Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

yakıldı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yakıldı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2016 Pazartesi

KUR’AN BAL GİBİ DEĞİŞMİŞTİR VE ELİMİZDEKİ DE DEĞİŞMİŞİN DEĞİŞMİŞİDİR.


İslami kaynaklarda, İslam öncesi dinlerde anlatıldığı üzere, göklerden hırsızlığı, Allah’a karşı gelmesi, ordu kurup savaşması nedeniyle kovulmuş, ama cezasını çekmesine rağmen göklere dönmesine izin verlmeyen “mağdure” dişi şeytan El Uzza, Er Ruha dinine tapınmanın getirdiği “sürekli ağlayan, yokluktan, mağduriyetten yakınan Arap geleneği gereğince olsa gerek, Muhammet’e gelen vahiylerin kırık testi, çanak, çömlek parçalarına, yazıldığı iddiası yüzünden önce “kağıt” hakkında bilgi vermek gereklidir.

M.Ö.II.yy.ait Çin paket kağıtları
Bu kaynaklardan birisi olan Zeyd İbni Said şöyle der:Kur'ân'ı araştırmağa, hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeğe başladım

Bakalım o zaman yassı taşlara ne kadar yazıldığını aşağıdaki araştırmamdan okuyalım;

Kağıt, eski Mısır’da Nil nehri kenarındaki bataklıklarda, ülkemizde pirinç tarlaları ve bataklıklarda da yetişen ve evlerde vazolara konularak dekor olarak da kullanılan, 1980’lere kadar evlerde halı yerine veya halı, kilim altına yere serilen hasır, sepet ve benzeri eşya yapımında kullanılan “papır”dan yapılırdı. Yunanlılar buna “Papirus” demişlerdir. Bu saz dövülerek inceltilir, suda bekletilerek yumuşatılır ve bazı işlemlerden sonra hasır gibi örüldükten sonra ağaç tokmaklarla dövülerek liflerinin bir birine geçmesi sağlanır, kurutlduklan sonra da üzerine yazı yazılırdı. Bu kağıttan “sayfalı kitap (mushaf)” yapmak olanaksız olduğundan eski kitaplar rulo yani tomar halinde yapılırdı.

Papirüs tarzı kağıdın en eski kullanımına 20.yüzyılda yaşamış İngiliz dilbilimci ve yazar David Diringer’in yaptığı tespitlere göre M.Ö. 2550 ile M.Ö. 2450 yıllarına ait Mısır dökümanlarında rastlanılmıştır.
Mısır ile tanrıları ve dinleri ortak sayılan Hicaz Araplarının babaları Arami peygamberi İbrahimden 450-500 yıl, Muhammet’in doğumundan 3000 yıl öncesinde papirüs kağıdı kullanılıyordu.
Bunun yanında, ceylan, keçi, inek, manda gibi hayvanların derileri gerilerek kurutulur bunlar kağıt yerine kullanılırdı. Topkapı sarayında Kutsal Emanetler bölümünde sergilenen Hz. Muhammet’in Mısır Kıpti (Çingene) kralına yazdığı “İslam’a davet mektubu da böyle bir deriden yapılmış kağıttır.
Çinlilerin M.Ö. II.yüzyılda ipekten, ve diğer materyallerden yaptıkları kağıtların örnekleri bulunmuştur.
Bu gün kullandığımız kağıt, İngilizce “Parchment”, Fransızca “Parchemin” adından dilimize “Parşömen” olarak geçen adla anılan kağıt, inek, dana, keçi,koyun derilerinin bir tezgahta gerildikten sonra tüylerinin kazınmasını takip eden bazı işlemlerden geçirilerek M.Ö.50. yılında Romalılar döneminde İzmir Bergama’da üretilmiştir. Bu kağıda daha iyi kullanım özelliği kazandırmak için de İnek rahminden alınan cenin kullanılmıştır. Parchemin-Parchment adının koyun ve keçi derisi ve “hayvan rahim zarı ile işlenerek sözlükçü Samuel Johnstone (1755) ve kaligraf Edward Johnston tarafından geliştirildiği bilgisine ek olarak, eski Grek/Yunan döneminde üretilmeye başlanıldığı, İskenderiye kütphanesi ile yarışmak için de Romalılarca Bergama’da üretildiği İngiliz “Brittianca online Encyclopedia” kaynağında geçmektedir.

Hatta, İskenderiye Kütüphanesindeki kitapların Bergama’ya getirilerek parşömen kağıda geçirilmesi teklifini yapan Jül Sezar (M.Ö 100-14), Mısır Kraliçesini “kitapların çalınacağı” korkusuna düşürmüş ve bu nedenle Kleopatra’nın İskenderiye kütüphanesinin yaktığı iddiaları tarihte yer almaktadır.
Bu kağıt ile ilk defa “sayfalı kitap”, Araplardan bize geçen adıyla “Mushaf” yapmak mümkün olmuştur. Müslümanlar arasında Kur’an-ı Kerim’in adı olan “Mushaf”ın aslında “sayfalı kitap” demek olduğunu böylece öğrenmiş oldunuz. Muhammet’in doğumu M.S. 571 olduğuna göre parşomen kağıt Muhammet’ten tam 621 yıl önce icat edilmiştir. İnek, keçi derilerinden kağıt yapma işi 18.yüzyıla kadar sürmüştür.

Kureyş gibi, hileci kurnaz, tüccar ve de zengin ve de, şehirlerine gelen misafirleri ücret almadan doyurmakla övünen varlıklı, İran, Mısır, Suriye, Anadolu coğrafyasında ticaret kervanları çalıştıran bir toplumun kağıttan habersiz, çanak çömlek kırıklarına Kur’an vahiylerini yazacak kadar sefil ve kağıttan habersiz toplum olmasını düşünmek sadece kağıdın tarihini bilmemekle açıklanabilecek bir cahilliktir.
Arapların bunu yapmaları ise, “biz ne sefilliklerden gelerek bu kadar büyüdük geliştik” diye övünmek için yaptıkları mağdure dişi şeytanının kurnazlığına yatmalarıdır.

Bu bilgileri okuduktan sonra, Kur’an’ın indirildiği zamanın “taş devri” olmadığını, o çağda günümüzdeki kadar gelişmiş olmasa da her türlü kağıdın veya kağıt yerine kullanılabilecek materyallerin olduğunu, Arapların acındırma yoluyla büyüklenme geleneklerini de öğrendik.

Kur’an Alak Suresinin ilk ayetleri de zaten “Biz Adem’e kağıt ve kalemle okuryazarlığı öğrettik” derken Arapların bu yalanını da yüzlerine vurmaktadır. Tufan öncesi en az 250.000 yıl öncesinde Adem’e kağıt-kalemle okuryazarlık öğreten Allah’ın insanlara bıraktığı bir kültüre, her şeyi yok eden tufandan sonra Mısırlıların Muhammet’ten 3000 yıl önce papirüs kağıdı kullandıkları bilinirken, “çanak, çömlek kırıklarına yazı yazma” masalı ancak, kendini acındıran, kişiliksiz, yalancılıkları ve  masalcılıklarıyla ünlü Araplara yakışır.
İleride Muhammet’in ağzından bunların yalancılıklarına, hırsızlıklarına da tanık olacağız.

Koyun derisinin gerilmesiyle kağıt
için hazırlanan şekli
Bütün bunlara rağmen günümüzde bile bir çok Müslüman Kur’an’ın, kitapçılarda satıldığı gibi, ciltli, birinci kalite parşömen kağıda basılmış, sayfalı bir kitap olarak gökten indirildiğinie, ayrıca hafızlarca ezberlenip akıllarda korunduğunu düşünecek kadar din ve tarih hakkında bilgisizdir.

“Kuran’ın bir harfi bile değişmedi” iddiasına olan bağlılıklarını, Kur’an ayetine dayandırmaları hem akılsızca olduğu kadar da ilginçtir.

İslam siyasi bir dindir, 627’de Romalıların İranlıları kesin yenilgiye uğratmasından sonra taht kavgalarında uzun zaman geçirerek kendisini topralayamayan İran’ın durumunu fırsat bilen Roma imparatoru Herakles’in putperest Mecusi, Katolik İncil’ine ters düşen ve İsa’yı kovulmuş dişi şeytan Er Ruha’ın kılık değiştirmişi olarak tanımlayan, İncil’i Vaftizci Yahya’dan aldıklarına inandıklarından yasaklanan ve soy kırıma uğratılan Ortodoks Süryani, Sabi Hristiyanlığı, Sabi ve Habeş Sabiliği temelli “Güneş/Gök Ana-Güneş Evi” dini temelli Ortodoks Yahudileri Katolik Roma Hristiyanlığına zorlaması sonucu alel acele bu dinlerin ortası alınarak üretilmiştir.

İran’ın kesin yenilgisini takiben, Herakles’in Suriye Şam’da Ebu Süfyan ile görüşmesinin ardından Ebu Süfyan, 630’a kadar İran’ı gözlemiş, İran’da bir toparlanma olmayınca da Herakles’in baskıları da artınca Mekke’yi Muhammet’e teslim etmiştir. Öldürülmemesinin de asıl sebebi budur.

İran’ın kesin yenilgisi 627’den Muhammet’in ölümü 632’ye kadar İslam’ın bir anda, Roma’nın desteklediği diğer üçü erkek biri kadın dört peygamber adayının etkili olduğu Yemame, Yemen, Hazreç bölgelerinin  kılıç zoruyla İslam edilmesi, tarihi boyunca tek devlet olamayan Arap yarımadasının sınırlarını “”5” Beş yılda Suriye’ye dayaması Herakles’in desteği olmadan olanaksızdır.
Diğer yandan İran şahı Hüsrev’in Muhammet’in kellesini Yemen’in Fars valisi Bazan’dan istemesine rağmen bu büyüme ve gelişme Roma’ya rağmen olanaksızdır.


Yahudileri 627 yıl, ilşk Hristiyan Yahudileri de 300 yıl sürgünden sürgüne gönderen, soykırımlara tabi tutan ve hala İran etkisiyle kendine isyan eden Kuzey Afrika, Arabistan, Suriye Amanos, Irak Zağros dağlarında yaşayan Arami- Süryaniler ile Ermenilere nefes aldırmayan Roma Muhammet’i neden korusun?
Muhammet sonrası Emevi İslam devletinin ilk önce Irak, İran’a  girip ele geçirmesi ardından Mısır’a saldırıp işgal etmesi sadece sekiz yıl almıştır. Libya ve Tunus dahi 641’de işgal edilmiştir. Süryani –Nasturi İncili temell Hristiyanlık mezhebinde olup, Katolik Vatikan kilisesine biat etmekte sıkıntı yaşatan İspanya’nın işgaline Roma’nın sessiz kalması da bu şekilde açıklanabilir.

Yoksa,Roma imparatorluğu keriz midir ki tarih boyunca millet ve devlet olamamış Hicaz Araplarını kendine rakip olacak kadar güçlendirsin, güçlenmelerine izin versin?

İslam haritasının önce Roma’nın 627 yıl düşmanı olan İran ülkesi ve ona bağlı Kafkaslar üzerinde gelişmesi, buralarda yaşayan Ortodoks Süryani, Habeş Süryani inancına mensup Ermeniler, Sabiler, Mecusiler ile Mecüc soyu saydıkları Türkler’in soykıırmlara uğratılması da tesadüf değildir.
Bu toplumlar Roma’yı çökerten bitirenlerdir. İslam, Roma ve Vatikan’ın parasıyla Roma’nın öcünü alan fedai Arapların Hristiyan Nasturilik mezhebi temelli dinidir.
Muhammet, bir peygamberden çok, Hristiyanlığı “İslam” adıyla gizleyen, halkını Roma’nın paralı askeri yaparak güçlü millet yapmak isteyen bir işbirlikçidir.
Bunda da Roma’nın desteği ile başarılı olmuştur.
Bu konuda geniş bilgi “Roma İslam Tezgahı Mı” başlıklı yazımda, “adilyargic.blogspot.com” da yayınlanmıştır.

Muhammet ve ardından gelen bütün halifelerin Roma’ya saldırmamalarının da tek açıklaması budur.
 İran ve Mısır’ın fetihlerinden sonra büyüklenen Arapların Roma’ya meydan okumaları ise ancak sekizinci yüzyılda kesinleşmiş bu da önce Abbasi hanedanının iktidara getirilmesi ardından da İslam imparatorluğunun güçten düşürülmesiyle sonuçlanmıştır.,
Bu gün de bağımsız tek Müslüman devlet yoktur ve gene hepsi de çağımızın Roma’sı olan Amerika birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkelerinin işbirlikçileridirler.

Bunca tarihi ve siyasi gerçekler ortadayken, insanlara hala A.B.D-A.B merkezli desteklerle dayatılan köktendincilik ile cahilleştirilmiş Müslümanlar, Kur’an’ın Allah’ın korumasında olduğuna ve değişmeyeceğine inandırılmışlardır. Sanki, Kur’an  basılı bir kağıt tomarı değil de, kendisine kötü niyetle yaklaşanı yakacakmış, ölümle cezalandıracakmış gibi görülmektedir.. Bu hal de Muhammet’in kırdığı putların yerini Arap alfabesiyle yazılmış Kur’an kitabının aldığına işarettir.

Yukarıda verdiğim tarihi çelişkiler ile, Muhammet zamanında yazılmış Kur’an sayfalarının yakılması, yeniden yazılmasının sebebi de birden genişleyen, büyüyen devletin çok farklı dini ve kültürel gelişmişliğe sahip milletlerin ihtiyaçlarını karşılayamaması gerçeğine dayandırılmalıdır.
İşgalci Araplar, Roma desteğiyle işgal ettikleri toplumlara dayattıkları dinlerini savunamaz duruma düşmüşlerdir. BU eksikliği kapatmak için de Kur’an yeniden derlenerek ve Grek Hermetizmi esas alınarak yeniden yazılmış ve düzenlenmiştir.

Kur’an hiç bir zaman Allah’ın vahiyleri olmamıştır ve Nasturilik Hristiyanlığı ile Katolik Hristiyanlığı ilkelerine göre yeniden yazılmıştır. Felsefesi/tasavvufu da Grek Hermetizmi olarak belirlenmiştir.
Buna kanıt olarak kısaca, Muhammet’in peygamber peygamberlik mührünü gören Nasturi Arabistan episkoposu Büşra Şehri kilisesi episkoposu Bahira, onun peygamber olduğunu açıklayan, çocukluğundan beri Muhammet’i takip eden Varaka bin Nevfel’in Mekke Nasturi kilisesi baş keşişi olduğunu, Muhammet’in sıklıkla görüşüp danıştığı kişilerin hepsinin de Hristiyan olduklarını yazmak yeterlidir.
Bu olayları, sanki ilahi bir kitap varmış mantığı ile inceleyen din tüccarlarının, bunlara gerçekten “ilahi din” diye inananların “Kur’an’ın neden yakıldığı, yıkandığı/silindiği, değiştirildiğine” veya yeniden yazıldığına dair tespitlerini okuyalım.

Önce Kur’an’ın gökten ciltli, pırıl pırıl parşömen kağıda basılı, ciltli olarak inmediğini, kimin rüyada kiminin uykuda “vahiy/fısıltı” yoluyla 611’den 632’ye kadar geçen 22 yılda geldiğini İslami kaynaklardan öğrenelim;

Vahiy nedir? Kur’an Nasıl Toplanmıştır?

VAHİY: Kelime anlamı, imâ, fısıldama, işaret, bir şeyi hızla yapmaktır. Dini anlamda ise vahiy; Yüce Allah'ın, insanlara ulaştırmak istediği mesajı (emir, yasak, tavsiye, bilgi,..), değişik yollarla Peygamberine iletmesine denir. Vahiy kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de; ilham etmek, içgüdü, emretmek, işaret etmek, fısıldamak anlamlarında da geçmektedir...

Peygamberimiz (a.s.), peygamberliğinin ilk altı ayında sâlih rüyalar görür ve gördükleri aynen çıkardı. "...Mü'minin rüyası, peygamberliğin kırkaltı parçasından biridir.” buyurmuştur. (Peygamberlik süresi yirmi üç yıldır, altı ayda bu sürenin kırk altı da birini oluşturur.) Cebrâil (a.s.), vahyi Peygamberimize görünmeden getirdiği gibi, asıl şekliyle ya da bir insan şeklinde görünerek getirdiği de olurdu. Miraçta olduğu gibi aracısız olarak doğrudan Yüce Allah tarafından verildiği de olmuştur...”

Vahiy yoluyla peygambere bildirilen Allah’ın emirlerine “ayet”, ayetlerin yorumlanmasında uyuşmazlık hallerinde peygamberin yaptığı açıklamalara “hadis” denilir. Hadisler bazen ayetlerde belirtilmeyen peygambere ait sünnetler ile bazı konularda yapılması gerekenlerin, olayların açıklanması şeklinde de söylenildiği görülmektedir.

İşte, vahiy yoluyla indiği yazılan Kur’an’ın Allah’ın korumasında olduğunu anlatan o ayetlerden birisi;

“Hicr suresi 9. ayet;
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.”

Beni Kureyza Kabilesinin Hz. Ali tarafından
katlini gösteren 19.yy. minyatürü
Öyleyse, peygamberin ölümünden sonra bir Kur’an karmaşası neden başlar?

Zeyd İbni Said şöyle der:Kur'ân'ı araştırmağa, hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeğe başladım. Tevbe Suresi'nin sonu olan: ‘Andolsun size kendi içinizden öyle bir elçi geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü'minlere şefkatli, merhametlidir. Eğer (inanmaktan) yüz çevirirlerse de ki: 'Allah bana yeter. O'ndan başka tanrı yoktur. O'na dayandım. O, büyük Arşın sahibidir.' âyetini yalnız Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin yanında buldum." (Buhârî, Fedâilu'l Kuran, 3, 4 ncü bâblar, Ibn Hanbel, Musned, 1/13; Ebu Dâvûd, Kitâbu'l-Mesâhif, s. 67)

Yassı taşlardan, insanların hafızalarında kalmış üç beş surelik ezberlerden Kur’an yapma çabaları nedendir?
Allah’ın “Kur’an’ın koruyucusu da elbette biziz” demesi belkide itimat/güven telkin edici ifade olarak diğer dinlerde de bulunan bu ayet Kur’ana sonradan sokuşturulmuştur. Başka şekilde açıklanamaz.

Ortada, peygamber zamanında yazılmış dört tane Kur’an’ın olduğu bilinirken bunlar neden olmuştur?

Hz. Ayşe’nin “ifk/Zina” olayı nedeniyle Ömer’in kendisini Muhammet’in ölümünden sonra recm edeceği korkusuyla, Halife Osman’a teslim ettiğini Necm ve Nur Sure tefsirlerinde E.H.Yazır hoca kaynağıyla vermiştir.
Diğer saklayanlarında başka korkuları vardı. Bunların başında, Ebu Süfyan’ın ve peygamberin düşmanlarının tek tek devletin başına geçmelerinin getirdiği endişeler dikkate alınmalıdır. Bunu ileriki konularda genişçe işleyeceğiz.

Oysa, Kur’an’ın bu günkü sure diziliş sırası bile peygambere gelen vahiy sırasına göre değildir. Hiç yapılmadıysa bu değişiklik mevcuttur.
Muhammet peygamberdi veya değildi. Ama her ne bıraktıysa arkasından bıraktığı her şey silindi ve yeniden yazıldı, düzenlendi ve bu gün sevdiğiniz ya da eleştirdiğimiz İslam haline getirildi.
Şimdi de Kur’an’ın Emevi-Abbasi dönemlerinde Bağdat İslam Üniversitesinde bu günkü haline nasıl getirildiğini okuyalım;

KURAN AYETLERİNİN İNİŞLERİNE GÖRE SIRALANIŞLARI

Bilindiği gibi Kuran ayetleri, Hz. Muhammed ve Dört Halife döneminde "geliş sıralarına" yani peygambere vahiy ediliş sırasına göre yazılmaktaydı.
Abbasiler döneminde İ.S.732'lerden sonra Bağdat şehrinin kurulması ile burada bir İslam üniversitesi kurulur ve Yunan'dan Çin'e bütün o zamanın dünyasının ülkelerine giden Kuranı iyi ezbere bilen din adamları, diğer dinleri ve felsefeleri incelerler ve Sokrates ve Aristo mantığına dayalı "Tek Tanrıcı",Sabi, Sufi kavramlarına uygun tefsirler oluştururlar. Kolaylık olsun diye (!) Kuran ayetlerinin yerleri, "uzundan kısaya” olarak değiştirilir.
Bu da Kuranın anlaşılmasını bilmeceye çevirir ve olayların sırası karıştığından, insanlar Kuranı yorumlamak için din ulemalarına ihtiyaç duymak zorunda bırakılır.
İslam öncesi Hicaz Arapları Mecüsi (Şeytana tapan Yezidi) olduklarından, bu dinde halka “okuryazarlık” yasaktı. Kur’an’ın Hicaz Araplarına gelmesi nedeniyle, o zamanki inanışlara göre, onların dinine giren başka milletler bunu kendi dillerinde anlamasa da olurdu. Çünkü onlar, bu dinle şereflendikleri için “surre=rüşvet” ödemek zorunda olan “Mevaliler/ kölelerdi”. Osmanlı bu “Surre/rüşvet” vergisini Cumhuriyetin ilanına kadar düzenli olarak ödemiştir.
Türkleri de kıyamette yani yeryüzünde bütün canlıların ölmelerinden sonra uzun bir süre dünyada hayat olmayacaktır. Tanrının uygun gördüğü bir zamanda Allah’ın emri ile melek İsrafil’in şura’yı (boruyu) üflemesi ile yeryüzünde yaşamış ve ölmüş tüm canlılar dirileceklerdir ve o zaman Allah ile şeytanın orduları savaşacaktır. İşte bu savaşta Türkler “Şeytan’ın ordusu olacak” kavim olarak geçtiğinden (Kehf Suresi ;90-96.” Ayetlerin yorumu) bizlerin Kâbe’ye gelmelerini de istemiyorlardı. Bu yüzden Türk hacılar özellikle Filistin, Lübnan bölgelerinde Araplar tarafından öldürülüyor, köle olarak satılıyorlardı.

Arapların Türk Hacı Katliamları;
“...Zamanımızda kadın taifesinin Kâbe’si, doğup büyüdüğü kapısının eşiğinin iç yüzüdür. Dışarı çıkmaya. Çünkü bu Kâbe yoluna çıkanlar, kadınların neler çektiğini bilirler. Mesela Konakçı Ali Paşa senesinde Reşit oğlu adlı Araplar, hacıları vurup nice ehli ırz kadınları, cariyeleri, üryan edip, götürüp inciterek o nazlı hatunlara hizmet ettirdiler. Nicesi öldü, nicesi para verip kurtuldu. Nicesi orada kalıp evlat sahibi oldular. Hakirin bu tasviri farza aykırıdır ama yüreğim yanıktır. O faciada hakir bulundum, gözümle gördüm.” Kaynak -Evliya Çelebi Seyahatnamesi C.9 .S-161 ve 165.

Oysa Türkler her zaman iyi olan gök ruhları ve kötü olan yer altı ruhları gibi inanışları olsa da “Tek Tanrıya” tapmışlardır. Bana sorarsanız asıl, Hindu, İran, Çin ve Yahudi dinlerine girdiklerinde şeytana tapmaya başlamışlardır.
Şeytan ve cinlere tapınan Budist, Hindu, Brahman, Mitracı, Zerdüşt, Mecüsi, Yezidi (Şeytan Tavus’un soyudurlar), Sabi (Şeytan El Ruha ve Ruda’nın soyudurlar), Yahudi ,Hıristiyan (Şeytan hileci, topuk tutan Yakup’un soyları) ve öteki ekvator bölgesinde yaşayan kavimlerdir. Allah ta yukarıda delilleriyle yazdığım gibi Kâbe’deki 360 tane şeytanın başıdır. Allah’ın İslâm öncesi bir Kâbe putu olduğunu Kur’an tefsirlerinde (Fatiha Suresi) bulabilirsiniz. Hz. Peygamber zamanında yaşamış Kur’an tefsir yazarı ve İslam tarihçisi İbn-i Hişam’ın “Kitab-ül Asnam’ı” (Putlar Kitabı) araştırınız.

İşte, "Hileci" Hicaz Araplarının bu sinsi hileleri Şeyhlerin, Şıhların, Dervişlerin, Pirlerin, Müritlerin kısaca Ruhban ve Köle toplumların oluşmasını sağlarlar.
Zaten Müslümanlara kendi dillerinde Kur’an okumanın yasaklanmasındaki amaç ta halkın devlet adamlarını imtihana çekmelerini önlemek ve Arap olmayan kavimlere de Hicaz Araplarının “Mevali/Köle” algılamaları yüzünden Kur’anla şereflenmeleri(!) çok görüldüğü içindir.
Bu günkü Kuran'ı Hz. Muhammed'e inişlerine göre , "vahiy sırası" içinde, anlaşılabilir şekilde okumak istiyorsanız, bu sırayı takip ediniz.
Örneğin, Alak Suresi "İlk İnen" ayet olmasına rağmen bu gün "96. sırada, ikinci inen Kalem Suresi ise 68. sıradadır.
Diğer yandan Erzurumlu İbarahim Hakkı Hazretlerinin (1703-1780) Marifetname adlı kitabında “18.” Sayfasında Kainatın (Cennetin) derecelerini açıklarken “Bütün cennetlerin derecelerinin toplamı “6.666” derecedir. Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin toplamı kadar.” Demektedir.
Bu gün Topkapı Sarayında bulunan ve Hicaz’ın Osmanlı’dan çıktığı yıllarda zamanın Medine Valisi tarafından deve sırtında kaçırılarak getirilen iki altın şamdan vardır. Bunlar Medine’de “Medine-i Nebevi” yani peygamber Camisinde bulunan Hz. Peygamberin mezarında bulunan şamdanlardır. Ağırlıkları “48.kg” dir. İkisinin toplamı “96” eder. Kur’an’ın Sure sayısına eşittir. Her şamdan “3.333” adet küçük elmas ile süslenmiştir. İkisinin toplamı “6.666” eder Kur’an’ın ayet sayısını verir. Oysa günümüz Kur’anı “114” Sure (Metin) ve “6.660-6,664” arasında ayet sayısı olduğu görülmektedir.
Osmanlı Şeyhülislamlığı yapmış Abdülhakim Arvasi’nin (Cumhuriyet döneminde Van Milletvekilidir) oğlu Kadıköy Müftüsü Ahmet Mekki Üç Işık yazdığı “Saadet-i Ebediyye” adlı kitabın 43. Sayfa, ikinci paragrafında Kur’an “114” Sure, “6.660” ayet diye yazmıştır.
Aşağıda belirtilen tablo toplandığında ise “114” Sure “6.125” ayet çıkmaktadır. İki kez aynı sonucu almama rağmen hata yapmış olabilirim belki ama bu kadar rakam kaçırdığımı sanmıyorum. Belki tabloyu hazırlayanda bir hata vardır.
Kur’an’ın ayetlerini iniş sırasıyla okumak, Peygamberliğin gelişinden itibaren ayetlerin inmesine sebep olan olayları sırasıyla okumanızı sağlayacaktır. Böylece onu daha kolay anlamaya sebep olacağından, günümüz Müslümanı ister Hicaz Arap'ı ister başka milletten Müslüman olsun Kuranı anlamak için aşağıdaki formülden yararlanmak zorundadır. Yoksa Türkçesi de olaylarını net biçimde algılamanıza yetmeyecektir.
Kolay gelsin.
Alaeddin Yavuz/

İNİŞ SIRALARINA GÖRE KURAN SURELERİNİN DİZİLİŞLERİ
Surelerin peygambere vahyediliş sırası solda, sonraki sıra da günümüz Kuran sırasıdır.
 İniş S.No -K.S.NO-SÛRE ADI          AYET SAYISI         CÜZ      SAYFA
96        Alak                             19                    30             597 
68        Kalem                         52                    29             563 
73              Müzzemmil                 20                    29             573 
74              Müddessir                    56                    29             574 
1          Fâtiha                           7                      1             0 
111       Tebbet                         5                      30             603 
81        Tekvîr                         29                    30             585 
87        A’lâ                             19                    30             591 
92        Leyl                             21                    30             595 
89        Fecr                             30                    30             592 
93        Duhâ                            11                    30             595 
94        İnşirâh                          8                      30             596 
103       Asr                              3                      30             601 
100       Âdiyât                         11                    30             599 
108       Kevser                                     3                      30             602 
102       Tekâsür                         8                      30             600 
107       Mâ’ûn                         7                      30             602 
109       Kâfirûn                         6                      30             603 
105       Fil                                5                      30             601 
113       Felâk(*)                         5                      30             604 
114       Nâs(*)                         6                      30             604 
112       İhlâs                             4                      30             604 
53        Necm                           62                    27             525 
80        Abese                         42                    30             584 
97        Kadr                            5                      30             598 
91        Şems                            15                    30             594 
85        Bürûc                           22                    30             589 
95        Tîn                               8                      30             596 
106       Kureyş                                     4                      30             602 
101       Kâri’a                         11                    30             600 
75        Kıyâme                         40                    29             576 
104       Hümeze                         9                      30             601 
77              Mürselât                       50                    29             579 
50        Kâf                              45                    26             517 
90        Beled                           20                    30             593 
86        Târık                            17                    30             590 
54        Kamer                         55                    27             527 
38        Sâd                              88                    23             452 
7          A’râf                            206                   8             150 
72        Cin                               28                    29             571 
36        Yâsîn                           83                    22             439 
25        Furkân                         77                    18             358 
35        Fâtır                             45                    22             433 
19              Meryem                     98                    16             304 
20        Tâ-Hâ                         135                   16             311 
56        Vâkı’a                         96                    27             533 
26        Şu’arâ                         227                   19             366 
27        Neml                            93                    19             376 
28        Kasas                           88                    20             384 
17        İsrâ                              111                   15             281 
10        Yûnus                         109                   11             207 
11        Hûd                              123                   11             220 
12        Yûsuf                          111                   12             234 
15        Hicr                             99                    14             261 
6          En’âm                          165                   7             127 
37        Sâffât                           182                   23             445 
31        Lokman                         34                    21             410 
34        Sebe’                           54                    22             427 
39        Zümer                         75                    23             457 
40        Mü’min                         85                    24             466 
41        Fussilet                         54                    24             476 
42        Şûrâ                             53                    25             482 
43        Zuhruf                         89                    25             488 
44        Duhân                         59                    25             495 
45        Câsiye                         37                    25             498 
46        Ahkâf                           35                    26             501 
51        Zâriyât                                     60                    26             519 
88        Gâşiye                          26                    30             591 
18        Kehf                            110                   15             292 
16        Nahl                             128                   14             268 
71        Nûh                              28                    29             569 
14        İbrahim                         52                    13             254 
21        Enbiyâ                         112                   17             321 
23              Mü’minûn                    118                   18             341 
32        Secde                           30                    21             414 
52        Tûr                               49                    27             522 
67        Mülk                            30                    29             561 
69        Hâkka                         52                    29             565 
70        Me’âric                         44                    29             567 
78        Nebe’                           40                    30             581 
79        Nâzi’ât                                     46                    30             582 
82        İnfitâr                           19                    30             586 
84        İnşikâk                                     25                    30             588 
30        Rûm                             60                    21             403 
29              Ankebût                       69                    20             395 
83              Mutaffifîn                     36                    30             587 
2              Bakara(*)                     286                   1             1 
8          Enfâl(*)                         75                    9             176 
3          Âl-i İmrân(*)                       200                   3             49 
33              Ahzâb(*)                     73                    21             417 
60              Mümtehine(*)               13                    28             548 
4          Nisâ(*)                                     176                   4             76 
99        Zilzâl(*)                         8                      30             599 
57              Hadîd(*)                       29                    27             536 
47              Muhammed(*)             38                    26             506 
13        Ra’d                             43                    12             248 
55        Rahmân                         78                    27             530 
76        İnsan(*)                         31                    29             577 
65              Talâk(*)                       12                    28             557 
98              Beyyine(*)                    8                      30             598 
59        Haşr(*)                                     24                    28             544 
24        Nûr(*)                         64                    18             349 
22        Hac(*)                                     78                    17             331 
63              Münâfikûn(*)                11                    28             553 
58              Mücâdele(*)                 22                    28             541 
49              Hucurât(*)                    18                    26             514 
66              Tahrîm(*)                     12                    28             559 
64              Teğâbun(*)                  18                    28             555 
61        Saff(*)                                      14                    28             550 
62              Cum’a(*)                     11                    28             552 
48        Fetih(*)                         29                    26             510 
5              Mâide(*)                       120                   6             105 
9              Tevbe(*)                       129                   10             186 
110       Nasr(*)                         3                      30             603

Not: Yanında (*) işareti bulunan sureler Medeni (Medine'de inmiş), diğer sureler Mekki (Mekke'de inmiş)tir.

Görüldüğü gibi Kur’an, kendinden önce olan hiç bir din kitabında görülmeyecek şekilde, sure sıralarından ayet harmanına uzanan şekilde tahrif edilmiş, değiştirilmiş, ve yeniden yazıldığını işlemeye devam edelim. Bu ifadeler bana ait değil, bütün siyer ve hadis yazarlarına aittir.

Şimdi bu “Kur’an’ın bir harfi değişmedi yalanını” hadis ve siyer kaynaklarından nasıl yalanlandığını görelim.

1-Hz. Ali, Hz. 2-Abdullah b. Mesud,3- Hz. Aişe, Hz. 4-Abdullah b. Abbas gibi bazı sahabilerin elindeki Mushaflar, hususilik arz ediyordu
İşte yedi lehçe, farklı telaffuz ve benzeri sebeplerden dolayı, Hz. Osman (ra) devrinde, -daha önce Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde bir araya getirilen ve daha sonra Hz. Hafsa (ra)'nın yanında bulunan Kur'an sahifeleri esas alınarak dört veya yedi adet Mushaf nüshaları düzenlenmiştir.

Ümmet içinde bu konuda birliği sağlamak maksadıyla, bazı kimselere özel Mushafları -sahabelerin onayıyla- yaktırmıştı. (bk. Suyutî, İtkan, I/134; Subhi Salih, el-Mebahis, s. 78-85).

Ünlü tefsir ve hadis âlimi İbn Kesir (ö. 774), söz konusu nüshalardan bir tanesini Şam'da Dimışk camiinde gördüğünü söylemiştir. İbn el-Cezerî, İbn Fadlullah el-Umerî de bu  Mushafı orada gördüklerini söylemişlerdir. (bk. el-Mebahis, s. 88-89).

Hz. Ebu Bekir, halife olduktan sonra bazı bölgelerde dinden dönme (ridde) olayları meydana gelmiş, Yemame savaşında (M.633), 70 hafız şehit olmuştur. Bunun üzerine, Hz. Ömer (ra)'in teşvik ve ısrarıyla, Hz. Ebu Bekir (ra), kendisi hafız ve aynı zamanda vahiy kâtibi olan Zeyd bin Sabit başkanlığında bir heyet oluşturmuş, Kur'ânı toplayıp bir kitap haline getirme görevini bu heyete vermiştir. Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, İbni Kâab Zeyd’e büyük ölçüde yardımcı olmuştur. Oldukça titiz çalışmalar sonucunda yaklaşık bir yıl sonra Kur'ân-ı Kerim, ciltli bir kitap haline getirilmiştir, ama sure sıralarına riayet edilmemiştir.

Elinde Kur’an Bulunduranlar;
1-Hz. Ali
2-Abdullah bin Mesud
3-Hz. Ayşe
4-Abdullah bin Abbas.
5-Ebubekir’in toplattığı Kur’an; Bu kitaplardan Ebubekir, kendisi hafız ve aynı zamanda vahiy kâtibi olan Zeyd bin Sabit başkanlığında bir heyet oluşturmuş, Kur'ânı toplayıp bir kitap haline getirme görevini bu heyete vermiştir. Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, İbni Kâab Zeyd’e büyük ölçüde yardımcı olmuştur.

6- Hz. Osman’ın yazdırdığı Kur’an; Hz. Osman (ra)’ın emriyle dördü asıl, on iki kişilik bir heyet oluşturulmuş. Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında yazılan Kur'ân-ı Kerim'e bakılarak çoğaltılmış olan Mushaf, aynı zamanda sure sıraları da Hz. Peygamber (asm)'in emir buyurduğu gibi düzenlenmiştir. Bu tasnifte ihtilaf edilen kelimelerde Kureyş lehçesine göre yazılmıştır. Bundan sonra Kur’an önemli şehir merkezlerine gönderilmiştir. (H.25/M.646)

7-Hafsa’nın Kur’anı; Zeyd'in derlediği bu Mushaf, Ebubekir (ra)'in yanında kalmış, onun vefatıyla Ömer (ra)'e intikal etmiş, onun vefatından sonra da kızı Hafsa'nın eline geçmiştir
Hz. Hafsa'ya iade edilmiş olan ana Mushaf da ölünceye dek onun yanında kalmış, Medine valisi olan Mervân ibn el-Hakem, yakmak üzere o nüshayı istemişse de Hz. Hafsa vermemiş, fakat bu mü'minler anasının vefatı üzerine Mervân o Mushafı alıp yakmıştır. (el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)

Hz. Osman'ın, yazdırdığı resmî Mushaf dışındaki mushafların yakılmasını emretmesi kıraat ihtilâflarını ortadan kaldırmak, Müslümanları tek kıraatte birleştirmek, birliği sağlamak içindi. Nitekim Hz. Ali (ra)’nin:
"Ey insanlar, Osman hakkında aşırı sözler söylemekten, ona 'Mushaflar yakıcısı!' demekten sakının. Vallahi o, Mushafları, biz Muhammed'in ashabı önünde yaktı. Osman zamanında yönetici ben olsaydım, onun mushaflar hakkında yaptığını ben de yapardım."
dediği rivayet edilir.(Kurtubî, 1/54; el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)

Osman’a Kur’an Teslim Etmeyenler;
1-Hz. Ali
2-Abdullah ibn Mesud
3-Übeyy ibn Ka’ab
4-Hz. Ayşe (?)
Buhârî'nin rivayetine göre Hz. Âişe (ra), Mushafını görmek üzere gelen bir Iraklıya, özel mushafını göstermiştir.(Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân, 5) Ayşe’nin Ömerin ölümünden sonra Osman’a teslim ettiği de yazılır. (E.H.Yazır Necm Suresi tefsiri. Yukarıda da anlatıldı.)

Osman’ın elinde olanların Kuranları teslim etme emrine uymayıp kendi özel Mushaflarını saklayanların bulunduğu da tarihen sabittir. Çünkü Hz. Alî,  Abdullah ibn Mes'ud, Übeyy ibn Ka'b'ın özel Mushaflarından söz edilmektedir.(Kurtubî, 1/53)

İbn Ömer diyor ki:
"Hiçbiriniz Kur’an’ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. bilemez ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir.Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum desin yalnızca." (suyuti, el itkan, 2/32.)

Hz. Osman (r.a), çoğaltılan mushafları önemli İslâm merkezlerine gönderince, bunlar dışında elde bulunan özel sahife ve mushafların bir rivâyete göre yakılmasını (13), bir rivâyete göre yırtılmasını (14) veya bir rivâyete göre yıkanıp temizlenmesini yani silinmesini emretti (15). Burada (H) harfinin noktalı veya noktasız olmasından da değişik mânâ çıkabilir. Noktasız yakma, noktalı (Hı) yırtma, parçalama mânâsına gelmektedir. İbn Hacer "Rivayetlerin, çoğu yakma hususunda sarihdir" der. Belki de bazıları, yazıları iyice giderebilmek için önce yıkamış veya yırtmış, sonra da yakmışlardır. Yırtma, yıkama ve yakma birleştirilebilir (16). Gömüldüğüne dâir de bir rivâyet vardır (17). R. Blachere de her üç rivayetin bulunduğunu kabul eder (18). T. Nöldeke, yakma işlemini gereksiz görür. Yakma yerine, yıkanıp temizlenir ve o malzeme yeni bir yazı için kullanılır, görüşünü ileri sürer (19).

HAFSA MUSHAFI VE SONUÇ

Burada son olarak yine büyütülmek istenen, Hafsa (r.a) mushafının yakılması rivâyetine temas etmek istiyoruz. Ebu Ubeyd ve İbn Ebi Dâvud, İbn Şihâb tarikiyle, Sâlim bin Abdullah'ın şu rivâyetini haber verirler:
Mervan, Muâviye tarafından Medine vâlisi olduğu zaman, Hafsa'ya adam gönderip Kur'ân yazılı sahifeleri istiyordu. O da vermekten kaçınıyordu. Sâlim şöyle der: "Hafsa vefât edip de biz onun defninden dönünce, Mervan kararlılıkla Abdullah bin Ömer'e adam gönderip "O sahifeleri kendisine göndermesini" istedi. Abdullah onları ona gönderdi. Mervan da onların yırtılmasını emretti. Mervan "Bunu sâdece aradan uzun zaman geçmesiyle, bu sahifeler hakkında birinin şüphe etmesinden korktuğum için yaptım" dedi (44). Ebu Ubeyd'in bu rivâyetinde sahifelerin yırtıldığı bildirildiği halde, İbn Ebi Dâvud'un rivâyetinde, Mervan'ın aynı gerekçe ile o mushafı yaktığı haberi vardır (45). Yıkadığı da rivâyet edilmiştir (46). T. Nöldeke "Haber kuşkuludur.

1988 yılında diyanet tarafından kabul edilmiştir. o günkü diyanet işleri başkanı mustafa sait yazıcıoğlu komisyonun yaktığını söylüyor. hatta tam olarak şöyle diyor: hz Osman'ın zamanında aynı komisyonca çoğaltılarak imam adı verilen nüshası osman'ın yanında alıkonulmuş; diğer nüshalar muhtelif merkezlere göndermiş;(komisyon) hz hafsa nüshasını alıp yakmıştır.

kaynak: milli gazete 3 haziran 1988;
Şimdi de peygamber zamanında inmiş ve sonradan hükümsüz ayetler olduğunu öğrenelim;

Buraya kadar Kur’an’ın asıllarını elinde bulunduranların, kendi veya dinin güvenliği açısından, Muhammet sonrası oluşan siyasi ve idari gelişmelerden endişelenerek Kur’an’ı sakladıkları, hatta, Hz. Ayşe’nin Muhammet’in ölümü esnasında peygamberin yatağında unutulan Kur’an’ın keçi tarafından Ahzab Suresinin 200 kadar Recm ile ilgili olduğu bildirilen ayetlerinin yenildiği olayı da vardır.
Kâbe’de heykeli bulunan Ay Tanrısı Hubel/Allah’ın bulunan heykellerinden tanık olduğumuza göre, “keçi başlı şeytan” olarak tasvir edildiği görülmektedir. Bu yüzden Keçi, Allah’ın şekillerinden biriydi ve Müslümanların gönüllerinde hala kutsallığı silinmemişti. Keçinin ayetleri yemesi, Allah’ın indirdiği “recm ayetlerini geri alması şeklinde yorumlanmış olabilirdi. Ki öyle de görülmektedir;

““(Alıntı’dır)
Nafî İbn-i Ömer’den nakleder ki: “Hiçbiriniz ben “Kur’an’ın tümünü öğrendim” demesin. Çünkü ne biliyor Kur’an’ın bir çoğu kaybolup gitmiştir. Sadece desin ki ben Kur’an’dan ortada olan kısmını öğrendim”

El-İtkan (Suyûtî), c.2, s.25 “…Fakat Allah Kuran’ı koruyacağını açıkça belirtmiştir;
Hicr 9. “Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.”
Taa ki o Mübarek keçi Kur’an’ın bazı ayetlerini yiyinceye kadar;
Aişe (r.anh) nakleder: “Recm ve büyüklerin on defa süt emzirmesi hususundaki ayetler benim yatağımın altında bulunan bir sayfa üzerinde yazılı idi. Peygamber vefat edince Peygamber’in vefatıyla meşgul olduk da keçi gelip onları yedi.” (Kynk-Dar-e Kutni, c.4, s.105, İbn-i Mâce “Sahih Muslim”, Hadis 2634, c.1, s.625)
Mübarek keçinin yediği ayetler recm ile ilgili idi. Ayşe, Müslim ve Tırmızi’nin bize aktardığı hadislerde bu ayetlerin varlığından söz etmiştir;
Aişe(r.ah) derki Peygamber(s) vefat edinceye kadar Recm ayeti okunurdu… (Kynk-Muslim c. 4. s. 167, Tirmizî, c.2, s.309)
Ömer duruma müdahale etmek istemiş, fakat “Allah’ın sözünü değiştirdi” ya da “Allah’ın sözü üstüne söz ekledi” diyeceklerinden korkup çaresiz kalmıştır.
“…Keçinin yemesi sonucu Kuran’dan çıkan taşlama ayetini Ömer Kuran’a tekrar sokmak istedi; ancak halkın dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi…” (Buhari 53/5; 54/9; 83/3; 93/21; Muslim, Hudud 8/1431; Ebu Davut 41/1; Itkan 2/34).
Kenz-ül Ummal’da Ömer b. Hattab’ın Müsned’inden naklen, Ömer’in Hüzeyfe’ye şöyle dediği nakledilmiştir: Ömer b. Hattab bana dedi ki: “Ahzap suresinin (ayetlerini) kaç olarak sayıyorsunuz?” Ben de “72 veya 73 olarak” dedim. O da şöyle dedi: “Oysa (büyüklükte) Bakara suresine yakındı! Recm ayeti de onun içindeydi.”
 (Bu durumda keçi sadece Ahzab Suresinin Recm ayetini değil, iddia edildiği gibi en az yetmiş sayfayı yemiştir. Çünkü Bakara Suresi tam “286” ayettir. Demek ki en azından keçi, 210’dan fazla ayeti yürürlükten kaldırmıştır.)
“…Kenz-ül Ummâl, c.2, s.480.Aynı rivayet şu Müsned-i Ahmed’de Ubeyy b. Ka’b'dan nakledilmiştir.; c. 5, s.132. Yine Beyhaki de nakletmiştir Sünen’inde: c. 8, s.211. Müstedrek-üs Sahihayn, c.2, s.415, c.4, s.359.
Übeyy b. Kab bana şöyle dedi: “Ey Zerr, Ahzap suresini kaç (ayet) olarak okuyorsun?” Ben de;
- “Yetmiş üç” dedim. O zaman şöyle dedi:
-“Oysa Bakara suresine benziyordu; yada ondan da uzundu!! Biz onda recm ayetini de okuyorduk.”

Bir nakilde ise şöyle geçer: “O (Ahzap suresinin) sonunda şöyle diyordu: “Evli erkek ve evli kadın zina ettiklerinde, onları elbette recm edin!! Allah’tan bir ceza olarak; ve Allah Aziz ve Hekim’dir!”
(Bu hesaba göre Ahzap suresinden 200′ü aşkın ayet eksilmiştir.)…” (Kynk-Kenz-ül Ummâl, c.2, s.567, Ed-Dürr-ül Mensûr (Suyûtî), c. 5, s180.)
 -Allah Tealâ hazretleri Muhammed (sav)’a hak (din ile) gönderdi ve O’na Kitabı indirdi. Bu indirilenler arasında recm ayeti de vardı! Biz bu ayeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resulullah (sav) zina yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: “Biz Kitabullah’da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah’ın kitabında indirdiği bir farzı terk ederek dalalete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinaları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- sübüt bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah’da mevcut bir haktır. Allah’a kasemle söylüyorum, eğer insanlar:
- “Ömer Allah Teala’ nın kitabına ilavede bulundu” demeyecek olsalar, recm ayetini (Kitabullah’a) yazardım…” (Kaynak: Buhari, Hudud 31, 30, Mezalim 19, Menakibu’l-Ensar 46, Megazi 21, İ’tisam, 16; Müslim, Hudud 15.)””
Kur’an değişti, değişmedi, silindi, yırtıldı, yakıldı derken bir de keçi çıktı başımıza. Mübarek(!) keçi bir sen eksiktin. Sen de katıldın tamam oldu. Artık hala Kur’an’ın değişmediğine iman eden kardeşlerimize biraz da Kur’an ezberleyen hafızlar, hafızların harcandığı savaşlar hakkında bulabildiğim bir iki bilgi vereyim;

Hz. Peygamber Devrinde Kaç Hafız vardı

”- Hz. Peygamber (asm)'in vefatından bir yıl sonra yapılan Yemame savaşında 70 hafız sahabe şehid düşüyor. Ayrıca Bi’ri Maune olayında 70 hafızın şehid düştüğü göz önüne alınırsa hafız sahabi sayısının çok olduğu anlaşılmaktadır.”

Bu kıssada geçen Yemame Savaşı ile Bi’ri Mauna olayları, insanların İslam’a öyle “kendiliklerinden iman ederek koşa koşa gelip girmediklerinin aksine direnerek kan doöktüklerinin delillerinden bir kaçıdır.

1-Yemame Savaşı;
Yemame Savaşı denilen olay, Mekke’nin doğusunda, Hürmüz Körfezi kıyısında, günümüz Bahreyn Adasının karşısı diyebileceğimiz Arabistan yarımadasında bir bölgedir. Halkı Kur’anda İİbrahim Suresinde ve bir çok yerde geçen “Hanif Din” e inandıklarını söyleyen Sabi-Süüryani-Nasturi Hristiyanlarının olduğu bölgeydi.
Muhammet çağında peygamberlik eden biri kadın dört kişiden olan ve Muhammet’e ortaklık önerisi ret edilen Yemame’li Rahman, ya da Peygamber Muhammet’in taktığı adla “Müseylemet El Kezzap’ın ülkesidir. Peygamberin sağlığında buraya yapılan akınlar tam zafere ulaşmamış, Ebubekir’in halifeliğinde Yemame’li Rahman öldürülmüştür. Rahman, İslam’da da esas olan Besmelede yerini alan “Rahman ve Rahim olan Allah’a” inanan ve böyle bir dini tebliğ eden adamdı. Nasturi Hristiyanları da “Rahman ve Rahim Allah” kavramını esas alan Hristiyanlardı.
Roma’nın Hristiyanlık zorlamalarına karşın Arapların ortak inanablecekleri, İbrahim’in Yıldız dinine uygun bir din yapmaya çalışan Varak bin Nevfel gibi insanlardan birisiydi. Varaka da Nasturi Mekke kilisesinin baş keşişiydi. Rahman ve Rahim Allah inancını tebliğ eden, Yemen’de bunu Muhammetten önce yayan Feymiyon adlı bir sihirbaz Hristiyan rahibinin efsanesini İbni İshak’ın “Siret-ül Resulüllah (Peygamberin Hayatı) kitabında bulabilirsiniz.

2-Şimdi de Bi’ri Maune Olayını İnceleyelim;

Hicret’in üçüncü yılı yani M.S.625’te, günümüz Yahudi Vehhabilik mezhebini kuran Necdli Mehmet Abdülvehhab’ın kabilesi olan Necd Çölünde yaşayan Necd’li Mülâıb-ül Esinne” lakaplı Amir bin Melik Muhammet’ten İslam’ı öğretecek öğretmenler ister. Şahsı tanıyan Muhammet endişesini “Göndereceğim kişler hakkında Necd ahalisinden korkarım” diye belirtince Amir bin Melik’in kendisine “Sakın kuşkun olmasın. Onları benim himayemde gönder ve halkı İslamiyet’e davet etsinler” diyerek  güvence verilmesi üzerine yetmiş (70) kişiyi görevlendirir. Bu görevliler yolda Maune kuyusu çevresinde pusuya düşürülerek okçular tarafından öldürülürler. Olay adını bu kuyunun adından alır.

Peygamberin lanetini o zaman kazanan bu kavim, peygamberden 1100 yıl kadar sonra,1739’da İngiliz ajanı Hemper’in yazdığı Vehhabilik dinini benimsemiş, Mecüc (Arapların tapındıkları Cüce cin veya şeytanlar) soyu dedikleri Türklerden hilafeti alma bahanesiyle isyan etmişler, İslam’ın Haçlılara esir düşmesinde büyük hizmetler vermişlerdir. 1917 Süveyş Kanal yenilgisinde de Necdli Mekke Emiri Şeyh Hüseyin’in askerleri yardıma gelip ordumuzu içeriden vurmuşlardır. Hala da Türkleri putperest gördüklerinden hacılarımıza kötü davranmakta, aşağılamaktadırlar. Hacca veya umreye giden insanlarımızın kıldıkları namazdan kabir ziyaretlerine kadar her türlü ibadetleriyle alay etmektedirler.
Bu gün de İngiliz ve Amerikan sömürgeciliinin en büyük ortakları olup Otodoks Yahudi, Hristiyanlar ile Vehhabi Araplarından oluşturulmuş IŞİD haçlı ordusunun finansmanından kadın dahil her türlü ihtiyacına yardım etmekte, Irak, Libya, Mısır, Bahreyn, Suriye ve Yemen’de kan akıtmaya devam etmektedirler.

Başka açıdan bakıldığında ise, Muhammet’in Roma ile işbirliğinin Muhammet’in Kellesini isteyen İran şahı Hüsrev’i kızıdıracağı ve başlarına İran’ı sardırmak korkusu yüzünden Muhammet’i tehlikeli bulduklarını düşünebiliriz.
Ayrıca, Muhammet’in tebliğ ettiği “Rahman ve Rahim Allah” adlı tanrı inancı zaten Muhammet’ten asırlar öncesinden beri bilinen bir konu olduğundan onun tebliğ ettiği dini benimsemeyen, eski dinlerini yaşamak isteyen Arap ve Yahudilerin direnişleri olarak da Muhammet’e karşı gösterilen direnişleri açıklayabiliriz.

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın İslam’a Arap ve Yahudilerin “asla” akın akın katılmadıkları, aksine canla başla mücadele ederek direndikleri ortadadır.
Bu durumda İslam’ın ilahi değil, siyasi bir din olduğu ve Roma imparatoru Herakles ile Vatikan’ın Papalarının destekleri ile İslam’ın geliştiği, korunduğu, güçlendirildiği tartışma götürmez bir gerçektir.

Muhammet zamanında görev yapan iki Papa vardır. İlki Papa V. Boniface (619-625) ikincisi I. Honorius (625-638). Muhammet ve dört halife devrinin mali destekçileri bu papalardır.

Şimdi Kur’an hafızlarının hafızalarında ne kadar bilgi olduğunu Müslüman kardeşlerimiz açıklıyor ona bakalım;

“”Mesela, bir sahabe 1-10 arasındaki sureleri ezbere biliyor, bir başkası 5-13, bir diğeri de 10-20 arası sureleri biliyordu. Bunların ortak bildikler sureler hesaba alındığında sadece Medine’de bile aynı sureleri bilen Müslüman sayısının ne kadar çok olduğu ortaya çıkar. Veda haccında yüz bin Müslümanın Hz. Peygamberi (asm) dinlediği göz önüne alınırsa, nasıl bir rakamın ortaya çıkacağı gün gibi aşikârdır.

Bu ifadelere bakılırsa Kur’an’ı tamamıyla ezbere bilen bir tane Arap yok. Oysa 1970’li yıllarda bize okullarda, her sahabenin Kur’anı ezebere bildiği dahi söyleniyordu. Demek ki hepsi yalanmış. Zaten hepsi kaçkın köle ve suçlulardan ibaret olan İlk Müslümanların çoğu da Uhud savaşına katılan yağmacılardan oluşmaktaydı. Bunlar arasında okuryazarlık hak getire. Bedir, Uhud savaşları ile diğer küçük savaşlarda alınan Kureyş’li ve Yahudi, Süryani esirlere Müslümanlara “okuryazarlık öğretmeleri” karşılığında özgürlük verilmesi boşuna değildi. Arapça gibi zor öğrenilen bir dilin öğretilmesinin 22 yıllık peygamberlik sürecinde 27-28 savaşla kesilmesini hesaba kattığımızda, savaşların getirdiği psikolojik yıkımlar, sakatlıklardan sonra olanağı kalmaz. Yani, Müslümanları bu şartlarda okuryazarlık öğrenmeleri imkansızdır.

Bu tarihi gerçekler yüzünden Muhammet’in ne bıraktığı din ne de o dinin kitabının aslı, kopyası yoktur. Olması da mümkün değildir. Bu nedenle ölümünü takiben, ona en çok karşı çıkan insanlar ki başta Ebu Süfyan devleti ele geçirir, Roma ile ortak İran’dan Mısır’a işgalleri yürütür.
Belki de Muhammet’in yetersizliği yüzünden Muhammet bazılarınca iddia edildiği gibi öldürülerek devre dışı bırakılmış ta olabilir. Bugün, “indirilen din ile bindirilen din; Emevi İslamı” gibi başlıklarla yürütülen İslami tartışmaların kaynaklarını incelediğimizde, Muhammet’in ardından ondan da ailesinden de eser bırakılmadığına tanık olacağız.

01 Haziran 2011’de “keykubat.blogspot.com” blogumda yayınladığım “İslam’a Emevi Darbesi ve Süfyan’dan Mervan’a” başlıklı çalışmam ile Muhammet’in düşmanlarının devleti ve dini ele geçirişlerine ve Muhammet’in Ebubekir dahil dört halife ile ve karısı Ayşe ile de düşman olmuş vaziyette öldüğüne tanık olacaksınız.

İSLAM’A EMEVİ DARBESİ VE SÜFYANDAN MERVAN’A HALİFELER

EMEVİ DARBESİ VE EMEVİ İSLAMININ NEDENLERİ


Hz. Muhammet (İ.S.571-632) öldükten sonra, sağlığından ölümüne onun düşmanı olmuş akrabaları ve ona düşman olanların birbir iktidara gelmeleri yüzünden İslam Ulemaları arasında “Peygamberin dini” ile “Emevi Dini- Emevi İslam’ı” kavramları tartışılmış ve bu yüzden Hz. Ali döneminde ortaya çıkan Şia’yı yedinci ve sekizinci yüzyılda ortaya çıkan birçok “fırka-parti* ” ortaya çıkmıştır.
Bu gün sayıları yaklaşık 600 kadar olduğu iddia edilen tarikatların tümü sekizinci yüzyılda;
1-Şiilik,
2-Hanefilik-Sünnilik,
3- Malikilik,
4- Hanbelilik adlı mezhepler etrafında düzenlenmişlerdir. Halen de böyle sürmektedir.

Mezhepler arasında ve peygamber zamanında olaylara şahit olanlarından, peygamberin ölümünden yüzlerce yıl sonra ortaya çıkmış “İslam Uleması” olarak kabul edilmiş kişilerin yazdıkları tespitler birbirine zıt özellikler göstermektedir.
Peygamberin ve ardından gelen “dört halife- Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali” dönemlerinde yazılmış “bir tek Kuran-ı Kerim’in” günümüze ulaşmış olmaması, mevcut Kuran’ın ayetlerinin iniş sıralarına göre değil de “ulemaca tespit edilmiş uzun ayetlerin başa kısaların sırasıyla sona alındığı” bir düzenlemeye ek olarak, “96” Sure (Metin)  ile“6666”  ayet **(Kuran cümlesi) olan kutsal kitabın günümüzde “114” Sure ve “6662” ayet ile değişiklik kazanması geçmişte başka nasıl değişiklikler yapıldığı şüphesini uyandırmaktadır.

Kuran’dan “1600” yıl önce gelmiş Tevrat’ın, Muhammet’ten “580” yıl önce geldiği iddia edilen İncil’in surelerinin geliş sıraları halen korunurken Kuran’ın gösterdiği bunca değişikliğe ek olarak son “250” yılda çıkarılan yeni Mason localarında hazırlanmış, Vehhabilik (1733), Ahmediye (1881), Nurculuk (1920’ler) fırkalarının Kuran İslam’ı ile de alakasının bulunmamasına rağmen halkımıza ve Müslüman dünyasına son “60” yılda “Ilımlı İslam- Modarate Islam” adı altında dayatılması, bu ideolojinin önderlerinin “Siyonist Mason Tarikatları” ile iç içe olmaları bu şüpheleri gittikçe derinleştirmektedir.

Bu yazımda bu farklılıkları doğuran “iktidar kavgalarının”  tarihlerine, olayların gelişimine, olayları yaratan kişilerin “kişiliklerine” dikkat edeceğiz. İddiaları destekleyen örnekler istemediğiniz kadar boldur.

Kolay gelsin!

*Bazıları dinden çıktığından “fırka” adını almış, diğerlerine mezhep ve tarikat adları verilmiştir.
** Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin “Marifetname” adlı eseri.

Yazının Bölümleri;

1-Ebu Süfyan, Hind, Muaviye, Yezit, Osman ve Mervan
a-Hind bint-i Utbe bin Rabia bin Abd-i Şems,
b-Kureyşliler ve Hırsızlık,(Hermetizm)
c-Hind’in Muhammet’e Kini Bitmiş miydi?
d-Hind, Muhammet’i Cinayetle Suçluyor,
2-Muaviye Bin Ebu Süfyan,
a-Şimdi, Ebu Süfyan’ın Mekke’nin fethinden önceki Peygamberden isteklerine bir göz atalım,
b-Kureyşlilerin tanrıları kimlerdi peki?
c-Allah’ın Kızı El Uzza’nın Öldürülmesi,
d-Allah’ın Kızı Uzza’nın İntikamı ve Kürt Yezidiliğinin Doğması,
e-Muaviye’nin Genelgeleri,
f- Peygamberin “61” yıllık ömrü boyunca yaşadığı bazı olaylar nedeniyle kendisine en yakın olanları da “inciten, belki de kinlendiren” davranışları olmuş mudur? Olaylar zinciri, “3” önemli olay! .
g- Muaviye’nin Peygambere ve Soyuna Kini Bitmiş miydi? Muaviye’nin İşleri,
3-Hz. Osman Dönemi- (580-656-Osman bin Affan),
4-I.Mervan (623-685) Mervan bin Hakem Dönemi,
5-Yezid bin Muaviye (646-683-Muaviye oğlu Yezid),


1-Ebu Süfyan, Hind, Muaviye, Yezit, Osman ve Mervan;

Ebu Süfyan (561-652)  Kureyş’İn ileri gelenlerinden Harb Bin Ümeyye’nin* oğludur. Annesi, Safiye Bint Hazm’dır. Dedesi, Abd-i Şems  bin Abdi Menaf’tır. Açık künyesiyle adı Ebu Süfyan Sahr bin Harb bin Ümeyye’dir.
Ebû Sufyan  Muhammet (s.a.v.)  ile yaşıt ve akranıydı. Onlar birbirine yakın bir zamanda doğmuşlar ve aynı aile içinde büyümüşlerdi diye yazıldığına da tanık olmaktayız.

Ebu Süfyan Peygamber'in öz amcasının oğluydu. Ebu Süfyan'ın babası Harise ile peygamberin babası Abdullah, Abdulmuttalib'in soyundan gelen iki kardeş oldukları da rivayet edilir…

*”Ümeyye adı, bizim İslam tarihinde “Emevi” olarak çok sık gördüğümüz adın aslıdır.

Nübüvvetin ardından Muhammed’in ve yaymaya çalıştığı İslam inancının can düşmanı oldu. Daha sonra Kureyş ordusunun da başkomutanı olduğunda çok sayıda Müslümanın vahşice işkencelerle öldürülmesinde başrolü oynamıştır.
Ebu Süfyan’ın ailesi olan Abd-i Şems ailesi, birçok Müslüman’ın Etiyopya’ya (Habeşistan) ve Muhammet’in de Medine’ye hicretine neden olmuştur. Ümeyye ailesi İslam’ın baş düşmanıdır.
Şairliğini de kullanarak peygambere karşı direniş ve örgütlenmelerde çok etkili olduğunu söylenilir.

Mekke’nin fethi (630) sırasında, rivayetlere göre peygamberin “görüldüğü yerde öldürülmesi emrini verdiğini bildiğinden”, Ebu Süfyan, önce Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in yanına gidip yardım istediyse de, onlar da Allah’ın düşmanı, Peygamber ve sahabeyi inciten evvelki davranışları yüzünden ilgi göstermediler. Hz. Ali’den de yüz bulamayan Ebu Süfyan için, Peygamber Efendimizin hanımı Ümmü Seleme devreye girdi.
Ümmü Seleme’nin kardeşi, Hz. Muhammet’in küçük amcası ve kendisinden “üç yaş” büyük olan dedesi Abdülmutallip’in en küçük oğlu, üstelik Hendek ve Uhud Savaşlarında kendisine karşı savaşmış, Muaviye’den kısa süre önce Müslüman olmuş, Abbas bin Abdülmutallip’in fetih öncesinde aracılık yaparak Hz. Muhammet’in huzuruna çıkarmasıyla Müslüman olduğu yazılır. Abd-i Şems ailesinin tümünün bu fetih ile Müslüman oldukları yazılır.

Canının böylece bağışlanmasına ve mallarına kavuşmasına rağmen, Ebu Süfyan İslam'a ve Muhammet’e olan nefret ve düşmanlığını mezara kadar sürdürmüş, oğlu Muaviye'yle torunu Yezid'e de bu nefret ve kini aktarmıştır.
Bir gün peygamber, bir grup ashabıyla giderken uzaktan Ebu Süfyan'ın bir binek üzerinde geldiğini gördü, Muaviye hayvanın yularını tutmuştu, Yezid de arkadan hayvanı dehlemekteydi.
Peygamber elini göğe kaldırıp;
- "Ya Rabbi! Her üçünü de rahmetinden uzak tut!" demiştir.

Muaviye’nin Müslümanlığı, Hz. Muhammet’in ölümünden sonra, peygamberin soyunun kurutulması, Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye ve torunu Halife Yezid’in hükümdarlığı dönemlerinde olduğu göz önüne alınınca, pek de “gönüllü Müslüman olduğunu” anlamak zor olmaz.
Müslümanlığının tamamıyla “devlet idaresini ele geçirme siyasetine” dayandığı ortadadır.
 Taif ve Yermük harplerinde sırayla birer gözünü kaybetmiştir. Savaşlara katılması ise zaten savaşçı olan kişiliğine uygundur. Hem de “Engelleyemediği Hz. Muhammet’in kurduğu, Sınırları Suriye’ye dayanmış, koca bir Arap yarımadası devletini ele geçirmesini sağlamıştır.
Hz. Ömer’in halifeliği zamanında, Ömer’in damadının savaşta ölmesi üzerine dul kalan kızı Hafsa’yı Hz. Osman’a önermesi, Osman’ın da Muhammet’in önceden uyarması yüzünden Ömer’in teklifini ret etmesi üzerine, kızına koca aramak zorunda kalmıştı.
Sonunda peygamber Muhammet’e kadar başvurmuş ve Hafsa’yı Muhammet almıştı. Osman da bu olay üzerine Muhammet’e gelerek evlenmek istemediğini söylemiş, ancak peygamberin ısrarı üzerine ölen karısının kız kardeşi Rukiye ile evlenmiş, düğününü de peygamber yapmıştı.

Hz.Ömer ve Osman’ın peygambere karşı bu olaydan kalma kırgınlıkları vardı. Çok zeki birisi olduğu sıklıkla işlenilen Ebu Süfyan’ın Ömer ve Osman dönemlerinde, Müslümanlara karşı savaşan ve sürgünde olan bir çok eski Mekke’lileri geri getirterek devletin başına getirtmişti. Bunlardan birisi de Mervan’ın babası Bin Hakim’di.

Hz. Muhammed dönemindeki ve ardından gelen “dört Halife”  iktidarı boyunca büyüyen bir devletin gelişmelerini ve siyasal kişiliklerin belirlenmesini takip etmiştir. Hz. Ali yerine Hz. Osman’ın üçüncü halife olmasını sağlayarak torunu Yezid’i, Osman’ın kâtipliğine aldırmıştır.”652’de” seksen iki yaşında ölmüştür.

a-Hind bint-i Utbe bin Rabia bin Abd-i Şems;

Ebu Süfyan’ın eşi, Muhammed’in eşlerinden Habibe’nin annesi olduğundan ayrıca peygamberin de kayınvalidesiydi. Haz. Muhammet’in soyunun baş düşmanı olup bütün soyunu kurutacak olan, kendisinin de “vahiy kâtipliğini” yapan Muaviye’nin de annesidir.
Mekke’nin fethinde Müslüman olduğundan, “imanla değil de “güce biat eden”  takiyyeci bir iman olayı olduğu ortadadır.
 Ahzab Suresi-6 “Resulullah’ın zevceleri müminlerin anneleridir.” Ayetine dayanarak, Yezidi- Hermetik Emevi İslam ulemaları her ne kadar Hind’e de bundan pay çıkarmaktaysalar da aslında ayet çok açıktır. Sadece “peygamberin eşlerinin müminlerin anaları” olduklarını vurgulamaktadır. Eşlerinin “analarını” ya da akrabalarını değil!
Bazı hadislerde peygamberin; “Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.” Deylemi’den alınan bu hadisin doğruluğu tartışmalıdır. Çünkü yıllarca düşmanlık gördüğü için lanet ettiği insanları Muhammet asla “cennetle müjdelememiştir. Genel olarak kabul gören, peygamberin sağlığında “10” kişiyi cennetle müjdelediği bilinir. Gerisi ölümünden sonra devlet idaresini ele geçiren Emevi ve Abbasi ailelerinin kendilerini yüceltmek için parayla yazdırttıkları hadislerdir. Tespitlerimin doğruluğunu görmek için devam edelim.
İslam’ın kılıcı sayılan Hazreti Hamza’nın öldürülmesi için, Uhud Savaşında kölesi Vahşi’yi özel olarak görevlendiren Ebu Süfyan’ın karısı Hind’tir.
Hamza’nın öldürüldüğünü gördükten sonra cesedinin yanına gelip ciğerlerini sökmüş ve bizzat katilin şaşkın bakışları arasında hayvanca bir hırsla şehidin ciğerlerini defalarca ısırmış, parçalamıştır.
Buna rağmen cesedi bırakmamış, parmaklarını kesip gerdanlık yaparak boynuna asmıştır.
Hind'in ölünceye kadar bir hazine gibi koruduğu - ve İslam'ı kabul etmiş gibi göründükten sonra gizlice saklamaya devam ettiği- ve her fırsatta oğullarıyla torunlarına gösterip onlara kin ve nefret aşıladığı "parmak kemikler gerdanlığı" budur.
Hicaz Araplarının Hermetizm* ve Mitraizm** karışımı olan Yezidi olduklarını gene İslam kaynaklarından öğreniyoruz. Malum, Greklerin hileci tanrısı Hermes aynı zamanda “hırsızların, fahişelerin, kazıkçı tüccarların da koruyucusuydu” ve hırsızlık kötü sayılmazdı.
 *Hermetizm; Harran Sabilerinin (her dine dönen),köleciliği esas kılan, yıldızlara tapan, büyü ve sihirle uğraşan, hırsızlık, fahiş fiyatla mal satma, fahişelik, pezevenklik gibi ne kadar ahlaksızlık varsa bunları “farz sayan” , Grek tanrısı Hermes’i en yüce tanrı (Şeytan) sayan bir dindir.
**Mitraizm; İ.Ö.670’ lerde, İran’da doğmuş Zerdüştlükten önce de peygamber Zerdüşt’ün ölümünden sonra da İran’da hâkim olmuş, köleciliği ve Hermetizm’deki değerleri farz sayan halkı teslimiyetçiliğe iten, pasifist, köleliği emreden, zenginleri ve aristokratları “tanrı soyundan” sayarak halkın onlara kölelik etmelerini ve karşı çıkmamalarını emreden, Hind tanrıları Mitra- Varuna ikilisinden türetme, “JAİNİSM-CAN’CILIK”  yani bizdeki Alevi kültüne de beşiklik eden inanışın kökeni olan, şeytana tapan bir dindir.

Mekke’nin fethinden sonra Hz. Muhammet’in Mekkeli kadınları toplayıp onlara verdiği nasihatlere bir bakalım;

b-Kureyşliler ve Hırsızlık;
“…Araplar, şiir söylerler, panayır yerlerinde, toplantılarda, vaaz ve nasihat verirlerdi. Haz. Muhammet, Safâ tepesine çıkıp oturdu. Eshabtan Ömer-ül-Fârûk da alt yanına oturdu. Önce erkekler, sonra kadınlar gelip birer birer Müslüman oldular. Kadınların arasında hazret-i Ali’nin kız kardeşi Ümm-i Hânî ile, Muaviye’nin annesi Hind de vardı. Peygamber, kadınlara;
-Hırsızlık etmeyeceğinize söz verin! Deyince, Hind öne çıkarak;
-Eğer hırsızlık etseydim, Ebu Süfyan’ın (Kocası) malından çok şey çalardım! Dedi…”

c-Hind’in Muhammet’e Kini Bitmiş miydi?

Hind, eşi ve Ümeyye (Emevi) ailesi, Muhammet’in gücüne karşı koyacak hali kalmamış, Mekke’nin fethine engel olamadığından, artık “düşmanla savaşı sürdürmek” yerine, “tarafına geçerek içerden çökertme” yolunu seçmiştir. Bunu gene peygamberle aralarında geçen yukarıda yazılı olan münazaranın devamından anlıyoruz;
“…Muhammet o vakit Hindi tanıdı;
-Sen Hind misin? Dedi.
-Ben Hindim. Geçmişi affet! Allah da seni af eylesin! Dedi.”
Hazreti Muhammet’i Allah’ın af etmesini istediğine göre ortada “dine geçme değil, güce boyun eğme”  durumu vardır. Devam edelim;

d-Hind, Muhammet’i Cinayetle Suçluyor;
 -Zina etmeyiniz! İsteğinde bulununca, Hind;
-Hür olan kadın hiç zina eder mi? Dedi. Sonra;
-Evlâtlarınızı öldürmeyiniz! Diyen Kuran emrini bildirince (Hz. Ömer’den bilindiği gibi Yezidi Hicaz Arapları, kız çocuğu sahibi olmaktan utanır ve onları diri diri kuma gömerek öldürürlerdi) Hind;
-Biz onları küçük iken büyüttük. Büyük iken, sen onları Bedir’de öldürdün. Artık ne oldu ise orasını sen ve onlar daha iyi bilirsiniz! Dedi. (Görüldüğü gibi, kadının düşmanlığından zerre eksilmemiş)
Hazret-i Ömer çok sert ve ciddî olduğu hâlde, Hindin bu sözüne dayanamayıp güldü. Kadınların iftira etmemesini önerince, Hind;
-Vallahi iftira çirkin şeydir. Sen bize güzel ahlâkı emrediyorsun! Dedi. Sonunda “isyan etmemeyi “  teklif ettiğinde, Hind;
-Biz bu yüksek huzura, sonra isyan etmek niyeti ile gelmedik! Diye söz verdi. Hindin öldürülmesi emredilmişken bu sözü ile affedildi.  Peygamberin önünde iman etmesinin ardından evine gelip ne kadar heykel var ise, “-Bu kadar zaman size aldanmışız!”  Diyerek hepsini parçaladığı anlatılır.

Bu olaydan sonra peygambere iki kuzu hediye göndermesi karşılığında aldığı dua ile koyunlarının sayısının arttığı ve Hind’in;
-Bunlar, Resulullahın bereketidir" Derdi dediği İslam tarihçilerinin kayıtlarına geçmiştir.

2-Muaviye Bin Ebu Süfyan (Ebu Süfyan oğlu Muaviye);

Muaviye (602-680) Mekkeli Kureyş kabilesine bağlı Ümeyyen ailesindendi. Emevi Hanedanının kurucusu Mekke şehrinin hâkimi ve İslam’ın en büyük düşmanlarından ve çok da zengin olan Ebu Süfyan’ın oğludur. Ebu Süfyan Annesi, Hind bint-i Utbe bin Rabia bin Abd-i Şems’tir.
Peygambere vahiy geldiğinde peygamber sara nöbetine girmişçesine kendinden geçer ve sayıklamaya başlardı. Bu nedenle vahyin inişi esnasında kendisinde olmadığından, ağzından çıkan sayıklamaları yazdırmak için “kâtip- yazıcı” çalıştırırdır. Dört kâtibi olduğu yazılır. Bunlardan birisi de Süfyan oğlu Muaviye’dir. Bir dönem peygamberin vahiy kâtipliğinde bulunmuştur. Haz. Ömer’in halifeliği döneminde Suriye’ye Vali olarak tayin edilmiştir. Peygamberin “akrabası” olmasını kullanarak, zaten Sabii ve Yezitlik inanışlarının yaygın olduğu Suriye’de gerçek İslam yerine eski Yezidi- Sabii yaşam tarzını destekleyerek kendisini pek de sevdirmiştir. Peygamber’in soyu olan Hz. Ali ve sülalesini ve kendisine itiraz eden, peygamberin tebliğ ettiği dini savunanları da ya parayla satın almış ya da toptan kıydırmıştır.

a-Şimdi, Ebu Süfyan’ın Mekke’nin fethinden önceki Peygamberden isteklerine bir göz atalım;

Müslümanların nasıl bir “hileye” kurban gittiklerini anlamaları şarttır.
Bu nedenle bu yazıyı yazmayı gerekli gördüm.
Müslüman olduktan sonra Ebubekir Siraceddin adını alan İngiliz asıllı Müslüman ,Martin Lings adlı şahsın "Siret Ödülü" almış "Hz.Muhammed'in Hayatı" (*) isimli kitabının 107. sayfasında 2.paragraftan itibaren bir alıntıyı aktarayım:

"" İ.S.619’da,Hatice (R.A) nın ölümünü aslında daha küçük fakat dışarıda büyük etkiler uyandıran bir kayıp daha izledi. Hz.Muhammedin koruyucusu ve amcası Ebu Talip hastaydı ve ölümünün yakın olduğu durumundan belliydi.Ölüm yatağında bir grup Kureyşli lider, Utbe,Şeybe,Abdu Şems'ten Ebu Süfyan,Cumah'tan Ümeyye,Mahzum'dan Ebu Cehil ve diğerleri onu ziyaret ettiler ve ona şöyle dediler.
---"Ebu Talip, seninle gurur duyduğumuzu biliyorsun, şimdi ise başına bu hastalık geldi ve biz senin için korkuyoruz. Yeğeninle (Hz. Muhammed S.A.V)bizim aramızda geçenleri biliyorsun. Onu yanına çağır ve ona bizden bir hediye ver ve o bizi, biz de onu rahat bırakalım. Bizi dinimizle barış halinde bıraksın." dediler.

Bunu üzerine Ebu Talib Peygamber (S.A.V)ye ,"halkının soyluları seninle anlaşmak istiyorlar." dedi.
-Peygamber (s.a.v)" Peki öyle olsun bana bir tek söz verin, tüm Arap ve İranlıları yönetiminiz altına alabileceğiniz bir söz" dedi.

-Ebu Cehil (Amcası) "Babanın üzerine yemin ederim ki bu karşılıklar için bir değil on söz veririz." dedi.
-Peygamber (s.a.v) "Allah'tan başka Tanrı yoktur demelisiniz" dedi.
Ellerini çırptılar ve ,
-"Ey Muhammed,Tanrıları bir tek tanrı mı yapacaksın?(*) Senin teklifin gerçekten çok acayip" dediler. Kendi kendilerine,
-"Bu adam istediğimiz hiç bir şeyi bize vermeyecek, o halde kendi yolumuza gidelim ve Allah onunla bizim aramızda hükmünü verinceye dek babalarımızın dinine uymaya devam edelim" dediler.””

Bu olayın okunmasından sonra değerlendirdiğinizde, sizce Ebu Süfyan gerçekten Müslüman olmuş mudur?

Yukarıdaki alıntıyı yaptığım kitabın 215.sayfasında, bu çok güzel bir şekilde açıklanmaktadır;

Uhud Savaşının ardından savaş meydanında Hamra (r:a) nın cesedini ararlar ve önce cesedi Haris İbn Simme (r.a) bulur, ancak cesedin yüzü Kureyşlilerce parçalandığı için Hz. Muhammed’e söyleyemez.
Ardından Hz. Ali’yi gönderirler, onun dönmemesi üzerine Hz. Muhammed’in yanındakileri kalkıp giderler.
Hz. Ali’yi cesedin yanında beklerken bulurlar.
Bu “öldürülme şekli” onlara çok ağır gelir ve Hz. Muhammed;
Allah bana Kureyşlilere karşı bir zafer verirse, onlardan otuz cesede aynı şeyi yapacağım” diyerek duygularını ifade eder.

Ancak hemen akabinde, Nahl Suresi 126.ayeti vahyolunur;
“”Eğer ceza verecekseniz “MİSLİYLE” ceza veriniz, eğer sabrederseniz, and olsun bu sabredenler için daha hayırlıdır””
Bunun üzerine, Hz. Muhammed bir süre önce ettiği yemini bozmakla kalmayıp cesetlere zarara verilmesini de yasakladı.
Ayrıca da “savaş sırasında insanın EN KUTSAL YERİ OLAN yüzüne zarar verilmemesini” istedi ve şöyle dedi;
Birine bir darbe indireceğiniz zaman,darbenin yüzüne gelmemesine dikkat ediniz. Çünkü Allah,Adem’i kendi suretinde yaratmıştır.”

Peki Kureyşliler bunu neden yapıyorlardı?
Cevap gayet açıktır. Muhammet “tek tanrıcıydı”, diğer tanrıları inkâr ediyordu. Onlara göre Yunancadan bildiğimiz  sıfatla “ATHEOS” tu yani “Ateist- Tanrıları inkâr eden”di.

b-Kureyşlilerin tanrıları kimlerdi peki?;
Kabe içinde bir adı Hubel olan Lut peygamber soyu Moabi (Muabi- Muavi de okunur) kabilesinden Cürmühiler döneminde getirilmiş Hubel ya da “EL LAH=Türkçesiyle ALLAH” putu diğer 360 putun en büyüğüydü. Üç tane de kızı vardı. El Lat, El Uzza ve Menat. Peygamberin babasının adı da Kabe’nin baş putu El Lah’a kurban olarak adandığı için “Abdullah’tı yani “Allah’ın Kölesi
” idi.
 Bakalım Kuran bu “kız- ağaç tanrıçalar” hakkında neler söylüyor;
NECM Suresi;
 (Necmden maksat, yıldız demektir.)
18-Andolsun ki, Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü.
19-Siz de gördünüz değil mi Lat ve Uzza'yı?
20-Üçüncü olarak da öteki Menat'ı?
21-Size erkek, O'na dişi öylemi?
22-Öyle ise bu çok hayıflı (haksız) bir taksim”(Elmalılı Tefsirinden)
Bir örnek de NAHL Suresinden;
57- “Kendilerine istedikleri erkek çocukları alıp,kızları da Allah’a mal ediyorlar.O bundan münezzehtir. 
Şimdi de Elmalılı hocanın tefsirinden;
“”Lât, Uzza ve Menat onların taptıkları putlardandı. Onun için bu putlarla, Abdullât, Abdul Uzza ve Abdul'l Menat diye isimler vermişlerdi.
Hatta "Bismillâti ve'l- Uzza" sözünü yemin ifadesi olarak kullanırlardı. Bu varsa "Bimillah" ta niye olmasın?

Allah’ın kızlarının öldürülmesi olayı;
Bu görevi peygamber savaşçılarının en yüreklilerinden olan Halit bin Velid’e vermişti. Bu görevi de hakkıyla yerine getirdiğinden onun adı tarihe “Allah’ın Kılıcı” olarak da geçmiştir. Allah’ın kızları başta Sümer, Mısır olmak üzere bütün mitolojilerde yer alan “ağaçlarda da yaşayabilen Ağaç Tanrıçalardı”. Hermafrodittiler. Yani, dişilik ve erkeklik tenasül organları vardı. Kadın ya da erkek görünümlü de olabiliyorlardı. Hırsityanların Haz. İsa’yı, Hintlilerin ve Mısırlıların da tanrılarını “kadınsı” ve kusursuz bir cilde sahip olarak resmetmelerinin sebebi budur. Kuran’ın da belirttiği gibi Araplar onlara her ne kadar “kız” demişse de Kuran “Yaratılışlarını mı görmüşler?” diye sormaktadır.

Şimdi olayı Elmalı’lı Hamdi Yazır hocanın tespitlerinden okuyalım;

 c-Allah’ın Kızı El Uzza’nın Öldürülmesi;
Kureyş'lilerin nazarında da putların en büyüğü Uzza idi. Onu ziyaret eder, ona hediye ve kurban verirlerdi. Kureyşliler onun için Hurad vadisinde Sükam adını verdikleri bir koruluk kurmuşlardı ve onu Kabe'nin Harem'ine benzetmek istiyorlardı.
Şeybân b. Câbir b. Mürre oğullarından olan bakıcıları, Beni'l-Haris b. Abdilmuttalip b. Hâşim'in adamlarındandı. Bunların en son bakıcıları da "Dübeyye b Harmeselemî idi. Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke'yi fethettiği zaman Hâlid b. Velid'e dediki:

Batn-ı Nahle'ye git orada üç semüre ağacı bulacaksın, birinciyi kes!" Hâlid varıp kesti ve geri dönüp geldi: Peygamber (s.a.v) ona:
"-Bir şey gördün mü?" dedi. O da;
"-hayır" dedi;
"-Öyle ise git ikinciyi de kes!" dedi. Kesip geldiğinde de ona tekrar;
"-Bir şey gördün mü?" diye sordu.
“-Hayır!” deyince,
"-O halde git üçüncüyü de kes!" dedi. Halid b. Velid kesmek üzere gittiğinde kendisini vazgeçirmek isteyen çıplak bir kadınla karşılaştı. Saçlarını dağıtmış, ellerini ensesine koymuş ve dişlerini gösteren bu şeytan kılıklı kadının arkasında da bakıcı olan Dübeyye b. Harmesselemi eşşeybânî Halid'e bakıp şöyle diyordu:

"-Ya Uzza! Haydi yalan çıkarma, Halid'in üzerine şiddetli bir şekilde saldır. Örtüyü bırak ve kollarını sıva, çünkü sen bu gün Hâlid'i öldürmezsen peşin bir zilletle dönecek ve Hıristiyanlaştırılacaksın."
Halid de şöyle dedi;
"-Ya Uzza nankörlük sana, senin için tenzih (berî kılma) yok. Gördüm ki Allah seni zelil kıldı."
Ve sonra kılıçla başına vurdu ve onu öldürdü, peşinden de ağacı kesti ve Dubeyye'yi de öldürdü Daha sonra da Resulullah'a gelip durumu haber verdi.
Peygamber de;
"-O, Uzza idi, artık bundan böyle Araplara Uzza yok." dedi.....”

 Ebu Ubeyde gibi bazı âlimler, bunların taştan putlar olup, Ka'be'nin içinde bulunduklarını söylemişlerse de, başka mekânlarda kurulan hususî puthanelerde de putların bulunduklarını gösteren nakillere rastlanmaktadır.

d-Allah’ın Kızı Uzza’nın İntikamı ve Kürt Yezidiliğinin Doğması;

Şimdi de Ebu Süfyan soyundan gelen, peygambere düşmanlığı yüzünden Taif’e sürülen ve Halife Osman zamanında geri çağrılması üzerine gelerek Medineye yerleşen, Hakem bin Ebil’as’ın oğlu Halife Mervan’ın soyundan gelen, kaldığı Lübnan’dan Abbasilerin Bizansla işbirliği yaptığı için sıkıştırmaları ve I. Haçlı Seferi (1096-1099) ile Haçlı ordularının eline geçmiş, Kudüs’te kurulmuş Haçlı Kudüs Krallığının da desteğiyle İ.S.1111’de kuzey Irak’ın Sincar dağlarına giderek, bölgeye Selçuklu Türkleri ile birlikte gelerek yerleşmiş Kürtleri “Hıristiyanlaştırmak ve Müslümanlara düşman” yapmak için, Hz. Ebubekir, Muaviye ve oğlu halife Yezid’i Tanrı kabul eden, “Kürt Yezidiliği Dini” olan “Adeviye” sapık inancını kuran Şeyh Hadi Bin Musafir el Hekkari el Emevi’nin Kürtler için yazdığı din kitabı olan “Mushaf-ı Reş- Sayfalar halinde yazılmış Kara Kitap’tan”  bir Hazreti Muhammed tanımlamasını okuyalım.
Bu arada da “Allah’ın kızı Uzza’nın” da öcünü nasıl aldığını da öğreneceksiniz. Çünkü Muaviye’nin evlendiği “80” yaşındaki kadının sabahleyin “25’lik” taze olması ve sonradan İslam halifesi olacak Yezid’i doğurması olayı tamamıyla, Yezit Emevilerin Muhammet’ten aldıkları intikamı anlatmaktadır.

Uzza’nın İntikamı ya da Emevilerin Muhammet’ten Aldıkları Öç!;

(Kynk- Mushaf-ı Reş-Kara Kitap)

“…Hatta O (Şeytan Tavus-Adeviyelerin tanrısı), Muaviye adlı hizmetçisi olan İsmail oğullarının peygamberi Muhammed’i, aydınlattı, O geldiğinde Muhammed doğru biri değildi ve ona baş ağrısı ile eziyet etti. Sonra peygamber, tıraş etmesini iyi bilen kölesi Muaviye’den başını tıraş etmesini istedi. O da aceleyle zorlanarak onu tıraş etti. Sonuç olarak tıraş ederken başını kesti ve kanattı, yere düşeceğinden korkan Muaviye, kanı diliyle yaladı.
Bunun üzerine Muhammet;
“-Ne yapıyorsun Muaviye?” diye sordu. O da,”-Yere düşeceğinden korkarak kanı yaladım” dedi.
O da;
-“-Günah işledin Muaviye, senden sonra benim soyuma karşı çıkacak bir millete sahip olacaksın.”
Muaviye cevapladı;
“-Öyleyse dünya evine girmeyeceğim ve evlenmeyeceğim!”

Bir süre sonra tanrı Muaviye’ye bir akrep gönderdi ve onu ısırttı, yüzü yerinden çıkacak gibi şişti ve doktorlar ona “ölmesin” diye evlenmesini söylediler. Bunu işitince rıza gösterdi.

Ona çocuğu olmasın diye seksen yaşında bir kadın getirdiler. Muaviye karısını bildi ve sabahleyin bu kadın tanrının gücüyle yirmi beş yaşında bir kadın olarak ortaya çıktı. Sonra hamile kaldı ve tanrımız Yezid doğdu…”

İslam kaynaklarında peygamberin bir gün Muaviye'ye, ashabının yanında şunları söylediği kayıtlıdır:

"Ümmetim senin elinden neler çekecek neler!.. Senin elinden, gün gelecek, benim evlatlarım acılar yaşayacak, senin soyundan gelecek bir köpek Allah'ın ayetleriyle alay edecek ve Allah Teala bana karşı saygısızlığı haram etmiş olduğu halde o, bana karşı saygısızlıkta bulunacak, hürmetimi ayaklar altına alacaktır!"

e-Muaviye’nin Genelgeleri;
Süleym b. Kays’tan alıntı;
“Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye, valilerine şöyle emretti: Ali’nin evlatları ve Şiilerinin tanıklığı kabul edilmemelidir. Bulunduğunuz yerlerde Osman’ın mensupları ve taraftarlarından veya onun fazilet ve menkıbelerini nakleden kimselerden biri bulunduğunda resmi yerlerde ihtiram ve ikram görmeleri hususunda ihmalkârlık yapılmamalıdır. Osman’ın menkıbe ve faziletlerine dair nakledilen sözler, nakledenin hususiyetleriyle birlikte Şam’da Muaviye’nin sarayına bildirilmelidir.”

Muaviye’nin emrine valilerin titizlikle uydukları ve onun bağışlarından ve siyasi gücünden yararlandıkları anlatılır. Halife Osman’ın da buna yardımcı olduğu olaylar içinde görülmektedir.
Muaviye’nin bu bağışları, bahşişleri ve valilerin teşvikleri neticesinde, bütün İslam şehirlerinde hadis uydurmak yaygınlaştı. Kim olursa olsun, Osman’ın fazileti hakkında Muaviye’nin valilerinin yanında hadis naklettiği zaman sözü hemen kayıtsız şartsız kabul ediliyor, adı mükâfat ve bağış defterine kaydediliyordu ve başkaları hakkında şefaati (aracılığı) de kesinlikle reddedilmiyordu.”
Bir gün Muaviye minberde hutbe okurken bir Müslüman kılıcını çekip tekbir getirerek minbere doğru atıldı. Muaviye'nin özel koruma muhafızları vardı; bu Müslümanı hemen yakalayıp sorguladılar:
- Bu eyleme neden giriştin? Kimin emriyle yaptın bunu?!
- Peygamberin emriyle! O büyük peygamberin "Muaviye'nin emîr olduğunu görürseniz kalçasını kılıçla parçalayın!" buyurduğuna bizzat şahid oldum ben!”
- Onu emirliğe kimin atadığını biliyor musun?
- Hayır.
- Halife Ömer atadı onu!
- Öyleyse Ömer haklıdır, duydum ve itaat ettim!!!
Hz. Resulullah'ın (s.a.a) minberinde hutbe okumakla meşgul olduğu bir gündü... Abdullah bin Mesud cemaatin arasında ayağa kalkıp "Hz. Resulullah (s.a.a)" dedi, "muaviye'yi benim minberimde görürseniz hemen öldürün!"...
Şam fethedildiğinde oraya önce Ebu Ubeyde vali olarak gönderilmiş, ama çok geçmeden bu vali vebaya yakalanarak ölünce, II. halife Ömer; Muaviye'nin kardeşi olan Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam valiliğine atamıştı.
Emeviler ve Ebusüfyanoğullarının İslam tarihinde resmen devlet görevine getirilmesi bu tarihe rastlar...
Emevilere iktidar kapısı 2. halife döneminde açılmıştır.
Yezid öldüğünde her ne hikmetse halife Şam valiliğini tekrar Emevilere bıraktı ve ölen Yezid'in yerine kardeşi Muaviye atandı!
Böylece Şam'ın yönetimi bir hanedana bırakılmış oluyordu!..
Burada, birilerinin diyet borcunun ödenmekte olduğunu sezmek hiç de zor değildir...
İkinci halife, neden Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam valiliğine atamıştı sahi?

f-Peygamberin “61” yıllık ömrü boyunca yaşadığı bazı olaylar nedeniyle kendisine en yakın olanları da “inciten, belki de kinlendiren” davranışları olmuş mudur? Olaylar zinciri,”3” Önemli Olay! ;
Bu konuda da ilginizi çekecek olaylar vardır. Ben ekliyorum, takdir sizlerindir!

Birinci Olay, Hz. Ömer’in Kızı Hafsa Hakkında Hz. Osman ve Hz. Muhammet Arasındaki Kadın Meselesi;

Hz. Muhammed, kızı Hz. Fatma’yı, amcası Ebu Talip'in oğlu Hz. Ali ile evlendirdikten kısa bir süre sonra meydana gelen bir ölüm olayının ardından Hz. Muhammed, Hz. Ömer'in dul kalan kızı Hz. Hafsa* ile evlenir.
*(Hafsa,Ayşe ile yaşıt olduğuna göre peygamber bu dönemde 60’lı yaşlardadır ve Veda Haccını yapma dönemidir. İbni İshak’ın yazdığına göre Ayşe ile Ayşe “6” yaşındayken (Pedofili) nişanlandığında peygamber 53 yaşındadır. Üç yıl gerdek için beklediğinde yaşı 56’dır. Hafsa ile 18’inde evlendiğine göre “9” yıl daha eklediğimizde “65” olur ki, oysa peygamber (571-632’de) 61 yaşında ölmüştür. Demek ki hesap hatası vardır. Muhtemelen Hafsa, ya Ayşe’den büyüktü ya da Hafsa’nın yaşı daha küçüktü.)

Hz. Ömer'in damadı Huneys, Habeşistan'a ilk giden muhacirlerdendir. Dönüşünde Hz. Hafsa ile evlenmişti. İşte Hz. Ali ile Hz. Fatma'nın evlilik olayından kısa bir süre sonra ortaya çıkan bu ölüm olayının ardından Hz. Hafsa 18 yaşında dul kalır. Hz. Ebubekir'in kızı olan Hz. Ayşe ile aynı yaştadır.
Dul kadına baba evinde iyi bakılmadığından olsa gerek, Hz. Ömer kızına hatırlı bir koca arayışına girer. Daha sonra halife olacak Hz. Osman'a öneriyi götürür. Çünkü Hz. Osman'ın eşi Rukiye (Peygamberin kızı) de yeni vefat ettiğinden duldu. Hz. Ömer için ideal bir damat adayıydı.

Ancak, Hz. Osman öneriyi ret eder ve Hz. Ömer bu duruma fena halde içerler. Bir süre sonra Hz. Ebubekir'e teklif götürür, ondan da bir "hayır" cevabı alınca Hz. Ömer'in morali iyice bozulur. Ancak Hz. Ebubekir'in eşini çok sevdiğini bildiğinden anlayış gösterir.
Dayanamaz ve durumu Hz. Muhammet'e açar. O da "Üzülme" der ve devam eder,"-Allah sana ondan daha iyi bir damat, Osman'a da senden daha iyi bir kayınpeder verecek" deyince, Hz. Ömer bir kaç saniye düşününce problemi çözer ve gülümseyerek ayrılır.

Önce, Hz. Osman, ölen karısı Rukiye'nin kız kardeşi Ümmü Gülsüm (peygamberin kızıdır) ile evlendirilir, düğünü yapılır bir süre sonra da Hz. Muhammed'in Hafsa ile evliliği gerçekleşir.
Hz. Ayşe'nin üzülmek yerine kendine yaşıt bir arkadaş geldiğine sevindiği yazılır. Hz.

Ebubekir de bu arada Hz. Ömer'e teklifini ret etmesinin ardında Hz. Muhammed'in bu niyetini önceden bildiğini anlatır ve bu nedenle kıracağını bildiği halde ret ettiğini açıklar.
Hz. Hafsa'nın ölen kocasının Suriye taraflarına yapılan bir savaş sırasında öldüğü, özellikle de ön saflarda görevlendirildiği iddiaları da vardır. Bunlar Hz. Muhammed'i suçlamak için yapıldığı söylense de, ortada, açıklanmayan bir kalp kırıklığı vardır.
Bunu da göz önüne almak yararlıdır.

İnsan olarak, peygamber olsun, askeri veya siyasi veya dini kişilikli kim olursa olsun. Bunların tümü insandır ve kendilerini büyük yapan işleri yanında, zenginlik, cinsel düşkünlük gibi insani zaaflara sahiptir. Hele Tevrat kökenli dinlerdeki bütün peygamberlerde bu düşkünlüklere rastlamak mümkündür.
Hz. Davut'un gelini ve Hititli askerinin karısı ile zinası ve askerini savaşta ön saflara sürdürerek öldürtmesi, Hz. Yakup'un dayısını bahisle aldatarak zengin olması, Hz. Süleyman'ın, zenci Saba Melikesi ile evlenmesine karşı çıkılması, Allah'ın da izin vermemesi üzerine aşere putlarına adak adaması gibi birçok örneği sırlamak mümkündür.

Gene aşağıdaki yazıda peygamberin Ömer’e olan kırgınlığı açıkça görülmektedir. Peygamber de olsa, insan her zaman zaafları yüzünden kazandığı bütün saygıyı, şöhreti kaybedebilmektedir.

İkinci Olay, Hz. Peygamberin Karısını Kaybetmesinden Kaynaklanan,Hz. Ayşe’nin Zina Davası;
“Hz. Aişe (r.anhâ) dedi ki, Resulullah (s.a.v) sefere çıkmak istediği zaman, kadınları arasında kura çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla giderdi.
Benî Mustalik gazasından önce yaptığı gazada da aramızda kura çekti, benim ismim çıktı, bundan dolayı Resulullah ile beraber çıktım ve bu, hicab (örtünme) âyetinin indirilmesinden sonra idi.
Onun için bir hevdec e (deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya) konuldum, dönüşte Resulullah Medine'ye yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da yola çıkmaya nida ettirdi.
Yola çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp ordugâhı geçtim, helaya gittim, yerime dönerken göğsümü yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir dizim vardı, kopmuş düşmüş, bunun üzerine döndüm, kaybolan dizimi aradım, bunu aramak beni alıkoydu.
Benim yol nakliyemi yapmakta olan grup varmışlar, hevdeci * yüklenmişler ve beni içinde zannetmişler. Çünkü hafif idim, henüz küçük yaşta bir taze idim; beni hevdecte sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman orada kimseyi bulamadım, bundan dolayı belki beni aramak için dönerler dedim, oturdum. Derken uyumuşum, Safvân b. Muattal ordunun arkasına kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için diğer konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış "Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyandım, hemen feracemle yüzümü örttüm, devesinden indi, ben bininceye kadar çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni bulamadıklarından insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine varıverdim, artık herkes be n i konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helak olan helak olmuş.

 *Hevdec=( Develerin üzerine konulan, etrafı örtülerle kapalı, kadın taşımada kullanılan dikdörtgen küp şeklinde bir çeşit koltuk.)

Resulullah Medine'ye ayakbastı ve bana bir ağrı, sızı meydana geldi. Fakat rahatsız olduğum zamanlar Peygamber (s.a.v) den tanıya geldiğim alaka ve lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, "nasıl o?" diyordu. Bu beni işkillendirdi, henüz söylenen sözlerden haberim yoktu, nihayet nekahet dönemine geldim.
Bir gece Mıstah'ın annesi ile hacetimiz için dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstah'ın annesi ile odama doğru döndük. Derken Mıstah'ın annesi mırtı, yani yün çarşafı içinde sürçtü dedi. Ben buna itiraz ettim. "Bedir'de bulunmuş bir zata sövüyor musun?" dedim, "Haberin yok mu" dedi, "ne var" dedim. "Ben dedi, şehadet ederim ki, sen hakikaten "Habersiz mümin hanımlardansın” . Sonra ifk'çilerin dediklerini anlattı. Derhal hastalık üstüne hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm.
Sonra Resulullah girdi ve "nasıl o?" dedi. "Bana izin ver ,ana babamın yanına gideyim" dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim. Anneme: "Ey anne, dedim, insanlar neler söylüyorlar?" "Kızcağızım! dedi, kendini üzme, vallahi bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları bulunsun da aleyhinde çok laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu ana kadar söylenilen sana malum olmadı mı?" Ben ağlamaya başladım ve bütün gece sabahı ettim, yine ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi, anneme, "bu niye ağlıyor" dedi. "Bu ana kadar söylenilenden bilgisi yokmuş" dedi. Babam da ağladı. "sus kızım" dedi. O gün durdum, gözyaşım dinmiyordu, ana babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi geliyordu. İkisi de yanımda oturmuş, ben ağlıyorken Resulullah (s.a.v) üzerimize geliverdi, selam verdi, sonra oturdu. Hakkımda söylenilen söylenilenden beri yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allah Teâlâ ona b e nim bu işimle ilgili vahiy indirmemişti.
Sonra dedi ki: "Ey Aişe! Hal önemli, senden bana şöyle şöyle söz yetişti, şimdi sen bu durumdan temiz ve beri isen Allah, muhakkak seni aklayacak ve eğer bir günaha düştünse Allah'a istiğfar ile tevbe et. Çünkü kul tevbe edince Allah Teâlâ tevbeyi kabul eder." Ne zaman ki Peygamber (s.a.v) konuşmasını bitirdi, gözyaşlarım boşandı, sonra babama "Tarafımdan Resulullah'a cevap ver" dedim. "Vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Bunun üzerine anneme, dedim, " Tarafımdan Resulullah'a cevap ver." O da "Vallahi ne diyeyim, bilmiyorum”, dedi.
Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur'ân'dan çok okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek halde değildim. Dedim ki: "Vallahi ben anladım. Siz bunu işitmişsiniz, hatta gönüllerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size beriyim desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah bilip dururken size kötü bir itirafta bulunsam hemen tasdik edeceksiniz. Vallahi benimle size başka bir mesel bulamıyorum, anca k Yusuf'un babası o salih kulun ki ismini zikretmemiştim dediği gibi "Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır.
Sizin anlattığınıza göre,” yardımına sığınılacak ancak Allah'tır" (Yusuf, 12/18) dedim, sonra dönüp yatağıma yattım.
O halde ben vallahi biliyordum ki, Allah Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat vallahi, hakkımda vahy-i metlüvu (Kur'ân âyeti) indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre, Allah Teâlâ'nın öyle okunup tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok hakir idi. Ve fakat umuyordum ki, Resulullah uykuda bir rüya görür de Allah, beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Resulullah yerinden kalkmamıştı, ehl-i beyit'ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ, Peygamberine vahyi indiriverdi, ona vahiy edilirken olagelen hal hemen geliverdi ki, kış gününde bile vahyin ağırlığından dolu danesi gibi ter dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık konuldu. Vallahi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü berâtimi, suçsuzluğumu biliyordum. Fakat Resulullah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim.
Ne zaman ki Resulullah açıldı, gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu: "Müjde ey Aişe! Rahat ol, vallahi Allah, seni kat'î olarak akladı" dedi. "Hamd, Allah'a; ne sana, ne de ashabına" dedim.
Annem, dedi "Kalk ona!" Ben, "Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim" dedim. Burada Allah Teâlâ den itibaren on âyet indirmişti. Bunun üzerine Ebu Bekir "Vallahi bundan sonra artık Mıstah'a infak etmem" dedi. Çünkü ona yakınlığı ve fakirliği sebebiyle nafaka veriyordu. Bu sebeple de Allah Teâlâ şu âyeti indirdi. "İçinizden faziletli olanlar (yakınlara...) vermemeye y emin etmesinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?" (Nur, 24/22) , Bunun üzerine Ebu Bekir de "Evet, vallahi, Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi Mıstah'a yine nafakası verilmeye devam edildi. Netice olarak özrüm nazil olunca Resulullah kalktı minbere çıktı, bunları anlattı ve Kur'ân'ı okudu ve minberden indiği vakitte Abdullah b. Ubeyy'e, Mıstah'a, Hamne'ye ve Hassan'a had cezası vurdu….”
Bu olayda Hz. Ayşe’nin “-Hamd (Şükür) Allah’a, ne sana ne de ashabına” ve de “Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim!”  demesi, Ayşe’nin, peygamberin ölümünden sonra Hz. Ali’ye karşı askerleriyle Deve (Cemel) Savaşında savaşmasını açıklıyor. Çünkü İbn’i İshak’ın tefsirlerinde Ayşe’nin sayısız şikâyetleri vardır.

Üçüncü olay Ebubekir’in Halef Gösterilmesi;
“Hz.Muhammed SAV ölümünün yaklaştığı günlerde camiye giderek cemaate namaz kıldıracak kadar gücü kalmadığını hissettiğinde hanımlarına :”Ebubekir’e namazlarda imamlık etmesini söyleyin” dedi. Fakat Ayşe, Peygamber SAV’nin yerini almanın, babasını çok üzeceğinden korktu.
-”Ey Allah’ın Resulü,” dedi. ”Ebubekir çok duygulu bir adamdır sesi de gür değildir. Hem Kuran okurken çok ağlar.”
Peygamber SAV sanki o hiç konuşmamış gibi “Ona namazı kıldırmasını söyle” der. Hatta Hz. Ömer’i önerir ve yine aynı emri duyunca, Peygamberin diğer eşi olan Hafsa’ya (Ömer’in kızı) yardım isteyen gözlerle bakan Ayşe’ye yardım gelir ve Hafsa da Ayşe’yi desteklemeye başlar.

Sonunda Peygamber S.AV, onlara şöyle dedi:
-”Siz Yusuf’un yanındaki kadınlar gibisiniz. Ebu Bekir R.A’ ya namazlarda imamlık yapmasını söyle. ”Bırakın hata yapan araştırsın, haris olan da arzulasın. Yoksa Allah ve müminler buna sahip olamayacaklar” uyarısından sonra Hz. Ebubekir namazlarda imamlık yapmaya başlar.”
(Halife bu kararla tespit edilmiş gibidir.)
(İbn Sad-Kitab et Tabakat el Kebir C.II.Böl.2.S.12)
g-Muaviye’nin Peygambere ve Soyuna Kini Bitmiş miydi? Muaviye’nin İşleri;
Muaviye’yi iktidara taşıyan belki bu olaylar zinciriydi. Muaviye’nin de İktidar, biricik aşkıydı, onun için devlet vesile değil, bizzat gayeydi!..

Kufe şehrini ele geçirdiği gün minbere çıkıp Kufe halkına hitaben şöyle diyordu: "Yemin ederim ki ben namaz için savaşmadım sizinle; oruç, zekat veya hacc ibadeti rahatça uygulansın diye de savaşmadım!.. Siz bütün bu ibadetleri yerine getiriyordunuz zaten. Ben, sadece sizin başınıza geçebilmek için savaştım sizinle!"

Bir gün Muğiyre bin Şu'be Muaviye'ye;
- "Yeter artık!"dedi, "Resulullah'ın soyu olan Haşimoğullarına yaptıkların yeter! Artık onlar, kendilerinden korkmana neden olacak kadar güç ve nüfuz sahibi değil ki!"
Muaviye nefret dolu bakışlarını uzaklara dikerek;
- "Neler söylüyorsun sen?!" diye çıkıştı Muğiyre'ye "Haşimoğullarından olan o adam (Hz. Muhammet) için Muaviye'nin kullandığı tabir daha ağır, ancak bu kadarını yazabiliyorum ben -Mütercim) öyle bir şey yapmış ki her gün beş kez onun adı Allah'ın adıyla birlikte bütün Müslümanlarca anılmada!.. --------
-Muğıyre! Bu ismi mezara gömmekten başka çare yok, anlıyor musun? "

3-Hz. Osman Dönemi- (580-656-Osman bin Affan);

Hz. Ebu Bekir’in de yakın arkadaşlarından olan Hz. Osman önce Hz. Muhammet’in kızı Rukiye ve onun ölümünden sonra diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlenmiş olduğundan peygamberin damadıdır.

İki kez peygamberin damadı olması nedeniyle “Zi'n-Nureyn' yani "iki nur sahibi" olarak da anılır.
Habeşistan’a ilk göç eden muhacirlerdendir, sonradan Medine’ye göç emredilince oraya göçmüştür. Ebubekir’in halifeliğine biat etmiştir. Abdurrahman bin Aff’ın önerisiyle Hz. Ömer’den sonra halife olmuştur.
 İlk İslami paralar da onun zamanında basılmıştır; bunlar üzerine Bismillah basılmış İran dirhemleriydiler. Emevi Dirhemleri onun ölümünden sonra basılmıştır.

Ancak, Emevi Süfyan ailesi tarafından Hz. Ayşe, peygamberin yeğeni Hz. Ali’ye “Abdülmutallip ailesini yok ederken, Ayşe’nin ailesi olan Ebubekir soyunun da kıyıldığını görüyoruz. Talha’nın Abdullah bin Zübeyr’in, Ebubekir’in oğlu Muhammed bin Ebubekir’in yani “Haşimoğullarının tümünün soyunun kırılması siyaseti sonucu Emevi ailesi kendi saltanatını kurmuş ve 661’den itibaren devletin adı “Emevi İmparatorluğu” olarak anılmaya başlamıştır. Medine’deki Mescid-i Nebevi (Peygamber Mescidi) onun döneminde genişletilmiştir.

Hz. Osman’ın Hz. Ömer’in isteği üzerine vali yaptığı iki kişi dışında büyüyen imparatorluğun bütün valilerini Emevi ailesinden seçerek, hatta aklı başında tecrübeli sayılacak akrabası kalmadığından dolayı çocuk yaştakileri Vali tayin etmesi kendisine karşı tepkileri zirveye çıkartmıştır.
Emevi soylu halifelerin de hiçbir İslami kurala uymadan, içki, kadın, eğlence düşkünlükleriyle gündeme gelmeleri İslam ahlakını halklara unutturmuştur.
Osman’ın tepki çeken atamalarına bir örnek verirsek Ömer’in vasiyeti ile Küfe valisi yapılan Sad bin Ebu Vakkas ı alıp yerine ana bir kardeşi Velid bin Ukbe’yi atamıştı. Velid’in içki içtiği, sarhoşken namaz kıldırdığı şikayetleri üzerine geri almak zorunda kaldı. Yerine yine akrabası Said bin el As’ı atadı.

Diğer bir örnek; Amr bin As Mısır valiliğinden alınıp yerine Abdullah bin Sad getirildi ki Osman’ın sütkardeşidir. Bu şahıs Medine’de vahiy kâtibi iken mürted (dönme) olan ve peygamberin hakkında ölüm emri verdiği insandır. Osman o sıra onu evinde saklamıştı.
656 yılında muhalifler yazılı olarak şikâyetlerini Osman'a ilettiler. Mektubu Osman'a götüren Ammar bin Yasir Osman ve adamlarından dayak yedi. Muhammed’in dostlarından ve sahabe tarafından çok sevilen Ebu Zer’in eleştiri ve şikayetleri Osman’a iletmesi, onun da dayak yemesine ve Şam’a ardından da Rebeze’ye sürülmesine neden olmuş, sürgünde ölmüştü. 656 yılında Kufe den 1000, Basra’dan 150, Mısırdan 2000 kişi hac bahanesiyle Medine’ye geldi. Ali’nin aracılığıyla yapılan görüşmelerde istekleri Osman tarafından kabul edildi. Mısır valiliğine Ebubekir’in oğlu Muhammed’in getirilmesi de onayları arasındaydı.
Tüm muhalifler memleketlerine doğru yola çıktılar. Mısır’a gidenler yanlarından geçen şüpheliyi durdurup sorgulayınca yanında Mısır Valisine yazılmış bir mektup buldular. Mektup Mısır’a dönenlerin öldürülmesini ve Muhammed bin Ebu Bekr’in vali atandığına dair emirnamenin geçersiz olduğunu yazıyordu. Altında da Osman’ın mührü vardı.
Mısırlılar Kufeliler ve Basralılar yarı yoldan dönüp mektubu Ali, Talha, Zubeyr ve Said bin Zeyd e gösterdiler. Bu olaydan sonra Medine’de Osman’a kamuoyu desteği sıfıra indi. Müslümanların ileri gelenlerinden bir grup Ali ile birlikte mektup hakkında Osman’ı sorgulayınca mektubu Osman’ın genel sekreterliğini yapmakta olan amcaoğlu Mervan’ın yazdığı anlaşıldı. Muhalifler, Mervan ı istediler ama Osman Mervan’ı vermedi.
İşler bu noktaya ulaşıldığında Talha, Zubeyr, Abdullah bin Avf ve Ali de dâhil Osman ı koruyacak kimse yoktu. Ayşe, Ali’nin tüm itirazına rağmen bu strese dayanamamaktan olsa gerek umreye gitti.
Bazı önde gelenler de Filistin’e gittiler. Muhalifler Osman’a yirmi gün süre verdiler. Bu süre sonunda düşünüp istifa etmesini söylediler. Bu yirmi gün sonlarına kadar sakin geçti.
Osman’ın evinin çevresinde kendisine koruyan 500 adamı vardı. Muhasaradan korkan Ali ve diğer önde gelenler oğullarını da kapıya bekçi koydular. Olayların sonuna kadar Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin, Zubeyr’in oğlu Abdullah ve Talha’nın oğlu Muhammed kapı da Osman’ı korumak için nöbetteydi. Yirmi günün sonunda çatışmalar baş gösterdi. Kapısı muhaliflerce ateşe verildi. Muhalifleri durdurmaya çalışan Ali’nin oğlu Hasan bu çatışmalarda yaralandı.
Durum karışınca yapılan istişareler sonucunda Ebubekir’in oğlu Muhammed’le birkaç kişi Osman’ın evine girdi. Osman öldürüldü. Osman’ı öldürenin Ebubekirin oğlu Muhammed olduğu bildirildi.
Ama bunu Osman’ı korumak isteyenler iftira olarak nitelerler. Halbuki Muhammed bin Ebubekir, muhaliflerin lideri konumundadır.
Osman’ın cesedi kapı önüne atıldı. Gömülmesi için kimse girişimde bulunamadı. 3 gün öylece kalıp da kokuşmaya başlayınca 4-5 kişi cenazesini kaldırdı. Cenazenin Müslüman mezarlığına gömülmesine izin verilmedi. Yahudi mezarlığına gömüldü. Cenazeyi taşıyanların da taşlandığı rivayet edilir. Muaviye döneminde Müslüman mezarlığı genişletilerek Osman’ın mezarı da Baki mezarlığı sınırlarına dahil edildi. (Taberi, Tarih, IV, 412)
Kendilerine karşı muhalefeti ya parayla ya da askeri baskıyla susturduklarından ve de “Irkçılık” yaptıklarından dolayı hanedanın ömrü kısa olmuştur.


4-I.Mervan (623-685) Mervan bin Hakem Dönemi;

II.Muaviye’nin 684’de halifeliği bırakmak zorunda kalmasının ardından I. Mervan’ın Halife  olmasıyla hilafet makamı, "Hakem bin Vail" koluna geçmiştir; Ebu Süfyan ve Hakam bin Vail Emevilerin ismini aldığı Ümeyye'nın torunlarıdır. Mervan öldüğü tarih olan 685’e kadar bir yıl boyunca halifelik yapmıştır.

Hakem bin Ebil as bin Umeyye bin Abd-i Şemsbin Abd-i Menaf’ın oğludur. Mervan’ın babası Hakem bin Ebil’as, Hz. Muhammed’e olan düşmanlığı yüzünden peygamber tarafından Taif’e sürülmüş ve  peygamberin ölümünden sonra da orada kalmıştır. Üçüncü Halife Hz. Osman bin Affan’ın zamanında Osman tarafından af edilerek çağırılmıştır. Hakem bin Ebil’as oğlu Mervan ile Medine’ye yerleşmiştir.
Mervan daha sonra Hz. Osman’a katip olmuştur ve Osman’ın birinci derece yeğenidir. Deve harbinde Hz. Talha’yı kazara şehir ettiği yazılır.

Talha bin Ubeydullah bin Osman bin Amr ise İlk Müslümanlardandır. Dedesi, ikinci Halife Ebubekir Sıddık’ın dedesi ile kardeştir. Uhud savaşında Hz. Muhammed’i korumak için çok yara almış peygambere çok sadık birisiydi. Peygamberi sırtında taşıyarak emniyetli bir mevkide bulunan bir kaya üzerine taşımış ve “cennetle müjdelenmiş” biriydi. Çok zengin olmasına rağmen malını din yolunda sarf etmiştir. Hz. Ali ‘ye karşı Muaviye yanlılarının açtığı “Deve (Cemel) Harbinde” Hz. Ali’ye karşı savaşmıştır. Hz. Ali bu zatın ölümüne üzülüp, cenaze namazını kendisi kıldırmıştır. Ok ile şehit edilen bu kişinin Mervan’ın okuyla “kazara” (!) şehit edilmesi dikkat çekicidir.

Mervan, Ebu Süfyan oğlu Muaviye döneminde Medine Valisi olmuş, sonradan azil edilmiştir. II. Muaviye’nin halifelikten çekilmesinin (684) ardından Abdullah bin Zübeyr ile savaşarak Halife olmuş, zalimliği ile nam salmıştır.

Oysa Abdullah bin Zübeyr de, Zübeyr bin Avvam’ın oğlu olup,2. Halife Ebubekir Sıddık’ın kızı Esma’nın oğludur. Peygambere ilk iman edenlerden olup ilk Medine muhacirleri gelmeden önce doğmuştur. Cesareti ve ibadeti ile sevilen peygambere yakın biriydi. Ben-i Esed *kabilesine mensuptu. Hz. Ayşe’nin de yeğenidir. Tunus’a düzenlenen bir seferde (647-649) Roma valisini öldürerek savaşın kazanılmasında önemli bir görevi yerine getirmiştir.
Deve Savaşında (656) peygamberin yeğeni Hz. Ali bin Ebu Talip’e karşı peygamberin dul eşi Hz. Ayşe bin Ebubekir’in yanında savaşmıştır. Savaşı Hz. Ali kazanmış ve Ayşe’yi Medine’ye göndermiştir. Bazı kaynaklar da bu savaşın hiç başlamadığını ve Ali’nin Ayşe’yi ikna ederek geri gönderdiğinden de bahsederler.

“FİTNE DÖNEMİ de olarak bilinen bu Deve (Cemel) Savaşı olup olmadığı her ne kadar işlense de sonunda bir şeye dikkat çekmektedir.
Yukarıda bahsettiğim nedenlerin de etkisi nedeniyle Hz. Osman’ın peygamberin karşısında yer almış ona düşman kim varsa devletin başına geçirmesinden rahatsız olanlar Hz. Ali’yi kendilerine önder yaparak direnişe geçmişler ve Osman’ın sarayını basmışlardır.
Hz. Ayşe’nin babası Hz. Ebu Bekir es Sıddık’ın da, hilafeti ele geçirmek isteyen, Emevi ( Umeyye) ailesinin de Ben-i Teymiye kabilesinden gelen Kureyş’li oluşları dikkat çekicidir.  Yalnız savaşanların da zaten tümü Kureyş ailesindendir.

*Ben-i Esed, Ben-i Esca gibi adlarla anılan Hicaz Arap kabileleinin adlarında geçen “BEN” kelimesi Tevrat kökenlidir. Allah’ın kendini Musa’ya tanıttığı adıdır. Hint tanrısı Atman’ın da adı “Ben” dir ve Türkçe’dir. Sabilik ve ondan doğan Tevrat’ın da Hint kökenleri sayılamayacak kadar çoktur.

Mısırdan Çıkış Bölüm 3-Çık.3:14. Ayette; Musa’yı kölelikten kurtarması için kavmine gönderen tanrıya;
“Kendisini gönderen tanrının adının ne olduğunu sorarlarsa ne diyeyim?” Dediğinde aldığı cevap şöyledir;
“ Tanrı, "Ben Ben'im" dedi, "İsraillilere de ki, 'Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi.'

Yahudilerin ve Hicaz ve Harran Yezidilerin de adlarını “Tanrının sıfatlarıyla” birleştirmeleri, Tevrat’tan “Ben” , “O’BEN” vb. ekleri “ad” olarak almaları buradan gelmektedir. Peygamberin ölümünden sonra, birleştirilmiş bir Arap yarımadasını yönetmeye talipler hazırdı. Öyle de oldu ve Yezidiler, Hıristiyanlar ve Yahudiler devleti ele geçirmişti. Muhammet’in soyunu dayadığı İsmail de Yahudilerin babası İbrahim’in köle karısı Hacer’den doğan İsmail’dir. Yani Muhammet de soyunu İbrahim’e, dolayısıyla Yahudilere bağlamıştır. Tevrat tanrısı Yahweh’in kendini Musa’ya tanıttığı adı olan “BEN” ile anılan Muhammet soyu tuhaf gelmesin.

Hicaz Araplarında peygamberin babasının ve dedesinin adlarında da görüldüğü gibi “Tanrının adını tek olarak kullanmak günah” sayıldığından, “Abdullah-Allah’ın kölesi” ya da “Abdülmutallip- Talip’in(1) mutlu kölesi” gibi adlar alırlardı. Ancak, Emeviler döneminde Halife Yezid’in (tanrı Şeytan Tavus), Bedi, Hadi, Kadir, Gaffar, Cafer vb “Esma-ül Hüsna” olan adları “eksiz” olarak kullanmaya başladılar.

1-Talip Yezidi Yemen Tanrılarının en büyüğüdür ve hileci, hırsızların, fahişelerin ve kervanların koruyucusu, hastalara şifa veren Grek tanrısı Hermes’e karşılık gelir. Allah ta o dönemde Hermes’e karşılık gelmekteydi. Harran Yezidileri de, adları “Ben” ile başlayan Arap kabileleri de Hermes’e taparlardı. Günümüzde Nurcular arasında sürekli olarak olur olmaz insanların adlarının “Allah” adıyla anılmasının ardında da bu “Hermetizm” sapıklığı vardır. Namaz sadece Müslümanlara ait bir ibadet değildir. Peygamberden binlerce yıl önce Eski Mısır’da, Sibirya steplerinde, Hindistan’da, İran’da Yezitler ve Mitraistler namaz kılarlardı. Bu gün de kılmaktadırlar. Her namaz (Hintçe- Namas=Selam) kılanı Müslüman sanmayınız. Başta Nurcular ve Bahailer hatta Vehhabiler gelmektedir. Kadınlara dayattıkları “Çarşaf- peçe” dayatması olan örtü de Katolik ve Yahudi inancına göre “Meryem’in” örtüsü olarak kabul edilen şekilden başka bir şey değildir. Katolikler bu örtünün üzerine Hermes’in tacını da eklemişlerdir ki, bu da “şeytana tapma kültü olan Hermetizm’e işaret etmektedir” Bu yüzden bunlar, hırsızlığı, aldatmayı, kandırmayı ilke edimişlerdir.

5-Yezid bin Muaviye (646-683-Muaviye oğlu Yezid);
Yezid, Emevilerin ikinci halifesiydi.646’da Şam’da babası Süfyan’ın valiliği döneminde doğdu. İyi bir eğitim aldı,669’daki İstanbul kuşatmasında komutan olarak görev aldı. Abdullah bin Zübeyr’in (Halife Ebubekir’in torunu) karşı çıkmasına rağmen Muaviye ölümünden önce onu 679’da halife seçtirdi ve ona itaat edilmesini istedi. Halifeliğine karşı çıkılmasının nedeni ise, o çağın Arap geleneklerine göre “yaşlı ve tecrübeli kişilerin” başa geçme geleneğine dayanmaktaydı. Yezid bu sıfatlara sahip değildi.
Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin, hilafetin saltanata dönüşmesi gerekçesiyle onun halifeliğine karşı çıktı ve kendisini halife ilan edince Kufe Valisi de ona biat etti.
Bunun ardından Hz. Hüseyin yanındakilerle birlikte önce Mekke’ye ve ardından da desteğini umduğu Kufe’ye doğru yola çıktı. 02. Ekim 680’de Emevi askerlerince yolu Kerbela’da kesildi ve 10. Ekim 680’de Hüseyin yanındaki “72” kişi ile birlikte şehit edildi. Yezid’in hilafet dönemindeki en önemli olay budur. Hüseyin’in öldürülmesinden Yezid’in değil de tayin ettiği Kufe Valisinin neden olduğu yolunda bilgiler olsa da Yezid bu olayın sorumlusu olarak kabul edilmektedir. O günden beri Yezid, İslam tarihinde, zulmün ve kötülüğün timsali olmuştur.
Bunun ardından Ebubekir’in torunu ve peygamberin yakın sahabelerinden Zübeyr’in oğlu olan Abdullah bin Zübeyr isyan çıkardı. Kufe’ye vali dahi tayin etti. Emevilerden hoşlanmayanlardan hatta Suriyelilerden bile destek almasıyla isyan büyüdüyse de, Basra’daki Irak Valisi Ubeydullah bin Ziyad’ın isyanı bastırmasını  Yezid isteyince, vali Suriyelilerden oluşan 10.000 kişilik ordusunu Müslim bin Ukbe el Murri komutasında Hicaz’a gönderdi. Medine’nin kuzey doğusunda El Harre denilen yerde iki tarafın orduları karşılaştı ve Yezid’İn kuvvetleri savaşı kazanınca Medine’ye girerek şehri üç gün boyunca yağmaladılar. Komutan El Murri burada hastalanıp öldü. Zübeyr Mekke’ye çekildi. Yeni komutan Hüseyin bin Numeyir as Sukuni Mekke’ye saldırdı ve üç ay kuşatmadan sonra  şehri ele geçirip şehri yağmaladılar ve Kabe’nin örtüsünü yaktılar. Bu arada Yezid ölür. Mekke’yi kuşatan kumandan, Yezid’in oğlu hakkında az bilgi olması yüzünden Zübeyr’e hilafeti önerdiyse de de Mekke’den ayrılmaya çekinen Zübeyr teklifi ret eder.
Bu nedenle Yezid’in oğlu II. Muaviye veya Ebu Laylâ Muâviye bin Yezîd (661-684) halife ilan edilir. Savaş yanlısı olmayan UU. Muaviye “40” gün sonra istifa eder ve istifasından “15” gün sonra vefat eder. Yerine I. Mervan geçer.

Yezid hakkında bazı iddialara bakalım;
Halife Yezit hakkındaki iddialar onun Müslüman değil tam bir dinsiz, kâfir olduğu yolundadır. Peygamberliği yalanladığı, vahiy olayını inkâr ettiği, içki içtiği, kadın oynattığı, insanların arasını açacak sözler ve asılsız dedikodular ürettiği bunların en önemlileridir.
Çocukluğunun annesinin kabilesi olan Müslüman olmayan Kelâb (Köpekler)kabilesi arasında geçtiğinden, gençliğinin köpeklerle ilişkiden içki düşkünlüğüne varan günahları işlemeye alışık olduğu öne çıkarılmaktadır. Peygamber ve soyu olan ehl-i beyt’ karşı düşmanlık içinde yetiştirildiği, ve soyu olan Haşimoğullarına kan davası güttüğü belirtilir.
Babası Muaviye’nin onu halka iyi tanıtsınlar diye zamanın ünlü şairlerini kiralayarak oğluna övgüler düzdürdüğü belirtilir. Yani bu olaya,o zamanın “basınının ele geçirilmesi” de diyebiliriz.
O dönemlerde peygambere kan veya iman olarak yakınlığı, bağlılığı olanların komplolara kurban gittiklerine örnek olarak İmam Hasan Mücteba’nın, Sa’d bin Vakkas’ın, Halid bin Velid’İn oğlu Avdurrahman’ın Yahudi doktora ve değişik kişilere zehirletildikleri zehirletilmesi öne sürülür.

Hicr bin Adiyy ve yarenlerinin de bu dönemde tutuklatılarak, Yezid’e biat etmeye zorlanmaları ve kabul etmemeleri yüzünden öldürüldükleri iddia edilir.
Bu yüzden Mekke ve Medine’lilerin Yezid’e biat etmedikleri söylenir.
Hatta Bizans’tan aldığı rüşvet karşılığında Kıbrıs ve Yunanistan fetihlerini engellediği, Mekke ve Medine’ye saldırdığında Müslümanların mallarının yağma edilmesinden ırzlarına geçilmesinden gereksiz yere halktan 12.000 kişinin katledilmesine kadar ağır suçları işleyerek tam bir Müslüman ve Muhammed düşmanı olduğu işlenmektedir.
Kâbe'yi taşa tutturduğu da,  mancınıkla yıktırdığı ve yaktırdığı da bunlar arasındadır.
Muhammet’in Muaviye'ye "senin sulbünden gelecek bir köpek..." dediği kişinin bu olduğu kabul görmektedir.
Bu kadar yazıdan sonra sonuç yazısı yazmak içimden gelmedi. Peygamber ölmüş, düşmanları olan Yahudiler, Hıritiyanlar ve Yazidi Emeviler devleti ele geçirmiş, mevcut Kuran bu doğrultuda değiştirilmiş, hırsızlığı, yalanı, dolanı, hileyi, sihri, büyüyü, mucizeleri, fuhşu kutsal sayan, semitik, Siyonist, biraz da peygamberin getirdiği devrimlerin de eklenmesiyle, yeni bir “Hermetizm” kültü egemen olmuştur.

Sadece, peygamberin ardından gelen “Emevi darbesinin” etkileriyle, devletin peygamber ve din düşmanlarının eline geçmesiyle, peygamberin bıraktığı İslam’î öğretinin yok edilmesi ve “gizli Bizans İşbirlikçisi” olmasının aynen, asırlar sonra Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e “ölüm döşeğinde yapılan 10 Kasım 1938” darbesinin ardından, yapılan devrimlerden ülkenin bağımsızlığının elden çıkarılmasına ve de gene Vatikan-Mason küresel şirketler koalisyonuna devletin teslim edilmesine kadar benzerlikler göstermesi yüzünden, bu zıtlıkları ben kısaca şöyle adlandırıyorum;

Muhammed öldü İslam, Atatürk öldü bağımsızlık bitti!”

Takdir sizlerindir!

Alaeddin Yavuz

Kaynaklar; (Belâzürî, Futûh, s.564, 566, 570; a.mlf., Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 139; Ya’kubî, II, 61; Taberî, I, 2830; İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III, 99; Halife b. Hayyât, s.161; Zehebî, Nübelâ, II, 175.)

Şimdi de, hocalarımızın televizyon ekranlarından cami hutbelerine kadar sürekli vurguladıkları “İslam barış dinidir, herkes koşa koşa gelerek dine girmiştir, peygamberin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı effeyle ya Rabbii” vaaz ve dualarında anlatıldığı gibi mi olup olmadığına bakacağız.

Şimdi Muhammet’in 611-632 arasında geçen yaklaşık 22 yıllık peygamberlik süresince katıldığı küçük savaşlar (Gazalar) ile büyük savaşlarını topluca görelim.

Muhammet’in Katıldığı Küçük Savaşlar (Gazveler/Gazalar);

1-Yemame Savaşı;
Yemame Savaşı denilen olay, Mekke’nin doğusunda, Hürmüz Körfezi kıyısında, günümüz Bahreyn Adasının karşısı diyebileceğimiz Arabistan yarımadasında bir bölgedir. Halkı Kur’anda İİbrahim Suresinde ve bir çok yerde geçen “Hanif Din” e inandıklarını söyleyen Sabi-Süüryani-Nasturi Hristiyanlarının olduğu bölgeydi.
Muhammet çağında peygamberlik eden biri kadın dört kişiden olan ve Muhammet’e ortaklık önerisi ret edilen Yemame’li Rahman, ya da Peygamber Muhammet’in taktığı adla “Müseylemet El Kezzap’ın ülkesidir. Peygamberin sağlığında buraya yapılan akınlar tam zafere ulaşmamış, Ebubekir’in halifeliğinde Yemame’li Rahman öldürülmüştür. Rahman, İslam’da da esas olan Besmelede yerini alan “Rahman ve Rahim olan Allah’a” inanan ve böyle bir dini tebliğ eden adamdı. Nasturi Hristiyanları da “Rahman ve Rahim Allah” kavramını esas alan Hristiyanlardı.
Roma’nın Hristiyanlık zorlamalarına karşın Arapların ortak inanablecekleri, İbrahim’in Yıldız dinine uygun bir din yapmaya çalışan Varak bin Nevfel gibi insanlardan birisiydi. Varaka da Nasturi Mekke kilisesinin baş keşişiydi. Rahman ve Rahim Allah inancını tebliğ eden, Yemen’de bunu Muhammetten önce yayan Feymiyon adlı bir sihirbaz Hristiyan rahibinin efsanesini İbni İshak’ın “Siret-ül Resulüllah (Peygamberin Hayatı) kitabında bulabilirsiniz.

2-Şimdi de Bi’ri Maune Olayı;

Hicret’in üçüncü yılı yani M.S.625’te, günümüz Yahudi Vehhabilik mezhebini kuran Necdli Mehmet Abdülvehhab’ın kabilesi olan Necd Çölünde yaşayan Necd’li Mülâıb-ül Esinne” lakaplı Amir bin Melik Muhammet’ten İslam’ı öğretecek öğretmenler ister. Şahsı tanıyan Muhammet endişesini “Göndereceğim kişler hakkında Necd ahalisinden korkarım” diye belirtince Amir bin Melik’in kendisine “Sakın kuşkun olmasın. Onları benim himayemde gönder ve halkı İslamiyet’e davet etsinler” diyerek  güvence verilmesi üzerine yetmiş (70) kişiyi görevlendirir. Bu görevliler yolda Maune kuyusu çevresinde pusuya düşürülerek okçular tarafından öldürülürler. Olay adını bu kuyunun adından alır.

Peygamberin lanetini o zaman kazanan bu kavim, peygamberden 1100 yıl kadar sonra,1739’da İngiliz ajanı Hemper’in yazdığı Vehhabilik dinini benimsemiş, Mecüc (Arapların tapındıkları Cüce cin veya şeytanlar) soyu dedikleri Türklerden hilafeti alma bahanesiyle isyan etmişler, İslam’ın Haçlılara esir düşmesinde büyük hizmetler vermişlerdir. 1917 Süveyş Kanal yenilgisinde de Necdli Mekke Emiri Şeyh Hüseyin’in askerleri yardıma gelip ordumuzu içeriden vurmuşlardır. Hala da Türkleri putperest gördüklerinden hacılarımıza kötü davranmakta, aşağılamaktadırlar. Hacca veya umreye giden insanlarımızın kıldıkları namazdan kabir ziyaretlerine kadar her türlü ibadetleriyle alay etmektedirler.
Bu gün de İngiliz ve Amerikan sömürgeciliinin en büyük ortakları olup Otodoks Yahudi, Hristiyanlar ile Vehhabi Araplarından oluşturulmuş IŞİD haçlı ordusunun finansmanından kadın dahil her türlü ihtiyacına yardım etmekte, Irak, Libya, Mısır, Bahreyn, Suriye ve Yemen’de kan akıtmaya devam etmektedirler.

3-Zatü’r Rıka Gazası;

Necdlilerin öldürdükleri öğretmenlerin öcünü almak için Beni Nadir Yahudilerinin sürgün edilmesinden bir buçuk ay kadar sonra, Hicretin dördüncü yılında (625-626) Muhammet ordusunu toplayarak Nah adlı yerde ordusuna karargah kurdurmuştur. Durumu gören Necdliler kaçarak bölgeyi terk etmişlerdir. Bölge savaşsız ele geçirilmiştir. Ancak kin bitmemiş, muhtelif olaylarda peygambere ve Müslümanlara suikastlerde bulundukları Buhari kayıtlarında yer almaktadır.

4-Bu olaydan bir yıl önce olan ikinci bir olay da Yevm’r Raci olayıdır.

Hicretin üçüncü yılında (624), Udal ve Kare kabilelerinden bir heyet Muhammet’ten kendilerine İslam’ı öğretecek öğretmenler göndermesini ister. Bu isteğe olumlu cevap veren Muhammet, Mersed bin Ebi Mersed, Halid b. Bükeyr, Asım b. Sabit, Hubeyb b. Adiy, Zeyd b. Desine ve Abduyllah b.Tarık tan oluşan yedi kişilik bir heyeti Asım b. Sabit başkanlığında göndermişti. Heyetin gelişini Lihyan oğulları kabilesine tuzak kurdurarak okçularla öldürtmüş, heyetten Hubeyb ile Zeyd dahil bazılarını da Mekke köle pazarında satmışlardır.

5-Beni Nadir Yahudilerinin Medine’den Sürülmeleri;

Muhammet tarafından dokunulmazlık belgesi verilmiş olan Amr b. Umeyye ed Damri’nin öldürdüğü iki kişinin diyetlerinin ödenmesi konusunda Nadir oğulları Yahudilerinden yardımcı olmalarını isteyen peygambere olumlu cevap verip arkasından suikast kurduklarını haber alan Muhammet Yahudilere Medine’yi on gün içinde terk etmelerini emreder.
Güçleri yetersiz olan Yahudiler çaresiz kabul ederler. Muhaliflerden Abdullah b. Ubey b. Selül, elinde yardım edecek iki bin adamı olduğunu söyleyerek isyana teşvik eder. Yahudiler kalelerinde toplanırlar. Muhammet yaş hurmalıklarını yaktırarak onlara korku verir.Ancak vaat edilen yardım gelmeyince emre uymak zorunda kalırlar. Silahları ile savaş araçları hariç develerinin taşıyabileceği kadar yük alarak gitmelerine izin verir.
Beni Nadir Yahudilerinin mallarını Muhammmet kendisine alır ve karılarının bir yıllık masraflarının bu hurmalıklardan karşılandığı Belazuri’nin “Fütuh ul Buldan” kitabında geçmektedir.

6-Beni Mustalik Gazası (Mureysi Gazası);
            “
Beni Mustalik ya da Mureysi Yahudi kabilesinin Muhammet’e karşı Haris ibn Dirar komutasında ordu hazırladığı haberi üzerine kararlaştırılmıştır. İbni İshak’a göre hicretin altıncı (628), bazı ulemaların görüşlerine göre de beşinci (627) yılının Şaban ayında gerçekleşmiştir. Bu savaşa, önceki savaşlarda kazanılan başarıların etkisiyle yağmacı gayrimüslümler de gönüllü katılmışlardır.
Savaşın enteresan olaylarından birisi de Hz. Ömer’in kölesi ile bir sahabenin kavgalarının “köle-efendi” savaşına dönüşmesinin Muhammet’in idareciliğiyle önlenmesidir. Ancak bu günkü mitingleri andıran yürüyüş olaylarına kadar iş uzamıştır.
Diğer en önemli olay ise, Kur’anda Recm ayetlerinin olmasına engel olan Hz. Ayşe’nin savaş alanında unutulup zina ile suçlandığı ve Nur Suresi ayetleriyle Allah tarafından masumiyetinin bildirilmesi ile Ayşe’nin  recm edilmekten kurtulduğu meşhur “İfk” olayıdır.
Bu iki olay sonunda dinden dönmeler de yaşanmıştır.

7-Beni Kaynuka Gazası
8-Sevik                 “
9-Gatafan              “
10- Demet-ül Cendel “
11-Ebva             Gazası
12-Buvat               “
13-zu’l Uşeyre        “
14-Karkaratül Kudür “
15-Beni Süleym         “
16-Hamra-ül Esed      “
17-Beni Lihyan           “
18-Gâbe                    “

Muhammet’in Katıldığı Savaşlar;

1- Bedir Savaşı;
Hicretin ikinci yılının (624) Ramazan ayında, haram aylar olmasına rağmen, Müslümanların Kureyşlilerin kervanlarına saldırıp yağmalaması üzerine çıkmıştır.

2-Uhud Savaşı (625);
Bedir savaşının yenilgisini hazmedemeyen, Medine’li Hristiyan ve Yahudilerin İslam’ın geşimesinin getirdiği rahatsızlık üzerine yaptıkları işbirliği ile Kureyşlilerin öç almak için giriştikleri Uhud Dağında yapılan bir savaştır. Okçuların zaferi de denilebilir. Hata yüzünden Müslümanlar savaşı kaybetmekle yüzüyüze kaldıkları bir savaştır.

3-Hendek Savaşı (627)
Hicretin beşinci yılında, Medine’den sürülen Bnei Nadir Yahudilerinin sürgünden onra Mekke’ye giderek Kureyşlilerle birleşmelerinden sonra çıkmıştır. 10.000 kişikil ordu ile gelen Kureyş ordusunu İranlı Süryani Hristiyan dönmesi Salman-ı Farisi’nin önerisiyle, Medine çevresine hendek kazarak savunma yapılmasından dolayı bu adı almıştır. Zafer peygamberin olmuştur.

4-Hudeybiye Anlaşması (628);
1400 kişi ile Kâbe’ye hacca gelen peygamber şehre sokulmamı, Hudeybiye denilen yerde 10 yıl süreli anlaşma ile Hac yapılmıştır.

5-Hayber’in Fethi(629);
Medine’den sürülen Beni Nadir Yahudileri Suriye yolu üzerindeki Hayber şehrine yerleşmişlerdi. Yedi kaleden oluşan bu şehir halkı olan Yahudiler Medine’ye saldırmak için hazırlık yaptıklarını öğrenen peygamber anlaşma teklif etmiş se de geri çevrilmesi üzerine savaş hazırlıkları yapıldı. Gatafan Arapları da  Yahudilerle birlik olmayı kabul etmişlerdi.  Saldırmalarını beklemeyen Muhammet üç gün yol yürüdükten sonra Hayber’i kuşattı ve 10 gğnlük kuşatmadan sonra kale alındı.

6-Mute Savaşı (629);

Suriye’de Belka denilen yerde Romalılarla yapılan ilk savaştır. Savaş sonuşçsuz kalmıştır.

7-Mekke’nin Fethi (630);
Hudeybiye anlaşmasını Mekkelilerin bozması üzerine savaş kararı alındı. Mekke kısa sürede kolaylıkla ele geçirildi. 18 yıl Muhammet’e kan kusturan Ebu Süfyan’ın Mekke’yi bu kadar kolay teslim etmesi ile, Ebu Süfyan’ın 627’de Şam’da yaptığı görüşmenin etkisi açıktır. Romalılarla “ele güne karşı ayıp olmasın” tarzından göstermelik savaşlar yapılarak Muhammet yüceltilmiştir. Yoksa Roma bütün Arabistanı düm düz edecek güçtedir.

8-Huneyn Savaşı (631);
Mekke yakınlarında Havazin denilen Süryanilerin yaşadığı bölgedir. Romalıların, İsa’yı “dişi şeytan Er Ruha’nın kılık değiştirmiş hali” diye tanımlayıp, Katolik İncil’ini ret ettiklerinden dolayı sürdüğü Süryanilerin kaldırılması Roma için İran ve Yahudiler kadar önemliydi. Muhammet Yahudileri, Ortodoks Süryanileri kırmakla Roma’ya hizmet etmiştir.

9-Tebük Seferi (631)
Mute Savaşı gibi, Muhammet-Herakles işbirliği projesşnden haberi olmayan Roma ileri gelenlerini ve halkını teskin etmek, Muhammet’e de güven verip bütün Arapları arkasına almasını sağlayacak düzmece savaşların Muhammet çağındakilerin sonuncusudur. Bu savaş ta sonuçsuz kalmış, Müslümanlara göre Romalılar sindirilmiştir.

22 yıllık peygamberliği süresince “18”i büyük “9”u küçük olmak üzere “27” savaş geçiren Muhammet’in “barışçı bir din tebliğ etmesi” sizce ne kadar mantıklıdır?

Muhammet’in bütün insanlığa “barış, kardeşlik, adalet “ tebliğ eden bir dinin peygamberi olmak şöyle dursun Sabilerin din kitaplarında yazdıkları gibi, “Marsın Kılıcı, Kan dökücü Arap Ahmet” sıfatı daha çok yakışmaktadır. Medine döneminde recm ayetleri olmamasına rağmen Yahudi ve Ortodoks Hristiyanlara “Tevrat’at var” diye recm uygulaması (E.H.Yazır Maide 40 ayet tefsiri) ve onları haraca bağlamasının getirdiği düşmanlıklar bu sözde “barış peygamberine” suikastler, 
Medine’li Beni Nadir Kabilesinin sürülmesi, onların Kureyş ve Hayber Yahudileriyle birleşerek Muhammet’e savaş açmaları, çok sayıda insanın ölümleriyle sonuçlanan savaşlar olarak geri dönüşüm yapmıştır. Ortada, herkesin medet için koştuğu, ilahi beklenen adaleti temsil eden ve uygulayan bir peygamber yerine, başta kendi amcaları, yeğenleri olan Kureyş kabilesinden başlamak üzere Arap yarımadasının her köşesinde Yahudi, Süryani, Mecusi kanı akıtması ve onların düşmanlıklarını kazanması peygamberden çok bir tiranı işaret etmektedir.
Kendi halkı da ardından onun neslini de adını da okuduğunuz gibi silmiştir.

Muhammet’in kendisinin Herakles’i İslam’a davet ettiği mektubunun hikmetlerini anlatırken, “O mektup, onlarda durdukça Hristiyanlar yeryüzünde hakim olacaklardır” dediği bilinir.
Bu yetmezmiş gibi ayrıca Müslümanlara da aşağılayıcı bir kader biçmiştir.
Okuyalım;
“Şimdi Müslüm İbn El Hacca El Kuşeyri'nin hadis kitabında geçen ve Hz.Peygamber S.AV'ye ait olduğu belirtilen,İslam ve İsmail Peygamber soyu olan Mekke Araplarının sonunu okuyalım; 

47:6 "Gelecekte,Müslümanların,Hıristiyan ve Yahudilerin gerisinde kalacaklarını ve onların ardından Müslümanların onları takip edeceğinin vurgularken;”Siz onları adım adım,zira zira izleyeceksiniz.Öyle ki onlar zehirli kertenkele çukuruna girseler siz yine onların peşinden gideceksiniz.” “İslam bir garip olarak başladı yine garip olacaktır”diyerek de Allah’ın Yakup soyunun başında bekçilik ettiği sayısız peygambere nazaran İsmail soyuna kıyamete yakın bir zamanda sadece Hz.Muhammed vasıtası ile bir Kur’an ile seslenmesinin yarattığı garipliği dile getirmekte,geleceğinin de parlak olarak çizilmediği bildirildiğinden dolayı da endişe duyduğunu anlıyoruz.
(Hz.Muhammed’in Hayatı İnsan yay.Martin Lings veya Ebubekir Siraceddin.İst.2006)

Yukarıdaki hadis eğer doğru ise,Mekke Araplarının yine garip bırakılacakları "Yahudilerin, Hristiyanların ardına takılarak kertenkele kuyularına bile girmekten çekinmeyecekleri" iddiası İslamiyetin sadece Mekke ve çevresi Araplarına geldiğini,ve onların da Allah'ın asil kabul edip seçtiği "Yakup Soyu" peşinde kıyamete kadar takipçi olacaklarını anlamak zor değildir.


Alaeddin Yavuz

Kur'anın yakılması, yıkanması, yırtılması konularında, itiraz edebilecekleri için kasten İslami siteden alıntı yapılmıştır. Bu siteye bu yayını yapacak kadar cesur olduğu ve de elinden geldiğince savunduğu için de teşekkür ederim. Böyle Müslüman lazım  ülkeye. ; http://m.sorularlaislamiyet.com/index.php?oku=184780