Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

7 Şubat 2012 Salı

YAHUDİ KÜLTÜ-YAHUDİLER CÜZZAMLI SÜRGÜNLER KAVMİ Mİ

YAHUDİLER SEÇİLMİŞ KAVİM Mİ? TOPLUMDAN ATILMIŞ CÜZAMLILAR MI?

Bu yazının telif hakları / adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz'a aittir. Copyright of this artıcle is belong to adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz.

1 2 3

Kutsal kitapları olan Tevrat’ın birçok yerinde geçen ayetlere dayanarak kendilerinin “tanrının seçtiği üstün ırk” oldukları inancına sadık olan ve dünyaya kendilerini böyle kabul ettirmeyi başarmalarında da Hıristiyanlık ve Müslümanlığın da onların kitaplarına dayanması sayesinde başarılı olan Yahudiler gerçekten “seçilmiş kavimler “ mi yoksa durum çok daha farklı bir boyutta mı?
Bu konuyu açıklığa kavuşturan hatta bu konuyu açmamızı sağlayan kaynaklar ise aşağıda adlarını ve haklarında yeterince bilgiler verdiğim kişilerin Hıristiyanlık öncesi çağlarda yazdıkları kitapların gün ışığına çıkarılmalarıyla verdikleri bilgilerin paylaşılması sebep olmuştur. Hele Mateno’nun yazdığı kitap Mısır’ın Pers ve Grek hâkimiyetinde bulunduğu çağlarda yazılmış olması açasından önemlidir. Malum günümüz Tevrat’ı “70” yıl süren Babil Sürgününden sonra rahip Ezra tarafından M.Ö.”510” yıllarında ezberden yeniden yazıldığı dönemlere çok yakın (M.Ö.III.yy.) olması açısından önem taşımaktadır.

Şimdi bahse konu yazının başkarakterleri ve yazarları hakkında kısa tanımları okuyalım;
Osarseph (Osarsef) veya Osarsiph (Osarsif) Mısır’ın peygamber Musa’ya karşılık gelen efsanevi bir şahıstır. Hikâyesi Ptolomeo (Eflatun) döneminde yaşamış olan Mısırlı tarihçi Maneto’nun yazdığı Aegyptiaca (Eciptiyaka-Mısır’ın Tarihi) adlı eserde yer almıştır. Ancak eser kaybolduysa da Yahudi tarihçi F. Josephus (M.S.I.yy.) ondan yoğun alıntılar yapmıştır. (Kimin neden çaldığı belli olmuş.)

Çok tartışılmasına ve ret edilmesine rağmen tarihi gerçekler insanların önünde durmaktadır. M.Ö. birinci ve ikinci yüzyıllarda, Tevrat’ın “Mısır’dan Çıkış” bölümünün “tersine çevrilmişi” olarak suçlanıp “Yahudi karşıtlığı” ile ilişkilendirilmiştir. Fakat Mısır bilimcisi Jan Assmann, efsanenin arkasında hiçbir kimse veya olayın kast edilmediğini ve zamanın travmalar yaratan olayları ile Akheneton (Amenophis IV)’un kayda değer icraatlarını dile getirdiğini belirtmiştir. Akenethon bilindiği gibi “Tek Tanrılı Dini” Mısır’da kuran ve “put ticaretini” ortadan kaldırarak devlet bütçesine zarar verdiği için rahiplerce öldürülen ilk firavundur.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında Maneto’nun Osarsif/Musa’nı okumadan önce sırasıyla yazarı Maneto ve onu yüzyıllar sonra gündeme getirerek başını Yahudilerle derde sokan Grek Apion’u tanıyalım;

Manetho (Manethon- Maneton); M.Ö.III.yy.da Ptolomeo döneminde (Grek dönemi) yaşamış Mısırlı rahip ve tarihçidir. Aegyptiaca (Mısır’ın Tarihi) adlı kitabı yazmıştır. Firavunların saltanat dönemlerinin kronolojik tarihleri ve Mısır’ın geçmişi hakkında deliller bulmak için Mısır bilimcilerinin çok sık başvurduğu bir kitaptır. Adının anlamı günümüzde kaybolmuşsa da “Thoth’un Sevdiği”,”Thoth’un Gerçeği”,”Neith’in Sevdiği”,”Neith’in aşkı” anlamlarına geldiği hakkında spekülasyonlar yapılmaktadır. Daha az kabul edilen anlamları arasında “Seyis, At çobanı”, “Ma’ani Djehuti-( MâniYehuti)” “Thoth/ Yahudiyi* Gördüm anlamları da vardır. Eski Grek kaynaklarından olan Kartaca ve Flavyus Josephus’un eserlerinde Manethônn Plato’da ve öteki Greklerde Manethôs, Manethô, Manethôs, Manethôn ve Manethoth olarak geçmektedir. Latincede Manethon, Manethos, Manethonus ve Manetos olarak geçmektedir.

*Djehuti, Tehuti, Jehuti tanrı Thoth’un adlarındandır ve bu adlar “Yahudi” demektir.

Maneto, Mısır’ın Grek Firavunları Ptolemi I.Soter (M.Ö.323-283) ve Ptolemi II.Filedelfiyus (285-246) saltanatları döneminde yaşamış olduğu M.Ö.241/40 tarihli Hibeh Papiri’de yazmaktadır. Ayrıca Aegyptiaca’nın da yazarı olduğu ve III.Ptolemi Euergetes (M.Ö.246-222) döneminde de yaşadığı belirtilmiştir. Kendisi Mısırlı olmasına rağmen, sadece Grek dilinde eserler vermiştir. “Heredot’a Karşı, Kutsal Kitap, Din ve Antik Kültür Üzerine, Bayramlar Üzerine, Kifi’nin Hazırlanması Üzerine ve Fiziğin Lezzeti” adlı eserleri vardır. Astroloji üzerine “Sothis’in Kitabı” adlı eser ona atfedilmiştir. “Aegyptiaca- Mısır’ın Tarihi” adlı eserinde Grek hanedan dönemini ve devletin gücünü anlatmıştır.
Kendisi Heliopolis’te güneş tapınağında bir rahip olup Ra dinine inanırdı. Syncellus’a göre tapınağın başrahibiydi. Osiris- Apis boğa kültüne dayanan Sarapis kültünde otoriteydi. Bu kült, Greklerin Mısır’a yerleşmelerinden sonra doğmuş Mısır/Grek inançları harmanı bir dindi.

Apion (M.Ö.20-MS-45-48); -M.S.I.yy.da Siva Oasis’de yüzyılın ilk yarısında doğmuş, Homer üstüne yorumlar yapan Sufi, Mısır/Grek dil bilimcisidir. Yahudilerin M.S.70’te Romalılarca sürülmelerinden önce ömrünü tamamlamış olan Apion, İskenderiye’de yetişti ve Caludius zamanında Roma’da bilinmeyen bir yere yerleşti. Çok sayıda yazdığı eserlerden hiç biri günümüze kalmadı. En çok bilinenleri “Androclus and the Lion –Androklus (Kaçak kölenin adı)ve Aslan” Aulus Gellius’ta korundu, diğeri de “Aegypiacorum (Mısır’ın Harikaları) dır. Apion’un Yahudi kültürüne yaptığı eleştiriler Josephusún “Against to Apion- Karşı Apion” yazısıyla cevaplandırıldı. Josefusun cevabında “Yahudiler inançları için ölmeye hazırdırlar” ifadesini “ölüm tehdidi” olarak algılamış olsa gerek ki Roma’ya adresi meçhul bir yere göçerek kendini emniyete almaya çalışmıştır. Eserlerinin “Anti-semitik” olması yüzünden Maneto’nun “Aegyptiaca’sının kaderini paylaşarak hiç birisinin bulunamaması da bu savı desteklemektedir.

Ayrıca, Dünya İmparatorluğunu henüz Roma’ya kaptırmış olan Greklerin kendi kültürlerini korumak için Yahudilere karşı verdikleri kültürel mücadelede Apion mükemmel bir kişilik olmasına rağmen ne yazık ki, Roma- Bizans’ın, İran Mitra/ Mehr ve Zerdüşt dinî kültür emperyalizminden kendisini kurtarıp kendilerine uygun yeni bir din kültürü yaratmak isteyen ve bunu Yahudi uydurmalarından temin eden Grek rahiplerinin Yahudi ürünü olan İsevilik/ Hıristiyanlığı devlet dini yapmaları yüzünden bu güne kadar batı dünyası bir Apion çıkarmış değildir. Hele Grekler, atalarının başlarını taşlara vurduracak derecede Hıristiyanlığa bağlanarak tam bir Yahudi mevalisi/ kölesi olmuşlardır. Aynen öteki kavimler gibi.


MISIR’IN MUSA’SI / OSARSİF’İN HİKÂYESİ;

Josephus’un “Against to Apion” adlı çalışması Maneto’nun Agyptiaca’sından çok sayıda alıntıya yer vermektedir. İlk olarak Hyksosların  (bu ad Maneto’ca verilmiştir) kovulmaları ve Judae/ Yuda’da yerleşmeleri ardından Jerusalem (Kudüs) şehrini kurmaları anlatılmaktadır. Maneto kendisi bu konuda herhangi bir tespit yapmazken, Josefus, Maneto’nun Hiksoslarının kovulmalarını Yahudilerin Mısır’dan Çıkışları olarak altını çizerek belirtmiştir.
İkinci olarak Osarfis’in hikâyesi ondan iki yüz yıl sonra anlatılmıştır. Josefus’a göre, Maneto, Osarfis’i Heliopolis’teki Osiris mabedindeki korkunç bir yüksek rahip olarak tanımlamıştır.

Şimdi Tevrat’ın şu ayetlerine bakalım;

Yar.43: 32 “Yusuf'a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yusuf'la yemek yiyen Mısırlılar'a ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler'le birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı.”

Yar.46: 33 “Firavun sizi çağırıp da, 'Ne iş yaparsınız?' diye sorarsa,”
Yar.46: 34 '”Atalarımız gibi biz de çocukluktan beri hayvancılık yapıyoruz' dersiniz. Öyle deyin ki, sizi Goşen bölgesine yerleştirsin. Çünkü Mısırlılar çobanlardan iğrenir."
Bu ayetlerin ışığında soralım da birisi bize açıklasın;
Günümüzün silikon vadisi adıyla anılan bilgisayar teknolojisi çağını değil, tarım, hayvancılık ile geçinen ve haliyle çobanlık ta yapan Mısırlılar, kendilerinin de yaptığı bir işten neden “iğrensinler”?
Yusuf ta onların bir “başbakanıdır” yani “köle baş vezirdir” ve ayette Mısırlıların Yusuf’la da yemek yemediklerine tanık oluyoruz. Yusuf’un “ayrı hizmet görmesi” ayet yorumlandığında makamından değil “iğrenç” bulunan yanından olmalıdır.
Çobanlık yapmayan başbakan Yusuf’un durumu düşünüldüğünde, Yahudilerin “iğrenç” olan yanları “çobanlık” değildir.
Öyleyse nedir?
Şimdi işin aslını kısaca F.Josephus’un yazılarından çıkardığım özetle biraz öğrenelim;

“Firavun Amenofis tapınaktaki tanrıları görmek ister ama kâtip rahipleri tanrıların onu kabul etmeleri için ilk önce tapınakları ve Mısır’ı cüzzamlılardan ve kirli insanlardan Mısır’ın temizlemesi gerektiğine ikna ederler. O da onlardan 80.000’ini doğu deltasındaki Hiksosların eski başkenti olan Avaris’e hapseder ve taş ocaklarında çalıştırır. Bölgeyi de onlara bağışlar. Bundan sonra cüzzam bulaştığı için sürülenlerin arasında katılan başrahip Osarsif onların önderi olur ve tanrılara ibadet etmeyi bırakmalarını kutsal sayılan hayvanları yemelerini emreder. Osarsif’e inananlar bunun ardından Hyksos’ları ülkeye davet ederler onların da yardımıyla firavun Amenifisi oğlu Ramses ile birlikte Nubiya’ya sürgüne sevk ederler. Firavun ve oğlunun sürgünde oldukları 13 yıl boyunca şehirleri, tapınakları, tanrıların heykellerini, büstlerini tahrip ederler ve tapınakları da mutfağa çevirirler, kutsal hayvanları ateş üstünde kızartırlar. Sonunda firavun ve oğlu Ramses dönerler, Hyksoslar ile cüzzamlıları kovarlar, eski dini de yeniden onarırlar. Hikâyenin sonuna doğru, Maneto, Osarfis’in sürgüne gittiği yerde Musa adını aldığını bildirir.”

Şimdi Yahudilerin gerçek kimliklerini, “piyasadan kaybettikleri kitaptan” alıntı yaparak Apion’a karşı yazmak zorunda kaldıkları bu iddianın doğru olup olmadığını kendi kalemlerinden, Flavius Josephus’un kaleminden okuyalım;

APİON’A KARŞI veya KARŞI APİON

“Karşı Apion “ latince “Contra Apionem veya İn Apionem” Josephus Flavius’un klasik felsefenin ve Yahudilik  (Judaism) dininin, Greklerin çok daha eski geçmiş geleneklerindeki algılanmasına karşı vurgulama yapmak ve savunmak için yazdığı ihtilaflı bir yazıdır.
“METİN”
Karşı Apion” Yahudi metinlerinin olduğu kitabın olduğu gibi görülmesini tanımlar. Yazıdaki çeviri metin F.josephus’un “Karşı Apion” yazısından seçilerek tarafımdan Türkçeye çevrilmiştir. Metnin ”El yazısı” ile gösterilen kısmı Maneto’dan yapılan alıntıları, düz yazı da F.Josephus’un görüş ve tespitleridir;


FLAVİUS JOSEPHUS’UN KARŞI APİON YAZISINDAKİ
HYKSOSLAR, OSARSİF VE YAHUDİLERİN KİMLİKELRİ ÜZERİNE
(1.Kitap’tan.)

8-“Greklerde de olduğu gibi birini yalanlayan ve onunla anlaşmazlığa düşen sayısız çoklukta kitaplara sahip değiliz ama eski zamanlara ait kayıtlar içeren sadece “22” kitabımız vardır. Bunların beşi Musa’ya ait olup, insanlığın kökenleri, gelenekleri, onun yasaları hakkında ölümüne kadar yazdığı ve ilahi olduğuna inanılan kitaplardır. Küçücük üç bin yıllık bir dönemin araya girmesi hariç Musa’nın ölümünden sonra Zerkses’ten saltanatı devralan Pers kralı Artakzerkses’in saltanatları boyunca gelen peygamberler on üç kitap yazdılar. Kitapların kalan dördü insan yaşamının idare edilmesi ve tanrıya ilahileri içermektedir.
Tarihimizin Artakzerkses’ten beri çok özel olarak yazıldığı doğrudur ama o cetlerimizce biçimlendirilmiş bir otorite gibi kabul edilmemelidir çünkü o zamandan beri peygamberlerin mutlak tahta geçmeleri olmamıştır ve geçtiğimiz çaplarda olduğu gibi milletimizin bu kitaplara ne kadar sadakat, güven ve sıkı bağlılık içinde olmaları yapabileceklerimizin kanıtıdır. Hiç kimse onlara ne bir şey eklemeye ne de çıkarmaya cesaret edememiştir ve bütün Yahudiler o ilahi ilkeleri içeren kitaba bağlılıklarını sürdürmeye ve uğrunda hemen gönüllü ölmeyi doğal görmektedirler”

14-(5.satırdan)…Simdi Maneto “Mısır Tarihi” adlı ikinci kitabında bizi ilgilendiren aiağıdaki ifadeleri yazar. Bizzat kendisini buraya şahitliğe getirmişçesine yazdıklarının hepsini kelimesi kelimesine yazacağım ;

Timaus adlı bir kralımız vardı, onun idaresi altındayken nasıl olduysa tanrı bizimle anlaşmazlığa düştü ve ülkenin doğu tarafında  kökleri “aşağı tabakaya” ait insanlardan oluşan bir topluluk, daha önce onlarla zarar verici bir savaş yapmamamıza rağmen yeterince gözüpeklik göstererek kuvvetle ülkemizi işgal etti ve kuvvetle bize boyun eğdirdi.

Onların idareleri altında yönetilirken şehirlerimiz yakıldı, tanrılarımızın tapınakları yıkıldı, oturanlar barbarca denecek şekilde kullanıldılar, kadınları ve çocukları köle edildi ve sürüldüler.
Bundan sonra içlerinden Salatis adlı birisini kral yaptılar ve Memfis’te yaşadı, aşağı ve yukarı bölgelerde onlarca özel olan yerlerde askeri birlikler kurdular ve haraçlarını topladılar.

Özellikle ülkenin doğu bölgesini emniyete almaya dikkat ederek, o zamanlar bir tehlike olan Asurluların saldırılarından ve işgallerinden korunmak için Saite Nomos’ta (Sethroite) Bubastik kanalın üstünde uzanan, teolojik olarak da saygı gösterilen çok özel bir şehir olan Avaris adlı bu şehri etrafını kalın duvarlarla çevirerek yeniden inşa ettiler ve hakimiyetlerini sürdürmek için garnizonlara iki yüz kırk bin savaşçı yerleştirdiler.

Salatis oraya yaz zamanı gelir, kısmen tahıl hasatından alır, kısmen paralı olan askerlerinin maaşlarını öder ve düşmanlarına korku vermeye çalışırdı. Bu adam on üç yıl boyunca hüküm sürdü ve ardından Beon adlı birisi kırkdört yıllığına saltanata geçti onu Apachnas otuz altı yıl yedi ay ile takip etti. Ondan sonra Apophis altmışbir yıl, Janin 50 yıl bir ay, Asis kırk dokuz yıl iki ay olarak saltanatı sürdürdüler. Bu, Mısırlılarla savaşmaya ve köklerini kurutmaya pek istekli olan krallarının ilk altılık grubunu oluşturmaktaydı.
Bütün bu milletin adı “Hyksos” olarak şekillendi ve adın ilk hecesi olan “HYK” kutsal metinlere göre “bir kral’a” işaret ettiğinden ve “SOS” hecesinin de “Çoban’a” işaret etmesinden dolayı  geleneksel şiveye göre “Çoban Krallar” anlamında “Hyksos” deniliyordu ama bazılarına göre bunlar Araplardı.”

Şimdi yazının bir başka kopyasında “Hyk” kelimesi “kral’a” işaret etmiyordu ve aksine “esir” anlamına geliyordu ve Mısır dilinde “Sos” kelimesinin “çoban” anlamına geldiği kesin olduğundan bunlara “Esir Çobanlar” deniliyordu. Bu açıklama eski tarihin şartlarına göre bana daha uygun bir tanımlama olarak görülmektedir.

Ama Maneto şöyle devam etmektedir;

“…Bu insanlar atalarını ve krallarını adlandırmadan ve çobanlar olarak çağırmadan önce Mısır’da beş yüz on bir yıl saltanat sürdüler.”  Bundan sonra der ki;

“…Mısır’ın öteki parçası olan Thebais (Tebes) Kralları olan çobanlara karşı isyanlar çıktı ve aralarında korkunç savaşlar oldu.” Daha da ileri giderek;
Alisphragmuthosis’in (Alişfragmutosis) krallığı zamanında çobanlar isyancılara boyun eğdiler ve Mısır’ın öteki parçası olan binlerce hektarlık bir yer olan Avaris’e sürülerek  kapatıldılar”. Maneto devam eder;

“…Çobanlar bu yerde büyük ve geniş duvarlarla çevrili bir şehir inşa ettiler, tapınaklarını kurdular, sahip olduklarını içine koydular ama Thutmosis’in oğlu Alisphragmuthosis, kendisiyle ittifak yapan dört yüz seksen bin adamıyla orayı zorla işgal ederek onları ülke dışına çıkarmayı hesapladı ama umutsuz olmasına rağmen kuşatmanın etkisiyle aralarında anlaşma oldu ve hiçbir zarar vermeden ülkeyi terk etmeyi kabul ettiler ve ailelerini, hayvanlarını ve her şeylerini yanlarına alarak gidecek yerleri olmamasına rağmen “her nereye olursa olsun”  buldukları bir yere yerleşmek amacıyla “iki yüz kırk bin’den az olmamak kaydıyla Suriye’nin vahşi yollarına düştüler. Asurluların korkusuyla Asya’da bir sömürge olan Suriye’de, bu gün Judea (Yuda) adıyla bilinen bir şehir inşa ettiler ve içine kendileriyle gelenlerin bir çoğunu yerleştirdiler  ve sonradan adına Jarusalem (Yeruşalim- Kudüs) dediler.”

Şimdi Maneto öteki kitabında devam ediyor;

“…İşte bu millet “Çobanlar” olarak çağırıldılar ve hatta kendi kitaplarında bile “esirler” olarak adlandırılmaktadır…

Ve onun bu hesabı doğrudur. Eski çağlardaki atalarımızın işbulabilmek açısından dolaşarak koyunlarını beslemeleri  yüzünden “çobanlar” olarak anılmaları doğrudur.  Nedensiz olarak atalarımızdan bazılarının Mısırlılarca Esirler olarak çağrılmalarına gelince, Yusuf’un, Mısır kralının esiri olduğu ve sonradan ve daha sonra Kralın izniyle Mısır’a kardeşleriyle yola çıkmıştır. Meselenin aslına bakılırsa onlar hakkında başka bir yerden daha kesin bir tahkikat yapacağım.

26- V eşimdi, söylevimi konunun başlıca yazarlarından birinden küçük bir alıntı yaparak onun şahitliğiyle bizim eskiliğimizi kanıtlayacağım ki elbette Maneto’yu kastediyorum. Kutsal yazılarından Mısır’ın tarihini yazacağına söz vermiş olan ve “boyun eğdirdikleri atalarımızın” Mısır’dan binlerce sayıda gelerek yerleştikleri yeri ve tapınaklarını şimdi Judea (Yuda) olarak çağırdıklarını itiraf etmiştir. Şimdiye kadar eski kayıtları takip etti ama bundan sonra, saltanat süresinin ne kadar olduğunu bile yazmadığı kurgusal kralı Amenofis zamanında Mısır çoğunluklu cüzamlılar ile hastalık bulaşmış bir çok kimsenin de bizlere karıştığını ve bunların ülke dışına sürülmeye mahkum edilmiş Yahudiler hakkında derlediği dedikoduları Tutmosis’ten beş yüz on sekiz yıl öncesiyle alakalı olarak fabl benzeri hikayesinde yazmaya başladığını göstermiştir. Onlar sürüldüklerinde Tethmosis kraldı.
Şimdi, Maneto’ya göre onun günlerinden bu yana araya giren kralların saltanatları 393 yıldır derken iki kardeş olan Sethos ve Hermeus, bunlardan Sethos’un öteki adlarından birisi de Egyptus’tu (Mısır- Mısır adını bu firavundan alır.) ve ötekinin Danaus ile Hermetus’tu demektedir. Hatta, Sethos’un Mısır’ın doğusundan dışa doğru sınırları genişlettiğini ve “51” yıl hüküm sürdüğünü ve ardından gelen en büyük oğlu Rhampses’in “66” yıl saltanat sürdüğünü de belirtmektedir.
Maneto, atalarımızın yıllar önce Mısır dışına bu şekilde sürüldükleri hakkında bizi bilgilendirirken kurgusal kralı Amenophis’i de bizlere tanıtırken der ki;

Bu kral, kendisinden önceki atalarından birisinin de yapmak istediğ gibi, Horus’un olduğu kadar öteki tanrıların da gözlemcisi olmayı istemektedir. Hatta, o adaşı olan Papis’in oğlu Amenophis ile arzusuyla bağlantı kurar ve gelecek hakkındaki bilgi ve akıldan ibaret ilahi tabiatı paylaşıyor gibi görünmüştür.”
Maneto ilave eder; “Adaşı  ona  sayıları “80.000”’i geçen cüzamlılar ve bedenlerindeki kusurları olan öteki kirlenmişleri Nil’in doğusundaki taş ocaklarına göndermesi, çalıştırmasyla geri kalan Mısırlılardan onları ayırarak ülkeyi temizleme kararıyla tanrıların memnun olacağını ve böylece kendisinin tanrıları görebileceğini anlatır.” İleride de şöyle devam eder;

Bazı bilge rahiplerden de cüzam bulaşmasıyla kirlenmiş olanları vardı” ancak akıllı ve peygamber olan Amenophis, bu insanlara kötü muamele ve tecavüzkâr davranışlarda bulunulduğunda tanrıların krala kızacağından korkuyordu ve gelecekle ilgili sağduyusuna dayanarak birilerinin bu zavallıların yardımına gelebileceklerini, hastalık bulaşmış bu zavallı adamcağızların kendilerine yapılacak zorbalıklar yüzünden isyan ederek ülkeyi “13” yıllığına teslim alacak bir isyana kalkışabileceklerini ve ülkeyi teslim alacaklarını sağduyusuna dayanrak gelecekle ilgili böyle bir tespitte bulundu ve ileride bunu notlarına ekledi. Her nasılsa Krala bu şeylerden bahsetmemeyi uygun gördü ve bütün bu konular hakkında ardında bazı yazılar bırakarak kendisini öldürdü ve kralı yüreği yanık bıraktı.” Bundan sonra kelimesi kelimesine şunları yazar;

“ Bundan sonra taş ocaklarında çalışmaya gönderilenler uzun bir süre bu üzücü yaşamlarına devam ettiler ve Kral, terkedilmiş çobanların korunup yaşadıkları Avrais şehrini onlara bahşetmekle iyilik ettiğini düşünerek ülkeden ayırmaya karar verdi. Eski teolojiye göre bu şehir şimdiki Typho’nun (Tifo) şehridir.
Fakat bu insanlar o şehrin içine girdiklerinde adı Osarsiph/Osarsif (Osiris’den türetme-Osiris’in oğlu gibi))  olan Hellopolis’li rahibin idaresinde kendilerini isyana uygun bir ortamda bularak şaşırdılar ve ondan gelen her şeye inanmaya, onun dediklerini yapmaya yemin ettiler. Daha sonra rahip onlar için yasalar yaptı ve kendi birliklerine katılanlar dışında hiç kimseye acımayacaklar,artık ne eski Mısır tanrılarına ibadet edecekler ne de kutsal sayılan hayvanlara saygı göstereceklerdi ve hepsini yıkıp, yakıp öldüreceklerdi.

İkinci Ramses'in "Bulaşıcı Hastalıklı İsyancıları"
Cezalandırması resmedilmiş!
Mısırlıların temel ilkelerine karşı olan bazı benzer yasalar da yaptıktan sonra şehrin duvarlarını inşa eden ellerin çokluğuna güvenerek onlara kral Amenophis’e karşı savaş açmaya hazır olmalarını emretti. Kendisi gibi kirlenmiş olan öteki rahiplerle de işbirliğine girişerek Tefilmosis’den sürülenlerin yaşadığı Jerusalem’deki  (Kudüs/ Yeruşalim) çobanlara elçiler gönderdi. Onlar vasıtasıyla böyle aşağılayıcı muameleye mazur kalanların yaşadığı ülkedekileri de kendi durumlarından haberdar etmiş ve onları Mısır’a karşı açılacak şavaşa kendi rızalarıyla katılmaya davet etmişti. Hatta onlara eski şehirleri olan Avaris’i vereceğini, haklarını korumak için savaşacağını, onlara çokluklarına rağmen hak ettikleri bakım ve yardımları sağlayacağını ve kolayca ülkeyi idarelerine alacaklarına da söz vermişti. Çobanlar bu habere çok sevinmişlerdi ve yürekten gelen coşkuyla bir anda “200.000” kişi bir araya gelerek Avrais’e geldiler.

Ve şimdi Papis’in oğlu Amenophis’in önceden gördüğü ve kendisine anlattığı  büyük karışıklığa işaret eden bu isyancıların işgallerinden kral Amenophis haberdar edilmişti. İlk olarak kral Mısırlıların çoğunluğunu topladı, bir meclis kurdu ve önderlerini öncelikle tağınılan kutsal hayvanları tanrıların heykelciklerini saklamak için tapınaklara gönderdi ve özellikle öteki adı da babası Rhampses’ten adını alan Ramasses olan oğlu Sethos’u rahipleri bu konuda açıkça uyarmak için yola çıkardı.Ama o beş yaşında bir çocuktu.

Ardından kendisi de düşmanla buluşmak üzere geriye kalan Mısırlılardan “300.000” kişilik bir savaşçı birliğini oluşturmaya devam etti. Tanrılara karşı savaşmış olacağını düşünerek savaşa girmeyi tercih etmedi ve Memfis’e gelerek Apis ve kendisine gönderilen öteki kutsal hayvanları da alarak çoğunluğu Mısırlılardan oluşan bütün ordusu ve çok sayıda Mısırlılarla birlikte, idaresinde bulunan, kendisi ve beraberindekilere yiyecek, barınma ve her türlü destek sağlayacağına inandığı Etiopya’ya doğru yola çıktı.

Hatta, bu on üç yıllık felaket ile sonuçlanacak olayın başlangıcı nedeniyle gelen sürgün nedeniyle köyleri ve şehirleri de paylaştırdı. Üstelik, Mısır sınırı üzerinde kral Amenophis’i korumak üzere Etiyopya ordusundan bir kamp kurdu. Ve bu Etiyopya’da olan şeylerin ifadesiydi.
Kirlenmiş Mısırlılarla birlikte gelerek ülkeyi yakıp yıkan, kutsal tanrı idollerini kıran, tapınılan kutsal hayvanları (Öküz,keçi,timsah, babun maymunu, ibiş kuşu, kedi gibi)  öldüren, mangallarda kızartan ve onları öldürmeleri ve de kızartmaları için rahiplere baskı yapan bu Jerusalem’li ler olmasaydı, onları kolayca kutsal şeylere saygısızlık ve zarar vermekten dolayı suçlayarak ülkeden kovabilirdi.

O yasaları koyan ve siyaseti yürüten, adı Osarsiph (Ozarsif/ Osarsif) olan Hellopol şehrinin tanrısı olan Osiris mabedinden Heliopolis doğumlu rahibin bu insanlarla gittiğini ve adını değiştirdikten sonra Musa adıyla çağırıldığı da krala rapor edilmişti.”

27-Kısaltmak için bazı yerlerini çıkardığım daha bir çok şeye göre Mısırlıların Yahudilerle alakaları böyle anlatılmaktadır. Ama Maneto gene anlatmaya şöyle devam eder;
Bundan sonra Amenophis büyük ordusuyla Etiyopya’dan geri döndü ve ordunun diğerini oğlu Ahampses’e verdi, kirlenmişler ve çobanlarla savaşa girdi büyük bir çoğunluğunu öldürdü ve kalanlarını Suriye sınırına kadar takip etti”. Bu ve bunun gibi daha neler Maneto’ca yazılmıştır.

31-Şimdi Maneto ile Musa hakkında yapmam gereken bir tartışmam kalmıştır. Şimdi Mısırlılar onun harika,ilahi bir kişilik olduğunu bildiriyorlar ama işin en terbiyesiz ve inanılmaz manada onu Heliopolis’li ve ora doğumlu bir rahip yapıyorlar ve cüzzam bulaştığı için onu ülkeden bu günkü yaşadığımız yer olan Judae’ya  cetlerimizi Mısır’dan getirdiği tarihten tam “518” yıl önce kovuyorlar. Ancak onunla aynı çatı altında yaşamış ve hastalık bulaşmış olması olası olan ötekilerini de orada bırakıyorlar.
Resmi olarak Osarsiph olan adını Moses olarak değiştirdiğinden bahsediyor ki Mısırlılar suya “Moil” derler ve gerçek adı olan Musa’da buna daha yakındır. Maneto’nun kötü niyeti olan kişilere güven vermenin dışında hiçbir işe yaramaycak gerçek tarihle uyuşmayan yanlışlıklardan oluşan böyle gülünç yazıları yazmak için neden tarihi kayıtları kullanmayı tercih ettiğini onları neden çarpıttığını sorgulamak gerekir.

32-V eşimdi ben de Maneto gibi yaptım. Cheremon’un (Şeremon) dediklerini sorgulayacağım. Mısır tarihini yazıyor gibi yapan Maneto’nun yaptığı gibi aynı adlı kralı yani Amenophis’i  ve oğlu Ramasses’i yazan kişiyle devam edelim;
Akeneton/ Amenofis
Amenophis uykudayken tanrıça İsis belirdi ve savaşta yıkılan tapınağına karşı günah işlendiğini belirtti. Ama kutsal kâtip Phiritiphantes ona böyle korkunç bir hayaletin çıkması durumunda Mısır’daki bütün kirlenmişlerin temizlenmesi gerektiğini söyledi. Amenophis bu hastalıklı olanlardan “250.000” tanesini seçerek ülke dışına çıkarılmasını istediğinde Musa ve Yusuf onun kâtipleriydi ve Yusuf “kutsal kâtip’ti” ve Mısır dilinde adları, Musa’nın kisi “Tisithen” (Tisitsen) ve Yusuf’unkisi  “Peteseph” (Petesef) idi ve ikisi de Pelusium’a karşılık geliyordu ve “380.000” rastgele seçilenle birlikte Amenofis tarafından Mısır’ın içinde bırakılmamak üzere çıkarıldılar. Bu kâtipler aralaarında birlik oluşturdular ve Amenophis’in karşı koyamayacağı bir sefer başlattılar o da Etiyopya’ya sığındı, çocuğunu ve karısını orada bırakarak yanında dördüncü oğlu Messene ile mağaralara gizlendi. O çocuk büyüdüğünde Yahudileri Suriye’ye kadar izledi ve sonra babası Amenofis’i Etiyopya’dan aldı.”

34- Maneto ve Cheremon’un hesaplarına Lysimachus’un önceki anlatılanlara benzer bir hikâyesini anlatarak milletimize olan kin ve düşmanlığın nasıl inanılmaz belge sahtekârlıklarıyla planlandığını ortaya koyacağım. Sözleri aynen şöyledir;
Mısır kralı Bocchoris’in (Bokçoris) günlerinde Mısır’da beliren kıtlık, salgın hastalıklardan etkilenmiş olan Yahudilerin halkından bir çoğu cüzamlı ve uyuzlardan ve de bazı öbür tür rahatsızlıkları olanlardan oluşuyordu ve tapınakların önüne akın ederek yiyecek dileniyorlardı. Bunun üzerine Mısır’ın kralı Bocchoris kıtlık konusunda danışmak üzere Jüpiter’e tapınan kâhin Hammon’a birilerini gönderdi.
Kâhinden alınan bilgiye göre, tanrının istediği şuydu; “Tapınağını kirli ve dinsiz kimselerden, onları tapınaklardan çöllere kovarak temizlemeliydi ve cüzzamlı ve uyuzların da onlarla birlikte sürülerek tapınakları temizlenmeliydi, güneş yaşamlarında ızdırap çeken bu insanlara kızmıştı ve böyle yapıldığında toprak meyvelerini geri getirecekti."
Kâhinden bu kehaneti aldıktan sonra Bocchoris rahiplerini ve inananlarını çağırdı ve kirli hastalıklı insanları toplayarak askerlere teslim etmelerini, çöle taşımalarını ancak cüzzamlı olanların kurşun levhalara sarılarak denizin dibine atılmalarını emretti. Böylece cüzzamlı ve uyuzlar boğulup ölecekler ötekileri de çöllerdeki yerleirnde sırayla yok olmaya mahkum olacaklardı.
Bu durumda ne yapabileceklerini belirlemek için bir danışma meclisi kurdular gelmekte olan gecede lambalar yakılarak araştırmalar yapılacak, her yer gözlenecek, bir sonraki gece daha da hızlı olunacak ve onların teslim almalarıyla da tanrıların öfkesi yatıştırılacaktı.

 (Tanrılar insan kanı, kalbi ve beyni yemeyi, yakılmış insan eti kokusunu çok severler.Allah’n Tevrat’Ta İsmail’i “yakmalık sunu” olarak isetidiğini okuyoruz. Çevirmenin notu.)
İshak veya İsmail'in kurban edilme sahnesi!

Ertesi gün onlara nasihatte bulunan bir Musa vardı ve onlara “yolculuğu göze almalarını”,yerleşecek uygun bir yer buluncaya kadar yola devam etmelerini nasihat etti ve onlara; hiçbir insana kibar, yardımcı olmamak, tavsiyenin en kötüsünü vermek, altında toplandıkları tanrıların tapınakları ve mihraplarının tümünün altını üstüne getirip tahrip etmelerini emretti ve herkes buna kendi rızalarıyla uymaya ve çöle seyahat etmeye karar verdi. Yolculukları sırasında geldikleri yerleşim birimlerinde tapınakları yaktılar, insanlara kötü davranıp tecavüzlerde bulundular ve Judae (Yuda) adlı bir yere geldiler ve orada bir şehir inşa ettiler, içine yerleştiler ve tapınakları soydukları, yağmaladıkları için Hierosyla (Hiyerosila) adını verdiler sonradan bu şehrin adının kendilerine uymayacağını düşünerek “Hierosolyma (Hiyerosolima-“Güneş”-Tapınak Soyguncuları- Hiyero Süleyman-) olarak değiştirdiler ve kendilerini de Hierosolymites (Hiyerosolimatlar) dediler.

(Karşı Apion 2:8)
Öteki insanların da peygamberi olması sebebiyle Apion der ki; “Antiokus/ Nemrut bir gün tapınağımızda yatağın üzerinde uzanmış, üzerinde denizin balıklarından kuru toprakların kümes hayvanlarına kadar çeşitli leziz yitecekler bulunan önünde küçük bir masa bulunan bir adam bulmuş ve adam hemen dizleri üzerine çökerek salıverilmesi için yalvarmaya başlamış. Kral ona oturmasını, kim olduğunu orada neden oturduğunu, böyle yürek parçalayıcı iç geçirmeleri, gözlerinde yaşları ile içinde bulunduğu durum hakkında rahatsızlık yaratan şikayetler yapmasıyla masadaki çeşitli yiyeceklerin ne anlama geldiğini sormuş.
Ve adam kendisinin Grek/ Yunan olduğunu, bu eyalete geçimini sağlamak için geldiğini ve birden yabancılar tarafından tutularak tapınağa getirilip içeri kapatıldığını ve kimseye gösterilmediğini ve önceden yapılmış sinsi planla, görünüşte büyük bir ikram gibi görünen leziz bol yiyecekler verilerek şişmanlatıldığını, bir ara yanına gelen hizmetçilerden ona söylenmemiş bir Yahudi yasasına göre bütün yıl boyunca onu şişmanlatıp bir ormana salacaklarını ve öldürerek ayinlerinde kurban edeceklerini, bağırsaklarının tadına bakacaklarını ve her yıl bir Grek yabancıyı böyle yakalama adetlerinin ve Greklere düşmanlıklarının olduğunu ve sonunda vücudunun kalan parçalarının da bir çukura atılacağını öğrendiğini anlatmıştır.”

Böyle bir hikâye zalimlik ve terbiyesizlikten başka hiçbir şeydir. Greklere karşı sinsi işbirliğine gizlice yemin etmek ve onlara tuzak kurup kanlarını akıtmak nasıl olabilir? Ya da Apion’un yaptığı gibi bütün Yahudiler nasıl olur da bir araya gelerek bir insanı kurban ederler kanını akıtırlar ve bağırsaklarının tadına bakarlar ve o adam binlercesine nasıl yetebilir? Ya da nasıl olur da kral bu adamın her kim veya her ne adı taşıdığına dikkat etmeden büyük bir törenle onu gerisin geriye ülkesine göndermez?
Bu vesile ile kendini dindar ve Greklerin büyük dostu olarak sayan ve bu sayede kendisini nefret edilen Yahudi doğumlulara karşı bütün insanlığın büyük yardımlarını sağlayan biri olarak görmek istemekteyiz. Ama şimdi bunu bırakalım ve “kendilerini onlara karşı yapan şeylere başvurmak” için, aptalları kandırmanın çok özel yolu olan “ kelimelerin çıplak anlamlarını” kullanmayalım.”…


Ama Yahudilerin "Cüzzamlı ve bulaşıklı Kavim" olmaları Osmanlı'da da tartışılmış bir konudur. Evliya Çelebi bize 350 yıl geriden bunu bildirmektedir;


Yahudilerin (Musa) Cüzzam Sorunları;
Hazreti Musa beyaz elini ve tecelli görmüş nurlu vücudunu halktan saklardı. Bu yüzden halk;
-“Musa’nın vücudunda CÜZZAM” var derlerdi.
Bir gün Musa elbiselerini bir taş üstüne koyarak Nil’e girdi. Çıkıp elbiselerini almak istediği vakit taş yürüdü. Musa arkasından koştu. Böylece şehre çıplak olarak girince halk onun vücudunda bir hastalık olmadığını gördüler. Hz. Musa asasıyla “12” kere vurdu. Taş dile gelip;
-“Ya Musa, ben Allah’ın emriyle şehre girdim ve halkın seni çıplak görmesini teminettim! Dedi. Hz. Musa da;
-Ya taş bilmedim sana vurdum, hele dervişe dervişan! Deyip özür diledi….” (Seyahatname C-3,S-206)
Gene Evliya Çelebi, Süphan Dağının özelliklerini anlatırken Yahudilerin "Hastalıklı kavim olmalarınına "dokundurmadan edemez ve "kısa bir cümle ile bunu yapar;
"-Bu yüksek dağ üzerine Yahudi kavmi çıksa Allah’ın emri ile ödleri patlar." Demektedir.
 



Olaydan Çıkartılan Sonuç

Devlet Eliyle Tamamen Dinde Reform Operasyonudur. Şöyle ki, Muhtelif bulaşıcı hastalıklarla kirlenmiş olanlar, tanrıların kararıyla ülkeden kovulduklarına ve tanrıların onları terk etmiş olmalarına inandıkları için yazılmış bütün vandalizmi ve barbarlıkları yapmışlardır. Hele kökleriniz asırlarla ifade edilen bir rahip ve firavun ailesine dayanır da, Musa gibi “Osiris’in oğlu” anlamında yorumlanabilecek bir ada sahipken birdenbire “toplumdan atılma kararının mağduru oluyorsanız” olayın şokuyla sadakatin nefrete dönüşmesi olan bu ruh değişimi olayını ister istemez tecrübe edersiniz.
Her üç yazarın anlatımında ortak olan Firavunun onlarla savaşmadan ülkeyi terk etmesi de rahiplere verilen önemi ve onlardan gelebilecek tehlikelere karşı olan korkuyu da simgelemektedir. Sonuç olarak bu istenilmeyen olay kıtlıkla birlikte ortaya çıkan salgın hastalıkların yayılmasından kaynaklanmıştır.
Tapınakların temizlenme konusunu da şöyle açıklamak gerekir. Eski çağlarda insanlar doğuracak kadından geçmeyen ağrılı, rahatsızlık verenine, veba, cüzzamdan v.b. uyuz hastalığına ve akla gelebilecek her türlü hastalığa karşı yöredeki şifacılardan fayda bulamayanından şifacıya gitmeden doğru tapınağa gidenine kadar herkes tapınağın bahçesine gider, gidemeyenler götürülür bırakılırlardı. Orada yatarak tanrının mucizevi şekilde onları tedavi etmesini beklerlerdi. Bir şekilde iyileşenler mutlu, tanrının sevgili kulu olduklarına inanırlardı, ölüp gidenler de durumlarına göre yorumlar yapılarak değerlendiriliyorlardı.
İşte tapınakların bu özellikleri yüzünden ölümcül bulaşıcı hastalıklar kolayca yayılıyor, hızla ve kolayca artıyordu.

Firavunun rüya görmesi, kâhinin kehanetleri bunlar halkı ikna etmek için kullanılan dini materyallerden başka bir şey değildir. Firavun yani devlet, tapınakların artık fayda değil hastalık yayma merkezi olduğunu görmüş ve bu yapının değişmesi kararına varmıştır.
Devlet, toplum sağlığını tehdit eden bu dini yapılanmadan kurtulmak için gene “dini gerekçeleri” kullanırken, işsiz kalan rahip, rahibe ve tapınak ruhbanları da doğal olarak karşı savaş başlatmışlardır.
On dokuzuncu yüzyıldan bu yana sürdürülen arkeolojik kazılardan çıkarılmış papirüs metinlerinden kil tabletlere ve lahit içi yazılara kadar belgelerden edinilen bilgilere göre de gerçekten Firavun Akeneton döneminde bu yönde bir çalışma olduğu kesin olarak tespit edilmiştir.
Bu olayda şahit olduğumuz gerçek tamamıyla Akeneton döneminde gerçekleştirilen ”dinde reform” operasyonudur. Böylece Yahudi Tevrat’ının anlatımındaki ustalığın da sırrının iyi yetişmiş bir tapınak rahibinin derin bilgisine dayalı olmasındandır.

Yahudilerin Apion’a karşı duyguları ne olursa olsun ama bu ihtilaf bazı gerçekleri ortaya sermiştir;

1-Yahudiler, bu hikâyeyi üstlerine alınarak doğrudan kendilerinin “üstün ırk-tanrının seçtiği kavim” değil de “cüzzamlılar ordusunun soyu” olduklarının anlaşılmasından endişeye düşmüşlerdir. İnsanın bulaşıcı ve öldürücü bir hastalığa yakalanması çok doğal olmasına rağmen, Yahudilerin hastalığa yakalanmış, zenci veya öteki milletlerden oluşan kölelere ve yerli Mısırlılara dayanan soylarını inkâr etmeleri anlaşılır bir şey değildir. Yahudilerin kökleriyle ilgili olarak Cheremon ve Lysimachus gibi adları da Josephus’un ilavesinde gördük. Özünü değiştirmeycek şekilde farklılıklara rağmen hikayeler aynıydı.
Bu durumda Yahudilerin kökleriyle ilgili olan bu metinler üstü örtülmüş gerçekleri ifade etmektedirler.

2-Maneto ve başkalarının da kitaplarını çalarak bilgiyi saklamışlar, başkalarının kendilerini anlatan gerçekleri okuyup öğrenmelerini engellemişlerdir. Bu sayede yalanlarına inanılacak “rakipsiz kültür ortamı” yaratmışlardır.
Cüzzamlı bir ayak resmi

3-Yok ettikleri kutsal hayvanların kutsallıkları, Mısır gibi ekvator ikliminde her türlü zararlı canlının kolay ürediğinden bu hayvanlar onları yiyerek halkı zararlı hayvan istilalarından koruyorlardı. Mısır tanrılarının çoğunun Kartal, İbiş kuşu (Kelaynak kuşu/ Kara Leylek), doğan şahin, kedi, aslan gibi yılan, çiyan, akrep gibi zararlıları tüketen hayvanlar olmalarından gelmektedir. Onlara verilen zararlar da “toplumdan kovulma cezası” mağduru olmuş asilinden kölesine çok sayıda insanın içlerine düştükleri durumu hazmedememelerinden kaynaklanmaktadır.

4- Yahudilerin neden diğer halklara kolayca karışamadıkları ve çölde “kırk yıl dolaşma” cezasına çarptırıldıkları da böylece ortaya çıkmıştır. Cüzzamlıların ve öteki bulaşıcı hastalık taşıyanların  içlerinden sağlıklı nesilleri seçilerek çölde “yeni bir kavim” yaratılmıştır. Hastalıklı olanların ölerek tükenmeleri beklenmiştir. Bu büyük icraat ta ancak bilgili Musa ve onunla birlikte olan öteki rahip ve asiller gibi bir önder kadrosuyla gerçekleştirilebilirdi.

5-Yahudilerin “üstün ırk” saçmalıkları da asırlardır yaşadıkları bölgede “cüzzamlılar” diye iğrenilmelerinin bir “ruhsal bozukluk” olarak bilinçaltlarına yansımasının sonucu olduğu tartışma götürmez bir gerçek olarak bu efsaneyle ortaya çıkmıştır. Toplumdan kovulmuş olmaları onları onarılmaz bir “ırkçılık” akımı içine sürüklemiştir.

6-Tevrat’ın şu ayetini bir okuyalım; Yar.43: 32 “Yusuf'a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yusuf'la yemek yiyen Mısırlılar'a ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler'le birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı.”

Ayette görüldüğü gibi, Yusuf bir başbakan/ Baş vezir (Köle başbakan) olmasına rağmen Mısırlılar ne Yusuf’la ne de Yusuf’un kardeşleriyle yemek yememişlerdir ve bunu “iğrenç” saymışlardır. Nedeni de “cüzzamlı soyundan” gelmelerinden başka ne olabilir ki? Oysa bu ayetin devamında “Mısırlıların çobanlardan iğrendikleri” belirtilerek Mısırlılar resmen karalanmış, insanların gözünde düşürülmüştür. Oysa Osarfis’in yazarı Maneto’nun adının anlamlarından birisinin de “At Çobanı-Seyis” olduğu gerçeğidir. Tanrıların ve kralların bile “insanların çobanı” olduğunu yazan dinlere inanan, tarım, hayvancılık ve çobanlıkla geçinen Mısır’da nasıl olur da “çobanlık” iğrenç meslek olur?
Mısırlılar Silikon vadisinde yaşamıyorlardı. Onlar da çiftçi ve çobanlardı.
Bu el işi örgü motifleri de bunu doğrulamaktadır.

Elbette açıklaması işte bu “Osarfis” efsanesi olunca her şey yerli yerine oturmaktadır.
Musa’nın ve tanrısının neden Mısır’ı “düşman” olarak gördükleri de bu sayede ortaya çıkmıştır. Yahudilerin her şeylerinin komşu kavimlerden çalınma ya da işgalleri altında yaşadıkları dönemde kendilerine yapılan dayatmalardan ibaret olduğu ortaya çıkmıştır. İsrail asla bağımsız olmamıştır ve Tevrat bağımsız ortamda yazılmadığı gibi, başka kavimlerin efsanelerinin Yahudilere göre uyarlanması olarak karşımızda durmaktadır.

7- Yahudilerin ne İsmail ne Lut ne Kenizeliler ne Amorlular ne Hititlilerle ne de Semitik Araplarla ve Greklerle asla akrabalıkları yoktur.

8-Bütün yaptıkları kendilerinin açıklarını keşfeden aydınları tehdit etmek, öldürmek veya bir şekilde aşağılamaya dayalı sinsi komplolarla varlıklarını sürdürmek olduğu Apion’a yazdıkları tehditkâr yazıdan da açıkça anlaşılmaktadır.

9-Ülkemizde salak Osmanlı padişahlarınca devletin teslim edildiği bu adamların seçkinleri gizli açık dışardaki Mason yapılanmalarına ülkeyi peşkeş çekmiş, insanımızın cahil bırakılmasından emperyalizmin köleliğini kabul etmesine kadar her pisliğin içinde olmuşlar, Kürtleri ve Tatarları Yahudi olduklarına inandırarak komşularına düşman etmişlerdir. Yüzyıllardır akıtılmış sayısız masum kanın sorumluları bu işleri örgütleyenlerdir.

10-Televizyon, sinema, yazılı medyada sürekli olarak “soyluluk” kavramını utanmadan öne çıkararak halk arasında olmayan “sınıf farkı” yaratarak insanları bölmüşlerdir.

11-Josephus’un yazısı, Yahudilerin İran himayesindeyken İran etkisinde Tevrat’ı yazdıklarını da itiraf etmesi, “Değişmiş Tevrat” iddialarını da doğrulamaktadır.

12-Soy davası güdenin soyuyla sorunu vardır” tespitim de böylece bir kez daha kanıtlanmış oldu.

13-Akeneton ((ack-en-AH-ten) Mısır firavunları içinde sadece tanrı “Aten’e, ”Güneş diskine” tapınmayı şart koşarak “tek tanrıcılığı” başlatan ve bu yüzden öldürülen tek Mısır Firavunudur. M.Ö.1350’de iktidara geldiğinde bütün tapınakları kapatıp, rahipleri işsiz bıraktığı, tanrıyla sadece kendisinin iletişim kurabileceğini, tanrıdan dileği olanların kendisine bakmasının yeterli olacağı ilkelerini getirerek M.Ö.1346’da Amarna’da Aten tapınağını yaptırmış ve kendisini “tek rahip” tayin etmiştir.
Firavunların ve eşlerinin öldükten sonra “tanrı” olacakları inancına sahip Mısır toplumu için geliştirdiği “kendisi ve eşi Nefertiti’ye” tapınılmasından ibaret inanç sistemi günümüze göre kusurlu da olsa hiç te yadırganacak bir “tek tanrıcı” din değildir.

Bu durumda işsiz kalan sihirbaz kekeme rahip (Tevrat’ta Musa kekemedir) Osarfis’in Akeneton’a düşmanlığı hiç de anlamsız değildir. Bu durum da Yahudilerin önceden neden “putlara” taptıklarını açıklamaktadır. Yani Musa tam bir “sihirbaz ve putperestpiramit rahibiydi. Tevrat’ın günümüzdeki haline İran dönemindeki Zerdüştlük etkisiyle gelmiş olması gerekir.


Evliya Çelebi'nin de verdiği bilgiler ışığında Maneto'nun tespitlerinden kuşku duymanın yersizliği ortadadır. Yahudilerin, Mısır'dan çıkışlarında eski kavimlerin çok daha eskilere dayanan dinlerini kopyalayıp kendilerine göre yorumlayarak "uyum sağlamak ve kendilerine "kök yaratmak" için Tevrat, Zebur dahil kitapları, İbrahim, İshak, İsmail gibi kutsal kişilikleri kendilerine uyarladıkları ortadadır.

-Allah aşkına bu Yahudilerin neresi “Sam soyu” yani “Semitik”?
İnanın bunlar kuraklık yüzünden 2300 yıl önce yurtlarını terk etmiş, kendilerine özgü yaşam biçimlerini koruyan sanatkâr çingeneler bile değiller.

Günümüz Hıristiyanları, tanrıları olan İsa/ Hristos/ Christ’in başının arkasına koydukları bir güneş halesiyle halen Akeneton’un Aten güneş diskine tapmaktadırlar.
Yahudi kitabı Tevrat Mısır tanrılarından adlarından bazıları “Djehuti/ Jehuti (Yehuti- Yahudi)/Yahweh (Yılan)” olan ve eski Mısır dilinde ululuğu üç kez “wr, wr, wr=Ulu, Ulu,Ulu” olarak belirtilmiş Mısır’ın kâtip tanrısı Thoth’a dayanır. Grekler bu tanrıdan esinlenerek “Üç kere ulu Hermes” anlamında “Trimegistos Hermesus” adını verdikleri şeytan tanrıları Hermetizm kültünü kurmuşlardır.

Her gün girdiğimiz İnternet’te arama motorunu da yapan Yahudi sermayesidir ve neyle başlar?
“w.w.w.” ile değil mi?
Dini şeytan olan, tacını bile Hermes’in şapkasından esinlenerek yaptıran mason İngiliz Kraliyeti, ABD ve Yahudi küresel sermayenin ardında takılmak da “şeytanın askeri” olmak değil midir?
Yahudilerin ve yandaşlarının yaptıklarının gerisine artık siz karar veriniz.
Saygılar!

HYKSOSLAR KİMLERDİR ?

Ayrıca Hiksosların Mısır’ı İstilası işlenirken kullanılan “Hyksos” yani Çoban/ Esir Krallar kavramı bence incelenmelidir. M.Ö. 1730’larda Türk milleti Türk adıyla anılmadığı gibi başka kavimlerde komşularının kendilerine verdikleri adlarla anılmaktaydılar.

Maneton’un kitabından;

Hiksoslar olağan üstü okçulardı ve Mısırlıların o zaman akdar bilmedikleri atların çektiği savaş arabalarına sahiptiler ve bronzdan üstün silahları vardı.(Maspero Hist.Anc.Çii.s.51.; Petrie, Hyksos and İsraelite Cities S.70)
Erman Grapow “Hyksos” adını “Yabancı Diyarların Yöneticileri” olarak açıklamıştır. (E.Grapow, Worter Buch III.S.171-29)
Hyksos adının bir başka şekli olan “Hykussos” Eusebus tarafından korunmuştur. Mısır dilinde “u” çoğul” takısıdır (Meyer). “Hyk= Kır Halklarının Yöneticisi, Şeyh” anlamına gelmektedir.

Babilli Kassitlerin dilinde “Hyksos” “işgal edenin kültürüne uyan” demektir.

Hyksos tamamen Arapça’dır. Mısır dilinde “Hyk” Çoban anlamına geldiği gibi bu kelimenin söylenişlerinden biri olan “Hak” da “esir-ler” anlamına gelmektedir. Bu çözümlemeden de “Esir Krallar” anlamını çıkarabiliriz.
Maneto’nun Mısır traihini yazdığı öteki kitabında Hyksos ırkının, “çobanlar” olarak anıldığını ve “esirler” olarak tanımlanıldığını yazmaktadır. En uzak atalarının aslında geleneksel olarak “yörük” yaşantısına sahip olduklarını ve koyun beslediklerini, “çobanlar” olarak anıldıklarını yazmaktadır. Öte yandan Mısır kayıtlarında anlaşılamayan bir nedenle “Esirler” konusu şekillenememiştir. Atalarımızdan Yakup’un anlattığı “esir” bir Mısır kralı olduğu, sonraları (“Jaru-watas- Yeru-vatas (Boğazköy metinlerinde de vardır)”  Ras es Şamra’da bulunan Kenan adlarından Salim adına sahiptir. El Amarna belgelerinde “Urusalimmu”  olarak geçen bu ad, Yerusalem- Kudüs’ten” bahseden en eski belgedir.

Ben Mısır’ın hanedan listesini araştırdığımda Hiksos istilasıyla başa geçen çoban firavunların içlerinde adı “AY” öz be öz Türkçe ad taşıyan birini görüyorum. Gene Tevrat’ta Filistin bölgesine yerleşmelerinden sonra Yahudilerin savaştıkları kavimlerden birisi de Ay Şehri halkıdır.

Tevrat Bölüm Yeşu.7: 5Ay halkı onlardan otuz altı kadarını öldürdü, sağ kalanları da kentin kapısından Şevarim'e dek kovaladı. Bayırdan aşağı kaçanları öldürdü. Korkudan İsrailliler'in dizlerinin bağı çözüldü”.

Bu durumda bir Türk olarak, Manetho’nun “işgal yemiş mağrur Mısır’lı kişiliğinde” ortaya çıkan tarihçiliğiyle Grekler gibi “hilecilik yaparak” kendilerini işgal eden kevimleri “aşağılamak, eritmek için” onlara “uydurma” kimlik verdiğine tanık oluyoruz.

Öyle ki tarihçinin tarihinin içinden çıkabilene aşk olsun1
Maneto’ya geri dönelim. İşgalci Hiksoslar Salatis adlı birini kral yapmışlardı;
“Salatis oraya yaz zamanı gelir, kısmen tahıl hasatından alır, kısmen paralı olan askerlerinin maaşlarını öder ve düşmanlarına korku vermeye çalışırdı. Bu adam on üç yıl boyunca hüküm sürdü ve ardından Beon adlı birisi kırk dört yıllığına saltanata geçti onu Apachnas otuz altı yıl yedi ay ile takip etti. Ondan sonra Apophis altmışbir yıl, Janin 50 yıl bir ay, Asis kırk dokuz yıl iki ay olarak saltanatı sürdürdüler. Bu, Mısırlılarla savaşmaya ve köklerini kurutmaya pek istekli olan krallarının ilk altılık grubunu oluşturmaktaydı.”
İlk altı Hiksos firavunu dönemi sadece “253” yıl sürmektedir.
Bütün bu milletin adı “Hyksos” olarak şekillendi ve adın ilk hecesi olan “HYK” kutsal metinlere göre “bir kral’a” işaret ettiğinden ve “SOS” hecesinin de “Çoban’a” işaret etmesinden dolayı  geleneksel şiveye göre “Çoban Krallar” anlamında “Hyksos” deniliyordu ama bazılarına göre bunlar Araplardı.”
Hiksos işgaliyle Firvaun olan ve
Bozulmuş Mısır
Dinini "Tek Tanrıcılıkla onaran
Akeneton Türk müydü?

Şimdi yazının bir başka kopyasında “Hyk” kelimesi “kral’a” işaret etmiyordu ve aksine “esir” anlamına geliyordu ve Mısır dilinde “Sos” kelimesinin “çoban” anlamına geldiği kesin olduğundan bunlara “Esir Çobanlar” deniliyordu. Bu açıklama eski tarihin şartlarına göre bana daha uygun bir tanımlama olarak görülmektedir.

Ama Maneto şöyle devam etmektedir;

“…Bu insanlar atalarını ve krallarını adlandırmadan ve çobanlar olarak çağırmadan önce Mısır’da beş yüz on bir yıl saltanat sürdüler.”  Bundan sonra der ki;

Şimdi Hiksoslar Maneto’ya göre ne zaman Mısır’ı işgal etmişlerdi?

THE NEW KINGDOM
EIGHTEENTH DYNASTY
Ahmose (Nebpehtyre) 1539 - 1514 BC
Amenhotep I (Djeserkare) 1514 - 1493 BC
Amenofis yani 18. Hanedanda, I.Amenhotep döneminde yıl M.Ö.1514. Bu kral 1493’e kadar “21” yıl iktidarda kalmış. Bundan sonar firavun adlarında Türk adına rastlanıyor mu?
Evet, Tutankamon’un ardından gelen firavun Tut’u takiben Amenofis’ten “168” yıl sonra firavun Ay dönemi başlıyor; Ay (Kheperkheperure) 1325 - 1321 BC(M.Ö.)

Hatta ondan daha önce de 13. Hanedan döneminde de Akenethon’dan 127 yıl önce Firavun Ay (1664 –1641) dönemi gene var. Yani, Mısırlılar Türklere oldukça alışık bir kavim havası veriyor.
Hiksoslar Mısır’ı Maneto’nun dediği gibi “13” yılda terk etmiyorlar ve gene kendi yazdığı gibi bu kralların ilk altısının iktidar sürelerini  “253” yıl olduğunu yukarıda hesaplamıştık ve tümünün de “511” yıl olduğunu kendi yazmış;
Bu dudurmda Akeneton’un 21 yıllık iktidarı şaibeli duruma düşmektedir. Diyelim ki son döneminde işgal olayı oldu. O zamandan itibaren düşersek;

M.Ö.1493-511=M.Ö-982 yılına geliriz. Bu da Mısır kronolojisine uymadığı gibi Maneto’nun kronolojisine de uymaz. Çünkü, Amenofis’ten sonra Ramses’i firavun gösterir bu da II.Ramsestir. Ramses te (1279 – 1213) I.Seti (Şit)ten sonra kral olur ve dedesinin adını taşır ve 67 yıl krallık yapar. Amenofis’ten de “214” yıl sonra 19.Hanedan döneminde kral olur.

Bu çobanlar hem “511” yıl hüküm sürecekler, ilk altısı maşallah 40 yıldan aşağı hüküm süren yok. İşgali II.Ramses’ten başlatsak 1279-511= M.Ö.768 tarihine geliriz. Bu defa da Libya işgalleri falan güme gider. Biraz zorlasak Memluklulara çıkaracağız yani(!).

Neyse bu Greklerle Mısırlılar Hileci tanrının çocukları ne tarihleri ne kayıtları ne de tanrıları uyum içinde. Adamlar sadece kayıt tutmuşlar, yenilgilerini saklamışlar, adlarını değiştirmişler amaunutamamışlar ve ne yazdıysalar tarih de öyle olmuş.
Yukarıda da okuduğumuz gibi Hyksos/ Hiksos adı tamamen Maneto’nun uydurmasıydı. O dönemlerde bu kavimler “Türk” adı taşımıyor da olabilirler. Selçukluların yıkılışından sonra Anadolu’da kurulan beyliklerin hiçbirinin adı “Türk” adı taşımıyor, kurucu boyların veya beylerinin adlarını taşıyorlardı. Bu nedenle Mısır’ın işgalci çoban Yörüklerini araştırırken “Türk” adına değil “Türkçe” kelime, ad, belgelere dikkat etmeli ve Türklere has izlere bakılmalıdır.
Mısır’ın Akrep Krallarından sonra gelen I.Hanedan döneminde Türkçe Firavun adlarına rastlıyoruz;

THE FIRST DYNASTY - 3050 - 2890 B.C. 
Menes – AHA (Arapçada “A” sesi karşılığı “Elif” tir. Bu nedenle Menes okunabilir. Manas ve Aha- İşte Manas anlamına da gelir. Manas Destanını hatırlayalım.)
Djer  (Diyer- Diyar olarak okunabileceği gibi “Yer” olarak da okunabilir.)

Wadj
Den - Udimu
Anedjob
Semerkat (Semerkat daha çok güney Türkistan’daki Semerkant şehrini anımsatmaktadır.)
Qa'a (Ka’a- Kâ okunur. Mısır’da evreni yaratan yaratıcı güç’ün adıdır. Türkçe’de Kara Han, Kara Bey, Kara Osman (Osmangazi), Kara Murat (Fatih’in Arnavut casusu), Karaca adlarında “KA-RA”  adlarına rastlamak çok kolaydır.)
Üçüncü Hanedan’da gene Türkçe bir ada rastlıyoruz;

THIRD DYNASTY - 2650 - 2575 B.C.
Sanakhte (Nebka) 2650 - 2630
Djoser - Netjerykhet 2630 - 2611
Sekhemkhet (Djoser Teti) 2611 - 2603
Khaba 2603 - 2599
Huni 2599 – 2575 (Huni- çobanların vazgeçilmez eşyasıdır kaplara süt gibi sıvıların doldurulmasına yarar. Türkçedir.)

Yadinci Hanedan döneminde bol miktarda “Kare” ulamalı adlara rastlıyoruz. “Kare” sözü “KARA” sözünün inceltilmişi, yumuşatılmışıdır.
“Kaşları kâre kâre
Açtı bağrıma yâre”
Manisinde olduğu gibi “Kâre kâre” yinelemesi, “Kara” kelimesinin inceltilmiş halidir. Kara, (Kara Han) tanrının da adı olduğu gibi, kararlı, yaptığını bilen anlamına gelirken “kara kalpli”, “karadul (örümcek)” gibi adlarda da “kötü” anlamı içermektedir. Bu nedenle maniyi yazan sevgilisini incitmemek için “siyah” renk anlamına gelen “Kara” kelimesini “kâre” şeklinde yumuşatmıştır. Ama Türk Dil Kurumuna bakarsan “Kare Kare” deyişi “kareli karelere bölünmüş” olarak karşılık bulmaktadır. Oysa “Kare” anlamındaki “Dördül- eşkenar dörtgen” anlamına gelen”Kare” sözünün kaynağı olarak da aynı sözlük Fransızca “ Carre” kelimesini karşılık göstermektedir.
Oysa manide kullanılan “kare kare” yinelemesi tamamen “kara kara” anlamında renk belirtmektedir. Yoksa Türkçede ve başka dillerde “kare kaşlı, üçgen, altıgen kaşlı” deyimi olduğuna rastlamadım.
Bu yüzden Türk Dil Kurumunun adını “Ermeni Dil Kurumu” olarak değiştirmek gerekir ya da bu kurumu Agop Dilaçar ve İsmet paşanın doldurduğu Ermenilerden kurtarmak gerekir. Onlar devleti tasfiye etmeden önce.
Şimdi Hanedan listesindeki “Kâre” lere bir bakalım;

SEVENTH & EIGHTH DYNASTIES (Yedinci Sekizinci Hanedanlar)
Netrikare
Menkare (Men, Man, proto Türkçe’deki “İnsan, adam” anlamındadır. “Teo-man” “Tanrı Adam” anlamındadır. Menkâre”- “Kara adam” demektir Sümerde Adapa soyu olan insanlara “Karabaşlılar” denilmesini hatırlayalım.)

Neferkare II (“Neferkâre” bilşik adder. Nefer Türklerle aynı soydan yani Yafes peygamberin oğullarından Meday’ın soyundan olan İranlıların dili olan Farsça’da “Nefer” asker ve birey- kişi” anlamına gelir. Nefer – kâre- Fiavunun doğal olarak “asker” olması şartına bağlı olarak da “kara asker” anlamında bu ad açıklanabilir. Dil bilimine girersek Arap dili ve eski Mısır dilinde bunun anlamı yaptığım tespitlerle asla uyuşmayacak çözümlemeler verebilir. Dil bilimi derin bir oyundur ve ona kız giren dul çıkar. Bu yüzden burada keselim ve aynı listedeki öteki “kâre’lere” bakalım;

Neferkare III
Djedkare II (Ced kâre- Kara baba- CeddArap tanrılarından birisidir ve Türkçe’ye Arapça’dab “Baba-Âta” anlamında geçmiştir. Örnek, “Ben senin yedi ceddini sayarım…” )
Neferkare IV
Merenhor (Meren-Farsa Maran- Yılan “Hor Farsça “Ateş- aşağılamak, değersizleştirmek “ anlamındadır. Burada “Ateş- Yılanı” anlamındadır. Tanrıların yılan ve kurbağa şekillerinden hareketle bu ad verilmiştir. İran ve Türk kültürü tarih boyunca iç içe geçmiş bir kültürdür.
Menkamin I
Nikare
Neferkare V
Neferkahor
Neferkare VI
Neferkamin II
Ibi I
Neferkaure
Neferkauhor
Neferirkare II
Wadjkare (Vedj bir Arap tanrısıdır. Kara Vedj demektir.)
Sekhemkare
Iti
Imhotep
Isu
Iytenu
THIRTEENTH DYNASTY- (Onüçüncü Hanedan)
Wegaf 1783-1779
Amenemhat-senebef
Sekhemre-khutawi
Amenemhat V
Sehetepibre I
Iufni
Amenemhat VI
Semenkare
Sehetepibre II
Sewadjkare
Nedjemibre
Sobekhotep I
Reniseneb
Hor I  (“Hor Farsça “Ateş- aşağılamak, değersizleştirmek “ anlamındadır.Bu addaki anlamı “ateş” olmalıdır. Horlayan, aağılayan veya aşağı görülen olması söz konusu değildir.)
Amenemhat VII
Sobekhotep II
Khendjer
Imira-mesha
Antef IV
Seth
Sobekhotep III
Neferhotep I 1696 - 1686
Sihathor 1685 - 1685
Sobekhotep IV 1685 - 1678
Sobekhotep V 1678 - 1674
Iaib 1674 - 1664
Ay 1664 – 1641 (AY- Bu ad tamamıyla öz Türkçedir. Gökteki “ay” demektir. Mısır’ın “Ay Tanrısı Kültünde” Takvimlerinin de 30 günlük ay takvimidir. Türklerle aynı külte sahiptirler. Buna ek olarak, Yahudilerin sürgün sonrası yerleştikleri Judae- Yuda şehrini de inşa etmiş olan Hiksosların Yuda yakınlarında “Ay Şehri” halkı konusunu hatırlayalım. Görüldüğü gibi 13. Hanedan Türk hanedanıdır. Firavun adı Türk adı, Yahudilere şehir kurup yerleştiren ve nankörlük gören Hiksos adını verdikleri Yörükler Türklerdir.)
Ini I
Sewadjtu
Ined
Hori
Sobekhotep VI
Dedumes I
Ibi II
Hor II
Senebmiu
Sekhanre I
Merkheperre
Merikare
Firavun adlarında “Ay” adına, “513” yıl süren Çoban Krallar döneminin sonuna doğru olan Yeni Krallık dönemindeki Onsekizinci hanedan döneminde de rastlıyoruz.;
THE NEW KINGDOM- (Yeni Krallık)
Firavun Ay
EIGHTEENTH DYNASTY- (Onsekizinci Hanedan )
Ahmose (Nebpehtyre) 1539 - 1514 BC
Amenhotep I (Djeserkare) 1514 - 1493 BC
Thutmose I (Akheperkare) 1493 - 1481 BC
Thutmose II (Akheperenre) 1491 - 1479 BC
Hatshepsut (Maatkare) 1473 - 1458 BC
Thutmose III (Menkheperre) 1504 - 1450 BC
Amenhotep II (Akheperure) 1427 - 1392 BC
Thutmose IV (Menkheperure) 1419 - 1386 BC
Amenhotep III (Nebmaatre) 1382 - 1353 BC
Amenhotep IV / 
Akhenaten 1353 - 1334 BC
Smenkhkare (Ankhkheperure) 1336-1334 BC
Tutankhamun (Nebkheperure) 1334 - 1325 - 
King Tut (Kral İdris BC
Ay (Kheperkheperure) 1325 - 1321 BC
Horemheb (Djeserkheperure) 1323 - 1295 BC
“Ay” adı taşıyan bu çoban kralın adına bir de Mısır adı olan “Keperkeperure” adı ulanmıştır. Mısır tarihini yazan milliyetçi Manetofiravun adlarından kaçTürk adını saklamıştır? Bilemiyoruz. Bir de Maneto’nun Mısır tarihini Grek işgalinde ve Grek dilinde yazdığını düşünürsek, Grek işgalinin yarattığı ruhsal eziklikle kim ne adları ne kayıtları değiştirmiştir bilemeyiz.
Maneto’nun tarihi çelişkilerle doludur. Hem “511” yıl bu çoban kavimler firavun tayin edecekler hem de işgaliden “13” yıl sonra Amenofis oğlu Ramsesle gelip onları hastalıklı Yahudilerle birlikte “barış yoluyla” sürecekler ve Mısırlı Ramses saltanatı devralacak?
Bu nasıl tarihtir?
Benim aklım almadı alan varsa beri gelsin!
Yerleşik kavimler tarihi ne kadar değiştirirlerse değiştirsinler, 5050 yıl geriden bu kadar izi görmek mümkünse, kazmayı dibine vurunca nelere rastlanır hesap ediniz! Benim gibi bir emekli polis memuru bulabiliyorsa tarihçiler bu güne kadar ne yaptı diye de sormadan edemiyorum.
Tabi ki yeryüzünde Siyonist Mason Sabi/ Yezid küresel sermaye iktidarı olunca tarih ancak bu kadar yazılır(!).
İBRAHİM VE ZERVANİLİK BAĞLANTISI
Bu konunun İbrahim bölümüne yer alması gerekirdi. Ancak ben burasının tam yeri olduğunu düşündüm. Nedenini göreceğiz.
Yahudi kültünün çalıntı olduğunu gösteren önemli bir olay da İbrahim’in karısı Sara’nın kısırlığına bağlanan ve yüz yaşına kadar süren bir çocuk özlemi ile torunları Yakup-Esav ikizlerinin doğumlarını anlatan mit bir çelişkiler yumağıdır. Bu yumağı çözmek için önce İran tanrısı Zervan’ın çocukları olan Hürmüz ve Ehriman’ın doğumlarını okuyalım;

a-ZERVANİLİK MİTİ

İran Tanrısı Baba Zervan
Zervan Efsanesi Hıristiyan kaynaklarında korunan bir efsanedir ancak kaynaklar arasında küçük bazı farklılıklar barındırmaktadır. Efsane yaklaşık olarak aşağıdaki gibidir;
Ne cennet (gök) ne yeryüzü (toprak) vardı. Hiçbir şey yoktu. Sadece adı “Kader” ve “Talih” anlamına gelen büyük tanrı Zervan vardır. Yeryüzü ve cenneti yaratacak olan ve adı Hürmüz olacak bir oğlu olması için bin* yıllığına kurban adadı.
Geçen bin yılın sonunda düşünmeye başladı ve kendi kendisine sordu;
-Sunduğum bu kurban ne işe yarayacak ve gerçekten Hürmüz adlı bir oğlum olacak mı yoksa boşuna mı uğraşıyorum?
Bu düşüncenin ortaya çıkmasından çok kısa zaman sonra Hürmüz ve Ehriman’a gebe kalındı. Hürmüz kurban adanandı Ehriman ise şüphesindendi.
Rahimde iki çocuk olduğunu fark edince kendi kendisine dedi ki;
-Hangisi önce doğarsa onu kral yapacağım!
Hürmüz babasının düşüncesini anladı ve onu Ehriman’a söyledi.
Ehriman bunu duyunca sırasını beklemeden rahmi yırtarak dışarı çıktı ve babasına doğru ilerledi. Zervan onu görünce sordu;
-Sen kimsin?
O cevap verdi;
-Senin oğlun Hürmüz!
Zervan ona cevap verdi;
-Benim oğlum nurlu ve hoş kokuludur sen ise karanlıksın ve pis kokuyorsun!
Dedi ve acı içinde ağladı.
Onlar konuşurken doğum sırası gelen Hürmüz nurlu ve hoş kokulu olarak doğmuştu. Ehriman kendisinin Hürmüz’ün doğumuna kurban adanan olduğunu biliyordu.
Kurban işareti olan elinde tuttuğu dalları Hürmüz’e vererek şöyle dedi;
-Bu güne kadar ben senin yerine kurban adanmış olandım ancak bu günden itibaren sen benim yerime kurban adanan oldun!

Fakat Zurvan kurban işareti olan dalları ondan alınca Ehriman Zervan’ı kendine doğru çekerek;
-Sen çocuklarından hangisi önce doğarsa ona krallık vereceğine yemin etmedin mi?
Zervan da ona;

O lanet olası bir hataydı ama krallık sana dokuz bin yıllığına verilecek ve ardından gelen dokuz bin yılda da onu senin üstüne kral yapacağım ve o iyi olan her şeyi arzusuna göre düzenleyecektir.
Hürmüz gökleri cenneti ve yeryüzünü ve iyi güzel olan her şeyi yarattı Ehriman ise şeytanları, kötü olan her şeyi ve sapıklıkları yarattı. Hürmüz zenginliği Ehriman ise yoksulluğu yarattı. Daha sonra bir arada geçinmekte zorlanan bu iki kardeş evrenin yönetimi konusunda anlaştılar ve birbirlerine karışmama ve barış kararı aldılar.”  Ahura Mazda (Ohrmazd/ Hurmazd) ve Angra Mainyu (Anyu Manu/ EnruMan/ Ehriman) bu iki karakterden türetilmedir.
*Bu bin yıllık süre bazı kaynaklarda “9999-dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz” yıl olarak da geçer. Her iki şekilde düşünebilirsiniz.

Zervanilik dini Zerdüştlükten türeme bir dindir ve daha çok Mecüsilik olarak bilinir. Hz. Muhammed’in kabilesi olan Hicaz Arapları da Mecusiydiler ve onlara Fars dilinde Zenadıkan denilirdi. Dilimize “Zındık” olarak geçmiş bu kelime Zervanilerin öteki adıdır.

b-Zervan Mitinin Eleştirisi;

Her şeyden önce var ve tek olan bir tanrı çocuk sorunu yaşar ve istediği sıfatlara sahip bir çocuğa sahip olmak için, olacak çocuğu kime kurban adar bu da dincilerin akıl tutulmasına büyük bir örnektir.
Efsanede anlatılan baş ve tek tanrı Zervan tektir ve eşi yoktur. Zervan bu durumda hem erkek hem dişi yaratılışa sahiptir ve bin yıl bekleyip evrimini tamamladıktan sonra kendisi çocuklarına hamile kalmıştır. Kader ve talih tanrısı olmasına rağmen çocuk beklemekten yorulduğundan “boşuna umutlanıp umutlanmadığını” kendisine sorarak ne kadar ne talihe egemen olamadığını göstermektedir. Aynı Grek mitinde geçen Hermes ile Afrodit’in çocuklarının sonradan kadınlık organının belirmesiyle “Herm-es/ Afrodit” adlarının kısaltılmışı olan “Hermafrodit” adını almasına benzemektedir. Bu Grek mitinin de kaynağı Pers tanrısı Zervan olmalıdır.
Hermafrodit Zervan kaderin ve kısmetin tanrısıdır ama Ehriman gibi kötü bir çocuğa sahip olması bu talih yazma işinde pek başarılı olamadığını göstermektedir.

Ayrıca doğmamış çocuğunun cinsiyetini ve adını belirlemiş ise de iyi olanı veren güce şükran sunmak için bir kurban adağında bulunması, tek tanrı Zervan’ın üstünde teşekkür edilecek bir yaratıcı tanrı olduğu izlenimi vermektedir.
Doğacak iyi (Hürmüz) çocuğun karşılığında öbürünün kötü (Ehriman) olması beklenen bir sonuçtur. Ancak, rahimde dışardaki olayları kavrama yeteneğine sahip iyinin (Hürmüz) boş boğazlığı kendisinin “kurban” adayı olmasıyla sonuçlanır. Bu da “iyi’nin” biraz ahmak olduğuna işaret etmektedir.
Oysa ahmaklık ile iyilik aynı değildir. Bu durumda kötünün kurnaz, yalancı ve hilecinin üstün olduğu inancının doğmasına sebep olur.
Sonuç olarak da rahmi yırtarak çıkan kötü hile ile krallığı kapmıştır ve evrenin kaderinin değişmesine, yaşamın “iyi-kötü” arasındaki rekabetten oluşmasına sebep olmuştur. Çünkü baba da verdiği sözü çiğneyememektedir üstelik iyi de kötü de ondandır, onun parçalarıdır. Babanın çaresizliği evrende yaşamın kaderi olmuştur.
Ayrıca çocukları arasında ayrım yapan bir “baba kültü” iğrençtir. Günümüzde bile çocuklar arasında ayrımcılığın, sorunlu çocukların dışlanmalarının sebebi bu kült veya benzerlerinden kaynaklandığından sayısız sorunlu insanın oluşmasında dinler önemli roller oynamıştır.

c-Yahudilerin İbrahim- Yakup Miti ile bağlantıları;

Şimdi bu efsaneyi Yahudi Tevrat’ının temel miti olan İbrahim, İshak (Güler demektir.), Esav (Kıllı/Tüylü) –Yakup (Hileci, Topuk Tutan, Üçkâğıtçı demektir.) miti üzerine uygulayalım;
Tanrı Zervan yalnızdır ve çocuğu olmasını ister ve iyi çocuğu olduğunda karşılığında kurban adayacağını söyler.
İbrahim’in, kısır kız kardeşi ve karısı Sara’dan çocuğu olmamıştır. Evlat özlemi çekmektedir. Tanrısı ona 75 yaşına geldiğinde çağrı yapar ve ona çocuk vereceğini ve o çocuğun soyuna Kenan topraklarını yurt vereceğini söyler. İbrahim’de tanrısını takip ederek yollara düşer.

Yahudi Tevrat’ında “İsmail” yer almadığından, yüz yaşında tanrının yardımı ile İshak doğar. İbrahim’in “kurban adağı” Tevrat’ta geçmese de tanrısı yüz yaşında bulduğu oğlunu ondan yakmalık kurban olarak ister. İbrahim’in tam oğlunu keseceği esnada bir melek ona kurbanlık koç getirerek ömrünce bulduğu tek evladı olan İshak’ı İbrahim’e geri vermiştir. Böylece tanrı Zervan’ın “kurban adağı” ile İranlılar “İnsan Kurbanını” başlattıysalar, hileci Yahudi rahipleri de “insan kurbanının” kendi soylarından kaldırılmasını gerçekleştirmek amacıyla aynı efsaneyi kullanmışlardır. İshak iyi ve doğru bir insandır. O da altmış yaşına geldiğinde kısır olan karısı Rebeka, tanrı yardımı ile hamile kalır ve ikizleri olur. (Yaratılış 25:24,25,26)

İkizlerden tüylü yani vücudu posteki gibi kırmızı kıllarla kaplı kıllı Esav doğar ve bedeni kılsız ve parlak olan Yakup, Esav’ın topuğuna tutunarak doğar. Yani ana karnında “ağabeylik hakkından ve onun peygamber olacağından” haberi vardır ve kardeşini büyüklüğünü saymamak, için aynı anda doğabilmek için elinden geleni yapar. İkinci doğmasına da engel olamaz. Ehriman’ın “parlamış, nurlu halidir. Ancak, baba İshak çocukları arasında ayırımcı değildir. O önce doğan doğru ve haklı olan Esav’ı peygamber yapmak ister de öyle olmaz.
İshak’ın önce gözleri kör olur, Yakup bir tas çorbaya ağabeyinden “ağabeylik hakkını” alır sonra da ağabeyi kutsanmak için ava gittiğinde boynunu ve ellerini pösteki ile kapatarak babasına av eti yemeği götürür. İshak sesinden Yakup olduğunu anlasa da kıllarından Esav olduğuna hükmedip Yakup’u peygamber olarak kutsar. Annesi ve tanrısı Yakup’u peygamber etme yarışında başarılı olur.

İyi baba İshak ile iyi/ doğru ve “kıllı” Esav bu mitin kaybedenleridir. Kötü bu defa kirliliği, kokuyu iyiye yüklemiş ve kendisi parlak, tüysüz haliyle tercih edilen olmuştur. Daha sonra parlak Yakup yirmi yıl dayısına kölelik edip dönerken yolda tanrısı ile karşılaşır. Tanrısı bir insan kılığında onunla güreşir, Yakup tanrısını yener (!) ve tanrısı ona “tanrıyı yendiği” için” İsrail” yani “Tanrıyla güreşip yenen” adını verir. Oysa ”İsra” Arapçada “gece yolculuğu” ve “İl” de “Tanrı” demektir. Sümer’in Nebo’su Mısır’ın Thoth’u baş tanrı ile gece yolculuğuna çıkarlar. Aslında “İsra-il” de “Tanrı ile gece yolculuğuna çıkan” demektir. Yahudiler bu olayı da çarpıtmıştırlar.

Bu mitte dikkat edilirse İshak’ın Esav’ı peygamber olarak yerine bırakma arzusunda başarılı olamaması ile Zervan’ın Hürmüz’ü evrenin kralı yapma arzusundaki başarısızlıkları birebir aynıdır. İshak kötü ve hileci Yakup’u biraz da Esav’ın boşboğazlığı ile saflığından engelleyememiştir. Zervan da Hürmüz’ün boşboğazlığından Ehriman’ı engelleyememiştir.
Ehriman ile Yakup arasındaki tek fark, bedeni yapıları yer değiştirmiştir. Kıllı, pis kokulu Ehriman, parlak nurlu ama hileci Yakup ile parlak nurlu Hürmüz de kıllı tüylü Esav ile yer değiştirmişlerdir.
Tevrat’ın tanrısı aslında bu işi düzenleyen olmuştur. Bu olaydan asırlar sonra Tevrat’ta peygamber Malaki aracılığıyla şöyle demiştir;

Malaki I.Bölüm; (1;2-3.) ayetlerde “Yakup’u sevdim, Esav’dan nefret ettim!” Bu ayet de bize Yahudi tanrısının adalet ve doğruluğu değil, işine yarayanı ve gözüne hoş geleni,hileciliği, yalancılığı öne çıkaran bir tanrı olduğunu gösterir.
Yahudiler Tanrı Zervan” kişiliğini İbrahim ve oğlu İshak’ta iki kişide toplamışlardır. “Çocuk özlemi” çeken Tanrı Zervan’ın ilk kişiliğini İbrahim’e ve “kötüye engel olamayan baba tanrı” kişiliğini de İshak’a paylaştırmışlardır.
Günümüz Tevrat’ının yazarı rahip Ezra’nın Pers kralı Daryus/ Dara’nın Babil sürgününden Yahudileri kurtardığı M.Ö. 530’lı yıllarda yazıldığını düşünürsek Yahudi efsanelerinde İran mitlerine rastlamanın tuhaf olmadığına daha kolay hükmederiz. Dara/ Daryus “tek tanrıcı” bir kraldı ve tanrısı Ahura Mazda ile kendi kişiliğini de birleştirdiğini düşünürsek Yahudilerin Tek tanrıcılığının hem Marduk’u tek tanrı” yapan Babil’e hem “Aşur’u tek tanrı yapan” Asur’a hem de “Ahura Mazda’yı tek tanrı yapan” İran’a dayandığını görmek bizlere tuhaf gelmesin.
Yahudi tanrısının ve kitabının yalanı, hileyi öven tanrı olması onun gerçek tanrı değil şeytan olduğuna hükmetmemize neden olur.

Yazıyı Türkçeye çeviren ve yorumlayan;
Alaeddin Yavuz
Keykubat/adilyargıç

Bu yazının telif hakları / adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz'a aittir. Copyright of this artıcle is belong to adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz.


1 2 3