Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

7 Şubat 2012 Salı

YAHUDİ KÜLTÜ YAHUDİLER HAM SOYU KAVİMLERDİR

HİNTLİLER, SUDANLILAR, HİTİTLİLER, YAHUDİLER HEMİTİK 
(Ham Soyu) KAVİMLERDİR.

Bu yazının telif hakları / adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz'a aittir. Copyright of this artıcle is belong to adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz.


1 2 3

Ham oğlu Kuş soyu;
Yar.10: 6 Ham'ın oğulları: Kûş, Misrayim, Pût, Kenan.
Yar.10: 7 Kûş'un oğulları: Seva, Havila, Savta, Raama, Savteka. Raama'nın oğulları: Şeva, Dedan.
Yar.10: 8 Kûş'un Nemrut adında bir oğlu oldu. Yiğitliğiyle yeryüzüne ün saldı.

Hint Kuş tanrısı Teşu
Yar.10: 9 RAB'bin önünde yiğit bir avcıydı. "RAB'bin önünde Nemrut gibi yiğit avcı" sözü buradan gelir.
Yar.10: 10 İlkin Şinar topraklarında, Babil, Erek, Akat, Kalne kentlerinde krallık yaptı.
Yar.10: 11-12 Sonra Asur'a giderek Ninova, Rehovot-İr, Kalah kentlerini ve Ninova'yla önemli bir kent olan Kalah arasında Resen'i kurdu.
Yar.10: 13-14 Misrayim Ludlular'ın, Anamlılar'ın, Lehavlılar'ın, Naftuhlular'ın, Patruslular'ın, Filistliler'in ataları olan Kasluhlular'ın ve Kaftorlular'ın atasıydı.
Yar.10: 15-18 Kenan ilk oğlu olan Sidon'un*fp* babası ve Hititler'in*, Yevuslular'ın, Amorlular'ın, Girgaşlılar'ın, Hivliler'in, Arklılar'ın, Sinliler'in, Arvatlılar'ın, Semarlılar'ın, Hamalılar'ın atasıydı. Kenan boyları daha sonra dağıldı.
D Not 10:15-18 "Sidon": Saydalılar'ın atası.
Şimdi de diğer “Kuş” adı ile anılan bölgeye bakalım;
En Üstte de Scythıa (İskit)Türk-İskit-Saka İmparatorluğu.
Ham oğlu Kuş’un soyunun ikinci yerleştiği bölge. Hint Avrupa-Aryan denilen kavimlerin dünyaya yayıldığı kabul edilen Baktriya, Bactria, Mauryan İmparatorluğu. Hindu Kush Dağları ve civarı.

Günümüz Afganistan’ı, eski adı ile Bactria (Baktriya) olan bölgede Himalaya Dağlarında bulunan dağlık bölge de “Hindu Kuş Dağları” olarak bilinir.
Dağlara verilen “Kuş” adının bu Kuş kavmi ile bir ilişkisi olup olmadığı da tartışma konusudur.
Bu konuda efsanelere dayalı olarak gerçek kabul edilen görüşlere göre de bir kaçını sıralayalım.
Hind dilinde bölgenin adı, Pāriyatra Parvat olarak geçmektedir.
İran dili olan Farsçada “Hindu Koh (Dağ)” kelimesinin bozulmuş hali olarak, yani “Hindu Dağları” dendiği bilinmektedir.
İ.Ö 4.yüzyılda Büyük İskender’in fethettiği bölgede hüküm süren 300 yıllık devletin ardından burada başkenti Kabil olarak kurulan “Kuşhanlar Hanedanı” adını yine bu kelimeden adını almaktadır.
Hintçe, koşa- and kośa, Sogd (eski İran dili) . qwšy 'ti (Ti ile Kuvşi-ti)-Ermeni-Part dilinde k'oušt (Kouşt-K’uşi),Saka-Türk dilinde de Kuş dağ anlamına geldiği, araştırmacı James Rennell, 1793’deki yazılarında değinilmektedir.
Bölgeye yaygın olarak da 7-8.yüzyılda egemen olan Emevi İslam İmparatorluğu döneminden itibaren “Hindu Kuş “ dendiği de bilinmektedir.
Mısır’ın Kâtip tanrısı Thoth/Lah
“İbiş/ Kelaynak Kuşu başlıdır.
Thoth, Lah (Ellah) İdris Paygamber
İranlı tarihçi, Muhammed İbn Cerir El Taberi (İ.S.915) Yafes’in küçük oğlu Tiras’ın oğlu Batawil’in kızı Karnabil (Qarnabil)’in Kuş’un karısı olduğunu ve onları Etiopyalı, Sind (Pakistan’ın Sind bölgesi) ve Hindular olarak ayırır.(*)
Taberi’nin yazdıklarına göre de Hititliler anne tarafından Yafes soyu ile akraba olmaktadırlar.
Babanın temeli atması, neslin erkekten üremesi İbrani dinleri ile yayılmış bir gerçek olmasına rağmen, bu gerçek daima bu dinlerce ihmal edilmiştir.

KUŞ KRALLIĞI
Kuş Krallığı
Bu gün Sudan Cumhuriyeti olarak bildiğimiz devletin Mavi Nil, Beyaz Nil ve Atbara nehirlerinin kesiştiği noktada merkezlenmiş bir krallıktı. Nil vadisinde gelişmiş en erken medeniyetlerden biriydi.
Eski Yunan, Roma kayıtlarında Etiopya, Nubia bölgelerinde kurulmuş Kuş Krallığı olarak geçmektedir. Mısır’ın aşağı Mısırla birleşmesinden önce Sudan’da çıkmış, Kerma Medeniyeti olarak bilinen ilk kültürdür. Eski, Yunan, Roma, Mısır ve Yahudi (Tevrat) kaynaklarında geçen Kush/Kuş Krallığından gelmektedir. Mısır’In tarihini tapınak kayıtlarına göre yazan M.Ö.III. Yüzyılda yaşamış olan Maneto’nun kitabında Etiyopya (Ethiopia (Xubia, Cush-Kuş) olarak geçmektedir.
Helen Chapin Metz’in, Amerika Federal Araştırma Bölümü Kongre Kütüphanesi’nde (Federal Research Division of The Library of Congress) 1991’den itibaren yer alan “A Country Study- Çalışılan Bir Ülke” başlıklı yazısından yapılan alıntı yazıdan seçtiğim bölümleri Türkçeye çevirdim.
Bu yazıda Asvan’ın yukarısındaki Nil bölgesinde yapılan Arkeolojik kazılarda Paleolithic (Yontma Taş Çağı) döneme ait 60.000 (altmış bin) yıl öncesine uzanan insan yerleşimine rastlanılmış bir Sudan tarihine rastlanıldığı anlatılmaktadır.
Kush- Kuş Krallığı Haritası- Kuşlar ülkesi.-
Saba/Yemen de dahildir.
M.Ö.VIII. (Sekizinci) bin yılda Neolitik (Cilalı Taş Devri) çağ dönemine ait, avcılık, balıkçılıkla geçinen halklara ait olduğu belirlenmiş, kerpiç tuğlalardan yığma usulü düz- toprak çatılı evlerden ibaret köy medeniyetlerine rasltlanılmıştır demektedir.
Bölgede bulunan iskeletlerin zenci ve Akdeniz ve bunların harmanı olan halklara ait oldukları (VIII. bin yıl) da tespit edilmiştir.
Kuzey Sudan’ın (Kuş Ülkesi) tarihi kayıtları Mısır kaynaklarına dayanmaktadır ve nehrin yukarısında yer alan “zavallı” ülke olarak bahsedilmektedir.
Eski krallıktan 2000.yıl kadar sonra (M.Ö.2700-2180) Mısır’ın siyasi ve ekonomik faaliyetleri merkezi Nil vadisinin tarihine göre belirlendi. Orta Mısır dönemlerinde Mısırlıların Kuş üzerindeki siyasi güçleri zayıfladığından Mısır Kuş halkı üzerinde çok sert dini baskılar uyguladı.
Yüzyıllar boyunca Mısırlı tüccarlar, karadan  kervanlar denizden gemileriyle Kuş’a tahıl taşıdılar ve geriye fildişi, baharat, post, karnelyan (mücevher veya ok ucu olarak kullanılan bir tür taş) ile yüklü olarak Asvan’a geri döndüler.
Mısırlı tüccarlar özellikle altına, ev işlerinde, haremlerde hadım ve firavuna asker olarak kullanılan kölelere değer veriyorlardı. Eski krallık dönemlerinde düzenli aralıklarla Mısırlılar Kuş ülkesinin içlerine kadar giriyorlardı. Nil üzerinde hesaplanmış aralıklarla inşa edilmiş kalelerden kurduğu bir ağ ile Wawat’taki madenlerden güney Mısır’da Samnah’a Nil boyunca altın akıyordu ve bu yüzden Kuş ülkesinin Orta Krallık boyunca (M.Ö.2100-1720) varlığını koruyacak bir girişimde bulunmaya teşebbüs etmesi mümkün değildi.

1720’lerde Asyalı Yörük kabilelerinden oluşan Hiksoslar Mısır’ı işgal ettiler, Nil boyunca bütün Mısır ve Kuş ülkesini yok ettiler ve Mısır’da Orta Krallık dönemi böylece sona erdi.
Maneto’ya ait bütün kaynakların araştırılarak toplandığı “Manetho’nun Bütün Metinleri” adlı bu kitabın İngilizce uyarlamasından,  Hyksoslar hakkında biraz bilgi toparladım;
“”Hiksoslar olağan üstü okçulardı ve Mısırlıların o zaman akdar bilmedikleri atların çektiği savaş arabalarına sahiptiler ve bronzdan üstün silahları vardı.(Maspero Hist.Anc.Çii.s.51.; Petrie, Hyksos and İsraelite Cities S.70)
Erman Grapow “Hyksos” adını “Yabancı Diyarların Yöneticileri” olarak açıklamıştır. (E.Grapow, Worter Buch III.S.171-29)
Hyksos adının bir başka şekli olan “Hykussos” Eusebus tarafından korunmuştur. Mısır dilinde “u” çoğul” takısıdır (Meyer). “Hyk= Kır Halklarının Yöneticisi, Şeyh” anlamına gelmektedir.
Banbilli Kassitlerin dilinde “Hyksos” “işgal edenin kültürüne uyan” demektir.

Hyksos tamamen Arapça’dır. Mısır dilinde “Hyk” Çoban anlamına geldiği gibi bu kelimenin söylenişlerinden biri olan “Hak” da “esir-ler” anlamına gelmektedir. Bu çözümlemeden de “Esir Krallar” anlamını çıkarabiliriz.
Maneto’nun Mısır traihini yazdığı öteki kitabında Hyksos ırkının, “çobanlar” olarak anıldığını ve “esirler” olarak tanımlanıldığını yazmaktadır. En uzak atalarının aslında geleneksel olarak “yörük” yaşantısına sahip olduklarını ve koyun beslediklerini, “çobanlar” olarak anıldıklarını yazmaktadır. Öte yandan Mısır kayıtlarında anlaşılamayan bir nedenle “Esirler” konusu şekillenememiştir. Atatlarımızdan Yakup’un anlattığı “esir” bir Mısır kralı olduğu, sonraları (“Jaru-watas- Yeru-vatas (Boğazköy metinlerinde de vardır)”  Ras es Şamra’da bulunan Kenan adlarından Salim adına sahiptir. El Amarna belgelerinde “Urusalimmu”  olarak geçen bu ad, Yerusalem- Kudüs’ten” bahseden en eski belgedir.”” Aşağıda Hyksoslarla ilgili çok ilginç tespitler okuyacağız.


Mısır’ın çekilmesiyle baskılarının kalkmasından sonra da Kuş ülkesinde günümüzün Dunkulah yakınlarındaki Karmah’ta kültürel olarak belirgin bir krallık doğdu. M.Ö.1570-1100’lerde Mısır’ın yeniden canlanmasıyla ortaya çıkan Yeni Krallık döneminde firavun Ahmose I. Kuş’u Mısırla birleştirdi ve genel vali olarak yönetti.
Beyaz Nil, Mavi Nil nehirlerinin ve kollarının birleşme noktalarından Kızıldeniz’e kadar uzanan dördüncü sel felaketine kadar Mısır’ın Kuş üzerindeki hâkimiyeti sürdü. Mısırlı yetkililer, yerel idarecilerin  (şeflerin) çocuklarına firavunun mahkemesinde mübaşirlik işleri vererek bağlılıklarını temin ettiler.
M.Ö.XI. yy.da Yeni Krallık hanedanı, Mısır’ın Kuş üzerindeki egemenliğinin sona ermesine ve ülkenin bölünmesine izin verecek kadar zayıfladı.
M.Ö.945’lerde Mısır Libya’lı Arapların saldırısına uğradı ve Libya prensi Şuşeng’in idaresine girdi ve Libya hâkimiyeti 200 yıl sürdü. Şuşeng güney Mısır’ın da idaresini ele geçirmeyi başardı ve rakip hanedanı tüketti. Kuşileri güneyde tehdit etti.
M.Ö. VIII. yy.da merkezi Napata’da olan, Mısır’ın içlerine kadar girmiş, saldırgan, monarşik Kuş krallığına rastlıyoruz. M.Ö.750’lerde Kuş kralı Kaşta’nın yukarı Mısır’ı feth edip yaklaşık M.Ö.740’ta Tebes’in kralı olduğunu görüyoruz.
Onun veliahtı olan Paynki deltaya boyun eğdirerek Mısır’ı birleştirdi ve 25. Hanedanda bir krallar serisi kurarak Tebes ve Kuş ülkelerini yüz yıl boyunca yönetti.
Bu hanedanın arasına günümüz Suriye bölgesindeki Asurluların Mısırlılarla karşılaşmaları olayı girdi. Asurlular M.Ö. 688-663 arasında Mısır Targa’ya misilleme yaptıklarında son Kuş kralı Napata’daki hanedanına geri döndü ve güney ile doğudaki sömürgelerini yönetti.

Meroe
M.Ö.590’larda Mısır ordusu her ne kadar Napata’tı yağmaladı ve saray halkını daha emniyetli olan Meroe yakınlarındaki altıncı sel bölgesine kadar çekilmeye zorladıysa da Kuş’un kontrolünü geri almayı başaramadı.
Geçen yüzyıllar boyunca Meroe krallığı bağımsız bir güç olarak ortaya çıktı, Pers, Grek ve son olarak Roma idareleri altında sömürge olarak ömrünü geçirdi. Gücünün en yüksek olduğu dönemde M.Ö.300’lerde sınırlarını güneyde üçüncü sel bölgesi olan günümüzdeki Hartum yakınlarındaki Sawba’ya kadar genişletti.
Bu dönemdeki firavunlara  “Kara Firavunlar” ya da “Etiopya’lı Firavunlar” deniliyordu.
Amon ve İsis gibi tanrı-tanrıçaları da Mısır’la paylaştılar. M.Ö.I.yy’da Mısır’ın Hiyeroglif alfabesini benimsediler, saltanat erkek kardeşten erkek kardeşe (veya kıza), babadan oğula şeklinde sürdü. Ana kraliçenin belirgin önemli görevleri vardı. Saltanat dönemlerindeki hizmetlerini kaydetmek için dikilitaşlar, stelalar, piramitler diktiler, taştan mezarlar (lahit) yaptılar.

Son dönemlerde artan nüfusu beslemek için iyi idare edilen sulama kanallarını geliştirdiler. Nubiya- Mısır dili karışımı bir dil kullandılar. Kızıldeniz üzerinden Araplar ve Hintlilerle ticari bağlarını korudular. M.Ö 23’te Roma ordusu Napata’yı resmen yeryüzünden kazıdı. Roma komutanı Meroe’yi bir koloni haline dönüştürdü ve bundan sonra bölge zayıf, bakımsız bir yere döndü.

Zamanla bunlar, insan bedenli, kuş kafalı, kuş burunlu bütün bedeni insan şeklinde, sadece burun delikleri kuşburnu deliğini andıran kanatlı kanatsız cin/ şeytan tanrılara taptılar.
Ancak bu birliktelik 500 yıl kadar sürdü ve Mısırlılar Kuşları hanedandan indirdiler ve sürdüler. Bir kısmı anavatanları Nubiya’ya dönerken büyük bir kısmının da Hindikuş dağlarına kadar uzanan bir coğrafyaya dağıtılıp, sürülmediklerini ya da eski köken bağları yüzünden buralara göçmediklerini inkâr edemez.


Kuş imparatorluğu hakkında çeviri yazıdan çıkarılması gereken önemli noktalar şunlardır;
Kuş halkı kökleri tufan öncesine uzanan bir halktır, eski bir kavimdir. Kızıldeniz’in karşısındaki Arap yarımadası Araplarıyla ticari ve kültürel olarak ilişki içindedirler.

Kuş halkı Mısır’dan çok baskı ve şiddet görmüştür. Köleleştirilmiştir.

Mısırlılar 1720’de Asya’lı Yörükler olan Hiksosların işgaline uğramasıyla Kuş halkı dirilişlerini başlatmıştır ancak devlet olmayı başaramamışlardır.

M.Ö.11.yy.larda Mısır’ın komşu Arap kavimlerinin saldırılarıyla zayıfladıklarını, 10. Ve 8.yy. lar arasında Libya hakimiyetine girdiğini görüyoruz.
Bu dönem de Mısır’ın Hitit ve Arap kabilelerinin saldırıları ile karşılaştığı zor dönemleridir. Ardından 200 yıl Libya işgalini yaşayan Mısır M.Ö.750’lerde Kuş hanedanı idaresine yüz yıllığına girer.

Libyalıların çekilmesiyle Kuş İmparatorluğunun doğuşuna şahit oluyoruz. Bu tarih M.Ö. 750 civarlarıdır. Bu dönemde Kuşların 62 yıl süren Mısır hakimiyetlerini de Asurluların M.Ö.688’lerde yıktıklarına tanık oluyoruz.
M.Ö.688-663 arası 25 yıl boyunca da Mısır ve Kuş ülkesi Asur idaresinde kalır. Mısırlılar Avrupa’ya kuzeye sürülür, hanedan  ve piramit rahipleri büyülerini Asurlulara vermemek için intihar ederler. Sağ kalan yerli ve köleler de Babil’e köle olarak götürülürler. O dönemde Hindistan’dan kuraklık nedeniyle göçen yüz milyonlarca Hintlilerin büyük bir kısmını Babilliler Mısır’a yerleştirirler. Bundan sonra Mısır’da Kıpti dili konuşuılmaya başlanır ve ülkenin kralları hep yabancılardan seçilmeye başlanır.

Bu tarihler Hıristiyan araştırmacılarının, Yahudilerin İbrahim ve Musa tarihleri konusundaki iddialarını daha kolay yorumlamamıza sebep olmaktadır.

Yahudi Tevratının anlamı ve ana konusu nedir?
Tevrat- Torah "Talimat,Eğitim";
İbranice “Hifil- Yasa” sözcüğünden türeme kelimedir. Doktrin, eğitim, talimat ve yasa demektir. İbranice “yasa- Hifil” sözcüğü de “Din” demektir.

M.Ö.2000-1800 İbrahim’in Seçilmesi dönemi-Ur’dan (Irak) çıkmış Harran’a göç eden Azer/ Terah oğlu İbrahim tanrısı Yahve tarafından seçilmiştir. Tarih, tartışmalı olduğundan mutabık kalınan M.Ö. 1800 ile 2000 arasıdır. Bu dönemlerde Mısır’a baktığımızda Kuş kavmi Mısır’ın kölesidir ve Mısır gücünün zirvesindedir.
İbrahim hakkında biraz bilgi verelim;
İbrahim= İbr.(ʼa-hămôn goyim) Aşkenazi Avrohom- Avruhom, Arp İbrahim, İsmaililerin, İsrailoğullarının, Medyanlıların ve Edomluların babasıdır. Nuh’un oğlu Sam peygamberin torunlarındandır.Tevrat Yaratılış 17:5. Ayette  Avram (Baba) olan adı Abram( Çokların babası) olarak değiştirilir. İbranice olarak (ʼa-hămôn goyim) olarak geçmektedir. Tevrat alimlerinden Johann Friedrich Karl Keil’e göre “Ab” baba demekse de “Hamon” ikinci bir takı değildir ve “Raham” da İbranice bir kelime değildir. Burada “Hamon yerine “Raham” kelimesi olduğu varsayılmış ve Arapça “çoklar “ anlamına gelen Ruham” sözüyle eşanlamlı kabul edilmiştir. İkinci bir yoruma göre “Abr” baba demektir ve “Aham” sözü anlamsızdır. David Rohl ise, “Abr-Aham” sözünün Akad dilince “Baba Sever” anlamına geldiğini öne sürmüştür.

İbrani Tevratına göre İbrahim (Dünyanın Yılı-Anno Mundi-A.M.) 1948’de doğmuştur veya yaratılıştan sonra gelen 1948 İbrahim’in doğum yılıdır şeklinde kabul edilmektedir. Buna karşın Grek Tevratı olan Septuagint bu tarihi A.M 3312 olarak kabul etmekteyken Samiriye Tevratına göre de bu tarih 2247 olarak belirtilmektedir. Bütün Tevratlar İbrahim’in “175” yaşında öldüğünde birleşmektedir. Tevrat’ın kronolojik tarihi hakkında iki yüzden fazla çalışma olmasına rağmen geleneksel Yahudi Tevratı İbrahim’in M.Ö. 1812-1637 arasında yaşamış olacağı kabul edilirken 17.yy. piskoposu James Ussher M.Ö.1976-1801 olarakbelirtmiştir. İbrani tevratının bazı yerlerindeki metinlere göre de İbrahim’in “İkinci bin yılın” erken dönemlerinde yaşadığı genel kabul gören bir tarihtir.

Bu açıklamaların hepsi sadece kafa karıştırmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Oysa  “ÂB HÂMON GOYİM” adı bize tam gerçeği söylemektedir. Bu ad’dan “ON GOYİM” kısmını çıkardığımızda kalan kısmı bize “AB-HAM” yani “Baba Ham” adını vermektedir. Bu da Ham peygamberden başkası değildir. Yahudiler kendilerine kelime oyunlarıyla Ham peygamberi kendilerine “baba” yapmışlardır. Gerisi düzmecedir.
Gelelim İbrahim’in seçilmesine;
Tevrat Yaradılış 12. Bölüm;
BÖLÜM 12

Yar.12: 1 RAB Avram'a, "Ülkeni, akrabalarını, baba evini bırak, sana göstereceğim ülkeye git" dedi,
Yar.12: 2 "Seni büyük bir ulus yapacağım, Seni kutsayacak, sana ün kazandıracağım, Bereket kaynağı olacaksın.
Yar.12: 3 Seni kutsayanları kutsayacak, Seni lanetleyeni lanetleyeceğim. Yeryüzündeki bütün halklar Senin aracılığınla kutsanacak."

Evet, İbrahim’i yollara düşüren Tanrısının bu vâdidir. O an için kendisinin mi karısı ve kızkardeşi olan Sara’nın kısırlığındanmıdır bilinmez , “bir tek çocuğu olmayan” İbrahim, “olmayan soyunun” Ham peygamberin oğlu Kenan’ın topraklarında yurt sahibi olacağının verdiği heyecanla “75” yaşından sonra coşmuştur. Şimdi İbrahim’in yaşını veren ayeti de görelim.
Yar.12: 4 Avram RAB'bin buyurduğu gibi yola çıktı. Lut da onunla birlikte gitti. Avram (İbrahim) Harran'dan ayrıldığı zaman yetmiş beş yaşındaydı.”
Şimdi, “100” yaşında kızkardeşi ve karısı olan “90” yaşındaki Sara’nın doğurduğu İshak peygamberin “yakmalık sunu adıyla kurban edilmesinin istendiği” İbrahim’in denenmesine gelelim;
İbrahim'in Denenmesi

BÖLÜM 22

Yar.22: 1 Daha sonra Tanrı İbrahim'i denedi. "İbrahim!" diye seslendi. İbrahim, "Buradayım!" dedi.
Yar.22: 2 Tanrı, "İshak'ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git" dedi, "Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu* olarak sun."
Yar.22: 6-7 Yakmalık sunu için yardığı odunları oğlu İshak'a yükledi. Ateşi ve bıçağı kendisi aldı. Birlikte giderlerken İshak İbrahim'e, "Baba!" dedi. İbrahim, "Evet, oğlum!" diye yanıtladı. İshak, "Ateşle odun burada, ama yakmalık sunu kuzusu nerede?" diye sordu.
Yar.22: 8 İbrahim, "Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak" dedi. İkisi birlikte yürümeye devam ettiler.
Yar.22: 9 Tanrı'nın kendisine belirttiği yere varınca İbrahim bir sunak yaptı, üzerine odun dizdi. Oğlu İshak'ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırdı.

Yar.22: 10 Onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldı.”

Düşünün, “75” yaşındasınız, dinçsiniz, saygın bir aile hayatınız var, iyi kötü ticareti beceriyor, geniş ailenizle birlikte birbirinize kazık atmadan hatırı sayılır bir yaşam tarzına sahipsiniz.
Bir gün bir tanrı geliyor ve içinizdeki “çocuk özlemini” körüklüyor, size ve soyunuza topraklar, şöhret, parlak bir gelecek vât ediyor.
Sonra geçen 25 yıl içinde bir bir bunlar bir bir gerçekleşiyor, çocuğunuzun birisinin annesi “büyüklendi” diye onu annesi ile birlikte Hicaz çöllerinin ortasına bıraktırıyor ve yaklaşık “1000 km”  mesafede onları terk edip geri dönüyorsunuz. Sonra kardeşiniz olan kısır karınızdan bir çocuk sahibi oluyorsunuz ve bu çocuk her şeyiyle kendi kanınız. Çocuk tam yetişiyor ve tanrı onu “yakmalık sunu” olarak kurban etmenizi istiyor.
Ve siz hiç tereddüt etmeden, “yüz yaşında” sahip olduğunuz, elinizde kalan biricik oğlunuzu kesip etini yakmak için mangal ortamı hazırlıyorsunuz, çocuğunuzu tereddüt etmeden sunak taşının üstüne yatırıp boğazına bıçağı dayıyorsunuz!”.

Niye ?
Tanrı “yakılmış insan- hayvan eti kokusunu çok severmiş ve tanrı mutlu olsun diye” yapıyorsunuz.
Kimi kurban ediyorsunuz?
Tanrının size “yüz yaşınızda verdiği oğlunuzu” kurban ediyorsunuz!
Tanrı İshak’tan sonra başka bir çocuk vereceğini de vât etmemiştir ve verdiğini de iştahı için geri istemektedir.
İyi de bu başlamamış soyunuzun kuruması demek değil midir?

Evladınızı kurban ettiğiniz zaman “hangi soyunuz” o topraklara sahip olacaktır?
Sonra “yüz yaşında” edinilen bir evladı nasıl olur da tereddütsüz kurban edersiniz?
Bu nasıl kalptir ve bu nasıl “dünya malı” hırsıdır?
Bu nasıl kansızlıktır?
Tanrının önceki kavimleri, ona “evlatlarını kurban etmekten vazgeçmeleri” yüzünden terk ettiğini bildiği halde.
Neyse tanrı “koç” göndererek kurban işini engelliyor ve böylece “olmayan İbrahim soyundan “insan kurbanı kalkmış oluyordu.
Tanrı bu kıyağı eski kavimlere de yapsaydı onlar terk edilirler miydi?

Şimdi Tevrat ayetlerine göre Yahudi peygamberlerinin yaşamış olduğu çağları kronolojil olarak görelim;

M.Ö.1800-1600 İshak ve Yusuf Dönemi- İbrahim’in oğlu İshak’tan olan oğlu, Yakup’un oğlu Yusuf’un, Mısır’a köle satıldığı dönem Tevrat ayetlerinden yaptığımız tespitlere göre yaklaşık olarak M.Ö. 1700- 1600’lerdir. Yüz yıl Yusuf’un ve ardından kabilesinin Mısır’a gelip yerleşmeleri, Yusuf’un ölümünden sonra da Mısır’da en az bir “yüz yıl” hür yaşadıklarını varsayarsak tarih M.Ö. 1600-1500’lerin Yahudilerin köleliklerinin başlangıcı sayılabilir.

M.Ö.1600-1100- Yahudilerin Kölelik Dönemleri ve Musa’nın kurtarması- Yahudilerin Tevrata geçen Mısır’daki kölelik süreleri “400” yıl  (Yar-15:13) olarak belirtilmektedir.
Bu da M.Ö. 1200-1100’lerde Musa’nın çıkış tarihi olarak önümüze gelmektedir. Tevrat araştırmacılarının çoğunda da “1100” Musa’nın dönemi kabul edilir.
M.Ö.1100-950 Musa- Süleyman Dönemi-Süleyman’ın (M.Ö.900’ler)hükümdarlığını takiben devlet  ikiye bölündü, kuzeydeki İsrail adını alırken güneydeki de Yuda Krallığı adını alıyordu. Kudüs güneydeki Yuda krallığının baş kenti olarak güneyde kalıyordu.
M.Ö.950-750- Libya İşgali Dönemi- M.Ö.945’lerde Mısır Libyalı Arapların saldırısına uğradı ve Libya prensi Şuşeng’in idaresine girdi ve Libya hâkimiyeti 200 yıl sürdü. Şuşeng güney Mısır’ın da idaresini ele geçirmeyi başardı ve rakip hanedanı tüketti. Kuşileri güneyde tehdit etti.

Yukarıdaki Kuş İmparatorluğu haritasına ve Hitit Mısır haritalarına baktığımızda, İsrail’in kurulduğu Filistin- Lübnan yani Levant bölgesinin sürekli Mısır, Hitit, Babil, Asur idarelerinde olduğunu görmekteyiz. Mısır’ı ele geçiren bu toprakları ele geçirir. Öyleyse, İsrail Davut ve Süleyman peygamberler döneminde de işgal altındaydı.
Bu durumda ya Yahudiler tarihleri çarpıtarak “kuşî olan soylarını” semitik gösterip insanlığı aldatma yoluna gitmişlerdir ve adları geçen bütün peygamberler ve parlak dönemler daha eski kavimlere aittir ya da Yahudi medeniyeti asla olmamıştır. Yahudiler bir gerçek olduğuna göre bu defa tarihleri başkalarından çalınmış derleme tarihtir anlamına gelir. Durum da zaten budur.

İsrail M.Ö.727’de III.Tiglatplaser döneminde Asurlularca işgal edildi, yıkıldı.
İsrail’in M.Ö.722’de Asur ordusunda bir general olan II.Sargon (Şarrukin) krallığı zorla dev alarak İsrail’i tekrar işgal etti ve 30.000 İsrail’liyi sürgüne gönderdi.Yuda şehri yıkıldı, Kudüs ve İsrail kralının yaşamasına izin verildiyse de tapınakların hepsi yıkıldı ve kitapları kayıtları yakıldı, zenginlikleri yağmalandı.
M.Ö. 704-681 yılları arasında II.Sargon’un oğlu Sinahheriba Yahuda krallığını yenerek Kudüs’ü talan etti, Babil kentini de Asur idaresine karşı geldiği için baştan başa yıktırdı.
M.Ö.680-669 Asur kralı Asuraddina’nın (Asaraddon)  krallık döneminde Mısır fethedildi. Babil en geniş sınırlarına ulaşırken Yahudiler de gene köle olarak yaşamlarına devam ettiler.
M.Ö.668-631- Asurbanipal döneminde döneminde bir çok yasa yapılmasına rağmen imparatorluk Med ülkesi Medya’da çıkan isyanlarla sarsıldı.
M.Ö.631-614- Asurbanipal’ın Ölümünden 17 yıl sonra 614’te Medler (Persler) Asur imparatorluğunu ele geçirdiler. Babillilerle ittifak kurarak Asur’un başkenti Ninova’yı bir daha bulunamayacak şekilde yok ettiler. 2000 yıl boyunca bu şehirden hiçbir iz bulunamamıştır. Sadece Tevrat, İncil gibi kutsal kitaplarda ve efsanelerde adına rastlanıldı.
M.Ö.605-562- M.Ö.614’de yıkılan Asur imparatorluğunun ardından Babil şehri güç kazandı ve 605’de  Ur çevresine yerleşen Kaldeliler yine bir Kalde’li olan II.Nebukadnezar idaresinde geliştiler ve eski görkemli tapınaklarını, yüksek surlarla çevrili şehirleri  inşa ettiler ve II. Babil dönemini başlattılar.
II.Nebukadnezar M.Ö 586-587’de Yahuda Krallığını işgal etti ve Kudüs’ü yerle bir etti. Yauudileri Babil’e köle olarak götürdü. Bu II.Babil işgaliyle her iki İsrail devleti son buluyordu.

Babil Sürgünü-M.Ö.587-538 (49 yıl) arasında Babil sürgünü yaşandı. Halk olduğu gibi Akdeniz bölgesinden İran ve Kafkaslara kadar bütün coğrafyaya dağıtıldı. Kölelik dönemlerinde dinin temeli olan ayinler ve yeme içme adapları, inançları terk edildi. Milletin seceresi birbirine girdi, soy sop karıştı. Nebukadnezar’ın ölümüyle II.Babil imparatorluğu da çöküşe geçti.