ARİSTO YU EŞEĞE YARGILATMAK
Bu yazımda yeterliliğine, hacmine bakmaksızın, uzun araştırmalar sonucu yazılar yazıp haka sunan insanları yargılayanlar hakkındaki görüşlerimi dile getirdim!
Yedi yıldır internet medyasında, Üniversitelerden sokağa
kadar toplumun her kesiminde gördüğüm birçok yanlışı göstermek ve kendi
düşüncelerimi, yargılarımı ortaya koymak amacına dayalı olarak engellenme ve silinme olaylar nedeniyle sayları dört'e çımış olan bloglarımda yazlıar yazmış
durumdayım.
Bu yazılarım, işkembeden gelen gazın geğirtisine bağlı
olmayıp akıl-fikir-izan ölçülerinde yargılamaya dayalı olduklarından bütün
Tv kanallarında bu güne kadar tartışılmış elan da tartışılmaktadır.
Kimisi olumlu kimisi ise eleştiren, suçlayan eleştiriler
yapmışlarsa da bu gün o yazılarımın doğruluklarını zamanın getirdiği olaylar
ispat etmiştir.
Bu yazılarım dinlerden günümüz siyasetine, “Önemli olan boy
değil soydur soy!” diyen RE.T.E’nin saçma sapan ırkçı kavmiyetçi, dinci “Amerikan
Mason İslâm’ı açılımları ile Ermeni, Grek (Yunan)Kürt açılımlarına kadar
yazdığım yazılar bloğumda mevcuttur ve isteyene “24” saat açıktır.
Bu yazılarımdan tutun da İnternet’te Face sayfamda ve
arkadaş olduğum kişilerin sayfalarında bu güne kadar bana yapılan eleştiriler,
ölüm tehditleri sonunda bana bu gün bu sözü söyletmiştir;
Benim yazılarımda yeryüzünde
bilinen bütün büyük dinler, kitaplarındaki ayetler, sureler, bölümler dışında
az bilinen bazılarının haberleri olmadığı dinler hakkında bilgiler vardır.
Müslümanların Tevrat, Zebur,
İncil’i Kur’an ile birlikte okumalarını emreden Kur’an’ın Bakara Suresi 106., 136. Ve Maide
Suresi 68/2. Ayetlerini yazdığımdan bu güne yaklaşık altı yıl geçti.
Şimdi yeni yeni birileri çıkmış
bir şeyler okumuş “Ben Tevrat, İncil, Zebur’da da okudum!” Diyorlar ama bu
kitaplar hakkında hiçbir şey yazmıyorlar.
“Yani at yalanı öpeyim inananı!”
İlkesine göre sallama serbest. Yetmiyor, böyle yazılar yapan, beni İslâm
düşmanlığı ve “Kıt beyinli” olmak ile suçlayanların sayfalarına giriyorum
adamların kendilerine ait hayatları hakkında bile iki satır yazıları bile yok.
Bunların sadece, toplumun sahip
olduğu mevcut inanca göre yorum yaptıklarını, Müslüman bir ülkede doğal olarak
Müslüman olduklarını, hiçbir araştırma, inceleme yapmadıklarını görüyorum.
Bunlara benim verdiğim ad, ister
Müslüman ister başka dinin dindarı olsun “Mirasyedi” diyorum. Yani bunlara
İslâm’ı savunuyorlarsa “Mirasyedi Müslüman”, Hıristiyan iseler “Mirasyedi
Hıristiyan” diyorum. Böyle insanların topu “Mirasyedi Dindarlardır” ve ne
yazılarının ne sözlerinin kıymeti harbiyesi yokrur. Değer veren varsa ki onlar
da onun gibilerdir.
İşte böyle araştırmayan,
sorgulamayan, düşüncelerini toplum ile paylaşmayan tipler, M.Ö. 400’lerde
Sokrates’i yargılayan tiplerdir.
Sokrates, Anadolu ve İran
üzerinden gelen Sufi dervişlerinden “Tek Tanrıcılığı” öğrenmiş ve bunu çağdaşı
olan Greklere (İsmet İnönü yakıştırması ile Yunan) de kabul ettirmişti.
Zamanın Grek kralı ve çevresi
Anadolu’daki Isparta’lılara savaş açmış ve yenilmişlerdi. Yenilince de baş
tanrıları Zeus’u “tek tanrı” sayıp ötekilerini küçümsedikleri için öbür
tanrıların gazabına uğradıklarını düşünmüşler ve Sokrat’ı da bu dini yaydığı
için “idama” mahkûm etmişlerdi.
Sokrta’ı ondan 1000 yıl sonra Hicaz
Arap’ı Muhammed takip etmiş ve Roma imparatorluğunun yapamadığını yapmış ve
öteki tanrıları “Melek” , Er Rahman’ı da “Tek Tanrı” olarak kabul ettirme
gayretine girmişti.
Kur’an “Kafirun Suresi” tefsirlerinde
Amcası Ebu Talip’in hasta yatağında diğer amcaları Ebu Cehil ve Ebu Süfyan ile
yaptığı pazarlık da tam bu konuyu içermektedir. Bu pazarlıkta Muhammed’in
amcaları ve öteki “Kâfirlere” söylediği söz şudur;
“Size Hicaz’dan iran’a kadar
büyük bir ülke vaat ediyorum. Sadece “Lailahe illallah (Allah’tan başka Allah
yoktur!” karşılığında.
Onların verdikleri cevap ise
şudur; “Sen büyük olan ilah ilan edip küçüklerini melek yapıyorsun. Öteki
tanrıların gazabına biz katlanamayız. Seninle pazarlığımız bitmiştir.”
Muhammed bu işi, Nisa ve diğer
Kur’an surelerinde geçtiği gibi “Er Rahman” yerine eski Kâbe’nin baş putu El El
Lah yani Allah’ta Hicaz ve öteki Bedevi kabilelerinin diretmesi üzerine “İster
Allah ister Rahman deyiniz, en güzel adlar onundur!” diyerek ince bir siyasetle
çözmüştür.
İşte bu işi çözemeyen Sokrates
zehirlenerek ölüme mahkûm edilmişse de ardından af edilmiştir ve “demokrasi
şehidi” olmak uğruna kendi rızası ile hazırlattığı baldıran zehrini içerek
ölmüştür. Böylece ilk Demokrasi Şehidi olmuştur. Bu bağlamda İslâm da
demokrasinin ikinci uyarlaması sayılabilir!
Neyse yargılamaya dönelim. İster
Sokrat’ı ister Aristo’yu bu gün bütün metafizik düşünürler “Bilge, ulema,
feylesof=filozof kabul ederler.
Bu adamların böyle kabul
edilmelerinin ardında verdikleri eserleri ve yetiştirdikleri insanlar, onların
arasında büyük devlet adamları vardır.
Büyük İskender’i yetiştiren
Aristo ya da ilk demokrasi şehidi, ilk tektanrıcılardan olan Sokrates gibi adamlar
kadar yaygın bilinen kimseler olmasak da yıllardır işimizi gücümüzü bırakıp
kıymet gördüğüne tanık olduğumuz düşüncelerimiz yazan insanlar olarak,
hayatları boyunca kalem tutmamış, tek satır bir yazısını insanlığa sunmamış
tiplerin bizleri yargılaması, Sokrates’i yargılayan zamanının “eşek Greklerinin”
onu yargılaması ile eş değerdir.
Sekizinci yüzyıl Bağdat İslâm
Üniversitesinde İslâm’ı sıradan bir Hicaz Arap Kabile Kültürü olmaktan
çıkartıp, Sokrates, Aristo’dan Çin’in Tao’suna kadar yazılan felsefi
yargılardan oluşturulan günümüz İslâm’ına en büyük katkıyı vermiş olan ve İslâm’ı
“Hermetikleştirmiş” olan Aristo’yu eşeğin yargılaması ile bizleri böyle
adamların yargılaması aynı olaydır.
Elbette insanlar yargılarında
özgürdürler. Ama özgürlüğün de bir sınırı vardır. Nasıl ki, “okuryazar” olmayı
ret etmiş Said-i Kürdi Deliüzzaman’dan “Ulema=Medrese hocası” olamayacağına göre, okuryazar olsalar da hiçbir
araştırma yapmamış, babadan, atadan kalma dini hakkında hiçbir araştırma
yapmamış, hiçbir bilimsel kitabı okumamış, güç bela bir okul diploması alıp
ortadan adam asıp kesenlerin de yargıları boştur.
Eğer Aristo, Sokrates’i bir eşeğe
yargılatmak ile böyle adamların topluma bir değer katmak için yazıp çizenleri
yargılamaları aynı değerdedir.
Yargı da yapsınlar ama bilir
bilmez yazanları aşağılamaları kendi acizliklerini ortaya çıkartmaktadır.
Takdir okuyucunundur.
Alaeddin Yavuz
keykubat /
adilyargic/ adilyargicc