Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Aralık 2009 Çarşamba

2010'a GİRERKEN

2009’a GİRERKEN



05.Aralık 2007’de başbakan Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyareti ardından başlatılan “Ergenekon operasyonu”,aynı zamanda Sırbistan’ın savaş suçlusu Miloseviç’i yapılan uluslar arası baskılar sonucu teslim ettiği,bazı yabancı ve iç basında da Türkiye’de de bir “Gladyo Operasyonu” başlatılması gereği üzerine çıkan yazıların üzerine denk gelmişti.

Bir de birer hafta arayla yapılan “Dağlıca baskınlarında “ kaybedilen toplam 25 askerimizin şehit edilmesi ve öğle vakti yapılan saldırıya hiçbir yardımın yapılamaması üzerine ordu-siyaset kurumlarının karşılıklı birbirlerini suçlamaları da işin özünü oluşturmaktaydı.

Bunları sayarken,2003 “01.Mart” tezkeresi olarak bilinen,Irak operasyonu nedeniyle ülkemiz üzerinde üsler kurmak isteyen ABD ve koalisyon güçlerinin de ülkemizden ve bölgemizden çıkmayacağı endişesi ile,emekli generaller,ünlü gazeteciler ve emekli diplomatlar ile muhalefet partilerinin de katılımı ile başlayan “ABD karşıtı” bir medya operasyonu sonucunda,ABD ve koalisyon güçlerinin yerleşimlerini,ülkemizden geçişlerini kolaylaştıracak olan tezkerenin de geçmemesi ile sonuçlanan bu eylem yüzünden ABD tarafından resmen kara listeye alınmıştık.

Artık,ABD başkanı Bush başbakanımıza eskisi kadar değer vermiyor,toplantılarda uzağına düşüyordu,ve başbakan R.T.Erdoğan,yanına gidip koluna omzuna dokunarak eski günlerin imajını kurtarmaya çalışıyordu.

İşte,o gün bu gündür,Ergenekonla yatıp Ergenekonla kalkıyoruz.

Güneş,ay ve diğer gök cisimlerinin üzerinde yaşadığımız dünya gibi bir gezegen,yıldız olduğuna inanmayıp,onların geceleri hoşumuza gitsin diye Allah’ın süsü olduğuna inanıp,aksine roket gibi de minareler yaparak,hem İslam-î geleneğe ters hem de bir uzaylı saldırısında,ülkemizi uzay üssü sanacak uzaylıların ilk hedefi haline getirecek:) zıtlıkta kültürel yapıya sahip olan halkımızın bir de adını uzayla ilgili tanımlamalardan alan,Ergenekon-Bülent ARINÇ’a suikast iddiasına dayalı bir de “kozmik büro sorunu” oldu.

Yeni yıla girerken de artık “kozmik büro aramaları” ile oyalanıyoruz.

Ne yapalım,alıştık artık.

Alışıp,anlamakta zorlandığım en temel konu ise,yandaş medyanın “E.T.Ö” adını verdiği şu Ergenekon Terör Örgütü zanlısı,suçlusu olarak bulunan kişilerin,hepsinin de ortak yanlarının 01.Mart 2003 tezkeresine muhalif kişiler olması.

Yani,Ergenekon Terör Örgütü yapılanmasının dünyanın efendisi ABD’nin çıkarlarına ket vuranlardan oluşması.

Hükümetin,”analar ağlamasın-akan kan dinsin-statüko değişsin-demokratik açılım-Kürt açılımı” adlarını taktığı bu açılımlarının önünde engel olarak bu yapılanmayı göstermeyi sürdürmesi de ilginçtir.

Oysa,03.Ekim 2002 seçimleri ile hükümeti teslim alan AKP,ülkede sıfır terörle göreve başlamıştı.Onun,”Alt kimlik-Üst kimlik,Sen Türk’üm dersen o da ben Kürt’üm der,Kürt gerçeği” safsatalarının ardından terör örgütü tekrar canlanmış,diğer Irak Kürtleri ile birlikte ABD ve koalisyon güçlerinin yanında Saddam Ordusuna karşı savaşmışlardı.

Şimdi,bölgeden çekilmek zorunda kalan ABD,kendisine yürekten bağlılıkla yardım eden Kürtlerin desteğine “Kuzey Irak Kürdistan Devletini kurarak,Türkiye’ye de “Kürtlere özerklik,özel statü” tanıma emrini verirken,Arap ve İran’a karşı da korunmaları görevini yüklüyordu.

Başbakan,tanrının toprağı üzerinde kurulu Türkiye Cumhuriyetini kendisi kurmuşçasına cömertçe 36 parçaya bölmekten,her azınlığa toprak vermekten,eş başkanı olduğunu gururla söylediği ve Diyarbakır’ı da bu projenin merkezi yapacağını belirttiği “B.O.P projesi” kapsamında yeni yapılanma içinde AB parlamentosunda,2003’lerde “Kürt sorununu Osmanlı-İslam konsepti içinde çözeceğiz.Yani,etnik farklılıklara “özerklik” verilirken, İslam ile birlik sağlayacağız” diyordu.

Yani,devleti resmen böleceğini söylüyordu.Başka anlamı varsa olan söylesin.

Ancak bu projelerinde pek başarılı olamadığı ortada.İşbirliği içinde bulunduğu,geçen yedi yıllık iktidarında onlarca vatan evladının şehadeti tatmasına sebep olduğu “terör örgütü ile anlaşma-işbirliği” çabaları fiyasko ile sonuçlanıverdi.

Sokaklar,karıştı,otobüslerde diri diri yolcular yakıldı,polisler taşlandı,vuruldu,karakollar basıldı,mecburen de DTP kapatıldı,bazı cezalar verildi.

Sonunda iki gün önce de hükümetin kendilerini “Şahin-Güvercin” ayrımı ile tanımlamasına fena bozulan Diyarbakır belediye başkanı başta muhatabı olan hükümete ve başına resmen “Hastir” çekti.

Savcının birisi tahkikat başlattı ama,hükümetten “tıss” yok.Onlar artık,evrensel olup uzaya açıldılar.

Yeni uğraşları “kozmik büro”.

Emperyalizmin bölgeyi işgaline karşı kampanya başlatıp,onları kızdırdıkları için ölüme mahkum edilmiş,günümüzün Menderesleri.

Hükümet,ABD’nin izin verdiği kadarı ile tasfiye işlemini yürütebileceği,bunun dışında geçmiş gizli açık ordu-siyaset-iş dünyası-yabancı istihbarat örgütleri birlikte yapılmış ortak kitle deneyleri veya bireysel vakaları tahkik etme şansı olmadığı da geçen iki yıllık Ergenekon davasının gidişinden belli olmuştur.

Başbakan R.T.Erdoğan’ın B.O.P kapsamında İslam dünyasına lider yapılması için yaratılan “One Minute-Van Minüt” ve Fener Patriğinin aralarında “işbirliği yokmuş havası yaratmak “ amacıyla yarattığı ABD televizyonuna mülakat dümenine,yerine hazırladığı Bülent ARINÇ için de “Süikast” dümeni uyarlanmıştır.

Hiçbir siyasetçi “ordusuz” bir devleti yönetip koruyamaz,ve liderliğini sürdüremez.

Ben de ordan burdan eleştiriler yapıyorum ama,benimkisi başka,hükümetin yapması başka.

Şu an,”devletin birliği,bütünlüğü ilkesini” savunan ordu ve Ergenekoncu” kesime karşın,”analar ağlamasın,kan dursun-Kürt açılımı” projeleriyle halka masala okurken,sokaklarda dökülen kanlar,yakılan milli servetler,işyeri,evi çocukları yanan vatandaşlara bakarak,halkın büyük çoğunluğu AKP’nin ülkeyi böleceği endişesi taşımaktadır.

Bu olay bir maç ise eğer,şu an hükümet mağlup durumdadır.Halkın güveni her geçen gün azalmakta,destekçisi olan “ayrılıkçı feodal-köktenci” Kürt yapılanması da desteğini çekmektedir.

Bence,hükümet kendini dengelemeli,devleti tasfiye edeceğine kendisini tasfiye ederek,daha fazla zarar vermekten kendini alıkoymalıdır.

Yazımı,yeni yılın,halkımıza ve insanlık ailesinin tümüne barış,huzur,zenginlik getirmesini,akan kanların durmasını,emperyalizmin ürettiği virüslerin de üretenlerden başkasına zarar vermemesini dileyerek bitiriyorum.

Hükümet ve yoldaşları,çok sevdikleri Mehmet AKİF’in şu şiirini de bir okursalar,belki geçmişlerine ait bir şeyleri uyandırabilirler.

Keykubat

UYAN-

Artık ey milleti merhume, sabah oldu uyan !
Sana az geldi ezanlar ,diye ötsün mü bu çan?
Ne Kürtlük,ne de Türklük kalacak aç gözünü !
Dinle Peygamber-i Zişanın İlahi sözünü.

Veriniz başbaşa;zira sonu hüsranı mübin,
Ne hükümet kalıyor ortada,billahi ne din !
"Medeniyet !" size çoktan beridir diş biliyor;
Evvela parçalamak ,sonra da yutmak diliyor.

Ne bu şuride siyaset,ne bu fasid dava?
Görmüyor gittiği yanlış yolu,zannım,çoğunuz...
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!
Bunu benden duydunuz,ben ki evet,Arnavudum...
Başka birşey diyemem ...İşte perişan yurdum!...

MEHMET AKİF ERSOY

17 Aralık 2009 Perşembe

POLİSLERİMİZ ve SORUNLARI

POLİSLERİMİZ ve SORUNLARI

Amerika başta olmak üzere dünyanın her ülkesinden gelen polislerle tanışma şansın oldu.
Amerika,AB ve Avustralya gibi ülkelerin polisleri aylık net olarak 1500 ile 6000 USD Doları arasında aylık alıyorlar.Fazla mesaileri maaşlarını katlıyor ve ayrıca da mesailerini ceplerinde bulunan mesai defterine yazıyorlar,görev çizelgeleri ile birlikte karakollarda bulunan ödeme merkezlerinden de mesailerini peşin olarak aldıklarını söylüyorlar.
1989 yılında tanıştığım bir çavuş rütbesindeki bir İngiliz polisi 3000-4000 İngiliz Paundu arasında aylık gelirinin değiştiğini söylüyordu.

Polis Panzerine saldırı


O sırada ziyaretime gelmiş bir öğretmen arkadaşım da merakla ;
Ya öğretmen ne kadar alıyor? Sorusunu sormamı rica etti.Büyük bir rakam umuyordu. Çünkü,onlar polislerden daha tahsilliydiler ya.
-1000-2000 paund arası.Ancak bazıları bunu da bulamaz” deyince ben de şaşırmıştım.
-Niye bu kadar düşüyor? dediğimde;

-Bizde herkes öğretmen.Öğretmenliğin hiçbir riski yok.Bizde en düşük maaşı öğretmenler alır.Ama,bir polis,savcı,güvenlik görevlisi her an hayatını kaybetme riski ile yüz yüzedir.

-Peki Türk Polisi ne kadar alıyor? Sorusuna verdiğim cevap da onu oldukça şaşırtmıştı.
-270 ile 400USD arası deyince kendisini tutamamıştı.

-Türkiye’nin polise ihtiyacı yokmuş” deyip bir daha bu konuda hiç konuşmamıştı.
Görevim gereği bir hafta kadar ona resmi ilişkilerinde tercümanlık yapmıştım.Bir kez olsun bana yemek ücreti ödetmedi ve ayrılırken de tanımadığı eşime ve çocuğuma da bir hediye bırakmayı ihmal etmemişti.

Hava limanından yolcu ederken de ;
-God bless you colleague!.Kenya or Uganda constabulary have better life satandarts then yours” demişti.
Yani,"Kenya veya Uganda (Polis Teşkilatları) polisleri bile sizden daha iyi yaşam koşullarına sahip.Allah sizi korusun” diyerek veda etmişti.

Yani,onlara göre biz resmen “açız”

Dönelim bizim polislere.
Önce şunu bilmenizde yarar vardır;
“Türk polisi ve yeryüzündeki bütün polis teşkilatları siyasetin emrindedir”.Ordu gibi hiçbir özerkliği yoktur.Bu yüzden,”tarafsızlık” konusunda değerlendirmelerinizi bu kavrama göre yapınız.Mevcut hükümet şimdi orduyu da aynı kalıba sokma çabasındadır.

İstanbul’da çalışan bir polis memuru,amiri,inanın gün olur 15 gün evine gidemediği zamanları bir yıl içinde birden fazla yaşamaktadır.
En kıyı köşede,arazi görevde çalışan bir polis memurunun bile,patlayan bombalar,mitingler, maçlar,adi suç olaylarının yarattığı sonuçlara göre aralıksız,36 ile 72 saat arasında mesailere kaldığı çok görülen bir durumdur.
Kendi ilinde çalışma ve lojman imkanı olmayan polis memur ve amirleri bırakın gazete,dergi alıp okumayı,televizyon haberlerini bile seyretme fırsatını buldukları zaman bile azdır.
Bu kadar ağır olan “fazla mesai” koşullarının karşılığında aldığı mesai ücreti de zaten aylığının içindedir.
Bu ücret de,1990’lı yıllara kadar,Bülent ECEVİT’İN 1974’te yaptığı iyileştirme kapsamında yükselttiği “400” TL idi.Bu para ile o yıllarda bir lokantada bir tabak kuru fasulye yerdiniz ama “bir pilav getir” diyemezdiniz.

Halen de Polislerin aldıkları fazla mesai ücreti böyle rezil bir konumdadır.Maaşlarının yarısı silah tazminatı,görevi sırasında cebinden yapacağı harcamaları hesaplayarak verilen “temininde güçlük zammı” gibi ek ödemeler oluşturur.

Yapılan zamlar hep böyle yan ödeneklerle verildiği için emekli olduğunda polis sadece sümüğünü çeker.
Oysa,her gün grev,miting yapan sendikalı işçiler ise polisin yaptığı mesainin,sadece yarısı kadar (yasa gereği 72 saati geçmemektedir) fazla mesai ücretleri ile polisin maaşını ikiye katlamaktadır.
Ben Tunceli şark hizmetimde iken,her gün sokak aralarında çay ocaklarında sabah 08.30’dan 17.00’ye kadar domino oynayarak mesaisini dolduran bir Karayolları veya Devlet Su İşleri işçisinin aylığı 3.500.000 TL ile 4.000.000 TL arasındaydı.

Geçen hafta için Mersin'de Polis Karakoluna 400 terör örgütü
yandaşı parayla tutulmuş gencin saldırısı sonrası Karakolun girişi.


Bir polis memurunun aylığı ise Olağanüstü Hal tazminatı ile birlikte 1.450.000TL kadardı.
Onlar günde sekiz saat işe gitmeden çay ocaklarında domino oynayarak mesai doldururken,polis güneşin altında veya zemherinin gecesinde –20 ile 35 C arasında “12” saat görev “12” saat “ istirahat sisteminde çalışmaktaydı.
Bu taciz atışlarının erken başladığı,şehre roketli saldırı yapıldığı zamanlar “24-36” saate kadar arttırılıyordu.
Birinin üzerine kurşun yağıyor,günümüzün parasıyla 1.450TL,diğeri, işe gitmeden domino oynayarak,kendine fazla mesai yazdırarak 3.500-4.000TL alıyordu.
Bu kurumların müdürleri memur statüsünde oldukları için de onlar da bir polis memuru kadar maaş alabiliyorlardı.
Karayolları Müdürüne Ankara’dan dönerken şoförü yolda yemek ısmarlamış,müdür ballandıra ballandıra anlatıyordu.Hiç unutmam.
1992 genel seçimlerinde Mesut Yılmaz bu uçurumu daha da arttırıyordu.

Bu adaletsiz şartlarda bir polisi düşünün,çocuklarının gelişimlerini takip edemez,okuluna gidip öğretmenlerinden bilgi alamaz,arkadaşları kimlerdir diye merak edip gözleyemez,eşinin yüzünü göremeden yatağa girer,uyur kalkar işine gider.
Resmen kölelik yaşantısı sürmektedir.

Bu yüzden en çok boşanmaların,aile huzursuzluklarını yaşandığı meslek grubudur. Ancak,emekli olduğunda eşi ve çocuklarını tanıma fırsatı bulur ki o zamana kadar da evliliği sürmüş ise.

Genellikle çalışan eşe sahip polislerin kahrını kolay kolay hiçbir kadın çekemediğinden, boşanmalar bu grupta daha çok olur.
Aldığı maaşı ev kirası,elektrik su,telefon gibi düzenli faturalar,mutfak giderleri çıktığında pazar parası bulmak büyük bir sorundur.

Hastalanır,doktora gitmek için vizite kağıdı çıkartmak ister,henüz sedyeye düşmediği için amiri kağıt yazdırtmaz.Yazdırsa da daha üst amiri onu sağlıklı görürse kağıdını imzalamaz.Bu engelleri de aşmayı başardığında,doktorlar tembihlenmiştir.

Uzun ve kısa süreli tedaviler,diş tedavileri (çekme ilaç yazma hariç),cilt hastalıkları tedavileri, Bakırköylük olmadıkça ruhsal,psikolojik destek tedavi ve uygulamalarına izin veren doktorlar ciddi uyarılara cevap vermek zorunda kalırlar.
Yasal olarak bir diş çekimine bile “3.gün” rapor verileceğinden,dişi bile çekilmeden ilaçlanıp evlerine gönderilirler.
Asla hastalıklarından dolayı istirahat içeren “raporlar” alamazlar.
Zaten zengin çocuğunun polis memuru olması da akıl işi olmadığından çoğunlukla en alt gelir grubundan oldukları için de sanki kazandıkları aylık bir şeymiş gibi bir de ebeveynleri de para isterler.
Veremeyenlerin bazılarının babaları iş yerlerine gelip iş arkadaşları önünde çocuklarını rencide etmektedir..Bu olaylar sık olan şeylerdir.

İstanbul Okmeydanı Terör örgütünün paralı militanlarınca yakılan polis aracı.

Çalışmayan eşlerin konu komşu kadınlara özenmeleri,onlardan doğan istekleri,çocuklarının harçlık,giyecek konularında tatmin edilememeleri de eklenince,evde,işte,ebeveyn ilişkilerinde huzur bulamayan,onca çalışmaya rağmen kendi giyim ihtiyacını karşılayamayan memurların şakülleri kayar,terazileri bozulur,kendileri toplum için sorun olmaya başlarlar.

Önemli bir suç olayını ortaya çıkarsa,amiri ile arası iyi değilse,mükafat listesine adı bile yazılmaz.Parayı amiri ile yazıcı memur paylaşır.
Ne yapsınlar (?) onlar da aynı yokluğu çekmektedirler.
Polis memurlarının adaylar arasından belirlenmeleri de özellikle bu mesleği “son çare” olarak seçenler arasından seçilmeleridir.Bu yüzden istifa etme şansları da yoktur.

Devlet bürokrasisi halen Osmanlı’dan kalma “kul zihniyeti” ile yönetilmektedir.Üst’ünün yanında,özellikle rütbesi biraz yukarıda,Başkomiser üstü olan amirleri karşısında konuşurken “elleri önünde bağlı,başı öne eğik” olmalı,amiri küfür de etse “evet efendim” demelidir.

Yok,kazara,”sayın müdürüm, bu olay fikrimce şöyle çözülür veya durum budur..” diye görüş mü beyan etti.Vah o zaman,yandı.
Doğduğuna pişman olur.
Önce çok ağır küfürleri hazmeder,sonra görev yeri değiştirilir,15 dakikada bir denetlenir, oturuşundan,yorgunluktan duvara yaslanmasından maaşının üç günlük kadarını keserler,eğer bu olay Anadolu’da olmuşsa,bırakın kendi amirini,mal müdürüne selam vermedi diye ilçe ilçe dolaştırılır.

Hatta,rütbeli amirlerinin içki arkadaşlarından tutun da ,belirsiz ilişkileri nedeniyle bağlantısı olan birisi tarafından bile azarlanıp ilçeden ilçeye,ilden ile sürülebilirler.
Düşünün,bunun ailesi varmış,çocuklarının okulları,çevreye uyumları gibi sorunları olurmuş kimsenin şeyinde olmaz bu konular.

Hakkari Yüksekova'da öğrencileri atılan taşlar arasında kollamaya çalışan Polisler.

Birde şanslarına,kaçak,köçek,toz,insan kaçakçılığı,terör vb işlerinde faydalanmak amacı ile doğulu feodal toprak ağaları,şeyhler,pirler de çocuklarını polis teşkilatına veya kaymakamlık, Valilik gibi kamu yönetimi işlerine yerleştirmektedirler.
Böyle bir amiri varsa polis iyice yanmıştır.

Bunlar,çalışanı kul köle olarak gören ve polis memurunu “marabaları” ile karıştırdıklarından daha da merhametsiz davranırlar.
Memurlar önünde “elleri, namazdaki kıyam duruşundaki gibi” durmadıkları zaman kalkıp tekme,tokat ile memuru döverler.

Böyle bir müdürün yumruğunu yemiştim.
İstanbul Küçük Bakkalköy semtinde bir turiste tecavüz olayının sorgulaması için Asayiş şubesine tercüman olarak yardıma gitmiştim.
Sorgulama uzun sürdüğü için kendisi oturmama izin vermişti.Ne olduysa bir şeye kızmış olsa ki;
“Sen,kendi kendine bu dili nasıl öğrendin,maşallah ne güzel konuşuyorsun,aferin evladım” diyerek beni önce takdir etmiş,tecavüz sanığının da oturmasına turistlere demokratik (!) görünmek için izin vermişti.

Makam odasındaki üçlü koltuğun üzerinde oturuyorduk.
Birden,”bu şerefsizi ben ne yapayım ulan, niye elin turist karısına tecavüz ediyorsun,utanmaz şerefsiz” diyerek ayağa kalkıp bize yaklaştı ve salladığı yumruğu doğrudan benim çeneme indirdi.Ardından;
“-Çok özür dilerim şerefsiz çekildi, elim kaydı deyip iki de sanığa vurmuştu.
Ama,yumruğun bana geldiği konusunda hem sanık hem ben hem de turist hemfikirdik.

Polisler bu yüzden her türlü eziyete de her an maruzdurlar,amirleri karşısında haklarını arayan memurların meslek yaşamları uzun olmaz.
Amirlerince insan yerine konulmamasının yanında,altında arabası,çalıştırdığı bir dükkanı olan veya amirlerine yakın,belirli belirsiz ilişkileri olan kişileri iyi kollamadıkları zaman hayatları buhrandan buhrana girer.
Polis memurlarına zam yapılmasını başta amirleri istemez.Çünkü savunmaları hazırdır;
“Elin açını doyurup da olaya kendim mi gideyim” anlayışı,memuruna iş yaptıramama korkusu vardır.
Peki be batılı devletler hem para verip hem de nasıl memurlarını olaylara gönderiyorlar?
Bunlar salak mı yoksa Hz.İsa’yı tanımladıkları gibi “Tanrı”lar mı?
Bizde,siyaset,otoriter birkaç polis müdürü bulur.Bunları el altından kalkındırır,polise yapılan bu kadardır.
Olaylar kızışıp,polise yük fazla binince de “emekli olduklarında yararlanamasınlar,emekliler de yararlanmasın” diye,maaşına değil,çalışana ödenen,ek ödeneklerine birkaç paket sigara parası kadar zam yapıp işi savuştururlar.
Arkasından biraz “hayt,huyt” ile devran döner gider.

Polis memurlarına,anarşinin dozunun arttığı zamanlarda komiser yardımcısı olabilmeleri için 5-10 yılda bir sınav açarlar,o kontenjan da siyasilerin yalakalarına bile yetmediği için birbirlerini yerler.

Amerika'da Başbakanımıza yapılan komploda Türk polisi gene yanındaydı.
Polis sadece sokakların değil,siyasilerin de içte ve dışta daima en yakınında.
Bu meslek gurbu ne zaman gülecek?


Polislerin futbol kulüpleri dışında örgütlenmeleri yasaktır.Büyük kulüplerin aidatları yüksek olduğu için mahalle kulüplerine bile geçim sıkıntısı yüzünden üye olamazlar.Yani haklarını aramaları suçtur.
Üniversite okumaları da engellenir.Biz,polis okulunda 120 kişi istifa dilekçesi verip öyle ÖSS sınavlarına girme hakkı kazanmıştık.

Bizim de idarecilerimizin de yukarıdaki yabancı örneklerden alacağı bazı dersler olmalıdır.

Hem insanlık,hem de idarecilik konularında.

İşte,polisimizin pür melali böyle iken,sizler bu memurlardan,kafalarına kaldırım taşı ile vuran,üzerine kurşun yağdıran,yanan molotof kokteyli atan terör örgütü elemanlarına,Avrupa Birliği İnsan Hakları Kriterlerini uygulamalarını,,karakola herhangi bir nedenle yol sormak için bile olsa girdiğinizde “güler yüzle” davranmasını bekleyiniz.J))

Siz olsanız beklediğinizi gösterebilir misiniz?
Gerçekçi olun!
Gösterebilir misiniz?

Asla bu mümkün değildir.Aslında öyle bir iş ortamında sizlerin yaşamanız bile düşünülemez.
Hatta yaşam alanınız içinde böyle bir yerin bulunmasından dahi kaçınırsınız.

Polislik mesleğine girenler arasında bu meslekten “emekli olma oranı” %50’nin altındadır.
Hasta olursunuz,doktora gidemezsiniz,çocuklarınızı,eşinizi göremezsiniz,ebeveyninize karşı sorumluluklarınızı yerine getirmezsiniz.Ebeveynlerinizin cenazelerine bile gidemezsiniz.

İşe gitmek için tek parça halinde çıktığınız evden,işinize varabileceğiniz ya da tek parça halinde dönebileceğiniz konusunda hiçbir garanti yoktur.

Haberlerde görüyorsunuz.
Bu meslek en az ordu kadar şehit vermektedir.

Ben dahi,aile sorunlarımı emekli olunca bir dengeye oturtabildim.Sorunları çözmek imkansız. Zaman içinde her şey bir birine geçtiğinden haklı-haksız karıştığından onların üstünü kapatmayı tercih ediyoruz ve tekrar etmemeye gayret ediyoruz.

Haberlerde sık sık görüyoruz,terör örgütü elemanları,polis aracını molotof kokteyli ile yakmışlar, içinde memur dışarı çıkamıyor,araç yanıyor,memur,şaşkınlık ve korkuyla nereye gittiğini düşünemeden delice aracı sürüyor,diğer yandan aracın kaportasına balta,kazma ile saldırıyorlar.

Bu adamın suçu ne?

Polis olmak,halkın huzuru için yasa gereğini yerine getirmek,böyle sahipsiz bırakılan bir meslek grubunu tercih edecek kadar fakir olmak.

Amiri suç işler,memur cezalandırılır,omzunda tüfekle karakol önlerinde,çalışanların ve derneklerin mitinglerine katılanların çevresinde güvenliklerini sağlamak için, dağlarda terörist sızmalarına karşın –20,30C’de vatan bekleyen onlar,hırsızı,tecavüzcüsü,gaspçısı,soyguncusu, kabadayısı,mafyası,kaçakçısı,pezevengi,vatandaşı dolandıran kadın erkek fahişesi,anarşisti, teröristi,iti kopuğu,serhoşu,ayyaşı ile uğraşan, evinizde rahat bir uyku çekmenizi,kazandığınız parayı emniyetle cebinizde taşıyabilmenizi, evinize ekmek götürebilmeniz için gerekli “güven ortamını” yaratan,koruyan,çalınan arabanızı,malınızı,paranızı bulan onlar.

Başbakanımızın dediğine göre de “rejimin de bekçisi” onlar.J))

Bu gün emekli polis memuru maaşları tahsil ve çalışma sürelerine göre 850 TL ile 1200 TL arasındadır.Çalışanların ise 1800TL ile 2000 TL arasındadır.Amirlerinin bir halt aldığını düşünüyorsanız hemen o fikirden de vazgeçin.

AB yasaları ile Nasreddin Hoca’nın kuşuna dönmüş Türk Ceza Yasası ve Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu yüzünden canlarını ortaya koyarak bin bir zahmetle yakaladıkları suçlular, savcı olmazsa hakim tarafından yasa gereği salıverilmektedir.

Onca emek,onca çaba,polis,suçlu ile ilgili belgelerin resmi işlemlerini yaptırmak için de en az 15 dakika ile 2 saat arasında adliyede kalırken,serbest bırakılan suçlular dava biter bitmez yasa gereği salıverilmektedir.
Bu durumda ceza suçluya değil yakalayan polise kesilmiş olmaktadır.

Siz olsanız suçlu yakalamak ister misiniz?
Siz olsanız bu işi yapar mısınız?

Yazı başlığına bakıp da bir şey yazdığımı sanmayın.Daha başlamadım bile!

Keykubat

15 Aralık 2009 Salı

ALEV I ERMENI ALEVI SUNNI TURK


ALEV-İ ERMENİ, ALEVİ+SÜNNİ= TÜRK

Alev-i Ermeni konusunu daha açık bir şekilde kavrayabilmek için,bu bölgenin “zihin yapısını” oluşturan kültürel kökenine inmek gerekir.
Geçmişte “kültürel köken” de sadece dine dayalı olduğundan,bölge dinleri hakkında kısa alıntı yazıları okumanın konuyu bilmeyenler açısından çok yararı vardır.
Tek Tanrılığı ilk benimseyen Mısır Firavunu Akheneton Sfenks donunda Güneş Tanrısı Ra'nın ilahi nurları ile aydınlanması temsil edilmektedir.
Şimdi,bölgede ve insanlık tarihinde en eski dinlerden olan eski Zerdüşt’lüğün “Alev’i” likle alakalı kısmından başlayarak,Hıristiyan Ermeni mezheplerinden alıntı yazılarla bu vatandaşlarımızın,2500 yıldır dini tarihlerinde geçirdikleri aşamaları tanıtmaya başlayalım;

Akheneton zamanında yaratılan Evrenin,yaratıcısı,düzenleyicisi,yargıcı,hayat veren tanrıça Maat.
ZERDÜŞTLÜK
Zerdüşt 'ün Hayatı Zerdüşt kelimesi (Zoroaster), Zarathustra 'nın Yunanca karşılığıdır (Zarath: Yaşlı,cılız; üstra: develer demektir. Yaşlı ve cılız develere sahip olan anlamını ifade eder. Daha sonradan,Zarath (Zarad) Altın renkli,altın gibi sarı olarak düşünülmüştür.Altın sarısı,güzel develere sahip olan,ya da altın rengi ilahi nurlar saçan anlamında kullanılmıştır.Halk dilinde Zerdüşt, yaşayan yıldız olarak nitelendirilir).
Zerdüşt'e vahiy gtiren kutsal ruh Farohar-Faravahar,İlahi nurla insanları,
dünyayı aydınlatmaktadır.(Kızılderililerin "Ulu Büyük Ruh"u)
-Yukarıdaki resme ek olarak Şahin-Kartal Horus da birlikte
düşünüldüğünde Mısır'dan çalınma olduğu açıkça görülüyor, değil mi?

2-Zerdüşt,Faravahar veya Farohar,Zerdüşt kökenli Ay Tanrısı kültüne inanan Arap kültürüne “ruh” olarak geçen,insanın doğumundan önce ve ölümü sonrası da yaşayan maddi olmayan varlığı anlamına gelmektedir.Ruh,yeryüzünde beden olmadan da,tek tanrı Ahura Mazda (Akıl Tanrısı) ile birleşinceye kadar,yani,”Fraşo Kereti” haline gelinceye kadar bir şekilde yeryüzünde yaşamına devam etmektedir.
Zerdüştlüğün temel ilkesi,İngilizce’ye çevrilmiş şekliyle “No God but Ahura Mazda” yani İslam’ın da temel ilkesi olan “Allah’tan başka tanrı yoktur” ilkesinin kökeni olan,“Ahura Mazda’dan başka tanrı yoktur.” ilkesine dayanmaktadır.
Zerdüşt 'ün doğumu, M.Ö. 570 olarak tahmin edilmektedir. Zerdüşt, İran dinleri üzerinde önemli bir etki bırakmıştır. “Tektanrılı bir inanç” telkin ettiği için onu bir peygamber olarak kabul edenler bulunduğu gibi, ona bir hakim veya şaman olarak bakanlar da vardır. Gatha 'lar diye adlandırılan kutsal metinler ona dayandırılır.
Peygamber Zerdüşt,o da başında güneş tanrısı sembloü olan "Nur-Aydınlık" ile etrafını aydınlatmaktadır.
Zerdüşt, Ulu,tek Tanrı olarak telkin ettiği Ahura Mazda’nın ilahi nuruyla vahiy yoluyla bağlantı kurduğunu ve aydınlandığını ifade etti. Ona göre alemlerde mücadele eden, İyilik ve Kötülük diye adlandırılan iki asli ruh (ilkine “Spenta Mainyu”, ikincisine “Angra Mainyu” denilir) var idi.
Zerdüşt’ün diğer sıfatı ya da vahiy meleği olarak bilinen “Farahavar veya Farohar=ruh, bundan sonra “ruh” diyeceğiz.” aynı zamanda onun öğretisinin de adıydı.Ruh iki temel ilkeye dayanmaktaydı. ”Spenta Minu,Angra Minu”.İlki yüzünü sondakini geri bırakacak şekilde ona çevirmiş oluyordu.Yani,”iyilik” isteyen yüzünü “kötülükten” çevirecekti.
Farohar,aynı zamanda,Zerdüşt’e vahiyler getiren,insan yüzlü,sakallı,beline kadar insan olan,belden aşağısı 180 derecelik açıyla gergin olarak ikiye ayrılmış kanatları ve gergin olarak açılmış kuyruğuyla bir kuş adamdı.Özünde temsil ettiği de “insan ruhuydu”.
Belinden kuyruk sokumuna kadar metal bir daire,daireyle kuyruk sokumundan bağlantılı öküz boynuzu şeklinde aşağıya doğru açılmış helikopter ayağını andıran ayakları vardı.
Kanatlarının her biri üç sıra-kat- tüy dizilişine sahipti.Her sırası da ruh’un üç temel ilkesini belirtmekteydi.
1-“Good reflection”yani “Hayırlı-iyi niyet ,”2-”Good word” yani “Hayırlı Söz”,3-”Good deed” yani “Hayırlı Amel“di.(Good,kelimesi burada “hayırlı” olarak çevrilmelidir.Dini edebiyatta “iyi=hayırlı” olarak anlaşılır ve söylenir.İngilizce’de bu anlamı da içermektedir. Çünkü,bu inancın anavatanı bu topraklardır.Bu topraklarda “iyi düşünce,iyi söz,iyi iş” sözleri kullanılmaz.)
Ruh’un bedeninin kuyruk sokumunda bulunan daire,insan ruhunun başlangıcının ve sonunun olmadığını temsil ediyordu.

Dinlerin en eskisi Sümer dininde,Gök Tanrısı Anu,solda yaşam ağacının üstünde,gökten tanrıları ve insanları izlerken.Resim,Sümer tabletlerinden alınmıştır.
Sol elinin yukarıyı işaret etmesi de “insanoğlunun gelişmek,dallanıp,budaklanarak çoğalma” isteğinin temsiliydi.
Kanatlarının üzerine değen sağ elinde tuttuğu halka da,Zerdüşt’ün imanına olan sadakatini temsil eden “akit halkasıydı”.
Yani,insan tanrısına ve emirlerine bağlı kalacağını vaat ediyordu.Bu vaadi de o halkada kayıtlıydı.Bir çeşit “hard disk” yani.
Pers İmparatoru Daryus Aslan avındsal ruh Faroha tarafından izlenirken.Resim Daryus'un mühründen elde edlimiştir. iki resim arasında 3.bin yıldan az bir zaman yoktur.
Ruh’u temsil eden bu şekil,eski Mısır dininde,kanatları gergin olarak yanlara açılmış olan “gergin kartal” sembolünü andırmaktaydı.
İslamiyet’te de ,Hz.Muhammed’e vahiy getiren ve “uçan kürsüden” seslenen ,haberci melek Cebrail ile eşleşmektedir.
Ayrıca,Hz.Muhammed'in doğumundan önce kabenin duvarlarının yeniden inşaası sırasında temelin üzerinde beliren "dev yeşil yılanı" alan "kartal"ı da anımsatmaktadır.

Zerdüşt inancı Pers İmparatoru Büyük Darius-Daryus-Krus’un (550–486 İ.Ö)“Tek Tanrı” inancında taviz vermeyen tutumu sayesinde Pers sınırları ve yakınlarında ,Tuna’dan Afrika’da Moritanya’ya, İngiltere’den Çin’e,Kırım’dan Yemen’e kadar,o zamanın dünyasının her yerinde yayıldı.
Zerdüşt 'ün ölümünden sonra insanlar, onun karşı çıktığı Mitra, Anahita gibi tanrılara tekrar tapınmaya başladılar.
Kutsal boğayı öldürerek,kötü yer altı rıhlarına kurban keserek yatıştırmak zorunda kalan insanlardan Kurban kesme zorunluluğunu kaldıran Mitra'nın boğayı öldürme sahnesi.O da Güneş tanrısı Bilge Tanrı Ahura Mazda'nın oğludur.İlahi ışıkla insanları ve doğayı aydınlatır.
Mitra=”Hint dilinde Dost,Yaren,Arkadaş.Aşık Veysel'in aradığı "dost" tanrıdır,belki de Mitra'dır.”:Hint akıl ve doğru sözün sahibi,yapılan akitlerin, yeminlerin koruyucusu, ahret gününün ve evrenin tarafsız yargıcı” Adalet Tanrısı olarak tapınılan Mitra –Varuna ikili tanrı kavramının hırsızlamasıdır.
Bu da Mitra'nın Haç'ıdır.İsa'nın gelmesine daha 400 yıl vardır.
Hintliler de onu Mısır’ın ,Ra’sının ve
-Mısır tanrılar meclisinin katibi,
-verilen sözlerin,yapılan antlaşmaların koruyucusu,
-hakim,
-ahret gününün, (tanrıların ve insanların) evrenin tarafsız,adil yargılayıcısı,hakimi,
-baş tanrı Ra’nın sözlerini insanların diline çeviren,
-tanrıların yazılarını karelere bölerek insanların okuyup yazmalarını kolaylaştıran ALFABEYİ keşfeden,İnsanların ilk baş öğretmeni,(Yazarın yorumu)
-İncil'in "Rab-Öğretmen Tanrısı,Kuran'ın ilk suresi olan Alak Suresinde "kağıt-kalemle okuma-yazma öğreten" Allah tanrımlarının kaynağı.(Yazarın Yorumu)
-Ra’nın dili ve kalbi olarak saygı gösterilen,
-Ra’nın gece yolculuğunda,kayığında yanında bulunan,
-Ra’nın gözü,tapınakta bulunan bütün tanrıların da yargıcı, tabiatı ve evreni ölçülerine göre düzenleyen,
-şarkılarıyla gök cisimlerinin ve güneşin seyirlerini,mevsimleri düzenleyen,cennetlerin ve cehennemlerin de mimarı,
-bütün sırların sahibi,maji-büyü ustası, büyücülerin en büyüğü,
-insanlara yol göstermek için yazdığı çok önemli kayıp 42 temel kitabı bulunan,”Üç kez ululanmış”,”Üç kere ULU” olarak anılanı
-Bütün tanrıların "RA"nın görüntüsü oldukları inancına dayanılarak,Ra'nın en gelişmiş hali olarak da kabul edilmiştir.
-Yunanlı Eflatun’a göre “her şey” olan, bilge ay tanrısı,İbiş kuşu gagalı insan vücutlu Thoth-A’ah’ın (Dod-A'ah) çalınmış sıfatları ile uydurulmuş bir tanrıdır.Benzer veya aynı sıfatlarla saygı gösterilmektedir.
Yunan tanrılarından Hermes onun sıfatından tırtıklanarak üretilmiştir.
Arap-Yahudi melezi Hicaz Araplarının İslamiyet öncesi “El Ellah-Allah" adıyla taptıkları,(Arapça’da adların başına İngilizce’deki “The” gibi “El” belirteci getirilir.”El ‘El A’ah-ELA’AH-İlah ve yüceltilmiş hali ile El Ellah-Türkçe söyleyişi ile Allah”ın kendisidir. Bu yüzden halen Mısır ve Arap dünyasında İbiş kuşları halen kutsal sayılıp korunmaktadır.
Bütün Mısır firavun mezarlarında yüzlerce İbiş Kuşu mumyasının bulnmasının yanında,eski Türk filimlerinde Münir Özkul'un canlandırdığı "aptal görünüşlü-kurnaz köylü İBİŞ" karakterinin kaynağı da bu kuşun İslam almeinde de sayıldığına işarettir.
Sümer’in su tanrısı,ilk adem’i “Adapa’yı” yaratan,yeryüzünü kıtalarıyla ve yıldız ve gezegenlerin yörüngelerini tayin ederek,barındırdıkları yaşam türleriyle birlikte gökleri düzenleyen,tufanın sularını kutuplara nefesi ile süren,nebatat dahil bütün canlı türlerini ve tanrıları yaratan,yaşamaları için gerekli aklı veren,gök tanrılığını zar işinde küçüğü Enlil’e karşı kaybettiği için sürekli sorun yaşayan,göklerde 36 takım yıldıza sahip olan,yeryüzü tanrısı “Ea veya Enki’sinden tırtıklanarak üretilmiş “Tanrı tanımlamaları” dır.


Mısır Ay Tanrısı Thoth,A'an-A'ah,El 'a'ah-İlah,Allah başında güneş diski ile ilk alfabe olan Hiyeroglif alfabesini karelere ayırarak insanların öğrenebileceği hale getirirken.İlk Baş öğretmen.(Öğretmenler yaptıkları işin "Tanrı-Allah işi" olduğunun bilincinde olarak görevlerine sarılırlarsa,gördükleri saygının katlanarak artacağından emin olsunlar)

Gatha 'lar diye adlandırılan kutsal metinler ona dayandırılır.

Zerdüşt, Yüce Tanrı olarak telkin ettiği Ahura Mazda ile yakın irtibatı bulunduğunu ilan etti.

Ona göre alemlerde mücadele eden, İyilik ve Kötülük diye adlandırılan iki asli ruh (ilkine “Spenta Mainyu”, ikincisine “Angra Mainyu” denilir) var idi. Ahura Mazdah 'ın bu iki ruhla alakasını bugün pek iyi bilemesek de O, iyilikle beraberdir. İnsanoğlu, bu iki ruh arasından birini seçmeye mecburdur ve seçimi onun kaderini etkileyecektir.
Zerdüştlük’te Ateş’in Yeri;
Ateş Zerdüşt dini inancı tarafından kutsal olarak kabul edilmektedir.Ateş Zerdüştizm 'de çok önemli bir yere sahiptir. Avesta 'ya göre ateş tanrı Ahura Mazda 'nın ruhu ve oğludur. (İsa’nın teslis kavramı.Müslümanlarda ateşe tükürmek,işemek gibi şeyler günah sayılır.)
Esas olarak ateşe üç anlam veriliyordu veya bu anlamlarda ateş kutsanıyordu. Ateşin başlangıcı olarak ev ateşi yani ocak ateşi kabul ediliyordu. İkincisi kurbat ateşi olup, bu ateş devamlı yanan ve kötülükleri uzaklaştırandır. Üçüncüsü ise halk topluluklarınca meydanlarda yakılan ve etrafında eğlenilen,aynı zamanda ateşle temasa gelerek veya bu ateşin içinden geçerek suç ve günah işlemiş olanlar, kime karşı suç veya günah işlemişse onun yakacağı ateşin içinden yürüyerek kendini temize çıkarması günahını veya suçunu affettirmesi, yani kendisinin suçsuz ve günahsız olduğunu ispatlaması geleneği bakımından önemliydi. (Aleviler ateşten atlarlar,Hıristiyanlar,İsa’ya inanmayanları ruhlarını günahtan temizlesin diye topluca yakarlar.Kaynağı bu dindir.)
Zerdüştlüğe göre esasta yeryüzündeki her türlü canlı ve cansızda ateş vardır. İnsanda ,hayvanda , bitkilerde gökte ve yerde bu ateşi değişik zaman ve durumlarda açık görmek mümkündür. Bunlarda insanda bulunan ve insanların ilişkilerini sağlayan ve aynı zamanda Tanrı ile ilişkide olan ateşin en kutsal ateş olduğu belirlenir.
Bu ateşin 215-216 değişik ateşten meydana geldiği ve her bir ateşin ise çalışan bir meslek grubuna ait olduğu belirtilir. Aynı zamanda insanların değişik şeylerden yaktığı ateşin, insanları kötülükten ve günahlardan arındırdığına inanılır. Ateşin, dünyanın yaratılışında altı unsurda karışık varlığı ile ateşten yaratıldıkları belirtilir. Bu unsurlar gökyüzü,yeryüzü,veya toprak,su,bitkiler,hayvanlar ve insanlardır.Bunların bünyesindeki ateşi değişik şekillerde ve olaylarda gözle dahi görmek mümkündür diye belirlenir.
Zerdüştlükte sabah güneşinin öğleye kadar geçen zamanda bereket getirdiğine inanılırdı.(Hintlilerde,Sabilerde de vardır.Müslümanlara Sabah Namazı şeklinde geçmiştir.)
Bu inanca göre ateş,sadece günah ve suçlardan arındırıp temizleyen yetkisinin dışında aynı zamanda ilahi güç, kuvvet ve kudret veren bir kaynak olarak da görülür. Çünkü ateşin tanrı Ahura Mazda 'nın oğlu olduğuna inanılmasının yanında, insanların ruhlarının da ateşten geldiği ve ölümden sonrada ruhun yapılmış olduğu gökteki ateşe çekileceği ve onunla birleşeceğine inanılmaktadır.
Hindistan’da yaşayan Parsiler günde “beş defa “ (Müslümanlarda 5 vakit namaz) ateşin temizliğini korumak için temizleme ayinleri yapılır. Bu ayinler, rahiplerin nezaretinde yürütülür. Ayinlerde Avesta 'dan ilahiler, parçalar okunur.(Müslümanlar da namazda Kurandan kısa sureler ve ayetler okurlar.Kiliselerde rahipleri de benzer işlemi yaparlar. İbrani dinlerin tümü bu dinden sonra gelmiştir.)
PAFLİKYANLAR (Pavlusçular)
Mani inanışından türemiş,düalist-ikicil bir Ermeni mezhebidir. Pavlikyan,Bavlikyan veya Paulician adı ile bilinirler.İsa’nın öğretilerini Atina’ya kadar yayan aziz Pavlus’un öğrencileri anlamına gelmektedir.
Hz.İsa,o da,başında Güneş halesi ile ilahi nurla etrafını aydınlatmaktadır.Yanı,o da Nurcu-Aydınlatıcıdır.
Samsat’lı Pavlus ile alakalarının olmadığı bilinmesine rağmen onun öğrencileri olarak da nam salmışlardır.İnandıkları Pavlus’un hangi Pavlus olduğu karanlıktır.Paflikyan adı ilk kez İ.S.719’da Ermeni kilisesinin Duin Sinod’unda kullanılmış,bu Sinod denen kişi de onlarla ilişki kurulmasını yasaklamıştır.
12 Havarisi de öyle,Onlar da Nur'la,ilahi ışıkla aydınlatırlar.
Manilikten kaynaklandığı zannı uyandıran Paflikyan öğretisi,”maddi varlığı olan tüm varlıklar kötüdür” demektedir.
Eshi Ahit’i yani Ahd-i Atik’i,İncil Tevrat’ını kabul etmezler,İsa’nın yeniden doğacağına inanmazlar.
Onlara göre İsa Tanrının yeryüzüne gönderdiği bir melektir ve gerçek annesi göklerdeki Kudüs’tür.Gerçek öğretisi yaydığı inançtır.Ona inanmak insanı son yargıdan kurtarır,gerçek vaftiz-günahlardan mesh edilerek arınma onun sözlerini duymakla olur.
Haça değer vermezler,İsa’yı ret ettiği için aziz Petrus’un mektuplarına kıymet vermezler.Luka İnciline ve Pavlus’un mektuplarına değer verirler.Kiliseyi,dogmalarını,geleneklerini de ret ederler.
Kilise,ayinler,maddi her şey kötüdür.
Herkes kutsal metinleri okuyup yorumlama hakkına sahiptir.Resim ve heykellere karşıdırlar.Mistik yetkilerin tümünü de ret ettikleri için dünyaya ait bütün değerlerden kendilerini arındırmışlardır.
Örgütlenmelerinde önde gelen kişileri tarikatın farklı yörelerindeki kurucularıdır.Bu kurucular,Aziz Pavlus’un öğrencileri ve ruhlarını onun öğrencilerinin ruhlarından almış olanlardır.
Toplantılarını da proseuchai-(PRUSUÇAY) dua evleri denilen yerlerde yaparlardı.Cem evleri gibi.
Azizlerden sonra konsül oluşturan “synechdemoi-(SNEÇDEMOY)Yoldaşlar ile toplantılarında düzeni sağlayan “notarioi-(notaryoy)-yani Noter-onaylayıcı,tasdik edici gelir.
*Baskı altındayken inançlarını saklamanın hatta ret etmenin gereğine inanırlar.Bu yüzden dışarıdan kiliseye bağlıyken de inançlarını gizlice sürdürmeyi başarmışlardır.
Düşmanları tarafından dua evlerinde bile ahlaksız davranışlarda bulundukları ileri sürülmüştür.(Bu suçlama günümüze kadar gelecek ve yurt içi ve dışında da sürecektir.)
Maddenin onlar için sadece simgesel bir değeri vardır.Bu inançları onların iktidar ve politik hakların varlık nedenini de inkar ediyorlardı.Bu açıdan dinde,inançta eşitliğe dayalı bir kavram geliştirmişlerdi.
Bu hakim olan Katolik öğretisine göre “eşitlikçi bir dinsel anarşizm” anlamına geliyordu.
En büyük amaçları,ırk ayrımından arınmış,inananların mistik birliğine ulaşmaktır.
GNOSTİZM (Bilinircilik-Bilgiye tapmak)
Bilinircilik adıyla bilinen ilk Hıristiyan akımıdır.Kelime anlamı olarak Yunanca Gnosticos-bilgiye sahip insan sözcüğünden türemedir.Tanrısal mutlak bilgiye bir anlık aydınlanma ile,sezgiyle ulaşılabileceğini savunur.İsa’nın tanrının oğlu olduğuna inanmazlar,haç’a değer vermezler,İsa onlara göre sadece insandır.Çilecidirler,Grek uydurması Hıristiyan dogmalarına inanmazlar.
Havarici Gregorcu Ermeni Hıristiyan Mezhebinin kurucusu Aziz Gregory İlluminator (Aydınlatıcı,Işıkçı,Nurcu)
Sabilik,Manilik,Hermetizm inançları ile uyuşurlar.
Helenleşmiş Zerdüşt (Mecüsi)lük,platonculuk ve Yahudilikten etkilenerek oluşmuştur.
İran,eski Yunan-Grek,eski mısır,Babil veya Yahudi kaynaklı olabileceği kanaati yaygındır.
İnançlarının temeli,ışık-karanlık,iyilik-kötülük,maddi beden ve evrenin kötülüğü-ruhun ilahi evrene ait olması yani ikicilik temeline dayanır.Ruhun bedende hapis hayatı sürdüğü,bundan kurtulmak için “ilahi bilgi” ye (Gnosis’e)ulaşmaktır.
İlk resmi Hıristiyan devletini ilan etmiş olan Ermeni kilisesi de “Gnostik” bir kilisedir.
Ölümü kurtuluş olarak görmesi,insanlarda “intihar düşüncesini uyandırıp güçlendirmesi açısından sakıncalı ve sapık bir öğretidir.
UNİTARYANLAR (Unitarianism)
Grek rahiplerince uydurulan,bu gün bütün dünyada yaygın olan Hıristiyanlık inancına havarilerden Aziz Pavlus’un soktuğu “teslis-üçleme” kavramını ret eden kavramlar Pavlus’un sağlığında başlamış ve ölümünün ardından sürmüştür.
İ.S.256 doğumlu (Saint Arius of Alexandria)-İkenderiye’li Aryus tarafından şekillendirilen, ”Tanrının birliği-Vahdet-i Vücut” anlamına gelen,teslisi ret eden,İsa’yı, insan,peygamber, kabul eden Tanrının birliğine dayalı bir Hıristiyan mezhebidir.
İS.325’de İznik konsülünce iddiaları ret edilen Aryus’un öğretisi “Aryanizm” olarak da bilinmektedir.
İnsanın günahkar doğduğuna,günaha meyilli olduğuna,yazılan kitapların,yazarlarının insan olduğu için hata yapabileceklerinden doğruluklarına inanmazlar.
Tanrının birliğini,onu ve yarattığı insanları sevmeyi,ebedi hayatın sonsuzluğu kavramlarına inanırlar.
Dua etmenin tanrının işine karışmak olduğuna,ölüm sonrası ebedi hayatın olacağına,tanrının varlığına inançları nedeniyle cehenneme girmeyeceklerine ancak,yaşam kalitesi hakkında bir garanti olmadığını kabul ederler.
16.yüzyılda İngiltere ve İspanya’da matbaanın icadından sonra yaygınlaşmış,inananları çok ağır cezalara çarptırılmış,aforoz edilmiş veya öldürülmüşlerdir.Macaristan’da da Feredric David tarafından krala 1571 sonrası kabul ettirilmiştir.
Macaristan,Transilvanya,Polonya,İngiltere,Amerika’da kurdukları bir çok teşkilat vardır.
Belki de ülkemize gelen Macar asıllı George Soros,Macar Yahudisi Sarkozy,G.bush,Tayyip, Fethullah Gülen Hoca,Said Nursi gibilerin bu tarikatlarla ters düşen kaç yönü var ki?
MANİHEİZM
Mani inanışından bahsetmek aşağıdaki konu için faydalı olacaktır.;
Mani dininin dünyayı görüşünde “tanrısal aydınlık” ile karanlık iki rakip olarak karşı karşıya durur.
Bu ikisinin birbirleri ile mücadelesinde aydınlığın bir kısmı karanlığın içinde (dünyanın içinde) tutsak kalmıştır. Herhangi bir canı söndürmek, hatta bir meyveyi dalından koparmak bile tanrısal maddeye zarar verip aydınlığın tutsaklığını daha da uzatır.Işığın (aydınlığın) tutsaklığına ancak „seçilmişler“in yardımı ile son verilebilir.
Seçilmişler hiçbir canlıyı incitmezler ve asla cinsel ilişkide bulunmazlar. Bu yüzden kendi başlarına geçimlerini sağlayamazlar ve „dinleyenler“ (bir tür asistanlar) onların ihtiyaçlarını temin ederler.(Budist rahiplerinin dilenmesinden alınmış bir ritüel)
Seçilmişlerin sindiriminde ışık ile karanlığın birbirinden ayrıldığına, dua ve şarkı yardımı ile bu elde edilen ışığın tekrar tanrıya geri döndüğüne inanılır.
Ancak dinleyenler de günahlarını temizlemek için birçok enkarnasyonlardan geçmeleri gerekir.İnanca göre dünyanın sonunda ışık ile karanlık ebediyen ayrılacaklardır.
SABİLER (İng.Mandenler-Bilgili,arif olanlar.)
SABİLİK, İlk Tek Tanrılı din olan Güneş Kültü dininin, yüce Tanrının Sembolü olarak kabul ettiği Güneşi, Tanrının kendisi yerine koymuş bir inanış biçimidir. Sabiler, başta Güneş olmak üzere, yedi yıldıza tapınırlardı. Bunlar, en yüce tanrı olan Güneş tanrısı "Şamaş", onun dişil yönü olarak kabul edilen Ay tanrıçası "Sin", ve diğer vasıflarının temsilcileri olan Merkür tanrısı "Nabu", Venüs tanrısı "İştar", Mars tanrısı "Nergal", Jüpiter tanrısı "Marduk" ve Satürn tanrıçası "Ninutra" idi. Sabiler, bu tanrı ve tanrıçaların yanı sıra, Hermes'i, Pisagor'u, Orfe'yi de birer yarı tanrı olarak görüyorlardı.

Kuran'da Tek Tanrılı dinler arasında, SABİLİK de sayılmaktadır. Bunun nedeni, İslamiyet'in birçok söyleminin ve tapınım tarzının Sabilikten geliyor olmasıdır. Namaz kılma, oruç tutma, kurban kesme ve kutsal yerleri ziyaret etme, yani hac gibi ibadet tarzlarının yanı sıra, her namaz öncesi abdest alma gibi adetler, hep Sabi kökenlidir.
Sabilikte, yedi gezegenin her biri için, günde yedi kez namaz kılınırken, bu sayı İslamiyet’te beşe indirilmiştir.
Ay görününce oruca başlanması ve izleyen ayın başında bitmesi geleneği, İslamiyet’ten önce Sabiler arasında görülmektedir.
Muhammed öncesi Hicaz Arapları da ay kültü dine sahiptiler.Diğer dinlerin tersine ,Araplarda ay,erkek,güneş dişiydi.”Ay Tanrısı Kültü ve Allah’ın Kızları” başlıklı yazımı okuyabilirsiniz. Çocukluğumda annemin bana öğrettiği, bir yeni ay duası vardı, hatırladığım kadarı ile şöyleydi;
“Ay’ı gördüm alâ,amentübillah,ay mübarek olsun, Elhamdülillah”.
İslam,tek tanrılık yanında,Mecüsi temelli Hicaz Araplarının ve Sabiilerin ay tanrısı kaynaklı inananları da,diğer eski inanç mensuplarını da bünyesine çekebilmek için kendinden önceki dinlerin yaptığı gibi,onları dolaylı yoldan doğrulama yolunu tercih etmiştir.
Sabilikte, her gezegen için her gün namaz kılınmasının yanı sıra, haftanın günlerinin her biri, bir gezegene özel ayinler düzenlenmesi için ayrılmıştır. Pazar günleri Güneş ayinlerine, Pazartesi Ay ayinlerine, Salı Mars, Çarşamba Merkür, Perşembe Jüpiter, Cuma Venüs ve Cumartesileri de Satürn ayinlerine ayrılmıştır. Latince kaynaklı batı dillerinde günlerin isimleri, bu güneş kültünün günümüze yansımasından başka bir şey değildir. Örneğin Pazar "Sunday" Güneş günü, Pazartesi "Monday" Ay günü ve Cumartesi "Saturday" de Satürn günüdür.
Sabîlerin Kuranda;
Bakara Suresi 62. “Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabîler; bunlardan her kim Allah'a ve ahret gününe gerçekten iman eder ve iyi bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında mükafatları vardır. Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaklardır.”;
Maide Suresi 69. “Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Sabîler ve Hıristiyanlar her kim Allah'a ve ahret gününe iman edip de dürüstçe çalışırsa, artık onlara korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir.”
Ve
Hac Suresi 17. “İman edenler, Yahudi olanlar, Sabîler (yıldıza tapanlar),Hıristiyanlar, Mecusiler (ateşe tapanlar) ve müşriklere gelince, muhakkak Allah kıyamet günü bunların arasını şüphesiz ayıracaktır; çünkü Allah her şeye şahittir.”
Ayetlerinde bahisleri geçmektedir.
(Blog yazarın notu.)
Son Hac 17.ayete ise ,iman edenler sayılırken Yahudi,Hıristiyan ve Sabi’lere Mecusilerin de eklendiğini görüyoruz.Sadece “Müşriklerin (eş koşanları) “ve” bağlacı ile ayırması dikkat çekicidir.Bu tercümandan kaynaklanmıyorsa,Tevrat Danyal suresinde geçen,Allah’ın Yahudi ve Greklerden önce İranlıları (Mecusileri) seçtiği konusu doğrulanmış olmaktadır.
İran’ı fetheden Hz.Ömer’in komutanları ve valilerinin,hatta zalim Haccac’ın bile İranlıları soykırıma uğratmamalarının ardında bu ayetin yattığı da ortaya çıkmıştır.
http://aykiritarih.blogspot.com/2006/05/sabilik.html
http://keykubat.blogcu.com/ay-tanrisi-kultu-allahin-kizlari/2454676
SAHTE ALEVİLER KİMLERDİR?
Alevi’lik deyince öyle bir kerede karar verilecek bir konu olmadığını bilmeyen yoktur eminim.
Bu konuyu birazcık açayım;
“Ali’vi-Ali’den gelen-Ali’yi seven,“Âli’vi-Uludan gelen-yücelikçi-yani insanı öne çıkaran anlayıştır.
Hz.Ali'nin ve ailesinin Alevilerce aynı şekilde güneş tacı ile taçlandırılmaları ilginç bir bağlantı değil midir?


Son zamanlarda böyle tanımlamaları aslı olmasa da görmeye başladık.
“Alev’i” yani,Alev’den gelen,”Alev”i sevenler.Ateşçilerdir.Güneşe tapan, Mecusiler.
Ne kılığa girerlerse girsinler,”neyiz” derlerse desinler,ille de “Mecüsilik” de direnmeleridir.
Hz.Ali ve İslam konusunda takiyye yapmaları,yalan söylemeleridir. Bunlar,bizim “dönme Ermeni” dediğimiz –Tunceli-Dersim kökenli Alevilerdir.
Dersim Aleviliğinin tarihine doğru geri gittiğimizde ise,eski Ermeni inanç yapılanması ve özelliğini kaybetmiş bir takım Ermeni,Türk ve Anadolu halk gruplarının izleri ile karşılaşırız.

Hacı Bektaşi Velî de başında Güneş Tacı-İlahi Nur ile aydınlatır.
Bu inanç yapılanmasının,sırası ile Med’ler dönemi,Mitracılık,Persler, Grek,Grek-Bizans dönemi Mecusilik-Mazdacılık,Apostolik (Havarici) Gregorcu Ermeni ve Katolik Roma ve Ortodoks İstanbul Kiliselerince de sapık ilan edilmiş olan Pavlusçulak,Gnostiklik(Bilinrcilik), İslam kültürü döneminde,Hurufilik,Rafızilik, İsmailiyecilik ve Dereziliktir.
Son marifetleri de AB-D sivili toplum kuruluşlarından ve hükümetlerinden aldıkları desteklerle ve diğer Alevileri de kandırarak,Bektaşiliği ele geçirerek kendi inançları doğrultusunda yönlendirmeleri şeklindedir.
Bunda da,diğer Alevi yapılanmalarının zayıf kalmaları ve kendilerini destekleyecek kültürel ortamı kuramamış olmalarıdır.(Vatana ihaneti beceremedikleri için olsa gerekir.)
Özünde “Ermeni inancı milliyetçiliğine” dayalı bu yapılanma bu gün devletin resmi-sivil tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçirmiş,Alevi-Sünni,Türk-Kürt ve etnik ayrımcılığı körükleyen her türlü faaliyetin içinde yer almaktadır.
İnançlarının temelinde,”baskı altında oldukları sürece inançlarını inkar etme,(Pavlusçular bölümü)yanındaki gibi görünme gibi her türlü yalanı da mübah sayan” kuralları sayesinde,dünyanın her yerinde rahatça yaşayabilmektedirler.
Ama,başından beri “sapık cinsel ilişkileri”(iftira saymaktadırlar) yüzünden dışlanıp soykırımlara da uğratılmışlardır.Belki bir çoğu sapıklık içinde olmasa da,olanları onları tanıtmaya yetmektedir.(Her toplumda böyle bireysel olaylar çıkabilir.Yalnız bunların olayları ya abartılıyor ya da gerçekten fazla çıktığından “yeter gibisinden” gündeme getiriliyor olabilir)
Sahte Alev-i’lere,Osmanlı zihniyeti ile Cumhuriyet dönemi gözüyle okuyalım.Bakalım eskiler neler yazmışlar?;
Günümüzde Bektaşi Aleviliğinin temsilcisi olarak kendilerini gören bu yapılanma hakkında, ”Eski Kadıköy Müftüsü” namıyla bilinen,Işıkçı,Arvasi oğlu Esseyid Ahmet Mekki ÜÇIŞIK , ”Saadet-i Ebediyye-Sonsuz Mutluluk” adlı 07.Temmuz 1967 baskılı kitabının 448. sayfasında “Bektaşilik-Bektaşilik Tarikatı Nasıl Bozuldu” başlığı ile Tokatlı İshak Efendi’nin yazdığı “Kaşif-ül Esrar” adlı kitabından alıntı bir yazı koymuştur.
Yazı 5 sayfadan ibaret olduğu için,yazarın diline sadık kalmaya çalışarak kısa alıntılar yapacağım.Merak eden alsın okusun;
“İslamiyyeti yıkmak için çalışanlardan biri Bektaşiler oldu.Bektaşi deyince,iki dürlü insan anlaşılır;
Birincisi,hakiki,doğru,Bektaşi olup Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinin gösterdiği hak yolunda giden temiz Müslimanlardır.
Bektaşilerin ikincisi,”yalancı Bektaşilerdir”.Eskiden Bektaşi denilen kimselerin çoğu bunlardı.Zemanla azaldılar,yok oldular.
Bu sahte Bektaşiler,Müslimanlar arasında rahat yaşamak ve dinsizliklerini saklayarak gençleri aldatabilmek için bu kıymetli ismi maske olarak kullanmışlardı.
Böyle kıymetli isimler altında saklanan,dinsizler,az değildir.Mesela Cehenneme gideceği bildirilen Rafıziler kendilerine ALEVİ demişlerdir.Eskiden,Hz.Ali’nin “radyallahü anh” soyundan olanlara “Alevi” denirdi.Bunlara sonradan “Seyyid” ve “Şerif” isimleri verildi.
Alevi”,hazreti Ali’yi seven ve onun yolunda bulunan hakiki müsliman demektir.
Görülüyor ki “Alevilik” üç çeşit kimselerin isimleri olmuştur.Bunlardan yalnız birisi bozuk olup,sahte alevidir.
Melami” ismi de böyledir.Hiç ibadet yapmayan,her çeşit günahı,kötülüğü işleyen şeriate uymayan sapıklar kendilerine “Melami” diyorlar.
Bunlar şeriate uyan müslimana “sofu”,müteassıp” adını takıyorlar.Halbuki Melami,beş vakit nemaz gibi farzları camide kılıp haramlardan sakınan nafile ve sünnetleri evinde gizli kılıp şöhretten sakınan temiz kimse demektir.Şimdi nemaz kılmayanlar “biz Melami olduk” diye Müslümanları aldatıyorlar.
Müslümanları aldatmak için kendilerine kıymetli bir ism takan dinsizlerden biri de Bektaşi adı altında toplanan Hurifilerdi.Bunlar,önceleri iç yüzlerini saklıyorlardı.(H.1288 –M.1872)yılında maskelerini kaldırmağa,başladılar.”Cavidan” adındaki gizli kitaplarını ortaya çıkardılar.Bu kitapları altı formadır.Bir formasını hurufiliğin kurucusu olan Fadlulullah bin Ebi Muhammed Tebrizi,Farisi dili ile yazmış,beş formasını da bunun talebelerinden bazıları düzmüştür.Bunlardan Ferişteh oğlunun Aşkname (Işkname) adındaki formasında küfrleri öteki formalardaki kadar açık olmadığından bunu 1871’de İstanbul’da taş üzerinden bastılar.
Fadlullah Hurufi adındaki zındık,Hamdan adındaki bir Kurmutinin dervişi idi.Karamitlere “İbahıyye” de denir.Bunlar,haramlara halal deyip,yetmiş,seksen sene hacıları soydular. Müslümanları öldürdüler.Hükümet kurdular.Hükümetleri yıkılınca,dağıldıkları yerlerde gizlendiler.(Bir başka Ergenekon hikayesi).
Bunlardan Hamdan-i Kurmutinin Küfe şehrinde yetiştirdiği müridlerinden Fadl,İran’da Esterabad şehrinde gizlice küfr yaydı.Dokuz yardımcı buldu.Nokta ilmi diye bir şey uydurdu. Bu iş mübahdır,nokta çift geldi.Falan şey haramdır.Nokta tek geldi derdi.İbni Hacer-i Askalani hazretleri “Enba-ı Fadl” adındaki tarihinde,Fadlullah ve Hurufilik hakkında geniş bilgi vermektedir.
Fadlullahın küfrleri yayınlınca,Timurlengin oğlu Miran Şah,babasının emri ile,H.796-M.1393 senesinde Fadlulah’ı öldürdü.Bacağına ip takılıp sokaklarda sürüklendi.Böylece İslamiyyet büyük bir düşmandan kurtuldu.
Yavuz Sultan Selim han,ehl-i sünnet alimi (Maveraün nehir’den Antakya’ya yerleşmiş,Arap bir vaizin oğlu,Kudüs,Mısır’da eğitim görmüş,Memluk’lu Melik Kaytebay müftü yapmıştır.) Mola Arab’ın öğütleri ile Rafıziliğin yani Kızılbaşlığın yayılmasını önlediği gibi Timurleng de İslamiyyet için çok tehlikeli olan Hurufiliğin yayılmasını önleyerek İslamiyet’e büyük hizmet etmiştir.
Bunun için sahte olan Bektaşiler Timurleng’i sevmez,onu hep kötülerler.
HURUFİLERİN BEKTAŞİLERE KARIŞMASI
Fadlullah öldürülüp Esterabad yıkılınca,dokuz yardımcısı kaçdı.Bunlardan “Ali-yül-a-lâ” adındaki kimse,Anadolu’da bir Bektaşi tekkesine geldi.”Cavidan”ı gizlice yaymağa,cahilleri aldatmağa başladı.
Hac-ı Bektaş-ı Velinin yolu budur dedi.
Haramlara mubah,nefsin arzularına serbestdir dediği için sözleri kötü insanlar arasında çabuk yayıldı.
Sözlerine “sır” deyip,çok gizli tutulmasını emr ederdi.Sırları yabancılara açanları öldürmeleri bile vaki olurdu.Sırlara Cavidan kitabında “A,C,V,Z” gibi harflere işaret ederdi.
Herbiri kafirlik olan bu işaretler” Miftah-ul hayat” adındaki kitapta açıklanmıştı.Bu kitaba da “sır” dediler.Elinde “sır” kitabı olmayan Cavidan’ı anlayamaz.
1397 yılından beri pek çok zavallıları aldattılar.Dinden çıkardılar.Aralarına Masonlar da karıştı.Yehudi parası ile beslendiler.1823 senesinde küfrlerini açıkça yaymağa başladılar.
Sultan II.Mahmud Han,tarafından “Ulu”ları katl edildi.Bektaşi tekkeleri dağıtıldı.Yerlerinin Nakşibendilere verilmesi için ferman buyurdu.Dağılarak gizli çalıştılar.1871’de tekrar ortaya çıktılar.Ferişteh oğlu Abdülmecid’in “Işkname” Aşkname risalesini 1871’de bastılar.Yayılmağa başladılar.Bunlara aldananlara “Işık Taifesi” denildiği,Bursa’lı İsmail Hakkı Hazretlerinin “Hucet-ül baliga” kitabı başında yazılıdır...
Bektaşi adı altında saklanan Hurufiler,Müslümanları aldatmak için birkaç yoldan saldırıyorlardı.;
1-Fadl-ı Hurufi,ilah,tanrı diyorlardı.Cavidan’da diyor ki,Tanrılık,ezelde görünmez bir kuvvet idi.Önce harfler şeklinde,sonra peygamber şeklinde ,nihayet Fadl’da açığa çıktı.Önce Adem peygamber şeklinde göründü,melekler bunun için Ademe secde etti.Dört kitabın manasını Cavidanda bildirdi.
2-Hazreti Ali’nin sözleri diyerek uydurdukları “Hutbet-ül Beyan” ve başka kitaplarda hadisler düzerek “Ali’yi sevenlere günah zarar vermez” diyorlardı.”Böylece,ibadete lüzum yoktur.Haramlar helaldir,” diyerek amelsiz,ibadetsiz Cennete girmek isteyen cahilleri aldattılar.Bir kimseyi böyle aldatıp,ibadetten,imandan ayırdıktan sonra “Sır” kitabını öğretmeye başlarlardı.


Çünkü Cavidan’da “Ehl-i Beyt’in” adı bile yoktur.
Hutbet-ül Beyan’ın Türkçe şerhi de vardır.

3-Bütün dinlerin bir olduğunu,hepsinin 16 kemerbend i,çinde toplandığını söylerlerdi.On altı kemerden her biri,bir peygamberin şeriatı imiş.O kemeri kullanan o peygamberin şeriatını yapmış olurmuş.Mesela Adem aleyhisselamın kemerini takan hep deri giyermiş.Çünkü,Adem aleyhisselam deri elbise giymiş.

Musa aleyhisselamın kemerini takan,”kısrağa” binmezmiş.İsa aleyhisselamın kemerini takan evlenmez imiş.Hıristiyanların üç uknûmuna yani üç tanrı olduğuna inandıkları Ferişteh oğlu Cavidan’da yazıldır.

Yine orada,Hz.Ali denilen zât,Fadl-ı Hurufi idi diyor.

Bir başka sahifesinde ,Fadl-ı Hurufi,Muhammed aleyhisselamdan ve Aliden (haşa) daha üstündür.Onlar,şeriatlerin inceliğini Fadl kadar bilmiyorlardı,diyor.Yazıları birbirini tutmuyor.
Sahte olan Bektaşiler Alevi de değildir.Müşrikdirler.
Yehudiler,Masonlar tarafından desteklenerek,cahil Müslümanları dinden çıkarmaktadırlar. Yeni aldatılanlara “Cavidan”ı göstermeyip,kendilerini “Alevi” olarak tanıtıyorlar. Halbuki,”Şî” alimleri,sahte Bektaşilerin “kafir” olduklarını söylemektedirler.

4-Haramlara,yalan söylemeğe “caiz” dedikleri için “Hamzaname” ve “Battalgazi” gibi uydurma kitaplar yazdılar.(Bu da Cüneyt Arkın’ın bir filmi ile gerçek oldu.)Baba denilen ulularından uydurma kerametler aldılar.

(Blogcunun notu-Ermenilerin bu özelliği,kendi kiliselerini üstün,seçkin göstermek için Aziz Pavlus’un Ermenistan’ı gezerek kendilerinin ilk Hıristiyanlığı ondan öğrendiklerini söylerler.
Benzeri olay,İslam dönemi Tunceli Aleviliğinde de vardır.Tunceli’nin sırtını verdiği yek pare kayanın sipsivri göğe yükseldiği “Düldül Tepe” adlı bir tepe vardır.Anlattıklarına göre,Hz.Ali buraya gelmiştir.Atı da kaçarak bu tepeye çıkmıştır.Orada otlarken susayınca ayaklarını kayaya vurarak su çıkarmıştır.O tepenin adı Hz.Ali’nin atının adından “Düldül Tepe” olarak kalmıştır.Gelecekt başka bir inancın hakimiyetine girdiklerinde bu efsanenin hemen o şekle de dönüşmesi kaçınılmazdır.Yahu,hangi kayıtta Hz.Ali’nin oraya geldiği yazmaktadır diye sorunca da “tıss” cevabı duymaktasınız...:))

Yalanlarından biri de “Bektaşiler içinde bazı azgınlar var ise de bizim babamız öyle değildir” derlerdi.Halbuki sahte Bektaşiler içki içmektedirler.Hiç nemaz kılmazlardı.

Bunların en meşhurları;Osmancık’ta “Koyun Baba”,Elmalı’da “Abdal Musa”,Eskişehir’de “Şücaeddin”,Dimetoka’da “Kızıl Deli”,Kalkandelen’de “Sersem Ali” adındaki babaları,hep “Cavidan “ okumakta kafirliği yaymakta idiler.Koyun Baba’nın sahte Bektaşilerden olduğu “Müncid” lügatinde (sözlüğünde) yazılıdır.

Sahte Bektaşiler de sahte Aleviler gibi bıyıklarını uzatırlar.Bıyık uzatmak Hz.Ali’nin sünnetidir” derlerdi.
Halbuki bıyıkları kısaltmak hadis-i şeriflerle emr edildi.Bunlar,”seviyoruz” dedikleri Hz.Ali’nin bu sünneti yapmadığını,”sevmedikleri” ,düşmanı oldukları Muaviye’nin de bu sünnete uyduklarını söylüyorlar.

Sahte Bektaşilerin,zikirleri,ibadetleri okumaları yoktur.Her sabah pîrin evinde,meydan odasında toplanırlardı.Birisi elindeki tepsi içinde adam sayısında şerâb kadehi ve birer dilim ekmek,peynir olarak odaya girer.Bunu saygı ile,gülbank çalarak karşılarlardı.Herkesin önüne gelerek birer dane verirtazim ile alır,yüzlerine sürer,sonra yirler,içerlerdi.Bütün ibadetleri bundan ibaretti.
Evli olanı,kadınlarını,kızlarını da toplantıya getirir.İçerler, ve dans ederler.Birisi,birinin kadınını veya kızını beğenirse, erkeğe gelip “sizin bahçeden bir gül koparacağım” der.izin ister.O da zevcesini (eşini) çağırıp,”bu canın talebini hak et” der.Sonra,takbil ederdi.

Bu talep karşılıklı olursa,iki adam da babanın önüne gelip izn isterler.Baba izn verince,ömrleri boyunca birbirlerinin ayalini istifraş(tanımaya çalışırlardı) ederlerdi.
Hakiki Bektaşilerde böyle kötülükler yoktur.

Sahte Bektaşi babaları, papazlar gibi günah çıkartırlardı.Günahın durumuna göre,baba,”kırklar kurbanı” kes,yahut,”üçyüzler nezri(adak)” ver, der.Birkaç lirasını alıp “avf ettim” derdi.
Bektaşi bir kadın,Bektaşi olmayan bir erkekle buluşsa,babaya gelip “üstümden bir köpek atladı” der.Baba para alır,günah avf olur.

Kitaplarının başlıcalarının adları da Cavidan,şkname,Tuhfet-ül Uşşak,Risale-i Bedreddin, Risale-i Nokta,Risale-i Fadlullah,Risale-i Huruf,Turabname ve Vilayetname’dir. Toplam 60 civarında kitapları vardır.

Kitapların hepsi,Allah-u Teala’yı inkar etmeye ve şeriatı kaldırmaya dayanmakta,Fadl-ı Hurufiye tapınmağa sürüklemektedir.Bütün kafirlerden,bütün fırkalardan daha kötü oldukları,yukarıdaki bilginlerden anlaşılmaktadır.
Hacı Bektaş-i Veli yolunda olan temiz Bektaşilerde bu kötülüklerin hiç biri yoktur.”””


ALEV-İ ERMENİ ALEVİ+SÜNNİ TÜRK 2


Aynı kitabın 440.sayfasında,”bozuk dinler” konusunu incelerken,bizim Sahte Bektaşilerin benzerleri olan, Arap bölgelerinde yaşayan,diğer “Alevi” “Şî-Pers” kökenli grupları Derezilik ve İsmailiye bahislerinde nasıl tarif ediyor;
Dereziler,”dürüz”,yani,Derezilere yanlış olarak Dürzü deniliyor.İbn-i ABİDİN üçüncü ciltte “Mürtedleri (Dönekleri) anlatırken buyuruyor ki;

Dereziler Müslüman adı taşır,Nemaz kılanları vardır,fekat imanları bozuktur.Tenasüha (ruh göçüne) inanırlar,Şeraba,alkollü içkilere,ve zinaya halâl diyorlar.
“Uluhiyyet-tanrılık” insandan insana geçer diyorlar.
Öldükten sonra dirilmeye,nemaza,oruca,hacca inanmazlar.Bunların manaları,dünyada yaşama yollarını düzeltmektir. Derler.
Peygamberimize çirkin şeyler söylüyorlar.Şam Müftüsü,allame Abdurrahman (İmadi Fetvası)nda bunların Nusayriye ve İsmailiyye gibi inandıklarını bildirmektedir.
Dört mezhebin alimleri bunlardan cizye alarak “İslam memleketlerinde oturmalarına izin vermek helal olmaz “ dedi.....
Nusayriye,Şî’lerin yirmi fırkasından onuncusudur,Rafızilerin en taşkınlarıdırlar.
Allah,Ali’nin ve çocuklarının şeklinde göründü derler.
On birinci imam Hasen bin Ali Askeri’nin adamlarından olduğunu iddia eden İbni Nusayr’ın uydurduğu çirkin sözlere inanırlar.
Bu gün kendilerine “Alevi” diyorlar....
İnanışlarını gizli tutarlar,iri,inadçı,yağmacı,merhametsiz kimselerdir.
Yavuz Sultan Selim’e tabii oldular.Sultan II.Murad zamanında isyan ettiler ise de Bosna’lı damat İbrahim paşa terbiyelerini verdi.
Bunlar,Arabistan’dan Irak’a gelmişler,Suriye,Lübnan,Mısır’da yaşamaktadırlar...

İsmailiye;”ilel-nihal” kitabında diyor ki,Şîler 20 fırkaya ayrılmışlardır.Bunlardan biri İsmailiye fırkasıdır.Bunların yedi ismi vardır.

Hz.İsa'nın başındaki güneş çemberi-İlahi Nur'la aydınlanıp aydınlatmasının başka bir temsili resmi.
Birinci isimleri Batıniyye’dir.Çünkü,Kuran-ı kerimin açaık manalarına inanmayıp kendilerine göre başka manalar çıkarırlar.Kuranın zahir ve batın manaları vardır derler.Batın iç-öz manasındadır,cevizin kabuğu değil içi makbuldür derler.
Halbuki,Kuran-ı kerimdeki ve hadisi şeriflerdeki kelimelere,açık manaları verilir.Başka ayet,daha açık anlaşılıyorsa o zaman birinci ayete de buna uyacak şekilde değişik mana verilebilir.
Böyle,bir mecburiyet olmadan,açık manayı bırakıp başka mana vermeleri küfr ve ilhad olur.Çünkü bu suretle şeriatı (İslam-î temel kuralları) değiştirmek istiyorlar.
İkinci isimleri Karamitadır.Çünkü,bu fırkayı meydana çıkaran Hamdan Karmat denilen kimsedir.Hamdan Basra’da Vasıt şehrinde bir köy ismidir.
Üçüncü isimleri Hurumiyyedir,Çünkü bir çok haramlara helal diyorlar.Dördüncü isimleri Seb’ıyye (Yedi’ci)dir.Çünki,şeriat sahibi olan peygamber sayısı (7) yedi’dir derler. (Alevi kültüründe “destur” ların başında olan bu rakam her zaman karşınıza çıkacaktır.) Adem,Nuh,İbrahim,Musa,İsa ve Muhammed.Yedincisi ise Mehdi olacaktır derler.
“Natık” adını verdikleri bu peygamberlerden her ikisi arasında (7) yedi imam gelmiştir.Her asırda yedi imam bulunur derler.
Bunların en yaygın isimleri İsmailiyye’dir.Çünki,Cafer Sadıkın radyallahü anh vefatından sonra büyük oğlu İsmail Müslümanların imamı oldu derler.
Bunların çıkması şöyle oldu;
Hindistan’daki Mecüsiler,yani ateşe tapan kafirler,İslamiyet’in üç kıta üzerinde sürat ile yayıldığını görünce;Müslümanları kılıçla yenmeğe imkan yoktur.Onları içten yıkmaktan başka çare kalmamıştır.Onların kitaplarına kendi inancımıza göre mana verip gençlerini,cahillerini yoldan çıkaralım.” Dediler.Başları olan Hamdan Karmat şu temel prensipleri koydu;
1-Din bilgisi olanlarla konuşulmayacak.Din alimleri bulunan yerde kendimiz gizleyeceğiz.
2-Karşıdakinin arzusuna,keyfine göre konuşulacak.Mesela,zahidin yanında zahidler meth edilecek,Fasıka düşkün olduğu günahların yasak olmadığı söylenecek.Ehli sünnet yanında ehli sünneti (sünnet ehli,Sünniliği iyi bilen) överler,hepimiz kardeşiz derler.
3- Müslümanlar,şeriatın emirlerinde ve yasaklarında şüpheye,kararsızlığa düşürülecek. Mesela,Beş vakit namaz neden üç dört vakit değildir gibi sorularla şaşırtılacaklar.
4-Sırlarını yabancılara söylememek için söz alırlar.Allah,kuranda misak emrediyor derler.
5- Din ve dünya büyükleri bizi beğeniyor,övüyor derler.(Mesut Yılmaz’ın Avrupa bizi istiyor demesi gibi.)
6-Aldatmak için önce herkesin inandığı şeyleri müdafaa ederler.
7-İbadetler lüzum yoktur,İş kalbin temiz olmasıdır derler.
8-Avladıkları gençlere ehli sünnet itikadını kötülemeğe,ehli sünnete gerici demeğe başlarlar.Son olarak haramları işleme alıştırırlar.Bunları yaptırmak için ayeti kerimelere yanlış manalar,anlamlar verirler.......
Şeriatle alay ederler,şeriatın emirlerini yasaklarını inkar ederler.Hayvanlar gibi dinsiz, kanunsuz yaşama yolunu tuttular.Çeşitli fırkalara,kollara ayrıldılar,bunlardan birisi de Suudi Arabistan’da yayılmış olan Vehhabiliktir.
İsmaililerin Süleymaniye kolunun kurucusu olan Süleyman Bin Hasen (ölümü M.1597)”Nühab-ül Mültekıta “ adlı kitabında bozuk fırkanın gizli felsefesini uzun uzun yazar.
“Ay’ı gördüm alâ,amentübillah,ay mübarek olsun, Elhamdülillah”.

İslam,tek tanrılık yanında,Mecüsi temelli Hicaz Araplarının ve Sabiilerin ay tanrısı kaynaklı inananları da,diğer eski inanç mensuplarını da bünyesine çekebilmek için kendinden önceki dinlerin yaptığı gibi,onları dolaylı yoldan doğrulama yolunu tercih etmiştir.

Şimdi de Alevilerce çok sevilen araştırmacı İrene Melikoff’un kaleminden tanıyalım;

.....Hacı Bektaş’a bağladıkları, adını andığım ilk makalemde de belirttiğim önemli bir ayrılığın dışında. Razgrad yakınında, Sevar (eskiden Caferler) köyünde, bir köylünün yanında kaldım ve Madrevo’nun (eski adı Nesimi Mah.) diğer köylerini de bir kaç kez ziyaret ettim.
Sevar köyü, ortadan geçen bir yolla ikiye ayrılmış durumdadır. Bir tarafında, Kızılbaşlar’ın “Türk” diye çağırdıkları Sünniler yaşamaktadır....
Hurifilik,1394’de Nahcivan’da Alincak’ta Timurlenk’in oğlu Miran Şah tarafından gerçekleştirilmiş olan Fazlullah Astarabadi el Hurufi’nin ölümünden sonra Anadolu’da ve özellikle Rumeli’de yaygınlaşacaktır. Hurufilik öğretisi, çeşitli işkencelerden geçen Fazlullah’ın müritleri tarafından yayılacaktır. Hurufiliğin başta gelen propagandacılarından biri -ve kuşkusuz en büyük- Bağdat bölgesinde doğmuş, uzun zamandır Iraklı bir Türk olduğuna inandığımız Azeri bir Türk olan Seyid İmameddin Nesimi olur. Bugün, Azerbeycanlı araştırmacıların sayesinde Nesimi’nin Sirvan’ın başkenti Semahi’nin yakınında, kendi adını taşıyan-ya da lakabını- bir köyde 1370’e doğru doğduğunu öğreniyoruz......
... Fakat ölümüne kadar kaldığı ve öğretisinin merkezi olan yer Bakü’dür. En sadık müridleri Seyyid İmamettin Nesimi ve Ali al-Al’a’yı bulduğu yer, Sirvan Krallığı içindedir.
Biyografilerine göre, Fazlullah bilhassa Arap olmayan halklar, özellikle Türkler arasında birçok yandaşlara sahip olacaktır.
Kendi bütünlüğü içinde Bektaşiliğin 12 İmamlar kültüne içten bağlı olmasına karşın, 7 İmamlar’a olan bu bağlılık, Trakya’nın dışında yayımlanmasına sınırlı bir sayıda tutulduğunu gösteriyor.....
....Şeyh Bedrettin kültü, Deliorman Kızılbaşları arasında her zaman canlılığını korumaktadır. Bu da bizi karizmatik kişiliğe sahip Şeyh’e yönelmek zorunda bırakır.Kendisine yüklenen saygınlığın azaldığı uzun yıllara karşın, Şeyh Bedrettin düşüncesi, her zaman büyük bir saygı görmüştür. Öldüğü kabul edilen gün, Kızılbaşlar, Üryanlar Semahı (Çıplaklar Dansı) denilen bir semah dönerler.
Bu araştırmada da görüldüğü gibi,kökeni,Pavlusçu Hıristiyanlık öğretisi olan dönme Ermenilerce,”Ermeni vb. olduklarına AB-D Sivil Toplum Kuruluşlarından gelen paralarla ikna edilip devlete karşı kışkırtılan bu insanlarımızın,çoğunun da kökeninin öz be öz Türk oldukları görülmektedir.
Dikkat çekmek istediğim,Alevi düşmanlığı değil,Sünni Osmanlı’nın baskısı ve merkezi bir din eğitim düzeni olmaması yüzünden başı boş kalmış din eğitimi yüzünden,kandırılmış Alevi’lerin artık bu oyunu kavramalarıdır.
Bunların kim olduğunu söylemeye gerek var mı?
Görüldüğü gibi Ermenilerin sahtelerinin, gerçekten tarih içinde onlar açısından çok zor bir yaşamları olmuş.Onların zorluklarının nedeni, arada bir devlet olsalar da asla uzun süreli ve çok güçlü olamamalarından kaynaklanmaktadır.
Bu yüzden,önce Medlerden bir şeyler öğrendiklerini,ardından,Pers-Fars-İran idaresine girip Mazdacı-Mecüsi olduklarını ve bu inançta sebat ettiklerini görmekteyiz.
Ardından gelen,Havarici Ermeni Gregorcu Kilise öğretisini kendi kral ve rahiplerinin emretmesine rağmen,Grek Gnostiklerine (Bilinirciler-Bilgiyi üstün tutanlar,dini kaideleri rahip sınıfı dışında halkın da bilmesine inananlar) taş çıkartarak,Pavlus’çu geçinmeler,zaten Pavlusçu olan Ermeni kilisesinin onları sapık ilan etmesi ile,bir başka Pavlus uydurmaları, ardından gelen İslam hakimiyetinde,kutsalların adlarını değiştirerek “Alev’i-“Işıktan gelen, ışıkçı,aydınlanmacı,,aydınlatan,aleve tapan;Ali’vi-Ali’yi seven;Âli-vi-Ululuğu,yüceliği seven,ilahi nurla aydınlanmacı” olmaları,Avrupa’da Ortodoks, Luterci,Presibiteryen vb. olmaları,tüm bunlara rağmen inançlarını değiştire değiştire kendilerine öz bir inanç oluşturmaları, fırsatı bulduklarında,demokrat,sosyalist, yeşilci, çevreci,komünist olmaları her baskıda da biraz daha değişen,aslında hayran olunacak bir mücadele azmidir.
En takdir ettiğim yanları felsefede akılcılıktan sapmamalarıdır.
Ancak,son 400 yıl içinde de hem Avrupa’daki dindaşları,soydaşları hem de Osmanlı ve son Türkiye’deki “emperyalizm ile işbirlikçi” olmaları olayının temelinde de “devlet olma beklentisi ve para” vardır.
Ermenilerin Hıristiyanlığı yorumlayış şekli asırlardır Sünni Müslümanların ve Osmanlının Grek İncilinin uydurma veya değiştirilmiş olduğunu kanıtlamak için asırlardır arayıp bulamadığı,yakın zamanda Hakkari’de bir mağarada bulunan,ardından da Avusturya Viyana müzesinde 16.yy. yazımı bir kopyasının olduğunun açıklandığı meşhur Barnaba İncili ile Hıristiyanlara kabul ettirmek istedikleri konuların Hz.Muhammed’in gelmesi konusu dışında tümüyle,az farkla yer almaktadır.
Bizans,eğer Havarici Gregor’cu Ermeni inanç sistemini kabul etseydi belki İslamiyet kesinlikle doğmazdı veya bu kadar uzun ömürlü olmazdı,hatta haçlı seferleri gibi korkunç insan kıyımları,maddi manevi kayıplar ise hiç olmazdı düşüncesindeyim.
Aslında,2000 yıl öncesi şartlarını düşünürsek bu insanların fikir üretmedeki ustalıkları gerçekten takdire değer.
Osmanlı’nın Ermenileri devlet işine sokmak ve İstanbul’a yerleştirme kararını verdiğinde,
Ermeniler hakkında benimle benzer kanaatte olduğuna eminim.

Yavuz Sultan Selim zamanında Çaldıran Savaşı sonrası ortaya çıkacak siyasi gelişmeler sonucunda ,Fransız ve diğer Avrupalı Katolik rahiplerinin bölgeye girmesine ve onları “İran etkisinden kurtararak “ devletin yanına çekme siyasetine gerek duyacağını ise o zamandan görmesi beklenemezdi zaten.
Bu siyaset de daha o zamanlar,Baba İshak,Pir Sultan Abdal isyanlarını başlatacak,”*Alevi kimliğinde” saklanmış dönme Ermeniler,batı ile işbirliği yaparak güçlenecekler,Kanuni sonrası,Hürrem Sultan-Sokollu hakimiyetleri ile devleti ele geçiren “Slav yapılanması” ile birleşerek devletin sonunu getireceklerdir.

1800 yılının başlarından itibaren,Rus Çarlığınca maddi manevi korunma altına girmeye başlayan Ermeniler,batılı dindaşları Grekler,Bulgarlar,Sırplar,Macarlar gibi bir devlet hayali ile gözleri döndüğünden bir çok masum Türk ve diğer Alevi-Sünni Müslüman’ın çoluk çocuk demeden kanına girecekler,haklı olarak da gördükleri tepki ile de acı biçimde,bölge halkı ve devletin yetkilendirdiği Hamidiye Alaylarınca cezalandırılacaklardır.
Ayrıca batının onlara vât ettiği devleti de kuramayınca satıldıklarını anladıklarında pişmanlık para etmeyecektir.Onlar,yine de devlet sahibi olmayı Ruslar’dan göreceklerdir.
Ancak yaptıkları ihanetler,onların sürgünde yaşamasına sebep olacaktır.l915 tehcir olayı sırasında Dersim,Van,Diyarbakır,Yozgat,Kırşehir,Çorum,Sivas,Erzincan Alevileri arasında “Müslüman olduk,Türk olduk” diyerek saklananlar, Atatürk’ün ölümünün ardından,İsmet paşanın iktidarı sırasında gene devlet kadrolarına getirilerek semirtilecekler ve 1938 Dersim isyanı ardından yapılan sürgün sırasında Türk devletini yıkmak için ettikleri yemine sadık kalacaklardır.Hem de tarih sürecinde aralarına karışmış Alevi Türkleri de içine alan bir şekilde.

Türkçe’nin de doğuda en güzel konuşulduğu il de Tunceli’dir,bir çok mezra halkı mükemmel Türkçe konuşur,hatta bu kayıtlar,Cumhuriyet öncesi yerli yabancı devlet kayıtlarında da geçmektedir.
Onu geçin,Pers,Roma ve Bizans’tan itibaren Trakya’ya sürülmüş olanları da yerleştikleri yerlerde “Türkçe” konuşup,ibadetlerini “Türkçe” yapmışlardır.
Halen devletimizin AB-D-Rusya dengeli siyaset gütmesinin ardında,AB kapısında yalakalık etmemiz,batı dillerine ait kelimelerin ve adların dilimize doldurulup yozlaştırılması,PKK terörü,200 yıldan beri bitmeyen savaşlar,isyanlar,her gün verdiğimiz şehitler bu yapılanmaya gösterilen sadakatin ürünüdür.
1990 yılından beri televizyonlarda yapılan Alevilik tartışmalarına katılan hiçbir Alevi’nin farklı bir Alevilik anlayışı ile uyuştuklarına şahit olmadım.Birbirlerinin de açıklarını bir güzel kapatıyorlar.
Malum,Sünni baskısından hepsi yıldıklarından eylem birliği kararı aldılar.06.Ağustos.1980’ den beri de Kürt-Ermeni eylem birliği çerçevesinde,”Alevi Birlikleri Federasyonları,İnsan Hakları Dernekleri,Nükleer Enerji karşıtı vb. sivil toplum örgütlerinde de başı çeken hep bu “Ateşçiler” dir.

Bahsettiğim ihanet yapılanması işte bu Alevi maskeli dönme Ermenilerin yapılanmasıdır.


Ben bunların “Ermeni olduklarına da inanmıyorum.Öyle olsaydı,krallarının ve Gregor’un emriyle “Tanrı sıfatı taşıyan “ krallarına biat ederlerdi.
Ama etmiyorlar ve ayrılıyorlar.Hem kendi halkları hem de diğer kavimlerce inançlarını saklamak zorunda kalmak,soykırıma uğramak gibi aşırı baskı altında yaşıyorlar.
Bu yüzden Türklerin gelişiyle “Ali’vi-liği” hemen benimseyivermişlerdir.
Bu insanların,Farsi olduklarını da sanmıyorum.Benim bu konudaki tahminim bunlar,sınırları Asya ve Avrupa’yı da içine alan kadim Uygur İmparatorluğu kalıntısıdırlar ve bu devlet yıkıldıktan sonra sahipsiz kalınca varlıklarını korumak için çabalamaktadırlar.
Ayrıca,bu inanışlarda bahsi geçen,temeli Zerdüştlüğe ve daha eski dini inançlara dayanan, “İlahi bilgiye ulaşmanın ilahi nurla olduğuna inanma,bilgicilik,bilinirlik” temelinde doğan “İlluminatı-Işıkçılık, Aydınlanmacılık” hareketi de,Gnostik olarak da bilinen,Apostolik (Havarici) Gregoryan Ermeni Kilisesinin kurucusu olan Mezrop Gregor İlluminati’den kaynaklanan Ermeni inancında doğu Anadolu Ermenileri arasında yaygındır.Buna Ermeni mezheplerinin “Sünni’si” denilebilir.
Mezrop,Gregor'un Hz.İsa benzetmesi,annesinin kucağında ilahi nurla aydınlanmış temsili resmi.Başında Güneş,solunda ay,sağında gene güneş ve annesinin elinde gül.Yani Red Rose-Cross Yani kırmızı Gül-Haç -İlluminati-Aydınlıkçı Hıristiyan hareketinin sembolleri bu resimle ifade edilmektedir.Annesinin gülü tutan sağ eli "6" rakamını yani şeytanı işaret etmektedir.Bu tümünde ortaktır.
Solda İlluminatıcı Ermenilerin Gül Haç'ı-Sağda,%30'u Ermeni militanlardan oluşan,PKK'nın siyasi partisinin bayrağının yeşil yapraklarına bakınız.Dört yapraklı Gül Haç.Gül,23.9.1985'de ABD'nin milliçiçeği ilan edilmiştir. Yeni seçilen de ABD'nin milli ağacıdır.Evlilikte sadakati temsil eden meşe,PKK'nin ABD ile evliliğine bağlılığını mı temsil etmektedir?Yoksa Hintli Dravidlerin Vahiy almak için ruhani hazırlık yapmak üzere önceden palamutlarını yedikleri için de kutsal saymaları anlamında,PKK'nın gelecekle ilgili vahiylerini mi işaret etmektedir?Siz karar veriniz.
Sahte Alevi-Bektaşilerin, hepsinin “babalara,pirlere” bağlılık yeminleri vardır.Amerikan ve İngiliz büyükelçilerinin 19.yy.daki raporlarında bile,aralarından ayrıldıktan sonra Sünnileri arasında da geçinemeyip geri dönenlerin,keçilerle,ineklerle,eşeklerle birlikte ahırlara bağlanarak, yanlarına bağlandıkları hayvan gibi seslerle böğürtüldükleri,dizlerinin üstünde pirin merhameti gelinceye kadar,pirin avlusunda ve ahırlarında dolaştırıldıkları,uzun ücretsiz amelelik yaşamlarına mahkum edildikleri yazılıdır..

Dinlerin ilki kabul edilen,Sümer'in Aslan-İnsan tanrısı-Sümer'in İnanna'sı ayağının altında aslanı ile.Gökte sekiz ışıklı güneş ilahi nurlarını saçmaktadır.İ.Ö.4000-5000'ler.
Mısır Firavun'u Akheneton,aslan-İnsan -Sfenks ahliyle İlahi Nur'la aydınlanırken.İ.Ö.2.000'ler.

Hz.Ali ve ailesinin de aynı "Güneş Tacı" ile resmedilmesi bu ilişkilerin Mısır-Zerdüştlük,Mitraizm (Dostluk, Yarenlik,Arkadaşlık),İsevilik inançları ile bağlarına işaret etmektedir.İslam'da zaten "resm etme " yoktur.Resimde,Sümer'in Mısır'ın aslanı,Mitra'nın kılıcı Hz.Ali temsilinde görülmektedir

Pirlerinin ve babalarının desteğini almayan birisinin ne sanatçı,ne gazeteci ne de siyasetçi olma olanağı vardır.Solculukları da Alevilikleri gibi sahtedir.Halen,malum terör örgütü içinde yönetim onlardadır,Gizli Ermeni Kurtuluş Örgütü adlı İstihbarat birimi ile birlikte çalışmaktadırlar.


Sümer'in Güneş Tanrısı Utu Samaş-İlahi nurlar saçarak insanları evreni aydınlatmaktadır.İlk İlluminator-Aydınlatıcı-Nurcu.

NURCULAR(İlahi Işıkla Aydınlanmacılar)

S-2'den devam.
Ermeni Ergenekonu olan Bitlis’in Nurs köyünde doğan, SAİD-İ NURS-İ’nin (Nurs’lu Sait) yaydığı, Nurculuk,1919 sonrası bölgede kurulacak Kürt Devletinin dinen Hıristiyanlaştırılarak, göreceli olarak Ermenileştirilmesine dayalı olarak İngiliz-Said işbirliğinde hazırlanmış bir öğretidir.
Gnostik-Gregorcu Ermeni Hıristiyanlığı ile karıştırılmış Şafi-Sünni İslam anlayışının birleştirilmesi temeline da Nurculuk-Işıkçılık-İlluminati” İslam anlayışı,Hicaz Araplarına kabul ettirilmekte başarılı olunmuş olan,İngiliz ajanı Hemper’in yarattığı “Vehhabilik” dan esinlenilerek, 1820-1920 yılları arasında devlete karşı Ermenilerle birlikte karşı gelmeleri sağlanamamış olan Sünni Kürtleri Ermeni ihanetlerine katma amacıyla 110 yıldır desteklenmektedir.
Mısır Tanrısı Ra-Güneş,Akeneton'u,aslan-insan -sfenks halinde ilahi nurla aydınlatır.İkinci İlluminator-Nurcu-Aydınlatıcı-Aydınlıkçı.

Temelde Nurculuk hareketi ile,gerek kiliselerinde heykel resim bulundurulmasına,gerek teslise karşı olan, Hz.İsa’yı tanımlayan Kuran ayetlerine pek de ters düşmeyen Apostolic-Gnostik Ermeni Hıristiyanlığına “İslami motifler” karıştırılarak, Kürtlerin “ErmenileştirilmesiRusya’nın Hürmüz’e inmesini engellemek için batının bölgeye yerleştiğinde “tepki görmemesi” beklentisine de hizmet edecektir.
Bu da İnka-kızılderili tanrısı Qetzal koal-Tüylü yılan tanrı.O da aydınlatıcı-İlluminator-Nurcu.Güneş Tanrısı da ışıklarını göndermektedir.
Bu gün gene bir Erzurum Ermeni’si olduğu iddia edilen ve Amerika’daki sarayından fetvalarını sürdüren Fethullah Gülen’in AKP ile sürdürdüğü “Gülen Hareketi “ de, emperyalizmin bu amacına hizmet etmektedir.

Başında güneş taçlı Nurcu Zedüşt.

AKP’nin geldiğinden beri “Kürt Milliyetçiliğini ve terör örgütünü azdıran” faaliyetlerinin arkasında bu proje vardır.Kuzey Irak’da kurulan Kürt devleti bu Nurcu-İşbirlikçi iktidar dönemin de gerçekleşmiştir.
Mitra'nın Güneş tacı ile çevrilmiş Haç'ı

Her Amerika çıkışında başbakan ABD için “Hür insanların ülkesi” demektedir.
Diğer yandan, tüm İslam dünyasına Hıristiyanlığı benimsetmek için bir geçiş aşamasını oluşturmaktadır.Prototip bir projedir.
Müslüman olmakla “Hicaz Araplarının mevalisi-kölesi” olmuş İslam dünyasının, Hıristiyanlaştırılarak,gene Grek İncil’i ve Katolikliğince,sadece “doğulu olması ve teslisi ret etmesi” nedeniyle “sapık” saydığı “Ermeni Hıristiyanlığına” geçirilerek,”Ermeni Mevalisi” yapılmak istenmektedir.:))

ERGENEKON MUAMMASINDA DA BUNLAR BAŞROLDE

Hükümetçe halen sürdürülmekte olan “Ergenekon Davası” nedeni ile içeri alınanların da kökenlerinin “Dersim Alevi”lerine dayanması, eski AP’li milletvekili Sadık Perinçek’in oğlu olan Doğu Perinçek Erzincan Eğin ilçesinin Apçağa köyünden olması,Tuncay Özkanlar, Aydınlıkçılar ve daha kimler,inceleyin,kökenleri muhakkak bu bölgeye dayanan kişilerdir..
Bulutlar arasından Güneş nurlarının indiği,başında Güneş Tacı ile resmedilmiş İsa.
Gürcü başbakanın bir kez olsun “Türk” milletine gönül alıcı bir söz ,bir selam vermemesi, danışmanlarının (40) kırkının da Kürt olması,”beynimin yarısı” dediği kişinin Kürt’çü bir yazar M.Metiner olması,hükümeti oluşturan en önemli bakanlıkların Kürtlerde oluşu;

En son,devleti bölen haritalara olumlu bakışları ile Kenan Evren paşa’dan çektiği tepkinin ardından,K.Irak’a operasyonda İstihbarat konusunu gündeme getiren Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül;

İç İşleri Bakanları yıllardır Abdülkadir AKSU ve diğer Kürt kökenli kişilerin elinde ve daha niceleri,terör örgütünü “Alt kimlik-üst kimlik,Ben Gücüyüm karım Kürt (Ben de sizdenim dercesine) sözleri ile coşturması;
partinin yarı resmi kanalı Samanyolu ve diğer kanallarda DTP’nin kapatılması konusunda “Üç buçuk milyon oy almış bir parti nasıl kapatılır,hak mıdır” diye yorumlar yapmaları,hükümetin bütün yayın organlarının resmen terör örgütünün yayın organı haline gelmesi,bu örgütü ve ayrılıkçı fikirlerini her şekilde koruyan,yücelten,teşvik eden,şehide kelle,işçiye torba diyen,emekli ve çalışanları hiç görmeyen,son yedi yılda çocuklarına anonim şirketleri kurmak,gemiler almak,yandaşlarını süper zenginler arasına sokmak ve Kürtlere de bu alanda çok iltimas geçmek,terör örgütünün et,ot(esrar) vb. kaçakçılıklarına göz yumma siyasetleri,Kuzey Irak’ta Kürt devletinin bu yapılanma sırasında kurulmasının resmen desteklenmesi,başta başbakanın damadının şirketi “Çalık Grubunun” ve diğer hükümet üyelerinin çatır çatır ticaret yapmaları ” ilginç değil midir?

Mitra Haç'ını andıran,bizim Kürtlerin İlluminator'ü,aydınlatıcısı-Nurcu'su,Bitlis'li dönme Ermeni,Nurcu Said-i Kürdi-Nurs-i.(Haydi bu resmi biri cehaletten yaptı diyelim)


Bu da İlluminatör Said.Peki bu güneş tacı da mı kasıtlı değil?


Bu da mı?Said-i Nursi-Kürd-i'nin ölüm tarihi 1960.Güneş'in önünde böyle bir poz,kazara çekilmez.Hele böyle seçkin insanlar özel mesaj vermek için düşünerek resim çektirirler.O zamanlar,bir resim çektirmek için,fotoğrafçı temin edeceksin,hazırlanıp,giyineceksin,vereceğin pozun iletisi-mesajı iyice hesaplanıp çekilecek.Nerdee o zaman bu günkü gibi cep telefonu ile resim çekmek.?

Aslında bu resim müritlerince yeni düzenlenmiş olabilir ama başının üstüne güneşin getirilmeye çalışılması dikkat çekicidir.

Ya da Alevi açılımı yapmadan önce “Alevi evi cümbüş evi” diyen,kendi kurduğu bir İstanbul ilçesinde,Alevi mahallesine “Yavuz Sultan Selim” adını veren bu adamın,ABD emriyle,1950-60 yıllarında Alevi köye Sünni imam tayin eden bakanlığın devamı olduğu açık değil midir?
İzlediği siyasetlerle her gün attığı “birleşme” nutukları,ters tepki yapmakta, ülke bölünme aşamasına getirilmiştir.
Dersim kökenli Ergenekon yapılanması ile AKP çatışmasının ardında;
“Alevi-sahte Bektaşi Tuncelililer,AKP ile güçlenen Sünni Kürtlerin,1991’de olduğu gibi onları saf dışı bırakarak bölgede inisiyatifin,Gürcistan+ Kürt koalisyonunun ” eline geçmesi ile Hamidiye Alaylarının Ermenileri katletme olayının,yeniden tekerrüründen korktukları, kendilerinin bu defa silinecekleri korkusu ile mi “Atatürkçüdürler, Ergenekoncu’durlar”?
Yoksa gerçekten “anti emperyalist ve Türkiye sevdalısı”:)) olduklarından mı AKP ile çatışmaktadırlar?
Her iki yapılanma da örgütü semirtmekte,kollamaktadır.
Ancak, Ergenekon,terör örgütünün “demokrat kanadı” olarak adlandırdığı,”Dersim Yapılanmasını” desteklemektedir.AKP ise,”Sünni Kürtleri.”
Gürcü-Rus savaşından önce de hükümet imzaladığı bir antlaşma ile Gürcistan ordusunun eğitim işini üstlenmişti.Rusya’dan bu yüzden bayağı zılgıt da gördü yani.
Ama buna rağmen,son zamanlarda,AKP’nin ülkeyi getirdiği yere bakınca,içerideki Ergenekoncular dışarıda olsaydı bu ülke buraya gelmezdi inancım güçlenmeye başladı.
Darbeyi sevmem ama,bu hükümet vallahi de billahi de aratır oldu.En azından,bu adamları sevmeye mi başladım nedir? :))
Biz Türkler çok safız.
Ergenekon,aslında “Türk yurdu Bitlis-Ani” şehridir.Ani şehri yıkılınca,Ermeniler,dünyaya buradan dağıldıklarını kabul ederler.Yani,çıkış yerleri burasıdır.
“”Ermeni Cemaati Karma Meclisi ve İstanbul Patriği Nerses Varjabedyan (1837-1884) tarafından, Sıvas,Amasya civarındaki Ermeni Türk sorunlarını incelemek için görevlendirilen Natanyan, anılarında bu durumu açıkça belirtmektedir;
“Özel bir bilgi olarak şunu ekleyebilirim ki, şimdiye kadar görevim icabıyla ziyaret ettiğim yerlerde aradığım Ermenilerin hemen hemen hepsinin kökü Ani şehrine
dayanmaktadır. Tarihimiz ve tarihi çalışmaların tümü bizi, geçmişte yoğun Ermeni nüfusuna sahip bu şehre yönlendirmektedir. Böylece biz de milletimizin dört bir tarafa dağılmasının sebebini bu kentin yıkılışında buluyoruz.
Ne tuhaftır ki, insanlığın dünyaya yayılışı nasıl ki Ermenistan'ın ilk atalarından oldu, şimdi de Ermenilerin diasporaya dağılımı aynı şekilde Ermenistan'dan başladı.
İşte bunlar, milletimizin birleşememiş olduğunun kanıtlarıdır. Bu sefer de kanıtladığım üzere, vatanını terk ederek ülkenin her yerinde, diasporada dağınık olarak yaşamaktadırlar...””
Bu satırlardan sonra A.Mekki Üçışık’tan yaptığım alıntıları hatırlayınız.Sahte Bektaşiler de aynı tarihlerde Cavidan’larını basıp,alenen örgütlenmelere başladılar,1909’da 31.Mart Vakası diye bilinecek olan II.Abdülhamit’in tahttan indirilmesinde baş rol oynayacak,”Kürdistan’da üç üniversite kurnuz” diye ültimatom mektubu ile gelen,akabinda Üsküdar Toptaşı akıl hastanesine kapatılan,Irak’ta savaşan askerlerimize gönderilecek olan Almanya’dan ithal edilmiş silahların taşınmasını engellemek için Kürt ve diğer ameleleri eyleme sokan,Abdülhamit hakkında,İngiliz rahip casus Mr.Frew talimatlı muhalif yazıları malum “Kürdistan Teali Cemiyeti ve İngiliz Sevenler Cemiyeti bağlantılı Volkan adlı gazetede yayınlatan,Abdülhamit’in başına gelen bütün pisliklerin en başında olan,sonra da yazdığı kitaplarda onu öven,Kürtleri Hıristiyanlaştıracak olan,”Vehhabilik” türü uydurma Nurculuk İslamı kurucusu ,zamanının “İslam Kürdistancısı” olan, dönme Bitlis Ermeni’si Said-i Kürdi ve,aralarına işte bu “sahte Alevi ve Bektaşileri” de alan,özgürlükçü maskeli,bölücü yazılar içeren batı ülkelerinde basılmış ,gemilerle getirilen matbuata “sansür” koyduğu için,bir Fransız gazetecinin taktığı “Kızıl Sultan” lakabını yakıştırmakta tereddüt etmeyen,batı fikirlerinin tesirinde devletinin çıkarını görmekten acze düşmüş,bilerek-bilmeyerek emperyalizmin yanında saf tutmuş,devleti “9” dokuz yılda çökertecek, ,”aldanmış veya –hain” monşer-İttihat-Terakki-Jön Türk, yapılanmaları da bu tarihlere gelmektedir.
Yukarıdaki resim,bu resimden üretilmiş görünmektedir.Soydaşı,Ermeni kilisesi kurucusu Aziz Grogor gibi Güneş tacı başına getirilmeye özellikle dikkat edilmiştir.Yani,Said-i Kürd-i,kendinden önceki resimlerde anlatılan aslına rucü etme gayretindedir.Benzerlikleri,yazılıp çizilen ilişkileri mecburen bunları düşündürmektedir.

Yani Osmanlının çöküşü =1516'dan itibaren Sahte Bektaşilerin (dönme Ermenilerin)ve Kürtlerin bütün azınlıkların ve farklılıkların güçlendirilmesi.(AKP’nin,Kürt,Demokrasi,Roman açılımları,"Her gün Kan mı Aksın" savunması ile terör örgütünü muhatap haline getiren AKP,ükemizin bölünmesine ses çıkarılmamamsını hedeflemektedir."Ver Kurtul,Kan mı Döktüm Sanki" başlıklı yazıma bakınız.)
Hicaz Araplarını Vehhabi yapıp,hilafete bağlılıklarını kaldırdılar,diğer Araplar da her şekilde elde edildiler.
Vehhabiliğin gelişimi 1739-1850 arasıdır.Aynı tarihlerde,Anadolu’da Ermenilerle birlikte “Alevi-Bektaşi” ayartmaları sizce tesadüf mü?
Bu gün,bu sahte Bektaşi ve Alevilerden oluşan Alevi Konfedserasyonlarının A.P’de Atatürk’ü Dersim ve Süryani soykırımları ile mahkum ettirme,açılım,saçılım süreçleri,Yavuz Sultan Selim sonrası Bektaşı tekkelerini ele geçiren,Hurufilerin,Kanuni'nin cesedini Macaristan ovalarında bırakan Yeniçerilerin de ocağıydı.Onun ardından gelen padişahlar, Sahte Aleviler" olarak nitelediğim bu dönem Ermeni,Arnavut,Sırp ve değişik Hıristiyan mezheplerinin mensubu taklidi yapan eskiden Avrupa'ya sürülmüş Ermenilerin de işbirlikleri ile oluşan bu yapılanmanın esiri olmuşlardır.Bunlara en uzun süre dayanan da sadece Avcı Mehmet (38 yıl) o da 18 mi 22 mi kardeşini öldürterek bunu başarabilmiştir.
Son olarak,Abdülhamit'i o zamanın AB'sini teşvik ettiği "özgürlük" hareketleri ile yıkamayınca,Said-iKürdi'yi kullanarak,yani "Dini kullanarak" yarattıkları 31.Mart olayı ile devirmişler ama Kürt Said'e de iktidarda pek yer vermemişlerdir.
Bu yüzden o da,biraz da Kürtlerin de sevmesinin etkisi ile ,iktidarından ettiği Abdülhamit savunucusu olmuştur.
Bu günkü senaryo da,bu yapılanmanın kurduğu "Dönme Ermeniler ve devşirmeler+ 1950'den beri İsmet paşanın bu gruptan oluşturduğu Öğrenci Olayları,İşçi Hareketleri =Silahlı PKK terörü+AKP=Pavlusçu,Gregoryan Hıristiyanlıktan yaratılan Nurculuk-Fethullaşçılık öğretileri ile Ermenileşmiş işbirlikçi Kürt yapılanma ile,halka sürekli ANTLAŞMA " telkini yapılmaktadır.
Yani,Abdülhamit'e vurulan son "Din Darbesi" ile Türkiye bitirilmek istenmektedir.
Sanki okuyunca bu gün yaşadığımız olayların tarih okuyanlara sanki bir “tekrarmış” gibi gelmesi boşuna değil mi dersiniz?
Aslında bu kadar akılcı felsefe üretebilen,doğruyu aramaya bu kadar meyilli olan bu Turanlı komşularımızın,bütün bu iyi sıfatlarını hiçe saydıran ise bu inançlarında Yahudiler gibi “dini milliyetçilik” gütmeleridir.
Oysa,ne Mecüsilik ne de Hıristiyanlık onlara gelmiştir.
Ha Fars mevalisi,ha Yahudi mevalisi ya da Grek-Yahudi mevalisi olmuşsun,ne değişir ki?
Sonunda mevalisin,yani o dinin geldiği kavme kölesin.
Onlarla birlikte Osmanlı Sünni siyasetinden mağduriyet yaşamış Türk,Arnavut,Boşnak ve diğer Ortadoğu kavimleri onlar kadar devleti yıkıp bölmeye heveslenmemektedirler.Onlar işi aymış demek ki.
Yaşananlar,çekilen acılar muhakkak ki unutulmaz,ancak,sonucu hem sizler hem de bizler için daha büyük acıları belirleyecek olan,anarşi ve kan dökme siyasetini yol yakınken gelin bırakın.
Kürt sorununu çözümsüzlüğe itmekle ne ABD-AB’ye bu ülkeyi işgal ettirip “demokrasi getirtebilirsiniz” olsa bile ne onlar size devlet kurar,ne de bu ülke işgal edilir.
Oldu diyelim,gene de siz,bu bölgede uzun ömürlü bir devlet kuramazsınız.
Ne de Tayyip efendi büyük Gürcistan’ın atası olabilir.
Şunu da söylemek gerekir ki;
Gürcü Tayyip,Gürcülerin değil ama,Nurcu-ayrılıkçı İslamcı KürtlerinAta’sı” olma yolunda oldukça yol almıştır.
Ya ya ya ,şa şa şa!!!
-”BABA KÜRT GÜRCÜ TAYYİP” çok yaşa!!! :))
-Nasıl ama yakıştı değil mi?
Adam gittiği yerde camiden çok kilise gezip,devlet içinde bile ya Yahudi Kürt’le ya da gayrimüslimlerle ilişkisini daha sıkı tutuyor.

Müze müdürünü Tayyip efendiye sikayet etmekle korkutmuşlar.


Hiçbir Türk ile bir ilişkisi var mı?
Boşuna mı diyoruz “Sahte Müslümanlar” diye
Gene de pazarlamacı Tayyip’in ne yapacağı hiç belli olmaz.Bunu biliniz.Bu işin Arap’ı Fars’ı,Grek’i,kuzeyden bakan Rus’u,Orta Asya’dan Çin’i var.Pazarlamacı Tayyip sizi de bir yerlere pazarlar. :))

Bulgaristan Kırcaali Gregoryen Aziz Gregor (Ermeni Kilisesi) ziyaretinde.
Ne ilginçtir ki,Zerdüştlükten İslam’a kadar tüm dinler insanı “İlahi Işık’a,Nur’a sevk ediyor.
Hatta,alıntı yaptığım Sünni yazarın soy adının “Üç Işık”,tarikatının adının da “Işıkçılık” olması,başbakanın hükümetini oluşturan Nurculuğun-Işıkçılık,aydınlanmacılık,Ermeni Hıristiyan inancının kurucusu mezrop’un lakabının İlluminatı=Aydınlatan,aydınlatıcı, Gnostizm ve Pavlusçuluk’un da aydınlanmacılık,hatta,Dersim’li Perinçek’in partisinin Cumhuriyetin başından beri çıkan dergisinin de adının “Aydınlık” olması ilginç değil midir?

Mezrop,Gregor'un Hz.İsa benzetmesi,annesinin kucağında ilahi nurla aydınlanmış temsili resmi.Başında Güneş,solunda ay,sağında gene güneş ve annesinin elinde gül.Yani Red Rose-Cross Yani kırmızı Gül-Haç -İlluminati-Aydınlıkçı Hıristiyan hareketinin sembolleri bu resimle ifade edilmektedir.DTP'nin sembolü-Annesinin gülü tutan sağ eli "6" rakamını yani şeytanı işaret etmektedir.Bu tümünde ortaktır.

"7" Işıklı-Nurlu AKP Lambası-Ampulü

Bu kadar “aydınlık-ışık” arasında,mum ışığından başka ışık görmemiş,Said-i Kürdi’yi İsviçre seyahatinde, elektrik ampulleri ile donatılmış,salonu aydınlatan koca kristal avizelerin aydınlığı karşısında şaşırıp “Allah,nurunu bu kavimlere vermiş,bunlar hak yolu insanlarıymış” dedirterek secdeye vardıracak “cehalet” karanlıklarından beter,(Adamın kabahati yok) bu umutsuz yazıları,hiçbir bağlantım,çıkarım, husumetim olmadığı halde,niye,sıradan vatandaş olan beni,ülkemin geleceği hakkında endişelere sevk eden, “karanlığa” itildiği endişesi uyandıran siyasetlerin izlendiğini, idarecilerimizi,“karanlık, fesat işbirlikleri içinde” gören yazılar yazmak zorunda bırakan şüphelere neden gark olduğumuzu,hepsi de devletin daha iyi günlere gelmesi için çalıştığını söyleyen siyasi, asker,basın mensubu değerli insanlarımızı bütün bu “aydınlıkçılıklarına” rağmen,neden içerde tuttuğumuzu anlayan varsa beri gelsin.
Bütün “aydınlıkçı” din,felsefe ve siyasi görüşlerin merkezi olan Anadolu’da bu halk neden “karanlık korkuların,endişelerin,sonu gelmeyen karanlıkların,-Aydınlık- adı altında esiriolmuştur?
Gelin yol yakınken üzerinde asırlardır birlikte yaşadığımız toprakların milliyetçiliğini kıskançlıkla yapalım.
Bu kadar zengin “aydınlık” arasında “karanlık” hiç yakışmıyor!!!
Herkes birbirinin ampulunü patlatma gayretinde oldukça, barış ve aydınlık ortamı asla oluşamaz.
Keykubat
Bu kadar yazıyı inat edip okuyana şahsen hayranlığımı belirteyim.Adını bilmediğiniz insanların yazılarını okumak için bu kadar çaba sarf etmenizi sağlayan merakını için sizi kutluyorum!!! :)))