”, İstanbul Belediye başkanlığındaki faaliyetleri abartılarak halka pompalanan siyasi yasaklı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi kişiliği adına 1999’da kurdurulan kurdurulan ve bir umut haline getirilen Adalet ve Kalkınma Partisine teslim ortamı sağlanmıştır.


Katolik Hıristiyan dünyasının merkezi Vatikan, Ortodoks Hıristiyan mezhebinin merkezi İstanbul Fener ve sonradan Moskova Ortodoks, Gürcistan Tiflis kiliseleri ve İngiliz İskoç, Amerikan Waşhington Mason tapınakları ile olan işbirlikçilikleri bin yılları aşan, “kendilerini gizleyerek asırlardır Türk ve Müslüman görünen” bu köktendinci Sabi, Süryani, Yezidi Arap, Kürt, Yahudi, Rum kolaisyonu iktidara getirilince bütün Ortadoğu Türk-İslâm coğrafyasını efendilerine peşkeş çeken siyasetlerini uygulamaya sokmuştur.
Böyle köklü bağlar işin içinde olunca ülkemizin düşük olan kreditibilitesi yani ticari güvenilirliğini verdikleri notlarla belirleyen Amerikan sermaye kuruluşlarınca yükseltilmiş, “yatırım yapılabilir” düzeye getirilmiştir. Böylece RE.T.E  ve hükumeti  Üçüncü “alternatifsiz” sağ hükumet olarak kabul ettirilmiştir.

Sırasıyla Adnan Menderes, Turgut Özal, R.Tayyip Erdoğan Abdullah Öcalan Süryanisi de dahil!

Ülkenin “90” yıldır oluşturduğu bütün kamu, tüzel, özel kurum ve kuruluşları, turizm, tarım, sanayi bölgeleri yok pahasına yabancılara peşkeş çekildikçe bu işbirlikçi hükumet halkın gözünde bu yollarla büyütülmüştür.
Oysa ortada gözle görülür ne bir ağır sanayi tesisi ne de bir tarım üretim sistemi oluşturulmuştur. Aksine yabancılara satılan bütün üretim tesisleri kapatılarak veya işlevsizleştirilerek üretim dışına itilmiş, her şeyi dışarıdan satın almak zorunda bırakılmış bir “Tüketim Toplumu” yaratılmıştır.
Her gün çıkartılan yasalarla çalışan işçi, memur, çiftçilerin hakları, sosyal güvenlik yasalarının da çalışanların aleyhine değiştirilmesiyle cumhuriyetle kazanılmış tüm hakları ellerinden alınmıştır.
İşsizlik hat safhaya ulaşmış, açılan AVM’lerle küçük esnaflar batırılmış, halkı yabancıların ellerine teslim edilen bankalara borçlandırılmış, sefilleştirilmiştir.

Eğitim yasası Sabi, Süryani, Yezidi dini ilkelerine göre “8” yaşında evlilik yapılacak şekilde değiştirilmiş, öğretim sistemi hiçbir şey öğretmeyen, asırlardır doğru bilinenlerin yalanlandığı, dünün vatan hainleri olan Said-i Kürdi Deliüzzaman, ortağı Palu’lu Şeyh Sait gibi nicelerinin “kahraman, din uleması, ermiş” gibi tanıtıldığı hale sokulmuş, insanların kaç çocuk yapacağından neyi içip içmeyeceğine, neyi giyip neyi giymeyeceğine kadar her türlü yaşam alışkanlıklarına “yasal zorunluluklar” ile müdahale edilmiştir.
Diğer yandan otuz yıllık terörist olan örgüt ile masaya oturulmuş işbirliği yapılmış devletin adının, anayasasının ve halkın hukuki, medeni haklarını düzenleyen demokratik bütün haklarının gasp edilmesinin yanında, “sekiz özerk siyasi coğrafyaya, ardından otuz altı parçalı küçük eyaletler düzenine” parçalanarak geçirilmesi için yasal çalışmalar hız kazanmıştır.

Başbakan her konuda toplumun yaşamına dayatmalarda bulunmaktadır.
Halk arasında doksan yıllık cumhuriyet rejimi ile oluşturulan “etnik kökene dayanmayan eş vatandaşlık kavramı” tu kaka edilmiş, halkın etnik kökenlerine göre ayrıştırılması körüklenmiştir.
Ortadoğu Türk ve Müslüman coğrafyasına “100 yıl” daha egemen olmak isteyen küresel sermaye ve batılı emperyalist devletler ile yaptıkları işbirlikçilikler sonucu bütün Müslüman devletler tek tek batıya teslim edilmiş, Müslümanın Müslümanı “Allah Allah” sesleriyle öldürdüğü ortamın oluşturulmasında hükumet taşeron vazifesi üstlenmiştir.

Anayasal düzeni değiştirmek için örgüt kurmaktan devleti savaş ortamına sürüklemek ve sokma suçlarından, ordunun siyasetlerine direnen emekli, muvazzaf subaylarından siyasi parti ile basın mensuplarına kadar herkesin düzmece yargı yapan mahkemeler vasıtasıyla cezaevlerine doldurulması, halk arasında dini, ırki bölücülük yapmak ve teşvik etmeye kadar anayasa ve ceza kanunlarında ne kadar suç varsa tümünü işleyen başbakan ve hükumeti hakkında dava açabilecek ne bir savcı ne de ona müdahale edebilecek bir kurum veya kuruluş bırakılmamış tümü sindirilmiştir.
 

Tüm bu ihanet, satış, pazarlamaların, devlet malını kendinin ve ardındaki tarikatların zimmetine geçirme yolsuzluklarının yarattığı birikimler aşağıdaki olayla halkı patlama, kaynama noktasına getirmiştir.
İstanbul Beyoğlu İlçesi Taksim meydanında bulunan Gezi Parkındaki ağaçların park düzenlemesi amacıyla sökülmelerini, Atatürk Kültür Merkezinin yıkılmasını, tarihi Topçu Kışlasının yıkılarak yerine AVM (Alışveriş Merkezi) yapılmasını protesto amaçlı uzun zamandır sürdürülen eylemlere AKP hükumetinin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın emriyle “orantısız güç kullanılmak suretiyle” yaptırılan polis müdahalesine halkın yoğunlaşarak artan tepkileri yedinci gününe girmiştir.

Gezi Parkı eyleminden görüntü!
Sürmekte olan eylemler boyunca biri İstanbul’da birisi da Hatay’da olmak üzere iki kişi yaşamını yitirmiş, yaklaşık 1400 kadar tutuklama gerçekleştirilmiştir. Eyleme katılanların üzerine polislerce doğrudan gaz bombaları atılarak kafa, parçalanması, göz çıkartılması, kol ve bacak yanıkları gibi yaralanmalar yanında, çok sayıda polisin arasına düşenlere tekmelerle vurularak beyin travması ve sakatlıklara neden olunmuştur. Havadan helikopterle her türlü gaz bombası elan atılmaktadır.

Sözde hükumetin halkının sağlığını düşündüğü için sigara, alkole ağır kısıtlamalar ve aşırı fiyatlandırma siyaseti ile kullanımı engellenirken halkının üzerine biber, portakal gazları, Toma panzerleriyle su topları fışkırtarak metrelerce yuvarlayıp beyin üstü düşürüp beyin travmaları yaratan uygulamaları çelişkilidir.

Hükumeti protesto eylemlerini sürdüğü bir zamanda Fas, Tunus gibi adları bile AKP anlamına gelen partilerce idare edilen ülkelere giderken başbakanın söylediği “Halkın % 50’ si eylem yapıyorsa benim de tutmakta zorlandığım ama sabredin dediğim öteki % 50’ lik kısmı var!” sözü onun “halkın başbakanı” olmadığının itirafıdır. 

Başbakan kendisine oy veren %50’lik kesimden hiç oy kaybetmediğini düşünmekte ve muhalifi olan öteki yarısını da düşman olarak gördüğünü, “yetersizliğini, halkı yönetemediğini kabul edip istifa etmektense”  kendisine oy verenleri teşvik ederek bir iç savaş çıkartabileceğini itiraf etmiştir.
Bu hukuki olarak bir suçtur ama aleyhine dava açmaya cesaret edebilecek bir tek yargı organı ya da siyasi parti ortada görünmemekte siyasi partiler ve yargı kurumları sadece halk gibi şikâyet etmektedir.

Çünkü, sağ hükumetlerin iktidarda kalmasını sağlayan 1946 Bayar-İsmet paşa şikesi halen yürürlüktedir.

Gezi eyleminde basına eleştiri!
Bütün görsel ve yazılı basını hukuki, ekonomik tehditleriyle baskı altına almış olan, kendi işbirlikçi iktidarını “alternatifsiz” olarak bu kurumlarla halka şartlandıran işbirlikçi AKP iktidarına rağmen, olayların sürdüğü altı gün boyunca halkın haber alma hakkına saygı duyarak olayları veren uydudan yayın yapan 320 kanaldan görsel yayın organları da şunlardır;
1-Ulusal Kanal,
2-Hayat Tv,
3-Halk Tv,
4-Meltem Tv,
5-Yol Tv,
6-Cem Tv,
7-Em Haber,
8-Kıbrıs Sim Tv ve
9-Haberal’ın tırsık Tv’si Kanal B de aynı tırsıklık içinde kerhen yayın yapmaktadır.

Halkın protestoları ve uluslararası gelen eleştirilerden sonra CNN Türk, NTV gibi kanallarda birden yayına geçmişlerse de hala yandaş medya maymunlarıyla yayınlarına devam edip halkı suçlayan tarzda yayınlarına devam etmektedirler.



1400 yıllık Vatikan işbirlikçisi Süryani Arap haramilere soyu dayanan, “Müslümanım” diyerek kendini gizleyen, gittiği her ülkede Süryani ve o dinden türeme Ortodoks kiliselerini ziyaret eden, 1071’den bu yana Müslüman ve Türklerce mallarına el konulmuş kilise vakıf mallarını yasalar çıkartıp iade eden, İmanın ve İslâm’ın ilk şartı olan kelime-i şehadetten “Muhammedenresulullah” ifadesini çıkartan,  Sinegog, kilise ve camileri bir inşa eden, eski putperest Sabi Araplarının ve onlardan türeyen Grek dinlerinin Satürn, Jüpiter gibi dev putperest tapınaklarına benzer dev tapınakları devlet bütçesinden diken, Araplar gibi yüksek gökdelen hastalığına tutulmuş mimariden anlamayan, ağaç düşmanlığı yapan, memleketi betonlarla donatan, halkını hiçe sayan, etnik ve dini parçalara bölen, kardeş kavgasına teşvik eden, terör örgütüyle işbirliği yapan, şehitleri kelle, teröristleri, vatan hainlerini kahraman ilân eden, tüm çalışanların sosyal güvenlik haklarını gasp eden, yandaşlarını zengin halkı yabancı banka ve sermaye şirketlerine borçlandırıp köle eden, devleti tüm kurum ve kuruluşlarıyla yabancılara peşkeş çeken ve kamu arazilerini yabancılara satan, buna rağmen Suriye’ye girmeye halkı ikna edemediği için ABD başkanı Obama’nın kendisiyle konuşmasından sonra Amerikan basınına elinde beyzbol sopasını gösterip “Bu sopa elimdeyken Türkiye Başbakanı ile görüştüm!” açıklaması rezaletine rağmen Amerika’ya gidip Obama’nın sırtını sıvazlayıp fırıldaklık, yalamalık eden, kitap okumadığını, okuyanlardan içerikleri hakkında bilgi aldığını söyleyerek henüz “Soferim/Okuyucu” aşamasına gelememiş cahil bir Süryani olduğunu itiraf eden, soyu Gürcistan’ın 2003 yılında AvrupaParlamentosunda verdiği Azınlık Raporunda belirtilen, 1915 ile 1917 arasında Enver Paşa’nın korkusundan Gürcistan Batum’a sığınmış, kurdukları Bagata (İsyancı) köyüne yerleşmiş, dedesi, 1917’de Kudüs’ün düşmesini takiben Adana’da Klikya Ermeni Krallığı kurmak için Fransız askeri üniformasıyla Türk ve Müslüman askerine kurşun sıkan Ermenilere destek için gönderildiği Adana’da kahraman bir vatan evladının attığı kurşunla öldürüldüğünü “Adana’da zalim bir vali varmış dedem ona karşı savaşırken ölmüş!” diye dedesinin ihanetini kahramanlık olarak gösteren, sonrada “Müslüman kisvesiyle” Rize’ye oradan İstanbul’a gelmiş asi, işbirlikçi, hain bir Süryani-Mason olan Recep Tayyip Erdoğan’a bu halk nasıl “Başbakanım” diyebilir?
Aslında küresel sermaye kurumlarınca oynanan oyunlarla bu çakma alternatifsiz gösterilen, içi ve beyni boş “eşboşbakanımızın” pek te umurunda değildir. O Tunus, Fas gezileri yaparken ordunun yerini alacak, kurulacak polis devletinin ordusu olacak polis teşkilatına “Tank” satın alınmasına olanak veren yasa da bu gün oylamadan geçmiştir.

Gezi Parkı eylemleri kendisine karşı halkın sabrının taştığı son noktadır. Bir polisin göstericilere orantısız güç kullanması yüzünden “halkına baskı yapan polislerin olduğu bir ülkenin başbakanı olamam” diyerek istifa eden Bulgaristan başbakanı kadar onurun başbakanımızda olmadığına yaklaşık on bir yıllık yaptıklarına bakarak elbette tanığız.

İnsan olarak böyle bir erdeme sahip olmasını beklemesek te bu güne kadar kazandığı zenginliği, şöhreti kendisine veren bu milletin huzuru, mutluluğunun da onu ilgilendirmediği de halkın bir yarısına diğerini kırdıracak açıklaması ile tanık olmamıza rağmen, beraber yürüdüğü arkadaşlarının huzur ve refahları hatırına istifa etmesi gerektiğine artık karar vermek zorundadır.

Taksim meydanında Gezi Parkı Eylemcileri
Ey eşboşbakan, önce kendine, ailene ve arkadaşlarına bir iyilik et istifa et ve böylece de senden usanmış Ortadoğu ve Türk ve Müslüman dünyasına da iyilik ederek onları senden ve getireceğin felaketlerden kurtar!
Senin her zaman alternatifin vardır, vardı ve de olacaktır. Yeter ki insanlığı senin gibi bir ucubeden kurtar!

Kurtarmazsan millet senden kurtulacak yolu zaten bulmuştur.  Halkımızın her etnik kökenden ve dinden oluşan antiemperyalist, bastığı toprağa sahip çıkan, ayrılıp birbirini yerken toprağını batılı işgalcilere teslim etmeye karşı birlikte olmaktan mutlu olan insanları senin köktendinci, işbirlikçi, ırkçı, teslimiyetçi siyasetlerine karşı birleşmiştir.
Halen hükumet emirleriyle yapılan ağır polis saldırılarına rağmen direnen gerçek kahramanlara da burada selam olsun!

Takdir okuyanındır.

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

04 Haziran 2013