Çanakkale Savaşının ardından 1918'de Yıldırım Orduları Komutanlığını, Alman Liman Von Sanders'ten devir alan Atatürk,madalyaları ile çekilmesine izin verdiği resminin altına Osmanlıca Hz.Muhammed'e saygı için şunu yazdırır;
“ Bir gaza ettik ki hoşnut eyledik peygamberi!!!”
Bu resmin çekilişinden 5 yıl sonra,bitirilmiş bir imparatorluktan da bağımsız bir devlet çıkaracaktır.
Siyaset,Tarih,Metafizik,Güncel-
Blog yazıları,Türk Milletine ve insanlığa adanmıştır.+40
Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?
Ey Türk Milleti! Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz
Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir. Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.
Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.
Din Temelli Cinsel Sapıklıkların Mitolojisi" yazımdan aldığım ve "ayrı" olarak yayınlamak istediğim bu çeviri yazım, Muhammet Çağından 15. yy.lara kadar Ortadoğu, güney Asya, Pasifik adaları ve bir çok Afrika, Orta Amerika ülkelerinin geleneklerini yansıtmaktadır.
New
York merkezli “The Association for Prehistory” internet sitesinde yayınlanmış,
Lloyd deMause nin “Orijin of the War in Child Abuse” kitabının Birinci
bölümümolan “Killer Motherland” ve sekizinci bölümünde “İnfanticide, Child Rape
and War in Early States” konularından dilimize çevirdim.
ANTİK
ÇAĞDA KATİL TANRIÇALARA ÇOCUK KURBANI
The Origins of War in Child Abuse by Lloyd deMause
Antik
çağlarda savaşlar, Tiyamat, İştar, İnanna, Aysis, veya Kali gibi kana susamış
katil ana tanrıçaların yararına veya onlara karşı savaşmak şeklinde
yapılmıştır. Tipik ana tanrıçalardan biri de Aztek ana tanrıçası
Huitzlopotchtli’dir ve bu tanrıça ağzını boyu kadar açarak çığlık atar ve
askerlerinin kanlarıyla beslenir. Antik çağ araştırmacılarının çoğu, “antik çağ
savaşlarnda “yok edici tanrıların” erkekler değil dişi tanrıçalar olduklarında
birleşirler.
Jungian,
Korkunç Ana Tanrıça arketiplemesinde, “ağzını dişleri ve kıllarıyla açarak
titreten çığlıklarıyla bizi yutup bitiren” Ejder Ana” karakterini analiz
etmiştir.
Ovid,
Pentheus’un çığlığından yaptığı antik resminde, “Ey Anam, gözlerini bana
dikerek bak!” Ana da ona rüzgarda savrulan saçlarıyla, çığlıklarıyla bakar.
Sonra, Agave, omuzu üstüne düşen başını yırtıp kopartır, yukarı kaldırır ve
bağırır;”İşte benim işim, benim zaferim”.
Eski
medeniyetlerde çocukların durumları bu günden çok kötüydü. Census, antik
çağlarda kız/erkek çocuk kurban etme/öldürmenin oranının %400 rakamını verir.
Çoğu kız, onların yarısı kadar da erkek çocukların öldürüldüklerini
açıklamıştır. Poseidos, zengin adamların bile kızlarını çoğunlukla sattıklarını
kabul eder. Erken çağ toplumlarında çocuk öldürme
cezalandırılmaya başlanmadan önce herkes çocukların nerelerde satıldıklarını ve
canavarlara kurban edildiklerini biliyordu. Doğar doğmaz süt annelere
verilen çocukların öldürülmeleri süt annelerden istenilmekteydi.
Antik
çağlarda, yaygın olarak çocukların başlarının kesilerek gövdelerinden
ayrılarak kurban edilmelerine Filistin, Jericho, K.Afrika Kartaca,
İngiltere’nin çember kayalarında, Hindistan’da ve Aztek şehirlerinde rastlanılmaktadır.
Kurban
edilmenin değişmez imajı, Ana Tanrıçanın idaresindeki savaşlarda yerine
getirilir ve bunun yanında da yaygın olarak erkek çocuklarla
kulamparalık etmekten daha yaygın olanı da kız çocuklarının
ırzlarına geçmek, diri diri ısırarak parçalamak, yakmak ve kısırlaştırma
gibi işkenceler de yaygındı.
Dişi büyücülerin olması raslantı değildir, daima korkunun anası
olan ve daima savaşın kalbinde bulunan savaş
tanrıçaları İştar’ın heykelleri, “Ben, savaşın tam ortasında
dururum, savaşın tam kalbiyim, savaşçıların koluyum” diyen İştar
gibileriydi ve bunlar Grek mitolojisindeki büyücüler değillerdi.
Korkunç ana tanrıçalarıyla karışan inançlar gereğince, savaşan erkekler,
ana tarnıçalarının öfkelerinin üzerlerine gelmesinden korunumuş oluyor, zafer
kazandıklarında da kendilerinin kurtarıcı oldukları için korkunç ana
tanrıçalarının kendilerini seveceklerine inanıyorlardı.
Bu
yüzden savaşlarda Grekler Medusa’nın kesik başını bayraklarına,
kalkanlarına resmediyorlardı, Mısırlılar da firavunlarının
doğumlarından sakladıkları rahim artığı plesantaları bayrak yerine uzun
değneklere asarak taşıyorlardı.
Bu
korkunç tanrıçalar “Şavaşın Hanımefendileri” olarak
anılıyorlardı ve uğurlarına ölen askerler de onların kana
susamış iştahlarına kurban olmuş sayılıyorlardı. O zamanın
cenneti, tanrıçanın vücudunda yaşamaktı. (Aynı inanışın devamı
Müslümanlarda KURBAN KESME GELENEĞİ’nde sürmektedir. Kesilen kurbanın, İNSAN
VÜCUDUNA GİRİP, İNSAN OLACAĞI inancıya MUTLU OLDUĞUNU herkes söylerdi. Alaeddin
Yavuz)
Bir savaş tanrıçası olarak, Venüs, Sezar’a rüyasında görünüp Galleri
fethedeceğini söylemiş, Sezar Mars’a ve ona kurbanlar adamıştı. Ertesi sabah askerlerini
topladığında “Venüs Victrix/Venüse Zafer” diye bağırmıştı.
Çocukla
babanın değil de ananın bağ kurmasını anlayabilmek için en erken çağlarda daima
dişinin, ananın öne çıkarıldığına dikkat etmek gerekir.
Eski Yunan’da örneğin babalar, evlerinde kulamparalıklarının mağdurları
olan erkek çocuklarıyla uyurlardı ve anne, babaanne, süt anne, köle kadınların
ve çocukların uyudukları ayrı yerler vardı. Günümüzde dahi bu şekilde yaşam
mevcuttur.
Solon, bir adama ayda en az üç kere olmak üzere ailesini ziyaret etmeyi
önermişti. Plutarch, “gerçek aşkın kadınların bölümüyle bir bağı olmadığını
yazmıştır.
Heredot,
“bir oğlan, beş yaşından önce babasının dikkatini çekmez”
diyerek açıkça gerçeği onaylar.
Bu
çağlarda anneler, büyük anneler insanlıktan çıkmış değillerdi ama kendilerine
de çocuklarını sevebilmeleri için yarım şans dahil verilseydi elbette. İnsanlık
çocuklarının değeri hakkında yeni yeni uyanışa geçmiştir. Geçmişe gittiğimizde,
çocuk yetiştirmenin düşük seviyede olduğu zamanlarda, terk edilen,
dövülen, fuhuş pazarında satılan, kiraya verilen, korkutulan ve cinsel olarak
istismar edilen çocuklara rastlıyoruz.
Bir
insan, eski bir tarihçiyi okuduğunda, M.Ö.II. yüzyıllarda ailelerin
ancak %1’inde “2” kız çocuğu bulunduğuna tanık olacaktır. Medea,
Procne gibi öteki Grek mitolojik analarının çocuklarını öldürmek için tek iyi
gerekçeleri, kocalarına nispet yaparak üremeye uygun olduklarını kanıtlamak
içindi.
Aztek Savaş Tanrıçalarına Bakış;
Aztek
dini mitlerine baktığımızda, her sabah güneşin doğması için, her gün
insan kanıyla beslenmeye ihtiyaç duyan kana susamış bir çok Savaş Tanrıçasının
resmedildiklerine tanık oluruz. Bunların merkezinde Teteoinnan
adlı Toprak Anaları vardır. Her yıl bir dişi ona kurban
edilmeli, derisi yüzülmeli, çıkarılmalıdır ki, erkek, Savaş
tanrıçasının korkunç güçlerine sahip olabilsin. Savaşçılar, Aztek
krallarıyla karıştırdıkları Savaş Tanrıçaları için savaşlara giderler,
tanrıçanın kana susamışlığını tatmin edebilmek için kendi ordularını
ikiye böler ve her yeri kana boğan çiçek savaşları yaparlardı. Kana
susamış Aztek tanrıçaları böylece favori nektarları olan insan kanına,
taze insan kalbine doyuyorlardı. Böylece Aztekler,
tanrıçalarının kendi çocuklarını tüketmesini engelleyerek, her sabah güneşin
doğmasını sağladıklarına inanıyorlardı. Bu anlayış gereğince Aztek
savaşçılarının her birisi, her gün güneşin doğabilmesi için “ölümü
arzulayanlar” olduklarını söylüyorlardı.
Gerçek Aztek anneleri çocuklarına karşı inanılmaz derecede zalimlerdi,
tanrıçalarını doyurmak için öldürdükleri çocuklarının karınlarını deşer,
kollarını kopartır, açtıkları yaraların deliklerinden ipler geçirerek daha çok
kan akmasını sağlayarak tanrıçalarını beslemeyi düşünürlerdi.
Çocukları ergenliğe erişip savaşa katıldığında, düşmanını öldürmeyi
başaramadığında veya öldüğünde herkesin içinde onları incitir
ve alay ederlerdi.
ANTİKİTEDE ÇOCUK TECAVÜZLERİ, ÖLDÜRÜLMELERİ, KISIRLAŞTIRILMALARI
SÜT ANNE GELENEĞİ
Antik
çağlardan beri anneler çocuklarını, ihmalkar, lakayıt, küfürbaz süt
annelere çocuklarını verirlerdi.Bunlar bazen kölelerden de
olabiliyordu.Tacitus’un dedğine göre, “Çocuklarımızı daha doğuşta,
küçük Grek hizmetçi kızlara teslim ederdik, çocuklar teslim edildikten sonra
yıllarca görülmezdi.”
Süt anneler, ahlaksız, hantal, tembel, yangında, domuz gibi hayvan saldırılarından
korumak için, çocukları bir bohçaya sararak ağaç tırnağına asmakla,
hasat zamanı ilgi göstermemekle, bokun sidiğin içinde kalan çocuğu
yıkamamakla suçlanırlardı.
Süt
anneler, yabancı zengin dölü olan çocukları alıp emzirebilmek için
kendi çocuklarını öldürürlerdi ve bu sayede de korunduklarına
inanırlardı.
Doktorlar,
büyüdüklerinde tiran olmasınlar diye bebeklerin günde iki üç öğünden
fazlabeslenmemelerini öğütlerlerdi.
Çocuklar
hastalık veya açlıktan aşırı derecede çığlıklarla ağladıklarında onlara bira,
şarap, likör, afyon verilerek yatıştırılırlardı. Bir Mısır
papirüsü “afyon hemen tesir ederdi” diyor.
Babalar odalarında oğullarıyla birlikteyken eşlerine tamamen empatiden
yoksun olarak “bu memeler benim” derlerdi ve onlar etraflarındayken annelerinin
çocuklarını emzirdiklerini gördüklerinde açlık grevine gidecekmiş gibi
davranırlardı.
Yeni doğmuş çocuklar, gözlerini tırmalamamaları, kulaklarını
tırnaklarıyla yolmamaları, bacaklarını kırmamaları, hayvan gibi dört üyesi
üstünde emeklememeleri için uzun bandajlarla sıkı sıkı sarılırlardı.
Dünyanın
bir çok yerinde olduğu gibi eski Mısır’da da çocukların kafataslarına
istedikleri şekli vermek için, tahtadan yapılmış kalıplara çocukların
kafaları sığdırılmaya çalışılır ve mutlaka bu kalıba sokulan kafaları alınlarından
bir tahta ile kalıptan çıkması engellenir, kemikleri geliştiğinde
tahtaya oyulan şekli alırdı. Bu çocuklar için büyük acılar
veren bir işkenceydi.
Hamile
kadınlar kocalarınca sıklıkla dövüldüklerinden çocuklar antik çağlarda daha ana
rahmindeyken sopaya maruz kalıyorlardı. İdare edilemediklerinde çocuklar
anne ve babaları tarafından taşlanarak öldürülürlerdi. Eski
Ahit, “anne ve babasına karşı asi olan çocuklar ölüme mahkum
edilmelidir” der ve Philo, “eğer yasa asiliklerinden
dolayı ölüme mahkum etmiş olsa bile, çocukların,
azarlandıklarını,dövüldüklerini, hapsedildiklerini” yazar.
Seneca, Isparta’da, ölüme mahkum edilmiş çocukların şehir meydanında
alenen dövülmelerinin, kırbaçlanmalarının vatanseverlik olarak görüldüğünü
yazar. Bütün çocukların içinde şeytan olduğuna onun çıkartılması için de
çocukların dövülmesi için dokuz kedi kuyruğundan kırbaçlar, demir çubuklar,
kundak çubukları gibi özel ekipmanlar yaptıklarını ve zincirle
kırbaçladıklarını yazar.
Günlükler,
çocukların kapı üstlerine asılarak, tırnaklarına jilet geçirilerek, halıya
sarılarak köşede dövüldüklerini yazmaktadır. Ksenofon, annelerin cadı
elbiseleri giyerek, onların etlerini yiyip bitirecek, kanlarını içecek Lamia
şeytanı olduğunu söyleyerek korkuttuklarını, annelerin çocuklarına
yaptıkları vahşiliğin yırtıcı bir hayvan veya canavar tarafından bile
yapılamayacağından bahseder.
Ovid,
çocukların gece şeytanlarca kanlarının emilerek öldürüleceklerini
annelerinin söylediğini yazar.
Antik
zamanlarda çocuklar 12 yaşına geldiklerinde kendilerinden iki kat yaşlı
erkeklerle evlendirilirler, eşleri ailelerince seçilirlerdi ve bu apaçık
çocuk tecavüzüydü. Bu genel bir uygulama değildi ve Grek
kızları daha bebekleriyle oynarlarken evlendirilerdi.
Hint
Mahabarata dini metinleri der ki, “30 yaşında bir adama 10 yaşında bir
kız, 21 yaşında bir adama “7” yaşında bir kız verilir”.
Çocukların cinsellik için kullanılmaları günümüzde Amerikan istatistiklerinde
bile hala kendilerinin üç katı yaşında erkeklerce taciz edildikleri görüldüğünden
olağan işler sınıfındandır.
Hindistanda
erken evliliklerin gerekçesi sorulduğunda, anneler, yetişkin yani yedi
yaşında kızlarının evde bir saat yalnız kalsalar erkek kardeşlerinde
kızlıklarının bozulacağından endişelerini belirtmişlerdir.
Erkek ve kız çocukları, evlerinde anneleri, babaları, ağabeyleri,
yeğenleri, dayıları, amcalarınca düzenli olarak masturbasyonda kullanılırlardı
ve onlardan birinin dediği gibi “gece boyunca
amcamdan, büyükanneme kadar aralarında beni dolaştırıp dururlardı”
ifadesini Mahabarata dini metinleri şöyle doğrulamaktadır, “10” yaşında
bir kız için bakire olmak demek, ne erkek kardeşi, ne babası
ne de yeğeni olmaması demektir”.
Kılsız parlak bir oğlana tecavüz edilmesi, penis ucu derisi
ile meme uçları kesilerek sünnet edilmesi, anne memesini temsil
ettiğini düşündüklerindendi.
Rus arşivlerine girmiş bir köle oğlanın Müslüman tacirlerce satışı resmi.
Plutrach,
“oğlanlara tecavüz edilmesi, onlarla düşüp kalkılması bir zevk değil
bir görevdi” der.
Eski
şehir devletlerinde Yunanistanda, altı yaşında bir erkek çocuğu, üzeri
soyularak çırılçıplak edilip pazarda fahişeliğe zorlanır veya, dini
ayinde tecavüz etmesi için bir rahibe teslim edilirdi.
Erkekler,
erkek çocuklarını toplarlar, dövüş arenalarının yakınlarındaki genelevlerde
fahişelik etmek üzere buralara satılırlardı. Sokaklarda gezen bu çocuk avcıları
pantolonlarını delmek için ellerinde bir makas ve bağırmalarını önlemek, ağzına
tıkmak için bir bez parçası ile dolaşırlardı.
Doktorlar,tecavüzden
yırtılan anüslerin tedavisi için yağ bulundurmalarını
söylerlerdi.
Erken
toplumlarda tecavüz sadece kan bağı açısından hukuka konu olurdu.
Bunun dışında bütün tecavüz türleri serbestti ve önce anababalarca
yapılırdı.
Plutarch
makalelerinde, iyi bir babanın iyiliği, kendi oğluna tecavüz etmesidir
der. Anneler de oğullarıyla cinsel ilişkiye giriyor, gece uyuyabilmeleri
için onlara mastürbasyon yaptırıyorlardı.
Oğluyla,
kızıyla ensest ilişkiye giren kadın, böylece tanrıçasına hizmet etmiş, onun
emirlerini yerine getirmiş olduğunu gösteriyorlardı.
Japonya da yapılan yoğun araştırmalarda bu gün bile, annelerin sadece
çocuklarına otuzbir çektirmediklerini, çocuklarıyla cinsel ilişkiye
girdiklerini, kocaları dışarıda başka kadın ile beraberken, çocuklarıyla
cinsel ilişkiye girerek iyi bir derece kazandığını söylemektedirler.
Erken
devletlerde anneler ile sütannelerin otuzbir çektirmeleri, erkekler
için erkekliklerini göstermeyi, kızlar için de erkek uyumayı ifade
ediyordu.
Tecavüz
edilen çocuklar, “aşırı seksi” olmakla itham edilirlerdi ve tecavüze uğrayan
biri “aşırı seksi olma suçu işlediğinden” cezalandırılırdı.
Babil de tecavüz edilen kadınlar, yasaklanır ve boğazları
kesilerek nehre atılırdı. Tevratta tecavüz edilen
kadınlar şehir kapılarında taşlanarak öldürülürlerdi yani recm
edilirlerdi.
Kızlar
ve erkekler tecavüz edilmek istemekle suçlanırlardı. Bu
günahkarlıkları yüzünden de sünnet derileri dikilir, veya organları
kısırlaştırmak için kesilirdi. Kızların vajinaları dikilir,
klitorisleri kesilir, sadece işeyecek kadar delik bırakılırdı.
Evlendiğinde damat bu dikişi gerdek gecesi çözebilirdi.
Kızların
cinsel organ kısırlaştırılmaları günümüzde Mısır, İsrail, Yunanistan, Romadan
Afrikaya, Orta Amerika dan Çine kadar elan yaşanmaktadır.
Cisel
organ kısırlaştırmaları hanedan öncesi devirlerde başlamış, bazı Mısır
kadın mumyalarında cinsel organların dudaklarının olmadığına rastlanılmıştır.
Geçenlerde
yapılan bir araştırmada Mısır da eğitilmiş ailelerin %97 si,
eğitilmişlerin %67’sinde hala kadın sünneti ve kısırlaştırma uygulandığı tespit
edilmiştir.Elde edilen dökümanlara göre bu gün değişik milletlerden 74
milyon kızın bu geleneğin mağduru olduğu tespit edilmiştir.
Kız sünnetini savunanlar, klitorisin, mastürbasyon neticesinde bir erkeğin
cinsel organı kadar uzayabildiğini, kadının rkeklik organı olduğunu, onları
seks köleliğinden kurtarmak için kısırlaştırma işlemi yapıldığını öne
sürmektedirler. Sudan da klitorisin bir kazın boynu kadar
uzayabildiğine tanık olunduğu söylenilmektedir.
Erkeklerin sünnet edilmeleri de onların otuzbir çekmelerini azaltmak
için gereklidir denilmektedir. Sünnetten kaçınılan Atina da ise, sünnet
derisine delik açılara emir halka geçirilirdi.
Kız
ver erkeklerde sünnet işlemi genelde altılı yaşlarda yapılır
ve kapılan enfeksiyonlar yüzünden bazı kızların öldüğü
bilinmektedir.
Oğlanlar için en kötü kısırlaştırma, doğuda ve batıda hadım
etmekti ve erken dönem tanrıçalarına kurban ayinlerinde
yapılırdı. Eski Mısır tapınaklarında sunağın altında uzanan erkek
cinsel organı yığınlarına rastlanılmıştır.
Hadım, oğlanın başka erkeklerce tecavüz edilmesi için de ailesince
daha kundaktayken yapılırdı.
Bizans tan Roma ya,ve Çin e kadar hadım fabrikaları vardı ve beşikte
hadım edilen çocuklar genelevlere satılırdı. Anna ve babalar cinsel orgnalarını
kesip bir kavanoza koydukları çocuklarını borçları karşılığında başkalarına
süreli veya süresiz köle olarak verirlerdi.
Erken
Roma döneminde hadım oğlanı ticareti büyük bir işti ve aristokratlar
ile rahipler için üretilirlerdi. Bruno Bettleheimin yazdığına göre, hadım
çocuklar, kadınları kıskandıklarından, kesilmiş organlarının yerine doğum
deliği açılmasını isterlerdi.
Erken
devletlerde yapılan düzinelerce çalışmalarda karı koca arasındaki gerçek aşk
modeli, karı koca arasında böyle bir aşkın gülünç ve imkanız olacağı şeklinde
sonuçlanmıştır.
Homer, kadın için “damar” yani kırarak boyun eğdirme
sıfatını kullanır. İlaveten babalar hiç bir yerde çocuklarına empati
gösterememişlerdir.
Alan
Valentine, babaların oğullarına yazdığı 600 kadar yazılmış mektubu
incelediğinde empati sıcaklığının hiç bir izine rastlamamış, hatta babaların
oğullarına aşk mektupları yazdıklarını tespit etmiştir. Bu yüzden,
mutlu babaların tarih bırakmadıklarını düşünür.
Romalı babalar, çocukları onların isteklerini onaylamadıklarında çocuklarını
ölüme mahkum ederlerdi.
Aile
tarihçisi Edward Shorter, “erkekler karılarını çocuk makinesi
olarak görürlerdi, hiç bir his olmaksızın mekanik olarak çalışan makineler”
diyerek benimle uyuşmaktadır.
Kadınla
evlilik tam bir savaştı sevgi empati olmadan sadece birinin diğerini
aldatması üzerinedolapların döndüğü bir yaşamdı evlilik.
Antony,
Sezar, Kleopatra aşklarındaki entrikalar buna örnek olarak gösterilebilir.
Ayrıca Kleopatra, ilişkiye girdiği erkekleri öldürürdü.
Evlilik ticari bir iş gibi geçiciydi.
Hipponax evliliğe son noktayı, “Bir erkeğin iki mutlu günü vardır, biri
evlendiği, ikincisi de karısını mezara gömdüğü gündür” diyerek
koymuştur.
Babalar, on dört yaşında kız evlatlarıyla evlenirken onları harekete geçiren tek
şey soydan gelen zenginliğin korunmasıydı. Arkadaşça sevgileri
barındıran bir evliliğe XVII yüzyıla kadar rastlanılmamıştır....””
Afgan Talibanların kökenleri Büyük İskender sonrası kurulan Baktriya Krallığına uzanır ve eski Yunan geleneklerine sahiptirler. Mısır,- Arap yarımadası, Hicaz yani Hayber, Medine, Mekke, Taif Kızıldeniz bölgesi aynı bu yazıdaki geleneklere sahiptirler. Onlar da Ptolome Yunan/Grek krallığı geleneklerine sahiptirler. Hepsi de Hint Şiva dini geleneklerine sahiptir.
Çeviri
yazı, giriş kısmında yaptığım açıklamaları fazlasıyla doğrulamış, aklımıza
gelmeyecek iğrenç ensest, pedofili, kulamparalık, sübyancılık
gelenekleri hakkında antik çağdan günümüze özet olarak buraya kadar fazlasıyla
delil vermiştir.
Hristiyanlık
ve İslam öncesi Sami toplumlarının, bu gün torunlarının övündükleri gibi bir
toplum olmadıklarını da bu yazı ile öğrenmiş olduk.
Yeryüzünde,
değişmemiş hiç bir din olmadığını, her dinin savaş kaybedip, dini yaşantısını
galip devletlerin kendileri için belirledikleri aşağılık yaşam şekline mahkum
edildiklerinde, nesiller boyunca geleneksel hale gelen bu aşağılanmış yaşam
şeklini, "ilahi yaşam şekli" olarak benimsediklerini öğrendik.
Tevrat,
İncil ve Kur'an'ın Roma hukukuna ve asla devlet olmayı becerememiş Arap
yarımadası ve Hicaz Araplarının aşağılanmış dini geleneklere sahip olduklarını
ve dinlerinin din olmadığı konusunda ikna edici belgeler sunduk. İlle de inanın
demedik, kulaklara kar suyu kaçırdık ki kafalar biraz uyansın diye.
İster
beğenin, ister beğenmeyin yeryüzünün gerçekleri bunlardır. Hiç bir dine ve
topluma düşmanlık için değil, insanların artık dinlerin ne olduğunu anlayarak
bu cahilce şeriat rejimi heveslerinden uzaklaşarak, kendi halkları, insanları için
iyi olanı yapmaya ikna etmek, soya sopa, feodaliteye dayalı toplum düzenlerinin
ilkel, terk edilmesi gereken, çağ dışı kavramlar olduğunu göstermeye çalıştım.
Tercih
edilecek yol, insanların ayak bastıkları ülkeye, liyakat ile bağlılıklarını
sağlayacak, devletine, milletine bağlı, ulus kardeşliğine inanan herkesi
kucaklayan, demokratik, eşitlikçi, inançları vicdanlara bırakan, evrensel
hukuku benimseyen halk ve devlet yapılanmasıdır.
Takdir
okuyan, "ülkemin huzuru için daha iyi ne yapabilirim" diye araştıran,
sorgulayan insanlarındır.
Niyetimiz,
yeryüzünde cehalet abidesi olarak görülen Müslümanların ve toplumlarının çağdaş
düşünceye ulaşması için bir aralık açmaktır. Onun da, dinlerin ne olduğunu
göstermekten geçtiğine olan inancım ile bu yazıları yazıyorum. Bir zihin
fırtınası olarak algılayınız ve siz de zihin fırtınası yapınız.
Bu
dini rejim bize kökten dinciliğin merkezi olan, George Washinton ve ardılları
gibi "Bu koca ülkeyi dinsiz yönetmek olanaksızdır, yetiş ya İncil"
diyen Amerika Birleşik Devletleri ile, içimizdeki dünün Osmanlıya silah çeken
gayri Müslüm azınlıklarının kurdukları sözde İslami tarikatlardır.
İnsanlık
tarihi, binlerce yıl din ile uyutulduğundan karanlık çağ uzun sürmüştür. Oysa,
1960'lı 1970'li yıllarda kağnı, at, eşek arabaları ile gezen insanlarımız, bu
gün bu araçları müzelerde, hayvanları da bazı fakir köylerde görebilmekte, çoğu
belgesel televizyon programlarında görebilmektedir.
1980'lerde,
bilgisayarın yaygınlaşması, belge kayırlarını kolaylaştırmış, kamyon yükü
dolduracak kitapları sigara izmariti kadar bir silikon hafızaya sokmayı başaran
insanlık her gün dev adımlarla tarihe meydan okuyarak ilerlemektedir. Atom
parçalandı atom, hidrojen ve son nötron bombaları icat edildi. Saatte 25.000 km
hızla stratosfer tabakasının üstünde uçan büyük bombardıman uçakları imal
edilmeye başlanıldı, yıldızlara yolculuk hızlandı, gök cisimlerinden anlık
görüntüler alabiliyor, yeryüzünü Google-Nasa sayasinde her gün yeniden
keşfediyoruz.
Dünya
bu hizla bilimde yğkselirken bizi orta çağın karanlığına mahkum etmek isteyen
sömürgeci güçler ve yerli işbirlikçileri, bizi antik çağların cinsel
sapkınlıklarla dolu çağlarına gönderme yolunda epey ol aldılar.
Onlar
da çok iyi biliyorlar ki, antik çağların dinci feodal devletlerinin yarattığı
vatandaş, bilim, din ve devlet adamlığı körler, cahillerden ibaretti.
Halkı,
din ile uyutarak;
Meşguliyeti,
aklı,midesi ile bacak arasındaki cinsel organıyla,
Hedefi,
bağırsak gurultusu ve sikinin doğrultusuyla,
Yön
bulmaya çalışan insan modeli arzusundadırlar.
Onlar
için idaresi en kolay modeldir.
Halklara
düşen çağdaşlık ile şeriat ile, cinsel sapıklıklara boğulmuş, bir tas çorba
için belediye hayır çadırı gözleyen köle yaşamı arasında tercih yapmaktır.
İnsanlık
olarak, ister bizim gibi hedef ülkelerde, ister gelişmiş ülkelerde olun,
halktan iseniz geleceğiniz bu model insan tipidir.