İslami kaynaklarda, İslam öncesi dinlerde anlatıldığı
üzere, göklerden hırsızlığı, Allah’a karşı gelmesi, ordu kurup savaşması
nedeniyle kovulmuş, ama cezasını çekmesine rağmen göklere dönmesine izin
verlmeyen “mağdure” dişi şeytan El Uzza, Er Ruha dinine tapınmanın getirdiği
“sürekli ağlayan, yokluktan, mağduriyetten yakınan Arap geleneği gereğince olsa
gerek, Muhammet’e gelen vahiylerin kırık testi, çanak, çömlek parçalarına,
yazıldığı iddiası yüzünden önce “kağıt” hakkında bilgi vermek gereklidir.
|
M.Ö.II.yy.ait Çin paket kağıtları |
Bu
kaynaklardan birisi olan Zeyd İbni Said şöyle der: “Kur'ân'ı araştırmağa, hurma dallarından, yassı
taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeğe başladım”
Bakalım
o zaman yassı taşlara ne kadar yazıldığını aşağıdaki araştırmamdan okuyalım;
Kağıt,
eski Mısır’da Nil nehri kenarındaki bataklıklarda, ülkemizde pirinç tarlaları
ve bataklıklarda da yetişen ve evlerde vazolara konularak dekor olarak da
kullanılan, 1980’lere kadar evlerde halı yerine veya halı, kilim altına yere
serilen hasır, sepet ve benzeri eşya yapımında kullanılan “papır”dan yapılırdı.
Yunanlılar buna “Papirus” demişlerdir. Bu saz dövülerek inceltilir, suda
bekletilerek yumuşatılır ve bazı işlemlerden sonra hasır gibi örüldükten sonra
ağaç tokmaklarla dövülerek liflerinin bir birine geçmesi sağlanır, kurutlduklan
sonra da üzerine yazı yazılırdı. Bu kağıttan “sayfalı kitap (mushaf)” yapmak
olanaksız olduğundan eski kitaplar rulo yani tomar halinde yapılırdı.
Papirüs
tarzı kağıdın en eski kullanımına 20.yüzyılda yaşamış İngiliz dilbilimci ve
yazar David Diringer’in yaptığı tespitlere göre M.Ö. 2550 ile M.Ö. 2450
yıllarına ait Mısır dökümanlarında rastlanılmıştır.
Mısır
ile tanrıları ve dinleri ortak sayılan Hicaz Araplarının babaları Arami
peygamberi İbrahimden 450-500 yıl, Muhammet’in doğumundan 3000 yıl öncesinde
papirüs kağıdı kullanılıyordu.
Bunun
yanında, ceylan, keçi, inek, manda gibi hayvanların derileri gerilerek
kurutulur bunlar kağıt yerine kullanılırdı. Topkapı sarayında Kutsal Emanetler
bölümünde sergilenen Hz. Muhammet’in Mısır Kıpti (Çingene) kralına yazdığı
“İslam’a davet mektubu da böyle bir deriden yapılmış kağıttır.
Çinlilerin
M.Ö. II.yüzyılda ipekten, ve diğer materyallerden yaptıkları kağıtların
örnekleri bulunmuştur.
Bu
gün kullandığımız kağıt, İngilizce “Parchment”, Fransızca “Parchemin” adından
dilimize “Parşömen” olarak geçen adla anılan kağıt, inek, dana, keçi,koyun
derilerinin bir tezgahta gerildikten sonra tüylerinin kazınmasını takip eden
bazı işlemlerden geçirilerek M.Ö.50. yılında Romalılar döneminde İzmir
Bergama’da üretilmiştir. Bu kağıda daha iyi kullanım özelliği kazandırmak için
de İnek rahminden alınan cenin kullanılmıştır. Parchemin-Parchment adının koyun
ve keçi derisi ve “hayvan rahim zarı ile işlenerek sözlükçü Samuel Johnstone
(1755) ve kaligraf Edward Johnston tarafından geliştirildiği bilgisine ek
olarak, eski Grek/Yunan döneminde üretilmeye başlanıldığı, İskenderiye
kütphanesi ile yarışmak için de Romalılarca Bergama’da üretildiği İngiliz
“Brittianca online Encyclopedia” kaynağında geçmektedir.
Hatta,
İskenderiye Kütüphanesindeki kitapların Bergama’ya getirilerek parşömen kağıda
geçirilmesi teklifini yapan Jül Sezar (M.Ö 100-14), Mısır Kraliçesini
“kitapların çalınacağı” korkusuna düşürmüş ve bu nedenle Kleopatra’nın
İskenderiye kütüphanesinin yaktığı iddiaları tarihte yer almaktadır.
Bu
kağıt ile ilk defa “sayfalı kitap”, Araplardan bize geçen adıyla “Mushaf”
yapmak mümkün olmuştur. Müslümanlar arasında Kur’an-ı Kerim’in adı olan “Mushaf”ın
aslında “sayfalı kitap” demek olduğunu böylece öğrenmiş oldunuz. Muhammet’in
doğumu M.S. 571 olduğuna göre parşomen kağıt Muhammet’ten tam 621 yıl önce icat
edilmiştir. İnek, keçi derilerinden kağıt yapma işi 18.yüzyıla kadar sürmüştür.
Kureyş
gibi, hileci kurnaz, tüccar ve de zengin ve de, şehirlerine gelen misafirleri
ücret almadan doyurmakla övünen varlıklı, İran, Mısır, Suriye, Anadolu
coğrafyasında ticaret kervanları çalıştıran bir toplumun kağıttan habersiz,
çanak çömlek kırıklarına Kur’an vahiylerini yazacak kadar sefil ve kağıttan
habersiz toplum olmasını düşünmek sadece kağıdın tarihini bilmemekle
açıklanabilecek bir cahilliktir.
Arapların
bunu yapmaları ise, “biz ne sefilliklerden gelerek bu kadar büyüdük geliştik”
diye övünmek için yaptıkları mağdure dişi şeytanının kurnazlığına yatmalarıdır.
Bu
bilgileri okuduktan sonra, Kur’an’ın indirildiği zamanın “taş devri”
olmadığını, o çağda günümüzdeki kadar gelişmiş olmasa da her türlü kağıdın veya
kağıt yerine kullanılabilecek materyallerin olduğunu, Arapların acındırma
yoluyla büyüklenme geleneklerini de öğrendik.
Kur’an
Alak Suresinin ilk ayetleri de zaten “Biz Adem’e kağıt ve kalemle okuryazarlığı
öğrettik” derken Arapların bu yalanını da yüzlerine vurmaktadır. Tufan öncesi
en az 250.000 yıl öncesinde Adem’e kağıt-kalemle okuryazarlık öğreten Allah’ın
insanlara bıraktığı bir kültüre, her şeyi yok eden tufandan sonra Mısırlıların
Muhammet’ten 3000 yıl önce papirüs kağıdı kullandıkları bilinirken, “çanak,
çömlek kırıklarına yazı yazma” masalı ancak, kendini acındıran, kişiliksiz,
yalancılıkları ve masalcılıklarıyla
ünlü Araplara yakışır.
İleride
Muhammet’in ağzından bunların yalancılıklarına, hırsızlıklarına da tanık
olacağız.
|
Koyun derisinin gerilmesiyle kağıt
için hazırlanan şekli |
Bütün
bunlara rağmen günümüzde bile bir çok Müslüman Kur’an’ın, kitapçılarda
satıldığı gibi, ciltli, birinci kalite parşömen kağıda basılmış, sayfalı bir
kitap olarak gökten indirildiğinie, ayrıca hafızlarca ezberlenip akıllarda
korunduğunu düşünecek kadar din ve tarih hakkında bilgisizdir.
“Kuran’ın
bir harfi bile değişmedi” iddiasına olan bağlılıklarını, Kur’an ayetine
dayandırmaları hem akılsızca olduğu kadar da ilginçtir.
İslam
siyasi bir dindir, 627’de Romalıların İranlıları kesin yenilgiye uğratmasından
sonra taht kavgalarında uzun zaman geçirerek kendisini topralayamayan İran’ın
durumunu fırsat bilen Roma imparatoru Herakles’in putperest Mecusi, Katolik
İncil’ine ters düşen ve İsa’yı kovulmuş dişi şeytan Er Ruha’ın kılık
değiştirmişi olarak tanımlayan, İncil’i Vaftizci Yahya’dan aldıklarına
inandıklarından yasaklanan ve soy kırıma uğratılan Ortodoks Süryani, Sabi
Hristiyanlığı, Sabi ve Habeş Sabiliği temelli “Güneş/Gök Ana-Güneş Evi” dini
temelli Ortodoks Yahudileri Katolik Roma Hristiyanlığına zorlaması sonucu alel
acele bu dinlerin ortası alınarak üretilmiştir.
İran’ın kesin yenilgisini takiben, Herakles’in Suriye
Şam’da Ebu Süfyan ile görüşmesinin ardından Ebu Süfyan, 630’a kadar İran’ı
gözlemiş, İran’da bir toparlanma olmayınca da Herakles’in baskıları da artınca
Mekke’yi Muhammet’e teslim etmiştir. Öldürülmemesinin de asıl sebebi budur.
İran’ın
kesin yenilgisi 627’den Muhammet’in ölümü 632’ye kadar İslam’ın bir anda,
Roma’nın desteklediği diğer üçü erkek biri kadın dört peygamber adayının etkili
olduğu Yemame, Yemen, Hazreç bölgelerinin
kılıç zoruyla İslam edilmesi, tarihi boyunca tek devlet olamayan Arap
yarımadasının sınırlarını “”5” Beş yılda Suriye’ye dayaması Herakles’in desteği
olmadan olanaksızdır.
Diğer
yandan İran şahı Hüsrev’in Muhammet’in kellesini Yemen’in Fars valisi Bazan’dan
istemesine rağmen bu büyüme ve gelişme Roma’ya rağmen olanaksızdır.
Yahudileri
627 yıl, ilşk Hristiyan Yahudileri de 300 yıl sürgünden sürgüne gönderen,
soykırımlara tabi tutan ve hala İran etkisiyle kendine isyan eden Kuzey Afrika,
Arabistan, Suriye Amanos, Irak Zağros dağlarında yaşayan Arami- Süryaniler ile
Ermenilere nefes aldırmayan Roma Muhammet’i neden korusun?
Muhammet
sonrası Emevi İslam devletinin ilk önce Irak, İran’a girip ele geçirmesi ardından Mısır’a saldırıp işgal etmesi sadece
sekiz yıl almıştır. Libya ve Tunus dahi 641’de işgal edilmiştir. Süryani
–Nasturi İncili temell Hristiyanlık mezhebinde olup, Katolik Vatikan kilisesine
biat etmekte sıkıntı yaşatan İspanya’nın işgaline Roma’nın sessiz kalması da bu
şekilde açıklanabilir.
Yoksa,Roma
imparatorluğu keriz midir ki tarih boyunca millet ve devlet olamamış Hicaz
Araplarını kendine rakip olacak kadar güçlendirsin, güçlenmelerine izin versin?
İslam
haritasının önce Roma’nın 627 yıl düşmanı olan İran ülkesi ve ona bağlı
Kafkaslar üzerinde gelişmesi, buralarda yaşayan Ortodoks Süryani, Habeş Süryani
inancına mensup Ermeniler, Sabiler, Mecusiler ile Mecüc soyu saydıkları
Türkler’in soykıırmlara uğratılması da tesadüf değildir.
Bu
toplumlar Roma’yı çökerten bitirenlerdir. İslam, Roma ve Vatikan’ın parasıyla
Roma’nın öcünü alan fedai Arapların Hristiyan Nasturilik mezhebi temelli
dinidir.
Muhammet,
bir peygamberden çok, Hristiyanlığı “İslam” adıyla gizleyen, halkını Roma’nın
paralı askeri yaparak güçlü millet yapmak isteyen bir işbirlikçidir.
Bunda
da Roma’nın desteği ile başarılı olmuştur.
Bu
konuda geniş bilgi “Roma İslam Tezgahı Mı” başlıklı yazımda,
“adilyargic.blogspot.com” da yayınlanmıştır.
Muhammet
ve ardından gelen bütün halifelerin Roma’ya saldırmamalarının da tek açıklaması
budur.
İran ve Mısır’ın fetihlerinden sonra
büyüklenen Arapların Roma’ya meydan okumaları ise ancak sekizinci yüzyılda
kesinleşmiş bu da önce Abbasi hanedanının iktidara getirilmesi ardından da
İslam imparatorluğunun güçten düşürülmesiyle sonuçlanmıştır.,
Bu
gün de bağımsız tek Müslüman devlet yoktur ve gene hepsi de çağımızın Roma’sı
olan Amerika birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkelerinin
işbirlikçileridirler.
Bunca
tarihi ve siyasi gerçekler ortadayken, insanlara hala A.B.D-A.B merkezli
desteklerle dayatılan köktendincilik ile cahilleştirilmiş Müslümanlar,
Kur’an’ın Allah’ın korumasında olduğuna ve değişmeyeceğine inandırılmışlardır.
Sanki, Kur’an basılı bir kağıt tomarı
değil de, kendisine kötü niyetle yaklaşanı yakacakmış, ölümle cezalandıracakmış
gibi görülmektedir.. Bu hal de Muhammet’in kırdığı putların yerini Arap
alfabesiyle yazılmış Kur’an kitabının aldığına işarettir.
Yukarıda
verdiğim tarihi çelişkiler ile, Muhammet zamanında yazılmış Kur’an sayfalarının
yakılması, yeniden yazılmasının sebebi de birden genişleyen, büyüyen devletin
çok farklı dini ve kültürel gelişmişliğe sahip milletlerin ihtiyaçlarını
karşılayamaması gerçeğine dayandırılmalıdır.
İşgalci
Araplar, Roma desteğiyle işgal ettikleri toplumlara dayattıkları dinlerini
savunamaz duruma düşmüşlerdir. BU eksikliği kapatmak için de Kur’an yeniden
derlenerek ve Grek Hermetizmi esas alınarak yeniden yazılmış ve düzenlenmiştir.
Kur’an
hiç bir zaman Allah’ın vahiyleri olmamıştır ve Nasturilik Hristiyanlığı ile
Katolik Hristiyanlığı ilkelerine göre yeniden yazılmıştır. Felsefesi/tasavvufu
da Grek Hermetizmi olarak belirlenmiştir.
Buna
kanıt olarak kısaca, Muhammet’in peygamber peygamberlik mührünü gören Nasturi
Arabistan episkoposu Büşra Şehri kilisesi episkoposu Bahira, onun peygamber
olduğunu açıklayan, çocukluğundan beri Muhammet’i takip eden Varaka bin
Nevfel’in Mekke Nasturi kilisesi baş keşişi olduğunu, Muhammet’in sıklıkla
görüşüp danıştığı kişilerin hepsinin de Hristiyan olduklarını yazmak
yeterlidir.
Bu
olayları, sanki ilahi bir kitap varmış mantığı ile inceleyen din tüccarlarının,
bunlara gerçekten “ilahi din” diye inananların “Kur’an’ın neden yakıldığı,
yıkandığı/silindiği, değiştirildiğine” veya yeniden yazıldığına dair
tespitlerini okuyalım.
Önce Kur’an’ın gökten ciltli, pırıl pırıl parşömen kağıda
basılı, ciltli olarak inmediğini, kimin rüyada kiminin uykuda “vahiy/fısıltı”
yoluyla 611’den 632’ye kadar geçen 22 yılda geldiğini İslami kaynaklardan
öğrenelim;
Vahiy
nedir? Kur’an Nasıl Toplanmıştır?
VAHİY: Kelime anlamı, imâ, fısıldama, işaret, bir şeyi hızla yapmaktır.
Dini anlamda ise vahiy; Yüce Allah'ın, insanlara ulaştırmak istediği mesajı
(emir, yasak, tavsiye, bilgi,..), değişik yollarla Peygamberine iletmesine
denir. Vahiy kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de; ilham etmek, içgüdü, emretmek, işaret
etmek, fısıldamak anlamlarında da geçmektedir...
Peygamberimiz (a.s.), peygamberliğinin ilk altı ayında sâlih rüyalar görür ve
gördükleri aynen çıkardı. "...Mü'minin rüyası, peygamberliğin kırkaltı
parçasından biridir.” buyurmuştur. (Peygamberlik süresi yirmi üç yıldır, altı
ayda bu sürenin kırk altı da birini oluşturur.) Cebrâil (a.s.), vahyi
Peygamberimize görünmeden getirdiği gibi, asıl şekliyle ya da bir insan
şeklinde görünerek getirdiği de olurdu. Miraçta olduğu gibi aracısız olarak
doğrudan Yüce Allah tarafından verildiği de olmuştur...”
Vahiy
yoluyla peygambere bildirilen Allah’ın emirlerine “ayet”, ayetlerin
yorumlanmasında uyuşmazlık hallerinde peygamberin yaptığı açıklamalara “hadis”
denilir. Hadisler bazen ayetlerde belirtilmeyen peygambere ait sünnetler ile bazı
konularda yapılması gerekenlerin, olayların açıklanması şeklinde de
söylenildiği görülmektedir.
İşte,
vahiy yoluyla indiği yazılan Kur’an’ın Allah’ın korumasında olduğunu anlatan o
ayetlerden birisi;
“Hicr
suresi 9. ayet;
إِنَّا
نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette
biziz.”
|
Beni Kureyza Kabilesinin Hz. Ali tarafından katlini gösteren 19.yy. minyatürü |
Öyleyse,
peygamberin ölümünden sonra bir Kur’an karmaşası neden başlar?
Zeyd
İbni Said şöyle der: “Kur'ân'ı araştırmağa, hurma dallarından, yassı taşlardan ve
insanların hafızalarından derlemeğe başladım. Tevbe Suresi'nin sonu olan: ‘Andolsun
size kendi içinizden öyle bir elçi geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir;
size düşkün, mü'minlere şefkatli, merhametlidir. Eğer (inanmaktan) yüz çevirirlerse
de ki: 'Allah bana yeter. O'ndan başka tanrı yoktur. O'na dayandım. O, büyük
Arşın sahibidir.' âyetini yalnız Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin yanında buldum."
(Buhârî, Fedâilu'l Kuran, 3, 4 ncü bâblar, Ibn Hanbel, Musned, 1/13; Ebu Dâvûd,
Kitâbu'l-Mesâhif, s. 67)
Yassı
taşlardan, insanların hafızalarında kalmış üç beş surelik ezberlerden Kur’an
yapma çabaları nedendir?
Allah’ın
“Kur’an’ın koruyucusu da elbette biziz” demesi belkide itimat/güven telkin
edici ifade olarak diğer dinlerde de bulunan bu ayet Kur’ana sonradan
sokuşturulmuştur. Başka şekilde açıklanamaz.
Ortada,
peygamber zamanında yazılmış dört tane Kur’an’ın olduğu bilinirken bunlar neden
olmuştur?
Hz.
Ayşe’nin “ifk/Zina” olayı nedeniyle Ömer’in kendisini Muhammet’in ölümünden
sonra recm edeceği korkusuyla, Halife Osman’a teslim ettiğini Necm ve Nur Sure
tefsirlerinde E.H.Yazır hoca kaynağıyla vermiştir.
Diğer
saklayanlarında başka korkuları vardı. Bunların başında, Ebu Süfyan’ın ve
peygamberin düşmanlarının tek tek devletin başına geçmelerinin getirdiği
endişeler dikkate alınmalıdır. Bunu ileriki konularda genişçe işleyeceğiz.
Oysa, Kur’an’ın bu günkü sure diziliş sırası bile
peygambere gelen vahiy sırasına göre değildir. Hiç yapılmadıysa bu değişiklik
mevcuttur.
Muhammet
peygamberdi veya değildi. Ama her ne bıraktıysa arkasından bıraktığı her şey
silindi ve yeniden yazıldı, düzenlendi ve bu gün sevdiğiniz ya da
eleştirdiğimiz İslam haline getirildi.
Şimdi
de Kur’an’ın Emevi-Abbasi dönemlerinde Bağdat İslam Üniversitesinde bu günkü
haline nasıl getirildiğini okuyalım;
KURAN
AYETLERİNİN İNİŞLERİNE GÖRE SIRALANIŞLARI
Bilindiği gibi Kuran
ayetleri, Hz. Muhammed ve Dört Halife döneminde "geliş sıralarına"
yani peygambere vahiy ediliş sırasına göre yazılmaktaydı.
Abbasiler döneminde İ.S.732'lerden
sonra Bağdat şehrinin kurulması ile burada bir İslam üniversitesi kurulur ve
Yunan'dan Çin'e bütün o zamanın dünyasının ülkelerine giden Kuranı iyi ezbere
bilen din adamları, diğer dinleri ve felsefeleri incelerler ve Sokrates ve
Aristo mantığına dayalı "Tek Tanrıcı",Sabi, Sufi kavramlarına uygun
tefsirler oluştururlar. Kolaylık olsun diye (!) Kuran ayetlerinin yerleri,
"uzundan kısaya” olarak değiştirilir.
Bu da Kuranın anlaşılmasını
bilmeceye çevirir ve olayların sırası karıştığından, insanlar Kuranı yorumlamak
için din ulemalarına ihtiyaç duymak zorunda bırakılır.
İslam öncesi Hicaz Arapları
Mecüsi (Şeytana tapan Yezidi) olduklarından, bu dinde halka “okuryazarlık”
yasaktı. Kur’an’ın Hicaz Araplarına gelmesi nedeniyle, o zamanki inanışlara
göre, onların dinine giren başka milletler bunu kendi dillerinde anlamasa da
olurdu. Çünkü onlar, bu dinle şereflendikleri için “surre=rüşvet” ödemek
zorunda olan “Mevaliler/ kölelerdi”. Osmanlı bu “Surre/rüşvet” vergisini
Cumhuriyetin ilanına kadar düzenli olarak ödemiştir.
Türkleri de kıyamette yani
yeryüzünde bütün canlıların ölmelerinden sonra uzun bir süre dünyada hayat
olmayacaktır. Tanrının uygun gördüğü bir zamanda Allah’ın emri ile melek
İsrafil’in şura’yı (boruyu) üflemesi ile yeryüzünde yaşamış ve ölmüş tüm
canlılar dirileceklerdir ve o zaman Allah ile şeytanın orduları savaşacaktır.
İşte bu savaşta Türkler “Şeytan’ın ordusu olacak” kavim olarak geçtiğinden
(Kehf Suresi ;90-96.” Ayetlerin yorumu) bizlerin Kâbe’ye gelmelerini de
istemiyorlardı. Bu yüzden Türk hacılar özellikle Filistin, Lübnan bölgelerinde
Araplar tarafından öldürülüyor, köle olarak satılıyorlardı.
Arapların Türk Hacı
Katliamları;
“...Zamanımızda kadın
taifesinin Kâbe’si, doğup büyüdüğü kapısının eşiğinin iç yüzüdür. Dışarı
çıkmaya. Çünkü bu Kâbe yoluna çıkanlar, kadınların neler çektiğini bilirler.
Mesela Konakçı Ali Paşa senesinde Reşit oğlu adlı Araplar, hacıları vurup nice
ehli ırz kadınları, cariyeleri, üryan edip, götürüp inciterek o nazlı hatunlara
hizmet ettirdiler. Nicesi öldü, nicesi para verip kurtuldu. Nicesi orada kalıp
evlat sahibi oldular. Hakirin bu tasviri farza aykırıdır ama yüreğim yanıktır.
O faciada hakir bulundum, gözümle gördüm.” Kaynak -Evliya Çelebi
Seyahatnamesi C.9 .S-161 ve 165.
Oysa Türkler her zaman iyi
olan gök ruhları ve kötü olan yer altı ruhları gibi inanışları olsa da “Tek
Tanrıya” tapmışlardır. Bana sorarsanız asıl, Hindu, İran, Çin ve Yahudi
dinlerine girdiklerinde şeytana tapmaya başlamışlardır.
Şeytan ve cinlere tapınan
Budist, Hindu, Brahman, Mitracı, Zerdüşt, Mecüsi, Yezidi (Şeytan Tavus’un
soyudurlar), Sabi (Şeytan El Ruha ve Ruda’nın soyudurlar), Yahudi
,Hıristiyan (Şeytan hileci, topuk tutan Yakup’un soyları) ve öteki
ekvator bölgesinde yaşayan kavimlerdir. Allah ta yukarıda delilleriyle yazdığım
gibi Kâbe’deki 360 tane şeytanın başıdır. Allah’ın İslâm öncesi bir Kâbe
putu olduğunu Kur’an tefsirlerinde (Fatiha Suresi) bulabilirsiniz. Hz.
Peygamber zamanında yaşamış Kur’an tefsir yazarı ve İslam tarihçisi İbn-i
Hişam’ın “Kitab-ül Asnam’ı” (Putlar Kitabı) araştırınız.
İşte, "Hileci"
Hicaz Araplarının bu sinsi hileleri Şeyhlerin, Şıhların, Dervişlerin, Pirlerin,
Müritlerin kısaca Ruhban ve Köle toplumların oluşmasını sağlarlar.
Zaten Müslümanlara kendi
dillerinde Kur’an okumanın yasaklanmasındaki amaç ta halkın devlet adamlarını
imtihana çekmelerini önlemek ve Arap olmayan kavimlere de Hicaz Araplarının
“Mevali/Köle” algılamaları yüzünden Kur’anla şereflenmeleri(!) çok görüldüğü
içindir.
Bu günkü Kuran'ı Hz.
Muhammed'e inişlerine göre , "vahiy sırası" içinde, anlaşılabilir
şekilde okumak istiyorsanız, bu sırayı takip ediniz.
Örneğin, Alak Suresi
"İlk İnen" ayet olmasına rağmen bu gün "96. sırada, ikinci inen
Kalem Suresi ise 68. sıradadır.
Diğer yandan Erzurumlu
İbarahim Hakkı Hazretlerinin (1703-1780) Marifetname adlı kitabında “18.”
Sayfasında Kainatın (Cennetin) derecelerini açıklarken “Bütün cennetlerin
derecelerinin toplamı “6.666” derecedir. Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin toplamı
kadar.” Demektedir.
Bu gün Topkapı Sarayında
bulunan ve Hicaz’ın Osmanlı’dan çıktığı yıllarda zamanın Medine Valisi
tarafından deve sırtında kaçırılarak getirilen iki altın şamdan vardır. Bunlar
Medine’de “Medine-i Nebevi” yani peygamber Camisinde bulunan Hz. Peygamberin
mezarında bulunan şamdanlardır. Ağırlıkları “48.kg” dir. İkisinin toplamı “96”
eder. Kur’an’ın Sure sayısına eşittir. Her şamdan “3.333” adet küçük elmas ile
süslenmiştir. İkisinin toplamı “6.666” eder Kur’an’ın ayet sayısını verir. Oysa
günümüz Kur’anı “114” Sure (Metin) ve “6.660-6,664” arasında ayet sayısı olduğu
görülmektedir.
Osmanlı Şeyhülislamlığı
yapmış Abdülhakim Arvasi’nin (Cumhuriyet döneminde Van Milletvekilidir)
oğlu Kadıköy Müftüsü Ahmet Mekki Üç Işık yazdığı “Saadet-i Ebediyye” adlı
kitabın 43. Sayfa, ikinci paragrafında Kur’an “114” Sure, “6.660” ayet diye
yazmıştır.
Aşağıda belirtilen tablo
toplandığında ise “114” Sure “6.125” ayet çıkmaktadır. İki kez aynı sonucu
almama rağmen hata yapmış olabilirim belki ama bu kadar rakam kaçırdığımı
sanmıyorum. Belki tabloyu hazırlayanda bir hata vardır.
Kur’an’ın ayetlerini iniş
sırasıyla okumak, Peygamberliğin gelişinden itibaren ayetlerin inmesine sebep
olan olayları sırasıyla okumanızı sağlayacaktır. Böylece onu daha kolay
anlamaya sebep olacağından, günümüz Müslümanı ister Hicaz Arap'ı ister başka milletten
Müslüman olsun Kuranı anlamak için aşağıdaki formülden yararlanmak zorundadır.
Yoksa Türkçesi de olaylarını net biçimde algılamanıza yetmeyecektir.
Kolay gelsin.
Alaeddin Yavuz/
İNİŞ SIRALARINA GÖRE KURAN
SURELERİNİN DİZİLİŞLERİ
Surelerin peygambere
vahyediliş sırası solda, sonraki sıra da günümüz Kuran sırasıdır.
İniş S.No -K.S.NO-SÛRE ADI AYET SAYISI
CÜZ SAYFA
96 Alak
19 30 597
68 Kalem
52 29 563
73 Müzzemmil
20 29 573
74 Müddessir
56 29 574
1 Fâtiha
7
1 0
111 Tebbet 5 30 603
81 Tekvîr
29 30 585
87 A’lâ 19 30 591
92 Leyl 21 30 595
89 Fecr 30 30 592
93 Duhâ 11 30 595
94 İnşirâh 8 30 596
103 Asr 3 30 601
100 Âdiyât 11 30 599
108 Kevser 3 30 602
102 Tekâsür 8 30 600
107 Mâ’ûn 7 30 602
109 Kâfirûn 6 30 603
105 Fil 5 30 601
113 Felâk(*) 5 30 604
114 Nâs(*) 6 30 604
112 İhlâs 4 30 604
53 Necm
62 27 525
80 Abese
42 30 584
97 Kadr
5 30 598
91 Şems
15
30 594
85 Bürûc
22 30 589
95 Tîn
8 30 596
106 Kureyş 4 30 602
101 Kâri’a 11 30 600
75 Kıyâme
40 29 576
104 Hümeze 9
30 601
77 Mürselât
50 29 579
50 Kâf
45 26 517
90 Beled
20
30 593
86 Târık
17 30 590
54 Kamer
55 27 527
38 Sâd
88 23 452
7 A’râf
206
8 150
72 Cin
28 29 571
36 Yâsîn
83
22 439
25 Furkân
77
18 358
35 Fâtır
45 22 433
19 Meryem
98 16
304
20 Tâ-Hâ
135 16 311
56 Vâkı’a
96 27 533
26 Şu’arâ
227 19 366
27 Neml
93 19 376
28 Kasas
88 20 384
17 İsrâ
111
15 281
10 Yûnus
109 11 207
11 Hûd
123 11 220
12 Yûsuf 111 12
234
15 Hicr
99
14 261
6 En’âm
165 7 127
37 Sâffât
182 23 445
31 Lokman
34 21 410
34 Sebe’
54 22 427
39 Zümer
75 23 457
40 Mü’min
85 24 466
41 Fussilet
54 24 476
42 Şûrâ
53 25 482
43 Zuhruf
89
25 488
44 Duhân
59
25 495
45 Câsiye
37 25 498
46 Ahkâf
35
26 501
51 Zâriyât
60 26 519
88 Gâşiye 26
30 591
18 Kehf
110 15 292
16 Nahl
128 14 268
71 Nûh
28 29 569
14 İbrahim
52 13 254
21 Enbiyâ
112 17 321
23 Mü’minûn
118 18 341
32 Secde
30 21 414
52 Tûr
49 27 522
67 Mülk
30 29 561
69 Hâkka
52
29 565
70 Me’âric
44 29 567
78 Nebe’
40
30 581
79 Nâzi’ât
46 30
582
82 İnfitâr
19
30 586
84 İnşikâk
25 30
588
30 Rûm
60 21 403
29 Ankebût
69 20 395
83 Mutaffifîn
36 30 587
2 Bakara(*)
286 1 1
8 Enfâl(*)
75 9 176
3 Âl-i İmrân(*) 200 3 49
33 Ahzâb(*)
73 21 417
60 Mümtehine(*)
13 28 548
4 Nisâ(*)
176 4 76
99 Zilzâl(*) 8 30 599
57 Hadîd(*) 29 27 536
47 Muhammed(*) 38 26 506
13 Ra’d 43 12 248
55 Rahmân 78 27 530
76 İnsan(*) 31 29 577
65 Talâk(*) 12 28 557
98 Beyyine(*) 8 30 598
59 Haşr(*) 24 28 544
24 Nûr(*) 64 18 349
22 Hac(*) 78 17 331
63 Münâfikûn(*) 11 28 553
58 Mücâdele(*) 22 28 541
49 Hucurât(*) 18 26 514
66 Tahrîm(*) 12 28 559
64 Teğâbun(*) 18 28 555
61 Saff(*) 14 28 550
62 Cum’a(*) 11 28 552
48 Fetih(*) 29 26 510
5 Mâide(*) 120 6 105
9 Tevbe(*) 129 10 186
110 Nasr(*) 3 30 603
Not: Yanında (*) işareti
bulunan sureler Medeni (Medine'de inmiş), diğer sureler Mekki (Mekke'de
inmiş)tir.
Görüldüğü gibi Kur’an, kendinden önce olan hiç bir din
kitabında görülmeyecek şekilde, sure sıralarından ayet harmanına uzanan şekilde
tahrif edilmiş, değiştirilmiş, ve yeniden yazıldığını işlemeye devam edelim. Bu
ifadeler bana ait değil, bütün siyer ve hadis yazarlarına aittir.
Şimdi
bu “Kur’an’ın bir harfi değişmedi yalanını” hadis ve siyer
kaynaklarından nasıl yalanlandığını görelim.
1-Hz. Ali, Hz. 2-Abdullah b. Mesud,3- Hz. Aişe, Hz.
4-Abdullah b. Abbas gibi bazı sahabilerin elindeki Mushaflar, hususilik arz
ediyordu
İşte
yedi lehçe, farklı telaffuz ve benzeri sebeplerden dolayı, Hz. Osman
(ra) devrinde, -daha önce Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde bir araya getirilen ve
daha sonra Hz. Hafsa (ra)'nın yanında bulunan Kur'an sahifeleri esas alınarak
dört veya yedi adet Mushaf nüshaları düzenlenmiştir.
Ümmet içinde bu konuda birliği sağlamak maksadıyla, bazı kimselere özel
Mushafları -sahabelerin onayıyla- yaktırmıştı. (bk. Suyutî, İtkan, I/134; Subhi
Salih, el-Mebahis, s. 78-85).
Ünlü tefsir ve hadis âlimi İbn Kesir (ö. 774), söz konusu nüshalardan bir
tanesini Şam'da Dimışk camiinde gördüğünü söylemiştir. İbn el-Cezerî, İbn
Fadlullah el-Umerî de bu Mushafı orada
gördüklerini söylemişlerdir. (bk. el-Mebahis, s. 88-89).
Hz.
Ebu Bekir, halife olduktan sonra bazı bölgelerde dinden dönme (ridde)
olayları meydana gelmiş, Yemame savaşında (M.633), 70 hafız şehit olmuştur.
Bunun üzerine, Hz. Ömer (ra)'in teşvik ve ısrarıyla, Hz. Ebu Bekir (ra),
kendisi hafız ve aynı zamanda vahiy kâtibi olan Zeyd bin Sabit başkanlığında
bir heyet oluşturmuş, Kur'ânı toplayıp bir kitap haline getirme görevini bu
heyete vermiştir. Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, İbni Kâab Zeyd’e büyük ölçüde
yardımcı olmuştur. Oldukça titiz çalışmalar sonucunda yaklaşık bir yıl sonra
Kur'ân-ı Kerim, ciltli bir kitap haline getirilmiştir, ama sure sıralarına
riayet edilmemiştir.
Elinde
Kur’an Bulunduranlar;
1-Hz.
Ali
2-Abdullah
bin Mesud
3-Hz.
Ayşe
4-Abdullah bin Abbas.
5-Ebubekir’in
toplattığı Kur’an; Bu kitaplardan Ebubekir, kendisi hafız ve aynı zamanda
vahiy kâtibi olan Zeyd bin Sabit başkanlığında bir heyet oluşturmuş, Kur'ânı
toplayıp bir kitap haline getirme görevini bu heyete vermiştir. Hz. Ömer, Hz.
Ali, Hz. Osman, İbni Kâab Zeyd’e büyük ölçüde yardımcı olmuştur.
6-
Hz. Osman’ın yazdırdığı Kur’an; Hz. Osman (ra)’ın emriyle dördü asıl, on iki
kişilik bir heyet oluşturulmuş. Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında yazılan Kur'ân-ı
Kerim'e bakılarak çoğaltılmış olan Mushaf, aynı zamanda sure sıraları da Hz.
Peygamber (asm)'in emir buyurduğu gibi düzenlenmiştir. Bu tasnifte ihtilaf
edilen kelimelerde Kureyş lehçesine göre yazılmıştır. Bundan sonra Kur’an
önemli şehir merkezlerine gönderilmiştir. (H.25/M.646)
7-Hafsa’nın
Kur’anı; Zeyd'in derlediği bu Mushaf, Ebubekir (ra)'in yanında kalmış, onun
vefatıyla Ömer (ra)'e intikal etmiş, onun vefatından sonra da kızı Hafsa'nın
eline geçmiştir
Hz. Hafsa'ya iade edilmiş olan ana Mushaf da ölünceye dek onun yanında
kalmış, Medine valisi olan Mervân ibn el-Hakem, yakmak üzere o nüshayı
istemişse de Hz. Hafsa vermemiş, fakat bu mü'minler anasının vefatı üzerine
Mervân o Mushafı alıp yakmıştır. (el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)
Hz.
Osman'ın, yazdırdığı resmî Mushaf dışındaki mushafların yakılmasını emretmesi
kıraat ihtilâflarını ortadan kaldırmak, Müslümanları tek kıraatte birleştirmek,
birliği sağlamak içindi. Nitekim Hz. Ali (ra)’nin:
"Ey insanlar, Osman hakkında aşırı sözler söylemekten,
ona 'Mushaflar yakıcısı!' demekten sakının. Vallahi o,
Mushafları, biz Muhammed'in ashabı önünde yaktı. Osman zamanında yönetici ben
olsaydım, onun mushaflar hakkında yaptığını ben de yapardım."
dediği
rivayet edilir.(Kurtubî, 1/54; el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)
Osman’a Kur’an Teslim Etmeyenler;
1-Hz. Ali
2-Abdullah ibn Mesud
3-Übeyy ibn Ka’ab
4-Hz. Ayşe (?)
Buhârî'nin
rivayetine göre Hz. Âişe (ra), Mushafını görmek üzere gelen bir Iraklıya, özel
mushafını göstermiştir.(Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân, 5) Ayşe’nin Ömerin ölümünden
sonra Osman’a teslim ettiği de yazılır. (E.H.Yazır Necm Suresi tefsiri.
Yukarıda da anlatıldı.)
Osman’ın elinde olanların Kuranları teslim etme emrine
uymayıp kendi özel Mushaflarını saklayanların bulunduğu da tarihen sabittir.
Çünkü Hz. Alî, Abdullah ibn Mes'ud,
Übeyy ibn Ka'b'ın özel Mushaflarından söz edilmektedir.(Kurtubî, 1/53)
İbn
Ömer diyor ki:
"Hiçbiriniz Kur’an’ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin.
bilemez ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir.Ne kadar ortada varsa o kadarını
elimde tutuyorum desin yalnızca." (suyuti, el itkan, 2/32.)
Hz. Osman (r.a), çoğaltılan mushafları önemli İslâm merkezlerine gönderince,
bunlar dışında elde bulunan özel sahife ve mushafların bir rivâyete göre
yakılmasını (13), bir rivâyete göre yırtılmasını (14) veya bir rivâyete
göre yıkanıp temizlenmesini yani silinmesini emretti (15). Burada (H)
harfinin noktalı veya noktasız olmasından da değişik mânâ çıkabilir. Noktasız
yakma, noktalı (Hı) yırtma, parçalama mânâsına gelmektedir. İbn Hacer
"Rivayetlerin, çoğu yakma hususunda sarihdir" der. Belki de
bazıları, yazıları iyice giderebilmek için önce yıkamış veya yırtmış, sonra
da yakmışlardır. Yırtma, yıkama ve yakma birleştirilebilir (16).
Gömüldüğüne dâir de bir rivâyet vardır (17). R. Blachere de her üç rivayetin
bulunduğunu kabul eder (18). T. Nöldeke, yakma işlemini gereksiz görür. Yakma
yerine, yıkanıp temizlenir ve o malzeme yeni bir yazı için kullanılır, görüşünü
ileri sürer (19).
HAFSA MUSHAFI VE SONUÇ
Burada son olarak yine büyütülmek istenen, Hafsa (r.a) mushafının yakılması
rivâyetine temas etmek istiyoruz. Ebu Ubeyd ve İbn Ebi Dâvud, İbn Şihâb
tarikiyle, Sâlim bin Abdullah'ın şu rivâyetini haber verirler:
Mervan,
Muâviye tarafından Medine vâlisi olduğu zaman, Hafsa'ya adam gönderip Kur'ân
yazılı sahifeleri istiyordu. O da vermekten kaçınıyordu. Sâlim şöyle der:
"Hafsa vefât edip de biz onun defninden dönünce, Mervan kararlılıkla
Abdullah bin Ömer'e adam gönderip "O sahifeleri kendisine
göndermesini" istedi. Abdullah onları ona gönderdi. Mervan da onların
yırtılmasını emretti. Mervan "Bunu sâdece aradan uzun zaman geçmesiyle, bu
sahifeler hakkında birinin şüphe etmesinden korktuğum için yaptım" dedi
(44). Ebu Ubeyd'in bu rivâyetinde sahifelerin yırtıldığı bildirildiği halde,
İbn Ebi Dâvud'un rivâyetinde, Mervan'ın aynı gerekçe ile o mushafı yaktığı
haberi vardır (45). Yıkadığı da rivâyet edilmiştir (46). T. Nöldeke "Haber
kuşkuludur.
1988 yılında diyanet tarafından kabul edilmiştir. o günkü diyanet işleri
başkanı mustafa sait yazıcıoğlu komisyonun yaktığını söylüyor. hatta tam olarak
şöyle diyor: hz Osman'ın zamanında aynı komisyonca çoğaltılarak imam adı
verilen nüshası osman'ın yanında alıkonulmuş; diğer nüshalar muhtelif
merkezlere göndermiş;(komisyon) hz hafsa nüshasını alıp yakmıştır.
kaynak: milli
gazete 3 haziran 1988;
Şimdi
de peygamber zamanında inmiş ve sonradan hükümsüz ayetler olduğunu öğrenelim;
Buraya kadar
Kur’an’ın asıllarını elinde bulunduranların, kendi veya dinin güvenliği
açısından, Muhammet sonrası oluşan siyasi ve idari gelişmelerden endişelenerek
Kur’an’ı sakladıkları, hatta, Hz. Ayşe’nin Muhammet’in ölümü esnasında
peygamberin yatağında unutulan Kur’an’ın keçi tarafından Ahzab Suresinin 200
kadar Recm ile ilgili olduğu bildirilen ayetlerinin yenildiği olayı da vardır.
Kâbe’de
heykeli bulunan Ay Tanrısı Hubel/Allah’ın bulunan heykellerinden tanık olduğumuza
göre, “keçi başlı şeytan” olarak tasvir edildiği görülmektedir. Bu yüzden Keçi,
Allah’ın şekillerinden biriydi ve Müslümanların gönüllerinde hala kutsallığı
silinmemişti. Keçinin ayetleri yemesi, Allah’ın indirdiği “recm ayetlerini geri
alması şeklinde yorumlanmış olabilirdi. Ki öyle de görülmektedir;
““(Alıntı’dır)
Nafî
İbn-i Ömer’den nakleder ki: “Hiçbiriniz ben “Kur’an’ın tümünü öğrendim”
demesin. Çünkü ne biliyor Kur’an’ın bir çoğu kaybolup gitmiştir. Sadece desin
ki ben Kur’an’dan ortada olan kısmını öğrendim”
El-İtkan (Suyûtî), c.2, s.25 “…Fakat Allah Kuran’ı koruyacağını açıkça
belirtmiştir;
Hicr 9. “Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun
koruyucusu da elbette biziz.”
Taa
ki o Mübarek keçi Kur’an’ın bazı ayetlerini yiyinceye kadar;
Aişe (r.anh) nakleder: “Recm ve
büyüklerin on defa süt emzirmesi hususundaki
ayetler benim yatağımın
altında bulunan bir sayfa üzerinde yazılı
idi. Peygamber vefat edince Peygamber’in vefatıyla meşgul olduk da keçi gelip onları yedi.”
(Kynk-Dar-e Kutni, c.4, s.105, İbn-i Mâce “Sahih Muslim”, Hadis 2634, c.1,
s.625)
Mübarek
keçinin yediği ayetler recm ile ilgili idi. Ayşe, Müslim ve Tırmızi’nin bize
aktardığı hadislerde bu ayetlerin varlığından söz etmiştir;
Aişe(r.ah) derki Peygamber(s) vefat edinceye kadar Recm
ayeti okunurdu… (Kynk-Muslim
c. 4. s. 167, Tirmizî, c.2, s.309)
Ömer
duruma müdahale etmek istemiş, fakat “Allah’ın sözünü değiştirdi” ya da
“Allah’ın sözü üstüne söz ekledi” diyeceklerinden korkup çaresiz kalmıştır.
“…Keçinin
yemesi sonucu Kuran’dan çıkan taşlama ayetini Ömer Kuran’a tekrar sokmak
istedi; ancak halkın dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi…” (Buhari
53/5; 54/9; 83/3; 93/21; Muslim, Hudud 8/1431; Ebu Davut 41/1; Itkan 2/34).
Kenz-ül
Ummal’da Ömer b. Hattab’ın Müsned’inden naklen, Ömer’in Hüzeyfe’ye şöyle dediği
nakledilmiştir: Ömer b. Hattab bana dedi ki: “Ahzap suresinin
(ayetlerini) kaç olarak sayıyorsunuz?” Ben de “72 veya 73 olarak”
dedim. O da şöyle dedi: “Oysa (büyüklükte) Bakara
suresine yakındı! Recm ayeti de onun içindeydi.”
(Bu durumda keçi sadece Ahzab Suresinin Recm
ayetini değil, iddia edildiği gibi en az yetmiş sayfayı yemiştir. Çünkü Bakara
Suresi tam “286” ayettir. Demek ki en azından keçi, 210’dan fazla ayeti
yürürlükten kaldırmıştır.)
“…Kenz-ül Ummâl, c.2, s.480.Aynı rivayet şu Müsned-i
Ahmed’de Ubeyy b. Ka’b'dan nakledilmiştir.; c. 5, s.132. Yine Beyhaki de
nakletmiştir Sünen’inde: c. 8, s.211. Müstedrek-üs Sahihayn, c.2, s.415, c.4,
s.359.
Übeyy b. Kab bana şöyle dedi: “Ey Zerr, Ahzap suresini kaç (ayet) olarak
okuyorsun?” Ben de;
- “Yetmiş üç” dedim. O zaman şöyle dedi:
-“Oysa Bakara suresine
benziyordu; yada ondan da uzundu!!
Biz onda recm ayetini de okuyorduk.”
Bir nakilde ise şöyle geçer: “O (Ahzap suresinin) sonunda
şöyle diyordu: “Evli erkek ve evli kadın zina ettiklerinde, onları elbette
recm edin!! Allah’tan bir ceza olarak; ve Allah Aziz ve Hekim’dir!”
(Bu hesaba göre Ahzap suresinden 200′ü
aşkın ayet eksilmiştir.)…” (Kynk-Kenz-ül
Ummâl, c.2, s.567, Ed-Dürr-ül Mensûr (Suyûtî), c. 5, s180.)
-Allah Tealâ
hazretleri Muhammed (sav)’a hak (din ile) gönderdi ve O’na Kitabı indirdi. Bu
indirilenler arasında recm ayeti de vardı! Biz bu ayeti okuduk ve ezberledik.
Ayrıca, Resulullah (sav) zina yapana recm
cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi
taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: “Biz Kitabullah’da
recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek
ve) Allah’ın kitabında indirdiği bir farzı terk ederek dalalete düşebilecektir.
Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinaları, -delil veya
hamilelik veya itiraf yoluyla- sübüt bulduğu takdirde, onlara tatbik
edilmesi gereken Kitabullah’da mevcut bir haktır. Allah’a kasemle söylüyorum,
eğer insanlar:
- “Ömer Allah Teala’ nın kitabına ilavede
bulundu” demeyecek olsalar, recm ayetini (Kitabullah’a) yazardım…” (Kaynak: Buhari, Hudud 31, 30, Mezalim 19,
Menakibu’l-Ensar 46, Megazi 21, İ’tisam, 16; Müslim, Hudud 15.)””
Kur’an
değişti, değişmedi, silindi, yırtıldı, yakıldı derken bir de keçi çıktı
başımıza. Mübarek(!) keçi bir sen eksiktin. Sen de katıldın tamam oldu. Artık
hala Kur’an’ın değişmediğine iman eden kardeşlerimize biraz da Kur’an
ezberleyen hafızlar, hafızların harcandığı savaşlar hakkında bulabildiğim bir
iki bilgi vereyim;
Hz. Peygamber Devrinde Kaç Hafız vardı
”- Hz.
Peygamber (asm)'in vefatından bir yıl sonra yapılan Yemame savaşında 70 hafız
sahabe şehid düşüyor. Ayrıca Bi’ri Maune olayında 70 hafızın şehid düştüğü göz
önüne alınırsa hafız sahabi sayısının çok olduğu anlaşılmaktadır.”
Bu kıssada geçen Yemame Savaşı ile Bi’ri Mauna olayları,
insanların İslam’a öyle “kendiliklerinden iman ederek koşa koşa gelip
girmediklerinin aksine direnerek kan doöktüklerinin delillerinden bir kaçıdır.
1-Yemame Savaşı;
Yemame
Savaşı denilen olay, Mekke’nin doğusunda, Hürmüz Körfezi kıyısında, günümüz
Bahreyn Adasının karşısı diyebileceğimiz Arabistan yarımadasında bir bölgedir.
Halkı Kur’anda İİbrahim Suresinde ve bir çok yerde geçen “Hanif Din” e
inandıklarını söyleyen Sabi-Süüryani-Nasturi Hristiyanlarının olduğu bölgeydi.
Muhammet çağında peygamberlik eden biri kadın dört kişiden
olan ve Muhammet’e ortaklık önerisi ret edilen Yemame’li Rahman, ya da
Peygamber Muhammet’in taktığı adla “Müseylemet El Kezzap’ın ülkesidir.
Peygamberin sağlığında buraya yapılan akınlar tam zafere ulaşmamış, Ebubekir’in
halifeliğinde Yemame’li Rahman öldürülmüştür. Rahman, İslam’da da esas olan
Besmelede yerini alan “Rahman ve Rahim olan Allah’a” inanan ve böyle bir dini
tebliğ eden adamdı. Nasturi Hristiyanları da “Rahman ve Rahim Allah” kavramını
esas alan Hristiyanlardı.
Roma’nın Hristiyanlık zorlamalarına karşın Arapların ortak
inanablecekleri, İbrahim’in Yıldız dinine uygun bir din yapmaya çalışan Varak
bin Nevfel gibi insanlardan birisiydi. Varaka da Nasturi Mekke kilisesinin baş
keşişiydi. Rahman ve Rahim Allah inancını tebliğ eden, Yemen’de bunu
Muhammetten önce yayan Feymiyon adlı bir sihirbaz Hristiyan rahibinin
efsanesini İbni İshak’ın “Siret-ül Resulüllah (Peygamberin Hayatı) kitabında
bulabilirsiniz.
2-Şimdi de Bi’ri Maune Olayını İnceleyelim;
Hicret’in üçüncü yılı yani M.S.625’te, günümüz Yahudi
Vehhabilik mezhebini kuran Necdli Mehmet Abdülvehhab’ın kabilesi olan Necd
Çölünde yaşayan Necd’li Mülâıb-ül Esinne” lakaplı Amir bin Melik Muhammet’ten
İslam’ı öğretecek öğretmenler ister. Şahsı tanıyan Muhammet endişesini
“Göndereceğim kişler hakkında Necd ahalisinden korkarım” diye belirtince Amir
bin Melik’in kendisine “Sakın kuşkun olmasın. Onları benim himayemde gönder ve
halkı İslamiyet’e davet etsinler” diyerek
güvence verilmesi üzerine yetmiş (70) kişiyi görevlendirir. Bu
görevliler yolda Maune kuyusu çevresinde pusuya düşürülerek okçular tarafından
öldürülürler. Olay adını bu kuyunun adından alır.
Peygamberin lanetini o zaman kazanan bu kavim, peygamberden
1100 yıl kadar sonra,1739’da İngiliz ajanı Hemper’in yazdığı Vehhabilik dinini
benimsemiş, Mecüc (Arapların tapındıkları Cüce cin veya şeytanlar) soyu
dedikleri Türklerden hilafeti alma bahanesiyle isyan etmişler, İslam’ın
Haçlılara esir düşmesinde büyük hizmetler vermişlerdir. 1917 Süveyş Kanal
yenilgisinde de Necdli Mekke Emiri Şeyh Hüseyin’in askerleri yardıma gelip
ordumuzu içeriden vurmuşlardır. Hala da Türkleri putperest gördüklerinden
hacılarımıza kötü davranmakta, aşağılamaktadırlar. Hacca veya umreye giden insanlarımızın
kıldıkları namazdan kabir ziyaretlerine kadar her türlü ibadetleriyle alay
etmektedirler.
Bu gün de İngiliz ve Amerikan sömürgeciliinin en büyük
ortakları olup Otodoks Yahudi, Hristiyanlar ile Vehhabi Araplarından
oluşturulmuş IŞİD haçlı ordusunun finansmanından kadın dahil her türlü
ihtiyacına yardım etmekte, Irak, Libya, Mısır, Bahreyn, Suriye ve Yemen’de kan
akıtmaya devam etmektedirler.
Başka açıdan bakıldığında ise, Muhammet’in Roma ile
işbirliğinin Muhammet’in Kellesini isteyen İran şahı Hüsrev’i kızıdıracağı ve
başlarına İran’ı sardırmak korkusu yüzünden Muhammet’i tehlikeli bulduklarını
düşünebiliriz.
Ayrıca, Muhammet’in tebliğ ettiği “Rahman ve Rahim Allah”
adlı tanrı inancı zaten Muhammet’ten asırlar öncesinden beri bilinen bir konu
olduğundan onun tebliğ ettiği dini benimsemeyen, eski dinlerini yaşamak isteyen
Arap ve Yahudilerin direnişleri olarak da Muhammet’e karşı gösterilen
direnişleri açıklayabiliriz.
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın İslam’a Arap ve Yahudilerin
“asla” akın akın katılmadıkları, aksine canla başla mücadele ederek
direndikleri ortadadır.
Bu durumda İslam’ın ilahi değil, siyasi bir din olduğu ve
Roma imparatoru Herakles ile Vatikan’ın Papalarının destekleri ile İslam’ın
geliştiği, korunduğu, güçlendirildiği tartışma götürmez bir gerçektir.
Muhammet zamanında görev yapan iki Papa vardır. İlki Papa V.
Boniface (619-625) ikincisi I. Honorius (625-638). Muhammet ve dört halife
devrinin mali destekçileri bu papalardır.
Şimdi Kur’an hafızlarının hafızalarında ne kadar bilgi
olduğunu Müslüman kardeşlerimiz açıklıyor ona bakalım;
“”Mesela, bir sahabe 1-10 arasındaki sureleri ezbere biliyor, bir
başkası 5-13, bir diğeri de 10-20 arası sureleri biliyordu. Bunların ortak
bildikler sureler hesaba alındığında sadece Medine’de bile aynı sureleri bilen
Müslüman sayısının ne kadar çok olduğu ortaya çıkar. Veda haccında yüz bin
Müslümanın Hz. Peygamberi (asm) dinlediği göz önüne alınırsa, nasıl bir rakamın
ortaya çıkacağı gün gibi aşikârdır.
Bu ifadelere bakılırsa Kur’an’ı tamamıyla ezbere bilen bir
tane Arap yok. Oysa 1970’li yıllarda bize okullarda, her sahabenin Kur’anı
ezebere bildiği dahi söyleniyordu. Demek ki hepsi yalanmış. Zaten hepsi kaçkın
köle ve suçlulardan ibaret olan İlk Müslümanların çoğu da Uhud savaşına katılan
yağmacılardan oluşmaktaydı. Bunlar arasında okuryazarlık hak getire. Bedir,
Uhud savaşları ile diğer küçük savaşlarda alınan Kureyş’li ve Yahudi, Süryani
esirlere Müslümanlara “okuryazarlık öğretmeleri” karşılığında özgürlük
verilmesi boşuna değildi. Arapça gibi zor öğrenilen bir dilin öğretilmesinin 22
yıllık peygamberlik sürecinde 27-28 savaşla kesilmesini hesaba kattığımızda,
savaşların getirdiği psikolojik yıkımlar, sakatlıklardan sonra olanağı kalmaz.
Yani, Müslümanları bu şartlarda okuryazarlık öğrenmeleri imkansızdır.
Bu tarihi gerçekler yüzünden Muhammet’in ne bıraktığı din ne
de o dinin kitabının aslı, kopyası yoktur. Olması da mümkün değildir. Bu
nedenle ölümünü takiben, ona en çok karşı çıkan insanlar ki başta Ebu Süfyan
devleti ele geçirir, Roma ile ortak İran’dan Mısır’a işgalleri yürütür.
Belki de Muhammet’in yetersizliği yüzünden Muhammet
bazılarınca iddia edildiği gibi öldürülerek devre dışı bırakılmış ta olabilir.
Bugün, “indirilen din ile bindirilen din; Emevi İslamı” gibi başlıklarla yürütülen
İslami tartışmaların kaynaklarını incelediğimizde, Muhammet’in ardından ondan
da ailesinden de eser bırakılmadığına tanık olacağız.
01 Haziran 2011’de “keykubat.blogspot.com” blogumda
yayınladığım “İslam’a Emevi Darbesi ve Süfyan’dan Mervan’a” başlıklı çalışmam
ile Muhammet’in düşmanlarının devleti ve dini ele geçirişlerine ve Muhammet’in
Ebubekir dahil dört halife ile ve karısı Ayşe ile de düşman olmuş vaziyette
öldüğüne tanık olacaksınız.
İSLAM’A EMEVİ DARBESİ VE SÜFYANDAN MERVAN’A HALİFELER
EMEVİ DARBESİ VE EMEVİ İSLAMININ NEDENLERİ
Hz. Muhammet (İ.S.571-632) öldükten sonra, sağlığından
ölümüne onun düşmanı olmuş akrabaları ve ona düşman olanların birbir iktidara
gelmeleri yüzünden İslam Ulemaları arasında “Peygamberin dini” ile “Emevi Dini- Emevi İslam’ı”
kavramları tartışılmış ve bu yüzden Hz. Ali döneminde ortaya çıkan Şia’yı
yedinci ve sekizinci yüzyılda ortaya çıkan birçok “fırka-parti* ” ortaya
çıkmıştır.
Bu gün sayıları yaklaşık 600 kadar olduğu iddia edilen
tarikatların tümü sekizinci yüzyılda;
1-Şiilik,
2-Hanefilik-Sünnilik,
3- Malikilik,
4- Hanbelilik adlı mezhepler etrafında düzenlenmişlerdir.
Halen de böyle sürmektedir.
Mezhepler arasında ve peygamber zamanında olaylara şahit
olanlarından, peygamberin ölümünden yüzlerce yıl sonra ortaya çıkmış “İslam
Uleması” olarak kabul edilmiş kişilerin yazdıkları tespitler birbirine zıt
özellikler göstermektedir.
Peygamberin ve ardından gelen “dört halife- Ebubekir,
Ömer, Osman ve Ali” dönemlerinde yazılmış “bir tek Kuran-ı Kerim’in”
günümüze ulaşmış olmaması, mevcut Kuran’ın ayetlerinin iniş sıralarına göre
değil de “ulemaca tespit edilmiş uzun ayetlerin başa kısaların sırasıyla
sona alındığı” bir düzenlemeye ek olarak, “96” Sure (Metin)
ile“6666” ayet **(Kuran cümlesi) olan kutsal kitabın günümüzde
“114” Sure ve “6662” ayet ile değişiklik kazanması geçmişte başka
nasıl değişiklikler yapıldığı şüphesini uyandırmaktadır.
Kuran’dan “1600” yıl önce gelmiş Tevrat’ın, Muhammet’ten
“580” yıl önce geldiği iddia edilen İncil’in surelerinin geliş sıraları
halen korunurken Kuran’ın gösterdiği bunca değişikliğe ek olarak son “250”
yılda çıkarılan yeni Mason localarında hazırlanmış, Vehhabilik (1733), Ahmediye
(1881), Nurculuk (1920’ler) fırkalarının Kuran İslam’ı ile de alakasının
bulunmamasına rağmen halkımıza ve Müslüman dünyasına son “60” yılda “Ilımlı İslam- Modarate Islam”
adı altında dayatılması, bu ideolojinin önderlerinin “Siyonist Mason
Tarikatları” ile iç içe olmaları bu şüpheleri gittikçe derinleştirmektedir.
Bu yazımda bu farklılıkları doğuran “iktidar kavgalarının”
tarihlerine, olayların gelişimine, olayları yaratan kişilerin “kişiliklerine”
dikkat edeceğiz. İddiaları destekleyen örnekler istemediğiniz kadar boldur.
Kolay gelsin!
*Bazıları dinden çıktığından “fırka” adını almış,
diğerlerine mezhep ve tarikat adları verilmiştir.
** Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin “Marifetname”
adlı eseri.
Yazının Bölümleri;
1-Ebu Süfyan, Hind, Muaviye, Yezit, Osman ve Mervan
a-Hind bint-i Utbe bin Rabia bin Abd-i Şems,
b-Kureyşliler ve Hırsızlık,(Hermetizm)
c-Hind’in Muhammet’e Kini Bitmiş miydi?
d-Hind, Muhammet’i Cinayetle Suçluyor,
2-Muaviye Bin Ebu Süfyan,
a-Şimdi, Ebu Süfyan’ın Mekke’nin fethinden önceki
Peygamberden isteklerine bir göz atalım,
b-Kureyşlilerin tanrıları kimlerdi peki?
c-Allah’ın Kızı El Uzza’nın Öldürülmesi,
d-Allah’ın Kızı Uzza’nın İntikamı ve Kürt Yezidiliğinin
Doğması,
e-Muaviye’nin Genelgeleri,
f- Peygamberin “61” yıllık ömrü boyunca yaşadığı bazı
olaylar nedeniyle kendisine en yakın olanları da “inciten, belki de kinlendiren” davranışları olmuş mudur? Olaylar
zinciri, “3” önemli olay! .
g- Muaviye’nin Peygambere ve Soyuna Kini Bitmiş miydi?
Muaviye’nin İşleri,
3-Hz. Osman Dönemi- (580-656-Osman bin Affan),
4-I.Mervan (623-685) Mervan
bin Hakem Dönemi,
5-Yezid bin Muaviye (646-683-Muaviye oğlu Yezid),
1-Ebu Süfyan, Hind, Muaviye, Yezit, Osman ve Mervan;
Ebu Süfyan (561-652)
Kureyş’İn ileri gelenlerinden Harb Bin Ümeyye’nin*
oğludur. Annesi, Safiye Bint Hazm’dır. Dedesi, Abd-i Şems bin Abdi
Menaf’tır. Açık künyesiyle adı Ebu
Süfyan Sahr bin Harb bin Ümeyye’dir.
Ebû Sufyan Muhammet (s.a.v.) ile yaşıt ve
akranıydı. Onlar birbirine yakın bir zamanda doğmuşlar ve aynı aile içinde
büyümüşlerdi diye yazıldığına da tanık olmaktayız.
Ebu Süfyan Peygamber'in öz amcasının oğluydu. Ebu Süfyan'ın babası Harise ile
peygamberin babası Abdullah, Abdulmuttalib'in soyundan gelen iki kardeş
oldukları da rivayet edilir…
*”Ümeyye” adı, bizim İslam tarihinde “Emevi”
olarak çok sık gördüğümüz adın aslıdır.
Nübüvvetin ardından Muhammed’in ve yaymaya çalıştığı İslam
inancının can düşmanı oldu. Daha sonra Kureyş ordusunun da başkomutanı
olduğunda çok sayıda Müslümanın vahşice işkencelerle öldürülmesinde başrolü
oynamıştır.
Ebu Süfyan’ın ailesi olan Abd-i Şems ailesi, birçok
Müslüman’ın Etiyopya’ya (Habeşistan) ve Muhammet’in de Medine’ye hicretine
neden olmuştur. Ümeyye ailesi İslam’ın baş düşmanıdır.
Şairliğini de kullanarak peygambere karşı direniş ve
örgütlenmelerde çok etkili olduğunu söylenilir.
Mekke’nin fethi (630) sırasında, rivayetlere göre peygamberin
“görüldüğü yerde öldürülmesi emrini verdiğini bildiğinden”, Ebu Süfyan, önce Hz. Ebu Bekir ve
Hz. Ömer’in yanına gidip yardım istediyse de, onlar da Allah’ın düşmanı,
Peygamber ve sahabeyi inciten evvelki davranışları yüzünden ilgi göstermediler.
Hz. Ali’den de yüz bulamayan Ebu Süfyan için, Peygamber Efendimizin hanımı Ümmü
Seleme devreye girdi.
Ümmü Seleme’nin kardeşi, Hz.
Muhammet’in küçük amcası ve kendisinden “üç yaş” büyük olan dedesi
Abdülmutallip’in en küçük oğlu, üstelik Hendek ve Uhud Savaşlarında kendisine
karşı savaşmış, Muaviye’den kısa süre önce Müslüman olmuş, Abbas bin
Abdülmutallip’in fetih öncesinde aracılık yaparak Hz. Muhammet’in huzuruna
çıkarmasıyla Müslüman olduğu yazılır. Abd-i Şems ailesinin tümünün bu fetih ile
Müslüman oldukları yazılır.
Canının böylece bağışlanmasına ve mallarına kavuşmasına
rağmen, Ebu Süfyan İslam'a ve
Muhammet’e olan nefret ve düşmanlığını mezara kadar sürdürmüş, oğlu Muaviye'yle
torunu Yezid'e de bu nefret ve kini aktarmıştır.
Bir gün peygamber, bir grup ashabıyla giderken uzaktan Ebu Süfyan'ın bir binek
üzerinde geldiğini gördü, Muaviye hayvanın yularını tutmuştu, Yezid de arkadan
hayvanı dehlemekteydi.
Peygamber elini göğe kaldırıp;
- "Ya Rabbi! Her üçünü de rahmetinden uzak tut!"
demiştir.
Muaviye’nin Müslümanlığı, Hz. Muhammet’in ölümünden sonra,
peygamberin soyunun kurutulması, Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye ve torunu Halife
Yezid’in hükümdarlığı dönemlerinde olduğu göz önüne alınınca, pek de “gönüllü
Müslüman olduğunu” anlamak zor olmaz.
Müslümanlığının tamamıyla “devlet idaresini ele geçirme
siyasetine” dayandığı ortadadır.
Taif ve Yermük harplerinde sırayla birer gözünü
kaybetmiştir. Savaşlara katılması ise zaten savaşçı olan kişiliğine uygundur.
Hem de “Engelleyemediği Hz. Muhammet’in kurduğu, Sınırları Suriye’ye dayanmış,
koca bir Arap yarımadası devletini ele geçirmesini sağlamıştır.
Hz. Ömer’in halifeliği zamanında, Ömer’in damadının savaşta
ölmesi üzerine dul kalan kızı Hafsa’yı Hz. Osman’a önermesi, Osman’ın da
Muhammet’in önceden uyarması yüzünden Ömer’in teklifini ret etmesi üzerine,
kızına koca aramak zorunda kalmıştı.
Sonunda peygamber Muhammet’e kadar başvurmuş ve Hafsa’yı
Muhammet almıştı. Osman da bu olay üzerine Muhammet’e gelerek evlenmek
istemediğini söylemiş, ancak peygamberin ısrarı üzerine ölen karısının kız
kardeşi Rukiye ile evlenmiş, düğününü de peygamber yapmıştı.
Hz.Ömer ve Osman’ın peygambere karşı bu olaydan kalma
kırgınlıkları vardı. Çok zeki birisi olduğu sıklıkla işlenilen Ebu Süfyan’ın
Ömer ve Osman dönemlerinde, Müslümanlara karşı savaşan ve sürgünde olan bir çok
eski Mekke’lileri geri getirterek devletin başına getirtmişti. Bunlardan birisi
de Mervan’ın babası Bin Hakim’di.
Hz. Muhammed dönemindeki ve ardından gelen “dört
Halife” iktidarı boyunca büyüyen bir devletin gelişmelerini ve siyasal
kişiliklerin belirlenmesini takip etmiştir. Hz. Ali yerine Hz. Osman’ın üçüncü
halife olmasını sağlayarak torunu Yezid’i, Osman’ın kâtipliğine
aldırmıştır.”652’de” seksen iki yaşında ölmüştür.
a-Hind bint-i Utbe bin Rabia bin Abd-i Şems;
Ebu Süfyan’ın eşi, Muhammed’in eşlerinden Habibe’nin annesi
olduğundan ayrıca peygamberin de kayınvalidesiydi. Haz. Muhammet’in soyunun baş
düşmanı olup bütün soyunu kurutacak olan, kendisinin de “vahiy kâtipliğini”
yapan Muaviye’nin de annesidir.
Mekke’nin fethinde Müslüman olduğundan, “imanla değil de
“güce biat eden” takiyyeci bir iman olayı olduğu ortadadır.
Ahzab Suresi-6
“Resulullah’ın zevceleri müminlerin anneleridir.” Ayetine dayanarak, Yezidi-
Hermetik Emevi İslam ulemaları her ne kadar Hind’e de bundan pay
çıkarmaktaysalar da aslında ayet çok açıktır. Sadece “peygamberin eşlerinin
müminlerin anaları” olduklarını vurgulamaktadır. Eşlerinin “analarını” ya da
akrabalarını değil!
Bazı hadislerde peygamberin; “Allahü teâlâ bana söz verdi ki,
kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber
olacaktır.” Deylemi’den alınan bu hadisin doğruluğu tartışmalıdır. Çünkü
yıllarca düşmanlık gördüğü için lanet ettiği insanları Muhammet asla “cennetle
müjdelememiştir. Genel olarak kabul gören, peygamberin sağlığında “10” kişiyi
cennetle müjdelediği bilinir. Gerisi ölümünden sonra devlet idaresini ele
geçiren Emevi ve Abbasi ailelerinin kendilerini yüceltmek için parayla
yazdırttıkları hadislerdir. Tespitlerimin doğruluğunu görmek için devam edelim.
İslam’ın kılıcı sayılan Hazreti Hamza’nın öldürülmesi için,
Uhud Savaşında kölesi Vahşi’yi özel olarak görevlendiren Ebu Süfyan’ın karısı
Hind’tir.
Hamza’nın öldürüldüğünü gördükten sonra cesedinin yanına
gelip ciğerlerini sökmüş ve bizzat katilin şaşkın bakışları arasında hayvanca
bir hırsla şehidin ciğerlerini defalarca ısırmış, parçalamıştır.
Buna rağmen cesedi bırakmamış, parmaklarını
kesip gerdanlık yaparak boynuna asmıştır.
Hind'in ölünceye kadar bir hazine gibi koruduğu - ve İslam'ı kabul etmiş gibi
göründükten sonra gizlice saklamaya devam ettiği- ve her fırsatta oğullarıyla
torunlarına gösterip onlara kin ve nefret aşıladığı "parmak kemikler
gerdanlığı" budur.
Hicaz Araplarının Hermetizm* ve Mitraizm** karışımı olan
Yezidi olduklarını gene İslam kaynaklarından öğreniyoruz. Malum, Greklerin
hileci tanrısı Hermes aynı zamanda “hırsızların, fahişelerin, kazıkçı tüccarların da
koruyucusuydu” ve hırsızlık kötü sayılmazdı.
*Hermetizm; Harran Sabilerinin (her dine
dönen),köleciliği esas kılan, yıldızlara tapan, büyü ve sihirle uğraşan,
hırsızlık, fahiş fiyatla mal satma, fahişelik, pezevenklik gibi ne kadar
ahlaksızlık varsa bunları “farz sayan” , Grek tanrısı Hermes’i en yüce tanrı
(Şeytan) sayan bir dindir.
**Mitraizm; İ.Ö.670’
lerde, İran’da doğmuş Zerdüştlükten önce de peygamber Zerdüşt’ün ölümünden
sonra da İran’da hâkim olmuş, köleciliği ve Hermetizm’deki değerleri farz sayan
halkı teslimiyetçiliğe iten, pasifist, köleliği emreden, zenginleri ve
aristokratları “tanrı soyundan” sayarak halkın onlara kölelik etmelerini ve
karşı çıkmamalarını emreden, Hind tanrıları Mitra- Varuna ikilisinden türetme,
“JAİNİSM-CAN’CILIK” yani bizdeki Alevi kültüne de beşiklik eden inanışın
kökeni olan, şeytana tapan bir dindir.
Mekke’nin fethinden sonra Hz. Muhammet’in Mekkeli kadınları
toplayıp onlara verdiği nasihatlere bir bakalım;
b-Kureyşliler ve Hırsızlık;
“…Araplar, şiir söylerler, panayır yerlerinde,
toplantılarda, vaaz ve nasihat verirlerdi. Haz. Muhammet, Safâ tepesine çıkıp
oturdu. Eshabtan Ömer-ül-Fârûk da alt yanına oturdu. Önce erkekler, sonra
kadınlar gelip birer birer Müslüman oldular. Kadınların arasında hazret-i
Ali’nin kız kardeşi Ümm-i Hânî ile, Muaviye’nin annesi Hind de vardı.
Peygamber, kadınlara;
-Hırsızlık etmeyeceğinize söz verin! Deyince,
Hind öne çıkarak;
-Eğer hırsızlık etseydim, Ebu Süfyan’ın (Kocası) malından
çok şey çalardım! Dedi…”
c-Hind’in Muhammet’e Kini Bitmiş miydi?
Hind, eşi ve Ümeyye (Emevi) ailesi, Muhammet’in gücüne karşı
koyacak hali kalmamış, Mekke’nin fethine engel olamadığından, artık “düşmanla
savaşı sürdürmek” yerine, “tarafına geçerek içerden çökertme” yolunu seçmiştir.
Bunu gene peygamberle aralarında geçen yukarıda yazılı olan münazaranın
devamından anlıyoruz;
“…Muhammet o vakit Hindi tanıdı;
-Sen Hind misin? Dedi.
-Ben Hindim. Geçmişi
affet! Allah da seni af eylesin! Dedi.”
Hazreti Muhammet’i Allah’ın af etmesini istediğine göre
ortada “dine geçme değil, güce boyun eğme” durumu vardır. Devam edelim;
d-Hind, Muhammet’i Cinayetle Suçluyor;
-Zina etmeyiniz!
İsteğinde bulununca, Hind;
-Hür olan kadın hiç
zina eder mi? Dedi. Sonra;
-Evlâtlarınızı öldürmeyiniz! Diyen Kuran emrini bildirince (Hz. Ömer’den bilindiği gibi
Yezidi Hicaz Arapları, kız çocuğu sahibi olmaktan utanır ve onları diri diri
kuma gömerek öldürürlerdi) Hind;
-Biz onları küçük iken büyüttük. Büyük iken, sen onları Bedir’de
öldürdün. Artık ne oldu ise orasını sen ve onlar daha iyi bilirsiniz! Dedi.
(Görüldüğü
gibi, kadının düşmanlığından zerre eksilmemiş)
Hazret-i Ömer çok sert ve ciddî olduğu hâlde, Hindin bu
sözüne dayanamayıp güldü. Kadınların iftira etmemesini önerince, Hind;
-Vallahi iftira çirkin şeydir. Sen bize güzel ahlâkı
emrediyorsun! Dedi. Sonunda “isyan etmemeyi “ teklif ettiğinde, Hind;
-Biz bu yüksek huzura, sonra isyan etmek niyeti ile
gelmedik! Diye söz verdi. Hindin öldürülmesi emredilmişken bu sözü ile
affedildi. Peygamberin önünde iman etmesinin ardından evine gelip ne
kadar heykel var ise, “-Bu kadar zaman size aldanmışız!” Diyerek hepsini
parçaladığı anlatılır.
Bu olaydan sonra peygambere iki kuzu hediye göndermesi
karşılığında aldığı dua ile koyunlarının sayısının arttığı ve Hind’in;
-Bunlar, Resulullahın bereketidir" Derdi dediği İslam
tarihçilerinin kayıtlarına geçmiştir.
2-Muaviye Bin Ebu Süfyan (Ebu
Süfyan oğlu Muaviye);
Muaviye (602-680) Mekkeli Kureyş kabilesine bağlı Ümeyyen
ailesindendi. Emevi Hanedanının kurucusu Mekke şehrinin hâkimi ve İslam’ın en
büyük düşmanlarından ve çok da zengin olan Ebu Süfyan’ın oğludur. Ebu Süfyan
Annesi, Hind bint-i Utbe bin Rabia bin Abd-i Şems’tir.
Peygambere vahiy geldiğinde peygamber sara nöbetine
girmişçesine kendinden geçer ve sayıklamaya başlardı. Bu nedenle vahyin inişi
esnasında kendisinde olmadığından, ağzından çıkan sayıklamaları yazdırmak için
“kâtip- yazıcı” çalıştırırdır. Dört kâtibi olduğu yazılır. Bunlardan birisi de
Süfyan oğlu Muaviye’dir. Bir dönem peygamberin vahiy kâtipliğinde bulunmuştur.
Haz. Ömer’in halifeliği döneminde Suriye’ye Vali olarak tayin edilmiştir.
Peygamberin “akrabası” olmasını kullanarak, zaten Sabii ve Yezitlik
inanışlarının yaygın olduğu Suriye’de gerçek İslam yerine eski Yezidi- Sabii
yaşam tarzını destekleyerek kendisini pek de sevdirmiştir. Peygamber’in soyu
olan Hz. Ali ve sülalesini ve kendisine itiraz eden, peygamberin tebliğ ettiği
dini savunanları da ya parayla satın almış ya da toptan kıydırmıştır.
a-Şimdi, Ebu Süfyan’ın Mekke’nin fethinden önceki
Peygamberden isteklerine bir göz atalım;
Müslümanların nasıl bir “hileye” kurban gittiklerini anlamaları
şarttır.
Bu nedenle bu yazıyı yazmayı gerekli gördüm.
Müslüman olduktan sonra Ebubekir Siraceddin adını alan
İngiliz asıllı Müslüman ,Martin Lings adlı şahsın "Siret Ödülü"
almış "Hz.Muhammed'in
Hayatı" (*) isimli kitabının 107. sayfasında 2.paragraftan
itibaren bir alıntıyı aktarayım:
"" İ.S.619’da,Hatice (R.A) nın ölümünü aslında
daha küçük fakat dışarıda büyük etkiler uyandıran bir kayıp daha izledi.
Hz.Muhammedin koruyucusu ve amcası Ebu Talip hastaydı ve ölümünün yakın olduğu
durumundan belliydi.Ölüm yatağında bir grup Kureyşli lider, Utbe,Şeybe,Abdu
Şems'ten Ebu Süfyan,Cumah'tan Ümeyye,Mahzum'dan Ebu Cehil ve diğerleri onu
ziyaret ettiler ve ona şöyle dediler.
---"Ebu Talip, seninle gurur duyduğumuzu biliyorsun, şimdi ise başına bu
hastalık geldi ve biz senin için korkuyoruz. Yeğeninle (Hz. Muhammed
S.A.V)bizim aramızda geçenleri biliyorsun. Onu yanına çağır ve ona bizden bir
hediye ver ve o bizi, biz de onu rahat bırakalım. Bizi dinimizle barış halinde bıraksın."
dediler.
Bunu üzerine Ebu Talib Peygamber (S.A.V)ye ,"halkının soyluları seninle anlaşmak istiyorlar."
dedi.
-Peygamber (s.a.v)" Peki öyle olsun bana bir tek söz
verin, tüm Arap ve İranlıları
yönetiminiz altına alabileceğiniz bir söz" dedi.
-Ebu Cehil (Amcası) "Babanın üzerine yemin ederim ki bu karşılıklar için bir değil on
söz veririz." dedi.
-Peygamber (s.a.v) "Allah'tan başka Tanrı yoktur
demelisiniz" dedi.
Ellerini çırptılar ve ,
-"Ey Muhammed,Tanrıları bir tek tanrı mı yapacaksın?(*) Senin teklifin gerçekten çok
acayip" dediler. Kendi kendilerine,
-"Bu adam istediğimiz hiç
bir şeyi bize vermeyecek,
o halde kendi yolumuza gidelim ve Allah onunla bizim aramızda hükmünü
verinceye dek babalarımızın
dinine uymaya devam
edelim" dediler.””
Bu olayın okunmasından sonra değerlendirdiğinizde, sizce Ebu
Süfyan gerçekten Müslüman olmuş mudur?
Yukarıdaki alıntıyı yaptığım kitabın 215.sayfasında, bu çok
güzel bir şekilde açıklanmaktadır;
Uhud Savaşının ardından savaş meydanında Hamra (r:a) nın
cesedini ararlar ve önce cesedi Haris İbn Simme (r.a) bulur, ancak cesedin yüzü
Kureyşlilerce parçalandığı için Hz. Muhammed’e söyleyemez.
Ardından Hz. Ali’yi gönderirler, onun dönmemesi üzerine Hz.
Muhammed’in yanındakileri kalkıp giderler.
Hz. Ali’yi cesedin yanında beklerken bulurlar.
Bu “öldürülme şekli” onlara çok ağır gelir ve Hz. Muhammed;
“Allah bana Kureyşlilere karşı bir zafer verirse, onlardan otuz cesede
aynı şeyi yapacağım” diyerek duygularını ifade eder.
Ancak hemen akabinde, Nahl Suresi 126.ayeti vahyolunur;
“”Eğer ceza verecekseniz “MİSLİYLE” ceza veriniz, eğer sabrederseniz, and
olsun bu sabredenler için daha hayırlıdır””
Bunun üzerine, Hz. Muhammed bir süre önce ettiği yemini
bozmakla kalmayıp cesetlere zarara verilmesini de yasakladı.
Ayrıca da “savaş sırasında insanın EN KUTSAL YERİ OLAN yüzüne zarar verilmemesini” istedi
ve şöyle dedi;
“Birine bir darbe indireceğiniz zaman,darbenin yüzüne gelmemesine dikkat
ediniz. Çünkü Allah,Adem’i kendi suretinde yaratmıştır.”
Peki Kureyşliler bunu neden yapıyorlardı?
Cevap gayet açıktır. Muhammet “tek tanrıcıydı”, diğer
tanrıları inkâr ediyordu. Onlara göre Yunancadan bildiğimiz sıfatla
“ATHEOS” tu yani “Ateist- Tanrıları inkâr eden”di.
b-Kureyşlilerin tanrıları kimlerdi peki?;
Kabe içinde bir adı Hubel olan Lut peygamber soyu Moabi
(Muabi- Muavi de okunur) kabilesinden Cürmühiler döneminde getirilmiş Hubel ya
da “EL LAH=Türkçesiyle ALLAH”
putu diğer 360 putun en büyüğüydü. Üç tane de kızı vardı. El Lat, El Uzza ve Menat.
Peygamberin babasının adı da Kabe’nin baş putu El Lah’a kurban olarak adandığı
için “Abdullah’tı yani “Allah’ın Kölesi
” idi.
Bakalım Kuran bu “kız-
ağaç tanrıçalar” hakkında neler söylüyor;
NECM Suresi;
(Necmden maksat, yıldız demektir.)
18-Andolsun ki, Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü.
19-Siz de gördünüz değil mi Lat ve Uzza'yı?
20-Üçüncü olarak da öteki Menat'ı?
21-Size erkek, O'na
dişi öylemi?
22-Öyle ise bu çok hayıflı
(haksız) bir taksim”(Elmalılı Tefsirinden)
Bir örnek de NAHL Suresinden;
57- “Kendilerine istedikleri
erkek çocukları alıp,kızları da Allah’a mal ediyorlar.O bundan münezzehtir. “
Şimdi de Elmalılı hocanın tefsirinden;
“”Lât, Uzza ve Menat onların taptıkları putlardandı. Onun
için bu putlarla, Abdullât, Abdul Uzza ve Abdul'l Menat diye isimler
vermişlerdi.
Hatta "Bismillâti ve'l- Uzza"
sözünü yemin ifadesi olarak kullanırlardı. Bu varsa "Bimillah"
ta niye olmasın?
Allah’ın kızlarının öldürülmesi olayı;
Bu görevi peygamber savaşçılarının en yüreklilerinden olan
Halit bin Velid’e vermişti. Bu görevi de hakkıyla yerine getirdiğinden onun adı
tarihe “Allah’ın Kılıcı” olarak da geçmiştir. Allah’ın kızları başta Sümer,
Mısır olmak üzere bütün mitolojilerde yer alan “ağaçlarda da yaşayabilen Ağaç
Tanrıçalardı”. Hermafrodittiler. Yani, dişilik ve erkeklik tenasül organları
vardı. Kadın ya da erkek görünümlü de olabiliyorlardı. Hırsityanların Haz. İsa’yı,
Hintlilerin ve Mısırlıların da tanrılarını “kadınsı” ve kusursuz bir cilde
sahip olarak resmetmelerinin sebebi budur. Kuran’ın da belirttiği gibi Araplar
onlara her ne kadar “kız” demişse de Kuran “Yaratılışlarını mı görmüşler?” diye
sormaktadır.
Şimdi olayı Elmalı’lı Hamdi Yazır hocanın tespitlerinden
okuyalım;
c-Allah’ın Kızı El
Uzza’nın Öldürülmesi;
Kureyş'lilerin nazarında da putların en büyüğü Uzza idi. Onu ziyaret eder, ona
hediye ve kurban verirlerdi. Kureyşliler onun için Hurad vadisinde Sükam adını
verdikleri bir koruluk kurmuşlardı ve onu Kabe'nin
Harem'ine benzetmek istiyorlardı.
Şeybân b. Câbir b. Mürre oğullarından olan bakıcıları,
Beni'l-Haris b. Abdilmuttalip b. Hâşim'in adamlarındandı. Bunların en son
bakıcıları da "Dübeyye b Harmeselemî idi. Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke'yi
fethettiği zaman Hâlid b.
Velid'e dediki:
Batn-ı Nahle'ye git orada üç semüre ağacı bulacaksın, birinciyi kes!" Hâlid varıp kesti ve geri
dönüp geldi: Peygamber (s.a.v) ona:
"-Bir şey gördün mü?" dedi. O da;
"-hayır" dedi;
"-Öyle ise git ikinciyi de kes!" dedi. Kesip
geldiğinde de ona tekrar;
"-Bir şey gördün mü?" diye sordu.
“-Hayır!” deyince,
"-O halde git üçüncüyü de kes!" dedi. Halid b. Velid
kesmek üzere gittiğinde kendisini
vazgeçirmek isteyen çıplak bir kadınla karşılaştı. Saçlarını dağıtmış, ellerini
ensesine koymuş ve dişlerini gösteren bu şeytan kılıklı kadının arkasında da bakıcı olan
Dübeyye b. Harmesselemi eşşeybânî Halid'e bakıp şöyle diyordu:
"-Ya Uzza! Haydi yalan çıkarma, Halid'in üzerine
şiddetli bir şekilde saldır. Örtüyü bırak ve kollarını sıva, çünkü sen bu gün
Hâlid'i öldürmezsen peşin bir zilletle dönecek ve Hıristiyanlaştırılacaksın."
Halid de şöyle dedi;
"-Ya Uzza nankörlük sana, senin için tenzih (berî
kılma) yok. Gördüm ki Allah seni zelil kıldı."
Ve sonra kılıçla başına vurdu ve onu öldürdü, peşinden de
ağacı kesti ve Dubeyye'yi de öldürdü Daha sonra da Resulullah'a gelip durumu
haber verdi.
Peygamber de;
"-O, Uzza idi, artık bundan böyle Araplara Uzza yok." dedi.....”
Ebu Ubeyde gibi bazı âlimler, bunların taştan putlar
olup, Ka'be'nin içinde bulunduklarını söylemişlerse de, başka mekânlarda
kurulan hususî puthanelerde de putların bulunduklarını gösteren nakillere
rastlanmaktadır.
d-Allah’ın Kızı Uzza’nın İntikamı ve Kürt Yezidiliğinin Doğması;
Şimdi de Ebu Süfyan soyundan gelen, peygambere düşmanlığı
yüzünden Taif’e sürülen ve Halife Osman zamanında geri çağrılması üzerine
gelerek Medineye yerleşen, Hakem bin
Ebil’as’ın oğlu Halife
Mervan’ın soyundan gelen, kaldığı Lübnan’dan Abbasilerin Bizansla işbirliği
yaptığı için sıkıştırmaları ve I. Haçlı Seferi (1096-1099) ile Haçlı
ordularının eline geçmiş, Kudüs’te kurulmuş Haçlı Kudüs Krallığının da
desteğiyle İ.S.1111’de kuzey Irak’ın Sincar dağlarına giderek, bölgeye Selçuklu
Türkleri ile birlikte gelerek yerleşmiş Kürtleri “Hıristiyanlaştırmak ve
Müslümanlara düşman” yapmak için, Hz. Ebubekir, Muaviye ve oğlu halife Yezid’i
Tanrı kabul eden, “Kürt Yezidiliği Dini” olan “Adeviye” sapık inancını kuran
Şeyh Hadi Bin Musafir el Hekkari el Emevi’nin Kürtler için yazdığı din kitabı
olan “Mushaf-ı
Reş- Sayfalar halinde yazılmış Kara Kitap’tan” bir Hazreti
Muhammed tanımlamasını okuyalım.
Bu arada da “Allah’ın kızı Uzza’nın” da öcünü nasıl aldığını
da öğreneceksiniz. Çünkü Muaviye’nin evlendiği “80” yaşındaki kadının
sabahleyin “25’lik” taze olması ve sonradan İslam halifesi olacak Yezid’i
doğurması olayı tamamıyla, Yezit Emevilerin Muhammet’ten aldıkları intikamı
anlatmaktadır.
Uzza’nın İntikamı ya da Emevilerin Muhammet’ten Aldıkları
Öç!;
(Kynk- Mushaf-ı Reş-Kara Kitap)
“…Hatta O (Şeytan Tavus-Adeviyelerin tanrısı), Muaviye adlı hizmetçisi olan
İsmail oğullarının peygamberi Muhammed’i, aydınlattı, O geldiğinde Muhammed doğru biri değildi ve ona baş ağrısı ile eziyet etti. Sonra
peygamber, tıraş etmesini iyi bilen kölesi
Muaviye’den başını tıraş etmesini istedi. O da aceleyle zorlanarak onu tıraş
etti. Sonuç olarak tıraş ederken başını
kesti ve kanattı, yere düşeceğinden korkan Muaviye, kanı diliyle yaladı.
Bunun üzerine Muhammet;
“-Ne yapıyorsun Muaviye?” diye sordu. O da,”-Yere
düşeceğinden korkarak kanı
yaladım” dedi.
O da;
-“-Günah işledin Muaviye, senden sonra benim soyuma karşı çıkacak bir millete sahip olacaksın.”
Muaviye cevapladı;
“-Öyleyse dünya
evine girmeyeceğim ve evlenmeyeceğim!”
Bir süre sonra tanrı Muaviye’ye bir akrep gönderdi ve onu
ısırttı, yüzü yerinden çıkacak gibi şişti ve doktorlar ona “ölmesin” diye
evlenmesini söylediler. Bunu
işitince rıza gösterdi.
Ona çocuğu olmasın diye seksen
yaşında bir kadın getirdiler.
Muaviye karısını bildi ve sabahleyin bu kadın tanrının gücüyle yirmi beş yaşında bir kadın olarak ortaya çıktı. Sonra hamile
kaldı ve tanrımız Yezid doğdu…”
İslam kaynaklarında peygamberin bir gün Muaviye'ye,
ashabının yanında şunları söylediği kayıtlıdır:
"Ümmetim senin elinden neler çekecek neler!.. Senin elinden, gün gelecek,
benim evlatlarım acılar yaşayacak, senin soyundan gelecek bir köpek Allah'ın
ayetleriyle alay edecek ve Allah Teala bana karşı saygısızlığı haram etmiş
olduğu halde o, bana karşı saygısızlıkta bulunacak, hürmetimi ayaklar altına
alacaktır!"
e-Muaviye’nin Genelgeleri;
Süleym b. Kays’tan alıntı;
“Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye, valilerine şöyle emretti:
Ali’nin evlatları ve Şiilerinin tanıklığı kabul edilmemelidir. Bulunduğunuz
yerlerde Osman’ın mensupları ve taraftarlarından veya onun fazilet ve
menkıbelerini nakleden kimselerden biri bulunduğunda resmi yerlerde ihtiram ve
ikram görmeleri hususunda ihmalkârlık yapılmamalıdır. Osman’ın menkıbe ve
faziletlerine dair nakledilen sözler, nakledenin hususiyetleriyle birlikte
Şam’da Muaviye’nin sarayına bildirilmelidir.”
Muaviye’nin emrine valilerin titizlikle uydukları ve onun
bağışlarından ve siyasi gücünden yararlandıkları anlatılır. Halife Osman’ın da
buna yardımcı olduğu olaylar içinde görülmektedir.
Muaviye’nin bu bağışları, bahşişleri ve valilerin teşvikleri
neticesinde, bütün İslam şehirlerinde hadis uydurmak yaygınlaştı. Kim olursa
olsun, Osman’ın fazileti hakkında Muaviye’nin valilerinin yanında hadis
naklettiği zaman sözü hemen kayıtsız şartsız kabul ediliyor, adı mükâfat ve
bağış defterine kaydediliyordu ve başkaları hakkında şefaati (aracılığı) de
kesinlikle reddedilmiyordu.”
Bir gün Muaviye minberde hutbe okurken bir Müslüman kılıcını
çekip tekbir getirerek minbere doğru atıldı. Muaviye'nin özel koruma
muhafızları vardı; bu Müslümanı hemen yakalayıp sorguladılar:
- Bu eyleme neden giriştin? Kimin emriyle yaptın bunu?!
- Peygamberin emriyle! O büyük peygamberin "Muaviye'nin
emîr olduğunu görürseniz kalçasını kılıçla parçalayın!" buyurduğuna bizzat
şahid oldum ben!”
- Onu emirliğe kimin atadığını biliyor musun?
- Hayır.
- Halife Ömer atadı onu!
- Öyleyse Ömer haklıdır, duydum ve itaat ettim!!!
Hz. Resulullah'ın (s.a.a) minberinde hutbe okumakla meşgul
olduğu bir gündü... Abdullah bin Mesud cemaatin arasında ayağa kalkıp "Hz.
Resulullah (s.a.a)" dedi, "muaviye'yi benim minberimde görürseniz
hemen öldürün!"...
Şam fethedildiğinde oraya önce Ebu Ubeyde vali olarak
gönderilmiş, ama çok geçmeden bu vali vebaya yakalanarak ölünce, II. halife
Ömer; Muaviye'nin kardeşi olan Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam valiliğine atamıştı.
Emeviler ve Ebusüfyanoğullarının İslam tarihinde resmen
devlet görevine getirilmesi bu tarihe rastlar...
Emevilere iktidar kapısı 2. halife döneminde açılmıştır.
Yezid öldüğünde her ne hikmetse halife Şam valiliğini tekrar
Emevilere bıraktı ve ölen Yezid'in yerine kardeşi Muaviye atandı!
Böylece Şam'ın yönetimi bir hanedana bırakılmış oluyordu!..
Burada, birilerinin diyet borcunun ödenmekte olduğunu sezmek
hiç de zor değildir...
İkinci halife, neden Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam valiliğine atamıştı sahi?
f-Peygamberin “61” yıllık ömrü boyunca yaşadığı bazı olaylar
nedeniyle kendisine en yakın olanları da “inciten, belki de
kinlendiren” davranışları
olmuş mudur? Olaylar zinciri,”3” Önemli Olay! ;
Bu konuda da ilginizi çekecek olaylar vardır. Ben ekliyorum,
takdir sizlerindir!
Birinci Olay, Hz. Ömer’in Kızı Hafsa Hakkında
Hz. Osman ve Hz. Muhammet Arasındaki Kadın Meselesi;
Hz. Muhammed, kızı Hz. Fatma’yı, amcası Ebu Talip'in oğlu
Hz. Ali ile evlendirdikten kısa bir süre sonra meydana gelen bir ölüm olayının
ardından Hz. Muhammed, Hz. Ömer'in dul kalan kızı Hz. Hafsa* ile evlenir.
*(Hafsa,Ayşe ile yaşıt olduğuna göre peygamber bu dönemde
60’lı yaşlardadır ve Veda Haccını yapma dönemidir. İbni İshak’ın yazdığına göre Ayşe ile Ayşe “6”
yaşındayken (Pedofili) nişanlandığında peygamber 53 yaşındadır. Üç yıl gerdek
için beklediğinde yaşı 56’dır. Hafsa ile 18’inde evlendiğine göre “9” yıl daha
eklediğimizde “65” olur ki, oysa peygamber (571-632’de) 61 yaşında ölmüştür.
Demek ki hesap hatası vardır. Muhtemelen Hafsa, ya Ayşe’den büyüktü ya da
Hafsa’nın yaşı daha küçüktü.)
Hz. Ömer'in damadı Huneys, Habeşistan'a ilk giden muhacirlerdendir. Dönüşünde
Hz. Hafsa ile evlenmişti. İşte Hz. Ali ile Hz. Fatma'nın evlilik olayından kısa
bir süre sonra ortaya çıkan bu ölüm olayının ardından Hz. Hafsa 18 yaşında dul
kalır. Hz. Ebubekir'in kızı olan Hz. Ayşe ile aynı yaştadır.
Dul kadına baba evinde iyi bakılmadığından olsa gerek, Hz.
Ömer kızına hatırlı bir koca arayışına girer. Daha sonra halife olacak Hz.
Osman'a öneriyi götürür. Çünkü Hz. Osman'ın eşi Rukiye (Peygamberin kızı) de yeni vefat ettiğinden duldu.
Hz. Ömer için ideal bir damat adayıydı.
Ancak, Hz. Osman öneriyi ret eder ve Hz. Ömer bu duruma fena halde içerler. Bir
süre sonra Hz. Ebubekir'e teklif götürür, ondan da bir "hayır"
cevabı alınca Hz. Ömer'in morali
iyice bozulur. Ancak Hz.
Ebubekir'in eşini çok sevdiğini bildiğinden anlayış gösterir.
Dayanamaz ve durumu Hz. Muhammet'e açar. O da "Üzülme" der
ve devam eder,"-Allah sana ondan daha iyi bir damat, Osman'a da senden daha iyi bir
kayınpeder verecek" deyince, Hz. Ömer bir kaç saniye düşününce problemi
çözer ve gülümseyerek ayrılır.
Önce, Hz. Osman, ölen karısı Rukiye'nin kız kardeşi Ümmü
Gülsüm (peygamberin
kızıdır) ile evlendirilir, düğünü yapılır bir süre sonra da Hz.
Muhammed'in Hafsa ile evliliği gerçekleşir.
Hz. Ayşe'nin üzülmek yerine kendine yaşıt bir arkadaş
geldiğine sevindiği yazılır. Hz.
Ebubekir de bu arada Hz. Ömer'e teklifini ret etmesinin ardında
Hz. Muhammed'in bu niyetini önceden bildiğini anlatır ve bu nedenle kıracağını
bildiği halde ret ettiğini açıklar.
Hz. Hafsa'nın ölen kocasının Suriye taraflarına yapılan bir
savaş sırasında öldüğü, özellikle de ön saflarda görevlendirildiği iddiaları da
vardır. Bunlar Hz. Muhammed'i suçlamak için yapıldığı söylense de, ortada,
açıklanmayan bir kalp kırıklığı vardır.
Bunu da göz önüne almak yararlıdır.
İnsan olarak, peygamber olsun, askeri veya siyasi veya dini
kişilikli kim olursa olsun. Bunların tümü insandır ve kendilerini büyük yapan
işleri yanında, zenginlik, cinsel düşkünlük gibi insani zaaflara sahiptir. Hele
Tevrat kökenli dinlerdeki bütün peygamberlerde bu düşkünlüklere rastlamak
mümkündür.
Hz. Davut'un gelini ve Hititli askerinin karısı ile zinası
ve askerini savaşta ön saflara sürdürerek öldürtmesi, Hz. Yakup'un dayısını
bahisle aldatarak zengin olması, Hz. Süleyman'ın, zenci Saba Melikesi ile
evlenmesine karşı çıkılması, Allah'ın da izin vermemesi üzerine aşere putlarına
adak adaması gibi birçok örneği sırlamak mümkündür.
Gene aşağıdaki yazıda peygamberin Ömer’e olan kırgınlığı
açıkça görülmektedir. Peygamber de olsa, insan her zaman zaafları yüzünden
kazandığı bütün saygıyı, şöhreti kaybedebilmektedir.
İkinci Olay, Hz. Peygamberin Karısını
Kaybetmesinden Kaynaklanan,Hz. Ayşe’nin Zina Davası;
“Hz. Aişe (r.anhâ) dedi ki, Resulullah (s.a.v) sefere çıkmak
istediği zaman, kadınları arasında kura çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla
giderdi.
Benî Mustalik gazasından önce
yaptığı gazada da aramızda
kura çekti, benim ismim çıktı, bundan dolayı Resulullah ile beraber çıktım ve bu, hicab (örtünme) âyetinin
indirilmesinden sonra idi.
Onun için bir hevdec e (deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya)
konuldum, dönüşte Resulullah Medine'ye yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da
yola çıkmaya nida ettirdi.
Yola çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp
ordugâhı geçtim, helaya gittim, yerime dönerken göğsümü yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir dizim vardı, kopmuş düşmüş, bunun
üzerine döndüm, kaybolan dizimi
aradım, bunu aramak beni alıkoydu.
Benim yol nakliyemi yapmakta olan grup varmışlar, hevdeci * yüklenmişler ve beni içinde zannetmişler. Çünkü hafif
idim, henüz küçük yaşta bir taze idim; beni
hevdecte sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman orada kimseyi
bulamadım, bundan dolayı belki beni aramak için dönerler dedim, oturdum. Derken
uyumuşum, Safvân b. Muattal ordunun arkasına kalır,
insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için diğer
konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış "Allah'tan geldik ve yine
O'na döneceğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyandım, hemen feracemle yüzümü
örttüm, devesinden indi, ben bininceye kadar çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle
sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni
bulamadıklarından insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine
varıverdim, artık herkes be n i konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helak olan
helak olmuş.
*Hevdec=( Develerin üzerine konulan,
etrafı örtülerle kapalı, kadın taşımada kullanılan dikdörtgen küp şeklinde bir
çeşit koltuk.)
Resulullah Medine'ye ayakbastı ve bana bir ağrı, sızı
meydana geldi. Fakat rahatsız olduğum zamanlar Peygamber (s.a.v) den tanıya geldiğim
alaka ve lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, "nasıl o?" diyordu. Bu beni işkillendirdi, henüz
söylenen sözlerden haberim yoktu, nihayet nekahet dönemine geldim.
Bir gece Mıstah'ın annesi ile hacetimiz için dışarı çıktım,
işimiz biter bitmez yine Mıstah'ın annesi ile odama doğru döndük. Derken
Mıstah'ın annesi mırtı,
yani yün çarşafı içinde sürçtü dedi. Ben buna itiraz ettim. "Bedir'de
bulunmuş bir zata sövüyor musun?" dedim, "Haberin yok mu"
dedi, "ne var" dedim. "Ben dedi, şehadet ederim ki, sen
hakikaten "Habersiz mümin hanımlardansın” . Sonra ifk'çilerin dediklerini
anlattı. Derhal hastalık üstüne hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm.
Sonra Resulullah girdi ve "nasıl
o?" dedi. "Bana izin ver ,ana babamın yanına gideyim"
dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim. Anneme: "Ey anne, dedim,
insanlar neler söylüyorlar?" "Kızcağızım! dedi, kendini üzme, vallahi bir erkeğin
yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları bulunsun da aleyhinde çok
laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu ana kadar söylenilen sana malum olmadı
mı?" Ben ağlamaya başladım ve bütün gece sabahı ettim, yine
ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi, anneme, "bu niye ağlıyor"
dedi. "Bu ana kadar
söylenilenden bilgisi yokmuş" dedi.
Babam da ağladı. "sus kızım" dedi. O gün durdum, gözyaşım dinmiyordu,
ana babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi geliyordu. İkisi de yanımda
oturmuş, ben ağlıyorken Resulullah (s.a.v) üzerimize geliverdi, selam verdi,
sonra oturdu. Hakkımda söylenilen söylenilenden beri yanımda oturmamıştı ve bir
ay olmuş Allah Teâlâ ona b e nim bu işimle ilgili vahiy indirmemişti.
Sonra dedi ki: "Ey Aişe! Hal önemli, senden bana şöyle şöyle söz
yetişti, şimdi sen bu durumdan temiz ve beri isen Allah, muhakkak seni
aklayacak ve eğer bir günaha düştünse Allah'a istiğfar ile tevbe et. Çünkü kul
tevbe edince Allah Teâlâ tevbeyi kabul eder." Ne zaman ki Peygamber (s.a.v)
konuşmasını bitirdi, gözyaşlarım boşandı, sonra babama "Tarafımdan Resulullah'a
cevap ver" dedim. "Vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum."
dedi. Bunun üzerine anneme, dedim, " Tarafımdan Resulullah'a cevap ver." O
da "Vallahi
ne diyeyim, bilmiyorum”, dedi.
Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur'ân'dan çok
okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek halde değildim. Dedim ki: "Vallahi ben anladım. Siz
bunu işitmişsiniz, hatta gönüllerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size
beriyim desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah
bilip dururken size kötü bir itirafta bulunsam hemen tasdik edeceksiniz.
Vallahi benimle size başka bir mesel bulamıyorum, anca k Yusuf'un babası o
salih kulun ki ismini zikretmemiştim dediği gibi "Artık (bana düşen) güzel bir
sabırdır.
Sizin anlattığınıza göre,” yardımına sığınılacak ancak
Allah'tır" (Yusuf, 12/18) dedim, sonra dönüp yatağıma yattım.
O halde ben vallahi biliyordum ki, Allah Teâlâ muhakkak beni
temize çıkarır. Fakat vallahi, hakkımda vahy-i metlüvu (Kur'ân âyeti)
indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre, Allah Teâlâ'nın öyle
okunup tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok hakir
idi. Ve fakat umuyordum ki, Resulullah uykuda bir rüya görür de Allah, beni
onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Resulullah yerinden kalkmamıştı, ehl-i
beyit'ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ, Peygamberine vahyi indiriverdi, ona
vahiy edilirken olagelen hal hemen geliverdi ki, kış gününde bile vahyin ağırlığından
dolu danesi gibi ter dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir
yastık konuldu. Vallahi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü berâtimi,
suçsuzluğumu biliyordum. Fakat
Resulullah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy
gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim.
Ne zaman ki Resulullah açıldı, gülüyordu, ilk söylediği
kelime şu oldu: "Müjde ey Aişe! Rahat ol, vallahi Allah, seni kat'î olarak akladı"
dedi. "Hamd, Allah'a; ne sana, ne de ashabına" dedim.
Annem, dedi "Kalk ona!" Ben, "Vallahi
ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim"
dedim. Burada Allah Teâlâ den itibaren on âyet indirmişti. Bunun üzerine Ebu
Bekir "Vallahi bundan sonra artık Mıstah'a infak etmem" dedi.
Çünkü ona yakınlığı ve fakirliği sebebiyle nafaka veriyordu. Bu sebeple de
Allah Teâlâ şu âyeti indirdi. "İçinizden faziletli olanlar (yakınlara...) vermemeye
y emin etmesinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?" (Nur, 24/22) , Bunun üzerine Ebu
Bekir de "Evet,
vallahi, Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi Mıstah'a yine
nafakası verilmeye devam edildi. Netice olarak özrüm nazil olunca Resulullah
kalktı minbere çıktı, bunları anlattı ve Kur'ân'ı okudu ve minberden indiği
vakitte Abdullah b. Ubeyy'e, Mıstah'a, Hamne'ye ve Hassan'a had cezası vurdu….”
Bu olayda Hz. Ayşe’nin “-Hamd (Şükür) Allah’a, ne sana ne de
ashabına” ve de “Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren
Allah'dan başkasına hamd ederim!” demesi,
Ayşe’nin, peygamberin ölümünden sonra Hz. Ali’ye karşı askerleriyle Deve
(Cemel) Savaşında savaşmasını açıklıyor. Çünkü İbn’i İshak’ın tefsirlerinde
Ayşe’nin sayısız şikâyetleri vardır.
Üçüncü olay Ebubekir’in
Halef Gösterilmesi;
“Hz.Muhammed SAV ölümünün yaklaştığı günlerde camiye giderek
cemaate namaz kıldıracak kadar gücü kalmadığını hissettiğinde hanımlarına :”Ebubekir’e namazlarda
imamlık etmesini söyleyin” dedi. Fakat Ayşe, Peygamber SAV’nin yerini almanın, babasını çok üzeceğinden korktu.
-”Ey Allah’ın Resulü,” dedi. ”Ebubekir çok duygulu bir adamdır sesi de gür
değildir. Hem Kuran okurken çok ağlar.”
Peygamber SAV sanki o hiç konuşmamış gibi “Ona namazı kıldırmasını
söyle” der. Hatta Hz. Ömer’i önerir ve yine aynı emri duyunca, Peygamberin
diğer eşi olan Hafsa’ya (Ömer’in kızı) yardım isteyen gözlerle bakan Ayşe’ye yardım gelir
ve Hafsa da Ayşe’yi desteklemeye başlar.
Sonunda Peygamber S.AV, onlara şöyle dedi:
-”Siz Yusuf’un yanındaki kadınlar gibisiniz. Ebu Bekir R.A’
ya namazlarda imamlık yapmasını söyle. ”Bırakın hata yapan araştırsın, haris olan da
arzulasın. Yoksa Allah ve müminler buna sahip olamayacaklar”
uyarısından sonra Hz. Ebubekir namazlarda imamlık yapmaya başlar.”
(Halife bu kararla tespit edilmiş gibidir.)
(İbn
Sad-Kitab et Tabakat el Kebir C.II.Böl.2.S.12)
g-Muaviye’nin Peygambere ve Soyuna Kini Bitmiş miydi?
Muaviye’nin İşleri;
Muaviye’yi iktidara taşıyan belki bu olaylar zinciriydi.
Muaviye’nin de İktidar, biricik aşkıydı, onun için devlet vesile değil, bizzat
gayeydi!..
Kufe şehrini ele geçirdiği gün minbere çıkıp Kufe halkına
hitaben şöyle diyordu: "Yemin ederim ki ben namaz için savaşmadım sizinle; oruç, zekat veya
hacc ibadeti rahatça uygulansın diye de savaşmadım!.. Siz bütün bu ibadetleri
yerine getiriyordunuz zaten. Ben, sadece sizin başınıza geçebilmek için
savaştım sizinle!"
Bir gün Muğiyre bin Şu'be Muaviye'ye;
- "Yeter artık!"dedi, "Resulullah'ın soyu
olan Haşimoğullarına yaptıkların yeter! Artık onlar, kendilerinden korkmana neden
olacak kadar güç ve nüfuz sahibi değil ki!"
Muaviye nefret dolu bakışlarını uzaklara dikerek;
- "Neler söylüyorsun sen?!" diye çıkıştı
Muğiyre'ye "Haşimoğullarından olan o adam (Hz. Muhammet) için Muaviye'nin
kullandığı tabir daha ağır, ancak bu kadarını yazabiliyorum ben -Mütercim) öyle
bir şey yapmış ki her gün beş kez
onun adı Allah'ın adıyla birlikte bütün Müslümanlarca anılmada!..
--------
-Muğıyre! Bu ismi mezara gömmekten başka çare yok, anlıyor
musun? "
3-Hz. Osman Dönemi- (580-656-Osman bin Affan);
Hz. Ebu Bekir’in de yakın arkadaşlarından olan Hz. Osman
önce Hz. Muhammet’in kızı Rukiye ve onun ölümünden sonra diğer kızı Ümmü Gülsüm
ile evlenmiş olduğundan peygamberin damadıdır.
İki kez peygamberin damadı olması nedeniyle “Zi'n-Nureyn'
yani "iki nur sahibi" olarak da anılır.
Habeşistan’a ilk göç eden muhacirlerdendir, sonradan
Medine’ye göç emredilince oraya göçmüştür. Ebubekir’in halifeliğine biat
etmiştir. Abdurrahman bin Aff’ın önerisiyle Hz. Ömer’den sonra halife olmuştur.
İlk İslami paralar da onun zamanında basılmıştır;
bunlar üzerine Bismillah basılmış
İran dirhemleriydiler. Emevi Dirhemleri onun ölümünden sonra basılmıştır.
Ancak, Emevi Süfyan ailesi tarafından Hz. Ayşe, peygamberin
yeğeni Hz. Ali’ye “Abdülmutallip ailesini yok ederken, Ayşe’nin ailesi olan
Ebubekir soyunun da kıyıldığını görüyoruz. Talha’nın Abdullah bin Zübeyr’in,
Ebubekir’in oğlu Muhammed bin Ebubekir’in yani “Haşimoğullarının tümünün
soyunun kırılması siyaseti sonucu Emevi ailesi kendi saltanatını kurmuş ve 661’den
itibaren devletin adı “Emevi İmparatorluğu” olarak anılmaya başlamıştır.
Medine’deki Mescid-i Nebevi (Peygamber Mescidi) onun döneminde
genişletilmiştir.
Hz. Osman’ın Hz. Ömer’in isteği üzerine vali yaptığı iki
kişi dışında büyüyen imparatorluğun bütün valilerini Emevi ailesinden seçerek,
hatta aklı başında tecrübeli sayılacak akrabası kalmadığından dolayı çocuk
yaştakileri Vali tayin etmesi kendisine karşı tepkileri zirveye çıkartmıştır.
Emevi soylu halifelerin de hiçbir İslami kurala uymadan,
içki, kadın, eğlence düşkünlükleriyle gündeme gelmeleri İslam ahlakını halklara
unutturmuştur.
Osman’ın tepki çeken atamalarına bir örnek verirsek Ömer’in
vasiyeti ile Küfe valisi yapılan Sad bin Ebu Vakkas ı alıp yerine ana bir
kardeşi Velid bin Ukbe’yi atamıştı. Velid’in
içki içtiği, sarhoşken namaz kıldırdığı şikayetleri üzerine geri almak
zorunda kaldı. Yerine yine akrabası Said bin el As’ı atadı.
Diğer bir örnek; Amr
bin As Mısır valiliğinden
alınıp yerine Abdullah bin Sad getirildi ki Osman’ın sütkardeşidir. Bu şahıs
Medine’de vahiy kâtibi iken
mürted (dönme) olan ve peygamberin hakkında ölüm emri verdiği insandır. Osman o sıra onu evinde saklamıştı.
656 yılında muhalifler yazılı olarak şikâyetlerini Osman'a
ilettiler. Mektubu Osman'a götüren Ammar bin Yasir Osman ve adamlarından dayak
yedi. Muhammed’in dostlarından ve sahabe tarafından çok sevilen Ebu Zer’in
eleştiri ve şikayetleri Osman’a iletmesi, onun da dayak yemesine ve Şam’a
ardından da Rebeze’ye sürülmesine neden olmuş, sürgünde ölmüştü. 656 yılında Kufe
den 1000, Basra’dan 150, Mısırdan 2000 kişi hac bahanesiyle Medine’ye geldi.
Ali’nin aracılığıyla yapılan görüşmelerde istekleri Osman tarafından kabul
edildi. Mısır valiliğine Ebubekir’in oğlu Muhammed’in getirilmesi de onayları
arasındaydı.
Tüm muhalifler memleketlerine doğru yola çıktılar. Mısır’a
gidenler yanlarından geçen şüpheliyi durdurup sorgulayınca yanında Mısır
Valisine yazılmış bir mektup buldular. Mektup Mısır’a dönenlerin öldürülmesini
ve Muhammed bin Ebu Bekr’in vali atandığına dair emirnamenin geçersiz olduğunu
yazıyordu. Altında da Osman’ın mührü vardı.
Mısırlılar Kufeliler ve Basralılar yarı yoldan dönüp mektubu
Ali, Talha, Zubeyr ve Said bin Zeyd e gösterdiler. Bu olaydan sonra Medine’de
Osman’a kamuoyu desteği sıfıra indi. Müslümanların ileri gelenlerinden bir grup
Ali ile birlikte mektup hakkında Osman’ı sorgulayınca mektubu Osman’ın genel
sekreterliğini yapmakta olan amcaoğlu
Mervan’ın yazdığı anlaşıldı.
Muhalifler, Mervan ı istediler ama Osman Mervan’ı vermedi.
İşler bu noktaya ulaşıldığında Talha, Zubeyr, Abdullah bin
Avf ve Ali de dâhil Osman ı koruyacak kimse yoktu. Ayşe, Ali’nin tüm itirazına
rağmen bu strese dayanamamaktan olsa gerek umreye gitti.
Bazı önde gelenler de Filistin’e gittiler. Muhalifler
Osman’a yirmi gün süre verdiler. Bu süre sonunda düşünüp istifa etmesini
söylediler. Bu yirmi gün sonlarına kadar sakin geçti.
Osman’ın evinin çevresinde kendisine koruyan 500 adamı
vardı. Muhasaradan korkan Ali ve diğer önde gelenler oğullarını da kapıya bekçi
koydular. Olayların sonuna kadar Ali’nin
oğulları Hasan ve Hüseyin, Zubeyr’in oğlu Abdullah ve Talha’nın
oğlu Muhammed kapı da Osman’ı korumak için nöbetteydi. Yirmi
günün sonunda çatışmalar baş gösterdi. Kapısı muhaliflerce ateşe verildi.
Muhalifleri durdurmaya çalışan Ali’nin
oğlu Hasan bu çatışmalarda
yaralandı.
Durum karışınca yapılan istişareler sonucunda Ebubekir’in
oğlu Muhammed’le birkaç kişi Osman’ın evine girdi. Osman öldürüldü. Osman’ı öldürenin Ebubekirin oğlu Muhammed olduğu bildirildi.
Ama bunu Osman’ı korumak isteyenler iftira olarak
nitelerler. Halbuki Muhammed bin Ebubekir, muhaliflerin lideri konumundadır.
Osman’ın cesedi kapı önüne atıldı. Gömülmesi için kimse
girişimde bulunamadı. 3 gün öylece kalıp da kokuşmaya başlayınca 4-5 kişi
cenazesini kaldırdı. Cenazenin
Müslüman mezarlığına gömülmesine izin verilmedi. Yahudi mezarlığına gömüldü.
Cenazeyi taşıyanların da taşlandığı rivayet edilir. Muaviye döneminde Müslüman mezarlığı genişletilerek Osman’ın mezarı da Baki mezarlığı sınırlarına dahil edildi.
(Taberi, Tarih, IV, 412)
Kendilerine karşı muhalefeti ya parayla ya da askeri
baskıyla susturduklarından ve de “Irkçılık” yaptıklarından dolayı hanedanın
ömrü kısa olmuştur.
4-I.Mervan (623-685) Mervan
bin Hakem Dönemi;
II.Muaviye’nin 684’de halifeliği bırakmak zorunda kalmasının
ardından I. Mervan’ın Halife olmasıyla hilafet makamı, "Hakem bin
Vail" koluna geçmiştir; Ebu Süfyan ve Hakam bin Vail Emevilerin ismini
aldığı Ümeyye'nın torunlarıdır. Mervan öldüğü tarih olan 685’e kadar bir yıl
boyunca halifelik yapmıştır.
Hakem bin Ebil as bin Umeyye bin Abd-i Şemsbin Abd-i
Menaf’ın oğludur. Mervan’ın babası Hakem bin Ebil’as, Hz. Muhammed’e olan düşmanlığı
yüzünden peygamber tarafından
Taif’e sürülmüş ve peygamberin ölümünden sonra da orada kalmıştır. Üçüncü
Halife Hz. Osman bin Affan’ın zamanında Osman tarafından af edilerek
çağırılmıştır. Hakem bin Ebil’as oğlu Mervan ile Medine’ye yerleşmiştir.
Mervan daha sonra Hz. Osman’a katip olmuştur ve Osman’ın
birinci derece yeğenidir. Deve harbinde Hz.
Talha’yı kazara şehir ettiği
yazılır.
Talha bin Ubeydullah bin Osman bin Amr ise İlk Müslümanlardandır. Dedesi,
ikinci Halife Ebubekir Sıddık’ın dedesi ile kardeştir. Uhud savaşında Hz.
Muhammed’i korumak için çok yara almış peygambere çok sadık birisiydi.
Peygamberi sırtında taşıyarak emniyetli bir mevkide bulunan bir kaya üzerine
taşımış ve “cennetle müjdelenmiş” biriydi. Çok zengin olmasına rağmen malını
din yolunda sarf etmiştir. Hz. Ali ‘ye karşı Muaviye yanlılarının açtığı “Deve
(Cemel) Harbinde” Hz. Ali’ye karşı savaşmıştır. Hz. Ali bu zatın ölümüne
üzülüp, cenaze namazını kendisi kıldırmıştır. Ok ile şehit edilen bu kişinin
Mervan’ın okuyla “kazara” (!) şehit edilmesi dikkat çekicidir.
Mervan, Ebu Süfyan oğlu Muaviye döneminde Medine Valisi
olmuş, sonradan azil edilmiştir. II. Muaviye’nin halifelikten çekilmesinin
(684) ardından Abdullah bin
Zübeyr ile savaşarak Halife
olmuş, zalimliği ile nam salmıştır.
Oysa Abdullah
bin Zübeyr de, Zübeyr bin
Avvam’ın oğlu olup,2. Halife Ebubekir Sıddık’ın kızı Esma’nın oğludur. Peygambere
ilk iman edenlerden olup ilk Medine muhacirleri gelmeden önce doğmuştur.
Cesareti ve ibadeti ile sevilen peygambere yakın biriydi. Ben-i Esed *kabilesine mensuptu. Hz. Ayşe’nin de
yeğenidir. Tunus’a düzenlenen bir seferde (647-649) Roma valisini öldürerek
savaşın kazanılmasında önemli bir görevi yerine getirmiştir.
Deve Savaşında (656) peygamberin yeğeni Hz. Ali bin Ebu
Talip’e karşı peygamberin dul eşi Hz. Ayşe bin Ebubekir’in yanında savaşmıştır.
Savaşı Hz. Ali kazanmış ve Ayşe’yi Medine’ye göndermiştir. Bazı kaynaklar da bu
savaşın hiç başlamadığını ve Ali’nin Ayşe’yi ikna ederek geri gönderdiğinden de
bahsederler.
“FİTNE DÖNEMİ de olarak bilinen bu Deve (Cemel) Savaşı olup
olmadığı her ne kadar işlense de sonunda bir şeye dikkat çekmektedir.
Yukarıda bahsettiğim nedenlerin de etkisi nedeniyle Hz.
Osman’ın peygamberin karşısında yer almış ona düşman kim varsa devletin başına
geçirmesinden rahatsız olanlar Hz. Ali’yi kendilerine önder yaparak direnişe
geçmişler ve Osman’ın sarayını basmışlardır.
Hz. Ayşe’nin babası Hz. Ebu Bekir es Sıddık’ın da, hilafeti
ele geçirmek isteyen, Emevi ( Umeyye) ailesinin de Ben-i Teymiye kabilesinden
gelen Kureyş’li oluşları dikkat çekicidir. Yalnız savaşanların da zaten
tümü Kureyş ailesindendir.
*Ben-i Esed, Ben-i Esca gibi adlarla anılan Hicaz Arap
kabileleinin adlarında geçen “BEN” kelimesi Tevrat kökenlidir. Allah’ın kendini
Musa’ya tanıttığı adıdır. Hint tanrısı Atman’ın da adı “Ben” dir ve Türkçe’dir.
Sabilik ve ondan doğan Tevrat’ın da Hint kökenleri sayılamayacak kadar çoktur.
Mısırdan
Çıkış Bölüm 3-Çık.3:14. Ayette; Musa’yı kölelikten kurtarması için
kavmine gönderen tanrıya;
“Kendisini
gönderen tanrının adının ne olduğunu sorarlarsa ne diyeyim?” Dediğinde aldığı
cevap şöyledir;
“ Tanrı,
"Ben Ben'im"
dedi, "İsraillilere de ki, 'Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi.'
Yahudilerin
ve Hicaz ve Harran Yezidilerin de adlarını “Tanrının sıfatlarıyla”
birleştirmeleri, Tevrat’tan “Ben” , “O’BEN” vb. ekleri “ad” olarak almaları
buradan gelmektedir. Peygamberin ölümünden sonra, birleştirilmiş bir Arap
yarımadasını yönetmeye talipler hazırdı. Öyle de oldu ve Yezidiler,
Hıristiyanlar ve Yahudiler devleti ele geçirmişti. Muhammet’in soyunu dayadığı
İsmail de Yahudilerin babası İbrahim’in köle karısı Hacer’den doğan İsmail’dir.
Yani Muhammet de soyunu İbrahim’e, dolayısıyla Yahudilere bağlamıştır. Tevrat
tanrısı Yahweh’in kendini Musa’ya tanıttığı adı olan “BEN” ile anılan Muhammet
soyu tuhaf gelmesin.
Hicaz
Araplarında peygamberin babasının ve dedesinin adlarında da görüldüğü gibi “Tanrının adını tek olarak kullanmak günah” sayıldığından, “Abdullah-Allah’ın kölesi” ya da “Abdülmutallip- Talip’in(1)
mutlu kölesi” gibi adlar alırlardı. Ancak,
Emeviler döneminde Halife Yezid’in (tanrı Şeytan Tavus), Bedi, Hadi, Kadir,
Gaffar, Cafer vb “Esma-ül Hüsna” olan adları “eksiz” olarak kullanmaya başladılar.
1-Talip
Yezidi Yemen Tanrılarının en büyüğüdür ve hileci, hırsızların, fahişelerin ve
kervanların koruyucusu, hastalara şifa veren Grek tanrısı Hermes’e karşılık
gelir. Allah ta o dönemde Hermes’e karşılık
gelmekteydi. Harran Yezidileri de, adları “Ben” ile başlayan Arap
kabileleri de Hermes’e taparlardı. Günümüzde Nurcular arasında sürekli olarak
olur olmaz insanların adlarının “Allah” adıyla anılmasının ardında da bu
“Hermetizm” sapıklığı vardır. Namaz sadece Müslümanlara ait bir ibadet
değildir. Peygamberden binlerce yıl önce Eski Mısır’da, Sibirya steplerinde,
Hindistan’da, İran’da Yezitler ve Mitraistler namaz kılarlardı. Bu gün de
kılmaktadırlar. Her namaz (Hintçe- Namas=Selam) kılanı Müslüman sanmayınız.
Başta Nurcular ve Bahailer hatta Vehhabiler gelmektedir. Kadınlara dayattıkları
“Çarşaf- peçe” dayatması olan örtü de Katolik ve Yahudi inancına göre
“Meryem’in” örtüsü olarak kabul edilen şekilden başka bir şey değildir.
Katolikler bu örtünün üzerine Hermes’in tacını da eklemişlerdir ki, bu da
“şeytana tapma kültü olan Hermetizm’e işaret etmektedir” Bu yüzden bunlar,
hırsızlığı, aldatmayı, kandırmayı ilke edimişlerdir.
5-Yezid bin Muaviye (646-683-Muaviye oğlu Yezid);
Yezid, Emevilerin ikinci halifesiydi.646’da Şam’da babası
Süfyan’ın valiliği döneminde doğdu. İyi bir eğitim aldı,669’daki İstanbul
kuşatmasında komutan olarak görev aldı. Abdullah bin Zübeyr’in (Halife Ebubekir’in torunu) karşı
çıkmasına rağmen Muaviye ölümünden önce onu 679’da halife seçtirdi ve ona itaat
edilmesini istedi. Halifeliğine karşı çıkılmasının nedeni ise, o çağın Arap
geleneklerine göre “yaşlı ve tecrübeli kişilerin” başa geçme geleneğine
dayanmaktaydı. Yezid bu sıfatlara sahip değildi.
Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin, hilafetin saltanata dönüşmesi
gerekçesiyle onun halifeliğine karşı çıktı ve kendisini halife ilan edince Kufe
Valisi de ona biat etti.
Bunun ardından Hz. Hüseyin yanındakilerle birlikte önce
Mekke’ye ve ardından da desteğini umduğu Kufe’ye doğru yola çıktı. 02. Ekim
680’de Emevi askerlerince yolu Kerbela’da kesildi ve 10. Ekim 680’de Hüseyin
yanındaki “72” kişi ile birlikte şehit edildi. Yezid’in hilafet dönemindeki en
önemli olay budur. Hüseyin’in öldürülmesinden Yezid’in değil de tayin ettiği Kufe
Valisinin neden olduğu yolunda bilgiler olsa da Yezid bu olayın sorumlusu
olarak kabul edilmektedir. O günden beri Yezid, İslam tarihinde, zulmün ve
kötülüğün timsali olmuştur.
Bunun ardından Ebubekir’in torunu ve peygamberin yakın
sahabelerinden Zübeyr’in oğlu olan Abdullah bin Zübeyr isyan çıkardı. Kufe’ye
vali dahi tayin etti. Emevilerden hoşlanmayanlardan hatta Suriyelilerden bile
destek almasıyla isyan büyüdüyse de, Basra’daki Irak Valisi Ubeydullah bin
Ziyad’ın isyanı bastırmasını Yezid isteyince, vali Suriyelilerden oluşan
10.000 kişilik ordusunu Müslim bin Ukbe el Murri komutasında Hicaz’a gönderdi.
Medine’nin kuzey doğusunda El Harre denilen yerde iki tarafın orduları
karşılaştı ve Yezid’İn kuvvetleri savaşı kazanınca Medine’ye girerek şehri üç
gün boyunca yağmaladılar. Komutan El Murri burada hastalanıp öldü. Zübeyr
Mekke’ye çekildi. Yeni komutan Hüseyin bin Numeyir as Sukuni Mekke’ye saldırdı
ve üç ay kuşatmadan sonra şehri ele geçirip şehri yağmaladılar ve
Kabe’nin örtüsünü yaktılar. Bu arada Yezid ölür. Mekke’yi kuşatan kumandan,
Yezid’in oğlu hakkında az bilgi olması yüzünden Zübeyr’e hilafeti önerdiyse de
de Mekke’den ayrılmaya çekinen Zübeyr teklifi ret eder.
Bu nedenle Yezid’in oğlu II.
Muaviye veya Ebu Laylâ Muâviye bin Yezîd (661-684) halife
ilan edilir. Savaş yanlısı olmayan UU. Muaviye “40” gün sonra istifa eder ve
istifasından “15” gün sonra vefat eder. Yerine I. Mervan geçer.
Yezid hakkında bazı iddialara bakalım;
Halife Yezit hakkındaki iddialar onun Müslüman değil tam bir
dinsiz, kâfir olduğu yolundadır. Peygamberliği yalanladığı, vahiy olayını inkâr
ettiği, içki içtiği, kadın oynattığı, insanların arasını açacak sözler ve
asılsız dedikodular ürettiği bunların en önemlileridir.
Çocukluğunun annesinin kabilesi olan Müslüman olmayan Kelâb
(Köpekler)kabilesi arasında geçtiğinden, gençliğinin köpeklerle ilişkiden içki
düşkünlüğüne varan günahları işlemeye alışık olduğu öne çıkarılmaktadır.
Peygamber ve soyu olan ehl-i beyt’ karşı düşmanlık içinde yetiştirildiği, ve
soyu olan Haşimoğullarına kan davası güttüğü belirtilir.
Babası Muaviye’nin onu halka iyi tanıtsınlar diye zamanın
ünlü şairlerini kiralayarak oğluna övgüler düzdürdüğü belirtilir. Yani bu
olaya,o zamanın “basınının ele geçirilmesi” de diyebiliriz.
O dönemlerde peygambere kan veya iman olarak yakınlığı,
bağlılığı olanların komplolara kurban gittiklerine örnek olarak İmam Hasan
Mücteba’nın, Sa’d bin Vakkas’ın, Halid bin Velid’İn oğlu Avdurrahman’ın Yahudi
doktora ve değişik kişilere zehirletildikleri zehirletilmesi öne sürülür.
Hicr bin Adiyy ve yarenlerinin de bu dönemde tutuklatılarak,
Yezid’e biat etmeye zorlanmaları ve kabul etmemeleri yüzünden öldürüldükleri
iddia edilir.
Bu yüzden Mekke ve Medine’lilerin Yezid’e biat etmedikleri
söylenir.
Hatta Bizans’tan aldığı rüşvet karşılığında Kıbrıs ve
Yunanistan fetihlerini engellediği, Mekke ve Medine’ye saldırdığında
Müslümanların mallarının yağma edilmesinden ırzlarına geçilmesinden gereksiz
yere halktan 12.000 kişinin katledilmesine kadar ağır suçları işleyerek tam bir
Müslüman ve Muhammed düşmanı olduğu işlenmektedir.
Kâbe'yi taşa tutturduğu da, mancınıkla yıktırdığı ve
yaktırdığı da bunlar arasındadır.
Muhammet’in Muaviye'ye "senin sulbünden gelecek bir
köpek..." dediği kişinin bu olduğu kabul görmektedir.
Bu kadar yazıdan sonra sonuç yazısı yazmak içimden gelmedi.
Peygamber ölmüş, düşmanları olan Yahudiler, Hıritiyanlar ve Yazidi Emeviler
devleti ele geçirmiş, mevcut Kuran bu doğrultuda değiştirilmiş, hırsızlığı,
yalanı, dolanı, hileyi, sihri, büyüyü, mucizeleri, fuhşu kutsal sayan, semitik,
Siyonist, biraz da peygamberin getirdiği devrimlerin de eklenmesiyle, yeni bir
“Hermetizm” kültü egemen olmuştur.
Sadece, peygamberin ardından gelen “Emevi darbesinin”
etkileriyle, devletin peygamber ve din düşmanlarının eline geçmesiyle, peygamberin
bıraktığı İslam’î öğretinin yok edilmesi ve “gizli Bizans İşbirlikçisi”
olmasının aynen, asırlar sonra Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk’e “ölüm
döşeğinde yapılan 10 Kasım 1938” darbesinin ardından, yapılan devrimlerden ülkenin
bağımsızlığının elden çıkarılmasına ve de gene Vatikan-Mason küresel şirketler
koalisyonuna devletin teslim edilmesine kadar benzerlikler göstermesi yüzünden,
bu zıtlıkları ben kısaca şöyle adlandırıyorum;
“Muhammed öldü İslam, Atatürk öldü bağımsızlık bitti!”
Takdir sizlerindir!
Alaeddin Yavuz
Kaynaklar; (Belâzürî,
Futûh, s.564, 566, 570; a.mlf., Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 139; Ya’kubî, II, 61;
Taberî, I, 2830; İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III, 99; Halife b. Hayyât, s.161;
Zehebî, Nübelâ, II, 175.)
Şimdi de, hocalarımızın televizyon ekranlarından cami
hutbelerine kadar sürekli vurguladıkları “İslam barış dinidir, herkes koşa koşa
gelerek dine girmiştir, peygamberin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı effeyle
ya Rabbii” vaaz ve dualarında anlatıldığı gibi mi olup olmadığına bakacağız.
Şimdi Muhammet’in 611-632 arasında geçen yaklaşık 22 yıllık
peygamberlik süresince katıldığı küçük savaşlar (Gazalar) ile büyük savaşlarını
topluca görelim.
Muhammet’in Katıldığı Küçük Savaşlar (Gazveler/Gazalar);
1-Yemame Savaşı;
Yemame Savaşı
denilen olay, Mekke’nin doğusunda, Hürmüz Körfezi kıyısında, günümüz Bahreyn
Adasının karşısı diyebileceğimiz Arabistan yarımadasında bir bölgedir. Halkı
Kur’anda İİbrahim Suresinde ve bir çok yerde geçen “Hanif Din” e inandıklarını
söyleyen Sabi-Süüryani-Nasturi Hristiyanlarının olduğu bölgeydi.
Muhammet çağında peygamberlik eden biri kadın dört kişiden
olan ve Muhammet’e ortaklık önerisi ret edilen Yemame’li Rahman, ya da
Peygamber Muhammet’in taktığı adla “Müseylemet El Kezzap’ın ülkesidir.
Peygamberin sağlığında buraya yapılan akınlar tam zafere ulaşmamış, Ebubekir’in
halifeliğinde Yemame’li Rahman öldürülmüştür. Rahman, İslam’da da esas olan
Besmelede yerini alan “Rahman ve Rahim olan Allah’a” inanan ve böyle bir dini
tebliğ eden adamdı. Nasturi Hristiyanları da “Rahman ve Rahim Allah” kavramını
esas alan Hristiyanlardı.
Roma’nın Hristiyanlık zorlamalarına karşın Arapların ortak
inanablecekleri, İbrahim’in Yıldız dinine uygun bir din yapmaya çalışan Varak
bin Nevfel gibi insanlardan birisiydi. Varaka da Nasturi Mekke kilisesinin baş
keşişiydi. Rahman ve Rahim Allah inancını tebliğ eden, Yemen’de bunu
Muhammetten önce yayan Feymiyon adlı bir sihirbaz Hristiyan rahibinin
efsanesini İbni İshak’ın “Siret-ül Resulüllah (Peygamberin Hayatı) kitabında
bulabilirsiniz.
2-Şimdi de Bi’ri Maune Olayı;
Hicret’in üçüncü yılı yani M.S.625’te, günümüz Yahudi
Vehhabilik mezhebini kuran Necdli Mehmet Abdülvehhab’ın kabilesi olan Necd
Çölünde yaşayan Necd’li Mülâıb-ül Esinne” lakaplı Amir bin Melik Muhammet’ten
İslam’ı öğretecek öğretmenler ister. Şahsı tanıyan Muhammet endişesini
“Göndereceğim kişler hakkında Necd ahalisinden korkarım” diye belirtince Amir
bin Melik’in kendisine “Sakın kuşkun olmasın. Onları benim himayemde gönder ve
halkı İslamiyet’e davet etsinler” diyerek
güvence verilmesi üzerine yetmiş (70) kişiyi görevlendirir. Bu
görevliler yolda Maune kuyusu çevresinde pusuya düşürülerek okçular tarafından
öldürülürler. Olay adını bu kuyunun adından alır.
Peygamberin lanetini o zaman kazanan bu kavim, peygamberden
1100 yıl kadar sonra,1739’da İngiliz ajanı Hemper’in yazdığı Vehhabilik dinini
benimsemiş, Mecüc (Arapların tapındıkları Cüce cin veya şeytanlar) soyu
dedikleri Türklerden hilafeti alma bahanesiyle isyan etmişler, İslam’ın
Haçlılara esir düşmesinde büyük hizmetler vermişlerdir. 1917 Süveyş Kanal
yenilgisinde de Necdli Mekke Emiri Şeyh Hüseyin’in askerleri yardıma gelip
ordumuzu içeriden vurmuşlardır. Hala da Türkleri putperest gördüklerinden
hacılarımıza kötü davranmakta, aşağılamaktadırlar. Hacca veya umreye giden
insanlarımızın kıldıkları namazdan kabir ziyaretlerine kadar her türlü
ibadetleriyle alay etmektedirler.
Bu gün de İngiliz ve Amerikan sömürgeciliinin en büyük
ortakları olup Otodoks Yahudi, Hristiyanlar ile Vehhabi Araplarından oluşturulmuş
IŞİD haçlı ordusunun finansmanından kadın dahil her türlü ihtiyacına yardım
etmekte, Irak, Libya, Mısır, Bahreyn, Suriye ve Yemen’de kan akıtmaya devam
etmektedirler.
3-Zatü’r Rıka Gazası;
Necdlilerin öldürdükleri öğretmenlerin öcünü almak için Beni
Nadir Yahudilerinin sürgün edilmesinden bir buçuk ay kadar sonra, Hicretin
dördüncü yılında (625-626) Muhammet ordusunu toplayarak Nah adlı yerde ordusuna
karargah kurdurmuştur. Durumu gören Necdliler kaçarak bölgeyi terk etmişlerdir.
Bölge savaşsız ele geçirilmiştir. Ancak kin bitmemiş, muhtelif olaylarda
peygambere ve Müslümanlara suikastlerde bulundukları Buhari kayıtlarında yer
almaktadır.
4-Bu olaydan bir yıl önce olan ikinci bir olay da Yevm’r
Raci olayıdır.
Hicretin üçüncü
yılında (624), Udal ve Kare kabilelerinden bir heyet Muhammet’ten kendilerine
İslam’ı öğretecek öğretmenler göndermesini ister. Bu isteğe olumlu cevap veren
Muhammet, Mersed bin Ebi Mersed, Halid b. Bükeyr, Asım b. Sabit, Hubeyb b.
Adiy, Zeyd b. Desine ve Abduyllah b.Tarık tan oluşan yedi kişilik bir heyeti
Asım b. Sabit başkanlığında göndermişti. Heyetin gelişini Lihyan oğulları
kabilesine tuzak kurdurarak okçularla öldürtmüş, heyetten Hubeyb ile Zeyd dahil
bazılarını da Mekke köle pazarında satmışlardır.
5-Beni Nadir Yahudilerinin Medine’den Sürülmeleri;
Muhammet tarafından dokunulmazlık belgesi verilmiş olan Amr
b. Umeyye ed Damri’nin öldürdüğü iki kişinin diyetlerinin ödenmesi konusunda
Nadir oğulları Yahudilerinden yardımcı olmalarını isteyen peygambere olumlu
cevap verip arkasından suikast kurduklarını haber alan Muhammet Yahudilere
Medine’yi on gün içinde terk etmelerini emreder.
Güçleri yetersiz olan Yahudiler çaresiz kabul ederler.
Muhaliflerden Abdullah b. Ubey b. Selül, elinde yardım edecek iki bin adamı
olduğunu söyleyerek isyana teşvik eder. Yahudiler kalelerinde toplanırlar.
Muhammet yaş hurmalıklarını yaktırarak onlara korku verir.Ancak vaat edilen
yardım gelmeyince emre uymak zorunda kalırlar. Silahları ile savaş araçları
hariç develerinin taşıyabileceği kadar yük alarak gitmelerine izin verir.
Beni Nadir Yahudilerinin mallarını Muhammmet kendisine alır
ve karılarının bir yıllık masraflarının bu hurmalıklardan karşılandığı
Belazuri’nin “Fütuh ul Buldan” kitabında geçmektedir.
6-Beni Mustalik Gazası (Mureysi Gazası);
“
Beni Mustalik ya da Mureysi Yahudi kabilesinin Muhammet’e
karşı Haris ibn Dirar komutasında ordu hazırladığı haberi üzerine
kararlaştırılmıştır. İbni İshak’a göre hicretin altıncı (628), bazı ulemaların
görüşlerine göre de beşinci (627) yılının Şaban ayında gerçekleşmiştir. Bu
savaşa, önceki savaşlarda kazanılan başarıların etkisiyle yağmacı
gayrimüslümler de gönüllü katılmışlardır.
Savaşın enteresan olaylarından birisi de Hz. Ömer’in kölesi
ile bir sahabenin kavgalarının “köle-efendi” savaşına dönüşmesinin Muhammet’in
idareciliğiyle önlenmesidir. Ancak bu günkü mitingleri andıran yürüyüş
olaylarına kadar iş uzamıştır.
Diğer en önemli olay ise, Kur’anda Recm ayetlerinin olmasına
engel olan Hz. Ayşe’nin savaş alanında unutulup zina ile suçlandığı ve Nur
Suresi ayetleriyle Allah tarafından masumiyetinin bildirilmesi ile
Ayşe’nin recm edilmekten kurtulduğu
meşhur “İfk” olayıdır.
Bu iki olay sonunda dinden dönmeler de yaşanmıştır.
7-Beni Kaynuka Gazası
8-Sevik
“
9-Gatafan
“
10- Demet-ül Cendel “
11-Ebva
Gazası
12-Buvat
“
13-zu’l Uşeyre
“
14-Karkaratül Kudür “
15-Beni Süleym
“
16-Hamra-ül Esed
“
17-Beni Lihyan
“
18-Gâbe
“
Muhammet’in Katıldığı Savaşlar;
1- Bedir Savaşı;
Hicretin ikinci yılının (624) Ramazan ayında, haram aylar
olmasına rağmen, Müslümanların Kureyşlilerin kervanlarına saldırıp yağmalaması
üzerine çıkmıştır.
2-Uhud Savaşı (625);
Bedir savaşının yenilgisini hazmedemeyen, Medine’li Hristiyan
ve Yahudilerin İslam’ın geşimesinin getirdiği rahatsızlık üzerine yaptıkları
işbirliği ile Kureyşlilerin öç almak için giriştikleri Uhud Dağında yapılan bir
savaştır. Okçuların zaferi de denilebilir. Hata yüzünden Müslümanlar savaşı
kaybetmekle yüzüyüze kaldıkları bir savaştır.
3-Hendek Savaşı (627)
Hicretin beşinci yılında, Medine’den sürülen Bnei Nadir
Yahudilerinin sürgünden onra Mekke’ye giderek Kureyşlilerle birleşmelerinden
sonra çıkmıştır. 10.000 kişikil ordu ile gelen Kureyş ordusunu İranlı Süryani
Hristiyan dönmesi Salman-ı Farisi’nin önerisiyle, Medine çevresine hendek
kazarak savunma yapılmasından dolayı bu adı almıştır. Zafer peygamberin
olmuştur.
4-Hudeybiye Anlaşması (628);
1400 kişi ile Kâbe’ye hacca gelen peygamber şehre sokulmamı,
Hudeybiye denilen yerde 10 yıl süreli anlaşma ile Hac yapılmıştır.
5-Hayber’in Fethi(629);
Medine’den sürülen Beni Nadir Yahudileri Suriye yolu
üzerindeki Hayber şehrine yerleşmişlerdi. Yedi kaleden oluşan bu şehir halkı
olan Yahudiler Medine’ye saldırmak için hazırlık yaptıklarını öğrenen peygamber
anlaşma teklif etmiş se de geri çevrilmesi üzerine savaş hazırlıkları yapıldı.
Gatafan Arapları da Yahudilerle birlik
olmayı kabul etmişlerdi. Saldırmalarını
beklemeyen Muhammet üç gün yol yürüdükten sonra Hayber’i kuşattı ve 10 gğnlük
kuşatmadan sonra kale alındı.
6-Mute Savaşı (629);
Suriye’de Belka denilen yerde Romalılarla yapılan ilk
savaştır. Savaş sonuşçsuz kalmıştır.
7-Mekke’nin Fethi (630);
Hudeybiye anlaşmasını Mekkelilerin bozması üzerine savaş kararı
alındı. Mekke kısa sürede kolaylıkla ele geçirildi. 18 yıl Muhammet’e kan
kusturan Ebu Süfyan’ın Mekke’yi bu kadar kolay teslim etmesi ile, Ebu Süfyan’ın
627’de Şam’da yaptığı görüşmenin etkisi açıktır. Romalılarla “ele güne karşı
ayıp olmasın” tarzından göstermelik savaşlar yapılarak Muhammet yüceltilmiştir.
Yoksa Roma bütün Arabistanı düm düz edecek güçtedir.
8-Huneyn Savaşı (631);
Mekke yakınlarında Havazin denilen Süryanilerin yaşadığı
bölgedir. Romalıların, İsa’yı “dişi şeytan Er Ruha’nın kılık değiştirmiş hali”
diye tanımlayıp, Katolik İncil’ini ret ettiklerinden dolayı sürdüğü
Süryanilerin kaldırılması Roma için İran ve Yahudiler kadar önemliydi. Muhammet
Yahudileri, Ortodoks Süryanileri kırmakla Roma’ya hizmet etmiştir.
9-Tebük Seferi (631)
Mute
Savaşı gibi, Muhammet-Herakles işbirliği projesşnden haberi olmayan Roma ileri
gelenlerini ve halkını teskin etmek, Muhammet’e de güven verip bütün Arapları
arkasına almasını sağlayacak düzmece savaşların Muhammet çağındakilerin
sonuncusudur. Bu savaş ta sonuçsuz kalmış, Müslümanlara göre Romalılar
sindirilmiştir.
22 yıllık peygamberliği süresince “18”i büyük “9”u küçük
olmak üzere “27” savaş geçiren Muhammet’in “barışçı bir din tebliğ etmesi”
sizce ne kadar mantıklıdır?
Muhammet’in bütün insanlığa “barış, kardeşlik, adalet “
tebliğ eden bir dinin peygamberi olmak şöyle dursun Sabilerin din kitaplarında
yazdıkları gibi, “Marsın Kılıcı, Kan dökücü Arap Ahmet” sıfatı daha çok
yakışmaktadır. Medine döneminde recm ayetleri olmamasına rağmen Yahudi ve
Ortodoks Hristiyanlara “Tevrat’at var” diye recm uygulaması (E.H.Yazır Maide 40
ayet tefsiri) ve onları haraca bağlamasının getirdiği düşmanlıklar bu sözde
“barış peygamberine” suikastler,
Medine’li Beni Nadir Kabilesinin sürülmesi,
onların Kureyş ve Hayber Yahudileriyle birleşerek Muhammet’e savaş açmaları,
çok sayıda insanın ölümleriyle sonuçlanan savaşlar olarak geri dönüşüm
yapmıştır. Ortada, herkesin medet için koştuğu, ilahi beklenen adaleti temsil
eden ve uygulayan bir peygamber yerine, başta kendi amcaları, yeğenleri olan
Kureyş kabilesinden başlamak üzere Arap yarımadasının her köşesinde Yahudi,
Süryani, Mecusi kanı akıtması ve onların düşmanlıklarını kazanması peygamberden
çok bir tiranı işaret etmektedir.
Kendi halkı da ardından onun neslini de adını da okuduğunuz
gibi silmiştir.
Muhammet’in kendisinin Herakles’i İslam’a davet ettiği
mektubunun hikmetlerini anlatırken, “O mektup, onlarda durdukça Hristiyanlar
yeryüzünde hakim olacaklardır” dediği bilinir.
Bu yetmezmiş gibi ayrıca Müslümanlara da aşağılayıcı bir
kader biçmiştir.
Okuyalım;
“Şimdi Müslüm İbn El Hacca El Kuşeyri'nin hadis kitabında
geçen ve Hz.Peygamber S.AV'ye ait olduğu belirtilen,İslam ve İsmail Peygamber
soyu olan Mekke Araplarının sonunu okuyalım;
47:6 "Gelecekte,Müslümanların,Hıristiyan ve
Yahudilerin gerisinde kalacaklarını ve onların ardından Müslümanların onları
takip edeceğinin vurgularken;”Siz onları adım adım,zira zira izleyeceksiniz.Öyle ki onlar zehirli kertenkele çukuruna girseler siz yine onların peşinden gideceksiniz.” “İslam bir garip olarak başladı yine garip olacaktır”diyerek de Allah’ın Yakup soyunun
başında bekçilik ettiği sayısız peygambere nazaran İsmail soyuna kıyamete yakın
bir zamanda sadece Hz.Muhammed vasıtası ile bir Kur’an ile seslenmesinin
yarattığı garipliği dile getirmekte,geleceğinin de parlak olarak çizilmediği
bildirildiğinden dolayı da endişe duyduğunu anlıyoruz.
(Hz.Muhammed’in Hayatı İnsan yay.Martin Lings veya Ebubekir
Siraceddin.İst.2006)
Yukarıdaki hadis eğer doğru ise,Mekke Araplarının yine garip
bırakılacakları "Yahudilerin, Hristiyanların ardına takılarak kertenkele
kuyularına bile girmekten çekinmeyecekleri" iddiası İslamiyetin sadece
Mekke ve çevresi Araplarına geldiğini,ve onların da Allah'ın asil kabul edip
seçtiği "Yakup Soyu" peşinde kıyamete kadar takipçi olacaklarını
anlamak zor değildir.
Alaeddin Yavuz
Kur'anın yakılması, yıkanması, yırtılması konularında, itiraz edebilecekleri için kasten İslami siteden alıntı yapılmıştır. Bu siteye bu yayını yapacak kadar cesur olduğu ve de elinden geldiğince savunduğu için de teşekkür ederim. Böyle Müslüman lazım ülkeye. ;
http://m.sorularlaislamiyet.com/index.php?oku=184780