Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

8 Haziran 2019 Cumartesi

ANTİK ÇAĞDA KATİL TANRIÇALARA ÇOCUK KURBANI

Din Temelli Cinsel Sapıklıkların Mitolojisi" yazımdan aldığım ve "ayrı" olarak yayınlamak istediğim bu çeviri yazım, Muhammet Çağından 15. yy.lara kadar Ortadoğu, güney Asya, Pasifik adaları ve bir çok Afrika, Orta Amerika ülkelerinin geleneklerini yansıtmaktadır.

New York merkezli “The Association for Prehistory” internet sitesinde yayınlanmış, Lloyd deMause nin “Orijin of the War in Child Abuse” kitabının Birinci bölümümolan “Killer Motherland” ve sekizinci bölümünde “İnfanticide, Child Rape and War in Early States” konularından dilimize çevirdim.

ANTİK ÇAĞDA KATİL TANRIÇALARA ÇOCUK KURBANI
The Origins of War in Child Abuse by Lloyd deMause

Antik çağlarda savaşlar, Tiyamat, İştar, İnanna, Aysis, veya Kali gibi kana susamış katil ana tanrıçaların yararına veya onlara karşı savaşmak şeklinde yapılmıştır. Tipik ana tanrıçalardan biri de Aztek ana tanrıçası Huitzlopotchtli’dir ve bu tanrıça ağzını boyu kadar açarak çığlık atar ve askerlerinin kanlarıyla beslenir. Antik çağ araştırmacılarının çoğu, “antik çağ savaşlarnda “yok edici tanrıların” erkekler değil dişi tanrıçalar olduklarında birleşirler.

Jungian, Korkunç Ana Tanrıça arketiplemesinde, “ağzını dişleri ve kıllarıyla açarak titreten çığlıklarıyla bizi yutup bitiren” Ejder Ana” karakterini analiz etmiştir.

Ovid, Pentheus’un çığlığından yaptığı antik resminde, “Ey Anam, gözlerini bana dikerek bak!” Ana da ona rüzgarda savrulan saçlarıyla, çığlıklarıyla bakar. Sonra, Agave, omuzu üstüne düşen başını yırtıp kopartır, yukarı kaldırır ve bağırır;”İşte benim işim, benim zaferim”.

Eski medeniyetlerde çocukların durumları bu günden çok kötüydü. Census, antik çağlarda kız/erkek çocuk kurban etme/öldürmenin oranının %400 rakamını verir. Çoğu kız, onların yarısı kadar da erkek çocukların öldürüldüklerini açıklamıştır. Poseidos, zengin adamların bile kızlarını çoğunlukla sattıklarını kabul eder. Erken çağ toplumlarında çocuk öldürme cezalandırılmaya başlanmadan önce herkes çocukların nerelerde satıldıklarını ve canavarlara kurban edildiklerini biliyordu. Doğar doğmaz süt annelere verilen çocukların öldürülmeleri süt annelerden istenilmekteydi.

Antik çağlarda, yaygın olarak çocukların başlarının kesilerek gövdelerinden ayrılarak kurban edilmelerine Filistin, Jericho, K.Afrika Kartaca, İngiltere’nin çember kayalarında, Hindistan’da ve Aztek şehirlerinde rastlanılmaktadır.
Kurban edilmenin değişmez imajı, Ana Tanrıçanın idaresindeki savaşlarda yerine getirilir ve bunun yanında da yaygın olarak erkek çocuklarla kulamparalık etmekten daha yaygın olanı da kız çocuklarının ırzlarına geçmek, diri diri ısırarak parçalamak, yakmak ve kısırlaştırma gibi işkenceler de yaygındı.

Dişi büyücülerin olması raslantı değildir, daima korkunun anası olan ve daima savaşın kalbinde bulunan savaş tanrıçaları İştar’ın heykelleri, “Ben, savaşın tam ortasında dururum, savaşın tam kalbiyim, savaşçıların koluyum” diyen İştar gibileriydi ve bunlar Grek mitolojisindeki büyücüler değillerdi.
Korkunç ana tanrıçalarıyla karışan inançlar gereğince, savaşan erkekler, ana tarnıçalarının öfkelerinin üzerlerine gelmesinden korunumuş oluyor, zafer kazandıklarında da kendilerinin kurtarıcı oldukları için korkunç ana tanrıçalarının kendilerini seveceklerine inanıyorlardı.
Bu yüzden savaşlarda Grekler Medusa’nın kesik başını bayraklarına, kalkanlarına resmediyorlardı, Mısırlılar da firavunlarının doğumlarından sakladıkları rahim artığı plesantaları bayrak yerine uzun değneklere asarak taşıyorlardı.

Bu korkunç tanrıçalar “Şavaşın Hanımefendileri” olarak anılıyorlardı ve uğurlarına ölen askerler de onların kana susamış iştahlarına kurban olmuş sayılıyorlardı. O zamanın cenneti, tanrıçanın vücudunda yaşamaktı. (Aynı inanışın devamı Müslümanlarda KURBAN KESME GELENEĞİ’nde sürmektedir. Kesilen kurbanın, İNSAN VÜCUDUNA GİRİP, İNSAN OLACAĞI inancıya MUTLU OLDUĞUNU herkes söylerdi. Alaeddin Yavuz)
Bir savaş tanrıçası olarak, Venüs, Sezar’a rüyasında görünüp Galleri fethedeceğini söylemiş, Sezar Mars’a ve ona kurbanlar adamıştı. Ertesi sabah askerlerini topladığında “Venüs Victrix/Venüse Zafer” diye bağırmıştı.

Çocukla babanın değil de ananın bağ kurmasını anlayabilmek için en erken çağlarda daima dişinin, ananın öne çıkarıldığına dikkat etmek gerekir.
Eski Yunan’da örneğin babalar, evlerinde kulamparalıklarının mağdurları olan erkek çocuklarıyla uyurlardı ve anne, babaanne, süt anne, köle kadınların ve çocukların uyudukları ayrı yerler vardı. Günümüzde dahi bu şekilde yaşam mevcuttur.
Solon, bir adama ayda en az üç kere olmak üzere ailesini ziyaret etmeyi önermişti. Plutarch, “gerçek aşkın kadınların bölümüyle bir bağı olmadığını yazmıştır.

Heredot, “bir oğlan, beş yaşından önce babasının dikkatini çekmez” diyerek açıkça gerçeği onaylar.

Bu çağlarda anneler, büyük anneler insanlıktan çıkmış değillerdi ama kendilerine de çocuklarını sevebilmeleri için yarım şans dahil verilseydi elbette. İnsanlık çocuklarının değeri hakkında yeni yeni uyanışa geçmiştir. Geçmişe gittiğimizde, çocuk yetiştirmenin düşük seviyede olduğu zamanlarda, terk edilen, dövülen, fuhuş pazarında satılan, kiraya verilen, korkutulan ve cinsel olarak istismar edilen çocuklara rastlıyoruz.
Bir insan, eski bir tarihçiyi okuduğunda, M.Ö.II. yüzyıllarda ailelerin ancak %1’inde “2” kız çocuğu bulunduğuna tanık olacaktır. Medea, Procne gibi öteki Grek mitolojik analarının çocuklarını öldürmek için tek iyi gerekçeleri, kocalarına nispet yaparak üremeye uygun olduklarını kanıtlamak içindi.

Aztek Savaş Tanrıçalarına Bakış;

Aztek dini mitlerine baktığımızda, her sabah güneşin doğması için, her gün insan kanıyla beslenmeye ihtiyaç duyan kana susamış bir çok Savaş Tanrıçasının resmedildiklerine tanık oluruz. Bunların merkezinde Teteoinnan adlı Toprak Anaları vardır. Her yıl bir dişi ona kurban edilmeli, derisi yüzülmeli, çıkarılmalıdır ki, erkek, Savaş tanrıçasının korkunç güçlerine sahip olabilsin. Savaşçılar, Aztek krallarıyla karıştırdıkları Savaş Tanrıçaları için savaşlara giderler, tanrıçanın kana susamışlığını tatmin edebilmek için kendi ordularını ikiye böler ve her yeri kana boğan çiçek savaşları yaparlardı. Kana susamış Aztek tanrıçaları böylece favori nektarları olan insan kanına, taze insan kalbine doyuyorlardı. Böylece Aztekler, tanrıçalarının kendi çocuklarını tüketmesini engelleyerek, her sabah güneşin doğmasını sağladıklarına inanıyorlardı. Bu anlayış gereğince Aztek savaşçılarının her birisi, her gün güneşin doğabilmesi için “ölümü arzulayanlar” olduklarını söylüyorlardı.

Gerçek Aztek anneleri çocuklarına karşı inanılmaz derecede zalimlerdi, tanrıçalarını doyurmak için öldürdükleri çocuklarının karınlarını deşer, kollarını kopartır, açtıkları yaraların deliklerinden ipler geçirerek daha çok kan akmasını sağlayarak tanrıçalarını beslemeyi düşünürlerdi. Çocukları ergenliğe erişip savaşa katıldığında, düşmanını öldürmeyi başaramadığında veya öldüğünde herkesin içinde onları incitir ve alay ederlerdi.

ANTİKİTEDE ÇOCUK TECAVÜZLERİ, ÖLDÜRÜLMELERİ, KISIRLAŞTIRILMALARI
SÜT ANNE GELENEĞİ

Antik çağlardan beri anneler çocuklarını, ihmalkar, lakayıt, küfürbaz süt annelere çocuklarını verirlerdi.Bunlar bazen kölelerden de olabiliyordu.Tacitus’un dedğine göre, “Çocuklarımızı daha doğuşta, küçük Grek hizmetçi kızlara teslim ederdik, çocuklar teslim edildikten sonra yıllarca görülmezdi.
Süt anneler, ahlaksız, hantal, tembel, yangında, domuz gibi hayvan saldırılarından korumak için, çocukları bir bohçaya sararak ağaç tırnağına asmakla, hasat zamanı ilgi göstermemekle, bokun sidiğin içinde kalan çocuğu yıkamamakla suçlanırlardı.
Süt anneler, yabancı zengin dölü olan çocukları alıp emzirebilmek için kendi çocuklarını öldürürlerdi ve bu sayede de korunduklarına inanırlardı.
Doktorlar, büyüdüklerinde tiran olmasınlar diye bebeklerin günde iki üç öğünden fazla beslenmemelerini öğütlerlerdi.
Çocuklar hastalık veya açlıktan aşırı derecede çığlıklarla ağladıklarında onlara bira, şarap, likör, afyon verilerek yatıştırılırlardı. Bir Mısır papirüsü “afyon hemen tesir ederdi” diyor.

Babalar odalarında oğullarıyla birlikteyken eşlerine tamamen empatiden yoksun olarak “bu memeler benim” derlerdi ve onlar etraflarındayken annelerinin çocuklarını emzirdiklerini gördüklerinde açlık grevine gidecekmiş gibi davranırlardı.
Yeni doğmuş çocuklar, gözlerini tırmalamamaları, kulaklarını tırnaklarıyla yolmamaları, bacaklarını kırmamaları, hayvan gibi dört üyesi üstünde emeklememeleri için uzun bandajlarla sıkı sıkı sarılırlardı.
Dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi eski Mısır’da da çocukların kafataslarına istedikleri şekli vermek için, tahtadan yapılmış kalıplara çocukların kafaları sığdırılmaya çalışılır ve mutlaka bu kalıba sokulan kafaları alınlarından bir tahta ile kalıptan çıkması engellenir, kemikleri geliştiğinde tahtaya oyulan şekli alırdı. Bu çocuklar için büyük acılar veren bir işkenceydi.

Hamile kadınlar kocalarınca sıklıkla dövüldüklerinden çocuklar antik çağlarda daha ana rahmindeyken sopaya maruz kalıyorlardı. İdare edilemediklerinde çocuklar anne ve babaları tarafından taşlanarak öldürülürlerdi. Eski Ahit, “anne ve babasına karşı asi olan çocuklar ölüme mahkum edilmelidir” der ve Philo, “eğer yasa asiliklerinden dolayı ölüme mahkum etmiş olsa bile, çocukların, azarlandıklarını,dövüldüklerini, hapsedildiklerini” yazar.
Seneca, Isparta’da, ölüme mahkum edilmiş çocukların şehir meydanında alenen dövülmelerinin, kırbaçlanmalarının vatanseverlik olarak görüldüğünü yazar. Bütün çocukların içinde şeytan olduğuna onun çıkartılması için de çocukların dövülmesi için dokuz kedi kuyruğundan kırbaçlar, demir çubuklar, kundak çubukları gibi özel ekipmanlar yaptıklarını ve zincirle kırbaçladıklarını yazar.


Günlükler, çocukların kapı üstlerine asılarak, tırnaklarına jilet geçirilerek, halıya sarılarak köşede dövüldüklerini yazmaktadır. Ksenofon, annelerin cadı elbiseleri giyerek, onların etlerini yiyip bitirecek, kanlarını içecek Lamia şeytanı olduğunu söyleyerek korkuttuklarını, annelerin çocuklarına yaptıkları vahşiliğin yırtıcı bir hayvan veya canavar tarafından bile yapılamayacağından bahseder.
Ovid, çocukların gece şeytanlarca kanlarının emilerek öldürüleceklerini annelerinin söylediğini yazar.
Antik zamanlarda çocuklar 12 yaşına geldiklerinde kendilerinden iki kat yaşlı erkeklerle evlendirilirler, eşleri ailelerince seçilirlerdi ve bu apaçık çocuk tecavüzüydü. Bu genel bir uygulama değildi ve Grek kızları daha bebekleriyle oynarlarken evlendirilerdi.

Hint Mahabarata dini metinleri der ki, “30 yaşında bir adama 10 yaşında bir kız, 21 yaşında bir adama “7” yaşında bir kız verilir”.
Çocukların cinsellik için kullanılmaları günümüzde Amerikan istatistiklerinde bile hala kendilerinin üç katı yaşında erkeklerce taciz edildikleri görüldüğünden olağan işler sınıfındandır.

Hindistanda erken evliliklerin gerekçesi sorulduğunda, anneler, yetişkin yani yedi yaşında kızlarının evde bir saat yalnız kalsalar erkek kardeşlerinde kızlıklarının bozulacağından endişelerini belirtmişlerdir.

Erkek ve kız çocukları, evlerinde anneleri, babaları, ağabeyleri, yeğenleri, dayıları, amcalarınca düzenli olarak masturbasyonda kullanılırlardı ve onlardan birinin dediği gibi “gece boyunca amcamdan, büyükanneme kadar aralarında beni dolaştırıp dururlardı” ifadesini Mahabarata dini metinleri şöyle doğrulamaktadır, “10” yaşında bir kız için bakire olmak demek, ne erkek kardeşi, ne babası ne de yeğeni olmaması demektir”.

Kılsız parlak bir oğlana tecavüz edilmesi, penis ucu derisi ile meme uçları kesilerek sünnet edilmesi, anne memesini temsil ettiğini düşündüklerindendi.
 
Rus arşivlerine girmiş bir köle oğlanın
Müslüman tacirlerce satışı resmi.
Plutrach, “oğlanlara tecavüz edilmesi, onlarla düşüp kalkılması bir zevk değil bir görevdi” der.

Eski şehir devletlerinde Yunanistanda, altı yaşında bir erkek çocuğu, üzeri soyularak çırılçıplak edilip pazarda fahişeliğe zorlanır veya, dini ayinde tecavüz etmesi için bir rahibe teslim edilirdi.

Erkekler, erkek çocuklarını toplarlar, dövüş arenalarının yakınlarındaki genelevlerde fahişelik etmek üzere buralara satılırlardı. Sokaklarda gezen bu çocuk avcıları pantolonlarını delmek için ellerinde bir makas ve bağırmalarını önlemek, ağzına tıkmak için bir bez parçası ile dolaşırlardı.

Doktorlar,tecavüzden yırtılan anüslerin tedavisi için yağ bulundurmalarını söylerlerdi.

Erken toplumlarda tecavüz sadece kan bağı açısından hukuka konu olurdu. Bunun dışında bütün tecavüz türleri serbestti ve önce anababalarca yapılırdı.

Plutarch makalelerinde, iyi bir babanın iyiliği, kendi oğluna tecavüz etmesidir der. Anneler de oğullarıyla cinsel ilişkiye giriyor, gece uyuyabilmeleri için onlara mastürbasyon yaptırıyorlardı.

Oğluyla, kızıyla ensest ilişkiye giren kadın, böylece tanrıçasına hizmet etmiş, onun emirlerini yerine getirmiş olduğunu gösteriyorlardı.

Japonya da yapılan yoğun araştırmalarda bu gün bile, annelerin sadece çocuklarına otuzbir çektirmediklerini, çocuklarıyla cinsel ilişkiye girdiklerini, kocaları dışarıda başka kadın ile beraberken, çocuklarıyla cinsel ilişkiye girerek iyi bir derece kazandığını söylemektedirler.

Erken devletlerde anneler ile sütannelerin otuzbir çektirmeleri, erkekler için erkekliklerini göstermeyi, kızlar için de erkek uyumayı ifade ediyordu.

Tecavüz edilen çocuklar, “aşırı seksi” olmakla itham edilirlerdi ve tecavüze uğrayan biri “aşırı seksi olma suçu işlediğinden” cezalandırılırdı.

Babil de tecavüz edilen kadınlar, yasaklanır ve boğazları kesilerek nehre atılırdı. Tevratta tecavüz edilen kadınlar şehir kapılarında taşlanarak öldürülürlerdi yani recm edilirlerdi.

Kızlar ve erkekler tecavüz edilmek istemekle suçlanırlardı. Bu günahkarlıkları yüzünden de sünnet derileri dikilir, veya organları kısırlaştırmak için kesilirdi. Kızların vajinaları dikilir, klitorisleri kesilir, sadece işeyecek kadar delik bırakılırdı. Evlendiğinde damat bu dikişi gerdek gecesi çözebilirdi.

Kızların cinsel organ kısırlaştırılmaları günümüzde Mısır, İsrail, Yunanistan, Romadan Afrikaya, Orta Amerika dan Çine kadar elan yaşanmaktadır.

Cisel organ kısırlaştırmaları hanedan öncesi devirlerde başlamış, bazı Mısır kadın mumyalarında cinsel organların dudaklarının olmadığına rastlanılmıştır.
Geçenlerde yapılan bir araştırmada Mısır da eğitilmiş ailelerin %97 si, eğitilmişlerin %67’sinde hala kadın sünneti ve kısırlaştırma uygulandığı tespit edilmiştir.Elde edilen dökümanlara göre bu gün değişik milletlerden 74 milyon kızın bu geleneğin mağduru olduğu tespit edilmiştir.

Kız sünnetini savunanlar, klitorisin, mastürbasyon neticesinde bir erkeğin cinsel organı kadar uzayabildiğini, kadının rkeklik organı olduğunu, onları seks köleliğinden kurtarmak için kısırlaştırma işlemi yapıldığını öne sürmektedirler. Sudan da klitorisin bir kazın boynu kadar uzayabildiğine tanık olunduğu söylenilmektedir.

Erkeklerin sünnet edilmeleri de onların otuzbir çekmelerini azaltmak için gereklidir denilmektedir. Sünnetten kaçınılan Atina da ise, sünnet derisine delik açılara emir halka geçirilirdi.
Kız ver erkeklerde sünnet işlemi genelde altılı yaşlarda yapılır ve kapılan enfeksiyonlar yüzünden bazı kızların öldüğü bilinmektedir.

Oğlanlar için en kötü kısırlaştırma, doğuda ve batıda hadım etmekti ve erken dönem tanrıçalarına kurban ayinlerinde yapılırdı. Eski Mısır tapınaklarında sunağın altında uzanan erkek cinsel organı yığınlarına rastlanılmıştır.
Hadım, oğlanın başka erkeklerce tecavüz edilmesi için de ailesince daha kundaktayken yapılırdı.

Bizans tan Roma ya,ve Çin e kadar hadım fabrikaları vardı ve beşikte hadım edilen çocuklar genelevlere satılırdı. Anna ve babalar cinsel orgnalarını kesip bir kavanoza koydukları çocuklarını borçları karşılığında başkalarına süreli veya süresiz köle olarak verirlerdi.

Erken Roma döneminde hadım oğlanı ticareti büyük bir işti ve aristokratlar ile rahipler için üretilirlerdi. Bruno Bettleheimin yazdığına göre, hadım çocuklar, kadınları kıskandıklarından, kesilmiş organlarının yerine doğum deliği açılmasını isterlerdi.

Erken devletlerde yapılan düzinelerce çalışmalarda karı koca arasındaki gerçek aşk modeli, karı koca arasında böyle bir aşkın gülünç ve imkanız olacağı şeklinde sonuçlanmıştır.
Homer, kadın için “damar” yani kırarak boyun eğdirme sıfatını kullanır. İlaveten babalar hiç bir yerde çocuklarına empati gösterememişlerdir.

Alan Valentine, babaların oğullarına yazdığı 600 kadar yazılmış mektubu incelediğinde empati sıcaklığının hiç bir izine rastlamamış, hatta babaların oğullarına aşk mektupları yazdıklarını tespit etmiştir. Bu yüzden, mutlu babaların tarih bırakmadıklarını düşünür.

Romalı babalar, çocukları onların isteklerini onaylamadıklarında çocuklarını ölüme mahkum ederlerdi.

Aile tarihçisi Edward Shorter, “erkekler karılarını çocuk makinesi olarak görürlerdi, hiç bir his olmaksızın mekanik olarak çalışan makineler” diyerek benimle uyuşmaktadır.

Kadınla evlilik tam bir savaştı sevgi empati olmadan sadece birinin diğerini aldatması üzerine dolapların döndüğü bir yaşamdı evlilik.
Antony, Sezar, Kleopatra aşklarındaki entrikalar buna örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca Kleopatra, ilişkiye girdiği erkekleri öldürürdü. Evlilik ticari bir iş gibi geçiciydi.
Hipponax evliliğe son noktayı, “Bir erkeğin iki mutlu günü vardır, biri evlendiği, ikincisi de karısını mezara gömdüğü gündür” diyerek koymuştur.

Babalar, on dört yaşında kız evlatlarıyla evlenirken onları harekete geçiren tek şey soydan gelen zenginliğin korunmasıydı. Arkadaşça sevgileri barındıran bir evliliğe XVII yüzyıla kadar rastlanılmamıştır....””
 
Afgan Talibanların kökenleri Büyük İskender sonrası
kurulan Baktriya Krallığına uzanır ve eski
Yunan geleneklerine sahiptirler. Mısır,- Arap yarımadası,
Hicaz yani Hayber, Medine, Mekke, Taif Kızıldeniz bölgesi
aynı bu yazıdaki geleneklere sahiptirler. Onlar da
Ptolome Yunan/Grek krallığı geleneklerine sahiptirler.
Hepsi de Hint Şiva dini geleneklerine sahiptir.
Çeviri yazı, giriş kısmında yaptığım açıklamaları fazlasıyla doğrulamış, aklımıza gelmeyecek iğrenç ensest, pedofili, kulamparalık, sübyancılık   gelenekleri hakkında antik çağdan günümüze özet olarak buraya kadar fazlasıyla delil vermiştir.
Hristiyanlık ve İslam öncesi Sami toplumlarının, bu gün torunlarının övündükleri gibi bir toplum olmadıklarını da bu yazı ile öğrenmiş olduk.
Yeryüzünde, değişmemiş hiç bir din olmadığını, her dinin savaş kaybedip, dini yaşantısını galip devletlerin kendileri için belirledikleri aşağılık yaşam şekline mahkum edildiklerinde, nesiller boyunca geleneksel hale gelen bu aşağılanmış yaşam şeklini, "ilahi yaşam şekli" olarak benimsediklerini öğrendik.
Tevrat, İncil ve Kur'an'ın Roma hukukuna  ve asla devlet olmayı becerememiş Arap yarımadası ve Hicaz Araplarının aşağılanmış dini geleneklere sahip olduklarını ve dinlerinin din olmadığı konusunda ikna edici belgeler sunduk. İlle de inanın demedik, kulaklara kar suyu kaçırdık ki kafalar biraz uyansın diye.
İster beğenin, ister beğenmeyin yeryüzünün gerçekleri bunlardır. Hiç bir dine ve topluma düşmanlık için değil, insanların artık dinlerin ne olduğunu anlayarak bu cahilce şeriat rejimi heveslerinden uzaklaşarak, kendi halkları, insanları için iyi olanı yapmaya ikna etmek, soya sopa, feodaliteye dayalı toplum düzenlerinin ilkel, terk edilmesi gereken, çağ dışı kavramlar olduğunu göstermeye çalıştım.
Tercih edilecek yol, insanların ayak bastıkları ülkeye, liyakat ile bağlılıklarını sağlayacak, devletine, milletine bağlı, ulus kardeşliğine inanan herkesi kucaklayan, demokratik, eşitlikçi, inançları vicdanlara bırakan, evrensel hukuku benimseyen halk ve devlet yapılanmasıdır.
Takdir okuyan, "ülkemin huzuru için daha iyi ne yapabilirim" diye araştıran, sorgulayan insanlarındır.
Niyetimiz, yeryüzünde cehalet abidesi olarak görülen Müslümanların ve toplumlarının çağdaş düşünceye ulaşması için bir aralık açmaktır. Onun da, dinlerin ne olduğunu göstermekten geçtiğine olan inancım ile bu yazıları yazıyorum. Bir zihin fırtınası olarak algılayınız ve siz de zihin fırtınası yapınız.

Bu dini rejim bize kökten dinciliğin merkezi olan, George Washinton ve ardılları gibi "Bu koca ülkeyi dinsiz yönetmek olanaksızdır, yetiş ya İncil" diyen Amerika Birleşik Devletleri ile, içimizdeki dünün Osmanlıya silah çeken gayri Müslüm azınlıklarının kurdukları sözde İslami tarikatlardır.

İnsanlık tarihi, binlerce yıl din ile uyutulduğundan karanlık çağ uzun sürmüştür. Oysa, 1960'lı 1970'li yıllarda kağnı, at, eşek arabaları ile gezen insanlarımız, bu gün bu araçları müzelerde, hayvanları da bazı fakir köylerde görebilmekte, çoğu belgesel televizyon programlarında görebilmektedir.
1980'lerde, bilgisayarın yaygınlaşması, belge kayırlarını kolaylaştırmış, kamyon yükü dolduracak kitapları sigara izmariti kadar bir silikon hafızaya sokmayı başaran insanlık her gün dev adımlarla tarihe meydan okuyarak ilerlemektedir. Atom parçalandı atom, hidrojen ve son nötron bombaları icat edildi. Saatte 25.000 km hızla stratosfer tabakasının üstünde uçan büyük bombardıman uçakları imal edilmeye başlanıldı, yıldızlara yolculuk hızlandı, gök cisimlerinden anlık görüntüler alabiliyor, yeryüzünü Google-Nasa sayasinde her gün yeniden keşfediyoruz.
Dünya bu hizla bilimde yğkselirken bizi orta çağın karanlığına mahkum etmek isteyen sömürgeci güçler ve yerli işbirlikçileri, bizi antik çağların cinsel sapkınlıklarla dolu çağlarına gönderme yolunda epey ol aldılar.
Onlar da çok iyi biliyorlar ki, antik çağların dinci feodal devletlerinin yarattığı vatandaş, bilim, din ve devlet adamlığı körler, cahillerden ibaretti.
Halkı, din ile uyutarak;
Meşguliyeti, aklı,midesi ile bacak arasındaki cinsel organıyla,
Hedefi, bağırsak gurultusu ve sikinin doğrultusuyla, 
Yön bulmaya çalışan insan modeli arzusundadırlar.
Onlar için idaresi en kolay modeldir.
Halklara düşen çağdaşlık ile şeriat ile, cinsel sapıklıklara boğulmuş, bir tas çorba için belediye hayır çadırı gözleyen köle yaşamı arasında tercih yapmaktır.
İnsanlık olarak, ister bizim gibi hedef ülkelerde, ister gelişmiş ülkelerde olun, halktan iseniz geleceğiniz bu model insan tipidir.
Yazının gerçek özeti budur.
Her ne kadar sürçü lisan eyledik ise affola.
Dilimize çeviren ve yayınlayan