Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Eylül 2012 Pazar

BALYOZ KİME İNDİ


BALYOZ KİME İNDİ?

20 Ocak 2010 tarihinden sözde “sol” görünümlü, Taraf adlı AKP yandaşı bir paçavranın orduda bir takım darbeci yapılanmaların mevcut AKP hükumetine karşı darbe planladıklarına dair uçuk kaçık iddiaları içeren yazısı doğrultusunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tahkikat başlatmış ve 30 Ocak 2010 günü Taraf muhabiri pek de tanınmayan bir gazeteci olan ve kaynaklarını nereden bulduğunu o zaman için açıklamayan (Ordu içindeki Amerikancı gerçek Ergenekon/Gladyo’dan başkası olamaz.) Mehmet Baransu bu sözde belgeleri İstanbul Beşiktaş’ta bulunan Özel Güvenlik mahkemesine teslim etmiş ardından “49” subay” tutuklanmış, bu sayı tutuklu-tutuksuz 365’e ulaşmış ve  19 Haziran 2010 günü İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde başlanılan dava 21 Eylül 2012 günü karara bağlanmıştır.

İddialar için TIKLA
Karar gereğince sözde “darbeci yapılanmanın” önderleri olduğu sonucuna varılan Çetin Doğan, Özden örnek ve İbrahim Fırtına adlı orgenerallerin önce müebbet ardından “20 yıl ağırlaştırılmış hapis” cezası ile, diğer 362 sanıktan 322’sini de “Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri hayatını cebren (zorla) ıskat, veya vazife görmekten cebren men etmek”  suçundan değişik cezalarla tecziye edilmeleriyle son bulmuşsa da halen Yargıtay (Temyiz) aşamasındadır.
(BÜYÜTMEK İÇİN TIKLA) Balyoz planı ile ilgili bilgiler

Bu davada delil olarak kullanılan çok sayıdaki bilgisayara CD’lerinden hard disklere kadar birçok delilin TÜBİTAK (Türkiye Bilim ve Teknik Araştırma Kurumu” dahil olmak üzere yerli ve yabancı adli tıp kurumlarınca “iddia edilen olayın olmasından en az beş ile sekiz yıl sonra düzenlendiklerinden  delil olamayacaklarından dolayı geçersiz” oldukları hakkında kesin raporlar verilmesine rağmen bu delillerin yargılayan mahkemece göz önüne alınmadığı bilinmektedir.

Bunun yanında başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 05 Eylül 2012 tarihinde kendi yaptığı Kürt, Arap, Ermeni, Rum v.s. açılımlarını görmezden gelerek CHP suçlamak, BDP milletvekillerinin PKK militanlarıyla kucaklaşmalarının ardından kopan yaygaralar üzerine bu milletvekillerinin vekilliklerinin düşürülmesi için verdiği bir beyanatında “Yargıya zaten gerekenleri söyledik, yargı da gereğini yapıyor, biz de Parlamento'da gereği neyse onu yapacağız!” ifadesi de çok tartışılmış hatta hükümetin “yargıya doğrudan müdahale ettiğinin itirafı” olarak bütün medyada ortak kanaatin oluşmasına neden olmuştur. 

Gerek delillerin geçersizlikleri üzerinde ortaya çıkan haklı tartışmalar gerek başbakanın yargıya müdahalesinin itirafı göz önüne alındığında yargıya hükümetçe ve işbirliği içinde olduğu ABD-AB devletlerince müdahale edildiği kanaatı halk arasında yayılmıştır.

Biraz da hükumetin eski beyinlerinden olan ve AKP’yi iktidara taşıyan KANAL7’de  “İskele Sancak” programları yapan, AKP’nin iktidara gelmesinden birkaç yıl sonra  Doğan Grubuna geçen Ahmet Hakan’ın da tepkilerine bakalım;

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan'dan Balyoz kararı için çarpıcı tespitler...
Toplumsal barışın üstüne inen balyoz

Türkiye’de ilk kez darbe girişimine cezalar yağdıran mahkeme kararı, bırakın bir adalet rüzgârı estirebilmeyi, resmen toplumsal barışın üstüne bir balyoz gibi iniverdi.
Demokratik bir ülkenin adil kararlar vermesiyle ünlü mahkemesi, darbecileri cezalandıran bir karar verince, o ülkede bir bayram havası eser.
Bayram havası esmese de en azından vakar içinde bir kabulleniş söz konusu olur.
Tabii marjinalleri bir tarafa bırakırsak...

ALENEN BÖLÜNDÜK
Ama o da ne?
Türkiye’de ilk kez darbe girişimine cezalar yağdıran mahkeme kararı, bırakın bir adalet rüzgârı estirebilmeyi, resmen toplumsal barışın üstüne bir balyoz gibi iniverdi.
Alenen ikiye bölündük.
- Kimi sevinçten zil takıp oynuyor...
- Kimi öfkeden deliye dönmüş durumda...
Zil takıp oynayanlar açısından...
Darbeciler cezalandırılmıştır.
Öfkeden deliye dönenler açısından...
Eşi benzeri görülmemiş bir haksızlık yapılmıştır.
İki taraf da ödünsüz, iki taraf da sonuna kadar inançlı, iki taraf da haklılığına yüzde yüz inanıyor.
SÜREÇ ZEHİRLENDİ
Neden böyle oldu?
Çünkü mahkeme süreci zehirlendi.
Nasıl mı zehirlendi?
Şöyle:
- Sahte CD iddialarıyla zehirlendi.
- Yargılamada ortaya çıkan hukuk dışılıklarla zehirlendi.
- Sahtecilik konusunda ortaya konan kanıtlarla zehirlendi.
- Olaylarla ilgisi olmayan sanıkların ısrarla tutukluluk hallerinin devam ettirilmesiyle zehirlendi.
GÜVENSİZLİK POMPALADILAR
Mahkemeler dava sürecinde ‘yeryüzünün en adil kararlarını vermekle meşhur mahkemeleri’ gibi davranmadılar.
Böyle bir algı yaratmadılar.
Tam tersine güvensizliği pompaladılar.
Darbe davası destekçileri tarafından bile “birtakım hukuksuzluklar yapılıyor olabilir” yorumlarına maruz kaldılar.
Böylece...
Bir güvensizlik çıktı ortaya...
Bayram edenler de, yas tutanlar da bu güvensizliğin farkında...
O nedenle yas tutarken de, bayram ederken de fena halde gerginler.
(AHMET HAKAN)

03 Kasım 2002’de iktidara getirildiği günden beri özgürlük, açılım, Kürt Sorunu konularında yaptığı icraatla ile milleti bölen ve herkesi birbirine “soy sop” sorar hale getiren, “sıfır sorun” deyip bütün “Müslüman komşularımız” ile devleti “savaş haline” sokan, artan şehitler ve halkın tepkileri üzerine “şehit haberlerini yasaklayan”  milletin çok şey beklediği ancak arkasında Mason ABD sermayesi ve yerli işbirlikçileri olmadıkça “sıfırı çekecek” biri olduğunu kanıtlamış olan başbakan RE.T.E halkı bölmüştür.

Oysa darbeciliği sorgulayan bir iktidarın gerçek darbecileri "evinden ve video konferansla LÜTFEN" değil, duruşma salonunda iddianamesini hırsla savunan bağımsız savcılar tarafından yaptıracağı bir sorgulamayı tercih etmesi gerekirdi. Öte yandan bu gün sorgulanan bir çok general gerçek 12 Eylül 1980 darbesi olduğunda henüz yüzbaşı veya yukarısı küçük rütbelerde oldukları için bunca ağır cezaya çarptırılmamaları konusunda dikkat edilmesi "adil yargılama" ilkesi açısından göz önüne alınmalıydı. Bilindiği gibi orduda "emir sorgulanmaz, alanca tekrarı yapılır ve yerine getirilir."
Yargı emrini "askerlik yapmamış" bir başbakan ve ona benzer yargıçlar yerine getirise olacağı da budur!

Bu yargılamada hem art niyet hem de Atatürk'e karşı İngiltere ve Avrupa ülkelerince sunulan siyasi ve maddi destekler ile çıkartılmış 26 Kürt ve bir o kadar "gerici isyanın" intikamının alınması şüphesi yüreklere yer etmiştir. Bunu AKP siyasetleri, açılımları ve söylemleriyle başarmıştır.

Başbakanın arkasında dönme Sabiler, Yezidi Kürtler, Araplar, Sabi, Yahudi, Hıristiyan Arap Süryaniler, Yahudi tarikatları, mason locaları olmadıkça hiçbir şey olduğu ortaya çıkmıştır.

Hatta konuştuğu sözleri bile bilgisayara bağlı şeffaf bir likit ekrandan okuduğu bilindiği halde, iki kez tekrar eden elektrik kesintisi sırasında “hiçbir laf edemeyip” elektrik gelmesini bekleyen “konuşmaktan aciz, cahil birisi olduğu aşikâr olan, kendi kökeni 1915’te Ermeni tehcirine uğramaktan korktuğu için Gürcistan’a sığınan ve Batum’a yerleştirilen sabi Sabi mezhebine bağlı Yahudi Süryanilere dayanan, her söylediğinin yalan olduğu ardından ispatlanan (Son yalanı İsveç’in başkenti Oslo’da İngiltere- ABDtemsilcileri önünde PKK pazarlığı yaptığı ve PKK ile %95 görüş birliğindeolduğu ortaya çıkan” gerçek amacı devleti yıkmak olan gerçekte dini inancı da olmayan Batum’a kaçmış Siirt Süryani Yahudilerinden olduğu kesinleşmiştir. Bu konuyu “2003 Gürcistan Azınlık Raporu” çeviri yazımda ve diğerlerinde yazmış bulunuyorum.

İşte ihanetin belgesi Oslo Anlaşması tıkla



Bütün bu tespitler ışığında geçmişte yaşanmış bütün darbe ve cunta olaylarının amacının da AKP hükumetini iktidara getirmek ve devleti yıkmak olduğu, darbecilik, balyozculukla suçlananların ise bütün iç ve dış sinsi işbirlikçi baskılara direnen “emperyalizm karşıtları” oldukları kanaati ortaya çıkmıştır.

Balyoz Atatürk Cumhuriyetine indirilmiştir.


Silivri Mahkemesinin “Emperyalizmin Esir Mahkemeleri” olduğu kanaatine halkımızı yönelten, devlete, orduya, siyasete ve yargıya inanç, güven konusunda halkı bölen ne yazık ki AKP iktidarıdır. Bütün bölücü eylemler onun iktidarında yeşermiş, dallanıp budaklanıp yürekleri ve ülkeyi sarmıştır.

Halk bu konuda bölünmüştür!

Balyoz önce bu ABD karşıtı subaylara inerek onları ve ailelerini ardından milletimizin ve son olarak ta bütün Müslüman coğrafyasının başına inmiştir. Türk ordusu Müslüman Suriye ve İran sınırlarında “Haçlı Ordusu” ile birlikte onların adına eline verilen balyoz ile bu komşularımızı ve halklarını tehdit etmektedir.
Ey Türk ve Müslüman milletleri artık bazı şeyleri ayıp uyanın. Film, karikatür dümenleriyle coşacağınıza başınızdaki işbirlikçilere karşı coşun! 
Yoksa “bindiniz Tayyip’in alametine gidiyorsunuz kıyamete!”
Diyen olmadı demeyin!

Balyoz Silivri esir kampındaki subaylar, gazeteci ve siyasetçiler ile ailelerinden çok sizlerin yani her gün DNA' raporlarıyla kimlikleri tespit edilmiş şehit evlatlarını toprağa gömenlerin ve bunların acılarını paylaşanların kafasına indirilmiştir!

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

İnanmayanlara AKP ispat etti;
Ektir;
 
 Ektir;

İŞTE AKP DEVLETİ YIKIYOR!

AKP kongresinde Barzani'ye AKP'lilerin attığı sloganlar!
01 Ekim 2012'de AKP "Türkiye'ye bir Kürt kedisi bile vermem!" diyen, terörö örgütü ve deden Vatikan-Rusya Avrupa kölesi olan Yahudi Kürdü Molla Mele Ahmet Barzani'nin torunu olan Mesut Barzani'ye "Türkiye seninle gurur duyuyor!" sloganlarının atıldığı sadece RE.T.E'nin konuşup tek aday olduğu bir kongre yaptı ve yeni dünya düzenine göre ülkeyi yeniden şekillendirecek yani bölecek "Bütünşehir" kavramını ortaya attı. Hedeflenen Başkanlık sisteminin ön aşamalarından birisi olan bu proje ile AKP amirleri ABD-AB emirleriyle aynen şöyle bölmüştür;

Haberin linki tıkla;
İşte, Osman Pamukoğlu paşadan Barzani tanımı;
Batum Süryanisi Tayyip ile Kars Yahudi Kürdü Barzani Hainlerine Mehmet Akif'ten bir çıkışma!

6 Eylül 2012 Perşembe

TURKIYE CUMHURIYETINI VE CHP YI TANIMAK


TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ VE CHP’Yİ TANIMAK


CHP’yi anlamak cumhuriyet tarihini anlamak ile doğrudan ilişkilidir. Ancak cumhuriyet tarihi cumhuriyetin tarihi boyunca en çok çarpıtılmış bir konu olduğundan ve bu konuda birbirleriyle yüz seksen derece ters açıyla çelişen kitaplar, yazılar yazılmıştır ki bunların arasında doğrunun hangisi olduğunu anlamak gerçekten olanaksızdır.

Bu yazıyı okuyorsanız, benim her iki tarafında pek itiraz etmeyeceği bir tarih anlayışını içeren özet yazımı sizlere sunuyorum. Daha geniş tespitlerim için “Sola Açılan Haçlı Seferi ve Cumhuriyet tarihimiz” başlıklı yazımı (2GB büyüklüğünde kitap gibidir.) okuyunuz.

Bu yazım üzerinde sağ-sol, iktidar-muhalefet büyük ölçüde televizyon kanallarında yaptıkları tartışmalarda uyuşmuşlardır.

Şimdi tarihe gelelim.

Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi, ekonomik ve askeri kişilikleri Osmanlı’dan beri “dönme/devşirme” adı verilen ve padişaha “kul/köle” olarak “Müslüman edildikten sonra “ saray hizmeti ile başlayan askere almalarla devlete doldurulan, sonra da istedikleri adamı padişah edecek güce erişen, devleti teslim almış olan, Arnavut, Ermeni, Sırp, Rum gibi gayrimüslümlerin günümüze uzanan nesillerinden oluşmaktadır.

Osmanlı ve cumhuriyet tarihinde Ermeniler devlet içinde önemli yer işgal etmektedirler. CHP de büyük ölçüde bunların farklı inanışlarında olanlardan oluşmaktadır.

Ermeniler, Balkanlardan göç etmiş bir kavim olarak veya Anadolu’nun yerlileri olarak da anılmaktadırlar. Ben onların kökenlerinin bütün Avrupa kavimleri gibi Mezopotamya-Anadolu kökenli oldukları kanaatindeyim.

Avrupa’dan Horasan’a (Güney Türkistan’a) kadar değişik yerlerde yaşadıkları için bu coğrafya da mevcut olan eski İran dini olan Mitra/Mihr (Güneş) dini, onu takip eden Zerdüştlüğe geçtiklerinde Aramazd (Ahura Mazda ve Angra Mainyu/Ehriman/Eryaman/Erman/ Arman/ Ermeni) şeytanına ve Ay Tanrısına tapınan (Sin şeytanı) Sabi, Mecusi dinlerine girdiklerini  belgeleriyle yazmıştım.

M.S. 315’de bilge rahipleri olan Aziz Gregor sayesinde günümüzdeki dinleri olan “Gregoryen Hıristiyanlar” olarak ilk İncillerden kabul edilen Etiyopya İncil’ine dayalı dinlerine geçtiklerini biliyoruz.

Ermenilerden 10 yıl kadar sonra Grek İncil’ine dayalı Hıristiyanlığı kabul eden Roma imparatorluğu ve onu takip eden Bizans İmparatorluğu Ermeni kitabını ret etmiş, Ermenileri “şeytan ibadeti” yapan “kâfir” topluluk olmakla suçlamış ve sürekli soykırım uygulamıştır.
Aynı şey Mezopotamya (Dicle-Fırat nehirleri arasındaki ada toprakları) üzerinde yaşayan Arami, Süryani ve Irak Arapları da Ay Tanrısı Sin’e tapınan aynı Ermenilerin, İranlı Zerdüştlerin ve Greklerin “Tapınak Fahişeliği” olarak da bilinen “Şeytan İbadeti” dinlerinin kökeni olan Sabi, Yezidiler de bu soykırımdan nasiplerini alıyorlardı.

Bu kavimler, VII.yy.da Emevi imparatorluğu döneminde İslam’a zorlandıklarından bir kısmı “örtülü Müslüman” olarak yeni tarikatlar adı altında Müslüman oldularsa da bir kısmı da Tevrat-İncil okuyarak Hıristiyanlığa geçmişlerdi ama Sabi-Yezidi inançları temelinde olmuştu bu.
Sabi ve Yezidilerin Hıristiyanlıkla akrabalıkları böyle başlamıştı.

Çünkü Müslümanlar da Bizanslılar da bunların rahiplerini, beylerini öldürerek kendi (Grek) soylarından olan batılıları başlarına geçirmiş bunları asimile etmişti.

Buna rağmen hem İslâm hem de Roma karşıtlığı içlerinde vardı ve her iki güç de her fırsatında bunları X.YY. a kadar soykırımlara uğratmayı sürdürdüler.

Onuncu yüzyılda Büyük Selçuklu İmparatorluğunun bölgeye hakim olmasını takiben bölgeye büyük göçlerle gelen Türk kavimleri de kısmen Zerdüşt kısmen Yezidi Kureyş Müslümanlarıydılar. Muaviye darbesi ile iktidarı ele geçiren Mecusi Kureyşliler Güney Türkistan Türklerine ve İranlılara Yezidiliği aşılamışlardı, bunun günümüz İslam’ı ile alakası yoktur. İran ve Azerbaycan’ın mezhep farklılıklarının kökenleri de buna dayanır. Osmanlı padişahlarından Yıldırım Bayezid’in ve Yavuz Sultan Selim’in babası olan “II.Bayezid’in adları (Bayezid, Bay Tatarca Tanrı Yezid de Tavus-Yezdan şeytanının adıdır.) Yezidi ve Zerdüşt tanrılarının adlarıdır.

Bunları bilmeden kavimleri tanıyamayız ve doğruyu göremeyiz.

İran ve Güney Türkistan bölgelerinden tanışan ve ski din kardeşi olan Türkler, Kürtler ve Ermeniler arasındaki yakınlığın nedeni bu “din kardeşliğiydi”.

X.yüzyıldan itibaren Türkler sayesinde Ermeniler, Yezidiler, Sabiler ve Anadolu coğrafyasında kalmış kökenleri eskilere uzanan Türk, Fars, Arap ve öteki kavimlerin Türklerle gelen İslâm’ı benimsemelerinin, onlara destek olmalarının ardındaki gerçek de buydu.
1299’da Osmanlı kurulduğunda yerleşik yaşayan ve devlet kültürü olan ayrıca eski akrabalıkları da göz önünde bulundurularak devletin başına getirilmişti.

1453’te İstanbul’un fethine kadar İstanbul’a girmeleri yasak olan Ermeniler kiliseleri, patrikleriyle birlikte İstanbul’a devlet eliyle yerleştirilmiş ve mal-mülk, saltanat vermişti.

1519’da Mısır ve Hicaz’ın fetihlerinin tamamlanmasının ardından Sünni İslâm mezhebini benimseyen Osmanlı eski ortakları olan Ermenileri ve Türkmenleri üzmüştü.

Yavuz’un yeni Osmanlı’sı Endülüs’ten soykırımdan kurtarılarak getirilen Yahudileri ve Hicaz Araplarını, Müslüman kisveli Yezidi ve Sabileri devlet içine doldurmaya başlamıştı.

Buna tepki gecikmedi, Celali isyanları yaklaşık üç yüz yıl sürdü, çaktırmadan Ermenilerle mezhep-kültür akrabalığı olan Rus Çarlığı Osmanlı’dan toprak kazanmaya başladı, devlet içine Ruslar, I.Murat zamanında yeniçeri Ocağına ve Batı Anadolu’ya doldurulan Slav kökenli Sırplar ve Arnavutlar aracılığıyla doluşmaya başladı.
Devlet içinde yürütülen iktidar çekişmeleri, Celali, Yeniçeri, Süryani, Yezidi Kürt İsyanlarıyla büyüdü, devlet toprak ve itibar kaybetmeye başladı.

Süryani,Yezidi Kürtler, Araplar, Yahudiler devleti İngilizlere ileride Amerika’ya bağlayanlar olurken, Ermeniler, Mason Sabetay Sevi Yahudi-İslâm tarikatına geçmiş Ortodoks Hıristiyan’ından Ermeni, Müslüman, Türk ve Aleviler de Rusyacı oldular.

Osmanlı bu iki grubun saltanat ve devleti pazarlama kavgaları içinde çöktü.

1919-1923 Cumhuriyet’in ilanı arsında Kuvay-ı Milliyeciler arasında yeni bağımsızlık akımı olan Sosyalizm ve Fransız devriminden etkilenen her iki gruptan aydınların, vatansever olan herkesin elbirliğiyle
Yürütülen bağımsızlık savaşını engelleyenler ise bu Yezidi Kürtler, Araplar, Sabiler ve İngiliz-ABD’ci Mason Yahudiler olmuşlardır.

Buna özünde Rusyacı olan ama Atatürk’ün yapacağı devrimin sonucunda saltanatlarını kaybetmekten korkan Dersim’in Emeviler döneminde beyleri babaları öldürülüp Hicaz Arap’ı Yezid Kureyşan aşiretine dayanan Yezitler ve artlarına takılan Dersim aşiretleri de 1921 Koçgiri, 1937-38 Dersim isyanları ile katılmışlardır.

Bazı Dersim aşiretleri ise bu isyanlara katılmamışlardır.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı sonrasında özünde “çok partili siyasi yaşamı amaçlayan” siyasi devrimlerin sonucu olarak CHP kurulmuştur. O zamanın CHP’sinde Kurtuluş Savaşında gayret gösteren, hizmetler vermiş her dinden, her siyasi görüşten, her azınlıktan milletvekilleri görev almışlardır. Tabii ki İngilizci ve Amerikancılar hariç!

Çünkü onlar İngilizlerin istekleri üzerine 1937 Dersim İsyanına kadar 25 isyan çıkartmışlardı.

Bunların sonuncusu olan Şeyh Sait İsyanı, İngiliz işbirlikçisi Bitlis Yezidi (Okur-yazmaz din uleması (!) veya insan vücudunda yaşayan ve öldükten sonra başka insan bedeninde dirilen tanrı şeytan Yezid!)
Said-i Kürdi’nin öğrencisi ve “birader-i azamım” dediği Palu’lu bir Yezidi Kürt aşiret ağasının çıkardığı isyandı.

Bu isyan 1925 Aralık’ında başladığında, Elazığ kışlasına yapılan bir gece baskınında 115.000 Tük askerinin uykuda kesildiğini 1984 Açık Öğretim Fakültesi’nin yayını olan ders kitabı “Atatürk İlke ve İnkılâpları Cumhuriyet Tarihi” kitabında bir cümle olarak okuduğumu hatırlıyorum.

İşte bu nedenle bu teslimiyetçi özünde Büyük İskender ve Roma-Bizans dönemlerinde bölgeye yerleştirilmiş “Rum/Grek/Yunan” kökenli kavimlere dayanan Deliüzzaman-ı Yezidi Said-i Kürdi ve görüşünde olanların hükumete sokulmaları elbette düşünülemezdi.
Çünkü “İslam Kürdistan” devleti kurmak için isyan eden asileri hangi devlet içine alabilir?

Atatürk ve zamanın CHP ikidarı da bunu yapmıştı.

Başlangıçta Atatürk’ten çok umutlu olan İngiliz-ABD mason küresel sermayesi, Atatürk’ün Said-i Kürdi’yi dışlaması, Kur’an-ı Kerim’i ve tefsirini Türkçeye çevirterek yazdırmasıyla gerçek Kur’an İslam’ına kapı açması onların istediği “teslimiyetçi İslâm” olan ve 19.yüzyılda İngiliz din adamlarınca üretilen Nurcu, Efganici, Kadıyanici anlayışı ret etmesi, Osmanlı’dan çıkan topraklarda “bağımsızlık örgütlenmelerine” yönelmesiyle ondan vazgeçtiler ve Masonları üzerine saldırttılar.

Hatta mason Yahudi aileye mensup eşi Latife hanım’a balkondan “İbne” bile dedirttiler.

1937’de I.Dersim isyanının başladığı sıralarda Atatürk ilaçlarla hasta edildi, zehirlendi, yanlış teşhislerle ve ilaçlarla hastalığı ilerletildi ve 10 Kasım 1938’de öldürüldü. Bu konudaki “Dersim Yemini ve Atanın Ölümü” ile “Sola Açılan Haçlı Seferi” başlıklı yazılarımı okuyabilirsiniz.
CHP’nin Atatürk ve ardından ülkeyi 12 Mayıs 1939 İngiltere-Türkiye Kredi antlaşmasını imzalaması ve bunu, keşifler tarihinin önemli keşfi olan Ümit burnunun  keşfinin ardından Portekiz’in Hindistan’daki Babür imparatorluğunda koloniler kurmasını, İspanyolların cihan imparatorluğunu kurması ile Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun ilkelerine uyularak öteki Haçlı devletlerinin de işgal edilen ülkede hak iddia etmeleri ve bu hakka sahip olmaları uyarınca İsmet İnönü CHP’sinin bu kredi antlaşmasını Fransa, Almanya ile tekrar etmesiyle ülkemiz İngiliz=Haçlı Mandası (İdaresi) altına girmişti.

On beş yıllık bu dönemde de İsmet paşa özellikle Kürt Alevisi olarak da bildiğimiz Mihri Ermenileri, Sabetaycı Masonları, 10 Kaısm 1938 askeri cuntasını kurduğu Arnavut Fahrettin Altay’ın soydaşları olan Alevi/Mihri Arnavutları, kendisine yakın olan ve her başbakanlıktan alınışında Kürt isyanı çıkartan ve “Nurcu” olmayan açıktan şeytana tapınan gerçek Yezidi Kürtleri devlet içine doldurmuş, Türkler ve Kubilay olayı gibi gerici şerefsizlikleri yapan ve kendilerine “Sünni” diyen teslimiyetçi, işbirlikçi Yezidi Nurcuların yüzünden, onlardan hoşlanmayan Sünni Türkler de devletten uzaklaştırılmışlardı.

Şeytan Yezdan/Tavus’a tapınan Yezidi Kürtler ile cennetten kovulmuş dişi şeytan Roha/Ruha’ya tapınan Sabilerin kullandıkları adlar Müslüman adlarıdır. Her ikisinin şeytanlarının babası da “Allah” tır. Sabiler yaklaşık 6.000 yıldır “Lailâheillallah” demektedirler. Otuz gün oruç, iki ile yedi vakit namaz, hac, tavaf, İslam ve Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte ne varsa bunlarda vardır. Adları; Mikail, Ebubekir (Cebrail’in adıdır), Suceddin, Secaeddin, Allahverdi, Tanrıverdi, Fahreddin, Sadeddin, Seyfeddin, Şems, Şemsiye, Şemsi, Abdülkadir, Abdullah, Ruhullah, Fazlullah, Hayrullah, Bahaeddin, Sencer, Attar, Ceylan/Geylan-i, Adi, Hadi, Ekber, Elibol…şeklinde gider. İslâm sahabelerinin tümü İslam öncesi Yezidi, Mecusi, Sabi olduklarından bütün Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman adlarının kökenleri bunlardan alındığından ne biliyorsanız onlardır. Ben en çok kullanılanlara birkaç örnek verdim. Din olarak bu dinlere girmeniz olanaksızdır. Onlardan doğmanız gerekir.

Soy davası güdenler, Müslümanlar arasında “milliyetçilik, ırkçılık yapanlar bunlardır. Türkçülerin de ilkleri bunlardan olan Ziya Gökalp gibi Yezidi Kürtlerdir. Malum Türkler milliyetçilik gütmezlerse bunlar zemin bulamayacaklardı. Bu yüzden Türk milliyetçiliğini bunlar yaydılar ve MHP’nin ilk katliamlarını yapanlar da katliamlara uğratılanlar da bunlardan ve Mihri Ermenilerdendi. (Mihri Ermeniler güney Karadeniz’den Süleymaniye’ye, Yozgat’tan Ermenistan’a kadar bölgelerde yaşarlar. Özellikle Dersim olarak bilinen Malatya’nın bir kısmı, Tunceli, Elazığ, Sıvas, Erzincan, Tokat, Amasya bölgelerinde yoğundurlar. Bazı yerlerde çoğunlukturlar. Yezidi ve Sabiler bunları sevmezler bu yüzden Sağ-sol çatışması aslında Mihriler (Kürt Alevisi adını kullanırlar) ile Yezidi-Sabilerin (Nurcular, 1850 sonrası Halidi Nakşibendiler Kürt olarak kendilerini tanıtırlar.)

Yezidi ve Sabileri tanıdıktan sonra kaldığımız yerden devam edelim;

01.Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgali ile başlayan II. Dünya savaşında orta yerde parçalanan bir devlet olmamak amacıyla İsmet İnönü’nün imzaladığı bu kredi antlaşmasını İngilizlerin ve Amerikalıların önerilerine göre devletin siyaset izlemesi takip etmiştir.
1943 yılında Rusların Almanları Moskova ve Leningrad’ta bozguna uğratmasının ardından Kahire’de İsmet paşanın da katıldığı Çin önderi Çan Kay Şek, İngiliz başbakanı W.Churchil, ABD başkanı H.Truman’ın bulunduğu bir toplantıda II.Dünya savaşı sonrası olacak yeni dünya düzeni yapılanmasında mecut olan Cemiyet-i Akvam’ın (Uluslar Topluluğu) “ABD,İngiltere,Çin, SSCB(Rusya) ve Fransa’nın başını çekeceği BM’ye (Birleşmiş Milletler) dönüşeceği kararlaştırılmıştır.

İsmet Paşa’ya da bu teşkilata katılması telkin edilmiştir. Savaş sonrası bu yapılanmanın süreci başlatılmıştır ancak bizim için önemli olan bu yapılanmanın dışında 1947’de ABD, İngiltere, kolonisi olan Kanada ve günümüz Avrupa Birliği ülkelerinin Atlantik okyanusuna kıyısı olan ülkelerin sözde SSCB tehdidine karşı kurdukları tamamen Roma, Grek (Eski Yunan) ve kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun “Haçlı İlkelerinin” değerlerlerine sahip çıkan NATO (Kuzey Atlantik Ticaret Antlaşması-North Atlantic Trade Organization) örgütü kurulmuş ve Türkiye İngiltere ile ABD tarafından bu yapılanmaya katılmaya zorlanmıştır.

Buraya kadar bilinen şeylerdir ama burada tuhaf olan şey ise Türkiye’ye asırlardır Müslüman görünümlü, hatta namaz kılıp oruç tuttukları için Sünni mezheplerden kabul edilen Adeviye Tarikatı mensupları olan ve Ezd, Ezdi, Yezd, Yezdan, Tavus adlarıyla andıkları şeytandan türediklerine inanan ve “Şeytan İbadeti” olarak bilinen Yezidi Kürt dinine mensup, Bitlis, Hakkari, Mardin, Urfa’dan Adana’ya kadar olan kuşakta yaşayan Yezidi Kürtlerden olan ve sözde Sünni İslam tarikatı adını alan Bitlis Yezidi Said-i Kürdi’nin kurduğu Nurculuk tarikatına mensup, Osmanlı’nın çöküş döneminde askere gitmemek için padişaha muhtıra veren, sayısız isyanlar çıkaran, Atatürk devrimlerini engellemek için “ırkçı,ayrılıkçı”  26 Kürt isyanını başlatan Yavuz Sultan Selim’in bölgeyi Osmanlı topraklarına kattığı 1516’lardan itibaren hor gören sinsice Vatikan ve Rusya ile işbirliği içinde bulunan, emperyalist devletlerin istekleri doğrultusunda Osmanlı ve Atatürk cumhuriyetinde “Din elden gidiyor!” isyanları ile halkı bölen, devlete karşı getiren Vatikan işbirlikçisi Nurcuların idaresinde bir hükûmet de istenilmişti.

Bunun fitili de İsmet İnönü’nün 1946’da kendi ikâmeti olan Pembe Köşk’te gizlice Celal Bayar ile yaptığı görüşmede döşenmiş, bunu takiben İsmet paşa’nın kabul edilmeyeceğinin bildiği halde verdiği köylülere toprak dağıtılmasını esas alan Toprak Reformu yasasına karşı Cela Bayar, Adnan Menderes, F.Rüştü Zorlu, Tansu Polatkan dörtlü çetesinin verdiği ve “Dörtlü Takrir” adıyla tarihe geçen muhalefet bildirisi ile ateşlenmişti.

Bunu da 1946’da DP’nin kurulması ve seçimlere katılması izlemiş, 1943’lerde yapılan kararlaştırma sonucu bu Vatikan işbirlikçisi yapılanma 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidara getirilmişti.

Bu şike gereğince CHP 1950-1960 arası asla iktidara asılmamış, sadece 27 Mayıs 1960 darbesini takiben beş yıl iktidar olmuş bunu 1974 ve 1979 (Bir yıllık) MSP-CHP koalisyonları izlemiştir. Asla iktidara asılmamıştır.

İsmet paşa ile Celal Bayar arasındaki bu muvazaa (şike) Hüsamettin Cindoruk’un yeni DP’sinin de internet sitesinin ana sayfasında yer almaktaydı.
İşte bu konuyu dört yıl kadar önce “CHP Muvazaaları” konulu yazımda dile getirmemi CHP içinde tartışmalar takip etmiştir.
Bu yazım ve öncekilerinde zaten bütün iktidar ve muhalefet  partilerinin batılı küresel haçlı çetesi olan ABD-AB güçlerine sadık olanlardan seçildiğine göre, Bush dönemindeki AKP’nin aşırı sansürcü ve özgürlükleri kısıtlayan tutumunun engellenebilmesi için CHP’nin geçmiş ,işbirlikçiliklerinin hatırına (!) küresel güçlere bir “parça demokrasi” kurtarabilmek, devletin toptan köktendinciliğe teslim edilmesinin önlenmesi için başvurmalarının uygun olacağını önermiştim.

Bunu takiben CHP’den bir heyet önce ABD’ye ardından AB’ye giderek görüştü. Ardından AKP’yi eleştirme özgürlüğüne yeşil ışık yakıldı, o zamandan beri Deniz Baykal değişti, CHP tarihinde görülmemiş şekilde hükumeti her konuda eleştirir hale geldi.

Ancak batılı güçlerin sözde Sünni İslâm siyasetine yatırım yapmaları yüzünden,  CHP, AKP’nin oylarını düşüşe geçtiği veya tam seçim arifesi veya seçim zamanlarında yeni başkanları Kemal Kılıçdaroğlu’nun yürüyen merdivende inişi karıştırma, genel seçimde oy kullanamama ve bunu oylamanın sürdüğü saatlerde televizyonlardan halka bildirilmesi gibi daha bir çok sakarlıklarıyla AKP’ye hizmet etmiş, halkın muhalefete güveninin artmasını engellemiştir.

Ancak CHP en azından o tarihten itibaren bu güne kadar “serbest eleştiri” ortamını sağlamıştır.
İster beğenelim ister beğenmeyelim ama ülkemizin gerçekleri budur.

1952’de NATO üyesi olmamız, bunun uğruna 1950’de askerimizi, haçlı devletlerinin Kore’yi işgaline destek vermeye yönlendiren hükümetlerce devletimiz bir “Türk ve Müslüman Devleti” olmaktan zaten çıkarılmıştı.
Bu “Tam Sömürge Ülke” şartlarında bir parça özgürlüğe sahip olmak için bile bu “küresel işgalcilerin onaylarını” almak gerekmektedir.
CHP de bunu yapmıştır. Bu yüzden bazı konularda da anlayış göstermek gerekir veya bazı hallerde de desteklemek gerekir düşüncesindeyim.

Eğer CHP’yi de yıldırırsak inanın bir Libya, Suriye olmamız an meselesidir! Yıldırmazsak ne değişir derseniz o da meçhuldür. Bu onların “sol” veya savundukları “Atatürkçülük” zihniyetine bağlılıklarına bağlıdır.

Atatürk ve Türkiye Cumhuriyetine karşı İngiliz-Fransız destekleriyle dedelerinin çıkardıkları “feodal” isyanlarda kaybettikleri yakınlarının sayıları basında kendi eşlerinin ağızlarından yer almaktadır.

Ne kadar onlardan umutlanmalıyız? Sorusuna cevabı onlar devlete ve cumhuriyete bağlılıklarını gösteren icraatlarıyla vereceklerdir.

Yani demek istediğim, “Ehven-i Şer’dir”, kötünün iyisine razı olmaktır.

İşte bu şartlar yüzünden mi yoksa kalbinde gerçekten Atatürk Cumhuriyetine karşı kin olduğundan mı ya da terör örgütünün güçlenmesine engel olmak onu bölmek amacıyla mıdır bilmem CHP, dün kendi TV’si olan Halk Tv haberlerinde “Dersim Soykırımını işleyen bir sergi açılışı” haberi verdi. Daha bunun gibi kendisini ayrılıkçı PKK yanlısı gösterecek nice sakarlıkları vardır ve bunlar saymakla bitmez.

Ama CHP mevcut TBMM aritmetiği şartlarında ne yazık ki “alternatifsiz muhalefet” durumundadır. Malum MHP, kuruluşundan bu yana olduğundan farklı olarak iktidar partisine karşı çok ağır eleştiriler içeren bir muhalefet yürütse de en sıkışık dönemlerinde AKP’nin kucağına oturmaktan asla vazgeçmemekte ve “yama parti” özelliğine toz kondurmamaktadır.

Öteki muhalefet partisi ise ABD-AB baskıları ile TBMM’ye sokulmuş terör örgütünün yasal temsilcisidir.
Tekrar ediyorum, “ehveni şer” diyerek kerhen de olsa CHP’yi yıpratmaktan kaçınmalıyız ama “ihanet kokan eylemleri” olduğunda da yerden yere vurmak gereklidir!


Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc