KURBANDAN
KURBAN BAYRAMINA TESPİTLER
KURBANIN VE KURBAN BAYRAMININ ANLAMI;
Kurban
bayramının adı Arap dilinde “Eyd el Eda”
olarak geçer. Arap diline Hint dilinden geçen “Eda” kelimesi “Kurban”
demek olup, “İyd/Eyd” sözü de “Bayram” demektir.
Hint dil
gruplarının konuşulduğu, Pakistan Urdu, Bengal Güney Pasifik ülkelerinde
Endonezya, Malaya ülkelerinde “Eydul Eda-Aydulada” şeklinde söylenmektedir.
Sami dilleri
olan Farsça’da “Eyde Gurban”, Tacikistan’da “Iydi Kurban”, Kazakistan’da “Kurban
Ayt”, Uygurlarda “Kurban Eyit” çeşitli Hint dillerinden Bengal’de “Kurbanir İd”
şeklindedir.
Afgan Peştu
dilinde “Gurbaney Aktar”, Çince’de “Gerbang cie”, Malaya dillrinde “Hari Raya
Kurban”, Filipinlerde “”Arav enci pag- Sasakripisyo”, Azericede “Kurban
Bayramı, Tatarca’da “Kurban bayrami”, Bosna’da “Kurban Bayram”, Sind dilinde “Eyd
Kurbani Vari” şeklinde söylenmektedir.
KURBAN İSLÂM ÖNCESİ BİR GELENEKTİR.
İnsan kurbanı
eski İran Mihri dini ve Zerdüştlüğünde, Zervanilik dinlerinde olduğu gibi
Irak’ın Sümer, Babil, Suriye’nin Asur, Mısır’ın Ra, Hindistan’ın Hinduizm, Brahmanizm,
Cincilik/Cancılık (Jainism=Caynizm) dinleri, Greklerin Mitracılık dinlerinde uygulanan çok eski bir gelenekti. İnsan, hayvan
kurbanı yanında, küçük kuşlardan Kumrulara kadar kurban, tahıl, tütsü adakları
da yapılırdı. Tevrat Levililer bölümünde bunlar geniş olarak açıklanmıştır.
Kuzeydoğu Hindistan'da gelişen ve kökenlerini 16.000 yıl kadar eskiye dayandıran Cancılık (Jainism-Caynacılık) olarak da bilinen ve "insanlara yardımcı olan 24 Cin'e tapınmayı esas alan "Cin dini" eski adı Katah olan Çin'e bile adını vermiş, bu dini beni
mseyen ve adını da "Cin" den alan bu Çin Hanedanı ülkeyi 800 yıl kadar yönetmiş, 500 kadar Çin kabilesini bir araya getirip Türkleri ülkelerinden kovan ve günümüzün Çin devletini kurmuşlardır.
İran üstünden Ortadoğu'ya ve batıya uzanan bu dinin bize en büyük mirası "Can, Alican, Velican, Cin Ali" olduğu gibi Araplara Can,Cin, Yahya, Batılı kavimlere "Jean, Jan, John" (Hepsi Can okunur ve Cin demektir) gibi adlar ve hala meşgul eden bu dinlerdir.
Rusya'ya da yayılan bu din yüzündendir ki küresel Sabi/Süryani dininin yeni adı olan Mason sermaye dünya idaresini ele geçirdiği 16'ncı yüzyıldan bu yana kendisi ile dindaş olan bu iki devleti dünyanın beş büyük karar veren devleti arasına koymuştur. Rusya ve Çin, geçmiş dönemlerde sürülen büyücü Sabilerin soylarınca yönetilmektedir. Aynen, Birleşmiş Milletlerin diğer üç büyüğü olan Amerika, İngiltere, Fransa ve kuklaları İsrail gibi!
|
Bir Çin tablosunda "Cüce/Mecüc" cinlerini kovalayan kral resmedilmiştir. |
Kurban Şeytana Tapınan Toplumların Geleneğidir.
Çünkü Türkçe'de "Kurban" kelimesi yoktur. Arapça'dan girmiştir. Yukarıda geniş olarak işledik.
İslâm
peygamberi Muhammed, onun soyunu bağladığı Azer oğlu İbrahim ve köle
Hacer'den doğan oğlu İsmail hepsi şeytan ibadetine bağlı insanlardı.
Kur'an'daki İbrahim'in
babasının adı Azer'di, bu Azer, Akad döneminde ortaya çıkmış, eski Medya Krallığı olarak geçen Pers/İran devletinin
şeytanlarından olan Ay Tanrısı Azer'dir. Hatta Zervanilik dininin yayılması yüzünden bu Azer putuna tapınma çok uzun sürdüğünden Azerbaycan da adını bu
şeytandan almıştır. Kafkas halkları, Ermeniler, Aramiler, İranlılar, bütün Mezopotamyalılar, Sabiler de bu
tanrıya tapınmışlardır.
İslâm öncesi Sabi dininde olan Yemen, peygamber Muhammet'ten önce Yahudilik ve Hıristiyanlığı din edinmişlerdir.
Kâbe'yi
yıkmaya gelen Ebrehe de Hıristiyan'dır. Yaptırdığı kiliseyi gelip
kirleten Mekke'lileri cezalandırmak amacıyla fillerden oluşan ordusuyla
Şeytana tapınan Mekke'lileri cezalandırmak için yola çıktığında
"Kırlangıç Olayı" olmuştur. (İbni İshak- Kitab-ül Esnam'ında
Mekkelilerin iki adam göndererek Ebrehe'nin yaptırdığı Ahşap, sanat
eseri kiliseyi kirletmeleri olayını yazmıştır)
Peygamber
de Yemen'li Adnani kabilesindendir. Dedesi Abdülmutallip'in (Talip'in
sadık kulu) adından "Ay Tanrısı Talip'e tapınan bir Yemen Sabi'si
olduğunu anlıyoruz.
Peygamber'in
soyunun Yemen'li Sabi-Yahudi-Hıristiyanlara dayanması, peygamberliğinin
geldiği Mekke ve çevresi Arapları veya İsmail soyuna bağladıklarına
göre " melez Yahudileri" de şeytan ibadetçileridirler.
Şeytanlar
cinlerin kötüleriydi, yani biz insanlara fenalık eden, kötülük
düşünenleriydi.
Kovulmuş Kavimler;
|
Orta çağda şehirden kovulan bir cüzamlı |
Bulaşıcı hastalıklar, ihanetler, dini-ahlaki geleneklere uymama gibi
nedenlerle kendi kavimlerinden kovulanlar çöllere sürülürlerdi.
Mısır'dan cüzzamlı, Salih
peygamber'in gösterdiği deveyi kesip Arim seli ile tufana uğratılan ve
çöllere sürülen Sabiler, frengili oldukları için sürülen Yahudiler, Türklerle
Moğolların savaşlarında karşılıklı tecavüzlerinden üremiş tecavüz çocukları oldukları için
Taklamakan çölüne sürülmüş Çinliler bunlara örnektirler.
Yunanlılar ise, o bölge "cehennemin ağzı" kabul edildiğinden oraya sürülmüş kavimlerdir.
İşte
böyle sürülmüş kavimler, kendi milletlerinin babası olan tanrının da
merhametinden uzaklaştıklarından, güç elde etmek ve o zamanki hayata
tutunabilme sebeplerinin başında bu göksel varlıklardan yardım dilenme
olduğundan bunların bizden biraz üstün yetenekte yaratılmışları olan,
kul olanlarına da tapınmak zorunda kalıyorlardı.
Ticaret, yerleşik yaşam
günah, ahlaksızlık ve çok kötü kabul edildiğinden bu kavimler de ancak
kötü olan yerleşik yaşama geçmek, ticaret yapmak ve kovulmuş, cüce veya
dev şeytanlara tapınabiliyorlardı.
Bunlar "ruhlarını şeytana satanlar"
olarak anılıyorlardı.
Tanrıları, Ay gibi hareketleri, ortaya çıkışı güneş gibi düzenli olmayan, Sabi-Süryanilerin Ay tanrısı Sin gibi "karanlıklara Sinip saklanan "Sinsi şeytanlar ve benzerleri şeklinde tarif edilenlerdi.
Hicaz Arapları da böyle şeytanlara tapınıyorlardı.
Bunların delillerini de Muhammed İbni İshak versin;
İbni
Hişam El Kalbi'nin, Hicri 201 yılında Mehmet oğlu İshak'ın (Muhammet
İbni İshak) Putlar Kitab'ından derlediği bilgileri kendisi de yeniden
derlemiş aynı adla yayınlamıştır. Çünkü İshak'ın kitabı kayıptır. Sonra
bulunmuştur. Bu gün mevcuttur.
İbni İshak'ın tespitleriiyle başlayalım;
İslâm öncesi
Hicaz (Mekke-Medine-Taif bölgesi) Arapları, 360 kadar puta taparlardı. Bu
putların taştan işlemeli, işlemesiz heykelleri vardı. Bunların 160 tanesinin
Kâbe içinde, diğer 180’ininde Kudayt’ta Nahle ovasında, Taif’te bulundukları
Kur’an tefsirlerinde ve en eski İslâm bilginlerinden İbnî İshak’ın “Kitab-ül
Asnam” (Putlar Kitabı) ’nda geçer. Necm Suresi 20-24 ayet tefsirlerinde de birçok
tefsirci bu bilgileri verir.
İslâm
bilginlerinden olan Mehmet İbni İshak (699-768) Kitabül Asnam'ında
(Putlar Kitabı) bu konuda 1300 yıl önce neler tespit etmiş bakalım;
İbni Hişam'dan;
Putperestliğin Başlangıcı ve Allah'ın Bekçiliği Görevi (Kâbe'yi Koruyanlar)
Hz.
İbrahim'in köle Hacer'den olma oğlu İsmail soyu zamanla çoğaldı, Mekke
ve çevresine sığmaz oldu. Biribirleriyle savaştılar ve bazıları göç
etti. Gidenler, Mekke'den aldıkları taşları yanlarında hatıra olarak
götürdü. Zamanla ibadet şekilleri değişti ve bunlara tapınmaya
başladılar...
...Kâbe’ye
ve Mekke’ye olan saygıları da devam ediyordu. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail ‘den
öğrendikleri üzere hac ediyor, umre yapıyorlardı...
...İsmail’in
dinini ilk değiştiren, putları diken Sa’iba Vasila, Bahira, ve Hamiya’yı
getiren kişi Amr b. Raiba’dır ki Luhayy b Harişa b. Amr b. Ânir el Ezdi’dir ve
Huza’nın babasıdır.
‘Amr
b. Luhay’ın annesi, Amr b. El
Hariş’in kızı Fuhayra idi. Mudad el Cürhümi’nin kızı Kam’a olduğu da söylenir.
El
Hariş, Kâbe’nin yöneticisiydi. ‘Amr b. Luhayy büyüyünce yönetim işinde onunla
anlaşmazlığa düştü, İsmailoğulları ile birleşip Cürhümilerle savaştı. Onları
yendi, Kâbe’den uzaklaştırdı. Mekke’nin dışına sürerek “Kutlu Ev’in" bekçiliğini üzerine aldı...
Amr b. Luhayy’ın
Eşgali;
Hişam
dedi ki, El Kalbi bize Ebu Şalih’ten naklen anlattı, o da İbn Abbas’tan
işitmiş;
Peygamber
ona dedi ki,-“Cehennem bana yaklaştırıldı, Amr b. Luhayy’ı kısa boylu, açık
tenli, mavi gözlü, bağırsaklarını ateşte sürüyen biri olarak gördüm. Bu kimdir?
Diye sordum! Denildi ki;
-Bu
Amr b. Luhayy’dir. El Bahira’yı, El Vesile’yi, As Saiba’yı, El Hamiya’yı ilk
getiren,
İbrahim peygamberin dinini ilk değiştiren ve Arapları ilk putçuluğa
götüren adamdır...
Şimdi Şeytan ibadetlerine geçişin başlangıcı olan Kâbe'ye getirilen ilk putları okuyalım;
... Süva, Vadd, Yegüs,
Yeük Putları
|
Hinduların Maymun tanrısı Sengay Şiretsa'nın heykelini kurban kanıyla yıkamaları günümüze aittir. |
Medine
çevresinde Yanbu bölgesinin Ruhat
yöresinde bulunan Süva putunu
tanrı edinenler ve bekçiliğini edenler Lihyan
oğlullarıydı.
Ben
Huzeyl’in şiirlerinden onunla ilgili bir şey işitmedim. Sadece Yemenli bir
adamın şiirini işittim.
Kelb (Köpek) kabilesi Dümat el
Candal’daki Vadd’i put edindi.
(Mardin bölgesi Saçlı Kürt Yezidilerinde siyah köpek kutsaldır. Kynk-E.Çelebi Seyahatname" A.Yavuz)
Mezhic kabilesi Yegüs’ü put edindiler
Şair şöyle dedi;
Yaşa
Vadd- çünkü artık bize helal
değildir kadınlarla oynaşmak, din işi ciddiye aldı.
Bir
başkası şöyle dedi;
Yegüs yürüttü bizi
Murad’a doğru,
Tan
atmadan saldırdık onlara!
Hayyan kabilesi de Yeük’ü put edindi O San’a’ya
Mekke yönünde iki gecelik uzaklıkta bulunan Hayvan adlı bir köyde bulunuyordu.
Hamdan’ın ve öteki Arapların onunla adlandıklarını işitmedim. Onların veya
diğerlerinin onunla ilgili şiirlerine rastlamadım. Bunun sebebi, onların San’a
‘ya yakınlıklarından Himyerlilerle karışmış olmaları ile Zu Navas Yahudi olduğunda onlar Yahudi olurken birlikte Yahudi
oluşlardır.
Nesr Putu
Himyerliler Nesr’i put edindiler.
Himyerliler
ona Balha adlı bir bölgede tapınıyorlardı. Ancak, Himyerlilerin onun hakkında
şiirlerinde ve adlarında yer vermediyseler bunun da sebebi Tubba zamanında
Yahudi olmalarındandır....
...Su’ayr Putu;
Enaza’nın
da Su’ayr adlı putları vardı.
Kelb
kabilesinden Cafer b. Ebu Halas devesiyle çıkmıştı. Enazaların kurban kesip, kanla
yıkadıkları sırada kanlı putu gören hayvan ondan ürkmüştü. Cafer bu olay
üzerine şu beyitleri düzdü;
-Yavru
devem, boğazlanmış yatan kurbanlardan ürktü,...
... Bu
putlara Allah peygamberini gönderinceye ve ona putları yakmasını buyuruncaya
kadar tapıldı.
|
Hinduların kurban kanıyla yıkadıkları tanrıları Hindistan'da yasal olarak bu yasaktır ama halktan yapanlar olmaktadır. Kurban kesmek, kan akıtmak putperestliğe aittir. |
Putperest Yaşama Geçiş;
Bu
davranışları onları git gide hoşlarına giden şeyleri yapmaya götürdü, asıl
dinlerini unuttular, İbrahim ve İsmail’in dinini başkasıyla değiştirdiler.
Putlara taptılar ve kendilerinden önceki toplumların durumuna döndüler. Hz.
Nuh’un kavminin tapmış oldukları putları hatırladıkları kadar yeniden
çıkardılar.
Aralarında İbrahim ve İsmail çağlarının adetlerini devam ettirenler
vardı:
Kâbe’ye
saygı onu tavaf, hac, umre, Arafat’ta ve Müzdelife’de vakfe kurban sunmak, hac
ve umre esnasında Lebbeyk çağırış gibi bu adetlere kendiliklerinden bir takım
daha adetler katarak.
Nizar
kabilesi ihlal sırasında şöyle derdi;
Buyur
Allah’ım buyur! Buyur senin ortağın yoktur. Ancak bir ortağın vardır. O da
senin hükmündedir. Sen ona ve onun sahip olduklarına hükmedersin!
Telbiye
ederek onu birliyorlardı. İlahlarını da yanına katıyorlardı, fakat sahipliğini
de yine onun eline veriyorlardı.
Allah
peygamberine “Onlardan çoğu Allah’a, ancak Ona ortak koşarak inanırlar.”
Buyuruyor...
Araplar
putlara tapmayı kolaylaştırmışlardı.
Bazıları
bir tapınak bazıları da bir put edinmişlerdi.
Bir puta veya bir tapınağa gücü yetmeyen,
Kâbe’nin veya diğer tapınaklardan birinin önüne hoşuna giden bir taşı diker,
sonra tapınağı tavaf eder gibi onu tavaf ederdi...
...Arapların
toz renkli putları vardı ve bunları tavaf eder, yanlarında kurbanlar
keserlerdi. Putlara El Enşab”
derlerdi.
Bunlar
heykel şeklinde olursa yani belli birer şekilleri olursa bunlara “El Eşnam”
veya “El Evşan” derler, onları tavaf etmeye de “Ed Devar” derlerdi.
Birisi
bir yolculuk sırasında konakladığında dört tane taş alır, içlerinden en
güzelini seçerek onu ilah edinir diğer üçünü de tenceresine pişirme taşı
yapardı. Ayrılırken onu orada bırakırdı. Başka konaklayışlarında da aynı şeyi
yapardı.
Araplar
bütün bu taşlara kurban keserler, hayvan boğazlarlardı. Böylece onlara
yaklaşırlardı.
Taşlarının
veya putlarının yanında kestikleri koyunlara “El Ata’ir” diyorlardı.
(Arap
dilinde “El Atira, Ez Zabiha” boğazlanmış demektir.) Kurban kestikleri yere de
“El İtr” (Sunak) derlerdi.
|
Sabi putperestliğine geri dönen Yahudiler Molek adlı "öküz başlı" putlarına Nevruzda, putun önündeki sunakta bebek kurbanı sunarlarken. |
Bu
konuda Zuheyr b. Sulma şunları söylemiştir.
-Onu
bıraktı ve bir gözetleme kayasının üzerine uçtu.
Başını
kurbanın kana buladığı bir kurban taşı gibi!”...
Bununla birlikte Kâbe’nin hepsine üstünlüğünü tanırlardı. Hac ve
umre için ona giderlerdi.
Yolculukları
sırasındaki davranışları da sırf Kâbe’deki hareketlerini hatırlayarakta, ona
olan derin eğilimlerinden ötürü böyle yapıyorlardı...
Hicaz Araplarında İnsan Kurbanı;
Kâbe'nin en büyük putu Hubel'di. Adları bu gün de Esma-ül Hüsna
olarak bilinen Doksan Dokuz olan adlarıdır. Bunların en çok bilinenleri,
El El Lah-El Lah (İlah) yani Türkçesiyle "Allah", El Hay'dı. Bu gün
Süryanilerin kitabı olan Ginza d Rabba kitabı bile "BismilHay" (Hay'ın
adıyla" diye başlar, "Allah her şeyin sahibidir" diye biter.
|
İnsanlara okuryazarlığı öğreten Thoth/Tut/Lah/İdris peygamber |
Diğer
en çok anılan adı ise elbette El Lah'tı. "Lah" adı Mısır'ın Ay Tanrısı
"Thoth", Anadolu Rumları ve Suriye'te "Tut, Nebi" adlarıyla da bilinse
adlarından birisi de "İdris'tir." Grekler bu tanrıyı çok sevmişler ve
onun Zeus'un oğlu, hırsız, büyücü, kurnaz, sınırboylarının tercümanı ve
eşcinsel oğlanı "Hermes" adıyla millileştirmişlerdir.
|
1950'de
Filistin Hazoır'da "Ay Tanrısı" tapınağı kazıolarından çıkartlan,
göğsünde "Hilal Ay" bulunan 20.cm yükseklğinde Allah putu. Buna kan
akıtıp, kurban kesiyorlarmış. Dört değil tek resimdir. |
Eski
Mısır arapçasında Lah, zaman mekana ilmiyle sahip olmuş, geçmişe
giderek ilk atası Ra'ya baba olmuş, böylece zamana da sahip olmuştur. Bu
yüzden adı üç kez ululama sözü olan "WR,WR,WR" (Ulu,Ulu,Ulu) sözüyle
birlenmiş olduğundan, El Lah adını da Araplar bazen iki "LL" ile bazen
de üç "LLL" ve "H" harfleriyle yazıyorlardı. Bu gün bile ezan okunurken
ve namazlar esnasında anılırken "Allahüekber!" şeklinde söylenilir ve adının ulanarak "birlenmesi" yapılmaktadır.
Lah'ın ululama sıfatları olan "wr.wr.wr" günümüzün İnternetinin ilk harfleri olan "www" harflerini oluşturur. Ayrıca "Twitter" da Sabilikte "Nuşira" (Cıvıldamak, ötmek) kökeninden gelmiştir. Masonlar Süryanilerdir.
Hubel Putu
Kureyş’in Kâbe içinde ve çevresinde de putları vardı.
Onlara göre bunların en büyüğü Hubel’di.
|
Arabistan kazılarında çıkan altın parada Suriye Sabi Ay Tanrısı "El"'in "Gözleyen Gözü", "El"(Aslı da Türkçe) ve Süreyya/Sirius/Şira yıldızının işareti olan "Hilal- Yıldız" rumuzu görünmektedir. M.Ö.2300'ler. |
Duyduğuma göre bu kırmızı akik taşından yapılmış insan
şeklinde bir puttu. Sağ kolu kırıktı. Kureyş onu bu şekilde almış,
sonra ona altından bir kol yapmışlardı.
Onu ilk diken Hüzeyma b. Müdrike b. El Ya’s b. Muzar’dı. Bu yüzden
ona “Hüzeyma’nın Hubel’i”
diyorlardı.
O Kâbe’nin içinde bulunuyordu ve önünde yedi fal oku vardı.
Oklarını birisinde “Şarih=Saf) yazılıydı,
diğerinde “Mulşak=Saf değil-iğreti”
yazılıydı...
...Bir
mesele, bir anlaşmazlık olduğunda, bir yola veya ticarete niyetlendiklerinde
gelirler, onun önünde fal okları çekerlerdi. Ne çıkarsa ona göre hareket
ederler, karar verirlerdi.
|
Suriye Sabi tanrısı Düşara (Dü Şira) Allah olarak yorumlanır. Çünkü "Şira" (Necm 49) Allah'ın yıldızıdır. |
Abdülmutallip,
onun yanında oğlu peygamberin babası Abdullah hakkında fal oku çekmişti. Ebu
Süfyan b. Harb’in Uhud günü muzaffer olduğunda hitap ettiği put da budur...
Abdullah'ın kurban olayı, İbni Hişam'ın Siyer'inde, de anlatıldığı gibi şöyle olmuştu;
Hz. Muhammet'in dedesi
Abdülmutallip'in Hz. Muhammet'in babası Abdullah'ı adak olarak Kâbe’de
Hubel Put’una (Allah) kurban etme olayı vardır. Gençliğinde Abdülmutallip’in
çocuğu olmaz. 10 oğlu iki kızı olan kardeşine özenir.
İçinden “Hey
Allah’ım bana da kardeşim gibi 10 erkek çocuk verirsen birisini saba kurban
edeceğim!” diye adakta bulunur.
Zaman geçer kardeşi kadar çocukları olur, büyürler. Abdullah (Allah’ın kölesi
demektir) en küçükleri ve en çok sevdiği oğludur. Gün gelir rüyasında Allah
verdiği söz üzerine ondan evlatlarından birisini kurban ister.
Evlatlarını
kaybetme endişesine kapılan Abdülmutallip ne kadar pişman olsa da yapacak şey
yoktur. Olan çocuklarını Alla putunun verdiğine inandığından istediği kurbanı
da vermekten başka çaresi yoktur.
Kâbe’de ibadetleri
yürüten, her yıl Nevruz bayramında Allah ile cinsel ilişkiye girerek ondan
çocuk doğurduğuna, Allah’tan gizli bilgiler öğrendiğine ve mucizevi yetenekleri
olduğuna inandıkları başrahibe olan Kâhine çocuklarını alarak gider. Durumu
anlatır. Kâhin, Kâbe’de başta Allah ve öteki putların ortasına geçer. Ortasında
top bulunan bir oku yere koyar. Çocukları daire şeklinde dizer. Oku çevirir ve
ok art arda üç kez Abdullah’ı gösterir. Böylece Abdullah’ın kurbanlığı
kesinleşir. İşte sorun da burada başlar.
Abdullah annesi Fatıma’nın
tek oğludur. Bu yüzden Fatma, eşinin tek oğlunu öldürerek kendisinin karılık
haklarını elinden almak için kocasının plan yaptığından kuşkulanır.
Abdülmutallip’in Abdullah’ı kurban etmesini engellemek için kendi kabilesinin
ileri gelenleri ile birlikte Kâbe’nin avlusuna girer. Kabilenin ileri
gelenlerinin itirazları üzerine, karşılığında bir bedel ödenerek Abdullah’ın
kurtarılması için tekrar Kâhine danışmaya karar verilir.
Abdulmutallip,
Abdullah ve bir oğlunu da alarak doğduğu şehir olan Yesrib’e (Medine’ye) gider.
Aradığı kâhin Hayber’e gitmiştir. Kâhini bulurlar ve kadın olan bu kâhin gece
ruhlarla konuşup sabah bilgi vereceğini söyler. Sabahleyin de “insan karşılığı
kan bedeli” miktarını sorar. Miktar “on devedir”.
Develer ile Abdullah
arasında ikisinden birini gösterecek şekilde ortaya geçen falcı “kan bedeli”
olan 10 deve ile kuraya başlar.10 kez Abdullah’ın kurban edilmesi yönünde ok
gelir.11.kezinde ok develeri gösterir. Üç kez daha art arda ok develeri
gösterince “Tanrının kanaati” olarak kabul edilir ve Abdullah kurban edilmekten
kurtulur ve 130 deve kan bedeli kurban kesilir. Hz. Muhammed de bu kan bedeli
sonrası kurtulan babadan olmadır. Yani Yahudiler İbrahim ile insan kurban
etmeyi bırakmışsa da İsmail soyu Mekke-çevresi Arapları ile diğer Arap
kavimleri bu geleneği sürdürmüştür.
Bu olay aynen İbrahim
peygamberin oğlu İsmail’in kurban olayını andırmaktadır. İbrahim’in “evladını
kurban edecek kadar” kendisine bağlı olduğunu gören Allah, İsmail’in kurban
edilmesini engellemek için nasıl koç gönderdiyse, bu olayda da Abdullah’ın
başını kurtarmak için “130” deve” kesilmiştir.
Bu iki örneğin bütün
Müslüman dünyasına vermesi gereken ileti şu olmalıdır. “İnsan başının kesilmemesi
için “kurban” kesilmelidir. Peygamber
örnekleri bunu göstermektedir. Abdullah kesilseydi Muhammet diye bir peygamber
de olmayacaktı.
|
İsmail'in "yakmalık kurban" edilmekten kurtulması. |
İbni İshak'tan Kabe'nin "Allah'ın evi" olduğunu gösteren şiir de buna delildir;
...Ondan
Kays b. Munkiz b . Ubeyd b. Zâtırb. Habeşiyya b. Salül (El Huzai) de bahseder;
“Biz
ilk andı Allah’ın evine içtik,
Yoksa
Gabgab’daki dikili taşlara içerdik..."
Bir de Enam Suresi 6:7'nci ayetin inmesine sebep olan bir başka Abdullah daha vardır.
Onun da adı, Abdullah Bin Ebi Umeyy'dir ve peygamber Muhammet'ten dinine inanması için Allah'tan kendi adına yazılı mektup getirmesini istemiştir.
Elmalılı Hoca bunu ayetin tefsirinde vermiş;
"-Sana iman etmem, tâ ki göğe çıkasın, sonra bir kitap indiresin ki, onda; 'Aziz
olan Allah'dan Abdullah b. Ebi Ümeyye'ye' diye yazılmış olsun ve bana, seni
tasdik etmemi emretsin ve bununla beraber bunu da yapsan tasdik edeceğimi
sanmıyorum" demişti.
Allah ta onun adına ayet indir di mi? Dileğini yaptı mı derseniz cevaplayalım;
Adına yazılı olmasa da adresi belli bir ayet inmiş. Allah ta pek alçakgönüllüymüş vallahi;
Enam 6:7 -"Ey Muhammed biz yukardan senin üzerine kâğıtta yazılı mücessem bir kitap
indirseydik de, onlar gözleriyle gördükten başka, ona elleriyle de
dokunsaydılar, o küfre alışmış olanlar mutlaka, "Bu açık bir sihirden başka bir
şey değil" derlerdi."
Neyse bu amcam da sorgulamış falan ama sonunda Müslüman olup Taif'te şehit olmuş diyor Elmalılı Yazır hoca.
Böylece İslâm öncesi, Allah'ın Kabe'nin baş şeytanı, putu olduğunu, kendisine hayvan ve insan kurbanı edilmesi konusunu da sağlam bir delile
bağlamış olduk. Arapların da putlara yaklaşmak için kurban kestiklerini gördük ve görmeye devam edelim.
Cin ve Şeytan'a İbadet;
Allah’ın Kızları
Menat, Lat Uzza;
|
El Lat, El Uzza, Menat |
Onların
en eskisi Menat ‘tı.
Araplar
çocuklarına “Abd Menat, Zeyd Menat" gibi adlar koyarlardı.
Menat,
Mekke ile Medine arasında El Muşallal yöresinde Kudayt denilen yerde, sahilde
dikiliydi. Evs, Hazreç kabileleri Mekke ve Medine ile komşu yörelerdekiler onu
sayarlardı ve ona çevresinde kurbanlar keserlerdi...
...Evs
ve Hazreç kabilelerini çok iyi tanıyan Ebu Ubeyde b. Abdullah b Ebu Ubeyde b
Emmar b. Yasir’den naklen anlatıldığına göre, Evs ve Hazreç kabileleri ile
Yesrib (Medine) ve diğer yerlerin Araplarından onların dinine uyanlar hac
ederler.
Vakfelerde herkesle birlikte dururlar fakat başlarını tıraş
etmezlerdi.
Tavafı bitirdikten sonra Menat’a gelirler başlarını bu putun
yanında tıraş ederlerdi.
Bu
son hareket olmaksızın haclarını bitmiş saymazlardı.
Evs
ve Hazreç’in Menat’a aşırı saygılarını Abdüluzza b. Vadi’a el Muzani veya başka
bir Arap şöyle anlatırdı;
“Burada
gerçekten, doğru, samimi bir yemin ettim. Hazreç kabilesinin kurban yerinde
Menat’ın yanında”...
El Lat putu;
|
Ürdün Petra El Lat tapınak girişi M.Ö.2300 |
Onlar
daha sonraları El Lat’ı put edindiler. El Lat Taif’te bulunuyordu. Menat’tan
sonradır. O dört köşe bir kaya parçasından ibaretti. Bir Yahudi onun yanında
buğday dövmeyi adet edinmişti. Bekçileri Şakif kabilesinden Ettab Bin Malik
oğullarıydı. Onun üzerine bir bina yapmışlardı. Kureyş ve bütün Araplar ona
saygı gösteriyorlardı.
O
oranda Araplar çocuklarına Zeyd El Lât ve Teym el Lât adlarını veriyorlardı.
Lât bu günki Taif camisinin sol minaresinin yerinde bulunuyordu. Bu Allah’ın Kuran’da
andığı Lât’tır.
”
El Lât ve El Uzza hakkında ne dersiniz?”
‘Amr
b. El Cuayd ondan şöyle bahseder;
Eğer
ben Ka’sa’ da olan bağımdan geçersem,
Tapmaktayken
El Lât’ı terk eden kişiye benzerim.
Cahiliye
devrinde Evs ve Hazreç kabilelerine toptan Hazrec denilir, kurban yerlerine de
"Hazreç Kabilesinin Kurban Yeri” denilirdi.
Allah’ın andığı (Necm Suresi) Menat budur.
Uzza Putu
Sonra
da el Uzza’yı put edindiler.
O
lât’tan ve Menat’tan sonradır. Ben Arapların El Uzza’dan önce bu ikisinin adını
taktıklarını işittim. Temim b. Murr oğluna “Zeyd Menat” b Temim b. Murr. B. Udd
b. Tabiha adı koyduğuna ve “Abd Menat ismine El Lat ismini de Şa’laba b.
Ukabe’nin oğluna “Teym El Lat diye taktığına ve “Teym El Lat” b. Rufayda b. Savr,
“Zeyd El Lat” b. Rufayda b. Şavr (b.Vabara b. Murr b. Udd b.Tabiha) Teym El
Lât” b. Namir b. Kâsıt, “Abd el Uzza” b. Kâb b. Sa’d b. Zeyd Menat b. Temim
adlarına rastladım. Böylece El Uzza ilk ikisinden sonra oluyor.
Abd
el Uzza, b. Kâb en eski Arap adlarındandır.
El
Uzza’yı put edinen kişi Zâlim b. Es’ad idi. O Suriye Nahla’sının kuzeyinde El
Ğumeyr’in karşısında Mekke’den Irak’a çıkışta sğda Huraz adlı bir vadide
bulunuyordu.
Bu vadi Zât ‘Irk’ın, El Bustan’a doğru dokuz mil yukarıdadır.
Zalim b. Es’ad onun üzerine bir ev yaptırmıştı. İçinden ses işitirlerdi.
Araplar
ve Kureyş çocuklarına onun adıyla “Abd el Uzza” diye ad koyarlardı.
O Kureyş’in
en büyük putuydu. Onu ziyaret ederler, hediyeler sunarlar, yanında kurbanlar
keserlerdi.
|
M.Ö.2300'lerde Ürdün-Adana arasında yaşamış Petra krallığı çağında yapılmış Allah'ın kızları El Lat, El Uzza ve Menat'a ait bir heykel |
Dİ K K A A AT ;
Peygamber Muhammet, Uzza'ya Kurban Kesmiş;
Allah’ın
elçisinin bir gün ondan bahsettiğini işittik;
-“Ben
kavmimin dinindeyken el Uzza’ya boz bir koyun sundum.”
Kureyş
kabilesi Kâbe’yi şöyle diyerek tavaf ederlerdi;
Lât
hakkı için, Uzza hakkı için!
Onlar
yüksek turnalardır.
Onların
şefaatlerine umut bağlanabilir.
Üçüncüleri
Menat hakkı için!
Derler
di ki;
Onlar
Allah’ın kızlarıdır. Onun yanında şefaatçidirler.
Allah elçisini gönderdiğinde
ona şöyle vahyetti;
“El
Lât, el Uzza ve üçüncüleri Menat hakkında ne dersiniz? Oğullar sizin de kızlar
onun mu? O zaman bu haksız bir üleştirme olur. Onlar sadece sizin atalarınızın
Allah’tan hiçbir yetkileri olmaksızın takmış oldukları adlardır.”
İşte
Necm(Yıldız) Suresinin 19,20,21,22,23 ve 24'ncü ayetlerinde anlatılan
bu olaya bu yüzden "Şeytan Ayetleri" denilir. Çünkü Allah'ın Kızları'nın
Kur'an'a bu şekilde girişleri ve onlara "erkek-dişi" sıfatları
takılamayacağının söylenmesi ve onların "Melekler" olduklarının
açıklanması bu yorumu zorunlu kılmaktadır. İbni İshak bu yüzden bunlara
"Şeytan Ayetleri" demiştir.
Okuyalım;
... Uzza’nın
kurban kesilen bir meydanı vardı, oraya Gabgab denilirdi...
Kurban
etlerini o sırada oraya gelenler arasında üleştirirlerdi. Gabgab
Nuhaykatu’l-Fazari’nin âmir b. At Tufeyl’e olan sözlerinde geçer;
Ey
âmir, eğer mızraklarımız sana erişebilseydi,
Mina’ya
ve Gabgab’a koşan develer hakkı için,...
Ondan
Kays b. Munkiz b . Ubeyd b. Zâtırb. Habeşiyya b. Salül (El Huzai) de bahseder;
“Biz
ilk andı Allah’ın evine içtik,
Yoksa
Gabgab’daki dikili taşlara içerdik..."
Son mısralardaki "Biz ilk andı Allah'ın evinde içtik" ifadesi, Allah'ın Kâbe'nin en büyük putu yani Hubel olduğunu açıkça belirtmektedir.
Uzza'nın Şeytan oluşu;
... El
Enazi Ebu Ali bize anlattı ve dedi ki ; Ali b. Aş Şebbah bize anlattı ve dedi
ki; Ebu Münşir bize bildirdi. Dedi i; Babam bana Ebu Şalih’ten o da İbn
Abbas’tan naklen dedi ki;
“El Uzza,
Batnı Nahle’de üç hurma ağacında yaşayan bir dişi şeytandı."
|
Sabilerin Aşera'sı, Hicaz'ın Uzza'sı, cennetten kovulmuş Dişi şeytan |
Kâbe'nin
baş putu Allah ile üç kızının "şeytan" oldukları da böylece ortaya
çıkmıştır. Bu sadece Hicaz Araplarının, öteki arapların değil, bütün
dünyanın ortak dinlerinin bir gerçeğidir. "Şeytan İbadeti" işte budur.
...Hüza’dan
Muleyh oğulları bunlar “Talha et Talahat’ın soyudurlar. Cine taparlardı.
Onlar hakkında şu ayet indi.
-“Muhakkak
ki Allah’tan gayri taptıklarınız da sizin gibi kullardır!”...
Tapınılan
cin ve şeytanların da bizler gibi oldukları ve tapınılacak varlıklar
olmadıkları söylenmiş. Uzaylılara tapanlara kadar bütün cin ve şeytan
tapınıcıları ders alsın!
Enam Suresi 6:100 ile 101'nci ayetlerde Allah'ın kızlarından öteki cinlere ve şeytan tapınıcılarına kadar bir çok akıl dolu sözler yer almaktadır;
6:100-" Onlar, Allah'a cinlerden de ortak koştular. Halbuki onları yaratan
O'dur. Bilgileri olmadan O'na oğullar, kızlar uydurdular. O'nun şânı onların
uydurdukları sıfatlardan münezzeh ve yücedir."
6:101- "Gökleri ve yeri yoktan var eden O'dur. Eşi de olmadığı halde, nasıl olur
da çocuğu olur? Her şeyi yaratan O'dur. Ve O, herşeyi bilendir."
Yukarıdaki ayetler onun çağı için çok ilerici ve akıl doludur. Muhammed gerçekten büyük bir devrimcidir ve geçmişi kendi çağından 3000 yıl öncelerine uzanan ve her türlü sapıklıkları ve ilkellikleri barındıran Sabilik ve türevi sapık dinlerde geçen saçmalıkları düzelten sureler Kur'an %80'ini oluşturmaktadır.
Ancak Muhammet'in kültür düzeyi ile çağının Arap halklarının kültür düzeyi çevrelerindeki Hıristiyanların da altındadır. Muhammet'in amacı da "okuryazarlık yasağının" uygulandığı dinlere tapınılan İran ile Mısır arasındaki ülkeleri etkileyerek zamanın Bizans ile Roma saltanatına karşı tek güç oluşturmaktır. Rum Suresinde onları davet ettiği de görülür.
İslâm’da da hac dışında
kesilen, hayır, bağış, zekât gibi işler için kurban kesilmesi gerektiği Kur’an
Hac, Enam, Maide gibi surelerde anlatılmaktadır.
Araplar
arasında Kurban Bayramına verilen adlardan birisi de “Eyd el Zuha’dır. “Eyd el Uzaiyya”
şeklinde de söylenirmiş. “Zuha”
Kurban anlamına da gelen bu kelimenin “Uzaiyya/uzaiyye
(Kurban etmek)” kelimesinden türediği yazılmaktadır. Uzaiyya’nın da kökeninin, putperestlik döneminde Hicaz Araplarının Allah’ın
kızlarından Uzza’ya kurban kestiklerinden,
“Uzza’ya adanan/yaklaşan” anlamına
geldiğini söylemek yanlış olmaz.
Kurban Arapça
bir kelimedir ve “dini amaçla kesilen
hayvan (veya insan)” şeklinde açıklanabileceği gibi, “Allah’a yaklaşmak” anlamındadır. Kurbanın amacı da zaten Allah’a
yaklaşmak, onun rızasını kazanmaktır. Bizde bilinen yaygın anlamı birinci
anlamıdır. Bu da en çok hayvan tüccarlarının hoşuna giden kısmıdır. Ülkemiz
tarım ülkesi olduğundan, Kurban Bayramı hayvan yetiştiricilerinin bayramı
olarak anılsa daha mantıklı yorumlanmış olur. Zaten günümüz şartlarında her iki
dini bayram da geçim sıkıntısını iliğine kadar hisseden halkımızı, kredi
kartlarına, banka kredilerine muhtaç edip borca sokmaktan başka bir işe
yaramadığı tartışmasız kabul edilmektedir. Çocukluğumdan beri duyduğu tek şey;
-“Eyvah gene bayram
yaklaşıyor, eve ne alacağız, çoluk çocuğa elbise, ebeveyn, hısım akraba
ziyareti ne götüreceğiz, ne giyeceğiz, kurbanı neyle alacağız, konu komşuya mahcup
olmaktan nasıl kurtulacağız, para nereden bulacağız? Kaygılarından başka
şey değildir.
Şimdi okuyalım bakalım bu “Kurban” konusunda din ulemalarımız
hangi tespitleri yapmışlar?
Kurban konusunda en belirgin ayetler Maide, Hac, Enam surelerinde
yer almaktadır. Ben tümünü alma gereği duymadım. Arzu eden Elmalılı Tefsirini
indirip okuyabilir.
Kur’an Maide (Sofra) Suresi 35. Ayeti;
5:35- “Ey inananlar, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya yol arayın ve O'nun
yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz”.
Ayetinin tefsirinde geçen “Yaklaşma/Kurban” kelimesi şöyle
açıklamaktadır;
“…Şu halde kötülüklerden kaçınmakla yetinmeyip, tam mânâsıyla
korununuz da Allah'ın korumasına girmek ve affına ve rahmetine ermek için
Allah'tan vesile de isteyin. Boş durmayıp, yalnız iman ve korku ile yetinmeyip,
Allah'a yakınlık için vesile
de arayınız…
…Dilimizde bilindiği üzere "vesile", kendisiyle bir gayeye ulaşılan, yani yaklaşılan
sebep, yaklaşma sebebi demektir ki "mâbihittakarrub"
(kendisiyle yaklaşılan şey)
mânâsına, sadece "kurbet"
(yaklaşma) da denilir. Nitekim Hasen, Mücahid, Atâ, Abdullah b. Kesir
gibi birçok selef tefsircileri "yani
yakınlık" diye tefsir etmişlerdir…”
Kur’an
Maide (Sofra) Suresi 27. Ayeti;
5:27- “Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyla oku. Hani her
ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul
edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine):" Seni öldüreceğim"
demişti. Diğeri ise şöyle demişti: "Allah, yalnız kendisinden korkanlardan
kabul eder".
Bu ayetin tefsirinde “Kurban”
kelimesi “Allah’a yaklaşmak” olarak
tercüme edilmiştir;
“…Bir zaman iki âdemoğlu birer kurban sunmuşlardı da, her nedense
birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemiş idi. "Kurban", örfümüzde Allah'a
yaklaşmak için kesilen kurbanlığa denirse, de asıl mânâsı Allah'a yaklaşmak için sunulan herhangi
bir şey demektir ki, gerek kurbanlık ve gerek diğer sadakalardan
daha geneldir…”
Şeklinde Elmalılı Hamdi Yazır yorum yapmıştır.
Ayrıca devamında Kurban’ı
kesecek kişinin Allah’a inancında yüreğinde şüphesi, kuşkusu, hoşnutsuzluğu
olmayan, günahtan kaçınan, günah ve haramlardan uzak duran, dini akidelere göre
yaşayan insan
olması gerektiğini de okuyoruz. Yani bir insan istediği kadar Müslüman olsun,
işi gücü yalan, dolan hile hurda, yankesicilik, dolandırıcılık, fahiş fiyatla
mal satma, devlet malını zimmetine geçirme, halkını soyan, kendi çıkarları
uğruna devleti savaşa sokan, fitne çıkartan, gayrimüslümlerle iş yapıp, onları
üstün kendi halkını soydurup aşağılatan devlet adamları, siyasetçiler,
işçisinin hakkını gasp eden işverenler, Allah hakkında yüreğinde şek/şüphe
barındıran, başkalarına karşı kinci, fesat duygular taşıyan, toplum
ilişkilerinde sorunlu olan ve daha nice soysuz ve şerefsizlikler içinde boğulan
kişi için yapılsa da geçerli olmayan bir ibadettir. Okuyalım;
“…Tefsircilerin çoğu bu iki Âdemoğlu, Hz. Âdem'in oğulları olan
Kâbil ile Hâbil olduğunu söylemişler, Hasen ve Dahhâk ise kıssanın sonundaki
"bundan dolayıdır ki" âyetinin karinesiyle bunların
İsrailoğulları'ndan iki şahıs olduğunu söylemişlerdir…”
“…Herhangi bir delil ile birinin
kurbanının kabulü, diğerinin ise kabul edilmeyişi anlaşılınca, kurbanı kabul edilmeyen diğerini çekemeyerek, yemin
olsun ki, seni öldüreceğim, dedi. Öbürü
de dedi ki: Allah ancak yeterince
korunanlardan kabul eder.”
Kurban kesecek kişinin, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun yaşantı
sürüp, haramlardan, günahlardan sakınan insan olma gereği apaçık
vurgulanmıştır.
Günümüz şartlarında yetmiş üç milyonluk ülkemizde bu şartlara
uygun yaşayan bir insanın bile olduğuna inanmıyorum. Yani, birbirinize gösteriş
olsun diye boşuna hayvan katliamı yapmayınız.
İki, “kurban=Allah’a
yaklaşma” olayının ille de bir zavallı hayvanın boğazlanması ve mangalda,
tencerede hazırlanıp ilkembe-i kübraya indirilmesi de gerekli değilmiş. Bu
fakir, muhtaç insanlara yardım şeklinde ya da düşünebileceğiniz bir başka hayır
şeklinde de olabiliyormuş!
İlla da benim
kurban kesmem gerekir diyorsanız okumaya devam ediniz!
Hayvan Kurbanı;
|
Sağdan, Safa ve Zemzem kuyuları, İbrahim makamı, İsmail'in makamı, Sol Yemen köşesi, Orta Hacer-ül Esved (Kara taş) ve rakamların yeri Tavaf çıkış noktası |
Maide 5:4-4- Kesilirken üstüne Allah'tan başkasının ismi çekilen"
ve mesela "bi'smi'l-lâti
ve'l-uzzâ" (Lât ve Uzzâ'nın ismiyle) denilen ki, beraberinde "Bismillah" gerek
denilsin ve gerek denilmesin. Bu da Allah'tan
başkası adına kesildiği için haramdır. Hayvanı yaratan, insanın emrine
veren ve buna onu kesmek hak ve kudretini lütfeden Allah olduğu halde, o hayvanı
Allah'tan başkasının adına kesmek büyük bir zulüm, bir şirktir. Böyle
kesilen bir hayvan da manevî ve
hukukî durumuyla murdar ve haramdır.
Maide 5:10 - Dikili taşlar
(putlar) üzerine boğazlananlar. Bu kısım, "Kesilirken üstüne Allah'tan başkasının ismi
çekilenler." üzerine atfolunmuştur, bu da haramdır. Demek ki her kesme, şer'î kesme değildir.
NUSUB, " mansub" (dikilmiş) mânâsına
tekil, veya "nisab"ın
veya "nusbe" nin
çoğuludur, bunun çoğulu da "ensab"
gelir. Bazı tefsirciler bunu "asnâm"
(putlar) diye tefsir etmişlerdir. Fakat diğerleri "asnâm" ile "ensab"ın farkını
göstermişlerdir. Şöyle ki "asnâm",
resimli ve nakışlı taşlar, putlardır. "Nusub" ise dikili taşlardır ki, resimli veya nakışlı
olması şart değildir, vesen (put)
gibidir.
|
Hint tanrıçası Kali, ay başı kanıyla bütün tanrıları yıkayarak onlara ölümsüzlük kazandırır. Bütün dinlere putların "kanla yıkanması" bu gelenekten geçmiş görünmektedir. |
Nitekim Adiy b. Hâtim boynunda haç ile
geldiği zaman Peygamberimiz : " Boynundan
şu putu at" buyurmuş, haç'a vesen(Vaşan) demişti. Demek ki
"Nusub" resimli ve nakışlı olması şart olmayarak evşan (putlar) kabilinden hürmet için konulmuş ve
dikilmiş taşlardır ki, zamanımızda "âkide" derler. Bunlar tek parça bir taştan,
ibaret olabileceği gibi, birçok taşların birleşmesinden de olabilir ve
sadece bir yığın halinde de bulunabilir. "Nusub"ın tekil ve çoğul olması düşüncesi de
bundandır. "Ensab"
da birçok nusublar demektir.
Kısaca
cahiliye devrinde Kâbe'nin etrafında
böyle dikilmiş veya konulmuş birtakım taşlar vardı ki, bunlara hürmet ve tazim
ederler ve üzerlerinde kurban keserlerdi. Hatta bunlara bile kurban
keserlerdi. Mekke'de olduğu gibi diğer
Arap beldelerinde de böyle saygı ve hürmet edilen putlar vardı ki
"Sa'd" dedikleri taş da bunlardan biri idi. İşte Mücahid, Katade
ve diğerlerinin dedikleri gibi nusub
(dikili taşlar) bu taşlardır.
Mücahid'in açıklamasına göre cahiliye insanları bunların
üzerinde kurban keserler ve isterlerse bunları
daha hoşlarına giden diğer taşlarla da değiştirirledi.
İbnü Abbas hazretlerinden de : " Bunlar
üzerinde kurban keserler ve bunlar üzerinde ihramdan çıkarlardı" diye
nakledilmiştir.
İbnü Cerir demiştir ki:" Bunlar asnâm
(putlar) değildirler, sanem resimli olur.
Bunlar ise üç yüz altmış kadar dikilmiş taşlardı. "Derler k i, üçyüzü
Huzâa'da idi. Kurbanları kestikleri zaman, bunların Kabe'ye gelen taraflarına
kanları serperler ve etleri yarıp bu taşların üstlerine korlardı.
İşte bütün
bunları haram etmiştir. Bunlar ya açıktan açığadır veya o kabildendir, o
manadadır. Bu şekilde iki mânâ
ile tefsir edilmiştir. Birisi,
"lâm" mânâsına olarak "putlar
için boğazlanan" demektir. Fakat bunun, cümlesinden olduğu
açıklamaya muhtaç değildir.
Diğeri, "Putlara karşı, yani ona bir hürmeti içererek üzerinde
veya dibinde ve yanında her ne adına olursa olsun kesilen" demektir
ki, bu şekilde boğazlanırken dikili taşların veya putların veya diğer
bir adın anılıp anılmamasından daha genel olur. Ve hatta dikili taşlar
(putlar)a hürmet fikri beslemek üzere yalnız Allah'ın ismi anılsa bile
yine haram olur.
Devlet Büyükleri veya Hatırlı Kişilere Kurban
Haramdır;
Elmalılı Hamdi Yazır hoca devam
ediyor;
Özetle her halde dikili taşlar
(putlar) üzerinde ve üstünde kesilene mahsus değildir. Ve bununla yalnız kesilenin haram olması değil, bir kesme tarzının haram oluşu da açıklanmıştır. İşte bütün bu mânâlarla haram olduğundan
dolayıdır ki, bir âmirin veya
büyüklerden birinin gelişinden dolayı kurban kesmek haramdır.
|
Ya da Elazığ Valisi Muammer Muşmal gibilere de kesmeyin. Cumbaba da olsa
kesmeyin! Politikacıların insnaların kanlarına girdikleri yeter
hayvanlar bari kusur kalsın!
|
Fakat Allah için misafire ikram veya fakirlere sadaka olarak dağıtmak üzere
kesmek caizdir(Uygundur).
Bu konuda, devlet
büyüklerinin veya etkili torpil bir kişiliğe sahip işkembesi, para kasaları
büyük zâtların bir köyü, şehri, ülkeyi ziyaretleri esnasında onları karşılamak,
hoş tutmak için kurban kesmek İslâm’da “HARAMDIR”. Yani o kurbanın eti bile
yenmez, demektir.
Ayrıca İslâm’i mezhepler arasında kurban,
Sünni mezhebinde “vacip” yani kurban kestiğinde maddi olarak zorlanmayacak
derecede mali durumu olan imanlı Müslümanlarca kesilmesi gereklidir.
Şii ve Şafilerde ise Sünnet olup, bazı
Şii mezheplerinde “Sünnet-i Lâzım” yani “yapılması gerekli sünnet” olarak kabul
edilmektedir.
LEŞ SAYILAN VE YENİLMEYECEK HAYVAN ETLERİ
Şu halde
burada dini bakımdan leşin kısımlarından bazıları şu şekilde açıklanıyor:
3-
"Çeşitli hayvanlar size helal kılındı", fakat size şunlar haram
edildi.
1. Meyt e,
(leş yani, kesilmeden ölen, daha doğrusu tezkiyesiz ölen.) Meyte, canlı
karşılığı ölü demek değil, hiç bir haricî tesir olmadan ölen demek de değil,
mezbuh (kesilmiş) karşılığı ölü, "kesilmeden ruhu ayrılan" tam şer'i
mânâsıyla söylenecek olursa karşılığı ölüdür ki, aşağıda gelecek olan
"ancak tezkiye ettikleriniz" ifadesi bu karşılığı gösterecektir.
Araplarda Kan Yeme
(Utanmadan Hıristiyanlarla bir olup bu ilkelliği Türklere atarlar!)
2- Dem, yani
kan ki, maksad akıtılmış kan olduğu diğer bir yerde, bu cümleden olarak En'am
sûresi 145. nci âyette açıklanmıştır. Meyte (leş) meyte, kan da kan olduğu için
bizzat kendileri pis ve haramdırlar. Fakat kanın böyle haram oluşu şunu anlatır
ki, leşin haram olmasında, akabilecek kanın tamamen içinde kalmış olmasının da
az çok bir hissesi vardır. Ve leşin mânâsına bu dâhildir. Bazı müşrikler leşi
yerler ve "Kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz da Allah'ın öldürdüğünü niçin
yemiyorsunuz?" derlermiş. Aynı şekilde kanı bağırsaklara
doldururlar (Succa sucuğu-İbn İshak-Putlar Kitabı) ve kızartır misafirlerine yedirirlermiş.
Çekirge Yeme;
|
Arapların çiğ çiğ avuçla yedikleri hayvancık |
..."İbni
Edhem (Kelb kabilesinden Amir b. Avf oğullarından birisi) de şunları söyledi;
Kavmimizden
atlılarla karşılaştım,
Seni “Ayyar’ın
“çekirgelerine benzettiler...
...İbn
el Kalbi dedi ki; “El İgar” sıcak su demektir. “’Ayyar” da Kelb kabilesinden
bir adamdı, soğuk bir sabah çekirgelerin hücumuna uğradı. “’Ayyar’ın bir
dişi eksikti, yeri de boştu. Çekirgeleri yemeye başladı. Birisi diş boşluğundan
dışarı kaçtı (Ölmemiş).
Ayyar
dedi ki;
-Vallahi bu canlı, ölmemiş!
Beyitte
geçen “ganazuke” atlılar seni Ayyar’ın çekirgeleri sıkıştırdığı gibi
sıkıştırdılar demektir."
3- Domuz eti ki, En'am sûresinde "Muhakkak o pistir" (En'am, 6/145)
buyurulduğu üzere domuzun kendisi aynen pistir. Domuz eti de, domuz eti
olduğu için bizzat haramdır. Domuz kendisi genel mânâda haram olduğu
halde, burada denilmeyip de (domuz eti) denilmesi aşağıdaki tezkiye istisnasına
bunun için bir ilgisi olamayacağını iyice anlatmak içindir.
|
Greklerde domuz kurbanı |
4- Kesilirken
üstüne Allah'tan başkasının ismi çekilen" ve mesela "bi'smi'l-lâti ve'l-uzzâ" (Lât ve
Uzzâ'nın* ismiyle) denilen ki, beraberinde "Bismillah" gerek
denilsin ve gerek denilmesin. Bu da Allah'tan başkası adına kesildiği için
haramdır. Hayvanı yaratan, insanın emrine veren ve buna onu kesmek hak ve
kudretini lütfeden Allah olduğu halde, o hayvanı Allah'tan başkasının adına
kesmek büyük bir zulüm, bir şirktir. Böyle kesilen bir hayvan da manevî ve
hukukî durumuyla murdar ve haramdır.
Bu dört,
esastır. Bundan sonrakiler, dinen bunların şumülüne dahildir. Onun için birçok
âyetlerde yalnız bunların zikredilmesiyle yetinilmiştir. Fakat cahiliye
devrinde bir takım kimseler leşi yemedikleri halde, leşi "bir harici
tesiri olmaksızın kendi kendine ölen" diye kabul ederler ve gerçekte leş
kabilinden olan, gelecekte görüleceği üzere ölüleri yerlerdi ki, Müslümanlar
dışında böyle kimseler hala vardır. Şu halde burada dini bakımdan leşin
kısımlarından bazı l arı şu şekilde açıklanıyor:
5 - Boğulan,
yani gerek takıldığı iple ve gerek kement ile ve gerek el ile ve gerek ağaç ve
taş arasına sıkışarak, özetle herhangi bir şekilde nefesi tıkanarak boğulup
ölen.
6- Vurulmuş,
yani yakından veya uzaktan her hangi bir darbe ile vurulup ölmüş olan.
7- Tereddi
eden, yani yüksekten aşağı veya bir kuyuya, bir suya düşüp ölen.
8- Tosuşan,
yani süsülmüş ve süsmüş olan. At veya diğer bir hayvan tekmesiyle ölen de bu
mânâda olmakla beraber, daha önce mevkûze (vurulmuş) de dÂhildir.
9- Canavarın
yediği, yırtıcı bir hayvan tarafından telef edilen. Belki bundan maksat
hayvanın boğazına giden değil, artığı ve hatta yırttığıdır.
SEBU', nâb
denilen sivri dişleri bulunan arslan, kaplan, kurt, köpek ve diğerleri gibi
âdet olarak saldıran, kapan, yırtan, öldüren her hangi bir yırtıcı hayvan
demektir ki, pençe denilir. Pençesi bulunan yırtıcı kuşlar da aynı mânâda
dâhildir.
Dilimizde
canavar (cânver) ismi üç mânâda kullanılmıştır. Biri, canlı mânâsına, genelde
hayvan demektir ki, bu kullanış şimdi kalmamış denecek kadar azdır. İkincisi
özellikle domuza veya kurda söylenmesidir ki, kara canavar, boz canavar diye
ayrılır. Üçüncüsü cana saldıran yırtıcı hayvan demektir, örfümüzde canavarın
asıl mânâsı budur. "Sebu" da bu demektir.
|
Eski Yunan/Greklerde domuz kurbanı |
Cahiliye
devrinde leşi yemeyenler içinde de münhanika" (boğulup ölen) dan buraya
kadar sayılan beş ölüyü yiyenler
bulunuyordu. Nitekim bugün Hıristiyanlar domuz etini yedikleri, gibi,
darbe ile vurularak ölen (mevkuzey)i de yerler ve özellikle domuzu tepesinden ağır bir demirle
vurarak yerler.
Güya bunları, dâhili bir sebeple ölmeyip, bir insan
veya hayvan fiil ve tesiriyle ölmüş olduklarından leş gibi değil, kesilmiş
gibi telakki ederler. Halbuki bunların beşi de kesmek suretiyle
kanları akıtılmamış olduğundan tamamen leştirler ve haramdırlar.
İslâm öncesi Arapları, Yezidi, Sabi, Mecusi geleneklerinde
günahlarının saçlarında toplandığı inancıyla yıkanmazlar, ancak Kâb
tavafından sonra tapındıkları putların yanında yıkanır, başlarını traş
ederlerdi. Bu gelenek bu günde sürmektedir.
Muhammet İbni İshak bakın bunları nasıl örnekliyor;
Burayı okurken kusabilirsiniz. Poşet bulundurunuz!
Tıraş Edilen Saçlardan Ekmek Yapıp Yeme
(Çok İğrenç)
El Ukeysir Putu;
Kuzza’nın,
Lehm’in, Cüzzam’ın, Âmila ve Gatafan’ın Suriye boylarında “El Ukeysir" adlı bir
putları vardı.
Züheyr
b. Ebu Sulma ondan şöyle bahseder;
-Ukeysir’in
kutlu taşlarına and içtim,
Başların ve
bitlerin kazındığı yere and içtim!
(Yezidiler yıkanmazlar, putu, Kâbe’yi ziyaret
edip hac yaptıklarına başlarını kazıtırlar ve günahlarından arınırlardı. Bunun
dışında yıkanarak saçlarını kestirmek, tıraş olmak ise bağışlanmamış günahlarla
yaşamaya razı olmak demekti. Bunlar da Kâbe’ye gidemediklerinde putlara kurban
kesip tavaf eden, tıraş olan Yezidilerdir. Şiir’de anlatılan bu pisliktir.
A.Yavuz)
...
“Kuzaa,
Lahm, Cüzâm kabilelerinin “El Ukeysir”
adlı bir putları vardı. Ona hac ederlerdi. Onlardan birisi ne zaman başını tıraş etse her saç demetiyle birlikte bir avuç unu
sıkıştırarak atardı. (Ebu’l Münzir dedi ki, “El kurrata” bir avuç
dolusu demektir.)
Yine
dedi ki;
İşte
Havazinliler onu tam bu sırada ziyaret ederlerdi. Eğer bir avuç una saçla birlikte atılmazdan evvel yetişirse sahibine derdi
ki;
-Unu bana ver,
ben Havazin’den bir muhtacım!
Eğer yatişemezse,
saçı, bitleri ve unları ile birlikte alır, ondan bir ekmek pişirir yerdi...
Bu konuda birbirlerini de aşağılamayı ihmal etmezler;
...Carm
ve Cüzam oğulları, El Akik denilen bir su yüzünden peygamberin önünde kavga
etmişlerdi. Allah’ın elçisi Carm lehinde hüküm vermişti. Bunun üzerine Carm’den
Mu’aviye b. Abd el Uzza b. Zira şu beyitleri söyledi;
Gerçekten
bildiğiniz gibi ben Carm’dan biriyim,
Topluluklar
peygamberin yanında bir araya geldiklerinde,
Siz
onun hükmüyle ikna olmadıysanız da
Ben
peygamberin hükmüyle tamamen ikna olmuşum!
Carm’ı
görmediniz mi? Nasıl yükseldi babalarınız?
Bitlerle birlikte Ukeysir’in
kuyularına dalarlarken!
Bir avuç un
atılırken der ki “Bitsiz at!”
Ben
Havazin’li bir muhtacım!
Bütün
bu insanlar arasında siz nesiniz?
Evet
sizler sadece kuyruk ve ayaklarsınız!..."
Evet, "Atarsan bitsiz at!"
İnsan
sormadan edemiyor. Allah bu pislikleri yiyenleri mi seçmiş? Diye.
Kur'an da bunların "seçilmiş" değil, kıyametten öncede "UYARILMADIK"
demesinler diye uyarılmış, sapık kavimler olduğunu dile getirir.
Kökenlerini Yemen'den Arim seliyle çıkarılmış Aramilere dayandıran,
Irak, Siirt-Urfa arasında yaşayan Sabi ve Süryani Arapları da bu
yiyeceği bu gün bile yemektedirler.
Enam Sur. 92 ve Şura Sur.7.ayetlerde Kur'an'ın Mekke ve çevresi Araplarına geldiği anlatılır. Zuhruf Sur. Ayt.5 (Haddi aşan bir kavimsiniz diye sizi Kur'anla uyarmasamıydık?" Diye Araplara sormaktadır. Yasin Sur.Ayt 5-"Babaları uyarılmamış bir kavmi uyarasın diye gönderildin. Çünkü onlar habersiz gafillerdir..." Diye peygambere geliş sebebi açıklanmaktadır. Geniş bilgi için Tıkla; http://keykubat.blogspot.com/2008/08/islamiyet-araplara-mi-geldi.html#axzz2ETercPMF
Kurban Sapıklığının Kalış Nedeni;
Bir gün
peygamber camide halkla konuşurken Allah’a yaklaşmanın yollarını, ibadetin, zekâtın,
fitrenin, sadak ve öteki iyiliklerin faziletlerini anlatırken cemaatten birisi
çıkıp şöyle der;
Müslümanlar: “Ey Allah'ın Resulü, cahiliye
halkı Kabe'ye kan ile saygı gösterirlerdi. Bu ise bize daha çok layık değil mi?”
demişler. Peygamberimiz "hayır"
dememişti. Bunun üzerine
"Onların ne etleri, ne de
kanları Allah'a ulaşmaz. Fakat sizin takvanız ona ulaşır". (Hacc,
22/37) âyeti inmiştir."
Böylece
Müslümanlarda “Kurban geleneği” Zerdüştlerde,
Hıristiyanlarda olduğu gibi kaldırılamadı. Müslümanlar yeryüzünde yaygın olarak
kurban kesen bir topluluk olarak
kaldılar! Bu konudaki kuvvetli kanıtın nedir derseniz birincisi yukarıdaki
Maide Suresi 10. Ayetin tefsirini yapan Elmalılı kullandığı kaynakta “peygamberin
“hayır” demediğini belirtmesidir.
|
Levhanın
solunda Mekke, ortasında "Sadece Müslümanlar!" (düz ok), sağındaki ok
"Gayrimüslümler! uyarısı. Mekke "Harem" olduğundan "sadece Müslümanların
girebileceği" yerdir! Levha bunu anlatır. |
İkincisine
gelince peygamberin belki de en büyük amacı Rum Suresi tefsirinde de geçtiği
gibi kendi kavmini Yahudi ve Hıristiyanlara yamayarak onları “Kur’anla”
birlikte “Kitap ehli” kavimler arasına sokmaktı. Yahudilerin bazı mezhepleri ve
Hıristiyanlar kurban kesmezler. O çağlarda Mecusi, Yezidi olan Hicaz
Araplarının inançlarında “okuryazarlık” yasak olduğundan, diğer kavimlerde de okul
eğitimi devlet adamlarının ve çok güçlülerin bile değil sadece ruhbanlar ile
saray mensuplarının tekelinde olduğundan, en çok bilgi sahibi olan topluluk
Yahudiler ile Hıristiyanlardı. Bu durumda Kurban ve erkeklerde örtünmeyi
kaldıracağı kesindi diyebiliyorum. O Hicaz Araplarının yetiştirdiği en büyük
reformcuydu. Bu reformculuğunun delili de İslâm ile “İnsan Kurbanının” son bulmasıdır.
Muhammed, babasının çektiklerini başkaları çekmesin diye Hicaz Araplarını hiç
olmazsa bu sapık gelenekten kurtarmıştır.
Onun
ölümünden sonra geçen 1400 yıl içinde kendi ülkesinde, onun reformlarından
memnun olmayanlar devleti idareyi, dini ele geçirmişlerdir. Onlardan halen
Suudi evlendirme bakanı olan bir Vehhabi olan Ahmet El Mubi’nin “Muhammed, Ayşe
ile “6” yaşında evlemiştir. Ailesinin rızası varsa “bir günlük çocukla bile evlenilir” fetvası veren cinsi sapık,
peygamberin ilk karısı Hz. Hatice’nin peygamberden “15” yaş büyük olduğunu
gündeme getirip de gençlerin ekonomik durumlarını düzeltmek için de olsa
kendilerinden yaşça büyük hanımlarla evlenebileceklerini niye tartışmaz?
Ya da,
peygamber zamanında savaş ganimeti olan kız çocukları ile köle çocuklarına daha
doğar doğmaz cinsel tacizde bulunan Sabi Yezidi atalarının bu sapıklığını “6”
yaştan gerdek için “9” yaşına kadar çıkartarak çıtayı yükseltmesini örnek alarak
ülkesinde çocuk evliliklerini neden yasaklamazlar?
Çünkü bunlar
Muhammed Müslümanı değil, onun bıraktıklarını ölümünden sonra tahrip eden
Muaviye, Yezid serisi halife çocuklarının, Mekke’ye sürdüğü Mervanilerin
soyundan gelen İngiliz istihbarat masalarında hazırlanmış İslâm-ı yaşayan “Hıristiyanlaşmış”
sapıklardır.
Kendi sapık
şehevi duygularına hitap edecek yasal düzenlemeleri öne çıkartan bu sapıkların
da sapıklıklarının da kökenleri altı bin yıl geriye giden antik çağ dinlerine
dayanmaktadır. Kendileri ne halt ederlerse etsinler ama insanları da rahat
bıraksınlar. Çocuklar çocukluklarını yaşasın, üniversite eğitimlerine kadar
doya doya gençliklerinin tatlarını çıkartsınlar.
Kendi
saçmalıklarını, sapık arzularını topluma “tanrı emri” diye şırınga eden sapık
devlet adamları İslâm dünyasını olduğundan çirkin ve iğrenç göstermektedirler.
Evlilik konusunda olduğu gibi Kurban konusunda da, Müslüman ülkelerin
sergiledikleri “hayvan katliamı” görüntülerinin sorumluları, Kur’an’ın tanıdığı
“geniş yorum olanağının” hayvan tüccarlarınca, onlardan olan veya işbirliği
yapan din simsarlarınca üstünün örtülmesinden başka nedir?
İşte yabancı
ülkelerde Müslüman düşmanlığı propagandasında kullanılan Ahmet El Mubi gibi
sapıkların sayesinde hem peygamber hem de Müslümanların “pedofili=çocuk
seviciliği/kulamparalık” suçlamaları yanında Kurban kesimi resimleri de önemli
oranda İslâm düşmanlığını arttırmakta etkilidir.
ABD-NATO ordularının 2003 Irak
işgal harekâtının tam da “Kurban bayramında” yapılması, işbirlikçi AKP
hükumetinde “Başka ülkelerin topraklarında şehit olan Amerikan askerleri için
duacıyız” şeklinde yorumlanırken, Türk milleti ve öteki Müslümanlar arasında
resmen “Haçlı Seferi” olarak yorumlanmıştır.
Ama batı dünyası ile gayrimüslüm
dünyada Amerika ve NATO “mazlum hayvancıkların kurtarıcısı” olmuş, + PUAN
ALMIŞTIR.
|
Tayyip ve A. Gül'ün dua ettikleri "cesur ABD askerinin Iraklılara bakışı1
|
|
Ve Tayyip'in duacı olduğu "Cesur Amerikan" askeri görev başında Üç milyon kadın, çocuğa tecavüz yetmedi "Develere de Tecavüz"!
|
|
Amerikan askerlerinin erkek-dişi-hayvan ayırmdan işledikleri tecavüz olayları
|
|
Bizim RE.T.E
ve Gül'ün ve Hillery'nin duacı oldukları "Cessur Amerikan" askerlerinin
tecavüzüne uğrayan bu Iraklı kız acaba zevke gelmiştir? Olabilir mi
sayın RE.T.E? |
Irak'ı geçin Japonya'da bile Amrikan solcırlarının teccavüz mağdurlar isyanlarda!
Bu da 100 yıllık ABD kolonisi Filipinlerden;
|
"Kadınlarımıza,çocuklarımıza tecavüzü durdurun!" ile yukarıdaki ifade yazılı.
|
Wikileaks belgeleri Irak cezaevlerinde 40.000 Iraklıya tecavüz edildiği geçiyor.
İslâmı onunla
bununla ılıtacağınıza, ticari, dünyevi hırslarınızdan arınarak, 1400 yıl önce
yapılmış Kur’an tefsirlerini günümüz şartlarında ihtiyaçlara göre adam gibi,
özünü bozmadan, adalet,, insanlık onuruna yakışan, tabiatı, hayvan ve
bitkileriyle koruyacak şekilde yanlışlar düzeltilse fena mı olur?
İyi olur da bizdeki
“reformcuların beyinleri” 1400 yıl öncekilerden daha da geride bir anlayışı
temsil ettiğinden bunun şu an önerilmesi bile abesle iştigaldir. Bu yüzden, din
“halka devletçe dayatılan bir zorunluluk” olduğuna göre, bu dini, cinsi
bozuklukları, yanlışları en iyi düzeltecek olan halkın ta kendisidir.
Hacca gidenlerin
kurban kesmeleri “yolculuk ve doğuracağı yiyecek sorunlarının engellenmesi
için” doğaldır. O dönemlerde İslâm öncesi de hac ibadetine açık olduğundan
Mekke halkının geçimi zaten Hacılardan sağlanıyordu. Çöl ortasında kum ve
taşlar arasında yaşayan, fare, kertenkele, çekirge, bitli kıllı ekmekler, yılanlar yiyen, deve sütünden başka şey
bilmeyen Hicaz’ın çöl Arapları bu Hac ibadeti sayesinde karnını doyuruyor,
yapılan kurban bağışlarıyla da et yiyor, para kazanıyordu.
Günümüz Mekkesi
dünyanın en zengin petrol gelirlerine sahip olması yüzünden zenginleştiğinden,
artık hacılara “can simidi” değil de “kurtulunması gereken yük” olarak
bakmaktadır. Kesilen kurbanlar greyderlerle, kepçelerle açılan çukurlara
doldurulmaktadır. Bu nedenle Mekke’ye gidip kurban keseceğine kendi ülkemizdeki
“100.000” e yakın evsize ev, 10 milyona yakın işsize iş olmasa da birkaç
apartman birleşerek en azından borçlarının kapatılması için kurbana ayrılacak
paraların kullanılması daha hayırlı değil midir?
Kurban edilecek bir Abdullah (veya bir insan) "10" deve ediyorsa, bir
deve ederi kadar para fakirlere dağıtılarak daha fazla sevap işlenir.
Zaten günümüzde kurban dağıtan yok. Kesip yiyorlar.
En azından, işsiz bir
aile reisine, kendisini sevmezseniz, çaktırmadan bir çocukla “namınızı
gizleyerek” gönderip yardım etseniz daha sevap değil midir?
Takdir sizlerindir.
Takdir
sizlerindir.
Açıklamalar;
1-Abdülmutallip, “Talip’in
sadık kölesi” demektir. Yemen
Sabilerinin Ay Tanrısının adı Talip’tir. Abdülmutallip, adından da
belli olduğu gibi Yemenli Adnani kabilesindendir.
2-Kâbe’nin baş
putu “Allah’ın kölesi” demektir. Gene Allah adının, İslâm öncesi Hicaz
Araplarında “Abdullah” (Allah’ın
kölesi) yer aldığına dair bir başka örneği Kur’an Enam Suresi “7. Ayet” tefsirinden
verelim;
Enam Suresi
6:7; 7-“Ey Muhammed biz yukardan senin üzerine kâğıtta yazılı mücessem bir
kitap indirseydik de, onlar gözleriyle gördükten başka, ona elleriyle de
dokunsaydılar, o küfre alışmış olanlar mutlaka, "Bu açık bir sihirden
başka bir şey değil" derlerdi”. Kaydı, dokunma hissinin, görme
hissinden daha yakın ve daha kuvvetli olduğunu ve yalnız gözün aldanabileceği
yerde dokunmanın aldanmayacağını işaret eder.
Bu âyetin
iniş sebebi Abdullah b. Ebi Ümeyye
olmuştur. Resulullah'a karşı açıkça inat ederek, "Sana iman etmem, tâ
ki göğe çıkasın, sonra bir kitap indiresin ki, onda; 'Aziz olan Allah'dan Abdullah b.
Ebi Ümeyye'ye' diye yazılmış olsun ve bana, seni tasdik etmemi emretsin ve
bununla beraber bunu da yapsan tasdik edeceğimi sanmıyorum"
demişti. Fakat sonra iman etmiş ve Tâif'te şehit olmuştur…”
Şimdi önce
hayvan kurbanını görelim ki Kurban Bayramı arifesinde belki birilerinin işine
yarayacak bir şeyler öğrenebilsin;
*Allah ve Kızları= Hıristiyanlık ve
İslâmiyet’e kadar bütün dinlerin bir kavmi vardı. Her dinin bir tanrısı ve onun
soyundan gelen milleti vardı (Feodalite). Hicaz Mecusileri/Yezidileri, Harran
ve Yemen Sabiliği kökenli inanışları vardı. Ay tanrısı Allah’ın kızı Uzza
cennetten kovulmuş bilge çöl şeytanıydı. Hicaz Arapları onun soyundan
ürediklerine inandıkları için her işe “Bi’smi’l-lâti
ve’l Uzza” (Uzza’nın adıyla) diye başlarlardı. Besmele’nin kökeni
Urfa/Harran Sabilerine uzanır. Harran Sabi Arapları da Allah’ın (Ay Tanrısı
Sin’in adlarından biri) kızı El Roha/El
Ruha adlı gökten düşmüş dişi şeytandan ürediklerine inanırlardı. Uzza’ya karşılık gelen bu şeytanın Lat ve Menat adlı iki kız kardeşi de
vardı. M.Ö.2300 yıllarından Lübnan’da Petra halkının tanrıçalarıyla. “Bismillah” ve “Lailaheillallah” Harran Sabilerince dört bin yıldır bilinir. İslâm’dan 610 yıl eski olan
Kudüs-Lübnan Hıristiyanları İsa’ya Allah nazarında tapındıkları için
ona “İbn el Allah el Mesih” (Allah’ın Oğlu Mesih) şeklinde İsa
peygamberi “Allah” adıyla anarlar. Oysa
İslâm henüz “1400” yıllıktır. Muhammed de peygamberlik öncesi Mecusilikte
dinden çıkmak sayılan “Öğle ve ikindi namazları” kıldığı için “Sabi Muhammed”
olarak anılırdı. Amcası Ebu Süfyan ona bu namazları yasaklamıştır. Zira Ebu
Süfyan da namaz kılardı. Mecusiler onu uzaktan görünce “Sebat et Nucüm” (Yıldız göründü) diye alay ederlerdi.(Necm Suresi
tefsirine bakınız)
İranlılar da
Ahura Mazda’nın adıyla başlarlardı. İslâm öncesi “Allah” Kâbe’de bulunan putların en büyüğüydü. Diğer bilinen adı da
“Hubel” dir. Lut peygamberin soyu
olan Muavilerden Kâbeyi korumakla görevli Cürmühilerce Lüban’dan alınıp
getirilmiştir. Üç kızı olduğu kabul edilirdi. “Allah’ın Kızları” ya da “Üç
Ulu Kuğular“ adlarıyla anılırlardı.
Savaşa giderken önce Allah
putundan yardım dilenildikten sonra kılıç tanrıçası olan Uzza’nın putuna gelerek ondan da yardım dilenilirdi. Bunlar,
El Lat (Güneş), El Uzza (Venüs/İştar) ve en
yaşlıları olduğu kabul edilen Menat’tı
(Ay). Necm Suresinde “melek”
oldukları, meleklere “dişi”
denilemeyeceği 19.20.,21.,22.,23.ayetlerde dile getirilmiştir. Bunlar Nahle
(Hurma) ovasındaki vahada (su kenarı) bulunan üç semüre ağacında yaşayan “ağaç
tanrıçalar” dı. Uzza’yı, peygamber Muhammed’in emriyle Halid Bin Velid boynunu
kılıçla keserek öldürmüştür. Bu yüzden ona “Allah’ın Kılıcı” adı verilmiştir. Kur’an’da “Allah Suresi”
adında bir sure yoktur. Kur’an “Rahman”
adını getirmiştir. Er Rahman Suresi günümüz Kur’anında “55.Sure” olmasına
karşın iniş sırasına göre “76.” Sıradadır. Mekke’nin fethinden sonra inmiştir.
“Rahman” olan tanrıyı yarattığı insan, hayvan, gök cisimleri ve adalet hakkında
bilgiler vermektedir.
“Bismillahirrahmanirrahim”
kelimesinin ilk geçtiği Fatiha suresinde tanrının “Rahman” olduğu açıkça ifade
edilir. İlk inen 10 suresinde “Allah”
adı geçmediği görülür.
Hatta
Araplar, “Biz Rahman’ı bilmeyiz.
Rahman’a inanmayız.” Diye açıkça tavırlarını koyarlar. “Bize
ulaşan bilgiye göre, sana öğreten (Tanrı değil), Yemame’deki şu adamdır. Rahman denen adam. Tanrı’ya ant
içerek söyleriz ki, biz Rahman’a
inanmayız.” (Bkz. Ibn Ishak, Siyer, tahkik ve ta’lik: Muhammed Hamidullah,
Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra: 254)
Burada Rahman denen adamla kastedilen
İslam’da Müseylime olarak tanınan Yemameli Rahman Müslim’dir. O da
peygamberlik iddiasındaydı ve o da ayet yazardı. Muhtemelen Rahmancı
haniflerdendi.
Meryem Suresi ile
sıklıkla anılan “Rahman“ adı birden ardından gelem TA HA Suresinde yerini Kabe
putu Hubel’in diğer adı olan El lah -Allah’a bırakır ve bu olay çok açık
görülmektedir.