Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

terör etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
terör etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Aralık 2011 Cuma

OTUZBEŞ KAÇAKÇI İÇİN ORDUYU DAĞITACAKLAR

OTUZ BEŞ KAÇAKÇI İÇİN ORDUYU DAĞITACAKLAR

İşte o kaçakçıların yakınları. Terör örgütü ile birlikte
değilseler nasıl oluyor da o bölgede rahatça çalışabiliyorlar?

İki gün önce terör örgütünün yuvalandığı kuzey Irak’ın dağlık bölgesinde, devletin yüzmilyonlarca dolar ödeyip satın aldığı Heron mudur ne karın ağrısı olan insansız hava araclarından birisi bir tespit yapmış.

Neymiş o tespit?

Omuzlarında Kaleşnikof silahlar taşıyan sayıları ellinin üzerinde bir grup katırlarla bir şeyler taşıyormuş.

Heron görüntüleri genelkurmaya bildirilmiş ve görüntüleri inceleyen Hava Kuvvetleri Komutanlığı da “terörist grubu” yorumunu yaparak imhasını emretmiş.

Malum ya terör örgütüne karşı bir şey yapamazken bu milletten Suriye ve İran’a saldırtmak için çocuklarını hangi gerekçeyle isteyecekler?

İşte bu bağlamda, ABD’nin verdiği izinle bir an önce terör örgütünü “hafiften kaşıyıp” milleti iş yaptıklarına ikna edecekler ve Mehmetçik olan askerimizin adını da “George’cuk- Corccuk” yapacaklar ve Müslüman ülkelerin işgaline gönderecekler ya.

İşte bu dümen üzerine kurulu ve aslında terör örgütünü imha ile alakası olmayan kampanya yüzünden başlatılan terör örgütüne karşı sözde operasyonların içine bu “35” kaçakçının öldürülmesi tuz biber ekti.

Neymiş efendim, eski Milli Eğitim Bakanı ve şimdiki başbakan yardımcısı Van Kürdü Hüseyin Çelik’e göre “Mazot kaçakçısı da olsa böyle öldürülmemeliymişler ve sorumluları hemen cezalandırılacakmış ta mış mış…”

Terör örgütünün siyasi partisi BDP de öbür yandan Kürtleri açıkça “halk ayaklanmasına” davet etmiş ve doğu Anadolu illerimiz bir anda gösteri yürüyüşleri, Polis-asker taşlama, molotof kokteylleriyle yanan asker- polis araçlarından vatandaşın dükkanlarına ve balkonlarına uzanan bir yığın hasar televizyon ekranlarını dolduruverdi.

Kürtlere 14. Mayıs 1950 seçimlerinde DP’nin iktidara gelmesinden beri her şey serbest, üç beş kadınla evlilikten, sekiz on yaşında kız çocuklarıyla evlilikllere, berdel adını verdikleri sapık cinsel ilişkilere dayalı evliliklerden sübyancılık ve oğlancılığa, şehirlerde mafyalaşmadan devlet ihalelerine baskı ve şantaj yapğmaya, otopark mafyasından çek senet tahsilatçılığına, devlet memurluğundan derin devlet çeteleşmelerine, doğum kontorlünü ret etmekten her karıdan en az altı ile on iki arasında çocuk elde etmeye ve devleti “nüfus çoğunluğu” ile ele geçirmeye azmetmeye, altmış yıl öncesi başlatılan Suriye- Irak cephesinden toz şekerden altına, benzinden mazota, yakın muhabere silahlarından ağır askeri silahlara, tütünden her türlü uyuşturcuya kadar “yasak” olan her şeyin  kaçakçılığı Kürtlere bu ülkede serbesttir.
Bunlar neredeydiler?

Böyle serbestlik varken hangi salak general tutup ta ekmek parası peşinde koşan (!) zavallı (!) Kıro kaçakçılara hava operasyonu yaptırabilir?

Bu ne cesaret?

Nasıl Kıroların bu ülkedeki hakimiyetlerini tanımazsın sen bakiiim?

Be hey salak pilot o bombayı atmadan önce en az beş ile sekiz kilometre yukarıdan bu kıroların terörist mi yoksa mazot kaçakçısı mı olduğunu nasıl tespit edemedin ha (!) kıro bakan konuştu, bak neler yapacak sana, çek bakalım cezanı şimdi de gör!

Bak kıro Hüseyin Çelik verdi veriştirdi ve yalama basın da artık işi İnsan Hakları Mahkemelerine kadar uztır mı uzatır. Hele başta böyle hükümet varken!

Askeri suçlayanlara benim bir sorum var;

Heron adlı bu insansız uçaklar sadece “havadan istihbarat” yaparlar.

Madem ki “tepeden tırnağa silahlı olan” kıro mazot kaçakçılarınız suçsuzdu, masumdu (!) ya da o cezayı hak etmiyordu ve de “çok kıymetliydi?”

Hükumet de siz olduğunuza göre, o zaman o bölgede böyle operasyonlar da yapılacağını bildiğiniz halde neden “yerel istihbarat  sağlayacak” adam görevlendirmediniz?

İsveç’te yedi- sekiz yıldızlı otel köşelerinde terör örgütüyle görüştürecek Hakan Fidanlarınızı temin ederken , bu kıymetli kaçakçılarınızın masumiyetlerini bildirecek “yerel- kara istihbarat” ağınızı niye işletmediniz?

Genelkurmay başkanını bile kendi arzunuza göre Kenan Evren tarzı operasyonla başa getirmeyi biliyorsunuz da “karadan istihbarat verecek” görevlileriniz niye yatırıyorsunuz?

Bu gün ve olayın olduğu gün Irak’ta görev yapan kaç istihbarat görevliniz vardı ve bunlar hangi fahişenin koynundaydı diye niye sormuyorsunuz?
Haaa şu meşhur "tele kulaklarınız" bu masum (!) kıro kaçakçıların durumlarını nasıl tespit edemediler de onların ölümüne sebep oldular?


Onları sorgulayamaz mısınız?


Onlar teknik elemanlarınız mı?


Çok şeyler mi biliyorlar?


Tehdit unsuru olabilirler mi?


Neyse benim kisi de soru mu yani boş verin gitsin canım.

Telefonum dinleniyor korkusuna ben de kapıldığımdan (işaretleri var) yatak odasına sokmadığım için sabahın köründe babası vefat eden arkadaşımın yardım çağrısını kaçırdım. Allah'tan adam halimi bildiğinden öğle vakti tekrar aradı da haberimiz oldu.

Milleti yatak odalarında dinliyorsunuz da Irak topraklarından ülkeye 100- 200 katırla kaçakçılık yapan çeteleri nasıl dinleyemiyorsunuz?

Haaa onlar sizden değil mi? O yüzden dinlemiyorsunuz, benim kisi de soru mu yani değil mi:?

03. Kasım. 2003’ten beri hükümetsiniz, hatta 14. Mayıs.1950’den beri hükümetsiniz ve hala şikayet ediyorsunuz utanmadan!

Mart kedisi gibisiniz hem beceriyorsunuz hem bağırıyorsunuz!

Kendi hatanızdan şimdi “orduyu lağv etmeye “  kalkışma projeniz acaba sizin mi AB-D’nin mi?

Beceriksizliklerini örtmek için orduyu lağv etmeye teşebbüs eden bu siyaseti bu ülkenin başında tutan bu millete de sade ve sadece “YUUUHHHHH” denir.


Böööyle olmayın dedik ama kim dinler?


30 Aralık 2009 Çarşamba

2010'a GİRERKEN

2009’a GİRERKEN



05.Aralık 2007’de başbakan Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyareti ardından başlatılan “Ergenekon operasyonu”,aynı zamanda Sırbistan’ın savaş suçlusu Miloseviç’i yapılan uluslar arası baskılar sonucu teslim ettiği,bazı yabancı ve iç basında da Türkiye’de de bir “Gladyo Operasyonu” başlatılması gereği üzerine çıkan yazıların üzerine denk gelmişti.

Bir de birer hafta arayla yapılan “Dağlıca baskınlarında “ kaybedilen toplam 25 askerimizin şehit edilmesi ve öğle vakti yapılan saldırıya hiçbir yardımın yapılamaması üzerine ordu-siyaset kurumlarının karşılıklı birbirlerini suçlamaları da işin özünü oluşturmaktaydı.

Bunları sayarken,2003 “01.Mart” tezkeresi olarak bilinen,Irak operasyonu nedeniyle ülkemiz üzerinde üsler kurmak isteyen ABD ve koalisyon güçlerinin de ülkemizden ve bölgemizden çıkmayacağı endişesi ile,emekli generaller,ünlü gazeteciler ve emekli diplomatlar ile muhalefet partilerinin de katılımı ile başlayan “ABD karşıtı” bir medya operasyonu sonucunda,ABD ve koalisyon güçlerinin yerleşimlerini,ülkemizden geçişlerini kolaylaştıracak olan tezkerenin de geçmemesi ile sonuçlanan bu eylem yüzünden ABD tarafından resmen kara listeye alınmıştık.

Artık,ABD başkanı Bush başbakanımıza eskisi kadar değer vermiyor,toplantılarda uzağına düşüyordu,ve başbakan R.T.Erdoğan,yanına gidip koluna omzuna dokunarak eski günlerin imajını kurtarmaya çalışıyordu.

İşte,o gün bu gündür,Ergenekonla yatıp Ergenekonla kalkıyoruz.

Güneş,ay ve diğer gök cisimlerinin üzerinde yaşadığımız dünya gibi bir gezegen,yıldız olduğuna inanmayıp,onların geceleri hoşumuza gitsin diye Allah’ın süsü olduğuna inanıp,aksine roket gibi de minareler yaparak,hem İslam-î geleneğe ters hem de bir uzaylı saldırısında,ülkemizi uzay üssü sanacak uzaylıların ilk hedefi haline getirecek:) zıtlıkta kültürel yapıya sahip olan halkımızın bir de adını uzayla ilgili tanımlamalardan alan,Ergenekon-Bülent ARINÇ’a suikast iddiasına dayalı bir de “kozmik büro sorunu” oldu.

Yeni yıla girerken de artık “kozmik büro aramaları” ile oyalanıyoruz.

Ne yapalım,alıştık artık.

Alışıp,anlamakta zorlandığım en temel konu ise,yandaş medyanın “E.T.Ö” adını verdiği şu Ergenekon Terör Örgütü zanlısı,suçlusu olarak bulunan kişilerin,hepsinin de ortak yanlarının 01.Mart 2003 tezkeresine muhalif kişiler olması.

Yani,Ergenekon Terör Örgütü yapılanmasının dünyanın efendisi ABD’nin çıkarlarına ket vuranlardan oluşması.

Hükümetin,”analar ağlamasın-akan kan dinsin-statüko değişsin-demokratik açılım-Kürt açılımı” adlarını taktığı bu açılımlarının önünde engel olarak bu yapılanmayı göstermeyi sürdürmesi de ilginçtir.

Oysa,03.Ekim 2002 seçimleri ile hükümeti teslim alan AKP,ülkede sıfır terörle göreve başlamıştı.Onun,”Alt kimlik-Üst kimlik,Sen Türk’üm dersen o da ben Kürt’üm der,Kürt gerçeği” safsatalarının ardından terör örgütü tekrar canlanmış,diğer Irak Kürtleri ile birlikte ABD ve koalisyon güçlerinin yanında Saddam Ordusuna karşı savaşmışlardı.

Şimdi,bölgeden çekilmek zorunda kalan ABD,kendisine yürekten bağlılıkla yardım eden Kürtlerin desteğine “Kuzey Irak Kürdistan Devletini kurarak,Türkiye’ye de “Kürtlere özerklik,özel statü” tanıma emrini verirken,Arap ve İran’a karşı da korunmaları görevini yüklüyordu.

Başbakan,tanrının toprağı üzerinde kurulu Türkiye Cumhuriyetini kendisi kurmuşçasına cömertçe 36 parçaya bölmekten,her azınlığa toprak vermekten,eş başkanı olduğunu gururla söylediği ve Diyarbakır’ı da bu projenin merkezi yapacağını belirttiği “B.O.P projesi” kapsamında yeni yapılanma içinde AB parlamentosunda,2003’lerde “Kürt sorununu Osmanlı-İslam konsepti içinde çözeceğiz.Yani,etnik farklılıklara “özerklik” verilirken, İslam ile birlik sağlayacağız” diyordu.

Yani,devleti resmen böleceğini söylüyordu.Başka anlamı varsa olan söylesin.

Ancak bu projelerinde pek başarılı olamadığı ortada.İşbirliği içinde bulunduğu,geçen yedi yıllık iktidarında onlarca vatan evladının şehadeti tatmasına sebep olduğu “terör örgütü ile anlaşma-işbirliği” çabaları fiyasko ile sonuçlanıverdi.

Sokaklar,karıştı,otobüslerde diri diri yolcular yakıldı,polisler taşlandı,vuruldu,karakollar basıldı,mecburen de DTP kapatıldı,bazı cezalar verildi.

Sonunda iki gün önce de hükümetin kendilerini “Şahin-Güvercin” ayrımı ile tanımlamasına fena bozulan Diyarbakır belediye başkanı başta muhatabı olan hükümete ve başına resmen “Hastir” çekti.

Savcının birisi tahkikat başlattı ama,hükümetten “tıss” yok.Onlar artık,evrensel olup uzaya açıldılar.

Yeni uğraşları “kozmik büro”.

Emperyalizmin bölgeyi işgaline karşı kampanya başlatıp,onları kızdırdıkları için ölüme mahkum edilmiş,günümüzün Menderesleri.

Hükümet,ABD’nin izin verdiği kadarı ile tasfiye işlemini yürütebileceği,bunun dışında geçmiş gizli açık ordu-siyaset-iş dünyası-yabancı istihbarat örgütleri birlikte yapılmış ortak kitle deneyleri veya bireysel vakaları tahkik etme şansı olmadığı da geçen iki yıllık Ergenekon davasının gidişinden belli olmuştur.

Başbakan R.T.Erdoğan’ın B.O.P kapsamında İslam dünyasına lider yapılması için yaratılan “One Minute-Van Minüt” ve Fener Patriğinin aralarında “işbirliği yokmuş havası yaratmak “ amacıyla yarattığı ABD televizyonuna mülakat dümenine,yerine hazırladığı Bülent ARINÇ için de “Süikast” dümeni uyarlanmıştır.

Hiçbir siyasetçi “ordusuz” bir devleti yönetip koruyamaz,ve liderliğini sürdüremez.

Ben de ordan burdan eleştiriler yapıyorum ama,benimkisi başka,hükümetin yapması başka.

Şu an,”devletin birliği,bütünlüğü ilkesini” savunan ordu ve Ergenekoncu” kesime karşın,”analar ağlamasın,kan dursun-Kürt açılımı” projeleriyle halka masala okurken,sokaklarda dökülen kanlar,yakılan milli servetler,işyeri,evi çocukları yanan vatandaşlara bakarak,halkın büyük çoğunluğu AKP’nin ülkeyi böleceği endişesi taşımaktadır.

Bu olay bir maç ise eğer,şu an hükümet mağlup durumdadır.Halkın güveni her geçen gün azalmakta,destekçisi olan “ayrılıkçı feodal-köktenci” Kürt yapılanması da desteğini çekmektedir.

Bence,hükümet kendini dengelemeli,devleti tasfiye edeceğine kendisini tasfiye ederek,daha fazla zarar vermekten kendini alıkoymalıdır.

Yazımı,yeni yılın,halkımıza ve insanlık ailesinin tümüne barış,huzur,zenginlik getirmesini,akan kanların durmasını,emperyalizmin ürettiği virüslerin de üretenlerden başkasına zarar vermemesini dileyerek bitiriyorum.

Hükümet ve yoldaşları,çok sevdikleri Mehmet AKİF’in şu şiirini de bir okursalar,belki geçmişlerine ait bir şeyleri uyandırabilirler.

Keykubat

UYAN-

Artık ey milleti merhume, sabah oldu uyan !
Sana az geldi ezanlar ,diye ötsün mü bu çan?
Ne Kürtlük,ne de Türklük kalacak aç gözünü !
Dinle Peygamber-i Zişanın İlahi sözünü.

Veriniz başbaşa;zira sonu hüsranı mübin,
Ne hükümet kalıyor ortada,billahi ne din !
"Medeniyet !" size çoktan beridir diş biliyor;
Evvela parçalamak ,sonra da yutmak diliyor.

Ne bu şuride siyaset,ne bu fasid dava?
Görmüyor gittiği yanlış yolu,zannım,çoğunuz...
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!
Bunu benden duydunuz,ben ki evet,Arnavudum...
Başka birşey diyemem ...İşte perişan yurdum!...

MEHMET AKİF ERSOY

17 Aralık 2009 Perşembe

POLİSLERİMİZ ve SORUNLARI

POLİSLERİMİZ ve SORUNLARI

Amerika başta olmak üzere dünyanın her ülkesinden gelen polislerle tanışma şansın oldu.
Amerika,AB ve Avustralya gibi ülkelerin polisleri aylık net olarak 1500 ile 6000 USD Doları arasında aylık alıyorlar.Fazla mesaileri maaşlarını katlıyor ve ayrıca da mesailerini ceplerinde bulunan mesai defterine yazıyorlar,görev çizelgeleri ile birlikte karakollarda bulunan ödeme merkezlerinden de mesailerini peşin olarak aldıklarını söylüyorlar.
1989 yılında tanıştığım bir çavuş rütbesindeki bir İngiliz polisi 3000-4000 İngiliz Paundu arasında aylık gelirinin değiştiğini söylüyordu.

Polis Panzerine saldırı


O sırada ziyaretime gelmiş bir öğretmen arkadaşım da merakla ;
Ya öğretmen ne kadar alıyor? Sorusunu sormamı rica etti.Büyük bir rakam umuyordu. Çünkü,onlar polislerden daha tahsilliydiler ya.
-1000-2000 paund arası.Ancak bazıları bunu da bulamaz” deyince ben de şaşırmıştım.
-Niye bu kadar düşüyor? dediğimde;

-Bizde herkes öğretmen.Öğretmenliğin hiçbir riski yok.Bizde en düşük maaşı öğretmenler alır.Ama,bir polis,savcı,güvenlik görevlisi her an hayatını kaybetme riski ile yüz yüzedir.

-Peki Türk Polisi ne kadar alıyor? Sorusuna verdiğim cevap da onu oldukça şaşırtmıştı.
-270 ile 400USD arası deyince kendisini tutamamıştı.

-Türkiye’nin polise ihtiyacı yokmuş” deyip bir daha bu konuda hiç konuşmamıştı.
Görevim gereği bir hafta kadar ona resmi ilişkilerinde tercümanlık yapmıştım.Bir kez olsun bana yemek ücreti ödetmedi ve ayrılırken de tanımadığı eşime ve çocuğuma da bir hediye bırakmayı ihmal etmemişti.

Hava limanından yolcu ederken de ;
-God bless you colleague!.Kenya or Uganda constabulary have better life satandarts then yours” demişti.
Yani,"Kenya veya Uganda (Polis Teşkilatları) polisleri bile sizden daha iyi yaşam koşullarına sahip.Allah sizi korusun” diyerek veda etmişti.

Yani,onlara göre biz resmen “açız”

Dönelim bizim polislere.
Önce şunu bilmenizde yarar vardır;
“Türk polisi ve yeryüzündeki bütün polis teşkilatları siyasetin emrindedir”.Ordu gibi hiçbir özerkliği yoktur.Bu yüzden,”tarafsızlık” konusunda değerlendirmelerinizi bu kavrama göre yapınız.Mevcut hükümet şimdi orduyu da aynı kalıba sokma çabasındadır.

İstanbul’da çalışan bir polis memuru,amiri,inanın gün olur 15 gün evine gidemediği zamanları bir yıl içinde birden fazla yaşamaktadır.
En kıyı köşede,arazi görevde çalışan bir polis memurunun bile,patlayan bombalar,mitingler, maçlar,adi suç olaylarının yarattığı sonuçlara göre aralıksız,36 ile 72 saat arasında mesailere kaldığı çok görülen bir durumdur.
Kendi ilinde çalışma ve lojman imkanı olmayan polis memur ve amirleri bırakın gazete,dergi alıp okumayı,televizyon haberlerini bile seyretme fırsatını buldukları zaman bile azdır.
Bu kadar ağır olan “fazla mesai” koşullarının karşılığında aldığı mesai ücreti de zaten aylığının içindedir.
Bu ücret de,1990’lı yıllara kadar,Bülent ECEVİT’İN 1974’te yaptığı iyileştirme kapsamında yükselttiği “400” TL idi.Bu para ile o yıllarda bir lokantada bir tabak kuru fasulye yerdiniz ama “bir pilav getir” diyemezdiniz.

Halen de Polislerin aldıkları fazla mesai ücreti böyle rezil bir konumdadır.Maaşlarının yarısı silah tazminatı,görevi sırasında cebinden yapacağı harcamaları hesaplayarak verilen “temininde güçlük zammı” gibi ek ödemeler oluşturur.

Yapılan zamlar hep böyle yan ödeneklerle verildiği için emekli olduğunda polis sadece sümüğünü çeker.
Oysa,her gün grev,miting yapan sendikalı işçiler ise polisin yaptığı mesainin,sadece yarısı kadar (yasa gereği 72 saati geçmemektedir) fazla mesai ücretleri ile polisin maaşını ikiye katlamaktadır.
Ben Tunceli şark hizmetimde iken,her gün sokak aralarında çay ocaklarında sabah 08.30’dan 17.00’ye kadar domino oynayarak mesaisini dolduran bir Karayolları veya Devlet Su İşleri işçisinin aylığı 3.500.000 TL ile 4.000.000 TL arasındaydı.

Geçen hafta için Mersin'de Polis Karakoluna 400 terör örgütü
yandaşı parayla tutulmuş gencin saldırısı sonrası Karakolun girişi.


Bir polis memurunun aylığı ise Olağanüstü Hal tazminatı ile birlikte 1.450.000TL kadardı.
Onlar günde sekiz saat işe gitmeden çay ocaklarında domino oynayarak mesai doldururken,polis güneşin altında veya zemherinin gecesinde –20 ile 35 C arasında “12” saat görev “12” saat “ istirahat sisteminde çalışmaktaydı.
Bu taciz atışlarının erken başladığı,şehre roketli saldırı yapıldığı zamanlar “24-36” saate kadar arttırılıyordu.
Birinin üzerine kurşun yağıyor,günümüzün parasıyla 1.450TL,diğeri, işe gitmeden domino oynayarak,kendine fazla mesai yazdırarak 3.500-4.000TL alıyordu.
Bu kurumların müdürleri memur statüsünde oldukları için de onlar da bir polis memuru kadar maaş alabiliyorlardı.
Karayolları Müdürüne Ankara’dan dönerken şoförü yolda yemek ısmarlamış,müdür ballandıra ballandıra anlatıyordu.Hiç unutmam.
1992 genel seçimlerinde Mesut Yılmaz bu uçurumu daha da arttırıyordu.

Bu adaletsiz şartlarda bir polisi düşünün,çocuklarının gelişimlerini takip edemez,okuluna gidip öğretmenlerinden bilgi alamaz,arkadaşları kimlerdir diye merak edip gözleyemez,eşinin yüzünü göremeden yatağa girer,uyur kalkar işine gider.
Resmen kölelik yaşantısı sürmektedir.

Bu yüzden en çok boşanmaların,aile huzursuzluklarını yaşandığı meslek grubudur. Ancak,emekli olduğunda eşi ve çocuklarını tanıma fırsatı bulur ki o zamana kadar da evliliği sürmüş ise.

Genellikle çalışan eşe sahip polislerin kahrını kolay kolay hiçbir kadın çekemediğinden, boşanmalar bu grupta daha çok olur.
Aldığı maaşı ev kirası,elektrik su,telefon gibi düzenli faturalar,mutfak giderleri çıktığında pazar parası bulmak büyük bir sorundur.

Hastalanır,doktora gitmek için vizite kağıdı çıkartmak ister,henüz sedyeye düşmediği için amiri kağıt yazdırtmaz.Yazdırsa da daha üst amiri onu sağlıklı görürse kağıdını imzalamaz.Bu engelleri de aşmayı başardığında,doktorlar tembihlenmiştir.

Uzun ve kısa süreli tedaviler,diş tedavileri (çekme ilaç yazma hariç),cilt hastalıkları tedavileri, Bakırköylük olmadıkça ruhsal,psikolojik destek tedavi ve uygulamalarına izin veren doktorlar ciddi uyarılara cevap vermek zorunda kalırlar.
Yasal olarak bir diş çekimine bile “3.gün” rapor verileceğinden,dişi bile çekilmeden ilaçlanıp evlerine gönderilirler.
Asla hastalıklarından dolayı istirahat içeren “raporlar” alamazlar.
Zaten zengin çocuğunun polis memuru olması da akıl işi olmadığından çoğunlukla en alt gelir grubundan oldukları için de sanki kazandıkları aylık bir şeymiş gibi bir de ebeveynleri de para isterler.
Veremeyenlerin bazılarının babaları iş yerlerine gelip iş arkadaşları önünde çocuklarını rencide etmektedir..Bu olaylar sık olan şeylerdir.

İstanbul Okmeydanı Terör örgütünün paralı militanlarınca yakılan polis aracı.

Çalışmayan eşlerin konu komşu kadınlara özenmeleri,onlardan doğan istekleri,çocuklarının harçlık,giyecek konularında tatmin edilememeleri de eklenince,evde,işte,ebeveyn ilişkilerinde huzur bulamayan,onca çalışmaya rağmen kendi giyim ihtiyacını karşılayamayan memurların şakülleri kayar,terazileri bozulur,kendileri toplum için sorun olmaya başlarlar.

Önemli bir suç olayını ortaya çıkarsa,amiri ile arası iyi değilse,mükafat listesine adı bile yazılmaz.Parayı amiri ile yazıcı memur paylaşır.
Ne yapsınlar (?) onlar da aynı yokluğu çekmektedirler.
Polis memurlarının adaylar arasından belirlenmeleri de özellikle bu mesleği “son çare” olarak seçenler arasından seçilmeleridir.Bu yüzden istifa etme şansları da yoktur.

Devlet bürokrasisi halen Osmanlı’dan kalma “kul zihniyeti” ile yönetilmektedir.Üst’ünün yanında,özellikle rütbesi biraz yukarıda,Başkomiser üstü olan amirleri karşısında konuşurken “elleri önünde bağlı,başı öne eğik” olmalı,amiri küfür de etse “evet efendim” demelidir.

Yok,kazara,”sayın müdürüm, bu olay fikrimce şöyle çözülür veya durum budur..” diye görüş mü beyan etti.Vah o zaman,yandı.
Doğduğuna pişman olur.
Önce çok ağır küfürleri hazmeder,sonra görev yeri değiştirilir,15 dakikada bir denetlenir, oturuşundan,yorgunluktan duvara yaslanmasından maaşının üç günlük kadarını keserler,eğer bu olay Anadolu’da olmuşsa,bırakın kendi amirini,mal müdürüne selam vermedi diye ilçe ilçe dolaştırılır.

Hatta,rütbeli amirlerinin içki arkadaşlarından tutun da ,belirsiz ilişkileri nedeniyle bağlantısı olan birisi tarafından bile azarlanıp ilçeden ilçeye,ilden ile sürülebilirler.
Düşünün,bunun ailesi varmış,çocuklarının okulları,çevreye uyumları gibi sorunları olurmuş kimsenin şeyinde olmaz bu konular.

Hakkari Yüksekova'da öğrencileri atılan taşlar arasında kollamaya çalışan Polisler.

Birde şanslarına,kaçak,köçek,toz,insan kaçakçılığı,terör vb işlerinde faydalanmak amacı ile doğulu feodal toprak ağaları,şeyhler,pirler de çocuklarını polis teşkilatına veya kaymakamlık, Valilik gibi kamu yönetimi işlerine yerleştirmektedirler.
Böyle bir amiri varsa polis iyice yanmıştır.

Bunlar,çalışanı kul köle olarak gören ve polis memurunu “marabaları” ile karıştırdıklarından daha da merhametsiz davranırlar.
Memurlar önünde “elleri, namazdaki kıyam duruşundaki gibi” durmadıkları zaman kalkıp tekme,tokat ile memuru döverler.

Böyle bir müdürün yumruğunu yemiştim.
İstanbul Küçük Bakkalköy semtinde bir turiste tecavüz olayının sorgulaması için Asayiş şubesine tercüman olarak yardıma gitmiştim.
Sorgulama uzun sürdüğü için kendisi oturmama izin vermişti.Ne olduysa bir şeye kızmış olsa ki;
“Sen,kendi kendine bu dili nasıl öğrendin,maşallah ne güzel konuşuyorsun,aferin evladım” diyerek beni önce takdir etmiş,tecavüz sanığının da oturmasına turistlere demokratik (!) görünmek için izin vermişti.

Makam odasındaki üçlü koltuğun üzerinde oturuyorduk.
Birden,”bu şerefsizi ben ne yapayım ulan, niye elin turist karısına tecavüz ediyorsun,utanmaz şerefsiz” diyerek ayağa kalkıp bize yaklaştı ve salladığı yumruğu doğrudan benim çeneme indirdi.Ardından;
“-Çok özür dilerim şerefsiz çekildi, elim kaydı deyip iki de sanığa vurmuştu.
Ama,yumruğun bana geldiği konusunda hem sanık hem ben hem de turist hemfikirdik.

Polisler bu yüzden her türlü eziyete de her an maruzdurlar,amirleri karşısında haklarını arayan memurların meslek yaşamları uzun olmaz.
Amirlerince insan yerine konulmamasının yanında,altında arabası,çalıştırdığı bir dükkanı olan veya amirlerine yakın,belirli belirsiz ilişkileri olan kişileri iyi kollamadıkları zaman hayatları buhrandan buhrana girer.
Polis memurlarına zam yapılmasını başta amirleri istemez.Çünkü savunmaları hazırdır;
“Elin açını doyurup da olaya kendim mi gideyim” anlayışı,memuruna iş yaptıramama korkusu vardır.
Peki be batılı devletler hem para verip hem de nasıl memurlarını olaylara gönderiyorlar?
Bunlar salak mı yoksa Hz.İsa’yı tanımladıkları gibi “Tanrı”lar mı?
Bizde,siyaset,otoriter birkaç polis müdürü bulur.Bunları el altından kalkındırır,polise yapılan bu kadardır.
Olaylar kızışıp,polise yük fazla binince de “emekli olduklarında yararlanamasınlar,emekliler de yararlanmasın” diye,maaşına değil,çalışana ödenen,ek ödeneklerine birkaç paket sigara parası kadar zam yapıp işi savuştururlar.
Arkasından biraz “hayt,huyt” ile devran döner gider.

Polis memurlarına,anarşinin dozunun arttığı zamanlarda komiser yardımcısı olabilmeleri için 5-10 yılda bir sınav açarlar,o kontenjan da siyasilerin yalakalarına bile yetmediği için birbirlerini yerler.

Amerika'da Başbakanımıza yapılan komploda Türk polisi gene yanındaydı.
Polis sadece sokakların değil,siyasilerin de içte ve dışta daima en yakınında.
Bu meslek gurbu ne zaman gülecek?


Polislerin futbol kulüpleri dışında örgütlenmeleri yasaktır.Büyük kulüplerin aidatları yüksek olduğu için mahalle kulüplerine bile geçim sıkıntısı yüzünden üye olamazlar.Yani haklarını aramaları suçtur.
Üniversite okumaları da engellenir.Biz,polis okulunda 120 kişi istifa dilekçesi verip öyle ÖSS sınavlarına girme hakkı kazanmıştık.

Bizim de idarecilerimizin de yukarıdaki yabancı örneklerden alacağı bazı dersler olmalıdır.

Hem insanlık,hem de idarecilik konularında.

İşte,polisimizin pür melali böyle iken,sizler bu memurlardan,kafalarına kaldırım taşı ile vuran,üzerine kurşun yağdıran,yanan molotof kokteyli atan terör örgütü elemanlarına,Avrupa Birliği İnsan Hakları Kriterlerini uygulamalarını,,karakola herhangi bir nedenle yol sormak için bile olsa girdiğinizde “güler yüzle” davranmasını bekleyiniz.J))

Siz olsanız beklediğinizi gösterebilir misiniz?
Gerçekçi olun!
Gösterebilir misiniz?

Asla bu mümkün değildir.Aslında öyle bir iş ortamında sizlerin yaşamanız bile düşünülemez.
Hatta yaşam alanınız içinde böyle bir yerin bulunmasından dahi kaçınırsınız.

Polislik mesleğine girenler arasında bu meslekten “emekli olma oranı” %50’nin altındadır.
Hasta olursunuz,doktora gidemezsiniz,çocuklarınızı,eşinizi göremezsiniz,ebeveyninize karşı sorumluluklarınızı yerine getirmezsiniz.Ebeveynlerinizin cenazelerine bile gidemezsiniz.

İşe gitmek için tek parça halinde çıktığınız evden,işinize varabileceğiniz ya da tek parça halinde dönebileceğiniz konusunda hiçbir garanti yoktur.

Haberlerde görüyorsunuz.
Bu meslek en az ordu kadar şehit vermektedir.

Ben dahi,aile sorunlarımı emekli olunca bir dengeye oturtabildim.Sorunları çözmek imkansız. Zaman içinde her şey bir birine geçtiğinden haklı-haksız karıştığından onların üstünü kapatmayı tercih ediyoruz ve tekrar etmemeye gayret ediyoruz.

Haberlerde sık sık görüyoruz,terör örgütü elemanları,polis aracını molotof kokteyli ile yakmışlar, içinde memur dışarı çıkamıyor,araç yanıyor,memur,şaşkınlık ve korkuyla nereye gittiğini düşünemeden delice aracı sürüyor,diğer yandan aracın kaportasına balta,kazma ile saldırıyorlar.

Bu adamın suçu ne?

Polis olmak,halkın huzuru için yasa gereğini yerine getirmek,böyle sahipsiz bırakılan bir meslek grubunu tercih edecek kadar fakir olmak.

Amiri suç işler,memur cezalandırılır,omzunda tüfekle karakol önlerinde,çalışanların ve derneklerin mitinglerine katılanların çevresinde güvenliklerini sağlamak için, dağlarda terörist sızmalarına karşın –20,30C’de vatan bekleyen onlar,hırsızı,tecavüzcüsü,gaspçısı,soyguncusu, kabadayısı,mafyası,kaçakçısı,pezevengi,vatandaşı dolandıran kadın erkek fahişesi,anarşisti, teröristi,iti kopuğu,serhoşu,ayyaşı ile uğraşan, evinizde rahat bir uyku çekmenizi,kazandığınız parayı emniyetle cebinizde taşıyabilmenizi, evinize ekmek götürebilmeniz için gerekli “güven ortamını” yaratan,koruyan,çalınan arabanızı,malınızı,paranızı bulan onlar.

Başbakanımızın dediğine göre de “rejimin de bekçisi” onlar.J))

Bu gün emekli polis memuru maaşları tahsil ve çalışma sürelerine göre 850 TL ile 1200 TL arasındadır.Çalışanların ise 1800TL ile 2000 TL arasındadır.Amirlerinin bir halt aldığını düşünüyorsanız hemen o fikirden de vazgeçin.

AB yasaları ile Nasreddin Hoca’nın kuşuna dönmüş Türk Ceza Yasası ve Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu yüzünden canlarını ortaya koyarak bin bir zahmetle yakaladıkları suçlular, savcı olmazsa hakim tarafından yasa gereği salıverilmektedir.

Onca emek,onca çaba,polis,suçlu ile ilgili belgelerin resmi işlemlerini yaptırmak için de en az 15 dakika ile 2 saat arasında adliyede kalırken,serbest bırakılan suçlular dava biter bitmez yasa gereği salıverilmektedir.
Bu durumda ceza suçluya değil yakalayan polise kesilmiş olmaktadır.

Siz olsanız suçlu yakalamak ister misiniz?
Siz olsanız bu işi yapar mısınız?

Yazı başlığına bakıp da bir şey yazdığımı sanmayın.Daha başlamadım bile!

Keykubat