TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ VE CHP’Yİ TANIMAK
CHP’yi anlamak cumhuriyet tarihini anlamak ile doğrudan
ilişkilidir. Ancak cumhuriyet tarihi cumhuriyetin tarihi boyunca en çok
çarpıtılmış bir konu olduğundan ve bu konuda birbirleriyle yüz seksen derece
ters açıyla çelişen kitaplar, yazılar yazılmıştır ki bunların arasında doğrunun
hangisi olduğunu anlamak gerçekten olanaksızdır.
Bu yazıyı okuyorsanız, benim her iki tarafında pek itiraz
etmeyeceği bir tarih anlayışını içeren özet yazımı sizlere sunuyorum. Daha geniş
tespitlerim için “Sola Açılan Haçlı Seferi ve Cumhuriyet tarihimiz” başlıklı
yazımı (2GB büyüklüğünde kitap gibidir.) okuyunuz.
Bu yazım üzerinde sağ-sol, iktidar-muhalefet büyük ölçüde
televizyon kanallarında yaptıkları tartışmalarda uyuşmuşlardır.
Şimdi tarihe gelelim.
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi, ekonomik ve askeri
kişilikleri Osmanlı’dan beri “dönme/devşirme” adı verilen ve padişaha
“kul/köle” olarak “Müslüman edildikten sonra “ saray hizmeti ile başlayan
askere almalarla devlete doldurulan, sonra da istedikleri adamı padişah edecek
güce erişen, devleti teslim almış olan, Arnavut, Ermeni, Sırp, Rum gibi
gayrimüslümlerin günümüze uzanan nesillerinden oluşmaktadır.
Osmanlı ve cumhuriyet tarihinde Ermeniler devlet içinde
önemli yer işgal etmektedirler. CHP de büyük ölçüde bunların farklı
inanışlarında olanlardan oluşmaktadır.
Ermeniler, Balkanlardan göç etmiş bir kavim olarak veya
Anadolu’nun yerlileri olarak da anılmaktadırlar. Ben onların kökenlerinin bütün
Avrupa kavimleri gibi Mezopotamya-Anadolu kökenli oldukları kanaatindeyim.
Avrupa’dan Horasan’a (Güney Türkistan’a) kadar değişik
yerlerde yaşadıkları için bu coğrafya da mevcut olan eski İran dini olan
Mitra/Mihr (Güneş) dini, onu takip eden Zerdüştlüğe geçtiklerinde Aramazd
(Ahura Mazda ve Angra Mainyu/Ehriman/Eryaman/Erman/ Arman/ Ermeni) şeytanına ve
Ay Tanrısına tapınan (Sin şeytanı) Sabi, Mecusi dinlerine girdiklerini belgeleriyle yazmıştım.
M.S. 315’de bilge rahipleri olan Aziz Gregor sayesinde
günümüzdeki dinleri olan “Gregoryen Hıristiyanlar” olarak ilk İncillerden kabul
edilen Etiyopya İncil’ine dayalı dinlerine geçtiklerini biliyoruz.
Ermenilerden 10 yıl kadar sonra Grek İncil’ine dayalı
Hıristiyanlığı kabul eden Roma imparatorluğu ve onu takip eden Bizans
İmparatorluğu Ermeni kitabını ret etmiş, Ermenileri “şeytan ibadeti” yapan
“kâfir” topluluk olmakla suçlamış ve sürekli soykırım uygulamıştır.
Aynı şey Mezopotamya (Dicle-Fırat nehirleri arasındaki ada
toprakları) üzerinde yaşayan Arami, Süryani ve Irak Arapları da Ay Tanrısı Sin’e
tapınan aynı Ermenilerin, İranlı Zerdüştlerin ve Greklerin “Tapınak Fahişeliği”
olarak da bilinen “Şeytan İbadeti” dinlerinin kökeni olan Sabi, Yezidiler de bu
soykırımdan nasiplerini alıyorlardı.
Bu kavimler, VII.yy.da Emevi imparatorluğu döneminde İslam’a
zorlandıklarından bir kısmı “örtülü Müslüman” olarak yeni tarikatlar adı
altında Müslüman oldularsa da bir kısmı da Tevrat-İncil okuyarak Hıristiyanlığa
geçmişlerdi ama Sabi-Yezidi inançları temelinde olmuştu bu.
Sabi ve Yezidilerin Hıristiyanlıkla akrabalıkları böyle
başlamıştı.
Çünkü Müslümanlar da Bizanslılar da bunların rahiplerini,
beylerini öldürerek kendi (Grek) soylarından olan batılıları başlarına geçirmiş
bunları asimile etmişti.
Buna rağmen hem İslâm hem de Roma karşıtlığı içlerinde vardı
ve her iki güç de her fırsatında bunları X.YY. a kadar soykırımlara uğratmayı
sürdürdüler.
Onuncu yüzyılda Büyük Selçuklu İmparatorluğunun bölgeye
hakim olmasını takiben bölgeye büyük göçlerle gelen Türk kavimleri de kısmen
Zerdüşt kısmen Yezidi Kureyş Müslümanlarıydılar. Muaviye darbesi ile iktidarı
ele geçiren Mecusi Kureyşliler Güney Türkistan Türklerine ve İranlılara
Yezidiliği aşılamışlardı, bunun günümüz İslam’ı ile alakası yoktur. İran ve
Azerbaycan’ın mezhep farklılıklarının kökenleri de buna dayanır. Osmanlı
padişahlarından Yıldırım Bayezid’in ve Yavuz Sultan Selim’in babası olan
“II.Bayezid’in adları (Bayezid, Bay Tatarca Tanrı Yezid de Tavus-Yezdan
şeytanının adıdır.) Yezidi ve Zerdüşt tanrılarının adlarıdır.
Bunları bilmeden kavimleri tanıyamayız ve doğruyu göremeyiz.
İran ve Güney Türkistan bölgelerinden tanışan ve ski din
kardeşi olan Türkler, Kürtler ve Ermeniler arasındaki yakınlığın nedeni bu “din
kardeşliğiydi”.
X.yüzyıldan itibaren Türkler sayesinde Ermeniler, Yezidiler,
Sabiler ve Anadolu coğrafyasında kalmış kökenleri eskilere uzanan Türk, Fars,
Arap ve öteki kavimlerin Türklerle gelen İslâm’ı benimsemelerinin, onlara
destek olmalarının ardındaki gerçek de buydu.
1299’da Osmanlı kurulduğunda yerleşik yaşayan ve devlet
kültürü olan ayrıca eski akrabalıkları da göz önünde bulundurularak devletin
başına getirilmişti.
1453’te İstanbul’un fethine kadar İstanbul’a girmeleri yasak
olan Ermeniler kiliseleri, patrikleriyle birlikte İstanbul’a devlet eliyle
yerleştirilmiş ve mal-mülk, saltanat vermişti.
1519’da Mısır ve Hicaz’ın fetihlerinin tamamlanmasının
ardından Sünni İslâm mezhebini benimseyen Osmanlı eski ortakları olan
Ermenileri ve Türkmenleri üzmüştü.
Yavuz’un yeni Osmanlı’sı Endülüs’ten soykırımdan
kurtarılarak getirilen Yahudileri ve Hicaz Araplarını, Müslüman kisveli Yezidi
ve Sabileri devlet içine doldurmaya başlamıştı.
Buna tepki gecikmedi, Celali isyanları yaklaşık üç yüz yıl
sürdü, çaktırmadan Ermenilerle mezhep-kültür akrabalığı olan Rus Çarlığı
Osmanlı’dan toprak kazanmaya başladı, devlet içine Ruslar, I.Murat zamanında
yeniçeri Ocağına ve Batı Anadolu’ya doldurulan Slav kökenli Sırplar ve
Arnavutlar aracılığıyla doluşmaya başladı.
Devlet içinde yürütülen iktidar çekişmeleri, Celali,
Yeniçeri, Süryani, Yezidi Kürt İsyanlarıyla büyüdü, devlet toprak ve itibar
kaybetmeye başladı.
Süryani,Yezidi Kürtler, Araplar, Yahudiler devleti
İngilizlere ileride Amerika’ya bağlayanlar olurken, Ermeniler, Mason Sabetay
Sevi Yahudi-İslâm tarikatına geçmiş Ortodoks Hıristiyan’ından Ermeni, Müslüman,
Türk ve Aleviler de Rusyacı oldular.
Osmanlı bu iki grubun saltanat ve devleti pazarlama
kavgaları içinde çöktü.
1919-1923 Cumhuriyet’in ilanı arsında Kuvay-ı Milliyeciler
arasında yeni bağımsızlık akımı olan Sosyalizm ve Fransız devriminden etkilenen
her iki gruptan aydınların, vatansever olan herkesin elbirliğiyle
Yürütülen bağımsızlık savaşını engelleyenler ise bu Yezidi
Kürtler, Araplar, Sabiler ve İngiliz-ABD’ci Mason Yahudiler olmuşlardır.
Buna özünde Rusyacı olan ama Atatürk’ün yapacağı devrimin
sonucunda saltanatlarını kaybetmekten korkan Dersim’in Emeviler döneminde
beyleri babaları öldürülüp Hicaz Arap’ı Yezid Kureyşan aşiretine dayanan
Yezitler ve artlarına takılan Dersim aşiretleri de 1921 Koçgiri, 1937-38 Dersim
isyanları ile katılmışlardır.
Bazı Dersim aşiretleri ise bu isyanlara katılmamışlardır.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı sonrasında özünde “çok
partili siyasi yaşamı amaçlayan” siyasi devrimlerin sonucu olarak CHP
kurulmuştur. O zamanın CHP’sinde Kurtuluş Savaşında gayret gösteren, hizmetler
vermiş her dinden, her siyasi görüşten, her azınlıktan milletvekilleri görev
almışlardır. Tabii ki İngilizci ve Amerikancılar hariç!
Çünkü onlar İngilizlerin istekleri üzerine 1937 Dersim
İsyanına kadar 25 isyan çıkartmışlardı.
Bunların sonuncusu olan Şeyh Sait İsyanı, İngiliz
işbirlikçisi Bitlis Yezidi (Okur-yazmaz din uleması (!) veya insan vücudunda
yaşayan ve öldükten sonra başka insan bedeninde dirilen tanrı şeytan Yezid!)
Said-i Kürdi’nin öğrencisi ve “birader-i azamım” dediği Palu’lu
bir Yezidi Kürt aşiret ağasının çıkardığı isyandı.
Bu isyan 1925 Aralık’ında başladığında, Elazığ kışlasına
yapılan bir gece baskınında 115.000 Tük askerinin uykuda kesildiğini 1984 Açık
Öğretim Fakültesi’nin yayını olan ders kitabı “Atatürk İlke ve İnkılâpları
Cumhuriyet Tarihi” kitabında bir cümle olarak okuduğumu hatırlıyorum.
İşte bu nedenle bu teslimiyetçi özünde Büyük İskender ve
Roma-Bizans dönemlerinde bölgeye yerleştirilmiş “Rum/Grek/Yunan” kökenli
kavimlere dayanan Deliüzzaman-ı Yezidi Said-i Kürdi ve görüşünde olanların
hükumete sokulmaları elbette düşünülemezdi.
Çünkü “İslam Kürdistan” devleti kurmak için isyan eden
asileri hangi devlet içine alabilir?
Atatürk ve zamanın CHP ikidarı da bunu yapmıştı.
Başlangıçta Atatürk’ten çok umutlu olan İngiliz-ABD mason
küresel sermayesi, Atatürk’ün Said-i Kürdi’yi dışlaması, Kur’an-ı Kerim’i ve
tefsirini Türkçeye çevirterek yazdırmasıyla gerçek Kur’an İslam’ına kapı açması
onların istediği “teslimiyetçi İslâm” olan ve 19.yüzyılda İngiliz din adamlarınca
üretilen Nurcu, Efganici, Kadıyanici anlayışı ret etmesi, Osmanlı’dan çıkan
topraklarda “bağımsızlık örgütlenmelerine” yönelmesiyle ondan vazgeçtiler ve
Masonları üzerine saldırttılar.
Hatta mason Yahudi aileye mensup eşi Latife hanım’a
balkondan “İbne” bile dedirttiler.
1937’de I.Dersim isyanının başladığı sıralarda Atatürk
ilaçlarla hasta edildi, zehirlendi, yanlış teşhislerle ve ilaçlarla hastalığı
ilerletildi ve 10 Kasım 1938’de öldürüldü. Bu konudaki “Dersim Yemini ve Atanın
Ölümü” ile “Sola Açılan Haçlı Seferi” başlıklı yazılarımı okuyabilirsiniz.
CHP’nin Atatürk ve ardından ülkeyi 12 Mayıs 1939
İngiltere-Türkiye Kredi antlaşmasını imzalaması ve bunu, keşifler tarihinin
önemli keşfi olan Ümit burnunun keşfinin
ardından Portekiz’in Hindistan’daki Babür imparatorluğunda koloniler kurmasını,
İspanyolların cihan imparatorluğunu kurması ile Kutsal Roma-Germen
İmparatorluğunun ilkelerine uyularak öteki Haçlı devletlerinin de işgal edilen
ülkede hak iddia etmeleri ve bu hakka sahip olmaları uyarınca İsmet İnönü
CHP’sinin bu kredi antlaşmasını Fransa, Almanya ile tekrar etmesiyle ülkemiz
İngiliz=Haçlı Mandası (İdaresi) altına girmişti.
On beş yıllık bu dönemde de İsmet paşa özellikle Kürt
Alevisi olarak da bildiğimiz Mihri Ermenileri, Sabetaycı Masonları, 10 Kaısm
1938 askeri cuntasını kurduğu Arnavut Fahrettin Altay’ın soydaşları olan Alevi/Mihri
Arnavutları, kendisine yakın olan ve her başbakanlıktan alınışında Kürt isyanı
çıkartan ve “Nurcu” olmayan açıktan şeytana tapınan gerçek Yezidi Kürtleri devlet
içine doldurmuş, Türkler ve Kubilay olayı gibi gerici şerefsizlikleri yapan ve
kendilerine “Sünni” diyen teslimiyetçi, işbirlikçi Yezidi Nurcuların yüzünden,
onlardan hoşlanmayan Sünni Türkler de devletten uzaklaştırılmışlardı.
Şeytan Yezdan/Tavus’a tapınan Yezidi Kürtler ile cennetten
kovulmuş dişi şeytan Roha/Ruha’ya tapınan Sabilerin kullandıkları adlar
Müslüman adlarıdır. Her ikisinin şeytanlarının babası da “Allah” tır. Sabiler
yaklaşık 6.000 yıldır “Lailâheillallah” demektedirler. Otuz gün oruç, iki ile
yedi vakit namaz, hac, tavaf, İslam ve Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte ne varsa
bunlarda vardır. Adları; Mikail, Ebubekir (Cebrail’in adıdır), Suceddin,
Secaeddin, Allahverdi, Tanrıverdi, Fahreddin, Sadeddin, Seyfeddin, Şems,
Şemsiye, Şemsi, Abdülkadir, Abdullah, Ruhullah, Fazlullah, Hayrullah,
Bahaeddin, Sencer, Attar, Ceylan/Geylan-i, Adi, Hadi, Ekber, Elibol…şeklinde
gider. İslâm sahabelerinin tümü İslam öncesi Yezidi, Mecusi, Sabi olduklarından
bütün Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman adlarının kökenleri bunlardan alındığından
ne biliyorsanız onlardır. Ben en çok kullanılanlara birkaç örnek verdim. Din
olarak bu dinlere girmeniz olanaksızdır. Onlardan doğmanız gerekir.
Soy davası güdenler, Müslümanlar arasında “milliyetçilik,
ırkçılık yapanlar bunlardır. Türkçülerin de ilkleri bunlardan olan Ziya Gökalp
gibi Yezidi Kürtlerdir. Malum Türkler milliyetçilik gütmezlerse bunlar zemin bulamayacaklardı.
Bu yüzden Türk milliyetçiliğini bunlar yaydılar ve MHP’nin ilk katliamlarını
yapanlar da katliamlara uğratılanlar da bunlardan ve Mihri Ermenilerdendi.
(Mihri Ermeniler güney Karadeniz’den Süleymaniye’ye, Yozgat’tan Ermenistan’a
kadar bölgelerde yaşarlar. Özellikle Dersim olarak bilinen Malatya’nın bir
kısmı, Tunceli, Elazığ, Sıvas, Erzincan, Tokat, Amasya bölgelerinde
yoğundurlar. Bazı yerlerde çoğunlukturlar. Yezidi ve Sabiler bunları sevmezler
bu yüzden Sağ-sol çatışması aslında Mihriler (Kürt Alevisi adını kullanırlar) ile
Yezidi-Sabilerin (Nurcular, 1850 sonrası Halidi Nakşibendiler Kürt olarak
kendilerini tanıtırlar.)
Yezidi ve Sabileri tanıdıktan sonra kaldığımız yerden devam
edelim;
01.Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgali ile başlayan
II. Dünya savaşında orta yerde parçalanan bir devlet olmamak amacıyla İsmet
İnönü’nün imzaladığı bu kredi antlaşmasını İngilizlerin ve Amerikalıların
önerilerine göre devletin siyaset izlemesi takip etmiştir.
1943 yılında Rusların Almanları Moskova ve
Leningrad’ta bozguna uğratmasının ardından Kahire’de İsmet paşanın da katıldığı
Çin önderi Çan Kay Şek, İngiliz başbakanı W.Churchil, ABD başkanı H.Truman’ın
bulunduğu bir toplantıda II.Dünya savaşı sonrası olacak yeni dünya düzeni
yapılanmasında mecut olan Cemiyet-i Akvam’ın (Uluslar Topluluğu)
“ABD,İngiltere,Çin, SSCB(Rusya) ve Fransa’nın başını çekeceği BM’ye (Birleşmiş
Milletler) dönüşeceği kararlaştırılmıştır.
İsmet Paşa’ya da bu teşkilata katılması telkin
edilmiştir. Savaş sonrası bu yapılanmanın süreci başlatılmıştır ancak bizim için
önemli olan bu yapılanmanın dışında 1947’de ABD, İngiltere, kolonisi olan
Kanada ve günümüz Avrupa Birliği ülkelerinin Atlantik okyanusuna kıyısı olan
ülkelerin sözde SSCB tehdidine karşı kurdukları tamamen Roma, Grek (Eski Yunan)
ve kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun “Haçlı İlkelerinin” değerlerlerine sahip
çıkan NATO (Kuzey Atlantik Ticaret Antlaşması-North Atlantic Trade
Organization) örgütü kurulmuş ve Türkiye İngiltere ile ABD tarafından bu
yapılanmaya katılmaya zorlanmıştır.
Buraya kadar bilinen şeylerdir ama burada tuhaf olan
şey ise Türkiye’ye asırlardır Müslüman görünümlü, hatta namaz kılıp oruç
tuttukları için Sünni mezheplerden kabul edilen Adeviye Tarikatı mensupları
olan ve Ezd, Ezdi, Yezd, Yezdan, Tavus adlarıyla andıkları şeytandan türediklerine
inanan ve “Şeytan İbadeti” olarak bilinen Yezidi Kürt dinine mensup, Bitlis,
Hakkari, Mardin, Urfa’dan Adana’ya kadar olan kuşakta yaşayan Yezidi Kürtlerden
olan ve sözde Sünni İslam tarikatı adını alan Bitlis Yezidi Said-i Kürdi’nin
kurduğu Nurculuk tarikatına mensup, Osmanlı’nın çöküş döneminde askere gitmemek
için padişaha muhtıra veren, sayısız isyanlar çıkaran, Atatürk devrimlerini
engellemek için “ırkçı,ayrılıkçı” 26
Kürt isyanını başlatan Yavuz Sultan Selim’in bölgeyi Osmanlı topraklarına kattığı
1516’lardan itibaren hor gören sinsice Vatikan ve Rusya ile işbirliği içinde
bulunan, emperyalist devletlerin istekleri doğrultusunda Osmanlı ve Atatürk
cumhuriyetinde “Din elden gidiyor!” isyanları ile halkı bölen, devlete karşı
getiren Vatikan işbirlikçisi Nurcuların idaresinde bir hükûmet de istenilmişti.
Bunun fitili de İsmet İnönü’nün 1946’da kendi ikâmeti
olan Pembe Köşk’te gizlice Celal Bayar ile yaptığı görüşmede döşenmiş, bunu
takiben İsmet paşa’nın kabul edilmeyeceğinin bildiği halde verdiği köylülere
toprak dağıtılmasını esas alan Toprak Reformu yasasına karşı Cela Bayar, Adnan
Menderes, F.Rüştü Zorlu, Tansu Polatkan dörtlü çetesinin verdiği ve “Dörtlü
Takrir” adıyla tarihe geçen muhalefet bildirisi ile ateşlenmişti.
Bunu da 1946’da DP’nin kurulması ve seçimlere
katılması izlemiş, 1943’lerde yapılan kararlaştırma sonucu bu Vatikan
işbirlikçisi yapılanma 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidara getirilmişti.
Bu şike gereğince CHP 1950-1960 arası asla iktidara
asılmamış, sadece 27 Mayıs 1960 darbesini takiben beş yıl iktidar olmuş bunu
1974 ve 1979 (Bir yıllık) MSP-CHP koalisyonları izlemiştir. Asla iktidara
asılmamıştır.
İsmet paşa ile Celal Bayar arasındaki bu muvazaa
(şike) Hüsamettin Cindoruk’un yeni DP’sinin de internet sitesinin ana sayfasında
yer almaktaydı.
İşte bu konuyu dört yıl kadar önce “CHP Muvazaaları”
konulu yazımda dile getirmemi CHP içinde tartışmalar takip etmiştir.
Bu yazım ve öncekilerinde zaten bütün iktidar ve
muhalefet partilerinin batılı küresel
haçlı çetesi olan ABD-AB güçlerine sadık olanlardan seçildiğine göre, Bush
dönemindeki AKP’nin aşırı sansürcü ve özgürlükleri kısıtlayan tutumunun
engellenebilmesi için CHP’nin geçmiş ,işbirlikçiliklerinin hatırına (!) küresel
güçlere bir “parça demokrasi” kurtarabilmek, devletin toptan köktendinciliğe
teslim edilmesinin önlenmesi için başvurmalarının uygun olacağını önermiştim.
Bunu takiben CHP’den bir heyet önce ABD’ye ardından
AB’ye giderek görüştü. Ardından AKP’yi eleştirme özgürlüğüne yeşil ışık
yakıldı, o zamandan beri Deniz Baykal değişti, CHP tarihinde görülmemiş şekilde
hükumeti her konuda eleştirir hale geldi.
Ancak batılı güçlerin sözde Sünni İslâm siyasetine
yatırım yapmaları yüzünden, CHP, AKP’nin
oylarını düşüşe geçtiği veya tam seçim arifesi veya seçim zamanlarında yeni
başkanları Kemal Kılıçdaroğlu’nun yürüyen merdivende inişi karıştırma, genel
seçimde oy kullanamama ve bunu oylamanın sürdüğü saatlerde televizyonlardan
halka bildirilmesi gibi daha bir çok sakarlıklarıyla AKP’ye hizmet etmiş,
halkın muhalefete güveninin artmasını engellemiştir.
Ancak CHP en azından o tarihten itibaren bu güne kadar
“serbest eleştiri” ortamını sağlamıştır.
İster beğenelim ister beğenmeyelim ama ülkemizin
gerçekleri budur.
1952’de NATO üyesi olmamız, bunun uğruna 1950’de
askerimizi, haçlı devletlerinin Kore’yi işgaline destek vermeye yönlendiren
hükümetlerce devletimiz bir “Türk ve Müslüman Devleti” olmaktan zaten
çıkarılmıştı.
Bu “Tam Sömürge Ülke” şartlarında bir parça özgürlüğe
sahip olmak için bile bu “küresel işgalcilerin onaylarını” almak gerekmektedir.
CHP de bunu yapmıştır. Bu yüzden bazı konularda da
anlayış göstermek gerekir veya bazı hallerde de desteklemek gerekir
düşüncesindeyim.
Eğer CHP’yi de yıldırırsak inanın bir Libya, Suriye
olmamız an meselesidir! Yıldırmazsak ne değişir derseniz o da meçhuldür. Bu
onların “sol” veya savundukları “Atatürkçülük” zihniyetine bağlılıklarına
bağlıdır.
Atatürk ve Türkiye Cumhuriyetine karşı İngiliz-Fransız
destekleriyle dedelerinin çıkardıkları “feodal” isyanlarda kaybettikleri
yakınlarının sayıları basında kendi eşlerinin ağızlarından yer almaktadır.
Ne kadar onlardan umutlanmalıyız? Sorusuna cevabı
onlar devlete ve cumhuriyete bağlılıklarını gösteren icraatlarıyla
vereceklerdir.
Yani demek istediğim, “Ehven-i Şer’dir”, kötünün
iyisine razı olmaktır.
İşte bu şartlar yüzünden mi yoksa kalbinde gerçekten Atatürk
Cumhuriyetine karşı kin olduğundan mı ya da terör örgütünün güçlenmesine engel
olmak onu bölmek amacıyla mıdır bilmem CHP, dün kendi TV’si olan Halk Tv
haberlerinde “Dersim Soykırımını işleyen bir sergi açılışı” haberi verdi. Daha
bunun gibi kendisini ayrılıkçı PKK yanlısı gösterecek nice sakarlıkları vardır
ve bunlar saymakla bitmez.
Ama CHP mevcut TBMM aritmetiği şartlarında ne yazık ki
“alternatifsiz muhalefet” durumundadır. Malum MHP, kuruluşundan bu yana
olduğundan farklı olarak iktidar partisine karşı çok ağır eleştiriler içeren
bir muhalefet yürütse de en sıkışık dönemlerinde AKP’nin kucağına oturmaktan
asla vazgeçmemekte ve “yama parti” özelliğine toz kondurmamaktadır.
Öteki muhalefet partisi ise ABD-AB baskıları ile
TBMM’ye sokulmuş terör örgütünün yasal temsilcisidir.
Tekrar ediyorum, “ehveni şer” diyerek kerhen de olsa
CHP’yi yıpratmaktan kaçınmalıyız ama “ihanet kokan eylemleri” olduğunda da
yerden yere vurmak gereklidir!
Alaeddin Yavuz
keykubat /
adilyargic/ adilyargicc