Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

7 Şubat 2012 Salı

YAHUDİ KÜLTÜ YAHUDİLER HAM SOYU KAVİMLERDİR

HİNTLİLER, SUDANLILAR, HİTİTLİLER, YAHUDİLER HEMİTİK 
(Ham Soyu) KAVİMLERDİR.

Bu yazının telif hakları / adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz'a aittir. Copyright of this artıcle is belong to adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz.


1 2 3

Ham oğlu Kuş soyu;
Yar.10: 6 Ham'ın oğulları: Kûş, Misrayim, Pût, Kenan.
Yar.10: 7 Kûş'un oğulları: Seva, Havila, Savta, Raama, Savteka. Raama'nın oğulları: Şeva, Dedan.
Yar.10: 8 Kûş'un Nemrut adında bir oğlu oldu. Yiğitliğiyle yeryüzüne ün saldı.

Hint Kuş tanrısı Teşu
Yar.10: 9 RAB'bin önünde yiğit bir avcıydı. "RAB'bin önünde Nemrut gibi yiğit avcı" sözü buradan gelir.
Yar.10: 10 İlkin Şinar topraklarında, Babil, Erek, Akat, Kalne kentlerinde krallık yaptı.
Yar.10: 11-12 Sonra Asur'a giderek Ninova, Rehovot-İr, Kalah kentlerini ve Ninova'yla önemli bir kent olan Kalah arasında Resen'i kurdu.
Yar.10: 13-14 Misrayim Ludlular'ın, Anamlılar'ın, Lehavlılar'ın, Naftuhlular'ın, Patruslular'ın, Filistliler'in ataları olan Kasluhlular'ın ve Kaftorlular'ın atasıydı.
Yar.10: 15-18 Kenan ilk oğlu olan Sidon'un*fp* babası ve Hititler'in*, Yevuslular'ın, Amorlular'ın, Girgaşlılar'ın, Hivliler'in, Arklılar'ın, Sinliler'in, Arvatlılar'ın, Semarlılar'ın, Hamalılar'ın atasıydı. Kenan boyları daha sonra dağıldı.
D Not 10:15-18 "Sidon": Saydalılar'ın atası.
Şimdi de diğer “Kuş” adı ile anılan bölgeye bakalım;
En Üstte de Scythıa (İskit)Türk-İskit-Saka İmparatorluğu.
Ham oğlu Kuş’un soyunun ikinci yerleştiği bölge. Hint Avrupa-Aryan denilen kavimlerin dünyaya yayıldığı kabul edilen Baktriya, Bactria, Mauryan İmparatorluğu. Hindu Kush Dağları ve civarı.

Günümüz Afganistan’ı, eski adı ile Bactria (Baktriya) olan bölgede Himalaya Dağlarında bulunan dağlık bölge de “Hindu Kuş Dağları” olarak bilinir.
Dağlara verilen “Kuş” adının bu Kuş kavmi ile bir ilişkisi olup olmadığı da tartışma konusudur.
Bu konuda efsanelere dayalı olarak gerçek kabul edilen görüşlere göre de bir kaçını sıralayalım.
Hind dilinde bölgenin adı, Pāriyatra Parvat olarak geçmektedir.
İran dili olan Farsçada “Hindu Koh (Dağ)” kelimesinin bozulmuş hali olarak, yani “Hindu Dağları” dendiği bilinmektedir.
İ.Ö 4.yüzyılda Büyük İskender’in fethettiği bölgede hüküm süren 300 yıllık devletin ardından burada başkenti Kabil olarak kurulan “Kuşhanlar Hanedanı” adını yine bu kelimeden adını almaktadır.
Hintçe, koşa- and kośa, Sogd (eski İran dili) . qwšy 'ti (Ti ile Kuvşi-ti)-Ermeni-Part dilinde k'oušt (Kouşt-K’uşi),Saka-Türk dilinde de Kuş dağ anlamına geldiği, araştırmacı James Rennell, 1793’deki yazılarında değinilmektedir.
Bölgeye yaygın olarak da 7-8.yüzyılda egemen olan Emevi İslam İmparatorluğu döneminden itibaren “Hindu Kuş “ dendiği de bilinmektedir.
Mısır’ın Kâtip tanrısı Thoth/Lah
“İbiş/ Kelaynak Kuşu başlıdır.
Thoth, Lah (Ellah) İdris Paygamber
İranlı tarihçi, Muhammed İbn Cerir El Taberi (İ.S.915) Yafes’in küçük oğlu Tiras’ın oğlu Batawil’in kızı Karnabil (Qarnabil)’in Kuş’un karısı olduğunu ve onları Etiopyalı, Sind (Pakistan’ın Sind bölgesi) ve Hindular olarak ayırır.(*)
Taberi’nin yazdıklarına göre de Hititliler anne tarafından Yafes soyu ile akraba olmaktadırlar.
Babanın temeli atması, neslin erkekten üremesi İbrani dinleri ile yayılmış bir gerçek olmasına rağmen, bu gerçek daima bu dinlerce ihmal edilmiştir.

KUŞ KRALLIĞI
Kuş Krallığı
Bu gün Sudan Cumhuriyeti olarak bildiğimiz devletin Mavi Nil, Beyaz Nil ve Atbara nehirlerinin kesiştiği noktada merkezlenmiş bir krallıktı. Nil vadisinde gelişmiş en erken medeniyetlerden biriydi.
Eski Yunan, Roma kayıtlarında Etiopya, Nubia bölgelerinde kurulmuş Kuş Krallığı olarak geçmektedir. Mısır’ın aşağı Mısırla birleşmesinden önce Sudan’da çıkmış, Kerma Medeniyeti olarak bilinen ilk kültürdür. Eski, Yunan, Roma, Mısır ve Yahudi (Tevrat) kaynaklarında geçen Kush/Kuş Krallığından gelmektedir. Mısır’In tarihini tapınak kayıtlarına göre yazan M.Ö.III. Yüzyılda yaşamış olan Maneto’nun kitabında Etiyopya (Ethiopia (Xubia, Cush-Kuş) olarak geçmektedir.
Helen Chapin Metz’in, Amerika Federal Araştırma Bölümü Kongre Kütüphanesi’nde (Federal Research Division of The Library of Congress) 1991’den itibaren yer alan “A Country Study- Çalışılan Bir Ülke” başlıklı yazısından yapılan alıntı yazıdan seçtiğim bölümleri Türkçeye çevirdim.
Bu yazıda Asvan’ın yukarısındaki Nil bölgesinde yapılan Arkeolojik kazılarda Paleolithic (Yontma Taş Çağı) döneme ait 60.000 (altmış bin) yıl öncesine uzanan insan yerleşimine rastlanılmış bir Sudan tarihine rastlanıldığı anlatılmaktadır.
Kush- Kuş Krallığı Haritası- Kuşlar ülkesi.-
Saba/Yemen de dahildir.
M.Ö.VIII. (Sekizinci) bin yılda Neolitik (Cilalı Taş Devri) çağ dönemine ait, avcılık, balıkçılıkla geçinen halklara ait olduğu belirlenmiş, kerpiç tuğlalardan yığma usulü düz- toprak çatılı evlerden ibaret köy medeniyetlerine rasltlanılmıştır demektedir.
Bölgede bulunan iskeletlerin zenci ve Akdeniz ve bunların harmanı olan halklara ait oldukları (VIII. bin yıl) da tespit edilmiştir.
Kuzey Sudan’ın (Kuş Ülkesi) tarihi kayıtları Mısır kaynaklarına dayanmaktadır ve nehrin yukarısında yer alan “zavallı” ülke olarak bahsedilmektedir.
Eski krallıktan 2000.yıl kadar sonra (M.Ö.2700-2180) Mısır’ın siyasi ve ekonomik faaliyetleri merkezi Nil vadisinin tarihine göre belirlendi. Orta Mısır dönemlerinde Mısırlıların Kuş üzerindeki siyasi güçleri zayıfladığından Mısır Kuş halkı üzerinde çok sert dini baskılar uyguladı.
Yüzyıllar boyunca Mısırlı tüccarlar, karadan  kervanlar denizden gemileriyle Kuş’a tahıl taşıdılar ve geriye fildişi, baharat, post, karnelyan (mücevher veya ok ucu olarak kullanılan bir tür taş) ile yüklü olarak Asvan’a geri döndüler.
Mısırlı tüccarlar özellikle altına, ev işlerinde, haremlerde hadım ve firavuna asker olarak kullanılan kölelere değer veriyorlardı. Eski krallık dönemlerinde düzenli aralıklarla Mısırlılar Kuş ülkesinin içlerine kadar giriyorlardı. Nil üzerinde hesaplanmış aralıklarla inşa edilmiş kalelerden kurduğu bir ağ ile Wawat’taki madenlerden güney Mısır’da Samnah’a Nil boyunca altın akıyordu ve bu yüzden Kuş ülkesinin Orta Krallık boyunca (M.Ö.2100-1720) varlığını koruyacak bir girişimde bulunmaya teşebbüs etmesi mümkün değildi.

1720’lerde Asyalı Yörük kabilelerinden oluşan Hiksoslar Mısır’ı işgal ettiler, Nil boyunca bütün Mısır ve Kuş ülkesini yok ettiler ve Mısır’da Orta Krallık dönemi böylece sona erdi.
Maneto’ya ait bütün kaynakların araştırılarak toplandığı “Manetho’nun Bütün Metinleri” adlı bu kitabın İngilizce uyarlamasından,  Hyksoslar hakkında biraz bilgi toparladım;
“”Hiksoslar olağan üstü okçulardı ve Mısırlıların o zaman akdar bilmedikleri atların çektiği savaş arabalarına sahiptiler ve bronzdan üstün silahları vardı.(Maspero Hist.Anc.Çii.s.51.; Petrie, Hyksos and İsraelite Cities S.70)
Erman Grapow “Hyksos” adını “Yabancı Diyarların Yöneticileri” olarak açıklamıştır. (E.Grapow, Worter Buch III.S.171-29)
Hyksos adının bir başka şekli olan “Hykussos” Eusebus tarafından korunmuştur. Mısır dilinde “u” çoğul” takısıdır (Meyer). “Hyk= Kır Halklarının Yöneticisi, Şeyh” anlamına gelmektedir.
Banbilli Kassitlerin dilinde “Hyksos” “işgal edenin kültürüne uyan” demektir.

Hyksos tamamen Arapça’dır. Mısır dilinde “Hyk” Çoban anlamına geldiği gibi bu kelimenin söylenişlerinden biri olan “Hak” da “esir-ler” anlamına gelmektedir. Bu çözümlemeden de “Esir Krallar” anlamını çıkarabiliriz.
Maneto’nun Mısır traihini yazdığı öteki kitabında Hyksos ırkının, “çobanlar” olarak anıldığını ve “esirler” olarak tanımlanıldığını yazmaktadır. En uzak atalarının aslında geleneksel olarak “yörük” yaşantısına sahip olduklarını ve koyun beslediklerini, “çobanlar” olarak anıldıklarını yazmaktadır. Öte yandan Mısır kayıtlarında anlaşılamayan bir nedenle “Esirler” konusu şekillenememiştir. Atatlarımızdan Yakup’un anlattığı “esir” bir Mısır kralı olduğu, sonraları (“Jaru-watas- Yeru-vatas (Boğazköy metinlerinde de vardır)”  Ras es Şamra’da bulunan Kenan adlarından Salim adına sahiptir. El Amarna belgelerinde “Urusalimmu”  olarak geçen bu ad, Yerusalem- Kudüs’ten” bahseden en eski belgedir.”” Aşağıda Hyksoslarla ilgili çok ilginç tespitler okuyacağız.


Mısır’ın çekilmesiyle baskılarının kalkmasından sonra da Kuş ülkesinde günümüzün Dunkulah yakınlarındaki Karmah’ta kültürel olarak belirgin bir krallık doğdu. M.Ö.1570-1100’lerde Mısır’ın yeniden canlanmasıyla ortaya çıkan Yeni Krallık döneminde firavun Ahmose I. Kuş’u Mısırla birleştirdi ve genel vali olarak yönetti.
Beyaz Nil, Mavi Nil nehirlerinin ve kollarının birleşme noktalarından Kızıldeniz’e kadar uzanan dördüncü sel felaketine kadar Mısır’ın Kuş üzerindeki hâkimiyeti sürdü. Mısırlı yetkililer, yerel idarecilerin  (şeflerin) çocuklarına firavunun mahkemesinde mübaşirlik işleri vererek bağlılıklarını temin ettiler.
M.Ö.XI. yy.da Yeni Krallık hanedanı, Mısır’ın Kuş üzerindeki egemenliğinin sona ermesine ve ülkenin bölünmesine izin verecek kadar zayıfladı.
M.Ö.945’lerde Mısır Libya’lı Arapların saldırısına uğradı ve Libya prensi Şuşeng’in idaresine girdi ve Libya hâkimiyeti 200 yıl sürdü. Şuşeng güney Mısır’ın da idaresini ele geçirmeyi başardı ve rakip hanedanı tüketti. Kuşileri güneyde tehdit etti.
M.Ö. VIII. yy.da merkezi Napata’da olan, Mısır’ın içlerine kadar girmiş, saldırgan, monarşik Kuş krallığına rastlıyoruz. M.Ö.750’lerde Kuş kralı Kaşta’nın yukarı Mısır’ı feth edip yaklaşık M.Ö.740’ta Tebes’in kralı olduğunu görüyoruz.
Onun veliahtı olan Paynki deltaya boyun eğdirerek Mısır’ı birleştirdi ve 25. Hanedanda bir krallar serisi kurarak Tebes ve Kuş ülkelerini yüz yıl boyunca yönetti.
Bu hanedanın arasına günümüz Suriye bölgesindeki Asurluların Mısırlılarla karşılaşmaları olayı girdi. Asurlular M.Ö. 688-663 arasında Mısır Targa’ya misilleme yaptıklarında son Kuş kralı Napata’daki hanedanına geri döndü ve güney ile doğudaki sömürgelerini yönetti.

Meroe
M.Ö.590’larda Mısır ordusu her ne kadar Napata’tı yağmaladı ve saray halkını daha emniyetli olan Meroe yakınlarındaki altıncı sel bölgesine kadar çekilmeye zorladıysa da Kuş’un kontrolünü geri almayı başaramadı.
Geçen yüzyıllar boyunca Meroe krallığı bağımsız bir güç olarak ortaya çıktı, Pers, Grek ve son olarak Roma idareleri altında sömürge olarak ömrünü geçirdi. Gücünün en yüksek olduğu dönemde M.Ö.300’lerde sınırlarını güneyde üçüncü sel bölgesi olan günümüzdeki Hartum yakınlarındaki Sawba’ya kadar genişletti.
Bu dönemdeki firavunlara  “Kara Firavunlar” ya da “Etiopya’lı Firavunlar” deniliyordu.
Amon ve İsis gibi tanrı-tanrıçaları da Mısır’la paylaştılar. M.Ö.I.yy’da Mısır’ın Hiyeroglif alfabesini benimsediler, saltanat erkek kardeşten erkek kardeşe (veya kıza), babadan oğula şeklinde sürdü. Ana kraliçenin belirgin önemli görevleri vardı. Saltanat dönemlerindeki hizmetlerini kaydetmek için dikilitaşlar, stelalar, piramitler diktiler, taştan mezarlar (lahit) yaptılar.

Son dönemlerde artan nüfusu beslemek için iyi idare edilen sulama kanallarını geliştirdiler. Nubiya- Mısır dili karışımı bir dil kullandılar. Kızıldeniz üzerinden Araplar ve Hintlilerle ticari bağlarını korudular. M.Ö 23’te Roma ordusu Napata’yı resmen yeryüzünden kazıdı. Roma komutanı Meroe’yi bir koloni haline dönüştürdü ve bundan sonra bölge zayıf, bakımsız bir yere döndü.

Zamanla bunlar, insan bedenli, kuş kafalı, kuş burunlu bütün bedeni insan şeklinde, sadece burun delikleri kuşburnu deliğini andıran kanatlı kanatsız cin/ şeytan tanrılara taptılar.
Ancak bu birliktelik 500 yıl kadar sürdü ve Mısırlılar Kuşları hanedandan indirdiler ve sürdüler. Bir kısmı anavatanları Nubiya’ya dönerken büyük bir kısmının da Hindikuş dağlarına kadar uzanan bir coğrafyaya dağıtılıp, sürülmediklerini ya da eski köken bağları yüzünden buralara göçmediklerini inkâr edemez.


Kuş imparatorluğu hakkında çeviri yazıdan çıkarılması gereken önemli noktalar şunlardır;
Kuş halkı kökleri tufan öncesine uzanan bir halktır, eski bir kavimdir. Kızıldeniz’in karşısındaki Arap yarımadası Araplarıyla ticari ve kültürel olarak ilişki içindedirler.

Kuş halkı Mısır’dan çok baskı ve şiddet görmüştür. Köleleştirilmiştir.

Mısırlılar 1720’de Asya’lı Yörükler olan Hiksosların işgaline uğramasıyla Kuş halkı dirilişlerini başlatmıştır ancak devlet olmayı başaramamışlardır.

M.Ö.11.yy.larda Mısır’ın komşu Arap kavimlerinin saldırılarıyla zayıfladıklarını, 10. Ve 8.yy. lar arasında Libya hakimiyetine girdiğini görüyoruz.
Bu dönem de Mısır’ın Hitit ve Arap kabilelerinin saldırıları ile karşılaştığı zor dönemleridir. Ardından 200 yıl Libya işgalini yaşayan Mısır M.Ö.750’lerde Kuş hanedanı idaresine yüz yıllığına girer.

Libyalıların çekilmesiyle Kuş İmparatorluğunun doğuşuna şahit oluyoruz. Bu tarih M.Ö. 750 civarlarıdır. Bu dönemde Kuşların 62 yıl süren Mısır hakimiyetlerini de Asurluların M.Ö.688’lerde yıktıklarına tanık oluyoruz.
M.Ö.688-663 arası 25 yıl boyunca da Mısır ve Kuş ülkesi Asur idaresinde kalır. Mısırlılar Avrupa’ya kuzeye sürülür, hanedan  ve piramit rahipleri büyülerini Asurlulara vermemek için intihar ederler. Sağ kalan yerli ve köleler de Babil’e köle olarak götürülürler. O dönemde Hindistan’dan kuraklık nedeniyle göçen yüz milyonlarca Hintlilerin büyük bir kısmını Babilliler Mısır’a yerleştirirler. Bundan sonra Mısır’da Kıpti dili konuşuılmaya başlanır ve ülkenin kralları hep yabancılardan seçilmeye başlanır.

Bu tarihler Hıristiyan araştırmacılarının, Yahudilerin İbrahim ve Musa tarihleri konusundaki iddialarını daha kolay yorumlamamıza sebep olmaktadır.

Yahudi Tevratının anlamı ve ana konusu nedir?
Tevrat- Torah "Talimat,Eğitim";
İbranice “Hifil- Yasa” sözcüğünden türeme kelimedir. Doktrin, eğitim, talimat ve yasa demektir. İbranice “yasa- Hifil” sözcüğü de “Din” demektir.

M.Ö.2000-1800 İbrahim’in Seçilmesi dönemi-Ur’dan (Irak) çıkmış Harran’a göç eden Azer/ Terah oğlu İbrahim tanrısı Yahve tarafından seçilmiştir. Tarih, tartışmalı olduğundan mutabık kalınan M.Ö. 1800 ile 2000 arasıdır. Bu dönemlerde Mısır’a baktığımızda Kuş kavmi Mısır’ın kölesidir ve Mısır gücünün zirvesindedir.
İbrahim hakkında biraz bilgi verelim;
İbrahim= İbr.(ʼa-hămôn goyim) Aşkenazi Avrohom- Avruhom, Arp İbrahim, İsmaililerin, İsrailoğullarının, Medyanlıların ve Edomluların babasıdır. Nuh’un oğlu Sam peygamberin torunlarındandır.Tevrat Yaratılış 17:5. Ayette  Avram (Baba) olan adı Abram( Çokların babası) olarak değiştirilir. İbranice olarak (ʼa-hămôn goyim) olarak geçmektedir. Tevrat alimlerinden Johann Friedrich Karl Keil’e göre “Ab” baba demekse de “Hamon” ikinci bir takı değildir ve “Raham” da İbranice bir kelime değildir. Burada “Hamon yerine “Raham” kelimesi olduğu varsayılmış ve Arapça “çoklar “ anlamına gelen Ruham” sözüyle eşanlamlı kabul edilmiştir. İkinci bir yoruma göre “Abr” baba demektir ve “Aham” sözü anlamsızdır. David Rohl ise, “Abr-Aham” sözünün Akad dilince “Baba Sever” anlamına geldiğini öne sürmüştür.

İbrani Tevratına göre İbrahim (Dünyanın Yılı-Anno Mundi-A.M.) 1948’de doğmuştur veya yaratılıştan sonra gelen 1948 İbrahim’in doğum yılıdır şeklinde kabul edilmektedir. Buna karşın Grek Tevratı olan Septuagint bu tarihi A.M 3312 olarak kabul etmekteyken Samiriye Tevratına göre de bu tarih 2247 olarak belirtilmektedir. Bütün Tevratlar İbrahim’in “175” yaşında öldüğünde birleşmektedir. Tevrat’ın kronolojik tarihi hakkında iki yüzden fazla çalışma olmasına rağmen geleneksel Yahudi Tevratı İbrahim’in M.Ö. 1812-1637 arasında yaşamış olacağı kabul edilirken 17.yy. piskoposu James Ussher M.Ö.1976-1801 olarakbelirtmiştir. İbrani tevratının bazı yerlerindeki metinlere göre de İbrahim’in “İkinci bin yılın” erken dönemlerinde yaşadığı genel kabul gören bir tarihtir.

Bu açıklamaların hepsi sadece kafa karıştırmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Oysa  “ÂB HÂMON GOYİM” adı bize tam gerçeği söylemektedir. Bu ad’dan “ON GOYİM” kısmını çıkardığımızda kalan kısmı bize “AB-HAM” yani “Baba Ham” adını vermektedir. Bu da Ham peygamberden başkası değildir. Yahudiler kendilerine kelime oyunlarıyla Ham peygamberi kendilerine “baba” yapmışlardır. Gerisi düzmecedir.
Gelelim İbrahim’in seçilmesine;
Tevrat Yaradılış 12. Bölüm;
BÖLÜM 12

Yar.12: 1 RAB Avram'a, "Ülkeni, akrabalarını, baba evini bırak, sana göstereceğim ülkeye git" dedi,
Yar.12: 2 "Seni büyük bir ulus yapacağım, Seni kutsayacak, sana ün kazandıracağım, Bereket kaynağı olacaksın.
Yar.12: 3 Seni kutsayanları kutsayacak, Seni lanetleyeni lanetleyeceğim. Yeryüzündeki bütün halklar Senin aracılığınla kutsanacak."

Evet, İbrahim’i yollara düşüren Tanrısının bu vâdidir. O an için kendisinin mi karısı ve kızkardeşi olan Sara’nın kısırlığındanmıdır bilinmez , “bir tek çocuğu olmayan” İbrahim, “olmayan soyunun” Ham peygamberin oğlu Kenan’ın topraklarında yurt sahibi olacağının verdiği heyecanla “75” yaşından sonra coşmuştur. Şimdi İbrahim’in yaşını veren ayeti de görelim.
Yar.12: 4 Avram RAB'bin buyurduğu gibi yola çıktı. Lut da onunla birlikte gitti. Avram (İbrahim) Harran'dan ayrıldığı zaman yetmiş beş yaşındaydı.”
Şimdi, “100” yaşında kızkardeşi ve karısı olan “90” yaşındaki Sara’nın doğurduğu İshak peygamberin “yakmalık sunu adıyla kurban edilmesinin istendiği” İbrahim’in denenmesine gelelim;
İbrahim'in Denenmesi

BÖLÜM 22

Yar.22: 1 Daha sonra Tanrı İbrahim'i denedi. "İbrahim!" diye seslendi. İbrahim, "Buradayım!" dedi.
Yar.22: 2 Tanrı, "İshak'ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git" dedi, "Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu* olarak sun."
Yar.22: 6-7 Yakmalık sunu için yardığı odunları oğlu İshak'a yükledi. Ateşi ve bıçağı kendisi aldı. Birlikte giderlerken İshak İbrahim'e, "Baba!" dedi. İbrahim, "Evet, oğlum!" diye yanıtladı. İshak, "Ateşle odun burada, ama yakmalık sunu kuzusu nerede?" diye sordu.
Yar.22: 8 İbrahim, "Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak" dedi. İkisi birlikte yürümeye devam ettiler.
Yar.22: 9 Tanrı'nın kendisine belirttiği yere varınca İbrahim bir sunak yaptı, üzerine odun dizdi. Oğlu İshak'ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırdı.

Yar.22: 10 Onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldı.”

Düşünün, “75” yaşındasınız, dinçsiniz, saygın bir aile hayatınız var, iyi kötü ticareti beceriyor, geniş ailenizle birlikte birbirinize kazık atmadan hatırı sayılır bir yaşam tarzına sahipsiniz.
Bir gün bir tanrı geliyor ve içinizdeki “çocuk özlemini” körüklüyor, size ve soyunuza topraklar, şöhret, parlak bir gelecek vât ediyor.
Sonra geçen 25 yıl içinde bir bir bunlar bir bir gerçekleşiyor, çocuğunuzun birisinin annesi “büyüklendi” diye onu annesi ile birlikte Hicaz çöllerinin ortasına bıraktırıyor ve yaklaşık “1000 km”  mesafede onları terk edip geri dönüyorsunuz. Sonra kardeşiniz olan kısır karınızdan bir çocuk sahibi oluyorsunuz ve bu çocuk her şeyiyle kendi kanınız. Çocuk tam yetişiyor ve tanrı onu “yakmalık sunu” olarak kurban etmenizi istiyor.
Ve siz hiç tereddüt etmeden, “yüz yaşında” sahip olduğunuz, elinizde kalan biricik oğlunuzu kesip etini yakmak için mangal ortamı hazırlıyorsunuz, çocuğunuzu tereddüt etmeden sunak taşının üstüne yatırıp boğazına bıçağı dayıyorsunuz!”.

Niye ?
Tanrı “yakılmış insan- hayvan eti kokusunu çok severmiş ve tanrı mutlu olsun diye” yapıyorsunuz.
Kimi kurban ediyorsunuz?
Tanrının size “yüz yaşınızda verdiği oğlunuzu” kurban ediyorsunuz!
Tanrı İshak’tan sonra başka bir çocuk vereceğini de vât etmemiştir ve verdiğini de iştahı için geri istemektedir.
İyi de bu başlamamış soyunuzun kuruması demek değil midir?

Evladınızı kurban ettiğiniz zaman “hangi soyunuz” o topraklara sahip olacaktır?
Sonra “yüz yaşında” edinilen bir evladı nasıl olur da tereddütsüz kurban edersiniz?
Bu nasıl kalptir ve bu nasıl “dünya malı” hırsıdır?
Bu nasıl kansızlıktır?
Tanrının önceki kavimleri, ona “evlatlarını kurban etmekten vazgeçmeleri” yüzünden terk ettiğini bildiği halde.
Neyse tanrı “koç” göndererek kurban işini engelliyor ve böylece “olmayan İbrahim soyundan “insan kurbanı kalkmış oluyordu.
Tanrı bu kıyağı eski kavimlere de yapsaydı onlar terk edilirler miydi?

Şimdi Tevrat ayetlerine göre Yahudi peygamberlerinin yaşamış olduğu çağları kronolojil olarak görelim;

M.Ö.1800-1600 İshak ve Yusuf Dönemi- İbrahim’in oğlu İshak’tan olan oğlu, Yakup’un oğlu Yusuf’un, Mısır’a köle satıldığı dönem Tevrat ayetlerinden yaptığımız tespitlere göre yaklaşık olarak M.Ö. 1700- 1600’lerdir. Yüz yıl Yusuf’un ve ardından kabilesinin Mısır’a gelip yerleşmeleri, Yusuf’un ölümünden sonra da Mısır’da en az bir “yüz yıl” hür yaşadıklarını varsayarsak tarih M.Ö. 1600-1500’lerin Yahudilerin köleliklerinin başlangıcı sayılabilir.

M.Ö.1600-1100- Yahudilerin Kölelik Dönemleri ve Musa’nın kurtarması- Yahudilerin Tevrata geçen Mısır’daki kölelik süreleri “400” yıl  (Yar-15:13) olarak belirtilmektedir.
Bu da M.Ö. 1200-1100’lerde Musa’nın çıkış tarihi olarak önümüze gelmektedir. Tevrat araştırmacılarının çoğunda da “1100” Musa’nın dönemi kabul edilir.
M.Ö.1100-950 Musa- Süleyman Dönemi-Süleyman’ın (M.Ö.900’ler)hükümdarlığını takiben devlet  ikiye bölündü, kuzeydeki İsrail adını alırken güneydeki de Yuda Krallığı adını alıyordu. Kudüs güneydeki Yuda krallığının baş kenti olarak güneyde kalıyordu.
M.Ö.950-750- Libya İşgali Dönemi- M.Ö.945’lerde Mısır Libyalı Arapların saldırısına uğradı ve Libya prensi Şuşeng’in idaresine girdi ve Libya hâkimiyeti 200 yıl sürdü. Şuşeng güney Mısır’ın da idaresini ele geçirmeyi başardı ve rakip hanedanı tüketti. Kuşileri güneyde tehdit etti.

Yukarıdaki Kuş İmparatorluğu haritasına ve Hitit Mısır haritalarına baktığımızda, İsrail’in kurulduğu Filistin- Lübnan yani Levant bölgesinin sürekli Mısır, Hitit, Babil, Asur idarelerinde olduğunu görmekteyiz. Mısır’ı ele geçiren bu toprakları ele geçirir. Öyleyse, İsrail Davut ve Süleyman peygamberler döneminde de işgal altındaydı.
Bu durumda ya Yahudiler tarihleri çarpıtarak “kuşî olan soylarını” semitik gösterip insanlığı aldatma yoluna gitmişlerdir ve adları geçen bütün peygamberler ve parlak dönemler daha eski kavimlere aittir ya da Yahudi medeniyeti asla olmamıştır. Yahudiler bir gerçek olduğuna göre bu defa tarihleri başkalarından çalınmış derleme tarihtir anlamına gelir. Durum da zaten budur.

İsrail M.Ö.727’de III.Tiglatplaser döneminde Asurlularca işgal edildi, yıkıldı.
İsrail’in M.Ö.722’de Asur ordusunda bir general olan II.Sargon (Şarrukin) krallığı zorla dev alarak İsrail’i tekrar işgal etti ve 30.000 İsrail’liyi sürgüne gönderdi.Yuda şehri yıkıldı, Kudüs ve İsrail kralının yaşamasına izin verildiyse de tapınakların hepsi yıkıldı ve kitapları kayıtları yakıldı, zenginlikleri yağmalandı.
M.Ö. 704-681 yılları arasında II.Sargon’un oğlu Sinahheriba Yahuda krallığını yenerek Kudüs’ü talan etti, Babil kentini de Asur idaresine karşı geldiği için baştan başa yıktırdı.
M.Ö.680-669 Asur kralı Asuraddina’nın (Asaraddon)  krallık döneminde Mısır fethedildi. Babil en geniş sınırlarına ulaşırken Yahudiler de gene köle olarak yaşamlarına devam ettiler.
M.Ö.668-631- Asurbanipal döneminde döneminde bir çok yasa yapılmasına rağmen imparatorluk Med ülkesi Medya’da çıkan isyanlarla sarsıldı.
M.Ö.631-614- Asurbanipal’ın Ölümünden 17 yıl sonra 614’te Medler (Persler) Asur imparatorluğunu ele geçirdiler. Babillilerle ittifak kurarak Asur’un başkenti Ninova’yı bir daha bulunamayacak şekilde yok ettiler. 2000 yıl boyunca bu şehirden hiçbir iz bulunamamıştır. Sadece Tevrat, İncil gibi kutsal kitaplarda ve efsanelerde adına rastlanıldı.
M.Ö.605-562- M.Ö.614’de yıkılan Asur imparatorluğunun ardından Babil şehri güç kazandı ve 605’de  Ur çevresine yerleşen Kaldeliler yine bir Kalde’li olan II.Nebukadnezar idaresinde geliştiler ve eski görkemli tapınaklarını, yüksek surlarla çevrili şehirleri  inşa ettiler ve II. Babil dönemini başlattılar.
II.Nebukadnezar M.Ö 586-587’de Yahuda Krallığını işgal etti ve Kudüs’ü yerle bir etti. Yauudileri Babil’e köle olarak götürdü. Bu II.Babil işgaliyle her iki İsrail devleti son buluyordu.

Babil Sürgünü-M.Ö.587-538 (49 yıl) arasında Babil sürgünü yaşandı. Halk olduğu gibi Akdeniz bölgesinden İran ve Kafkaslara kadar bütün coğrafyaya dağıtıldı. Kölelik dönemlerinde dinin temeli olan ayinler ve yeme içme adapları, inançları terk edildi. Milletin seceresi birbirine girdi, soy sop karıştı. Nebukadnezar’ın ölümüyle II.Babil imparatorluğu da çöküşe geçti.
İran Dönemi- M.Ö.538-333 (205 yıl) İran/ Pers kralı büyük Krus’un (559-530) Babil imparatorluğunu yıkmasını (539)  Perslerin M.Ö.525’de Mısır’ı da işgal etmeleri takip etti. Mısır’da Pers kökenli Firavunlar iktidara getirilmeye, Pers parası kullanılmaya başlanıldı.  Yahudi ve öteki azınlıklara inançlarını yaşamaları ve tapınaklarını inşa etmeleri için izin verip mali yardımlarda bulunduğu Tevrat’ta geçmektedir. Krus azınlıkların kendi yerel tanrılarına tapmalarına izin vermesi karşılığında kendisinin hakimiyetinin tanınmasını istiyordu.
Dönüşlerine izin verilmesine rağmen sadece küçük miktarda Yahudi ülkelerine geri dönebilmişti. Judah /Yuda hala yerindeydi, yoksulluk ve kararsızlık içindeydi, bir çok Yahudi yeni şehirlerine yerleşmişti.

Yahudilerin sürgündeki “dini kimlik” sorunları Krus döneminde de sürmekteydi. Krus sonrası Yahudiler ve öteki azınlıkların Mısırla birleşerek İran’a karşı isyan etmelerini önlemek için İran Yahudilere tapınak ve kitaplarını yeniden oluşturmaları sırasında Musa’ya verilen ilk beş kitaba müdahele edip etmediği bilinmemektedir. Oysa o zamanın şartları “din rejimleri” olduğuna ve imparator- kralların da tanrının oğulları olduklarına inanıldığı düşünüldüğünde, Yahudi Tevratına “müdahale” yapılmadığını söylemek, genelevde çalışıp da “bakire” kalmakla eş değerdir.
İşte Tavrat’ın da yazılış tarihi, Krus’un iyiliğiyle Yahudilerin azad edildikleri tarihtir. Bunun da derlenip toparlanması en az yüz yıllık bir zamanı gerektirmiş olmalıdır ki gen Yahudilerin İran köleliğinden çıkıp daha köleci ve baskıcı olan, kültür emperyalizmini dayatan, soykırımcı Greklerin hakimiyetine girdikleri dönemde “bağımsız Tevrat’ı” nasıl yazabildiklerine dair hiçbir dayanakları da yoktur.

Grek  Dönemi- M.Ö.333-63- (270 yıl) M.Ö.332’de İskender III.Darius komutasındaki Persleri günümüz Çanakkale / Biga’da bozguna uğratınca bu bdefa Yahudilerin başına yeni bir imparatorluk gücü geldi. Mısır’a Grek generali Ptolemaios’u genel vali olarak atayan İskender, burada 300 yıla yakın sürecek bir hanedanı başlattı. Eski imparatorluk, doğunun hoş görülü idaresini sağlamıştı ama bu defa gelen Makedonyalı yani Batılı bir güçtü ve de baskıcıydı. Halklara Grek dini dayatılmıştı ve özellikle Filistin dışındakiler tamamıyla Grek dilini konuluşur hale gelmişlerdi.
Çünkü, Yahudilerin kurtarıcı kekeme peygamberi Musa’nın dönemi olan M.Ö. 1100’lerden görkemli Yahudi tarihini oluşturan Davut ve Süleyman dönemi olan M.Ö.1000-900 yılları arasında ve sonrasında da Yahudilerin asla “bağımsız” olmadıklarını gösteren bu tarihi kayıtlardan sonra, Roma ve Bizans dönemlerini anlatmaya gerek yoktur. Çünkü Yahudi iddialarını kendi koydukları tarih yalanlamaktadır.

Bu tarihi bilgilerin ışığında asla “bağımsız ortamda asla yaşamamış” olan Yahudilerin bağımsızlık şartlarında yazılmamış bir Tevratın doğruluğu aklı selim insanlar için tartışmalıdır.
Nurbakış Rahimzade’nin “İran Kültürünü Doğru Tanıtma” amacıyla kurulmuş olduğu belirtilen, “İran Chamber Society- İran Oda Topluluğu” İnternet sitesinde yazdığı  “Zarathushtra; First Monotesit Prophet- Zerdüşt, İlk Tektanrıcı Peygamber” başlıklı yazısında Yahudi peygamberlerinin doğum tarihlerini vermektedir.
“Bir kıyaslama yaparsak, Tevrat’a göre Âdem M.Ö.3761’de, Nuh, M.Ö.2705’de, İbrahim M.Ö.1815’de, Musa M.Ö. 1392’de doğdular…”

Bu bilgiye göre M.Ö.2300’lerde Akad’ların Sümer devletlerini yıkmalarından yaklaşık 500 yıl sonra İbrahim doğmuştur.  Akadları İran’lı Medler, Medleri de Elamlılar yıkmıştır. Bunlardan sonra ortaya çıkan İsin, Larsa ve Babil şehir devletlerinden oluşan Babil medeniyeti ortaya çıktı.

Babil M.Ö.2000’lerden itibaren devlet olarak ortaya çıkmış, görkemli dönemine M.Ö1770’lerde Hammurabi döneminde Elam idaresine son vererek ulaşmıştır. Bu durumda İbrahim peygamberin Sümer’li mi, Akad’lı mı, Persli mi, Babil’li mi, Hititli mi olduğu da tartışmalı duruma düşmektedir.
Ancak Babil idaresinde doğduğu kesindir.
Çünkü, Hammurabi’nin ölümünü Babil medeniyetinin Hitit, Kassit, ve Hurri işgalleri takip etmiştir. Tevrat’ta eşi Sara’ya mezar yeri olarak Makpela Mağarasını satın almak isteyen peygamber İbrahim’e Hititli komutanlar “kendisinin bir bey olduğunu ve ücretsiz olarak istediği yere eşini gömmesini” söylerler.
Sara, kocası- ağabeyi İbrahim'e köle
Hacer'i ikram ederken!

M.Ö.1815 olarak İbrahim’in doğum tarihini aldığımızda,175 yıl yaşadıktan sonra İbrahim öldüğünde yıl M.Ö.1640’lara işaret eder (Yar-25;7). İshak, doğduğunda babası İbrahim “100” yaşındaydı(Yar.21;5). İbrahim “175” yaşında öldüğünde İshak “75” yaşındaydı. İshak “180” yaşında öldüğünde (Yar.25;38) İbrahim’in ölümünden “105” yıl geçmişti ve yıl M.Ö.1535’tir.

Yakup (İsrail) doğduğunda İshak “60” yaşındaydı (Yar.25: 26 ), İshak öldüğünde de Yakup “120” yaşındadır.

Yakup “147” yaşında öldüğünde  (Yar-47;28) İshak’ın ölümünden sadece “27” yıl geçmiştir tarih “M.Ö-1508” dir.

Ancak, Yakup/İsrail ile Yusuf arasındaki yaş farkının hesaplanmasında Tevrat açık bir ifadede bulunmamıştır. Bu yüzden biraz Tevrat içinde tahkikat yapılması gerekti.

Esav’ın (Yar.26: 34) “kırk-40” yaşında Hititli Beeri’nin kızı Besematla evlenmesinin geçtiği ayeti hemen İshak’ın Yakup’u peygamber olarak kutsamasını anlatan sure takip etmektedir. Yakup da Esav ile ikiz olduklarından aynı yaştadırlar. Bu olayı Yakup’un peygamber olarak kutsanmak için, deri giyerek kör İshak’a kendisini Esav gibi gösterip kutsatmasıyla yaptığı hile yüzünden korkup dayısı Lavan’ın yanına kaçması takip eder.
Yakup, dayısının mallarıyla zengin olması yüzünden yeğenlerinin saldırabilecekleri korkusuna dayalı “ölüm korkusu” yaşamaya başladığında, “tanrının buyruğu üzerine” evlilik ve kölelik dönemine son verip, dayısından ve oğullarından gizlice malı yükleyip kaçarken yolda yakalandığında (Yar.31: 38) yirmi yıl (20) dayısına hizmet ettiğini söyler. Bunu da tartışma uzadığında bu süreyi “iki kızı için “14” yıl, sürüsü için de “6” yıl (Yar.31: 41) olarak açıklar. Bu olay önceki ayetlerde de açıkça yer almaktadır.
Bu olaydan kısa bir süre önce de küçük oğlu Yusuf Rahel’den yeni doğmuştur ve baba ocağına geri dönerken ağabeyi Esav ve askerleriyle karşılaşan Yakup/ İsrail korkar.

Ağabeyi Esav ile konuşurken ona destek olmak için yanına gelen karısı Rahel’in yanında Yusuf’un da yürüdüğü yazılıdır (Yar.33: 7).
Yakup “40” yaşında evden kaçtığına göre, “20” yıl da dayısına kölelik ettiğine göre dönerken “60” yaşlarındadır. Yusuf da “5-10” yaşları arasında olmalıdır.
Çünkü Yusuf’un yaşının babası Yakup ile arasındaki farkı bulmamıza bu ayetten başka bir delil yoktur.

Yakup kıtlık yüzünden Mısır’a Yusuf’un yanına geldiğinde Firavun’u da kutsadığında, Firavunun sorusu üzerine yaşını söylemeye çalışırken sadece “gurbette” geçen yıllarının (Yar.47: 9) “130’u” bulduğunu söyler.
“40” yaşından sonra gurbete çıktığına göre Yakup Mısır’a geldiğinde (40+130= 170) en az “170” yaşlarındadır.
Mısır’daki hayatı da (Yar.47: 28) “17” yıl sürdüğüne göre Yakup-İsrail (170+17=187) “187” yaşında ölmüştür.
Bu arada Tevrat’ı yazan rahiplerin de “matematiğin temeli” olan “toplama” işlemini bile bilmediklerini ve (Yar.47: 28) ayette “147” yaşında öldüğünü belirterek en az “40” yıllık bir hata yaptıklarını da keşfetmiş olduk.

Yusuf’un doğduğunda Yakup’un yaklaşık “55- 60” yaşlarında olduğunu tespit ettiğimize göre, babası Yakup öldüğünde, Yusuf’un yaşı (187-60=127 veya 132) dir. Oysa Tevrat (Yar.50: 22 ve Yar-50:26) da Yusuf’un “110” yaşında öldüğü yazılıdır.

Tevrat Yakup’un ölümünden sonra Yusuf’un Mısır’da (Yar.50: 23) oğlu Efrayim’in “üç göbek” çocuklarını gördü” diyerek, babasından sonraki ömrü hakkında bilgi vermektedir. 170 yaşındaki peygamber Yakup/ İsrail, Mısır’ın “köle bakanı/ veziri” olmuş oğlu Yusuf’un daveti üzerine Mısır’a oğlunun ayağına geldiğinde, Yusuf’un çocuklarını kutsamıştı. Çocuklar ayette tarif edildiğine göre “2-3” yaşlarında (Yar.48: 12) kucak çocuklarıdır. İsrail “17” yıl yaşayıp öldüğünde çocukların yaşları muhtemelen “19-20” arasındadır ve o zamanlar erken evlilik yaygın olduğundan Yusuf muhtemelen “dede” olmuştu. Torunlarının çocuklarının olması için de en az “15-20” yıl gerekmektedir ki ayette geçtiği gibi Yusuf “üçüncü göbek” nesillerini görsün.
Tevrat’ın yazdığı gibi Yakup 147 yaşında öldüğünde Yusuf, 147-60=87 yaşındadır. Tespit ettiğimiz gibi “40” yıllık farkı da eklersek Yakup 187 yaşında ölmüş ve Yusuf “127” yaşındadır. Eğer, Esavla Yakup karşılaştığında Yusuf “10” yaşındaysa bu defa yaşına “5” yıl daha ekleneceğinden “132” yaşındadır.
Yusuf’un Yakup’tan sonra ayette yazdığı gibi “üç göbek nesil” görmek için “20” yıl geçmesinin yeterli olacağını varsaydık ki bu durumda Yusuf’un en erken “147 veya 152” yaşında öldüğü ortaya çıkmaktadır.
Yakup’un’un ölüm tarihinden sonra Yusuf’un yaşadığı “20” yılı hesaba kattığımızda;1468-20=1448’i Yusuf’un ölüm yılı olarak tespit ediyoruz.

İbrahim’den Yusuf’a peygamberlerin kronolojik tarihlerini şöyle çıkarabliriz;
Tarihler Milattan Öncedir-M.Ö;

İbrahim 1815’de doğdu, 175 yıl yaşadı 1640’da öldü
İshak,    1715’de doğdu,180 yıl yaşadı        1535’de öldü
Yakup,  1655’de doğdu 147 yıl yaşadı       1508’de veya 187 yıl yaşadı 1508-40=1468’de öldü
Yusuf,  1600-1595’de doğdu 1468’de Yakup öldüğünde 127-132 yaşlarındaydı. Ayette geçen “üç göbek nesline “20” yıl versek en erken “152” yaşında M.Ö.1448’de ölmüş olması gerekiyor. Oysa Tevrat’ta 110 yıl yaşadığı yazılmaktadır. Öyle olmadığını da gene Tevrat’tan öğrendik.

Yusuf’un öldüğü tarih te 1448 olarak tespit edildiğine göre buna  “400” yıl Mısır’da kölelik döneminin sona erdiği (Yar.15: 13) tarih “M.Ö.1048’e” gelir. Mısır’da en az bir yüz yıllık Yahudilerin özgür yaşadığı dönemi de düştüğümüzde M.Ö.948’e geliriz.
Çünkü ayette Mısır’a “70” kişi (Yar.46: 27) gelen Yahudilerin nüfusunun Mısırlıları geçmesiyle köleleştirilmeleri (Çık.1: 9) anlatılır. Yetmiş kişilik Yahudi kabilesinin nüfusunun Mısır Nüfusunu tehdit etmesi için aslında en az 400 yıl gibi bir süre uygun olabilir. Aksi halde yüz yılda Yahudilerin Mısır’ın nüfusunu geçmesi hayal bile edilemez Azınlık kalan Mısırlıların çoğunluk haline gelmiş Yahudileri nasıl köleleştirdikleri de ayrı bir sorundur.
Ama biz gene kutsal kitabı “fazla yalancı çıkarmamak için” yeterli bulalım ve yüz yıl da özgürlük dönemlerini düştüğümüzde Musa’nın doğum tarihini M.Ö.948 olarak belirledik, “80” yaşında da “peygamber olduğu bildirildiğine göre M.Ö.868 yılı Musa’ya Peygamberliğin geldiği yıl, Mısır’dan çıkış yılı da “18” yıl alsa muhtemelen M.Ö.850’dir.
Bu da Mısır’ın Libya işgalinde geçirdiği döneme karşılık gelmektedir. Yani Mısır’da bu tarihlerde en az yüz yıldır “firavun” yoktur ve yüz yıl daha da olmayacaktır.

Bu tarih de Tevrat ulemalarının Musanın doğumu olarak iddia  ettikleri tarih olan “1392” olduğuna, bizim hesaplarımızla ulaştığımız tairihin de “948” olduğuna göre “1392-948=444” yıllık büyük bir fark demektir

Musa’nın Yahudileri bu M.Ö.850’de Libya işgali varken çıkarması mümkün olamaz. Çünkü kavga edece tanrıya “inat yapılacak bir firavun yoktur(!).

Böylece sadece İranlı yazar Nurbakış Rahimzade’nin de başka araştırmacılardan yaptığı tespitlerinin değil, gördüğümüz gibi Tevrat rahiplerinin yazdığı Tevrat’ın bile Tevrat gerçekleriyle uyuşmadığı ortadadır.

Alman Tevrat metinleri bilgini Julius Wellhausen’e göre Davut peygamber M.Ö.1000 yılında Kudüs’ü başkent ilan etti ve tapınağı yapmadı. Oğlu Süleyman Tevrat’ta geçtiği gibi tapınağı inşa etti. Davut zamanında ilk dini ilahiler yazılmaya başlanıldı ve “Tanrı Yahve” ilahisi bu zaman yazıldı ve tanrı “insan karakterinde” tanımlandı.

Tevrat’ın Krallar I. Bölüm 1.ayette; “Yahudilerin Mısır’dan çıkışlarının 486.yılında kral Süleyman tanrının tapınağını inşa etti” demektedir. Bu ayete göre hemen hesaplayalım; M.Ö.850’de Yahudilerin Mısır’dan çıkışlarını aldığımızda, 850-486=364 yani M.Ö.364 yılına geliriz ki bu da Pers dönemine denk gelir. Bu tarihte “bağımsız Yahudi devleti” olanaksızdır. Zasten Tevrat da Pers döneminde böyle bir şey olmadığını yazar. Sorun Tevrat rahiplerinin yazdığı Tevratın kendi yaetlerinden yaptığımız hesağların Tevrat’a uymamasından kaynaklanmaktadır.

Yukarıdaki tespitler ışığında Alman İncil ulemasının, Tevrat’ın Krallar Bölümü I. Ayetine göre belirlediği tarih kronolojiye uymamaktadır. Tevratın’da akılla, hesapla bağdaşır hiçbir yanı olmadığını gördük.

Tevrat ayetlerinden yaptığımız tarihi kronolojik tespitlere göre,Tevrat’ın Davut ve Süleyman dönemindeki muhteşem Yahudi yaşantısının “M.Ö.2000-0”  tarihleri arasında yaşanmasına olanak ta yoktur.
Yusuf peygamberin Mısır’a yerleşmesi olayını anlatan tevrat ayetleriyle, yukarıdaki tespitlerimizi yapmamızı sağlayan peygamberlerin yaşları ve ömürlerini belirten ayetler arasındaki çelişkiler bizi çözülmez ve anlaşılmaz bir çetrefil yumağın içine atmıştır. Şimdi onları görelim;

Tevrat’ın kendisi kendi ayetleriyle uyuşmaması ve bir yana kendisinin kendisini yalanlaması da bir başka âlemdir. Şimdi Yusuf Mısır’a yerleşti mi yerleşmedi mi?
M.Ö. 1600’lerde Mısır’a yerleşmesi gereken Yusuf’un Mısır’a kardeşlerini getirmesi ve yerleşmelerini anlatan ayet bizi  M.Ö.1600’lerden M.Ö.1060 “ yıllarına getirmektedir.
Ama gerçekten böyle mi?
Bakalım Tevratın işaret ettiği tarihle verdiği bilgilere göre Mısır Hanedan tarihi birbirine uyuyor mu?

Yusuf’un kardeşleri Mısır’a geldiklerinde, Mısırlıların Yahudilerden iğrenmeleri yüzünden Yusuf’un önerisi üzerine “adı bilinmeyen (!)” Firavun onları Goşen (Yar-47:6) ve seçkin olanlarının da Ramses bölgesine yerleşmeleri için izin verir. İşte ayet;

Yar.47: 11 “Yusuf babasıyla kardeşlerini Mısır'a yerleştirdi; firavunun buyruğu uyarınca onlara ülkenin en iyi yerinde, Ramses bölgesinde mülk verdi.”

Bu ayette ilginç olan şey, Yahudilerin her şeyi kaydettikleri halde kendilerine yurt veren ve büyük incelik gösterip, iğrenilen bir Yahudi peygamberi olan Yakup’un kendisini kutsamasına izin vermiş böyle yüce bir firavunun adını Yahudilerin öğrenememiş olmalarıdır.

Kafalarına vuran Nebukdanezar’ı, Tiglatplaser’i,İskender’i çok iyi kaydeden Yahudiler, böyle beyefendi ve nazik, hoş görülü bir firavunun adını neden kaydetmemişlerdir? Bu tespit de Yahudilerin palavracılıklarını ortaya koymaktadır. Çünkü böyle bir firavun hiç olmadı. Muhtemelen Yusuf ta yoktu.

Biz gene Yusuf varmış gibi yaparak sorgumuzu sürdürelim.
Ailesini ülkenin en iyi bölgesi olarak tarif edilen Ramses bölgesine yerleştirecek Yusuf’un Yahudilerinin gelişlerinden önce yöreye adını verecek Ramses adlı bir firavunun olması gerekir.

Ayete göre Yusuf, Mısır’a en erken II.Ramses döneminde veya ondan sonraki Ramsesler döneminde gitmiş görünmektedir. Tespit ettiğimiz Yahudi tarihi kronolojisine hiç uymayan bu durumu gene doğruymuş gibi inceleyelim.
Mısır’ın “19.Hanedanı” I.Ramses ile başlar ve “iki” yıldan az saltanatı olan bu firavunun saltanat tarihi M.Ö.1298-1296’dır.Yusuf’un bu iki yıl içinde Mısır’da olması düşünülemez çünkü Yakup/ İsrail’in Mısır’da geçen “17” yılı ve Yusuf’un vezirliği (Vezir-Köle bakan) boyunca Tevrat ne Yusuf’un vezirliğinin ne de Firavunun değişikliğinden bahsetmez.
Onu I.Seti takip eder dönemi “M.Ö.1296-1279 (18.yıl), onu da oğlu II.Ramses (1279-1212) (67 yıl) takip etmektedir. Hollywood’un çektiği Charlton Heston ile Yul Brynner’in baş rolünü oynadığı “Ten Commandment- On Emir” filminde, Musa’nın peygamberliğinin başladığı dönem bu I.Seti dönemi ve saltanatı ondan alan II.Ramses dönemi olarak işlenmiştir. Bunu da ek olarak hatırlatalım.

I.Seti ile II.Ramses, bu iki firavunun uzun süren toplam “85” yıllık saltanat yıllarında Yusuf’un, Mısır’a girmesi Tevrat’taki “görkemli saltanatını anlatan” efsanesine uygun düşmektedir. Ancak arkeolojik bulgularla detaylı olarak aydınlanmış olan bu tarihlerde Yusuf , Musa veya herhangi bir Yahudi kaydına da rastlanılmadığını ifade edelim.
Bakalım öyle mi?

Kahve renk- II.Ramses dönemi,Kahve kısa çizgi Mittani etki bölgeleri-
 Beyaz Hitit İmp.
Kadeş Savaşı-Mısır’da II.Ramses’in Firavun olması,saltanının “5.” Yılında M.Ö.1274’de Asi nehri yakınlarındaki Kadeş’te karşılaşırlar. Mısırlıların 15-20 bin askerine karşılık Hititlerin 3500 savaş arabası ve 20.bin’in üzerinde askeri vardır. Savaş kuzey Suriye’deki Amurruların Mısır’dan yardım istemeleri yüzünden çıkar. Hitit kaynaklarında savaş hakkında bilgi bulunmazken, bu savaş Mısır’ın Ramasseum, Karnak, Luksor ve Abydos duvarlarında abartılı olarak anlatılmıştır ve 1274’te tarihin ilk yazılı anlaşması olan Kadeş anlaşmasını amzalamaları gerçekleşmiştir. Savaşın galibi belli değildir ama anlaşma maddesi şu cümlelerle biter ve “muallakta” bırakır;
Hatti (Hitit) memleketinin kralı Hattuşil ile büyük kral, Mısır memleketinin kralı Rea Maşeşe Mai Amana gerçek kardeştirler. Onları, suçlarından dolayı şiddetle cezalandırmasınlar, onların gözlerini oymasınlar, karıları ve çocuklarıyla birlikte onlardan intikam almasınlar.”
Anlaşma metnindeki ifadeler çok ilginçtir.  Metin, sanki binlerce askerin öldüğü bir Kadeş savaşından değil de, sonu tatlıya bağlanmış bir iş görüşmesinden sonra yazılmış bir dostluk anlaşması gibidir. Mısırlıların bu savaşta “tunçtan” olan kılıçlarını Hititlilerin demirden kılıçlarıyla doğradıkları ve Mısırlıların mutlak bir yenilgi aldıkları konusunda Amerikalılar filimler dahi yapmışlardır.
Ancak her ne olduysa, Hitit kazılarından ne demir kılıçlar ne de Kadeş anlaşma metinlerine ait bulgular elde edilemediği belirtilmektedir. Bunun arkasında Semitizm siyaseti olup olmadığını bilmiyoruz. Ama var gibi görünmektedir.
Bu savaşta iddia edilen İsrail topraklarının olduğu bölgede cereyan etmiş ve Yahudilerin zarar, baskı görmediğini, kılıçlarla kıyılmadıklarını Hitit ve Mısırlılarca kutsal kitaplarını kendi dinlerine göre değiştirmeleri için baskı görmediklerini kimse söyleyemeyeceği gibi bu dönem tarihinde peygamber Yusuf’un Mısır’a göçünün imkânsızlığı açıkça görülmektedir.

I.Seti ve II.Ramses dönemlerinin ardından, Merneptah (M.Ö.1212-1201-“11” yıl) , Amenmesse (1200-1196-“4” yıl), II.Seti (1196-1194-“2” yıl) Siptah (1194-1189-“5”yıl) ve kraliçe Tvosret (1189-1187-“2” yıl) takip eder ve 19.Hanedan sona erer.
20.Hanedan da Setakt’ın ardından M.Ö.1184’ten başlayarak M.Ö.1069’a kadar geçen “115” yıl “11” tane Ramses dönemi ile tamamlanır.
I.Ramses döneminde ülkenin en seçkin yeri olarak kurulan bir yerin I.Ramses döneminde kurulması olanaksızdır. II.Ramses’in Hitit ve Suriye üzerine yaptığı seferlerden ve bir zafer abidesine dönüştürülen Kadeş Savaşı ve antlaşmasından( M.Ö.1274) sonra onun adına bu seçkin yerin kurulduğunu düşünmek doğru olacağından Yusuf’un II.Ramses döneminde de Mısır’a girmesi mümkün değildir ki öyle olsa II. Ramses gibi Mısır ve bölge tarihine imza atmış birisinin adını Yahudiler muhakkak kayda geçerlerdi.
Ayrıca II.Ramses dönemi zaferler ve bolluk dönemidir. Oysa Yusuf dönemi “14” yıllık kıtlık dönemidir.

Bu durumda “115” yıl süren on bir Ramses döneminde de (III. ve XI. Ramselerin 30’ar yıllık saltanatları hariç) iktidarlar çok kısa aralıklarla değiştiğinden Yusuf’un halkını yerleştirebileceği uzun saltanat yılları yaşayan bir firavun döneminde ortada yoktur. Bu tarihlerde Mısır’a yerleşememiş Yahudilerin bundan sonra yerleşmeleri Tevrat’ın Yahudilerin kölelik dönemleri ve Musa ile Mısır’dan Çıkış “Exodus” bahsinin ve Yahudi peygamber kralları tarihinin çökmesi demektir. Böyle bir Yahudi tarihi eğer varsa bu Tevrat’ta geçtiği şeklinden daha farklı ve belki de utanılacak olaylarla dolu olduğundan gizlenmiştir ve kökleri daha da eski dönemlere uzanan geçmişlerini kabul edilebilir hale koyarken de olayların birbirinden koparmış olmaları gerekir.
Yusuf Mısır’a belki de hiç gitmedi ve Yusuf efsanesi bölgedeki kim bilir hangi kabilenin efsanesinden uyarlanarak Tevrat’a geçirildi. 1600’lerde Yusuf’un göçünün olması gerektiğini peygamberlerin ayetlerde geçen yaşlarından tespit etmiştik. Ancak, gene Mısır’a yerleştikleri yerleri ve bölgeleri anlatan ayette geçen bir “Ramses” adı bizi doğrudan “350-400” yıl daha erkene sevk etti. Ramsesler döneminde de uygun bir yer bulamayınca M.Ö. 1050’lere kadar geldik.
M.Ö 1069’lardan M.Ö.945’lere kadar da “yirminci Hanedan döneminde “7” firavun hüküm sürmüştür.
Yahudilerin M.Ö.1069’dan başlayarak “400 “yıllık kölelik dönemlerini sayarsak ki “M.Ö.669’a geliriz.
Ne yaparsak yapalım, Tevrat’ta bu Yahudilerin ne tarihlerini ne peygamberlerini ne krallarını bir düzene sokamadık gitti. Onlarda sokamamışlar zaten. Din bu ya kabul edersin ya da sopayı yer, kelleni kaybedersin!

Şunu da eklemeden edemeyeceğim. Yukarıdaki Tevrat ayetlerine göre, İbrahim peygamberin olası doğum tarihi olarak kabul edilen M.Ö.1815 ile başlayan Yahudi nüfusu Yakup’un öldüğü tarih olan M.Ö.1508 veya M.Ö.1468’e kadar geçen 305 ile 345 yıllık dönemde sadece “70” yetmiş kişiye ulamıştır. Yusuf, eşi ve iki çocuğunu da eklersek bu nüfus “74- yetmiş dört’tür” Mısır’da “kölelik” şeklinde geçmesi gereken “400” dört yüz yıllık dönemlerinde Yahudilerin nüfusları nasıl olur da Mısır nüfusunu tehdit edecek bir kitleye ulaşır?

Üstelik kölenin bedeni üzerinde bile tasarruf hakkı yoktur. Sahibi bir köleyi isterse öldürür. Öte yandan, bunlar en ağır iş olan taş ocaklarında, saraylar, resmi binalar, yollar ve piramit inşaatlarında, tarım işlerinde çalıştırıldıklarından iş kazalarından her türlü hastalığa açık bir yaşam tarzı içinde belki günde en az bir kişi iş kazasında kayıp verilmekteydi.
Hastalıklar, erken ölümler de eklendiğinde o zor yaşam şartlarında, nüfuslarının artmasının bizzat devlet eliyle engellendiği halde nasıl oluyor da Mısır nüfusunu geçecek kitleye ulaştılar?
Akıl ile anlaşılmaz bir olaylar dizisi. Bunu Yahudi rahipleri böyle yazmış. Yerseniz böyledir, yemezseniz değildir.

Neyse Yahudilerin Tevrat’ının üzerine kurulduğu Musa’yı da, tebliğ ettiği öne sürülen emirlerini de getirdiği inanç temellerinin kökenlerini de anmadan olmaz;

Önce Musa’yı tanıyalım;
Musa peygamber
Musa;İbranice Moşe, Tiber-Moşeh, Grk-Mouses, Arp-Musa- Tervat kitabının ilk beş kitabının yazarı, Allah’ın “On Emir’i “ taş tabletlere yazılı olarak alan “yasa getiren” peygamber. Yahudiler onu “Moşe Rabbenu – Öğretmen–Rabbi’miz Musa) adıyla çağırırlar. Tevrat onun üstüne kurgulanınca haliyle Hıristiyanlık, Müslümanlık ve bunlardan doğan dinler ve mezhepler de onun üzerine kurgulandıklarından dolayı bu inançlara sahip olanlar arasında en önemli peygamberdir.
Musa adının kökeni-
Tevrat  (Çıkış-2:10) Musa adını “Sudan gelen, sudan çıkarılan” olarak açıklamaktadır. Firavun’un kızkardeşinin “onu sudan çıkardım adı “sudan gelen” olan Musa olsun” dediği ayeti hatırlayalım.
Musa, muhtemelen “Sudan çıkarılan kişi” anlamında ve “kurtarılan, teslim edilen”  olarak ta düşünülebilecek edilgen bir addır. Yahudi tarihçi Flavius Josephus (Cosefus) bu adın etimolojik/ kelime kökenbilimi açısından anlamını tartışmış ve bazı âlimlerin de önerileri doğrultusunda Musa (Moşe- Mouses) adının Kipti (Mısır/ Grek/ Hint karışımı çingene Hıristiyanlar) dilinde “Mu” nun “Su” demek  ve “ouses” ekinin de “kurtarmak- teslim etmek” anlamına geldiğinden “Sudan kurtarılan” anlamına geldiğini belirtmişlerdir.
Diğer bakımdan Mısır dilinde “MS” sık bulunan bir addır ve “Tut-mose” ve “Ra- masses” , “Amen- messe” adlarında kullanıldığı gibi “doğmak- doğan” ve “çocuk” anlamına da geldiği bilinmektedir.

Şimdi Musa’ya Tanrının Verdiği “10” Emir’i görelim;

10 EMİR
On Emir, Yahudilerin Mısır’dan çıkarılmalarından sonra Sina Yarımadasındaki Sina Dağında Tanrı Musa’ya Yahudilerin uymaları için taş tabletlere kazınmış olarak verdiği emirlerden oluşmaktadır;
Mısırdan Çıkış Bölüm 20;(Altı çizili olan ayet numaralarının olduğu satırlardaki ayetler “10” Emir’i oluştururlar);
20;1-Ve tanrı bütün bunları söyledi.
20;2-Kölelik ettiğiniz ülkeden, Mısır’dan sizleri çıkarıp getiren tanrınız, efendiniz benim.
20;3- Benden önceki tanrılarınız artık olmayacak.
20;4-Sularda veya içinde, toprağın altında veya üstünde veya göklerde yaşayan hiçbir şekilde kazınmış tanrı heykelleri yapmayacaksınız.
20;5- Ben, tanrıya küfredip günah işleyen babaların dördüncü nesile kadar soylarını cezalandıran sizin “kıskanç tanrınız”, efendinizim. Benden başka hiçbir tanrının önünde eğilmeyeceksiniz, onlara ibadet etmeyeceksiniz.
20;6- Ama, bana biat eden, sevgisini gösteren, emirlerime uyan binlerce nesile de sevgimi göstereceğim.
20;7-Onun adını boş yere anan masum sayılmayacaktır ve tanrınızın adını boş yere ağzınıza almayacaksınız.
20;8-Şabbat günlerini hatırlayıp kutsal sayacaksınız.
20;12-Anne ve babanızı onurlandıracaksınız…
20;13-Öldürmeyeceksiniz.
20;14-Zina yapmayacaksınız!
20;15-Çalmayacaksınız!
20;16-Komşunuza karşı yalan yere şahitlik yapmayacaksınız!
20;17-Komşunuzun, erkek, kadın kölelerine, kapısındaki eşeğine, öküzüne, havvanlarına, eşine ve evine göz koymayacaksınız.”
Ve şimdi Yahudilerin atalarının çıkış yeri olduğu kabul gören Hindistan Keşmir bölgesindeki Eran şehri merkezli “Jainist- Cinci” dininin “Beş Temel ilkelerine” bakalım;

Bazı tarihçiler Cinciliğin M.Ö. 9.yy. veya 6.yy. da ortaya çıktığını savunmalarına rağmen, Cin inancı Cinciliğin (Jainism) daima olduğunu ve her zaman olacağını öğretir. Varsayımlara göre öncelikle, İndus Vadisi Medeniyetinin bir tufanla yıkılmasının ardından Hindistan içine yapılan Hint/Aryan göçlerinin getirdiği ruhani yansımanın ürünü olabileceği gibi çeşitli Hindu mezheplerinin bir ürünü de olması muhtemeldir.
Başlıca beş yeminleri (Mahavrata)

Tecavüz Etme (Ahimsa); Yaşayan herhangi bir varlığa zarar vermeye neden olacak bir işi, sözü, düşünce olarak dahi aklından geçirmeme, tecavüz etmeme.
Doğruculuk (Satya) : Doğru, yararlı olan (hita), az ve öz (mita) olan ve hoşa giden (priya)dir. Bir başka deyişle “zararsız gerçeği” konuşmaktır.
Çalma (Astey)             : Sahibi tarafından gönüllü olarak verilmeyen hiç bir şeyi asla almamaktır. 
İffet (Brahmaçarya)      : Cinsel arzulara izin vermeksizin vücudun ve aklın mutlak saflığını/arılığını sağlamak.
Sahiplenmemek (Aparigraha): Çevremizdeki bütün nesnelerden, yerlerden, bütün insanlardan hiç birine karşı iğrenme veya düşkünlükten kaçınmaktır.

Görüldüğü gibi On Emir’in, “Tanrının  tekliği,putların yapılması ve tapılmasının yasaklanması” dışındaki bütün emirler bu din içinde vardır. Hatta Cin inananları yaratıcı tanrı olmadığından göksel varlıklar olan “iyi cinlere” yardım için dua edilmesi gerektiğine inanırlar. Dini kuran kurucuların ve iyi cinlerin resimlerine bakarak dua ederlerse de bunun putperestlik olmadığını savunurlar. Zaten tanrı inançları olmayan bir inancın putperestliği de düşünülemez. Tevrat’ın kıskanç kertenkele tanrısının bütün özellikleri bu cinlerde vardır.
Bu bilgiler ışığında Yahudilerin “İbrahim” adlı atalarının Keşmir’deki Cin/ Jainist tapınağından, “tüccar” olması yüzünden “mala, dünyevi değerlere düşkünlük” yüzünden kovulmuş bir rahip olması da olasıdır.
Bir başka açıdan da, Tevrat’ın İbrahim’inin geçmişi en fazla M.Ö. 1820-2000’lere kadar götürülebilmektedir.
Oysa İbrahim zamanında İran, Irak, Suriye ve Anadolu’da hüküm süren Hitit krallarının inanışlarını İbrahim’den yaklaşık 800 ile 1000 yıl sonra Musa’ya gelen 10 Emir’de görüyoruz.
Tevrat Mısırdan Çıkış Bölüm 20;
20;5- Ben, tanrıya küfredip günah işleyen babaların dördüncü nesile kadar soylarını cezalandıran sizin “kıskanç tanrınız”, efendinizim. Benden başka hiçbir tanrının önünde eğilmeyeceksiniz, onlara ibadet etmeyeceksiniz.”.
Şimdi yukrarıdaki Tevrat ayetinde geçen, “Babaların günahını çocuklarının ve dördüncü nesil kuşaklarına kadar çekmesi” konusunun Tevrat öncesi var olduğunu görüyoruz.Musa’nın ister MÖ.1392’de isterse M.Ö.1100’lerde doğuşu iddiasına göre olsun, Musa doğmadan önce İbrahimden bile önce Tevrat’ın bir çok yasasının var olduğu görülmektedir.Hititlerden yani bizim eski Çorumlulardan okuyalım (M.Ö.1380-1310 arası)
Hititlerin başkenti Hattuşa, Ankara’ya 200 kilometre uzaklıkta. Çorum’un Boğazkale ilçesindedir. Şuppiluliuma ve ardından tahta çıkan oğlu II. Arnuvanda’nın vebadan ölmesi, tanrıların cezalandırmasına bağlanmış ve bu korkuyla tahta geçen II. Murşili ünlü veba duasını yazmıştır. Önce babasının işlediği cinayetin günahının kendisine de geçtiğini söylüyor:
-“Doğrudur, babanın günahı oğluna da geçer,
Bana da babamın günahı geçti…”

“Yanlış yola sapanlardan,
Kötü işler yapanlardan,
Hiç kimse kalmadı artık,
Hepsi öldü çünkü.
Ama babamın günahı bana bulaştığı için…” şeklinde sürmektedir.
Günümüz Tevrat’ının Pers döneminde (M.Ö.539-333) yazıldığını göz önüne alırsak, Tavrat’ın da kendinden önceki kültürleri doğruladığını veya onlardan bol bol kopya çektiğini görmekteyiz.

II.Mürşili’nin M.Ö.1310’da öldüğü bilindiğine göre, dua da muhtemelen bir iki on yıllık dönem içinde gerçekleşmiştir, bu da M.Ö.1330’lar demektir. Günümüz Tevratının yazılmasından yaklaşık “900” yıl önce, en iyi ihtimalle Hz. Musa çocukken veya doğumundan “200” yıl daha öncesi demektir.

İsraillilerin kullandıkları para birimi olan Şekel ve Mina Hitit ve Babil parasıdır ve “kırk şekel bir Mina ediyordu. Babilde 60 Şekel bir Mina ediyordu. Babil şekeli “8.4grm”, Babil Mina’sı ise yarım kilo kadardı. Bir Hitit Minas’sı “330” grm kadardı.
Hititlilerde “hayvanla cinsel ilişkinin” cezası kralca verilirdi ve bu ceza ölümle de sonuçlanabiliyordu.
Kişinin annesi, kızı veya oğlu ile cinsel ilişkiye girmesinin cezası doğrudan ölüm olduğundan yasaya yazılmamış ve yasa sadece “üvey anne” ile olan ilişkiyi, “baba sağsa” cezası “ölümdür” şeklinde düzenlemişti.
Ölen kardeşin karısı ile yani yenge ile evlenmek suç teşkil etmiyordu. Yahudilerde ise bu “zorunluluktur.” Yahudi eve “gelin giren” asla çıkamaz.

Mahkemelerde ifade vermeden önce “tanrılara yemin ettirilirdi”. Hıristiyan dünyasının İncil’e el basarak yemin etmelerinin kökeninin Hititler olduğu düşünülebilir.
Kan davalarına devlet karışmazdı ve ölenin hakkını arayan kişi kanın sahibi tazminat isterse  tazminat (4 köle) ödenir, “ölsün” derse suçlu öldürülürdü.
Başkasının tarlasını ekenin cezası iki ayrı yöne hızlandırılan öküzlerin çektiği bir sabanın suçlunun başına bağlanması şekliyle “aykırı yönlere çekilerek ikiye ayrılması sağlanarak öldürülmekti.
Kynk-Tarihin Tanığı Anadolu’da Cumhuriyet EGS BANK-1999 Creative Yayıncılık.

Diğer yandan, günümüz Suriye’sinin kuzeyinde, Halep şehrinin güneyinde Tel Mardik adıyla bilinen şehirde İtalyan arkaeolog Paolo Matthiae tarafından “56” hektarlık bir alanda 1968 yılında yapılan kazılarda başlangıçta “14.000” kadar “cuneiform” çiviyazılı” kil tablet elde edilmiştir. Bu tabletlerin M.Ö. 2500-2200'lü yılları arasında yaşamış Ebla Krallığının Kraliyet Arşivi olduğu daha sonra ortaya çıkmıştır. 1975 yılında kazıların devamında tabletlerin sayısı “20.000”’e kadar ulaşmış ve günümüz diline çevirisini Roma Üniversitesinden İtalyan arkeolojik yazı uzmanı Giovanni Petittano gerçekleştirmiştir.

Böylece M.Ö.2500 yıllarında sınırları Levant ve Anadolu’nun güney Akdeniz bölgesini kısmen içine alan bir Ebla Krallığı kültü ile tanışmış olduk. Ürdün, Filistin ve Suriye’de yapılan Ugarit ve Ebla kazılarında çıkan kil tablet ve Kumran papirüslerinin tercümelerinde bu belegelerin M.Ö. 2500’lere kadar uzandığı, İbrahim ve İsmail adlı peygamberlerin varlığına da işaret ettiği görülmektedir. Günümüz Tevrat’ının Babil sürgününden dönüş tarihi olarak bilinen M.Ö.VI.yy. da yeniden ezberden yazıldığı, İbrahim’in de 2000 ile 1815 arası yaşadığı göz önüne alınırsa, bu kültür İbrahim’den “700” ile en az “200” yıl, Tevrat’ın yazılmasından önce “2000” yıl evvele uzanmaktadır.
Tabletlerin önemi ise Yahudi Tevratında ve ondan doğan İncil ile Kur’an’da geçen peygamber adlarının bunlarda yer almasından kaynaklanmaktadır. Çünkü tabletlerde Kuran-ı Kerim'de adı geçen melek Mikail (Mi-ka-il) yanı sıra (Doubleday, 1981, s. 271-321) üç İlahi kitapta bahsedilen peygamberlerin adı geçiyordu. Hz. İbrahim (Ab-ra-mu), ve Hz. İsmail (Iş-ma-il)'in isimleri. (Howard La Fay, "Ebla: Bilinmeyen Büyük Bir İmparatorluk", National Geographic Magazine, Aralık 1978, s. 736) yer almaktaydı.
Amerikalı arkeoloji uzmanı ve dinler tarihi araştırmacısı David Noel Freidmann da tabletlerdeki İbrahim ve İsmail gibi adların peygamber adları olduğunu açıklıyordu. (Bilim ve Teknik Dergisi, sayı 118, Eylül 1977 ve sayı 131, Ekim 1978)

Bu da bize M.Ö.2500’lerde Yahudi ve Hıristiyan Tevrat araştırmacılarının tespitlerinden önce de İbrahim, İsmail, Mikail/ Mihail adlarının kullanıldığı bir din kültü olduğunu, Yahudi ve Hıristiyan Tevratının da kendilerinden “eski kavimlerin” kültürlerinden yapılan uyarlamalardan başka bir şey olmadığını açıkça ispat ediyordu. Çünkü o tarihlerde bu adların kayıtlarda yer alması demek o adların o tarihten de binlerce yıl önce bilinmesi demek oluyordu.

Bu bilgiler ışığında Tevrat bilgilerinin Yahudi tarihiyle ilişkisi olmadığı ispatlanmıştır. O halde Yahudilerin gerçek tarihleri nasıl oluşmuştu?
Gebe Yahudi Tevratı ile tarihi kayıtların ışığında düşündüğümüzde, M.Ö.1720’lerde Mısır’ın Hiksoslarca işgali sonrası bu kavimlere karışarak ya da daha önce Kızıldeniz- Hint Okyanusu- Hürmüz Körfezi yoluyla Keşmir’e gelen Yahudi kabileleri burada kaldılar. Bir kısmı muhtemelen Suriye ve Levant bölgesinde kalmaları olası olan bu kavimler, yerleştikleri bölgelerdeki kavimlere ait çok eski bir inanç olan Cin dinine girdiler. Çünkü geldikleri yerlerde de zaten göklere ait bir halk olan cin/şeytanlara tapınma kültü vardı. Onlarda herkese açık olan ve ırk ayrımı yapmayan Cin dinine girdiler. Daha sonra “tüccar, hileci, dünyevi değerlere düşkünlüklerini saklayamaz hale” geldiklerinde buradan kovuldular ve İran yoluyla Irak’a geldiler.

Burada bir süre köle olarak yaşadılar ve kölelikleri İran şahı Krus zamanına kadar sürdü.
Geçen dönemde, Babillilerden Enuma Eliş Yaratılış destanını, Suya sepet içinde bırakılan kral Sargon efsanesini ve Nuh adlı tanrıya tapan Suriye- Filistin Araplarından Nuh, Sam, Yafes, Ham-İbrahim kültünü öğrendiler ve onu Babil Attra Hasis tufan destanıyla birleştirdiler.

Krus azınlıklara geniş haklar verip inançlarına dönmelerini teşvik edince bunlar da On Emirin Beşini Cin dininden doğrudan bildikleri için kalanını da edindikleri bilgilerle kendilerine uygun olarak tamamladılar.
Çünkü, kendi kavimlerince kovulmuş kavimler o dönemlerde ancak ticaret yapabiliyordu ve tüccarlar en sevilmeyen kişilerdi.

Sina dağında Musa’ya verilen On Emir tamam da Babil’in Enuma Eliş yaratılış destanının varlığı ancak 19.yy ortalarında keşfedildi. Bunu Babillilerden almadıysalar nereden aldılar?
Bu destanın alıntı olması Tevrat’ta çok açıktır. Çünkü Tevrat’ın tanrısının adı bilindiği gibi “Yahweh’tir.
Ama, başlangıç suresi olan Yaratılış destanında tanrının adı “Elohim’dir.” Tufan efsanesi Babil’İn Atra Hasis destanının birebir aynısıdır.

Devam edelim, Yaratılış 32;28. Ayette, İshak peygamberin oğlu Yakup, ağabeyi Esav’a attığı peygamberlik kazığından sonra can derdine düşüp dayısının memleketine doğru yola çıkar. Yirmi yıl kölelik ettikten sonra  yeğenleri ve kayınbiraderleri tarafından öldürülme korkusuna düşüp, tanrısından aldığı talimatla  baba yurduna doğru yola çıkar.
Yolda karşısına çıkan bir adam onu güreşe zorlar ve sabaha kadar süren güreş sonunda Yakup adamı yener ve adam, bundan sonra Yakup olan ve “Hileci- Topuk tutan” anlamına gelen adının bundan sonra “İSRAİL” yani “Tanrıyla güreşen” olduğunu söyler. Hileci Yakup’un yendiği adam “TANRISIDIR”.
Yani Allah’tır.
Oysa, bu hikayede Yahudilerin apaçık bir hileleri vardır. Her dinde olduğu gibi “dilbilgisi kurallarıyla” oynarlar.
Yahudilerin dili olan İbranice, Hint- Aryan dil grubunda olup yoğun olarak aynı gruptan olan Arap dilinin etkisindedir ve alfabeleri de Arap harflerinin bozulmuşundan yapılmıştır. Bunu yalanlayacak hiçbir yazıya denk gelemezsiniz. Çünkü harflerini Arap harfleriyle yanyana koyduğunuzda bu hemen fark edilir.

Şimdi gelelim “kelime oyununa”;
İL” bütün Arap kültürlerinde “tanrı” demektir ve Arapların “İl-El” adlı tanrılarıda vardır.
Gelelim “İSRA” kelimesine.
“İSRA” Arapça “Gece Yolculuğu” demektir. Kelimeleri birleştirdiğimizde “İSAR-İL”  demek “Tanrı ile çıkılan gece yolculuğu” anlamına gelir ve hemen hemen her peygamberin Sümerlerden beri tekrarladığı bir olaydır. Ünlü Kur’an Tefsir yazarı Elmalılı Hamdi Yazır İsra Suresi tefsirinde de “İsra” gece yolculuğu demektir şeklinde açıklamakta ve kendsinden çok önceki Kuran tefsiricilerininden kaynaklar gösterir.
Sümer’in ve Babillilerin ay tanrısı “Sin/ Nanna” da gece yolculuğuna çıkar, Marduk’un oğlu katip tanrı Nebo da öyle Mısır tanrısı Ra ve katip tanrı Thoth/ Lah/ Yehuti de öyle gece yolculuğuna çıkarlar.

Yahudilerin Tevrat’ı Babil kölelikleri döneminden sonra yazmaları, kendi kavimlerine “Üstün ırk, seçilmiş kavim” imajı vermek için yaptıkları sayısız basit bir kelime oyunlarından birisi, hileciliklerinin bir örneği de budur.

Tutulacak sağlam hiçbir yeri olmayan Tevrat tuhaftır ki ilk önce Hıristiyan dünyasından asırlardır yediği tepkiler yüzünden, Hıristiyan Avrupalılar, kendi halklarını engizisyon mahkelemelerinde sorgusuzu sualsiz yaptıkları sözde yargılamalarla, her türlü öldürme, katliam ve soykırım gibi zulümlerinin mimarı olmuşlardır.

Yahudilerin İbrahim Kültünün Yahudilere ait olmadığı yönünde İslam dünyasından da itirazlar vardır.
Nurbakış Rahimzade’nin “İran Kültürünü Doğru Tanıtma” amacıyla kurulmuş olduğu belirtilen, “İran Chamber Society- İran Oda Topluluğu” İnternet sitesinde yazdığı  “Zarathushtra; First Monotesit Prophet- Zerdüşt, İlk Tektanrıcı Peygamber”  başlıklı yazısında Yahudi peygamberlerinin doğum tarihlerini vermektedir.

“Bir kıyaslama yaparsak, Tevrat’a göre Âdem M.Ö.3761’de, Nuh, M.Ö.2705’de, İbrahim M.Ö.1815’de, Musa M.Ö. 1392’de doğdular…

Evet, aslında ilahi ibadet hakkında “dört kitap”  yoktur fakat bütün peygamberleri İran coğrafyasına ait ve İran’ın iklim atmosferinde doğmuş, İran çıkışlı olan beşinci kitap vardır. Mehabad ve Zerdüşt adlı İranlı peygamberlerce İranoviç’te kurulmuş Zerdüştlük ve Mihri dinlerine hürmet edilir.
İbrani peygamber Azer oğlu İbrahim, “ateş” anlamına gelen Hûr ya da Ûr’da peygamber olarak doğduğu onaylanmış bir İran’lıdır. Kökleri Behram ile Brahman’dan gelen İranlılar olan Medyan kavminin bir dalı olan Irak Sümerlilerinden bir Sümerliydi.

Din İbrahim tarafından Sümer’de kuruldu sonra Kenan ve Hicaz’a yayıldığında Yahudi dininin mevcut olmadığı kutsal Kur’an’da Ali İmran Suresinde geçmektedir çünkü Zerdüşt’ün kaldırdığı “kurban ayini”  Yahudi dininde yer almaktadır. Gerçek Mehr/Mihr/Mitra dini, İbrahim tarafından günümüzün Hürremşehr adıyla bilinen yeri olan Ûr’da yaygın olarak tanıtıldı.
Hatta, Hıristiyanlık Mihr dininin bir mezhebidir ve İslamiyet İran’ın bir eyaleti olan Yemen’e bağlı Hicaz’da indi ve İslam’ın peygamberi de doğuştan bir İranlıdır. Bu yüzden “tek tanrıcılık ve peygamberlik” katıksız bir İran inancıdır“. Diye yazmaktadır.

Ya da şöyle diyebiliriz. Yahudilerin ne İbrahim ne İshak ne Yakup (İsrail) gibi babaları ne Yusuf ve ne de Musa adlı kurtarıcı peygamberleri vardı.
Ve Hindistan’dan (Keşmir- Kuş ülkesi) M.Ö. 1800’lerde Keşmir’deki barajların yıkılmasıyla bölgeden göçen Yuda kabilesinin rahiplerinden bir kısım yakınları ile önce Irak- Ur’a geldiler veya Nubiya’daki Kuş ülkesinden Ur’a bir şekilde geldiler veya köle olarak getirildiler. Medeniyetlerin Akad ve Med istilalarıyla el değiştirdiği dönemlerde sahipleri öldürülüp sürülünce bunlar da başıboş kaldılar ve Harran’a gelerek yerleştiler. Burada Sabilerden büyücülük ve yıldız ilmini, şeytana tapınmayı, putperestliği öğrendiler ve kendilerine göre geliştirdiler.  Zamanla Kuş kavminin çıkış yeri, anayurtları olan Mısır’a dönme ve orada devlet kurma, Mısırlılardan geçmişteki köleliklerinin intikamını alma özlemi içinde diğer kavimlerden derledikleri efsanelerden kendilerine bir tarih yarattılar ve Tevrat’ı yazdılar.

Yahudilerin tarihlerinin böyle olduğunu Tevrat, ondan doğan İncil ve Kuran’da doğrulayan birçok olayların yanında Yahudi peygamberlerinin adlarına kadar Irak’ın Keldanilerinin gelip yerleştikleri Harran Sabi Kültünün ve Hint, İran din motiflerinin çok ağırlıklı olduğunu görmekteyiz.
Bunun en açık kanıtlarından birisi de Yahudi peygamberlerinden birisi olan ve Kur’an’da da adı geçen İlya peygamberin adıdır. Bu adın etimolojik analizini bırakalım Kur’an tefsir yazarımız Elmalılı Hamdi Yazır yapsın;
“İLYÂSÎN: İlyas, demektir. Bazı kırâetlerde okunduğundan her iki kırâete de uygun olması imlâsı için şeklinde yazılır.
YASÎN: İlyas (a.s.)'ın babası olmakla Âl-i Yâsîn yine İlyas demek olur. Yâsîn bir de Resul-i Ekrem'in isimlerinden olduğuna göre bazıları Âl-i Yâsîn'den maksadın, Muhammed ümmeti olduğunu söylemişlerdir.
Herhalde denilmeyip buyurulması, bir tevriyeden uzak değildir. "Âl-i Yâsîn (Ulu-Tanrı Sin)" kırâeti de bu tevriy e de açıktır. İmlâda vasledilmeyip de iki kırâete uygun şekilde yazılması da bu tevriyenin bir kaç yönden gerekli olduğuna işaret eder. Şu halde demek olur ki, burada "Selam İlyas'a" denirken “Selam Tanrı Sin’e” de denilmiş olabilir.”
İlyas adının sonundaki “S” harfi Arap dilinde “Sin” okunur ve Harran Yezidileri/ Sabîlerinin baş tanrısı olan “Sin”in adıdır.
“”İL-EL (AL)” Tanrı ,”YA” Ey, Selam” ve “SİN” tanrı “Sin” anlamına geldiğine göre “İlyas- İl- Ya- Sin” adı, kelimesi kelimesine “Selam Tanrı Sin” veya “Ulu Tanrı Sin” demektir. Bu da Yahudi dininin kökenlerinin Harran Yezidiliği/ Sabîliği olduğu gerçeğine bizi götürür.
Ziggurat'ta Sin ayininde Sin heykelinin taşınması

Yahudilerin yeri geldiğinde ne kadar esnek olduklarını bize İsa’dan örnekler veren İncil de göstermektedir ve şimdi onu da okuyalım;
“İncil- Yeni Ahit-Matta 22. Bölüm; “Sezarın Hakkı Sezara, Tanrının hakkı Tanrıya”
Mat 22:19 Vergi ödemekte kullandığınız parayı gösterin bana!» O'na bir dinar getirdiler.
Mat 22:20 İsa onlara, «Bu resim, bu yazı kimin?» diye sordu.
Mat 22:21 «Sezar'ın» dediler. O zaman İsa onlara, «Öyleyse Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını da Tanrı'ya verin» dedi.

Evet, yerseniz öyle, yemezseniz de böyle! Hani nerede o Yahve elinle koyduysan bul!

Her ne kadar hesapları yapmamızı sağlayan Tevrat ayetlerinin “Yaratılış bölümleri ve ayet” numaralarını verdiysem de peygamberlerin yaşlarının ve Yahudilerin kölelik dönemlerinin hesaplanmasında kullandığım bu ayetleri de ekleyelim ki kafalar karışmasın;

Yar.15: 13 RAB Avram'a şöyle dedi: "Şunu iyi bil ki, senin soyun yabancı bir ülkede, gurbette yaşayacak. Dört yüz yıl kölelik edip baskı görecek.

Yar.25: 26 Sonra kardeşi doğdu. Eliyle Esav'ın topuğunu tutuyordu. Bu yüzden İshak ona Yakup*fö* adını verdi. Rebeka doğum yaptığında İshak altmış yaşındaydı

Yar.26: 34 Esav kırk yaşında Hititli* Beeri'nin kızı Yudit ve Hititli Elon'un kızı Basemat'la evlendi.

Yar.31: 38 Yirmi yıl yanında kaldım. Koyunların, keçilerin hiç düşük yapmadı. Sürülerinin içinden bir tek koç yemedim.
Yar.47: 9 Yakup, "Gurbet yıllarım yüz otuz yılı buldu" diye yanıtladı, "Ama yıllar çabuk ve zorlu geçti. Atalarımın gurbet yılları kadar uzun sürmedi."

Yar.37: 2 Yakup soyunun öyküsü: Yusuf on yedi yaşında bir gençti. Babasının karıları Bilha ve Zilpa'dan olan üvey kardeşleriyle birlikte sürü güdüyordu. Kardeşlerinin yaptığı kötülükleri babasına ulaştırırdı. (Müzevirci, ispiyoncu Yusuf)
Yar.46: 27 Yusuf'un Mısır'da doğan iki oğluyla birlikte Mısır'a göçen Yakup ailesi toplam yetmiş kişiydi.
Yar.47: 28 Yakup Mısır'da on yedi yıl yaşadı. Ömrü toplam yüz kırk yedi yıl sürdü.

Yahudiler Hakkında Eskilerin Görüşleri;
Yahudilerin bir şekilde dünya milletleri arasında yer edinmeleri de diğer kavimleri bir arayışa sokmuştur.
Bu arayışın sonucunda da milletler işin aslını astarını araştırmışlardır. İşte çıkardıkları bazı sonuçlar da aşağıya alınmıştır.
Yahudi Âlim Flavius Josephus (İ.S.37-100),Yunan filozofu Aristo’nun “Bu Yahudiler, Kalani Hintlileri adı ile bilinen Hintli filozoflardan türemektedirler.(Kitap 1:22

Soli’li Clearchus Suriye’deki Yahudiler, Hint Kalanileri adlı Hindistanlı filozofların soyundan gelirler. Baş şehirlerinin adını telaffuz etmek bile çok zordur. Yeruşalem adındadır.

Yunan Kralı Selevkus tarafından Hindistan’a İ.Ö.300’lerde büyükelçi olarak gönderilen Megastenes, her günkü yaptığı gözlemlerini anlattığı yazılarında Yahudilerin Kalani adlı bir Hint kabilesine ait olduklarını söylemiştir.(Anacalypsis Cilt 1.S.400-Gofrey Higgins )
Martin Haugİranlıların dini, yazıları ve kutsal dili” adını verdiği doktora tezinde Mecusilerin Keş-i İbrahim dini”ne sahip oldukları söylenilmiştir. Cennetten getirilip İbrahim’e verildiğine inandıkları kitabı takip ettiklerini yazmıştır.(S.16)

Hindu tanrısı Brahma ve yoldaşı Saraiswati (Saraysıvati) ile İbrahim ve Sara-Saray arasında sade ve daha çok çarpıcı benzerlikler vardır.

Koskoca Hindistan’da Brahma adına sadece bir tane tapınak varken bu inanış, Hindu mezhepleri içinde üçüncü derecede büyüklüğe sahiptir.

Hintli tarihçi Kuttikhat Purushothama Chon, Abraham’ın Hindistan’dan kovulduğuna inanıyor. (Hint Avrupalı) Ariler, Asuraslara (Bir zamanlar İndus Vadisini hükmeden ticari sınıf ve Harappanlar) karşı yıllardır savaşmışlardı ve onları yenmek için devasa suni göl ve sulama kanal sistemlerini yok edip sellere sebep oldular.
Bunun üzerine Abraham ve yakınları vatanlarını terk edip Batı Asya’ya doğru göç ettiler (Bakınız “Remedy the Frauds in Hinduism- Hinduluktaki Aldatmacalar ve Çaresi”). Dolayısıyla, Kuzey Irak’tan belirli dönemlere oluşan Dicle ve Fırat’ın taşmalarıyla oluşan seller ile kovulmaları dışında, Ariler ayrıca Hint tüccarlar, sanatçı ve eğitimli sınıfları Batı Asya’ya kaçmaya zorladılar.
Holger Kerstenİsa Hindistan’da Yaşadı” eserinde şöyle yazmaktadır:

Kadim İsrail ve Keşmirce arasındaki ilişki dil biliminde neredeyse açıkça gösterilir. Keşmirce, menşei Sanskritçe olan  bütün diğer Hint dillerinden farklıdır. Keşmirce’nin gelişimi İbranice tarafından önemli derecede etkilenmiştir. 
Abdul Ahad Azad şöyle yazar: “Keşmirce dili İbranice’den gelmiştir.” Geleneksel kaynaklara göre kadim çağlarda Yahudiler buraya yerleşmiştir ve dilleri günümüzde konuşulan Keşmirce’ye dönüşmüştür. Keşmir diline açıkça bağları olan birçok İbraniçe kelime vardır” (sayfa 68-69)

Kersten’in yazdıklarından Keşmirce’nin Sanskritçe’den gelmediğini inandığı ima edilmektedir. Bu konuda hemfikir değilim. Grierson’un Keşmirce sözlüğünden İbranice kelimeler çıkarırken Keşmirce’de İbranice kelimelerden fazla Sanskritçe kelimelerinin bulunduğunu keşfettim. Ama yine de İbranilerin bu az bilinen dile önemli bir katkıda bulunduklarını kabul etmiyorum.

Tanrı Krişna’nın Yedu kabileleri, Yahudiler Dwarka bölgesinden ayrıldıktan sonra, Tanrı Krişna*  zamanında konuştukları esas Sanskritçe önemli değişime ve eklemelere uğramıştır, böylece 5,742 yıl önceki Sanskritçe artık günümüzün İbranice’sine dönüşmüştür.”  (Dünya Vedik Mirası; yazan P. N. Oak; sayfa 530.)

*Tanrı Krişna= Yılan Hint tanrılarını dans ederek
 eğlendiren çocuk tanrı. Hinduizmin kurucusu

Alman yazarı Siegfried Obermeirİsa Keşmir’de Öldü mü?” kitabının İspanyolca baskısında (“¿Murio Jesus en Cachemira?”), yazar dilin Sanskritçe menşeini tanımaktadır:
“İnsan belki de Keşmirce olarak bilinen dilini İbranice ve Aramice’nin yakın akrabası olabilir mi? Buna yanıt kesin bir hayırdır. Keşmirce Sanskritçe’den gelir. Bunun tek bir açıklaması olabilir. Keşmir’e göç eden Yahudiler oraya dillerini getirdiler.” (sayfa 150)

Ülkesinde Hz. İsa’nın yaşamı konusunda bir otorite olan Keşmirli Profesör Fida Hassnain, “ İsa için Tarihi Arayış” eserinde şöyle yazmıştır: “Günümüzde Keşmirce % 30 Acemce, % 25 Arapça ve Sanskritçe %45 ve diğer dilleri içerir, bunların arasında % 9 İbranice de vardır.”

Adları geçen araştırmacıların tespitleri ve iddiaları arasında gidip gelmek yerine ortak değindikleri konuya bakmakta yarar vardır. O da Yahudilerin ne Tevrat’ta ne de Kuran’da geçtiği gibi Irak- Babil kökenli olmadıklarıdır.

İbrahim ve ailesinin Keşmir Eran şehrinin Jannist (Canncı- Cinci) rahiplerinden oldukları, Hititlilerin* kuzey Hindistan’dan, bahsi geçen barajların yarattığı sel tufanıyla helak olan ülkelerini terk ederek İran üzerinden Irak, Suriye, Mısır, Anadolu’ya kaçtıklarına bir kısmının da Avrupa’ya geçtiklerini kabule dair birçok tarihçi hemfikirdir.

*İ.Ö.2000-1100’lerde Anadolu’da büyük bir medeniyet kuran Hititliler beyaz renkli Hintliler olarak bilinirler. Keşmir ve çevresi olan Bölgenin “Hindikuş Dağları” adıyla bilinen bölge içinde olmasına Yahudilerin ırki kökenlerini, adlarının anlamlarını anlamak açısından dikkat edilmelidir. Kuş Kavminin yerleşim yerleri yukarıda açıklanmıştı.

Günümüzde köken bilimcilerce Beyaz Hintli- Blondy Gipsy- Sarı Çingeneler olarak adlandırılan Alman, Avusturya ve Hollanda Halkları ardıllarıdır. Büyük olan grupları Hitit İmparatorluğunu kurmuşlar diğerleri de Avrasya içinde yayılmışlardır. İbrahim’in ailesi de Babil’e yerleşen bir küçük bir grubudur. Ancak kovulma ile mi sel yüzünden mi geldikleri de ayrı bir tartışma konusudur.
Yahudilerin “soy kavgaları- ırkçılıkları” kadar derin, insanların içine işlemiş başka bir ırkçılık hiçbir kavimde yoktur. Bunun nedeni de kendilerini diğer kavimlerden aşağı gören Ham peygamberin soylarının da “kovulmuşlarından” olan Yahudilerin “soylarını beğenmeyen köksüzlerin” kendilerini kabul ettirme çabalarıdır. Başka Hemitik kavimlerde de böyle bir ırkçılığa rastlanmamıştır.
Böylece cinleri tanrı edinen, üstün bir tanrı tarafından yaratılmamış, itilmiş, kovulmuş Yahudilerin kendilerini aşağılanmalarından kaynaklanan, içine düştükleri acınası ”aşağılık soy kavgalarının” günümüz dünyasına kadar yansıması onlara acıyan kavimler açısından acı olaylarla sonuçlanmıştır ve bu yolda da sürmektedir.
Öyle ki Tavrat’ın bir çok bölüm ve ayetinde “diğer tanrılar ve cinler” asla inkar edilmediği gibi Azazel adlı bir çöl şeytanına da “törenle” keçi kurban edilmesi de emredilir.(Levililer 16;8,9,10.ayetler)
Gene Tevrat Yahudilere “eski taptıkları cin ve şeytanlara “ kurban kesmeyi, adamayı .(Lev.17:7) ve (Lev;17:14) te de hayvanın kanını içmeyi yasaklar.

Tevrat’ta cincilik ve ruh çağırma, büyücülük işleri (Levililer 19:31, 20:6 ve 20;27) de,  yasaklanmış ve taşlanarak toplumdan atılmayı gerektiren suçlar” olarak belirtilmiştir. Taşlama sırasında ölürlerse sorumluluk kendilerine aittir.
Şimdi ne yaşadığı tam olarak bilinen ne de bir mezarı olan, Tevrat veya Tora adıyla bilinen kutsal Yahudi kitabının ilk beş kitabını yazdığı sanılan,  kendi adından gelen Musevilik/ Yahudilik dinini kuran, M.Ö.13. ve 14.yy. larda yaşadığı Yahudileri Mısır’dan çıkardığı, sihir, büyüye dayalı bir çok mucizeyi gerçekleştirdiğine inanılan, Yahudi peygamberi/ tanrısı (Çıkış 4:16) Musa’nın adının her ne kadar “Sudan gelen” olarak Tevrat’ta geçse de (Çıkış/Exodus-2:10) bir de Grek kaynağına bakalım.

Tevrat- Mısırdan Çıkış. Bölüm.2: 10 “Çocuk büyüyünce, onu geri getirdi. Firavunun kızı çocuğu evlat edindi. "Onu sudan çıkardım" diyerek adını Musa* koydu.
*Çevirmenin Notu 2:10 "Musa": İbranice "Moşe", "Çıkarmak" anlamına gelen "Maşa" sözcüğünü çağrıştırır.
Tanrı Musa’yı tanrılaştırıyor;
Eksodus/Çık.4: 16 “O sana sözcülük edecek, senin yerine halkla konuşacak. Sen de onun için Tanrı gibi olacaksın.”
Çık.4: 17 “Bu değneği eline al, çünkü belirtileri onunla gerçekleştireceksin."

Elinde sihirli değnekle dünyayı değiştiren sihirbaz/ büyücü Musa!
Asayı taşıyan Musa’dır ama büyücü olan Musa mıdır yoksa tanrı mı?  Tanrıya karşı “inatçı” olmayan Firavun’u “inatçı” yapacağını söyleyen tanrıdır. Amacı da Yahudileri kurtarmaktan çok “şaşılası işlerini”  yani “mucizelerini” göstermek isteyen bir tanrı vardır. Böyle kolay amaçlar peşinde koşan bir tanrı olabilir mi? Olmamalıdır. Ama Musa böyle bir tanrıyı yazmıştır. Musa’nın tanrısı, tanrıdan ço son öğrendiği- geliştirdiği numaralarını göstererek para ve şöhret hedefleyen bir sihirbaz/ büyücü havası vardır. İşte ayet;

Exodus/Çık.7: 3- “Ben firavunu inatçı yapacağım ki, belirtilerimi ve şaşılası işlerimi Mısır'da arttırabileyim.”

 Evet, bu tanrı olamaz. Olsa olsa “firavun olması” kökeni veya kekemeliği yüzünden engellenmiş ve ülkeden kovulmuş, ülkesinin devlet adamlarına kin duyan, fakat gençliği boyunca piramit rahiplerinden büyücülük, sihir, yıldız falcılığı (astroloji), yıldız ilmi (astronomi), tıp, tarih, genel kültür vb. konularında çok iyi eğitim almış bir “büyücü/ prens” olabilir. Tevrat bu türlü basitliklerle doludur.
Tanrının mucizelerini Firavunun büyücüleri de gerçekleştirirler. Ancak tanrının verdiği asayı ağabeyi Harun’a veren Musa onları bastırır;
Harun'un Değneği Yılan Oluyor

Çık.7: 11 Bunun üzerine firavun kendi bilgelerini, büyücülerini çağırdı. Mısırlı büyücüler de büyüleriyle aynı şeyi yaptılar.
Çık.7: 12 Her biri değneğini attı, değnekler yılan oldu. Ancak Harun'un değneği onların değneklerini yuttu.”

Bu olayda mucizeden çok Musa çocukluğundan beri rahiplerden öğrendiği “sihir/ büyü” yeteneğini konuşturma havası vardır. Olay devam ediyor;
Çık.7: 13 “Yine de, RAB'bin söylediği gibi firavun inat etti ve Musa'yla Harun'u dinlemedi.”

Firavunun yapacağı bir şey yok. Ya tanrının ya da Musa’nın hipnozu altında “inatçı” hareket ettiği açık.
Tevrat’ta birçok tuhaflıktan birisi de Mısırdan çıktıktan sonra Yahudiler çölde susuz kalırlar ve Musa’ya da tanrısına da isyan ederler. İstedikleri sadece “su”dur. Tanrı onların bu doğal isteklerini bilmezmişçesine isyanlarından, serzenişlerinden dolayı onlara kızar, yok etmeye kalkar ve sonunda Harun ile Musa’ya dağdaki taştan su çıkarmalarını ve suyu da asayı kayaya “iki kez vurarak” çıkaracaklarını açıklar. Ardından Musa ile Harun, Yahudileri toplarlar ve kayanın yanına götürürler. Adamlar “susuzluktan“ kırılırken tanrı ise onlara “taştan su çıkartarak” mucize gösterme derdindedir. Ayeti okuyalım;
Çölde Sayım- Bölüm 20, Ayet 10; Say.20: 10 “Musa'yla Harun topluluğu kayanın önüne topladılar. Musa, "Ey siz, başkaldıranlar, beni dinleyin!" dedi, "Bu kayadan size su çıkaralım mı?"
Ayette ifade aynen bu ifadedir;

 “-Bu kayadan size su çıkaralım mı?”
Büyücü Musa Harun Kayadan SU çıkartırken

Be hey adam, sen, Mısır’dan getirip çöle attığın ve susuz bıraktığın zavallılara suyu ver de taştan mı kayadan mı topraktan mı çıkartırsın kimin umurunda?
Ama, mucizelerini göstermek için inançlı Firavunu bile “inatçı” yapacağını söyleyip, inatçı ve asi yapan, sadece “mucizelerini göstermek için” bütün Mısır halkını görülmemiş türlü felaketlerle yüzleştiren ve kendinin “tek tanrı” olduğunu kabul ettirme derdinde olan, üstüne üstlük kullarına karşı da güvensiz ve kinci olan, her şeyden de nem kapıp kızan, üzerlerine felaketler veren tam Haydar Dümenlik tedaviye muhtaç bir tanrı.
İşte bu tanrı Yahudi küresel sermayesinin de yeryüzü milletlerine “davranış modeli” olmuştur.

Ama bu olaylar günümüzün gelişmiş sömürgeci ülkelerinin, geri kalmış veya hedef ülkelerde en yeni silahları vererek kışkırttığı teröristlerle devlet adamlarını ve halklarını tahrik edip ardından onlara daha gelişmiş silah satarak onları soyarken kendi teknolojisini de yenileyen ve rakip olacak ülkeleri de sindiren siyasetine benzemektedir. Bu yarattığı kulları arasında adil olan, onları seven, koruyan (Rahim) bir tanrıya yakışmaz.
Kime yakışır?

Saltanatı kaybetmiş hırslı ve halkı etkileme gücüne sahip siyasilere yakışır. Musa da aynı zamanda “kovulmuş, kıskanç, öç alan, intikamcı” bir siyasidir. Diyelim ki Musa peygamber, o zaman tanrısı da gerçek tanrı değil, göksel sömürgeci cin/şeytan, insan dev bedeninde yaşayan kertenkele/ yılan yaratıklardır ki bütün dinlerde tanrılar zaten onlardır.
Tevrat’ın Âdem’ini yaratan da, cennetten kovduran da, asa iken yılan olup firavunun sihirbazının asa/yılanlarını yutan da, asayı Musa’ya veren de o yılandır.
Bu köleci, göksel emperyalistlere tapınılmalı mı yoksa savaşılmalı mı? Zerdüştlükte ilk yaratılan kadın ve erkek olan Maşya ve Maşyoi’nin ,“cinlere yaptıkları kölelikten çektiklerini yeni doğmuş çocuklarının da çekmesini önlemek, cinlere başka köleler yetiştirmemek için yemeleri” kadar bir direnişi gösterecek onur sahibi olamayacak mı bu insanlık?
Günümüzde Siyonizmin* savunucuları olan kıripto Yahudilerden oluşan Mason cemiyetlerinin loca başkanlarının hepsi “sihirbaz” olmak zorundadırlar!

*( Siyonizm=Kıyamette Siyon dağında tanrının önünde toplanacaklarına, ırklarının seçilmiş üstün ırk olduğuna, tanrının vereceği denizleri olmayan yenidünyada yaşayacak tek ırk olduklarına inanan Hıristiyanlıkla inançlarını birleştiren Yahudi tarikatı. III. Dünya savaşı hazırlıklarını bunlara bağlı Evangelist /Evagelist Hıristiyan tarikatı yürütmektedir. ABD’nin son 30 yıllık başkanları bu tarikattandır.)
Eski Grek kültünün kaynağı Hint ve Mısır kültüdür. Grek kültü Sümer, Mısır, Hint kültüründen derleme ve çarpıtmalardan oluştuğundan günümüzde bir kültür olarak kabul görmemektedir. Böyle de olsa bazı konularda temel araştırmalara kaynak olabilecek bir şeyler bulmak olasıdır. 
İşte Musalar;

MUSALAR; Eski Grek (Yunan) edebiyat, bilgi, müzik ve dans tanrıçaları olan Musalar tanrıların kralı olan Zeus ile Mnemosine’nin (Minemusine- Bellek) dokuz kızıydı. Bu tanrıçalardan, Kalliope destan şairlerinin, Euterpe flüt çalanların, Melpomene trajedi, Thalia (Tsalya) komedi yazarlarının, Erato aşk şairlerinin, Oplhymnia (Polhimniya) tanrılara sunulan ilahileri, Urania astronominin, ve dünyanın nasıl yaratıldığını merak edenlerin, Kleio (Kleyo) tarihçilerin ve Terpsikhore (Terpsikore) de dansın esin perisiydi.
Musaların önderi tanrı Apollon liriyle müzik çalarken Musalar da tanrıları eğlendirirdi. Eski Yunanistan’ın birçok yerinde Musalara (Cinlere) tapınılırdı. Parnassos ve Helikon dağları onlara adanmıştı. Her dört yılda bir adlarına bayramlar düzenlenen Musalar eski Grek resim ve heykel eserlerinde ellerinde müzik aletleri çalarken veya el yazmaları taşırken görülürler. Kynk. (Temel Britannica Ansiklopedisi 1992)

Bu yazının telif hakları / adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz'a aittir. Copyright of this artıcle is belong to adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz.

1 2 3