Bu çalışmamın amacı, İslam dahil bütün dinlerin bir veya birden fazla kendinden önce var olan dinler ile derin bağları olduğunu, köksüz bitki olamayacağı gibi, köksüz dinin de olamayacağı gerçeğini kanıtlamaktır.
Hristiyanlık ve İslam’ın kökenleri Sabilik, Yahudilik dinleri, onların da Mısır, Sümer, İran, Hint kökenleri vardır.
Mecusilik, İslam öncesi Kureyş Araplarının da diniydi. İslam din adamları bu dini müşriklük, kafirlik, zenadike (ensest, zinakar), batıl bir inanış olarak göstermişlerdir. Hakkında fazla bilgi vermekten kaçınmışlardır. Oysa hala günümüzde bile bütün Yahudi, Hristiyan ve İslam mezhep ve tarikatlarının özünü teşkil etmektedir.
MS III. yüzyılda Sasani imparatorluğunun başkenti Tizpon’da çıkan Maniheizm dini, İran tarzı Hristiyanlık olup, Roma’da Hristiyanların toplu soykırımıa tutulduğu çağrlarda 250-270’lerde çaıkmış, bağımsız ve güçlü devlet olan Sasani imparatoru I.Şapur’un izniyle devlet dini olmuş, Yahudi,Süryani Hristiyanları bu dini ilkeleri uygulayacaklarını I.Şapur’a bildirmişlerdir.
Mecusilikten 100 yıl kadar sonra 324’de İznik Konsülü ile Hristiyanlığı benimseyen Roma’nın ileride yapacağı Katolik Mezhebi bu yüzden pek rağbet görmeyecektir.
Günümüz Doğu Ortodoks Yahudi ve Hristiyan mezhepleri, bunlardan İslamiyete geçenlerin kurdukları sayısız tarikatın temeli de Mecusilik ve evveli İran dinleridir.
Konumuz Mecusiliğin de Tizpon’da Elkesaylar olarak bilinen Hristiyan Yahudi tarikatınca üretildiğini okuyacak, savaşa karşı olması yüzünden dinin peygamberi Mani’nin Şah Behram tarafından öldürtülüp dinin yasaklanmasını, buna rağmen günümüz dinlerine etkilerini okuyacaksınız.
İster Yahudi, ister Hristiyan ister Müslüman ve bu dinlerin hangi mezheplerinden, cemaatlerinden olursanız olun sizleri ciddi bir sorgulamaya itecek bir çalışmamdır.
Mecusilik Ne Demektir?
İran Zerdüştlük merkezli din kurumumun felsefesi, "Yalnız Fars soylular Ahura Mazda'nın soyundan oldukları için Zerdüşt olabilirdi. İran idaresindeki diğer milletler, Ahura Mazda'nın düşmanları olan cüce ve dev tanrılara ibadet etmek zorundaydılar."
Bu, Brahmanizm dinindeki dev ve cüce Aşıralar denilen 330 milyon tanrı inancının Iran yorumu olan dini temel üzerine, azınlık tebalar Yecüc-Mecüc de denilen büyü, bağ, sihir üstüne uzman cinlere, şeytanlara, ruhlara ibadet etmek zorundaydılar.
Mecusilik adı da Mecüc=Cüce büyücü cin ibadetinden adını almıştır.
Örnek olarak, Azerilere, Armazd'ın 5 cüce/Mecüc şeytanından biri olan Azer cinine ibadetten, Ermenilerin, Armazd'ın baş düşmanı Angra Mainyu=Ehriman/Erman şeytanlarından adlarını aldıklarını verebilirim.
Hz İsa da, M.Ö 530'larda Babil sürgününden dönen İran dini ve Irak Sabi dini ağırlıklı Babil Talmud Yahudilerinin yaşadığı Suriye Nasıra şehrinde, üc yaşında Hıristiyanlık(Kurtuluş) dinini tebliğe başladığına inanılan dini yaymaya başladığına inanılır.
Yahudileri Babil köleliğinden kurtaran Pers Kralı Kurus'a minnetlerinden dolayı, Jül Sezar (M.Ö 40) zamanında Roma idaresine girince, bu minnetleri yüzünden Yahudilerin Iran lehine terör yarattıklarını bildiklerinden Isevilik dinini Iran Terör Dini olarak algıladı ve Hıristiyanları baskı altında tuttu.
Roma imparatorunu dize getirip diz çöktüren 1.Şapur, Hıristiyanlık dinini başkent Medayin/Tizpon şehrinde 11 yaşında peygamberliğini ilan eden Elkesay Yahudi tarikatından olan Mani' ye atfedilen Mecusilik adı verilen, Iran Hıristiyanlık yorumu olarak düzenletti.
7 kitaplı, Budizmi de içeren bu din, Iran dinlerine bağlı olan üç kıtada her milleten temsilci getirildi. Onların dillerinde yazılan bu din, bu kişilerce milletlerine tebliğ edildi, bildirildi.
Bu olay Kuran Ibrahim suresi 4.ayette "İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın..." ifadesiyle yerini aldı.
Bu köken bağlarını okuduğunuzda, dinlerin tanrı kralların işleri olduğunu, gökten hiçbir şeyin bildirilmediğini, aşırı dindarlığın gereksizliğine kanaat getirmeniz, yobazlıktan uzaklaşmanız umulmaktadır.
Dinler 19. yüzyılda milliyetçi demokrasi akımları çıkıp Avrupa’da vücut bulmasıyla devlet rejimleri olmaktan çıkartılmışlardır.
Her türlü sosyal, idari, siyasi, toplum psikolojisi, bireysel psikolojik sorunları din ile çözeceklerini sananlar sadece eğitimsiz tekke, cemaat, şeyhleri, pirleri, imamlarıdır ve onlara bağlı olan cahil siyasetçi, bürokratlar ile onlara bağlanmış halk gruplarıdır.
Şeytan ibadetlerinin kökenleri Sümer, Akad, Kalde, Sabilik, Hinduluk, Budizm, Zerdüştlük, Babil ve Mısır dinleri olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyetin de anasıdır.Bunların kökenlerini geçmiş yazılarımda binlerce sayfalık çalışmalarımda verdim.
Bu yazımda, Tevrat, Kur’an ayetleri, ayet tefsirleri, Kürt Yezidiliği, Mecusilik hakkında yabancı araştırmacıların kitaplarından dilimize kendi çevirilerim ile iki akademisyenimizin yaptıkları çeviri ve derlemelerden alıntılar ile basında çıkan haberleri bulacaksınız. 114 sayfalık bu çalışmam Türk milleti ve insanlığa bağışımdır.
Üç dinin temel kitabı Tevrat ve onun halkı Yahudilerin din yapmadaki mahirliklerine Mecusilik dininde de tanık olacaksınız.
Tevrat’ın Tanrısının biçtiği yaşam anlayışı;
Tevrat’a göre başka milletlerin tanrıları vardır ama Yahweh, sadece Yahudilerin tanrısıdır. Exodus_Mısır’dan Çıkış kitabı 3;15 ayette şöyle geçer;
“ “İsrailliler'e de ki, ‘Beni size atalarınızın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı ve Yakup'un Tanrısı Yahve gönderdi.
Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyunca böyle anılacağım. “
Diğer adı Adonay'dır ve Yahudi Ezanında “İşit İsrail, Adonay bizim tanrımızdır, uludur” diye başlar. İleride bu ezan kısaca açıklanmıştır.
Yahudilerin temel yaşam ilkelerinden bazıları şöyle verilir;
Kendilerinden olmayanlarla barış içinde yaşama emri;
Lev.19: 33 "'Ülkenizde sizinle birlikte yaşayan bir yabancıya kötü davranmayın.(kutsalkitap.tk)
Ve Sabilerden kalma TECAVÜZ gelenekleri;
Yas.22: 29 kızla yatan adam kızın babasına elli gümüş verecek. Kıza tecavüz ettiği için onu karı olarak alacak ve yaşamı boyunca onu boşayamayacaktır.
Yahudilerin günümüzün “töre cinayetleri” olarak da bilinen geleneklerine uzanan en azından 2,500 yıllık geleneklerinin yukarıdaki ilki, onları, “aralarında yaşadıkları kavimler içinde uyuma yani, onlardan görünmeye” kendilerinin çok olduğu yerlerde de yabancılara “hoş görülü” davranmayı öğütleyen barışçı ve tehlikeli bir ayettir. Ama ikincisi ise tamamen “tecavüz ile üreme geleneklerini” belirleyen ayettir.
Asya’dan batı Afrika’ya, Yemen- Somali’den Sibirya’ya uzanan coğrafyaya uzanan Yahudilerin yaşam bölgeleri gene onların yazdığı dinler ile de işgal edilmiş haldedir. Her ne kadar milletlerin adları varsa beyinleri, zihinleri Yahudi imali dinler ile çalışmakta olduklarından hepsi erimiş haldedirler.
İnsanlığın bu kadar iliğine işlemiş Yahudileri tanımadan artık yeryüzünde dinler incelenemez hale gelmiştir.
Hele konumuz Mecusilik ise, tamamen Yahudi tarikatından çıkma olan bu dini anlamak için Yahudileri, Yahudi-İran bağlarını kendi kitaplarından özetlemek gerekir.
Davut’un oğlu Süleyman’dan sonra Yahudiler yavaş yavaş rehavete kapıldılar ve zamanla yoldan çıktılar. Aşırı ırkçılıkları, komşu kavimlerin dinlerine ve tanrılarına hakaret eden, onların putlarını kıran gelenekleri ve komşuları Aramiler, Filistinliler, İsmaililer, Kenizeliler ve öteki kavimlerle sürekli savaşları yüzünden nefret uyandırdıklarından nefret edilen bir toplum oldular.
02 Mart 2024'de eklendi |
O çağlarda çıkan Asur krallığının büyüyüp imparatorluk olması ile 609’larda onların idaresine girdiler. Asurların tahtan aldıkları kralları Yoşiyahu yerine geçen dört kral da verdikleri sözleri, yaptıkları anlaşmaları Tevrat’ın yazdığı gibi çiğnediler, terör kaynağı haline gelince Asur kralı Nebukadnezar bunları soykırıma uğrattı ve numunelik kalanlarını 597’de Babil’e köle olarak götürdü.
Sidkiya'nın Yahuda Krallığı(2Kr.24:18-20; Yer.52:1-3a)
2.Ta.36: 11 Sidkiya yirmi bir yaşında kral oldu ve Yeruşalim'de on bir yıl krallık yaptı.
2.Ta.36: 12 Tanrısı RAB'bin gözünde kötü olanı yaptı. RAB'bin sözünü bildiren Peygamber Yeremya'nın karşısında alçakgönüllü davranmadı.
Yeruşalim'in Düşüşü(2Kr.25:1-21; Yer.52:3b-27)
2.Ta.36: 13 Sidkiya Tanrı adıyla kendisine bağlı kalacağına ant içiren Kral Nebukadnessar'a karşı ayaklandı. İsrail'in Tanrısı RAB'be dönmemek için direnerek inat etti.
2.Ta.36: 14 Üstelik kâhinlerin ve halkın önderleri de öteki ulusların iğrenç törelerine uyarak ihanetlerini gitgide artırdılar ve RAB'bin Yeruşalim'de kutsal kıldığı tapınağını kirlettiler.
2.Ta.36: 15 Atalarının Tanrısı RAB, halkına ve konutuna acıdığı için onları ulakları aracılığıyla defalarca uyardı.
2.Ta.36: 16 Ama onlar Tanrı'nın ulaklarıyla alay ederek sözlerini küçümsediler, peygamberlerini aşağıladılar. Sonunda RAB'bin halkına karşı öfkesi kurtuluş yolu bırakmayacak kadar alevlendi.
2.Ta.36: 17 RAB Kildan* Kralı'nı onların üzerine saldırttı. Kildani ordusu gençlerini tapınakta kılıçtan geçirdi. Ne delikanlıya, ne genç kıza, ne yaşlıya, ne aksaçlıya acıdı. RAB hepsini Kildan Kralı'nın eline teslim etti.2.Ta.36: 18 Kral, RAB Tanrı'nın Tapınağı'ndaki büyük küçük bütün eşyaları, tapınağın, Yahuda Kralı'nın ve önderlerinin hazinelerini Babil'e taşıttı.
2.Ta.36: 20 Kildan Kralı kılıçtan kurtulanları Babil'e sürdü. Bunlar Pers krallığı egemen oluncaya dek onun ve oğullarının köleleri olarak yaşadılar.
M.Ö.539’da Yahudi köle cariyeesi Ester’in yakarışlarının etkisi ile Babil’i ele geçiren Pers kralı büyük Krus köleliği kaldıran ilk beyannamesini yayınlar ve Yahudiler de bundan nasiplenirler. Tevrat’ın yazdığı gibi Asur idaresine girişleri, dört kral dönemi sonunda Babil’e köle olarak götürüşleri ve Büyük Krus’un onları özgür bırakmaları arasında tam “70” yıl geçmiştir.
Geçen yetmiş yılda Yahudilerin din adamları, ulemaları öldürüldüğünden, tapınakları, kutsal kitapları yakıldığından aslında dinlerini bilen kimse kalmamıştı. Nesilden nesile akıllarda kalan bir takım bilgiler olması olağan olsa da Musa tarihinden sürgünlerine kadar geçen 700 yıllık tarihlerini akıllarında tutabilecek, halktan bir insan olması, bunu yetmiş yıl boyunca nesillerine aynen aktarnası hele kölelik yaşantısında mümkün değildir.
İşte, Yahudi din kültünü yaniden yazan, İslam’a Üzeyir peygamber olarak geçen Rahip Ezra bölümü burada başlıyor. Aslında, Büyük Krus’un tayin ettiği bu kahin Rhip Ezra tarafından Yahudi tarihi ve dini yeniden yazılıyor.
EZRA
Koreş'in Duyurusu(2Ta.36:22-23)
BÖLÜM 1
Ezr.1: 1 Pers Kralı Koreş'in krallığının birinci yılında RAB, Yeremya aracılığıyla bildirdiği sözünü yerine getirmek amacıyla, Pers Kralı Koreş'i harekete geçirdi. Koreş yönetimi altındaki bütün halklara şu yazılı bildiriyi duyurdu:
Ezr.1: 2 "Pers Kralı Koreş şöyle diyor: `Göklerin Tanrısı RAB yeryüzünün bütün krallıklarını bana verdi. Beni Yahuda'daki Yeruşalim Kenti'nde kendisi için bir tapınak yapmakla görevlendirdi.
Ezr.1: 3 Aranızda O'nun halkından kim varsa Tanrısı onunla olsun. Yahuda'daki Yeruşalim Kenti'ne gidip İsrail'in Tanrısı RAB'bin, Yeruşalim'deki Tanrı'nın Tapınağı'nı yeniden yapsınlar.
Ezr.1: 4 Krallığımda yaşayan yerliler, sürgün oldukları yerlerde sağ kalmış olanlara altın, gümüş, mal ve hayvanlar sağlamakla birlikte Yeruşalim'deki Tanrı'nın Tapınağı'na gönülden sunular sunsun.'"
Büyük Krus’un duyurusunun 4. Maddesinin “Yeruşalim” adına kadar olan kısmı aslında evrensel içerik olup Yahudiler dışındaki diğer milletlere ait esirleri ve köleleri de özgürleştirmeyi amaçladığı açıktır. Yahudiler teşekkür edeyim derken Krus’un yaptığı büyük hizmeti de bencillikleri yüzünden örtmüşlerdir. Şimdi tekrar okuyalım;
“Krallığımda yaşayan yerliler, sürgün oldukları yerlerde sağ kalmış olanlara altın, gümüş, mal ve hayvanlar sağlamakla…”
İfadeyi şu şekilde yazalım ki Kral fermanına benzesin;
“Krallığımda yaşayan tüm sürgün ve köle edilmiş halklar, sürülmeden yerinde esir kalmış, köleleştirilmiş olanlara geçinmeleri için altın, gümüş ve mallar sağlansın…”
Çünkü yeni yapılan arkeolojik kazılarda Büyük Krus’un köleliği yasakladığı en eski “İnsan Hakları Beyannamesi” elde edilmiş ve insanlığa sunulmuştur.
“…Aryan dilinde yazılmış, Pers kralı Büyük Krus’a ait İnsan Hakları Belgesi, çivi yazısı ile yazılmış bir silindir metin 1878’de Babil kazılarında bulundu. Belge, Büyük Krus’un Babil’i işgal ettiğinde şehrin ahalisine tanıdığı hakları ve onlara gösterdiği muameleleri anlatmaktadır.
Belge, Birleşmiş Milletler tarafından 1971’de tüm B.M. ülkelerinin dillerine çevrilerek yayınlandı.
Bu belgede, Yahudilerin adları bile geçmemektedir, okuyalım;
“Asur, Susa, Agade, ve Eşnuna şehirlerinden, Fırat’ın ötesinde, tanrılarının ikamet edip, aralarında oturduğu tapınakları uzun zamandır harabe olmuş Zamban, Meumu, Der gibi Lgutium ülkesinin kutsal şehirlerine döndüm ve onlara kalıcı ikametler verdim. Bütün sakinlerine katılarak tüm ikametlerini oturulacak yerler haline getirdim. Babil kralı Nabonid, Babil’e Sümer ve Akad tanrılarının kızgınlığını getirdi. Ben, ulu tanrı Marduk’a, buraların sakinlerine hoşlarına gidecek ikametler, yaşam alanları kurma sözü verdim…” (Kynk-Pers Kralı Krus’un İnsan Hakları Beyannamesi- alaeddinyavuz.worldpress.com)
Sonuç olarak, Yukarıda Tevrat ayetini ferman şeklinde yazdığım metine benzer bir metin oloması sizleri şaşırtmasın, çünkü resmi yazılar binlerce yıldır böyle genel içerikli ifadelerle yazılır. Çünkü genele hitap ederler.
Din adamlarının, bencillikleri ve yobazlıkları yüzünden gerçek emirleri nasıl tahrif ettiklerine de delil olan bu metinden sonra meşhur Kur’an’ın Tevbe Suresi 9;30 ayetinde Yahudilerin Üzeyir’e Allah dediler…” ayetinde de geçen Üzeyir peygamberi yani Tevrat adıyla Rhip Ezra’yı tanıtan birkaç ayeti de vererek tanıtalım.
Rahip Ezra’nın yazdığı Tevrat’ın Büyük Krus’tan sonra tahta geçen Tevrat’ın “Artahşasta” dediği Artak Zerkses (M.Ö-486-465) tarafından Ezra’nın İsrail’e gönderilmesinden sonra yazılmaya başlanıldığı bilgisini aşağıdaki Tevrat ayetleri bize vermektedir. Krus’un Babil’i fethinden Zerkses’in tahta geçmesi 486’yı çıkardığımızda en azından Yahudilerin azad edilmelerinden 539-486= 53 yıl sonra rahip Ezra’nın gönderildiği geçmektedir.
Kur’an MS.610-611’de vahyedilmeye başlanıldığına göre en azından Kur’an ve Tevrat arasında 1080-1060 yıl gibi zaman farkı vardır. Yahudilerin Üzeyir’e “Allah” dediğini yazan Tevbe Suresi 30. Ayet hakkında da Tevrat, Kur’an’ı yalancı çıkarmaktadır. Ayrıca Üzeyir’in peygamber değil, “Kahin” olduğunu okuyacaksınız;
Ezra Yeruşalim'e Geliyor
BÖLÜM 7
Ezr.7: 1-6 Bu olaylardan sonra, Pers Kralı Artahşasta'nın krallığı döneminde, Başkâhin Harun oğlu Elazar oğlu Pinehas oğlu Avişuaoğlu Bukki oğlu Uzzi oğlu Zerahya oğlu Merayot oğlu Azarya oğlu Amarya oğlu Ahituv oğlu Sadok oğlu Şallum oğlu Hilkiya oğlu Azarya oğlu Seraya oğlu Ezra adında biri Babil'den geldi. Ezraİsrail'in Tanrısı RAB'bin Musa'ya verdiği yasayı iyi bilen bir bilgindi. Tanrısı RAB'bin yardımıyla kral ona her istediğini verdi.”
Ezr.7: 7 Kral Artahşasta'nın krallığının yedinci yılında (*1)İsrail halkından, kâhinlerden, Levililer'den, ezgicilerden, tapınak görevlilerinden ve kapı nöbetçilerinden bazıları Yeruşalim'e gitti.
Ezr.7: 8 Ezra, Artahşasta'nın krallığının yedinci yılının beşinci ayında(*2) Yeruşalim'e vardı.
Ezr.7: 9 Birinci ayın birinci günü(*3) Babil'den ayrılmıştı. Tanrısı'nın koruyucu eli sayesinde beşinci ayın birinci günü Yeruşalim'e vardı.
*1-2-3=*486-7=479 Ayet gereğince Ezra’nın Kudüs’e (Yeruşalim) varış tarihi MÖ.479’un birinci ayı, yani Nisan ayının birinci günüdür. Balık, avanak avlama bayramı olan bu günde Yahudilere peygamber gönderen Zerkses’i kutlarım şahsen. Nisan 1 şakasını bilmeyen var mı J
Ezr.7: 10 Ezra kendini RAB'bin Yasası'nı inceleyip uygulamaya veİsrail'de kuralları, ilkeleri öğretmeye adamıştı.
Kral Artahşasta'nın Ezra'ya Verdiği Mektup
Ezr.7: 11 Kral Artahşasta'nın RAB'bin buyruklarını, İsrail içinkoyduğu kuralları iyi bilen Kâhin ve Bilgin Ezra'ya verdiği mektubun bir örneği şudur:*fi*D Not 7:11 7:11-26 ayetleri Aramice yazılmıştır.
Ezr.7: 12 "Kralların Kralı Artahşasta'dan Gökler Tanrısı'nın Yasası'nın bilgini Kâhin Ezra'ya selamlar!
Ezr.7: 13 "Krallığımda yaşayan İsrail halkından, kâhinlerden veLevililer'den Yeruşalim'e gitmek isteyen herkesin seninle gidebilmesi için buyruk veriyorum.
Ezr.7: 14 Elindeki Tanrın'ın Yasası'nın uygulanıp uygulanmadığı konusnda Yahuda ve Yeruşalim'de araştırma yapman için, ben ve yedi danışmanım seni görevlendirdik.
İsrail’in Nebkukadnezar tarafından işgalini anlatan ayeti tekrar okuyalım;
2.Ta.36: 17 RAB Kildan* Kralı'nı onların üzerine saldırttı. Kildani ordusu gençlerini tapınakta kılıçtan geçirdi. Ne delikanlıya, ne genç kıza, ne yaşlıya, ne aksaçlıya acıdı. RAB hepsini Kildan Kralı'nın eline teslim etti.”Ayette geçtiği haliyle bütün din bilginlerin, rahiplerin, tapınak görevlilerinin, devlet adamlarının, tapınakta bulunan gençlerinin kılıçtan geçirildiği halde, “70” yıl sonra bunca tapınak görevlisi ve bir de Yahudilerden olduğu söylenilen Rahip Ezra’nın “görevlendirilmiş olmasının tek anlamı vardır;
İran şahı, Yahudileri kendi tanrılarının ve din büyüklerinin adları sabit kalmak şartıyla Zerdüştlüğe inanmaya tabi tutmuştur. Ayet açıkça, “Elindeki Tanrın'ın Yasası'nın uygulanıp uygulanmadığı konusunda Yahuda ve Yeruşalim'de araştırma yapman için, ben veyedi danışmanım seni görevlendirdik” diyor. Yani, “Bizim verdiğimiz dinin gereklerinin yapıyorlar mı yapmıyorlar mı? Yapıyorlarsa devam et yoksa bildir, haklarından geliriz” demektir bu. Tamamen de Zerkses’in emridir.
Bu din verme ve kahin görevlendirme olayı, dinlerin dönüştürülmesi konusunda önemli bir belgedir. Bu önemli kısımdan sonra gerisi, bebeklere ninnidir;
Ezr.7: 15 Benim ve danışmanlarımın Yeruşalim'de konut kuran İsrail'inTanrısı'na gönülden verdiğimiz altını, gümüşü birlikte götürmelisin.
Ezr.7: 16 Babil İli'nden elde edeceğin altının, gümüşün tümünü, halkın ve kâhinlerin Tanrıları'nın Yeruşalim'deki Tapınağı'nagönülden verdikleri armağanları da alıp götürmelisin.
Ezr.7: 17 "Bu parayla hemen boğalar, koçlar, kuzular, tahıl sunuları*ve dökmelik sunular satın alacak ve hepsini Tanrın'ınYeruşalim'deki Tapınağı'nın sunağı üzerinde sunacaksın.
Ezr.7: 18 Sen ve kardeşlerin artan altını, gümüşü Tanrınız'ın isteğiuyarınca dilediğiniz gibi kullanın.
Ezr.7: 19 Tanrın'ın Tapınağı'nın hizmetinde kullanılmak üzere sanaverilen kapların hepsini Yeruşalim'in Tanrısı'na sun.
Ezr.7: 20 Tanrın'ın Tapınağı için ödemen gereken başka bir şey varsa, giderleri kralın hazinesinden karşılarsın.
Ezr.7: 21 "Ben, Kral Artahşasta, Fırat'ın batı yakasındaki bölgeninbütün hazine görevlilerine buyruk veriyorum: Gökler Tanrısı'nınYasası'nın bilgini Kâhin Ezra'nın sizden her istediğini özenle yerine getirin….
Tarih bu tarih, olay bu olaydır ve Yahudiler Zerdüşt dinine girmişlerdir. İşte bu tarihten sonra Yahudiler özgürlüklerini borçlu oldukları İran adına çalışacaklardır. Taaa ki, Roma imparatoru Herakles’in MS.627-628’de kesin yenilgiye uğratıp, sekiz yıl sonra 635’lerde İslam ordularına İranı çiğnetmesiyle İran bir daha ayağa kalkamayacak hae getirilinceye kadar Yahudiler, İskender’in bıraktığı krallıklara ve Roma imparatorluğuna isyanlar çıkaracaklar ve İran’ın yaşayan kripto halkı olacaklardır.
Yahudilerin İran’a olan bu bağlılıkları, onların çıkardıkları, Nasrani Hristiyanlığı, Mecusilik, Nasturi Hristiyanlığı, mezhepleri bütün Hristiyan, Müslüman mezheplerinin ve tarikatlarının da temeli olacaktır. Hristiyan ve İslam dinlerindeki bölünmeler olan bu mezhep ve tarikatlar aynı anda kendi yaptıkları dinleri de bozdukları anlamına gelmektedir.
Tevrat Yahudilerinin sıklıkla savaştıkları İsmail soyu Yahudilerinden olan peygamber Muhammet’de bir Yahudidir ve ona Yahudilerden miras kalan birkaç şey;
SAVMAA: Tepesi sivri ve yüksek olan bina demektir ki, İslâmiyet'ten önce hıristiyan rahiplerinin manastırlarının ve sâbie (yıldızlara tapanlar) sofularının zaviyelerinin adı olmuştu. Sonra Müslümanların ezan yerleri olan minareler içinde kullanılmaya başlandı. Ancak âyette kastedilen hıristiyanların manastırları veya sâbienin zaviyeleridir,
BÎ'A: Hıristiyanların ibadet yeri olan kilise demektir.
SALÂT: Bu kelime İbrânice Saluta(Selam/Dua)'dan gelen ve sonradan Arapçalaşan bir sözcüktür ki, Yahudilerin namaz yeri, yani havra demektir. Görülüyor ki, mescidler, "Allah'ın adının çok anıldığı yer" olarak nitelendirilmiştir ki, bunda iki nükte vardır. Birincisi, İslâm'ın emrettiği ibadetlerden asıl maksadın Allah'ın adının çokça anılması olduğunu vurgulamak, ikincisi de diğerlerinin var olmalarının, asıl sebebi olan Allah'ın anıldığı yer olmaktan çıkıp başka maksatlar için kullanıldığına işarettir.
Müslüman ülkelere 400 yıl halifelik yapan Osmanlı’nın devamı Müslüman ülke Türkiye’de yaşayan ve başta onlar için yazan birisi olarak Mecusilik dininin İslam’a geçişi ve İslam’ın ona bakışını görelim ki Müslüman kardeşimiz yazıyı neden okuması gerektiğine karar verebilsin.
Hac Suresi 22
22;17- Şüphesiz o iman edenler, Yahudi olanlar, Sabiîler (yıldıza tapanlar), Hıristiyanlar, ateşe tapanlar ve (Allah'a) eş koşanlar (yok mu?) Allah, kıyamet günü bunların arasını şüphesiz ayıracaktır. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla görüp bilendir.
22;18- Görmedin mi, göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar, bütün hayvanlar ve insanlardan birçoğu hep Allah'a secde ediyor. Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa artık ona ikram edecek yoktur. Şüphesiz Allah dilediği şeyi yapar.
22;17- Şüphesiz o iman edenler, Allah'ın indirdiği apaçık âyetlerine, ve bunlara iman etmenin bir gereği olarak, Allah'ın birliği ve Hz. Muhammed'in peygamberliği gibi iman edilmesi gereken temel esaslara inananlar Yahudi olanlar Sabiîler (yıldıza tapanlar), (Maide, 5/69. âyetin tefsirine bkz. Ancak burada "Sabiîn" sözcüğünün, "Bakara sûresinde olduğu gibi, "Yahudiler" ile "Hıristiyanlar" sözcükleri arasında mansub/makam sahibi olarak zikredilmiş olması, bir de Mecusi ve müşriklere karşılık ayrıca kullanılması, ona burada özel bir anlam kazandırır. Bunu da gözden kaçırmamak gerekir). ve ateşe tapanlar (Allah'a) eş koşanlar, birden çok ilâh edinenler.
Görülüyor ki, bu âyette altı tane dinden söz edilmiş, ancak bunlardan yalnız birincisi iman sahibi olarak gösterilmiştir. Demek ki, geri kalan beşi küfür ehlidir. Sonra bu beşten yalnız sonuncusunda şirk açıkça belirtilmiştir. Oysa diğerlerinde de şirk yok değildir. Örneğin Mecusilerin ateşe tapmaları bilinen bir gerçektir. Şu halde buradaki "şirk koşanlar" ifadesi tahsisden sonra, genelleme olarak "ve diğer müşrikler" demek olabilirse de, burada açıklanan şirkten maksat hiçbir yönüyle ne doğrudan ve ne de dolaylı bir şekilde herhangi bir tevhid iddiasının karıştırılmadığı bir şirk olması, karşıt olarak ifade ediliş tarzına daha uygundur. Çünkü Hıristiyanlar, üç, birdir diye tevhid iddiasında bulundukları gibi, Mecusiler ve bu cümleden olarak Zerdüştiler de bir mabuda inandıklarını iddia etmektedirler. Bu suretle cümlesi, sırf sineviyyet (ikilemi) iddia eden maneviyye (Mani dinine inananlar) ile, birden çok ilâhın varlığını kabul eden putlara tapan müşrikleri göstermiş oluyor. Dolayısıyla "Sabiîler" den maksat da Hıristiyanlar gibi açıkça es koşmayı iddia etmeyenlerdir.
Bütün bunlar, "Kıyamet günü şüphesiz Allah, onların aralarını ayırır."
Enbiya 21:105. “Yemin olsun, zikirden sonra Zebur'da sunu yazmıştık: Yeryüzüne benim iyilik ve barış seven kullarım vâris olacaktır.”
Aya ve Güneşe tapınma
Fussilet Suresi 41:37. Gece ve gündüz, Günes ve Ay onun ayetlerindendir. Eger sadece Allah'a kulluk/ibadet ediyorsanız, Günes'e, Ay'a secde etmeyin; onları yaratan Allah'a secde edin!
Mecusilik dini ve onun temellerinden olan Sabilik, Zerdüştlük ve Mecusilik hakkında İslam ulemaları ve Kur’an tefsirlerindan alıntılar ile bu dinlerin neden geçersiz kılındığı hakkında fikir sahibi olabiliriz;
İSLAMİ SELAMLAMA
Süleymaniye Kütüphanesi Laleli kısmında (3653)sayılı kitabın başında Ahmed İbni Kemal Efendi, (Kitabül Efraid) de diyor ki;
Ebu Emamenin bildirdiği hadisi şerifte, “Başkalarına benzeyenler bizden değildir. Yahudilere ve Hristiyanlara benzemeyiniz. Yahudiler parmakları ile işaret ederek, Hristiyanlar elleri ile işaret ederek, Mecusiler de eğilerek selam verir.” Buyuruldu. Kütab-üs Sünnet-i vel-cema’ada diyor ki; “Selama cevap veriniz, selam alarak parmakla veya elle işaret etmek Yahudi ve Hristiyan geleneğidir. Birini görünce kendi elini öptürmek veya onun elini öpmek, ve eli göğse koymak ve eğilmek ve yere kapanmak da Mecusi adetidir. Saadeti Ebediye S. 317
S.365- Allah’ın Mecusi kavramı
Mecusiler Allah’ın iki olduğuna, müşrikler ve putperestler de çok olduğuna inanırlar.
Kurban ve Hayvan kesimi
S-523-Mecusiler, yani ateşe tapanlar ve veseni olanlar yani heykellere tapınanlar ve bütün müşrikler kitaplı kafirlerden daha fenadırlar. Kitaplılarda Hristiyanlar, Yahudilerden daha fenadır. Çünkü Hristiyanlar hayvanı kesmez, Mecusiler gibi boğarak leş yaparlar. Yahudiler, kesilmemiş hayvanı yimezler….
Nikah;
Müslümanın nikahladığı Hristiyan küçük kızın anası ve babası sonradan Mecusi olsalar, Dar-ül Harbe gitmeseler bile kızın nikahı bozulur. Bu ikisinden biri Hristiyanken ölse, kızın nikahı bozulmaz.
Dörtten fazla zevcesi olan veya iki kız kardeşle veya ana kız ile bir arada evli olan bir kafir imana gelse sonradan almış olduğunun nikahı bozulur.
Anası babası Müslüman olduğundan Müslüman sayılan nikahlı kız, akıl baliğ olup ergenleştiğinde Müslümanlığı bilmezse mürted olur ve boş düşer. Belli dini olmadığı için milletsiz kâfir olur. Böyle olanlara akıl baliğ olunca Müslümanlığı anlatmalı, yani Allah’ın sıfatlarını ve imanın altı şartını (Amentüyü)anlatıp, sonra “böyle midir” diye sormalıdır.
Müslüman ana-babanın çocuğu akıl baliğ olduğunda “la ilahe illallah, Muhammeden resülullah” demekle Müslüman olmaz. İmanı yani Amentüyü bilmesi, anlatması da lazımdır. Bu konular İbni Abidinden tercüme edilmiştir.
689
Nevruz ve Noel günleri ve gecelerinde Mecusiler gibi bayram yapmak kafirlere benzemek olur. Tarikatçılar ve şeyhler bu çirkin şeyleri yapınca müritlere örnek olurlar, bu da senet olur. Onlar da bu akıntıya kapılırlar. Mürşidlik ve müritlik takva ile olur, şirkten ve haramdan sakınmakla olur.
Dürr-rül Muhtar kitabı beşinci cilt s.481’de diyor ki;
Nevruz veya Mihrican günlerinde, bunların adlarını söyleyerek hediye vermek haramdır. Bu günleri bayram bilerek hediye vermek küfr olur. Bu günleri kutsal sayarak kafire yumurta veren kafir olur.
Bizazziye fetvasında diyor ki; Nevruz günü Mecusilerin bayramıdır. O gün bayram yapan Müslümanın imanı gider de haberi olmaz. Noel günü (25 Aralık) ve paskalya yortularında (13-15 Nisan) onlar gibi bayram yapanların da kafir oldukları bu fetvadan anlaşılmaktadır.
(01-15 Nisan’a kadar İsa’nın 13 Nisan’da Cuma günü çarmıha gerilip öldürülme ve 15 Nisan Pazar günü dirilmesi, göğe çekilmesi bayramları) . Bu kitabın yazılmasından sonra 1970’lerin ortalarında MSP de toplanan siyasal İslam tarikatçılarınca başlatılan Hz. Muhammet’in Doğum günü iddiasıyla “Kutlu Doğum Haftası” adıyla bu gelenekler bütün Müslümanlara ülkemizde kutlatılmıştır. Alaeddin Yavuz.
Hac Bakara 2:158
2: 158- Gerçekten Safâ ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir. Onun için her kim hac veya umre niyetiyle Kâ'be'yi ziyaret ederse, bunları tavaf etmesinde ona bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah iyiliğin karşılığını verir, o her şeyi bilir.
Tefsirden;
2:158- Mescid-i Haram etrafında bulunan Safâ ve Merve tepeleri Allah'ın alâmetlerindendir. İbadet ve O'na yaklaşmak için konulmuş belirtilerden, özel işaretlerden ve hac ibadetinin yapıldığı yerlerdendir.
Esasen safâ, kaypak taş; merve, küçük ve yumuşak taş demek olup, lâm-ı tarif ile Safâ ve Merve Mekke'de bilinen iki tepenin özel isimleridir.
Tavafın aslının farz ve rükün olduğunda ihtilaf yoktur. Fakat bu tavafa Safâ ile Merve'nin ilavesi ve Safâ ile Merve arasında sa'y denen tavaf bölümü hakkında: "Ona bir günah yoktur." buyurulmuştur. Bu ise görünüş itibarıyla bir muhayyerlik gibi görünmekle beraber, gerçekte vâcibe, menduba ve mübaha ihtimali vardır. Buna karşılık Peygamber (s.a.v.) Efendimiz hacc-ı şeriflerinde Safâ'ya yaklaştıkları zaman: "Safâ ve Merve Allah'ın alâmetlerindendir. Allah'ın başladığı ile başlayınız." diye emretmiş ve kendisi Safâ'dan başlayıp, Beyt'i görünceye kadar üzerine çıkmıştır. Bir hadis-i şerifinde de bu hususta: "Allah size sa'yi farz kılmıştır, sa'y yapınız." buyurarak sa'yin vacib olduğunu göstermiştir. Gerçi burada asıl mânâsıyla koşmak demek olan sa'y, vacib olmayıp "Allah'ın zikrine koşunuz." (Cum'a, 62/9) emrinde olduğu gibi sadece yürümenin yeterli olacağı kabul edilmiş ise de en azından koşar gibi biraz hızlıca "Remel" denen yürüyüş şekli mendubdur. Kısaca tavafta Safâ ve Merve ile tavafta zorlanmanın vacib olduğu da anlaşılmaktadır.
Hanefi mezhebinde tercih edilen şudur: Âyetin zahiri, farz mânâsındaki kesin vücûba engeldir. Aynı zamanda anılan hadisler ve teâmül ise vacib olduğunu göstermektedir. Öyle ise bu zorlu tavaf ne kesin bir farzdır, ne de nafiledir. Belki farza benzerliği bulunan zannî bir vacibdir.
Farz denemez, çünk ü "Ona bir günah yoktur." ifadesi mendubluğu ve mübahlığı da içine almaktadır. Nafile ve tatavvu da denemez. Çünkü tatavvuun, sonra ayrıca söylenmiş olması buna engeldir. Bu ikisi arasında da hadisler vacib olduğunu söylemektedir.
O halde âyette görünüş itibariyle muhayyerliği ifade eden "Ona bir günah yoktur." sözü niçin gelmiştir? Bunun açıklaması âyetin iniş sebebindedir. Çünkü rivayet edildiğine göre cahiliye devrinde Safâ üzerinde "İsâf" adında bir put, Merve üzerinde de "Nâile" adında diğer bir put vardı. Cahiliye müşrikleri bunların arasında tavaf ederler ve bunlara ellerini sürerlerdi. İslâm gelip putları kırdıktan sonra Müslümanlar, Safâ ile Merve arasında tavaftan çekindiler. bunu hoş görmediler. Bunun üzerine bu âyet indi ki, korkmayın, bunda günah yoktur. Bilakis bunlar Allah'ın alâmetlerindendir, diye bu tavafa teşvik edildi. Bu teşvikin bir çeşit vücub ifade ettiği de hadislerle açıklandı. Tavafa Safâ' d an başlamak, farz değilse de vacib oldu. Fakat İmam Şâfiî, farz ile vacibi birbirinden ayırmadığı için Şâfiîlerce farz ve vacib bir sayıldı.
Hz. Ömer bir defa Safâ ile Merve arasında koşmamış, sadece yürümüş ve buyurmuştur ki: "Yürüyorsam Resulullah'ı yürür gördüm, koşarsam Resulullah'ı koşar da gördüm."
Resulullah Efendimiz yukardaki şekilde Safâ ile Merve arasında tavaf ederken müşriklere karşı kuvvetini göstermek için sa'y etmiş, yani koşmuştu. Bunun hatırası olmak üzere koşar gibi yürümek sünnet olmuş ve bu zahmetli tavafa sa'y denmiştir.
Bunun meşruluğunun aslı ve bu tepelerin, Allah'ın alâmetlerinden olması ise şu meşhur hikayeden dolayı olduğu da açıklanmıştır:
Hz. İbrahim bırakıp gittikten sonra bu vadide Hacer ile İsmail susuzluktan son derece daralmışlardı. Hacer, ciğerparesi olan oğlunu Harem mevkiine koymuş, su aramak için tepeden tepeye koşmuştu. Bu sırada Cenab-ı Allah yardımını göstererek Zemzem kuyusunun yerinden su fışkırtmış ve son dereceye gelen zaruret hallerinde imdatlarına yetişmişti. Böylece şunu da göstermişti ki, Allah Teâlâ, dünya yurdunda sevdiklerini bazı sıkıntılara düşürse de kendisine dua edip sığınmaktan ayrılma y an, bu hususta elinden gelen son gayreti sarf ederek sabır ve kararlılık gösterenlere, mutlaka en kısa zamanda ferahlığa ve genişliğe kavuşturmakla yardım eder.
İşte buna işaret olmak üzeredir ki Safâ ile Merve'yi kıyamete kadar dinin alâmetlerinden olarak göstermiştir. Bütün müminlerde yukarıda açıklandığı üzere böyle biraz korku ,açlık ve diğer sıkıntı ve müsibetlerle imtihan edildikleri zaman ümitsizliğe düşmemeli, kurtuluşu güç görmemeli ve sabrın müjdesine ermek için çalışmalıdır.
Müşriklerin, bir zamanlar bu tepelere put yerleştirmek gibi saldırıları bile bu hatırayı yok edemez. Tavafa bunların ilavesi günah değil sevabtır
2:197- Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz, Allah onu bilir. Kendinize azık edinin.
….Şimdi hac vakti, bu bilinen ve kararlaştırılmış olan aylar olunca, Her kim bu aylarda haccı farz kılar; yani ihram, telbiye veya kurbanlık göndermekle kendine gerekli kılarsa, artık hac günlerinde ne cinsel ilişki veya cinsel ilişki ile ilgili sözler, ne yasak şeyleri işlemekle şer'î sınırlardan çıkmak, ne de hizmetçileri veya arkadaşları ile mücadele ve tartışma, hiç biri yoktur….
“Kim hac yapar, hac sırasında cinsel temastan korunur ve günah işlemezse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahlarından kurtulur.”(Buharî, Hacc, 4, Muhsar, 9, 10; Müslim, Hacc, 438; Nesaî, Hacc, 4; İbn Mace, Menasik, 3; A. b. Hanbel, II, 229, 410, 484)
Hanefîlere göre, ihramlının nişanlanıp evlenmesi caizdir. Ancak bu takdirde zifaf, hacdan sonraya geciktirilir. Delil, Hz. Peygamber (asv)’in ihramlı iken Meymûne (r.anha) île evlenmesidir. (Buhari, Sayd, 12, Nikah, 30, Megazî, 43; Müslim, Nikah, 46, 47, 48, Tirmizî Hac, 24.)
“İhramlı kimse evlenemez, kendisi île evlenilmez ve nişanlanılmaz.”(Müslim, Nikah 41-45; Ebu Davud, Menasik, 38, Tirmizî, Hac, 23, Nesaî, Menasik, 91.)
Bunlar Hz. Peygamber (asv)’in Meymûne (r.anha) ile evlenmesinin ihramlı değilken vuku bulduğunu söylerler. (Tirmizî, Hac, 23,24;.Darimî, Menasik, 21; A. b. Hanbel, VI, 393.)
Hac yapmakta olan kimse, Arafat’da vakfeden önce cinsel ilişkide bulunsa haccı fasid olur ve gelecek yıl kaza etmesi gerekir. Ayrıca ceza olarak bir küçük baş hayvanı kurban keser. Cinsel birleşmeye yol açabilecek öpme, şehvetle dokunma gibi fiillerde, boşalma olsun veya olmasın, bir küçük baş hayvan kurban gerekir. Malikîler dışında çoğunluğa göre bu durumda hac fasid olmaz.
Arafat’da vakfeden sonra, henüz ihramdan çıkmadan eşiyle cinsel temasta bulunmanın cezası ise, büyük baş bir hayvanın kurban kesilmesidir. İhramdan çıktıktan sonra ise, cinsel ilişkiye girmek yasak değildir.
2:187-Ey müminler Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmak, size helâl kılındı. Gecenin hangi saatinde olursa olsun herkes eşiyle karı koca ilişkisinde bulunabilir. Önceden olduğu gibi yatsıdan veya uykudan sonra geceleyin cinsî temas oruca engel olmaz. Buna aykırı olarak "Sizden öncekilere farz kılındığı gibi." (Bakara, 2/183) ifadesinden çıkarılan geçmiş şeriatlerin hükmü, yine ilk oruçta Peygamberin sünnetinden alınmış olan eski hüküm bundan sonra kaldırılmıştır. Böylece Ramazan orucu, önceki oruçları kaldırmıştır ki bundan kitabın, sünnetin hükmünü kaldırmasının caiz olduğu da anlaşılır.
Rivayet ediliyor ki başlangıçta müslümanlar oruç tutacakları zaman ancak akşamdan yatsı namazını kılıncaya veya uyuyuncaya kadar yiyip içebilirler ve karı koca ilişkisinde bulunabilirlerdi. Yani imsak, yatsı namazından veya uykudan itibaren başlardı. Bir gün Hz. Ömer yatsıdan sonra hanımıyla ilişkide bulundu ve hemen pişmanlık duyup Peygamber'in huzuruna geldi, özür beyan etti. Derken orada hazır bulunanlardan bir takım kimseler de yatsıdan sonra aynı şeyi yaptıklarını aynı şekilde itiraf ettiler. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:
Meâl-i Şerifi
2:187- Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikden size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde îtikaf halinde iken on l ara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın.
İslam öncesi Araplar sapıktılar
2:197- Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz, Allah onu bilir. Kendinize azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun!”
…Şimdi hac vakti, bu bilinen ve kararlaştırılmış olan aylar olunca, Her kim bu aylarda haccı farz kılar; yani ihram, telbiye veya kurbanlık göndermekle kendine gerekli kılarsa, artık hac günlerinde ne cinsel ilişki veya cinsel ilişki ile ilgili sözler, ne yasak şeyleri işlemekle şer'î sınırlardan çıkmak, ne de hizmetçileri veya arkadaşları ile mücadele ve tartışma, hiç biri yoktur. Sadece aslında yasak ve çirkin olan şeylerden başka normal durumlarda mübah olan şeylerin bir kısmı d a hacda yasaktır. Hac böyle tam bir temizlik, tam bir bağlılık ve eşitlik üzere bir uyum ve düzen içinde yapılmalıdır. Burada haccın ahlâkî gereklerine kapsamlı bir tenbih vardır ki geniş açıklaması, fıkıh ve hac ibadeti ile ilgili kitaplarda aranmalıdır. B öylece hacda namaz, oruç ve zekatta bile bulunmayan ferdî (bireysel) ve sosyal bir nefis terbiyesi, bir ahlâkî alıştırma hikmetleri bulunduğu unutulmamalıdır.
Bu temizliklerle beraber, gücünüzün yetebildiği herhangi bir hayır yaparsanız, Allah onu bilir. Yani ecrini ihsan eder. Fakat hiçbir kötülüğünüzü görmek istemez. O halde, bütün hazırlığınızı görün. Azığınızı, yol ihtiyaçlarınızı iyice hazırlamış bulunun da takva sahibi olun. Çünkü en hayırlı azık takvadan ibarettir…
2; 198-Böyle takva hissi ile ihtiyaçlarınızı iyi hazırlamak, ilâhî emir ve tam akıl gereği olduğu için, Rabbinizin herhangi bir lütuf ve ihsanını istemenizde size hiçbir vebal ve günah yoktur. Yani isterse hac aylarında olsun kazanç ve ticaretle rızıklarınızı, ihtiyaçlarınızı kazanmaktan yasaklanmış değilsiniz. Geçen emirlere uymak şartıyla hac ticarete, kazanca engel değildir.”
2:198 Tefsiri E.H.Yazır
Deniliyor ki Araplar cahiliye devri nde hac mevsimlerinde Ukaz, Mecenne, Zülmecaz gibi pazar ve panayırları açarlar ve onlardan geçimlerini sağlarlardı. İslâm dini gelince hacda bunlardan sakınmaya başlamışlar, bu âyet de bunun hakkında inmiştir.
Sonra, Arafat'tan akıp gittiğinizde, yani arefe günü Arafat dağında cemaatle birlikte vakfeden boşanıp aktığınızda, Meş'ar-i Haram yanında yani Müzdelife'de Allah'ı zikredin ki bu gece, akşam ve yatsı namazlarının burada birlikte kılınması, bu zikir emrinin yerine getirilmesidir. Çünkü namaz en büyük zikirdir. Bundan başka, ve Allah size böyle güzel hidayetler bahşettiği gibi, siz de orada vakfe yapıp, telbiye, tehlil ve dualarla, bilebildiğiniz güzel güzel zikirlerle O'nu anın. Bilirsiniz ya siz bundan önce sapıklıklar içindeydiniz. İman ve ibadetten haberiniz yok, ne yaptığını bilmez şaşkınlar topluluğundandınız.
ARAFAT: Arefe günü hacıların vakfeye durdukları dağın adıdır ki Mekke'ye on iki mil mesafededir ve oradaki dağların en yükseğidir. Zilhiccenin sekizinci gününe "terviye günü" dendiği gibi, dokuzuncu gününe de "arefe günü" denir ve bu gün Arafat'ta vakfeye çıkılır. Esas itibariyle "arefe" kelimesinin çoğulu veya çoğulu gibi olan "Arafat" isminin, bu dağa ne sebeple özel isim olduğu ve bunun doğrudan konulmuş bir isim mi, türetilmiş veya nakledilmiş mi olduğu hakkında çeşitli görüşler vardır. Türetilmiş olduğu görüşünde bulunanlar da tanımak mânâsına "marifet"ten veya "itiraf"tan, yahut da güzel koku mânâsına "arf"tan türetilmiş olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Bu ihtilaflar sebebiyle isimlendirilme şekli kesin olarak tesbit edilmiş değilse de her biri Arafat dağının bir özelliğini göstermiş olması itibariyle isimden çok o ismin sahibinin anlatılmasına yararlı olmuştur.
Hz. Âdem ile Havva'nın burada karşılaşıp birbirlerini tanımış olmaları; Hz. İbrahim'in, burayı görünce geçmiş vasıflarla tanıması, yine onun, Cebrail'in hitabı ile hac ibadetini burada tanımış olması; Hz. İsmail'in, annesinden bir müddet ayrılıp sonra burada karşılaşarak tanışmış olmaları; hacıların burada birbirleriyle güzel bir şekilde tanışmaları; burada vakfeye duranların, Hak Teâlâ'nın, Rabliğini ve yüceliğini, herkesin O'na muhtaç oluşunu ve O'nun hiçbir şeye muhtaç olmayışını ve insanlığın miskinlik ve ihtiyacını itiraf etmeleri; nihayet hacıların, günah pisliklerinden temizlenerek Allah katında cennetlere layık olan güzel manevi bir koku kazanmaları gerçekten Arafat dağının özelliklerindendir. Arefe ve Arafat, ikisi de bu dağın adıdır. "Arefe günü" buna bağlıdır, bunun günüdür. "Kâfirleri ümitsizliğe düşürme günü", "dini tamamlama günü", "nimeti tamamlama günü", "Rıdvan -rıza- günü" isimleri de Arefe gününün özel isimlerindendir.
İslam öncesi pezevenklik
Nur 24: 33- Evlenme imkanını bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve cariyelerden) mükatebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde (hürriyete kavuşmalarında kendileri için) bir iyilik görüyorsanız, hemen mükatebe yapın. Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, fuhşa namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki, zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir.
Nur 33- Tefsir ; Nikaha güç yetiremeyenler de, teşebbüs ettiği halde nikah için gerekli olan şeyleri tedarik edemeyen ve yardım göremeyen bekarlar da Allah kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetini korumaya çalışsın ve bu cümleden olarak ellerinizin altında bulunanlardan mükatebe yapmak isteyenleri eğer kendileri hakkında bir iyilik biliyorsanız hemen mükatebe yapınız.
MÜKÂTEBE: Kitabete kesişmek, köle veya cariyenin vermeyi taahhüd ettiği bir bedel karşılığında hür olmak üzere kendisini efendisinden satın alması anlaşmasıdır ki, bedeli ödeyince hür olur. Ve Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara veriniz ve dünya hayatının geçici menfaatlarını elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın.
Rivayet edildiğine göre münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl altı cariyesini zorla zinaya sevkediyordu. İkisi gelip Resulullah'a şikayet ettiler, bu âyet indirildi
İbn Aşur’un verdiği bilgiye göre, ayette yer alan “BİĞ” kavramı, cahiliye devrindeki evlenme çeşitlerinden biri sayılıyordu. Bu ayet inmeden önce bazı Müslümanlar tarafından da cariyelere rızaları dairesinde bir ücret mukabilinde bu çeşit “evliliğe”, bir erkekle birlikte olmaya fırsat veriliyordu. Bu ayette bu cahiliye devrinin geleneği tamamen ortadan kaldırılmıştır. Önemli bir nokta da şudur: bazı alimlere göre bu ayet indiği zaman daha zina cezası ile ilgili ayet inmemişti. (İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)
Özetle: Bu ayette “el-BİĞA” denilen cahiliye dönemi adetlerinden olan bir nikah şekline yasak getirilmiştir. O güne kadar geçerli olan bu gelenek bu ayetle sona erdirilmiştir. Zina cezası daha sonra söz konusu olduğu için, burada herhangi bir cezadan değil, fiilin kendisinin yasağına vurgu yapılmıştır.
Hac ve umrede cinsel ilişki;
Ayetullah Uzma Seyyid Ali Hüseyni Sistani” Hac Amelleri
220- Temettü umresinde, bilinçli olarak kadınla önden veya arkadan cinsel ilişkide bulunursa ve bu işi sa’yden ayrıldıktan sonra yapmışsa umresi bozulmaz, fakat keffaret vermesi farz olur. Keffareti ise ihtiyat gereği deve veya bir sığırdır.
Sa’ydan ayrılmadan olursa, keffareti söylendiği kadardır. İhtiyat gereği umresini bitirip daha sonra haccını yapmalıdır. Gelecek yıl her ikisini de yeniden yapmalıdır.
221- Hac ihramı giyen birisi Meş’ar’de durmadan önce bilerek hanımıyla önden veya arkadan ilişkide bulunursa, keffaret vermeli ve haccını tamamlayıp bir sonraki yıl yeniden yapmalıdır. Yine hac farz olsun veya müstehap, kadın ihram bağladıktan sonra bu işe bilerek razı olursa hükmü aynıdır. Ama kadının bu işe mecbur olursa kendisine hiçbir şey vacip olmaz. Yani ne keffaret farz olur nede haccını yenilemesi gerekir. Erkek ise iki keffaret vermelidir.
Bu amelin keffareti ise bir deve, gücü yetmiyorsa bir koyundur. Bu hac müddetince karı kocayı birbirinden ayırmak gerekir. Tüm hac amellerini bitirip cinsel ilişkide bulundukları yere dönünceye dek, üçüncü bir şahıs olmadıkça, bir araya gelmelerine izin verilmemelidir.
225- İhramlı birisi bilmeyerek veya unutarak kendi hanımıyla cinsel ilişkide bulunursa, umre ve haccı sahihtir, keffaret de vacip değildir.
Şeytana ibadet;
Nisa 4: 117- Onlar, Allah'ı bırakırlar da, yalnız dişilere taparlar. Böylece ancak inatçı şeytana tapmış olurlar.”
Tefsiri
4: 117-İşte Nisâ sûresinde şirk ehlinin iki çeşidi, birbirine benzeyen iki âyette, iftira ve sapıtma durumlarıyla tesbit edilerek affolunmamakta, birleştirildikten ve bu şekilde buradan yukarıya dikkat çekildikten sonra bunların derin sapıklıkları Nisâ sûresinin konusu ile uygun olmak üzere şu şekilde açıklanıyor:
Allah'a ortak koşanlar Allah'ı bırakarak ancak inâs (dişiler)a dua ederler, kancıklara çağırır ve kancıklara taparlar, onların en çok taptıkları, gönül verip yalvardıkları veya adına davet ettikleri tanrıları kancıklar olur. Bunların nazarında ilâh düşüncesi, mabud tasavvuru, her şeyden önce bir kadın hayalidir. Ve bunun içindir ki, putların çoğunluğu dişi şeklinde, dişi ismindedir.
Bunlar nefislerinden başka bir fail (yapıcı) görmek istemediklerinden, tanrılarını etkin, hakim, faal olmak üzere değil, kendilerine itaat etmek mevkiinde bulunacak, isteklerine boyun eğecek dişi unsurlarda alıngan durumlarda ararlar ve bu ruh halinden dolayıdır ki, bir işte kendilerine bir başkan seçecek olsalar, böyle yumuşakları ve acizleri seçerler. Tefsirciler burada "inas" kelimesini, hakiki olmayan müennes (dişi) mânâsıyla "asnam" (putlar) diye yorumlamışlar ve bununla inas (dişi) şeklinde süslenir, dişi isimleriyle anılır bir takım putlara tapıldığını göstermişlerdir. Arap müşriklerinin "el-Lat", "el-Uzzâ", "menât" gibi kadın isimleriyle isimlenmiş birçok putları vardı ki, "el-Lât", "el-Lâh"ın dişisi; "el-Uzzâ", "el-Aziz"in dişisidir. Ve denilmiştir ki, Arabın her kabilesinin bir putu vardı. Ve "filan oğullarının unsâsı, filan oğullarının unsâsı" diye anarlardı. Yani puta unsa (dişi) derlerdi. Yunanlılar ve diğerleri gibi putperest toplumların putlarının çoğunun da dişi olduğu bilinmektedir. Şu halde bu mânâ aslında doğrudur…
Yani müşrik ruhunun, tanrıdan gayesi kadındır. Onun kanaatince tapınmanın en büyük misali kadına tapmadır (culte de femme), o bütün zevkini, bütün ilhamını kadından almak ister, kadın zevki onun için en büyük lezzet olur. Onun bütün hayallerinin başında bir kadın hayali vardır. Ve bundan dolayı, her oturduğu yerde, her hürmet edeceği mevkide güzel bir kadın resmi arar. Putların ve hele pek çok putların kadın ismiyle isimlendirilmiş olması da kadına tapmanın rûha hakim olmasından doğmuştur. Putların yerleri buna bir remiz, bir timsal olmaktan ibarettir.
Bu şekilde fevkalade veya hayal edilen güzellerin resimleri genelleştirilerek, onların hayalleri karşısında, diğer kadınlar hakir görülür. Ve en çirkin bir kadının, en güzel bir puttan daha kıymetli olması gerekirken, tanrısını kadın kabul eden müşriklerin elinde gerçek kadınlar öyle bir aşağı düşerler ki, hürmet şöyle dursun, en basit insani haklardan bile mahrum edilirler.
Davaya bakarsınız kadın her şeydir, tatbikata bakarsınız kadın oyuncakların en düşüğü olmuştur. Bu hal müşriklerin öyle bir sapıklığı ve şeytanların öyle bir aldatmacasıdır ki, herhangi bir şeyi sevecek olsalar, ona mutlaka bir kadın tasavvuru karıştırırlar.
Güneşe taparlar, dişi tasavvur ederler. Yıldıza taparlar, dişi tasavvur ederler. Meleklere taparlar, dişi tasavvur ederler ve bu şekilde bütün tapmanın zevkini şehvetlerde toplayıp, hakları, gerçekleri hayallere feda ederek, kadın hayalleri karşısında gerçek kadınları ayakaltında süründürürler.
Burada şunu da hatırlatmak gerekir ki, tapmanın bir sevgi ve ümid, bir de korku ve saygı yönü vardır. Dua, her şeyden önce, sevgi ve ümid ifade eden bir ibadettir. Halbuki müşriklerin, korku ve saygı tanrıları da yok değildir. Ve böyle korku ve dehşet tanrıları da çoğunlukla erkeklerden seçilmiştir. Nitekim Arapların da Hübel ve Zü'l-Huleysa gibi erkek isimli putları da vardı. Bunlardan kaçılır ve şerlerinden kurtulmak için tapılır. Bu, gerçek bir tapma değil, bir çeşit yağcılıktır. Bunlar, bir velî olmaktan çok, bir nasîr (yardımcı) gibi tutulur ve birinin şerrinden, diğerinin kuvvetine sığınılır. Müşriklerin karşısında birer kadın kesilirler ve bir kahramana boy gösterisi yapan veya sığınan kancık bir kadın halinde döşenir, yalvarır, yaltaklanırlar.
118-120-Öyle bir inatçı şeytan ki Allah onu lanetlemiş, hayır ile ilgisini kesip kendinden uzaklaştırmıştır. O da Allah'a yemin ederek demiştir ki elbette ben senin kullarından muayyen, mukadder bir nasib alacağım ve elbette onları haktan şaşırtıp saptıracağım, ve elbette onları kuruntulara düşüreceğim, yani dipsiz emeller, boş ümitler, yalan sevdalar, batıl düşünceler, idealler, umumcamalarla imrendireceğim, ve elbet onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını doğrayacaklar, bu şekilde Allah'ın helal kıldığını haram kılacaklar. Araplar bir dişi deve beş defa doğurur ve beşincisi erkek olursa kulağını dilerler ve artık ondan faydalanmayı haram sayarlardı. Bazı tefsirciler de demişlerdir ki, putlara ibadet için kurbanlık nişanesi olmak üzere hayvanların kulaklarını keserler ve bu, bir küfür iken ibadet zannederlerdi…
Yaratılışın şeklini veya sıfatını değiştirerek durumunu başka şekle sokacaklar, fıtratının kemaline götürecek yerde bozacaklar, çığırından çıkarac a klar. Tefsirlerde gelen misallere bakarak kadını erkek, erkeği kadın yapmaya çalışacaklar;
kadın yerine erkek, erkek yerine kadın kullanacaklar;
bıyıklarını sakallarını yolacaklar, yüzlerini boyayacaklar, kılıklarını değiştirecekler;
kulak; burun kesip göz çıkaracaklar, erkekleri iğdiş edip hadım ağası yapacaklar, uzuvlarını yaratılış görevlerinin dışında kullanacaklar;
nikâh yerine zina edecekler, temizi bırakıp pisliklere koşacaklar, menfaati bırakıp zararı seçecekler, ciddilikleri atıp eğlenceye heves edecekler, vazifeden kaçıp oyuna gidecekler; doğruluğu budalalık, eğriliği hüner sayacaklar; helâla haram, harama helâl, iyiye kötü, kötüye iyi diyecekler;
hayır yerine şer işleyecekler, imar edilmesi gerekeni yıkıp, yıkılması gerekeni imar edecekler; kanun-ı ıstıfa (seçme kanunu)yı kötüye kullanmak sûretiyle yaratılışın zıddına alışkanlıklar edinecekler, yaratılış kanunu zıddına işler yapacaklar, ruhlarının yaratılışındaki selamet ve saflıklarını bozacaklar, hak kanunu "Allah'ın, insanları, kendisine göre yarattığı fıtratı" (Rûm, 30/30) olan kuvvetli dini, doğru yolu, Hakk'a tapmayı bırakacaklar;
yaratılanı yaratıcı yerine koyacaklar, tevhidden çıkacaklar, batıl dinler ve fikirler arkasında koşacaklar, şuna buna tapınacaklar, şeytanlık peşinde dolaşacaklar, "Allah'ın yaratmasının değiştirilemez" (Rûm, 30/30) olduğunu bilmeyecekler, bilseler bile tanımayacaklar.
O inatçı melun şeytan lanetlenince Allah'a karşı bu beş sözü haliyle veya sözlü olarak yemin ile söyledi! Bu şekilde Allah'ın kullarına musallat olarak onlardan belli bir hisse almaya karar verdi ki, işte şirkin başı ve sapıklığın kaynağı budur.
"Gurur", insanın pek hoş bir şey buldum sanarak keyiflenip, sonra onun çok fena bir şey olduğunu anlayarak acı duyması, önceden yalan yere sevinip sonradan ciddi olarak yerinmesi, yani aldanmasıdır ki, şeytanın bütün vaadleri ve aldatmacaları hep böyle bir gururdan başka bir şey ifade etmez.
Nur 51
51- " Şu kendilerine kitaptan (okuma yazmadan) bir nasib verilmiş olanları görmüyor musun! Onlar puta ve şeytana inanıyorlar. Ve Allah'ı tanımayanlara, "Bunlar, müminlerden daha doğru yoldadır." diyorlar.
A’raf 26-27-28
7:26- “Ey Âdemoğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan, takva elbisesidir. İşte bu(nlar), Allah'ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.”
7; 26- Ey Âdemoğulları, muhakkak ki biz üzerinize çirkin yerlerinizi örter, avret yerlerini örter bir elbise, bir de rîş (yani güzellik ve öğünmek giysisi yahut servet ve refah) indirdik. Yerle, gökle, içle, dışla, ferdle, toplumla, tabiatla, sanatla i lgili sebepleri yaratıp ihsan ettik. Âdem ve Havva cennette saklı ve gizli otururlarken ayıpları açılarak yeryüzüne gelmiş oldukları gibi, Âdemoğullarından her biri de ana karnında "döl yatağı" içinde saklı ve gizli olarak rızıklanıp dururken çırılçıplak y eryüzüne indiler. Sonra da ayıplarını örtecek veya giyinip kuşanıp süslenecek şekilde fakirce veya zengince iki çeşit elbise ile korunmaya ve örtünmeye ve hatta güzelleşme ve süslenmeye imkân buldular. Bu arada, takva elbisesi takva hissi veya takva duy g usu ile giyim yani hayâ, utanma duygusu ve Allah korkusu ile giyilen ve Allah'ın izniyle maddî manevî ayıptan, çirkinlikten, zarar ve tehlikeden koruyacak olan korunma elbisesi yok mu, bu, mutlak hayırdır. Sırf faydadır. Elbise nimetinden faydalanma ve istifade asıl bununladır. Zira takva duygusu, korkusu ve imanı, hayâ ve irfanı olanlar zorunlu olarak çıplak bile kalsalar en az Âdem ve Havva'nın yapraklarla örtündükleri gibi ayıp ve örtülmesi gereken yerlerini örter ve muhafaza ederler. Fakat takva duygusu olmayan günahkârlar ne kadar giyinseler yine kıçları, açılmaktan kurtulamazlar. Çünkü bunlar, elbise nimetinin ayıp ve örtülmesi gerekeni örtmek; sıcak, soğuk ve rahatsız edici çirkinliklerden, hastalık sebeplerinden korunmak, düşmandan sakınmak ve nihayet güzel bakışı cezbedecek ve kötü bakışı defedecek, hiç kimsenin ne şehvetinin heyecanına ve ne nefretinin gelişmesine sebep olmayacak faydalı bir sima, edeb ve vakar rahatlığı ile güzelleşme gibi gerçek fayda ve güzel maksatlarını düşünemezler.
Şehvet, kibir ve gururla süslü püslü giysiler içinde kibrini ilan etmek isterken, bir taraftan en kötü yerini açar, hatır ve hayale gelmez zarar ve edepsizliğe düşerler. Bunun için süslü elbise, giysi, şeref ve ihtişam dahi hadd-i zatında ilâhî bir nimet olmakla beraber, birçoklarının gözlerini kamaştıran görünür çekiciliğine rağmen hayır ve mutlak fayda değil, bir gurur metâıdır.
Asıl hayır, takva giysisidir ki, örtülmesi gerekli yerlerin örtülmesi (setr-i avret), namusu korumanın ilk şartını teşkil eder. Bu, yani elbise indirilmesi, Allah'ın âyetlerindendir. İnsanlığa olan lütuf ve yardımını, bağış ve rahmetini gösteren delillerinden ve alametlerindendir. Umulur ki bunu düşünürler. Bundaki delalet vecihlerini, rabbânî hikmeti düşünür Allah'ın nimetlerini hatırlar, tanır veya uslanıp çirkinliklerden sakınırlar.
Rivayet ediliyor ki, cahiliyye Araplarından bir takımları, bu cümleden olarak Humus'tan olmayan A'rab yani bedevîler Kâbe'yiçıplak oldukları halde tavaf ederler ve içinde Allah'a isyan ettiğimiz giysilerimizle tavaf etmeyiz, derlerdi. Çoğunlukla erkekler gündüz, kadınlar gece tavaf ederler, kadınların gündüz tavaf ettikleri de olurdu. Kadın bütün göğüslerini ve göğüslerindekileri açar ve hatta büsbütün çırılçıplak olur, ancak cinsel organına şarap üstüne sinek konmuş gibi hafif, seyrek bir paçavra kor, "tavaf ederken beni kim ayıplar", der ve şu:
"Bugün bunun bir kısmı veya hepsi açılır, açılanını da helâl etmem." beytini söylerdi. İşte bu âyetler bu sebeple nazil olmuştur.
7:27- “Ey Âdemoğulları. Şeytan, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belaya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları, inanmayanların dostu yaptık.”
27- Ey Âdemoğulları, sakının şeytan sizi de belaya düşürmesin. Ebeveyninizin (babanızın ananızın) kötü yerlerini, (Mücahid'in tefsirine göre kendilerine fenalık veren günahlarını) kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak, üzerlerindeki takva elbisesini sıyırtarak cennetten çıkmalarına sebep olduğu gibi sizi de aldatıp fitne ve belaya düşürmesin, sakının.
Ve bilinemediği halde bile takva giysisi, iman ve korku hissi onun fitnesine en kuvvetli bir engel teşkil eder. İnsan dışıyla ve içiyle maddî ve manevî bakımdan silahlanmış olur. Takva elbisesi, ile içinden dışından giyinmiş bulunursa, şeytan on a görmediği tarafından, gördüğü halde bile etki edip aldatamaz. Şu halde şeytandan takva elbisesi ile sakının.
Fakat Araplar, eski hac geleneklerinde diretirler ve A’raf 28.ayet iner;
7:28- Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: "Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti." derler. De ki: "Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"
Tefsiri;
7:28-Bu şekilde şeytanlara düşkün olduklarından, o imansızlar bir edepsizlik yaptıkları zaman da: biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize böyle emretti, dediler. Mesela kötü yerleri açmak eski bir âdet ve bununla beraber Allah'ın bir emri olduğunu iddiaya kalkıştılar.
Buna örnek olarak;
“Eğer hille mensubu, üzerindekinin dışında sırf Kabe'yi ziyaret sırasında kullanmak amacıyla daha önce giyilmemiş başka bir elbise getirmişse tavafını onunla yapar, sonra çıkarıp orada bırakır ve "lekâ" denilen bu elbiseye el sürülmez, çürümeye terkedilirdi. Temiz elbise bulamamış hilleye mensup kadınların da avret mahallerini elleriyle kapatarak çıplak katıldıkları tavaf bittikten sonra Safa ile Merve arasında sa'y yapılırdı. Arkasından İsâf'ın putunun (heykel) yanında kurbanlar kesilir, kanından Kabe'nin duvarlarına sürülürdü; kurban kesenler bu etlerden yemezlerdi. Daha sonra her kabile hangi tanrı için ihrama girmiş ve telbiye getirmişse onun putunu ziyaret eder, yanında tıraş olur ve ihramdan çıkardı.”
Ey büyük Peygamber! Sen de ki: Muhakkak Allah edepsizliği emretmez. Edepsizlik, fenalık, günah eskiden beri bir âdet olabilir, fakat şurası muhakkaktır ki, Allah onu emretmez. Bir de tutup bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı söylüyor musunuz? Bilmediğiniz şeyi biliyormuş gibi tutturup Allah'a karşı yalan ve iftiraya kalkışmak ne büyük cüret ve cahillik!... Hiçbir dinde, hiç bir peygambere hiç bir vahiyde, hiç bir akılda Allah'ın edepsizliği emrettiğine veya edeceğine delalet edecek hiç bir şey yoktur. Ve iyi bilmek gerekir ki, insanları edepsizliğe, terbiyesizliğe, günaha davet eden rûhî ve fikrî dürtülerin, ilim ile, ilham ile, vahiy ile ilgisi yoktur. O, bir şeytan vesvesesinden başka bir şey değildir.
Hicretin “9.” Yılında, 630’da Meke’yi fethettikten sonra Muhammet gayrimüslümlere haccı ve Müslümanlara çıplak tavafı “Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac yapmayacak, kimse Beytullah’ı çıplak tavaf etmeyecektir.” Diyerek yasaklamıştır.(Buhari hac 67)
Mecusilerin aile yaşamları ile ilgili olarak, son Osmanlı halifelerinden Abdülhakim Arvasi’nin “Tam İlmihal Saadeti Ebediyye” adlı kitabında şu bilgiler yer alır;
Nikah;
Müslümanın nikahladığı Hristiyan küçük kızın anası ve babası sonradan Mecusi olsalar, Dar-ül Harbe gitmeseler bile kızın nikahı bozulur. Bu ikisinden biri Hristiyanken ölse, kızın nikahı bozulmaz.
Dörtten fazla zevcesi olan veya iki kız kardeşle veya ana kız ile bir arada evli olan bir kafir imana gelse sonradan almış olduğunun nikahı bozulur.
Anası babası Müslüman olduğundan Müslüman sayılan nikahlı kız, akıl baliğ olup ergenleştiğinde Müslümanlığı bilmezse mürted olur ve boş düşer. Belli dini olmadığı için milletsiz kâfir olur. Böyle olanlara akıl baliğ olunca Müslümanlığı anlatmalı, yani Allah’ın sıfatlarını ve imanın altı şartını (Amentüyü)anlatıp, sonra “böyle midir” diye sormalıdır.
Müslüman ana-babanın çocuğu akıl baliğ olduğunda “la ilahe illallah, Muhammeden resülullah” demekle Müslüman olmaz. İmanı yani Amentüyü bilmesi, anlatması da lazımdır. Bu konular İbni Abidinden tercüme edilmiştir.””
Abdülhakim Arvasi, Mecusi olan ana babanın kızının nikah düşmesini işlediği metinlerde, üstü örtülü aile içi cinsel ilişki endişesi vardır. Yoksa, bir kız çocuğunun Hristiyan olan ebeveyninin Mecusi olduklarında nikahının düşmesi için başka neden yoktur. Buradaki endişe Mecusilerdeki aile içi ensest cinselliğin verdiği endişe vardır. Çünkü bu endişe bilinen Kanonik İncillere inanan Hristiyan için geçerli değildir. Mecusiliğe döndüklerinde nikah düşer derken anlaşılması gereken Mecusilerin ensest gelenekleridir.
İSLAM ÖNCESİ ARAP CİNSEL YAŞAMI
Şimdi, Yahudilerin tarih kitabı olan Tevrat’tan çıkıp, din kitapları olan Talmud’ a bir göz atalım ve Sasani şahı Şapur zamanında Mani dinini yapan Yahudilerin yeniden Mecusilik dinine göre dinlerini düzenlemeyiş kabul ettiklerinden dolayı Sabilik, Zerdüştlük, Hinduluk, Sümer, Mısır kalıntısı sapıklığın zirvesini görelim;
TALMUD PEDOFİLİ ÖĞÜTLEYEN GİZLİ YAHUDİ KİTABI
Ortodoks Yahudiliğinde M.Ö.II.yüz yılda yaşayan en çok hürmet edilen, otorite kabul edilen Rabbilerin ikincisi belki birincisi de Tannaim’dir. O da Ferisilerie çok yakın olan Filistin’de yaşamıştır ve kökeni de Babil’dir ve oda “Misnah’ı (Dil Yasası) yazmış, bu kitap daha sonra “Babil Talmud’u” adını almıştır. Tanna, Ortodoks Yahudiler arasında Musa’dan daha fazla ilgi görmüştür.
Talmud, Yahudi dini otoriteler ve Yahudiler arasında en çok ilgiyi çeken kitaptır, Yahudilere, bilgeleri Ben Yohai nin Talmuda geçen ve söylediği sözlerinin istediği dışında, cennette Allah tarafından ona öğretildiğine inanırlar.
Talmud, Yohai nin öğretmeni olan Rabbi Akiba nın; “Musa ölünce cennete gitti ve Rabbi Akiba ya dikkatle baktı, Tevrat ta bu mükemmel açıklanır. Bu yüzden ben Yohai, Talmud da pedofiliye yetki vermiştir ve Talmud, bütün zamanlar boyunca Yahudilerin kitabı olacaktır.
Dikkatle okunduğunda pedofiliye izin veren Talmud ayetleri, bebek gelinleri gerçek Yahudilerden değil, kılıçla veya gönüllü Yahudi dinine giren “Goyim” dedikleri kölelerden seçmektedir.
Talmud, Mişna ve Gemara adlarında iki bölümden oluşur. Ancak, bölümleri kitap kabul edildiğinden, yeni ve eski eklemeler ile 63 kitap olduğu kabul edilir. İ.S.II. yüzyılda, pedofiliye düşkün bir rahip olan M.S.II.yy.da yaşamış Talmud rahibi olan Simon Ben Yohai, en yararlı, en ikna edici olandır. Yahudi rabbileri içinde ona yaklaşacak olanı yoktur. Zohar veya Kabala adıyla bilinen kitapların yazıcısı olan Ultra Ortodoks Yahudidir. Talmud, çağdaş Talmud Yahudiliğinde pedofiliyi uygun bulmaktadır. “Halachah (Halaça/Halaka)” veya Yahudi hukukunu bağlayandır. Bu özellikleri yüzünden de din adamlarının eğitiminde kullanılır.
Kidduşin 41a,Nidda 13b de, “üç yaşın altında veya üstünde bir çocukla evliliğin yasaklandığını da hatırladığımızda, Musa zamanında da olduğu gibi, isyankar Yahudilerin sık sık komşuları Sabilerin, Filistinlilerin, Asurların dinlerine geçtikleri ve Babil sürgünü olayının da bu yüzden Allah/Yahwe tarafından lanetlenmeleriyle olduğu destan gibi işlenmektedir.,
Sonunda Yahudilerin 3.300 yıldan az olmayan geçmişlerinde bunların olması çok doğaldır. Her Yahudi’yi de böyle olmakla suçlamak için değil, dinlerin sapıklıkların kaynağı olduğunu göstermek için yazıyoruz.
Bir rahip sapıklık öteki, ehveni şeri yayıyor ama dinlerin iyi bir şey olmadığının da delillerini bu kayıtlarıyla veriyorlar. İşte pedofilik sapıklıklarına örnekler;
Sanhedrin 55b R.Joseph said: “Gel ve işit, üç yaşında bir bakire, istenildiğinde bir günlüğüne cinsel ilişki gerektiren bir evliliği yapacak, ve kocası ölmüş ise ölenin erkek kardeşi onunla karı koca olacak ve kız onun olacak.”
Yebamut 57b: Üç yaşında bir kız bir günlüğüne cinsel ilişkiyle nişanlanacak….,
Yebamut 69a,69b ve 60’da tartışıldı; Üç yaşında bir bakire, cinsel ilişkili bir evlilik yapacak ve kocası ölmüşse erkek kardeşi onunla karıkoca olacak ve kız onun olacak.
Talmut Yebamut 60; Düşünüldü:R.Simeon ben Yohai dedi ki, Üç yaşın altındaki bir dönme kız, bir rahiple bir günlüğüne evlenecek. Böyle denildiğinden, ancak onlarla uzanıp yatan adamları tanımayacak olan bütün kadın ve çocukları kendiniz için tutacaksınız ve Phineas onlarla olacak.”
Yasayı koyan rahip Phineasın, kendisinin üç yaşın altında bebek bir kızla evlendiğinden, Talmud onu aklamak için böyle çocukların evlilik için uygun olduğunu kanıtlamaktadır.
Yebamut 60b; yasal İsrail toprağında sakinleriyle görüşülen bir kasaba vardı ve Rabbi, R.Romanos’u araştırma için gönderdi ve bir dönmenin (Yahudiliğe girenin) üç yaşın altında kızını buldu ve onun bir günlüğüne rahiple birlikte kalmasının uygun olacağını ilan etti.”
Misnah
Babil Talmudu Soncine 1961 basımı s 309
Niddah 44b : ÜÇ YAŞINDA BİR KIZ,BİR GÜNLÜĞÜNE, CİNSEL İLİŞKİ İÇİN NİŞANLANABİLİR. BİRİ CİNSEL İLİŞKİ YAŞINDAN KÜÇÜK İSE KIZIN GÖZÜNE PARMAĞI BATMIŞ GİBİDİR. Babil Talmudu Ketubi 11b
GEMARA
Babil Talmudu Soncine 1961 basımı s.20,21
…Rabbi Hişda itiraz eder; Henüz aybaşı kanı görme çağına gelmemiş bir kız evlendirilebilir. Beth Shamnai der ki; Ona dört gece verilir. Hillel in bir öğrencisi der ki; Yarası iyileşinceye kadar (cinsel organın). Aybaşı kanı gören evlendirilir. Beth Shemnai der ki; Ona bir gece verilir. Beth Hillel der der ki; Gece takip eden Şabbat/Cumartesi gününe kadar dört gecedir.
Talmud’da göre, dokuz yaşın altında bir oğlan, erkek, üç yaşın altında bir kız, kız değildir.
Kulamparalık, Oğlancılık Etmek;
Rabbilerimiz öğrettiler ki;
Rabbi dedi ki; Dokuz yaşın altında bir çocukla yapılan oğlancılık, oğlancılık olarak görülmez.
Samuel dedi ki; Üç yaşın altında bir çocukla oğlancılık etmek, yukarıda anlatılan çocuğa yapılan muamele değildir.
Bu sapıklıklarından mıdır yoksa kendisine iman etmediklerinden midir tartışmalı olan bu konu dışında, İsa kendi halkı Ferisileri iki yüzlülük ve cenabetlikle suçlamaktadır;
İsa Yahudileri bu yüzden suçlamaktadır;
Matta İncil’i 23:27,28; “Vay sizin başınıza geleceklere Ferisiler ve yazıcılar. Hepiniz dışarıdan beyaza boyanmış mezarlar gibisiniz, dışarıdan güzel ama içinde ölü adamın kuru kemikleri bulunurcasına kirlisiniz (Cenabet). Dışarıdan bakıldığında doğru insanlar gibi ama içinden iki yüzlü ve günahkar görünüyorsunuz.”
Ama o da sapıktır;
Thomas İncili 37;
(37)
(1) His disciples said: “When will you appear to us, and when will we see you?”
(2) Jesus said: “When you undress without being ashamed and take your clothes
(and) put them under your feet like little children (and) trample on them,
(3) then [you] will see the son of the Living One, and you will not be afraid.”
Thomas İncili 37;
1-Öğrencileri dediler; Bize ne zaman görüneceksin? Seni ne zaman göreceğiz?
2-İsa dedi;”Utanmaksızın bütün elbiseleriniz çıkardığınız, ayaklarınızın altında çocuklar gibi tepinerek çiğnediğinizde;
3-Sonra, “Yaşayan Bir*”in oğlunu göreceksiniz ve korkmayacaksınız. *(Hay-Melki d Nura)
Thomas İncil’ine göre Kadın Cennete Giremeyecektir.Girebilmesi için kendini erkek yapması gerekecektir.;
(114)
(1) Simon Peter said to them: “Let Mary go away from us, for women are not worthy of life.”
(2) Jesus said: “Look, I will draw her in so as to make her male,
so that she too may become a living male spirit, similar to you.”
(3) (But I say to you): “Every woman who makes herself male will enter the kingdom of heaven.”
Thomas İncili 114
1-Simon Peter onlara dedi; “Meryem’e izin verelim, kadınlar yaşam için değerli olmadığından” aramızdan çıksın”
2-İsa dedi; “Bak, onu erkek olarak yeniden yaratacağım ve senin gibi bir yaşayan erkek ruhu olacak, senin benzerliğinde.”
3-Ama sana diyorum ki; “Kendini erkek yapan her kadın, cennetin krallığına girecektir.”
Ayetler, Mısır Nag Hammadi Kütüphanesinin internet sitesinde bulunan Thomas İncil’i kayıtlarından alınmıştır.
İsa’nın oğlancılığı, kulamparalığı diğer İncillerde de geçmektedir;
İncil’de Hz. İsa “Tanrının oğlu” kuzu veya güvey olarak gerekli detayı veriyor:
İsa yeryüzünde yaşayan bizlerin de “Güvey”i olduğunu söyler, yani “damat”;
İncil 9:14 “Bunun üzerine Yahya’nın öğrencileri İsa’ya yaklaşıp sordular: ”Neden Ferisiler ve biz oruç tutuyoruz da, öğrencilerin oruç tutmuyor?”
9:15 “İsa onları şöyle yanıtladı:”Güvey” kendileriyle birlikteyken, yakınları yas tutar mı? Ama güveyin onlardan alınacağı günler gelecek,o zaman oruç tutacaklar.”
Aynı Ayet Matta İncilinde de tekrar edilir;
İsa’nın inananlarına GÜVEY olması;
Oruçla ilgili soru Matta 2:15-“”İsa şöyle karşılık verdi; Güvey hala aralarındayken, davetliler yas tutar mı hiç? Ama güveyin aralarından alınacağı günler gelecek, onlar işte o zaman oruç tutacaklardır.”
Katolik İncil’ine göre İsa /Allah, güvey, 12 havarisi/Öğrencisi/peygamberi de gelinleridir. Onlar gelin olunca Hristiyanların hepsi de gelin olmaktadır, hem de “3” yaşından itibaren;
Kıyamette, insanlardan yenilenen dünyada yaşamalarına izin verilmesi karşılığında alınacak fidye de insandır. 12 Yahudi kabilesinden seçilecek 12. bin kişiden üreyecek “ilk erkek çocuklar” kurtulmalık” yani “fidye“ olarak alınıp götürülecektir. Hem de “bakir,kız oğlan kız” olmaları şartı ile;
“Yuhanna Vahiy-Kuzu ve Kurtulanlar 1-5; Sonra Sion Dağında Kuzuyu (Allah-İsa) ve onunla birlikte 144.000 kişinin durduğunu gördüm. Alınlarında Kuzunun ve Babasının adı var. Ardından çağlayan suların ve güçlü gök gürlemesinin sesini andıran bir ses duydum gökten. Duyduğum ses harp çalan çalgıcıların çalgı sesini andırıyordu. Tahtın dört yaratığın ve ihtiyarların önünde yeni bir ezgi söylüyorlardı. Yeryüzünden kurtulmalık karşılığında sağlanan 144.000 kişiden başka hiç kimse bu ezgiyi öğrenemiyordu.”
Ve Güvey’e verilecek Gelinler:(Ayet devam ediyor)
Bunlar kadınlarla ilişki sonucu lekelenmeyenlerdir. Çünkü kız oğlan kızdırlar. Kuzu (İsa) her nereye giderse Onun ardı sıra gidenlerdir. İnsanlık içinden Tanrıya ve Kuzuya “kurtulmalık” karşılığında sağlanan ilk üründürler.
Ağızlarında hiçbir yalan bulunmadı. Suçsuzdurlar.”
Ayetinde bir diğer ilginç nokta ise, insanlar “kadınla ilişkiye girmekle kirlenenler grubuna dahil edilmişlerdir. Evliliği şart koşan bir Tanrı, bunu “kirlilik” sayıyor ve bizleri aşağılıyor.
Ayrıca “3” yaşında masum e rkek çocuklarına da “kızoğlan kız/Bakire” diyor. El insaf. Bir de Müslümanlara ve Türklere eşcinsel deyip 1000 yıl Haçlı seferi açan, işgal ettikleri Türk topraklarında masum Müslümanları ve Müslüman Türkleri diri diri evlerine, camilere doldurup yakmalarını emreden Vatikan papalığı bu ayeti ya hiç okumamıştır ya da kasıtlı olarak Hristiyanları böyle bir insanlık suçuna teşvik etmiş, insanlık suçu işletmiştir.
Kadın aybaşı gördüğünden yaratılıştan kirli ve günahkârdır, dokunan kirlenir boy abdesti almalı ve vaftiz olmalıdır. Zavallı tavşanlar da aybaşı olduğundan aynı kaderi paylaşmışlardır. Bazı Yahudi geleneklerinde bu Tevrat ayeti gereğince tavşan geçen tarla yedi yıl ekilmez” inancı vardır. Bunu ilk işittiğim yer Tunceli’dir. Sonra da Tevrat’ta bunu bulunca çok şaşırmıştım.
İslam’a da geçen bu kirlenme olayı nedeniyle cinsel ilişki sonrası boy abdesti alınır. Nisa Suresi 15. Ve 16. Ayetlerde kadın ve erkek eşcinselliği yasaklandığından, İslam’ın kirlilikten kurtulmak için aldığı boy abdesti, kadına dokunmakla alakalı olmayıp, ilişki esnasında boşalma, terleme nedeniyle oluşan kirlilikten temizlenme olarak kabul görmüştür. En azından Hanefi mezhebi böyle görmektedir. Tevrat’ın da bunu doğrulayan ayeti vardır, ancak erkek yıkansa da akşama kadar cenabetlikten kurtulamaz. Hatta, cinsel ilişkiye girmediği halde kadına dokunsa dahi kirli/cenabet sayılmaktadır. Bu kadının adet süresi boyunca dokunduğu çanak, çömlek, yatak, yorgan, ev eşyası, hayvan, bitki her nesneyi de kapsamaktadır. Onlara da dokunan cenabet sayıldığından, Yahudilerin yaptığı kestirmeden, eşleri aybaşı olduğunda evi terk etmektir. Şimdi Tevrat Levililer kitabından okuyalım;
Lev.15: 18 Bir adam kadınla cinsel ilişkide bulunurken menisi akarsa, ikisi de yıkanacak ve akşama kadar kirli sayılacaklardır.
Lev.15: 19 "'Âdet gördüğü için kan kaybeden kadın yedi gün kirli sayılacak. Ona dokunan da akşama kadar kirli sayılacak.
Lev.15: 20 Âdet gördüğü günlerde kadının üzerinde yattığı ya da oturduğu her şey kirli sayılacaktır.
Lev.15: 21 Kim kadının yatağına dokunursa, giysilerini yıkayacak, yıkanacak, akşama kadar kirli sayılacaktır.
Lev.15: 22 Kim kadının üzerine oturduğu herhangi bir şeye dokunursa, o da giysilerini yıkayacak, yıkanacak, akşama kadar kirli sayılacaktır.
Lev.15: 23 Kadının yatağındaki ya da oturduğu şeyin üzerindeki herhangi bir eşyaya dokunan herkes akşama kadar kirli sayılacaktır.
Lev.15: 24 Âdet gören kadının kirliliği onunla yatan adama da bulaşır. Adam yedi gün kirli kalır ve yattığı her yatak kirli sayılır.
Lev.15: 25 "'Eğer bir kadının âdet günleri dışında uzun süreli bir kanaması varsa, ya da kanaması âdet günlerinden sonra da devam ediyorsa, kanaması olduğu sürece âdet günlerinde olduğu gibi kirli sayılır.
Lev.15: 26 Kanaması olduğu sürece, âdet günlerinde olduğu gibi, yattığı her yatak ve üzerine oturduğu her şey kirli sayılacaktır.
Lev.15: 27 Kim bunlara dokunursa kirli sayılacak. Giysilerini yıkayacak, yıkanacak, akşama kadar kirli kalacaktır.
Lev.15: 28 "'Ama kanama durursa, kadın yedi gün bekleyecek, sonra temiz sayılacaktır.
Lev.15: 29 Sekizinci gün iki kumru ya da iki güvercin alıp Buluşma Çadırı'nın giriş bölümüne getirecek ve bunları kâhine verecek.
Lev.15: 30 Kâhin birini günah sunusu, ötekini yakmalık sunu olarak sunacak. Böylece kadını kanamasından doğan kirlilikten RAB'bin huzurunda arıtacak.
Lev.15: 31 "'İsrail halkını kirliliğinden arındıracaksın. Öyle ki, aralarında bulunan konutumu kirletip kirlilik içinde ölmesinler."
Kadının sadece doğasının kendine verdiği bir eksiklikten veya eksiklik görülen, vücudunun doğal temizlenmesi olan aybaşı hali yüzünden ne kadar aşağılandığını okuduk.
Hz. Ömer’den rivayet edilen bir hadiste de işlendiği gibi Ömer’in Bir kız çocuğumuz olduğunda, utancımızdan yüzümüz kızarır, insan içine çıkamaz olurduk ve o masum çocuğu çöle götürü diri diri kuma gömerek öldürürdük “ hadisinin gerekçesi de bu Tevrat ayetlerinde yeterince açıklanmış oldu.
Bu sapkın geleneğin İncil ve Kur’an’a uzanmasını tuhaf karşılamamak gerekir. Çünkü hiçbir yeni dini anlayış zaten olağan karşılanmaz ve tepki görür. Bu yüzden sayısız peygamberlerin öldürüldüğünün Kur’an da yazmakta ve Yahudileri suçlamaktadır. Yeni gelen din eski dinin kutsal sayılan geleneklerini ret ettiğinde din de ret edilir kabul görmez.
Levililer kitabında her ne kadar erkek eşcinselliği yasaklanmışsa da, kadının yukarıdaki ayetlerle aşağılanması, kirliliği yüzünden lanetlenmesi Yahudileri homoseksüel yaşama itmiştir.
İşte Tevrat Samuel kitabında tapınakta Allah/Yahve için pişirilen kutsal ekmeğin en az 15 gün kadına dokunmayana verilmesi geleneği;
1Samuel 21:3,4,5,6.
3- Şu an elinde ne var? Bana beş somun ekmek ya da başka ne varsa ver.”
4- Kâhin, “Taze ekmeğim yok” diye karşılık verdi, “Ama adamların kadından uzak kaldılarsa kutsanmış ekmek var.”
5-Davut, “Yola çıktığımızdan her zaman olduğu gibi, kadından uzak kaldık” dedi, “Sıradan bir yolculuğa çıktığımızda bile adamlarım kendilerini temiz tutarlar; özellikle bugün ne kadar daha çok temiz olacaklar.”
6 Bunun üzerine kâhin ona kutsanmış ekmek verdi; çünkü orada huzura konan ekmekten başka ekmek yoktu. Bu ekmek RAB’bin huzurundan alındığı gün yerine sıcak ekmek konurdu.
Bir erkek kutsal ve temiz olacaksa kadından uzak yaşayacaktır. Tevrat böyle emrediyor. Böyle olunca da homoseksüel olacaksın başka yolu var mı?
İşte Davut peygamber de bu yüzden Kral Saul’un oğlu Yonatan ölünce ona olan aşkını böyle dile getirir;
Tevrat 2Saulun Ölümü 1:26;
Senin için üzgünüm, kardeşim Yonatan.
Benim için çok değerliydin.
Sevgin kadın sevgisinden daha üstündü.”
Hani eşcinsellik yasaktı?
Matta İncil’i de kadınla ilişkiye girerek üreyen gezegenimizdeki erkekleri aşağılamayı sürdürür;
Matta 11:11 “Doğrusu size derim ki, kadınlardan doğanlar içinde Vaftizci Yahya’dan üstün olanı çıkmamıştır. Ama, göklerin hükümranlığında en küçük olan ondan üstündür.”
Ay hali yüzünden kusurlu sayılan kadından doğan ve onunla ilişki sonucu üreyen insanların günahkar sayılmaları ve arındırılmak için vaftiz edilmeleri ancak insanları din ile soymayı, devletçe köleleştirmeyi amaçlayan ruhban ve devlet ortaklığına hizmet etmektedir.
Thomas İncil’i 111. Ayeti tekrar okuyalım;
1-Simon Peter onlara dedi; “Meryem’e izin verelim, kadınlar yaşam için değerli olmadığından” aramızdan çıksın.”
İsa ve öğrencileri arasında Meryem’in bulunmasını “kadınlar Yaşam* için değerli olmadığından” aramızdan çıksın” ifadesinde geçen “Yaşam” Sabilerin din kitabı Cinze’de İlk Yaratılış tanrısı, fiziki tanrıların ve evrenin yaratıcısı, maddi bedeni olmadığından heykeli de yapılmayan Işık Kralı Melki d Nur’a, Rahman ve Rahim olarak bilinen ve Hayy/Hayya adıyla geçen, Kur’an Ayet el Kürsi (Bakara 2:255) duasında geçen Allah’ın “Hayyül kayyüm”; Ali İmran Suresi 3;2- 2. Allah... İlâh yok O'ndan başka... Hayy'dır O, Kayyûm'dur.” Ayetlerinde Allah’ın sıfatları olarak belirtilen Allah’ın Hayy=Hayat=Yaşam anlamına gelen sıfatlarıdır. Arapça “Hayat” kelimesinin de kökeni Aramice “Hayy/Hayya’dır.” İsa’nın babası Kutsal Ruh’un da Hay olduğu kanaatindeyim. Çünkü Hristiyanlığı yapan Nasrani’ler de Sabi dini geleneklerine göre yaşayan Yahudilerdi.
Bu bilgiye göre “kadınlar Yaşam(Allah) için değerli olmadığından” diye yorumladığımızda, Allah’ın kadınlara değer vermediğinden göklerde/cennette istemediğini anlamamız gerekir. Allah için değeri olmayan, “aybaşı hali olan kusurlu kadın” yaratıcısınca cennette istenilmemektedir. Meryem de olsa kovulmalıdır, anlayışının hâkim olduğu inançlara din diyoruz, buna rağmen dindarlıkta erkekleri yaya bırakan kadınların da aklına şaşıyorum.
Kısaca, göklerde yaşayan hayvan dahi olsa bizden üstün sayılıyor. Peki, bunlar İslam’da var mı?
İslam alimlerinin geçmişte “İncil’in değişmiş olduğunu söyledikleri doğru ise bu olay Kur’an’da olmamalı mı?
Hristiyanlığı yapan Nasıra’lı Sabi Yahudileri, İslam’ın peygamberi Sabi Muhammet olunca Sabi tanrısı Hayy/Yaşam’ın adının ve ensest aile içi evlilikle üreme, kadını hakir gören, tanrısının Adem’e Ey Adem, sana zenginlik olsun diye oğullar, kızlar ve mallar verdik. Bunlar senin karıların ve kölelerindir, istediğini eşin yapar, istediğini satabilir, kiraya verebilirsin diyen, cinsel sapıklık temelli dini geleneklerinin dinde olmaması düşünülemez.
Ama Roma’nın eşcinsellik yasaklarının Muhammet’ten 120 yıl önce yaşamış Ayasofya’yı yaptıran Büyük Jüstinyen’in “Allah Lut kavmini gökten yağdırdığı yanan taşlarla yakmış, ben de bütün eşcinselleri ateş çukurlarında yakacağım” diyerek çıkardığı en sert yasak uygulanırken, Roma vilayeti olan Hicaz’lı Muhammet’in Kur’anı da kadın ve erkek eşcinselliğini Nisa Suresi 15. Ve 16. Ayetlerde yasaklamıştır.
Nisa Suresi 4;15 ve 16.ayetler;
4; 15. Kadınlarınızdan eşcinsellik/sevicilik yapanlara karşı içinizden dört tanık getirin; eğer tanıklık ederlerse o kadınları, ölüm canlarını alıncaya ya da Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar evlerde tutun.
4;16. Eşcinselliği içinizden iki erkek yaparsa onlara eziyet edin. Bu ikisi tövbe eder, durumlarını düzeltirlerse onlara eziyetten vazgeçin. Allah Tevvâb'dır, tövbeleri çok kabul eder; Rahîm'dir, merhametine sınır yoktur.”
Ama Arap huyundan vaz geçemez, bunu “cennette verilecek ödül” olarak koymuştur.
Tur Suresi 20. ayette;
20-“sıra sıra dizilmiş çok güzel koltuklara yaslanarak; kendilerine güzel, iri gözlü hurileri de eş etmişizdir.”
Arapçası: 20. “Muttekiine ala sururim masfufeh ve zevvecnahum bi hurin ıyn”
“Hurin-huriler ” anlamındadır.Hem erkek hem de dişi olan insanı tarif etmektedir. Yani doğuştan kadınsı erkekler. Transseksüeller.
ve Vakıa Suresi :
“17-Çevrelerinde ölümsüzlüğe erdirilmiş gençler dolaşırlar.”
“Yetufu ‘aleyhimveldanun muhalledune.”
“Veldanun-Vildanlar– yani “Huri” ile anlamdaş olarak kullanıldığından “hem erkek hem dişi-eşcinsel erkekler” olarak anlaşılmaktadır. Tur Suresi 20.ayette;
20-“sıra sıra dizilmiş çok güzel koltuklara yaslanarak; kendilerine güzel, iri gözlü hurileri de eş etmişizdir.”
Arapçası: 20. “Muttekiine ala sururim masfufeh ve zevvecnahum bi hurin ıyn”
“Hurin-huriler ” anlamındadır. Huri eril Huriye dişil addır. Nuri eril Nuriye dişil, Hayri eril, Hayriye dişil addır. Huri, hem erkek hem de dişi olan insanı tarif etmektedir. Yani doğuştan kadınsı erkekler. Yunanlılar bunlara Hermafrodit derler. Hermes ile Afroditin bir oğulları olur ve büyüyünce çocuğun kadınlık organı da çıkar bu yüzden baba ve ananın adları birleştirilerek çocuğa verilir. Herm+Afrodit adı böyle çıkmıştır. Hicaz Arapları da M.Ö.IV.(4.) yüzyılda gelen Büyük İskender’in fetihlerinden beri Yunan dini Teke Tanrı ibadetine bağlıydılar ve teke keçi Grek kavmi Araplarda kutsaldı. Teke tanrı ibadetinin geçmişi Mısır teke tanrısı Ptah tapınıcılığına kadar uzanır ve Büyük İskender’den 1000 yıl eskilere uzanır. Zaten, Heredot da Greklerin Pan Teke Tanrı dinini Mısır’dan aldıklarını yazar. Büyük İskender büyük bir homoseksüeldi.Çünkü, Sümer,Mısır, Hint, Fars, Grek dinlerinde homoseksüellik ibadetti ve kutsaldı.
ve Vakıa Suresi :
“17-Çevrelerinde ölümsüzlüğe erdirilmiş gençler dolaşırlar.”
“Yetufu ‘aleyhim veldanun muhalledune.”
“Veldanun-Vildanlar– yani “Huri” ile anlamdaş olarak kullanıldığından “hem erkek hem dişi-eşcinsel erkekler” olarak anlaşılmaktadır.
Kur’an’ın 76. Suresi olan Dehr/İnsan Suresinde de “erkeklerin cennet yaşamı, onlara verilecek ödüller, ipekli giysileri, yakacakları küpeleri, bileziklerini de anlatılır. Erkekler cennete Güvey değil GELİN olarak gidiyor iması verilir ki bu da yukarıdan beri saydığımız Tevrat, İncil ayetlerine tamamen uygundur.
Kur’an-ı Kerim İnsan/Dehr Suresi 76;19.-20.-21. Ayetler;
76;19. Dolaşır çevrelerinde, sürekli görevlendirilmiş gençler. Görseydin onları, dizilmiş inciler (Vakıa 17’yi oku) sanırdın.”
76;20. Oraya baktığında, nereye göz atsan büyük bir nimet, büyük bir mülk ve yönetim görürsün.
76;21. Üzerlerinde yeşil-ince ipeklerle, sırmalı, kalın ipeklerden giysiler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Ve Rableri onlara tertemiz bir içki ikram etmiştir.
76;21.ayet’te cennetlik erkek, kadın gibi yeşil ipeklerden giyinir, gümüş bileziklerle süslenir, Rab/Allah’da Nuri Alço gibi içki ikram eder. İçine viyagra da atıyor mu dersiniz?
Şimdi ayetin tefsirini verelim. Elmalılı Hamdi Yazır Tefsirinden;
76;21. "Onların üzerinde vardır". Bu, o nimete sahip olan kişilerin görüldükleri sıradaki veya etraflarında dolaşılırken ki hallerini açıklamaktadır. Yani "sen gördün" mânâsından veya "onların etrafında dolaşır" âyetindeki zamirden veya ta yukardaki "yaslanmışlardır" sözünden hal olarak ipeği açıklamaktadır. Yani, o nimet içindeki kişileri gördüğün vakit veya ölümsüz hizmetçilerle etraflarında dolaşıldığı veya koltukları üzerine oturdukları sıradaki halleri, üstlerinde giyim yahut üst taraflarında tezyinat olarak yeşil sündüs giysiler vardır, yani sündüs adı verilen gayet ince ve zarif ipek kumaşlardan yeşil giyecekler "ve istebrak vardır". Yani kalın veya sırmalı ipek kumaşlar ki "Sündüs ve atlastan elbiseler giyerler."(Duhan, 44/53) mânâsınca sırasına göre giyinirler veya oturdukları yerler aşağıdan yukarı ve yukardan aşağı bunlarla donatılmıştır. Aslı Arapça olmayan bu "sündüs" ve "istebrak" kelimeleri hakkında çok söz söylenmiş ise de bizim anlayacağımız ince ve kalın ipek kumaşların en güzelleridir.
Ve gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. "Onlar süslenmişlerdir." cümlesindeki zamir, hizmet eden ölümsüz hizmetçilerin yerini tuttuğuna göre, bunların böyle süslenmeleri akla uygundur. Cennetteki kadınlar hakkında da yaraşır.
Erkekler hakkında bu tarz süslenmek nasıl övülebilir? diye bir soru akla gelebilir. Bunu cennettekilerin zevkine havale etmek şeklinde bir cevap yeterli olabilirse de bunun akla uygun bir yorumu da yok değildir. Çünkü kollarındaki bu bilezikler, cennet ehlinin dünyada elleriyle yapıp uzmanlaştıkları salih amellerin simgesi olan mükafattır. Bazı âyetlerde altın ve gümüş bilezikler diye bunların derecelerindeki farklılığa da işaret buyurulmuştur. Bazıları, "gümüş hizmet edenlerin, altın ise hizmet edilenlerindir….”
Kısaca, erkekler cennete “damat değil, hizmet eden, gümüş bilezik ve ipek giyen oğlan gelinler” olarak gideceklerdir. Parlak, ince ve kalın ipeklilere gümüş bilezik giydiren Allah erkeklere üstüne şarap ta verip kafayı da güzelleştiriyor, cennetin gelin adayları (!) olarak aynı ayetinden tefsirin devamını okuyalım. Allah’ın şarabı uçuruyor vallahi okudukça okuyasınız gelecek;
“Öte yandan bu şarapta, dünya şaraplarında bulunan lekelerden eser yoktur. Bazıları da şöyle demiştir: Bundan maksat sırf ruhanî olan bir şaraptır ki, bu insanı Allah'ın dışında her şeyden uzaklaştıran ilâhî tecellidir.
"Bir duruluk var, su yok; bir hoşluk var, hava yok; bir nur var, ateş yok; bir ruh var, cisim yok".
İbnü Fârıd'ın "Hamriyye kasidesi"de bu mânâ üzere yazılmıştır. Mesela "taıyye" ("tâ" harfi ile biten kaside)sindeki şu beyit ile de bunu kastetmiştir:
"Bana içirdiler de, "şarkı mırıldanma" dediler. Oysa bana içirdiklerini Huneyn dağlarına içirselerdi dağlar şarkı söylerdi".
Hikâye olunduğuna göre, Bâyezid-i Bestami'ye bu âyeti sormuşlar. Demiş ki:
"Allah onlara tertemiz bir şarap sundu. Onlardan başka şeylerin sevgisini temizledi." Sonra da şöyle demiş: Yüce Allah'ın bir şarabı vardır ki, onu kullarının en erdemlileri için saklamıştır. Bu şarabı onlara doğrudan doğruya kendisi içirir. İçtiler mi coşarlar, coştular mı uçarlar, uçtular mı ererler, erdiler mi ayrılmazlar. Onlar "Sadakat meclisinde, kudreti sonsuz bir hükümdarın huzurundadırlar."(Kamer, 54/55) sırrına ermişlerdir…”
Şimdi şu ifadeyi tekrar edelim;
“…Bu şarabı onlara doğrudan doğruya kendisi içirir. İçtiler mi coşarlar, coştular mı uçarlar, uçtular mı ererler, erdiler mi ayrılmazlar.”
Düşünün, o yere göğe sığmayan şah damarımızdan yakın olan, insani, hayvani arzularından arınmış diye anlatılan Allah resmen tecavüzcü Coşkun gibi şarabı eliyle içiriyor, içirdi mi coşturuyor, coşturdu mu uçuruyor, uçurdu mu erdiriyor(!?), erdirdi mi birleştiriyor” kardeşim bu ayet değil resmen tinercilerin porno özlemlerinden başka şey değil beyaaa.
Buraya kadar, İslam’ın doğduğu çağ olan M.S.VII(7.) yüzyılda Yahudilerin ve Hristiyanların Tevrat, İncil kitaplarına dayalı dinlerine göre cinsel sapkınlıklarla dolu yaşamını gördük. Cennete erkeklerin gelin gideceklerini ve Allah’ın şarap ile kandırıp tecavüz edeceğini öğrendik. Afiyet olsun, mekanınız cennet olsun , hahahaaaa
Güneşe Tapınılan Ensest Dinlerden Zerdüştlük;
ZERDÜŞTLÜK
Bu inancın tanrısı Ahura Mazda’dır (kelime anlamı en büyük bilge).Zerdüşt Espantaman bu dinin peygamberidir ve dünyada ilk kez doğaüstü bir tanrının varlığından bahsetmiştir.
Doğal elementleri kutsal sayar ve bu elementler (su, toprak, hava-ateş) kirletilmekten korunur. Bununla ilişkili olarak ateşe, aydınlığa veya güneşe bakılarak ibadet edilir. Bu inanç Zerdüşt Espenteman tarafından getirilmiştir.
Anlam olarak olarak Zerdüşt kelimesi (Zoroaster), Zarathustra 'nın Yunanca karşılığıdır (Zarath: güzel, doğru; üstra: develer demektir). Güzel develere sahip olan anlamını ifade eder. Halk dilinde ise Zerdüşt, yaşayan yıldız olarak nitelendirilir. Zerdüşt dininin yaratıcısı olan üç peygamberden bahsedilir. I. Zerdüşt yaklaşık olarak MÖ 3000 yıllarında yaşayan Mahabat, II. Zerdüşt yaklaşık olarak MÖ 2040 yıllarında yaşayan Haşeng (bunun Hz. İbrahim de olduğu söylenir), III. Zerdüşt ise MÖ 660 yaşayan Zerdüşt'ün kendisidir.
III. Zerdüşt bilge ve ileri bir düşünce adamı ve filozoftur. Zerdüştlük esas olarak III. Zerdüşt tarafından sistemleştirilip yaygınlaştırılır. Zerdüşt'ün kurduğu dinin adına Mazdeizm denilir. Zerdüşt Mazdeizm'le tek tanrılığa yönelirken, egemenlerin gücüyle bütünleşen çok tanrılığı aşar ve tanrıyı egemenlerden alarak, insanlığın özlemleriyle birleştiren bir güce dönüştürür. Soran, sorgulayan tanrının kötülükleri affetmeyeceğine inanır, bu nedenle kötülüklere karşı savaşımını bir tanrı emri olarak öne sürer.
Heraklitos (Anadolu'da Efes'de yaşayan Sokrat öncesi filozoftur. Heraklitos doğadaki her şeyin sürekli değişim içinde olduğunu öne sürmüştür) hareket kuramında Zerdüşt'ün karşıtlar mücadelesi çizgisinden etkilenir. Bundan yola çıkarak, Zerdüşt'ün gök, ışık, güneş ve diğer göksel varlıkların çözümlenmesini yorumlar, bununla fiziksel evrenin öz devinimlerini formüle eder. Zerdüşt'ün felsefi inancının dünyanın beş temel elementten oluştuğunu belirtir. Bunlar toprak, su, ateş, hava ve bitkidir. Bu tespitler kuşkusuz yerindedir.
Zerdüşt inancı, dünyanın altı evreden oluştuğuna inanır. Birinci dönemde iyilik ve kötülük ortaya çıkar. İkinci evrede dünya karanlığa, felakete ve kötülüklere gömülür. Üçüncü evrede iyilik ve kötülük mücadelesinde iyilik kazanır Zerdüşt halklara doğruyu, adaleti göstererek karanlığı ve aydınlığı birbirinden ayrıştırır. Dördüncü evrede ise her tür kötülük ve karanlık kaybolacak, dünyaya barış ve kardeşlik hakim olacaktır. Zerdüşt burada dünyayı aşamalara ayırırken, ilk dönem insanın yaradılış dönemini konu alır. İkinci dönemde, tufanla insanoğlunun uğradığı felaket vurgulanır. Üçüncü dönemde, Zerdüştlük ve sonrasında gelişen uygarlığa vurgu yapılır. Dördüncü aşama da ise insanoğlunun geleceğe dair taşıdığı umuda, özgürlük düşlerine çağrışım yaparak, geleceği tasavvur eder.
Tarihte Zerdüştlük, ilk defa insan iradesine özgürlük tanıyan ve iradeye önem atfeden bir düşünüş olur. Burada özgür irade, felsefenin başlangıcı ve dinin kul anlayışının reddi olmaktadır. İlk felsefenin (Hint, Çin, Batı felsefesi) Zerdüşt'ten dünyaya yayıldığını belirtmek abartı olmaz. Bu yönüyle gerek felsefede gerekse inanç boyutunda çok özel bir yere sahiptir.
Zerdüşlükte Ateş [değiştir]
Zerdüştlük dini çok derin bir felsefeye sahiptir. Batılı filozoflardan Eflatun kendisini Zerdüşt'ün öğrencisi olarak tanımlamıştır. Yani diyebiliriz ki günümüz modern batı felsefesinin temelidir.
Çünkü ateşin Tanrı Ahura Mazda’nın oğlu olarak inanılmasının yanında insanların ruhlarının da ateşten geldiği ve ölümden sonra da ruhların yapılmış olduğu ateşin çekileceği ve onunla birleşeceğine inanılmaktadır.
Kutsal Kitap [değiştir]
Zerdüşt Dini 3 kutsal şarkı
AHUNA-VAIRYA (Yasna 27.13)
Ölümlü efendiler gerçekleştirirken iradelerini dünya üzerinde,
Böyle onların Aşa Hocalarının bilgeliğiyle;
Vohu Menah'ın armağanları gelir ödül olarak
Yaşamın efendisi sevgiyle yapılmış eylemlere;
Tabii ki Ahura'nın Kşatriya'sı aşağıya gelir
Hizmet edenlere gayretle alçak gönüllü kardeşlerine.
AŞEM VOHU (Yasna 27.14)
İyi olanların en iyisidir doğruluk,
Işıltılı amacıdır dünya üzerindeki yaşamın;
Bu Işık'a ulaşır biri doğrulukla yaşarken
Yalnızca en yüce doğruluk adına.
YENGHE HATAM (Yasna 27.15)
Taparız bu erkeklere ve kadınlara,
Her ibadetleri
Aşa, yaşamın sonsuz yasası ile dolu olan;
Onlar Mazda Ahura'nın gözünde
En iyi ve en ölümlülerdir;
Bunlar en gerçek liderleridir insanoğlunun.
Avesta ya da Zend Avesta [değiştir]
Ana madde: Avesta
Zerdüştçülüğün kutsal metinlerinin derlendiği Avesta genellikle iki bölüme ayrılır. Birinci bölüm Vendidad, Visperad ve Yasna'yı içerir. Vendidad, çeşitli dini yasalar ve efsanevi hikâyelerden oluşur. Visperad, kurban edilirken okunan duaları içerir. Yasna ise benzer dualar ve Avesta'da kullanılan genel dilden farklı bir lehçeyle yazılı beş gata içerir. Avesta'nın ikinci bölümüne Khorda Avesta (Küçük Avesta) adı verilir ve tüm inananlar tarafından farklı elementlerin varolduğu belirli günlerde okunabilen kısa dualar içerir. Bu duaların 5'ine Gah, 30'unaSirozah, 3'üne Afrigan ve 6 tanesi de Nyayish denir.[1]
Zerdüştlerin Yaşam Biçimleri ve Prensipleri [değiştir]
Zerdüştlük inancına göre Tanrı kadın ve erkeği bir arada ve birbirine arkadaş yaratmıştır. Arkadaşlar arasında eşitliği temel alan bu inançta kadın ve erkek eşit olarak kabul edilmektedir. Zerdüşt inancının gelişip yayıldığı bölgelerde çok eşliliğin azaldığı ve tek eşliliğin arttığı görülmüştür. Zerdüştilikte, doğru yaşama, ahlaki emirlere uyma esastır.
Ahlaki emirler; iyi düşünce, iyi söz, iyi iş diye özetlenir.
Fakirlere cömert davranma, yabancılara misafirperverlik, bütün lekelerden uzak kalma, toprağı sürme, sığırlara bakma, sıkıcı şeyleri imha da faziletli işlerden sayılır.
Bazı cinsi konular ve ölü bedenine temas, kirlenmeye yol açar, özel ayinler gerektirir.
Yine Zerdüşt inancı her alanda tarım ve hayvancılıkla uğraşılıp bol üretimin sağlanmasını tavsiye etmektedir.
Temiz hayvanlardan sayılan köpek ve kedinin öldürülmesini büyük günah saymaktadır. Döllenmeyi ve çiftleşmeyi önleme kesin olarak yasaklanmıştır.
Bu inançta şarap içkisi için, dini ibadetle ilgili olup, dini düşüncelerin geliştirilip derinleştirilmesi ve ruh gözünün açılması amacıyla içilmekte olduğu vurgulanır.
Avesta'nın Gatha bölümünde belirtildiğine göre dini inanç alanında şarkı ve şiirlerin önemli bir yeri olduğu görülür. Cenneti şarkılı bir yer olarak değerlendirdiği dikkate alınırsa bunun önemi daha iyi kavranır.
Temel İbadetler [değiştir]
Zerdüştiler Batılı kültürlerde sanıldığı gibi ateşe tapmazlar. Zerdüştiler dünyada bulunan elementlerin saf olduğuna ve ateşin tanrının ışığı veya irfanı olduğuna inanırlar. Dini törenlere ya da ayinlere çok fazla önem vermeden, "iyi sözler, iyi düşünceler ve iyi hareketler" ilkelerine odaklanırlar. Zerdüştler günde birkaç sefer dua ederler.[2]
Zerdüştlükte Evlilik
Zerdüştlükte ensest “En yakın akraba evlilikleri”; Orta İran dönemi (Pehlevilik) metinlerinden olan “Xwedodah (Hedodah)” da baba-kız; ana-oğul;abi/erkek kardeş-kızkardeş (çekirdek ensest aile) ve olabilecek en bozuk dindar eylemlerden birisidir. Bu tür bir birleşme Zedüştlük evren yaratılış efsanesinde bulunmuştur. Kaynaklardaki Avesta teriminin işlevi ve anlamı açık değildir.
Sasani İran’ında ve evvelinde ve özellikle asiller, rahipler ve kraliyet ailelerine atfedilen (hanedan ensesti) Hedodah emri uygulandı. (see/bknz, e.g., Mitterauer, pp. 235-36). Dura Espos (M.Ö.303’de Selevkoslarca Dicle-Fırat arasında Antakya’da kurulan idare) döneminde, Yahudi ve Hristiyan metinlerinden derlenen delillerde Sasaniler idaresi altında Zerdüştlerin bu ensest evliliklerinin olduğunu güçlendirecek delil metinler vardır. İleri Sasani İmparatorluğu edebiyatında Hedodah yeğenler arasında evliliğe yapılan genel evliliklere atıf yapmaktadır. (see/Bknz- Polak, I, pp. 200-1; Darmesteter, 1891, p. 367; Givens and Hirschman; Herrenschmidt, 1994; Bittles et al., p. 75).
Anquetil Duperron 18.yy. ortalarında Parsis’i ziyaret ettiğinde ona yeğenler arasında evlilikten söz edilmiştir ve James Dermester’e göre de böyledir. (1891, pp. 366-68) Persler arasında dışarıdan evlilik enderdir ve ensest evlilik yasa dışı olmasına rağmen yeğenler arası evlilik (cennette evlilik) uygulanabilir ve olağandır…
Seyyahlardan küçük malumatlar sağlanır. Örneğin Adam Clerius(1603-71) İran’a 1635-39 yılları arasında seyahat yaptı ve klasik yazarların belirttiği “anne-oğul; erkek-kızkardeş” karışmasını yukarı kaldıracak bir şey bulamadı.”
Bu sitedeki bilgiler çok uzamaktaysa da İslam dönemi İran’ı aynı zamanda Türk hanedanlarının elinde olan bir İran’dır ve Müslümanlar arasında Hanefiler dışında bütün mezhep ve tarikatlarda yeğen evlilikleri olduğundan hiç birisi daha öteye gidemediklerinden çeviriye son veriyorum.
Zerdüştlük, Hinduluk, Sümer kökenli dinlerdir ve kültürleri benzerdir. Ensest, çekirdek aile evlilikleri
Hindu dini metinlerinde de yer alır;
Ensest,eski metinlerde yaygın olarak bahsedilen bir konudur. Lekhraj Kirpalani, Father of Humanity kitabında kendi kızıyla evlilik düğününden Om Radhe’nin ilahi bir görüş olmasından bahseder
Vasishta adlı bir bilgenin öz kızının kocası olduğu ve onunla ilişkiye girdiğine inanılır. Bir başka hikayede, Tanrı İndra, torununun karısı Vapustma ile cinsel ilişkiye girdiği yazılıdır. Diğer bilgeler de kendi kızlarıyla evlenmişlerdir.
Rig Veda da bile, kız ve erkek kardeşler olan Yam ve Yami’nin cinsel evrimlerinden bahsedilir. Yami, kız ve erkek kardeşler arasında yaygın olmayan cinsel ilişki arzusunu öz erkek kardeşine imalı şekilde söyler.
Erken Pers Döneminde Aile İçi Evlilik
Sayfa 88
Hedotah ile verilen birçok delillerden bilindiği gibi baş döndürücü ensest uygulamaların görüntüler var olmasına rağmen, Sasani döneminde de Zerdüştlerin ensest evlilik konusunda bir tabuları yoktu.
Spooner’ın sözlerinde;
Khwethudalar en azından 1500 yıllık dönemde uygulanmaktaydılar ancak herkesçe uygulanmıyordu. Oldukça yasal ve özel bir evlilikti, ama bu bağlamda çok eşlilik de uygulanmaktaydı. Zerdüştlüğün devlet dini geleneklerinde çocuklar bunlardan muaf mıydı değil miydi konusunda çok iyi bildiğimiz bilgilere göre bir ebeveynin çocukları akrabaydılar, soydaş evliliğin dölleriydiler. 268
Zerdüştlükte beş vakit namaz.;
Sayfa 91-92
Strabo;
Strabo’nun 15. Kitabı Geography, MS I.yüzyılda yayınlandı, Zerdüştlerin cepleri olan Kapadokya’da büyüden bahsetti.
Kapadokya’da (Geniş bir Pyrraethi ‘Ateş Tutuşturanlar’ tarikatı vardı bu bölgede Pers tanrılarına ait çok sayıda tapınaklar vardı.)eklemeye değer Pyraetheia’larda; orta yerde Maji/büyücünün ateşi sürekli yanık tuttuğu yerde bir sunak vardı ve orada çok miktarda küller vardı. Oraya girişte elinde bir demet odunu ateşin önünde tutarak başında keçeden bir rahip başlığıyla yanakları dudaklarından aşağı düşünceye kadar bir saat kadar büyüler yapılırdı.280.
S94
…Bu küllerin arasında uyumak, sunulan buhur ve odun adaklarının kabulünden sonra cemaatle birlikte Avesta’dan duaların okunduğu günde beş vakit günlük ibadet tayin edilmişti. Kuru odun sıcak küllerin üzerine yatırılır, müdahale etmeden, ilahi bir müdahale olmaksızın tutuşması beklenirdi.
Roma Kayıtlarında İranlılarda Ensest Evlilik;
S-83
Xvedodah’ın çeşitli metinlerinde, kozmolojik düzenin sürdürülmesi, kötü ve şeytanlarına karşı savaşılabilmesi için, dini davranışlar, ayinlerde, sürekli yanan ateşi beslemek için odun getirmek, ondalık (Aşar) vergisi vermek, yapılacaklar sıralanırdı. Bu yüzden PRDd.8c1_2’de okuyoruz;
Hedotah kitabı (8c1)Bir yerde Hürmüz Zerdüşt’e dedi; “Tanrı Hürmüz’e ibadet için bu dört şey en iyisidir;
Ateş için odun, buhur ve içki bağışlamak ile annesi, kızı veya kız kardeşi ile Xvedodah’ı uygulamasıdır. (8c2) Bu Xvedodah emirlerini yapan en önde ve en büyük olur” 252
“Sayes –ne-Şayast “(Neye izin verildi neye verilmedi)’de bütün günahları kaldırmak için Xvedodah yerine getirilmelidir” denilmiştir.
Sayes –ne Sayest’in Gerekli Olanlar kitabında, kötü güçlerce sıkıştırıldığında, onları uzak tutmak için Xvedodah’u yerine getirmek en etkilisidir der. Kutsal ölümsüzlerden ayrılmış olan Ehriman bile buna başka çözüm bulamamıştır. 254
Mecusilerin aile yaşamları ile ilgili olarak, son Osmanlı halifelerinden Abdülhakim Arvasi’nin “Tam İlmihal Saadeti Ebediyye” adlı kitabında şu bilgiler yer alır;
Nikah;
Müslümanın nikahladığı Hristiyan küçük kızın anası ve babası sonradan Mecusi olsalar, Dar-ül Harbe gitmeseler bile kızın nikahı bozulur. Bu ikisinden biri Hristiyanken ölse, kızın nikahı bozulmaz.
Dörtten fazla zevcesi olan veya iki kız kardeşle veya ana kız ile bir arada evli olan bir kafir imana gelse sonradan almış olduğunun nikahı bozulur.
Anası babası Müslüman olduğundan Müslüman sayılan nikahlı kız, akıl baliğ olup ergenleştiğinde Müslümanlığı bilmezse mürted olur ve boş düşer. Belli dini olmadığı için milletsiz kâfir olur. Böyle olanlara akıl baliğ olunca Müslümanlığı anlatmalı, yani Allah’ın sıfatlarını ve imanın altı şartını (Amentüyü)anlatıp, sonra “böyle midir” diye sormalıdır.
Müslüman ana-babanın çocuğu akıl baliğ olduğunda “la ilahe illallah, Muhammeden resülullah” demekle Müslüman olmaz. İmanı yani Amentüyü bilmesi, anlatması da lazımdır. Bu konular İbni Abidinden tercüme edilmiştir.””
Abdülhakim Arvasi, Mecusi olan ana babanın kızının nikah düşmesini işlediği metinlerde, üstü örtülü aile içi cinsel ilişki endişesi vardır. Yoksa, bir kız çocuğunun Hristiyan olan ebeveyninin Mecusi olduklarında nikahının düşmesi için başka neden yoktur. Buradaki endişe Mecusilerdeki aile içi ensest cinselliğin verdiği endişe vardır. Çünkü bu endişe bilinen Kanonik İncillere inanan Hristiyan için geçerli değildir. Mecusiliğe döndüklerinde nikah düşer derken anlaşılması gereken Mecusilerin ensest gelenekleridir.
Zerdüştlükte Evliliği anlatan bir başka kaynaktan çeviriler;
Kitap adı
Ancient Persia
Josef Wiesehofer
S-180 Bölüm; From Ardashir I to Yezdigirt III.
Ailenin erkek üyeleri 15 yaşına geldiklerinde bir törenle toplumca kabul edilirler ve buna “Kuşak Kuşanma Töreni” denilir ve yasal olarak reşit kabul (tuvanig) edilir. Soyunun ileri gelenlerince hediyeler verilir. Soylar arasında yapılan görüşmelere, düğünlere, bayramlara bundan sonra başlar. Bundan sonra başlayan “baba tarafından kan bağı olan akrabalarıyla yapılan kısa ve uzun süreli evliliklere” Hamnafan, Xvesevandan (Kesevandan), Azadan denilir. Baba tarafından kan bağları olan akrabalar ile yapılan evliliklere (Av-Xvaetvadatha “Kaedodah”) veya Xvedodah”Kedodah”) adı verilir ve çok olağandır. Bu tür evlilikler İran, Mezopotamya ve bağlı olan Osrhoene (Urfa Edesa Krallığı) bölgelerinde hatta Hristiyanlık çağında bile yaygın olduğundan Romalılar bunu yasaklayarak cezalar uygulamışlardır.
S-90
Catullus (MÖ;87-57)’un şiir serilerinden birisinde, çağdaşı Roma’lı politikacının oğlu olan L.Gellius Poplicola,çıtlatmaktadır;
“Puısse-t-il naitr ın mage de L’unıon abominable de Gellıus avec sa mere et puisse-t-il apprendre l’aruspicine des Perses.! Car il faut que la mere et le fils donnent le jour a un mage,S’il y a quelqe verite dans la religion impie des Perses, pour que dicux accueillant avec plaisir ses prieres et ses chants,lorsque fera fondre sur la flamme les grasses enrailes des victimes”
Zerdüştlük Ekler;
Ahura mazda (Pehlevice :
Ohrmazd, Farsça: اهورامزدا„bilginin(efendisi“) Ohrmazd, Ahuramazda, Hourmazd, Hormazd, Hurmuz, Aramazd and Azzandara)
“Zerdüştlüğün, aldatıcı günah çıkarma kavramını” olarak anılan “aşa/arta” ahlaki alanı temsil eder. Avesta’da “aşa”nın karşıtı “druj” (yalan)dır.
Bu karışık terimin anlamlandırma sırasında oldukça yüksek önemi vardır. Genel anlamda sözün gelişine göre yorumlandığında “gerçek” ve “doğru”(luğu), “düzen” ve “doğru çalışmayı” ima etmektedir.
Diğer çağrışım yapan kelimelerin anlamları için aşağıya bakınız.
Eski Farsçadaki eş anlamlısı “arta-“, Orta Farsça döneminde terim “ard-“ olarak görülür.
İlahi özel bir ad olan “Asha”, Amesha Spenta, tanrısal ilkelerde olan “doğru” veya doğruluk”tan gelme “yaratıcılık(genius)”tır. Daha yeni Avesta’da bu figür daha genel olarak “Asha Vahishta (Aşa Vahişta-Arta Vajişta), “En İyi Gerçek/Doğru” olarak sayılır. Orta Farsça’da bu terimin nesli Ashawahist veya Ardwahist’tir. Yeni Frsça’da Ardibehest veya Ordibehest’tir. Zerdüştlüğün eski metinleri Gatalarda, nadiren uluhiyeti temsil etselerse de peygamberin kendisini oluştururlar. Sonraki metinlerde Ameşa Spenta’dan bahsedildiğinde “en iyi” sıfatını, ve sadece Gatalarda “en iyi” “aşa arta” zamiridir.
Ateş Behram/Zafer Ateşi
Ateş Behram ateşin en yüklsek derecesidir, “Zafer Ateşidir” ve kurulumu “üç”ün en ayrıntılı olarak kutsanmasıdır. Bunun için “ateş türünün” yıldırımdan ölü yakma işi yapanların fırınlarında kullandıkları odunlarına ve hatta Ateş Adaran gibi, kalplerde yanan ateşe kadar 16 farklı kaynaktan, 16 farklı çeşidi gereklidir. 16 ateş kaynağından her birisi ötekilerine katılmadan önce arındırmaya tabi tutulmalıdır. Kutsama ayini için 32 rahip gereklidir ve tamamlanması bir yıl alabilir.
Bir tapınak Adaran ya da Behram/Zafer Ateşini ya da en azından bir Dadgah ateşini korumak zorundadır. Adaran ve Behram ateşlerinin aksine, bir aile veya özel bir kişinin dua edebilmesi için gerekli olan Dadgah ateşini bir rahip kendi imanıyla kutsayabilir.
Hürmet edilebilecek daha büyük ateş, Daha Yeni Avesta’nın ezbere okunmasıyla yapılan bir ayinle yakılan Niyaşes Ateşidir.
Ateş Behram’a ait dokuzluk bir liste;
Hindistan Udvada’da İran Şah’ı Ateş Behramı 1742’de kuruldu.
Hindistan Navsari’de Desai Ateş Behramı 1765’de kuruldu.
Hindistan Mumbai’de Dadiset Ateş Behramı 1783’de kuruldu.
Hindistan Surat’ta Vekil Ateş Behram’ı 1823’de kuruldu.
“ “ Modi “ “ 1823 “ “
“ Mumbai’de Vedia “ “ 1830’da “
“ “ Banaji “ “ 1845 “ “
“ “ Anjuman “ 1897 “
Yezd
İran’da Yezd vilayetidir, Zerdüştlüğün kült merkezidir. İsfahan’ın doğusunda 175 km uzaklıktadır. 2006 nüfus sayımına göre nüfusu 423.006’dır. 114.716 aile vardır. Etrafını saran çöle uyumu bakımında mimarisi açısından tek şehirdir. İpek örme ve tatlıcı dükkanları ile meşhurdur.
I.Yezdigirt; (M.S. 399-420) Ya da Ezdicirt (Tanrı verdi demektir), 13. Sasani imparatorudur. III.Şapur’un (383-388) oğullarından biri olduğuna, bazılarınca da IV.Behram’ın (388-389) oğlu olduğuna inanılır. 399’da IV. Behram’ın öldürülmesinden sonra 421’deki ölümüne kadar 21 yıl tahtta kalmıştır.
Kelimenin Kökeni/Etimolojisi;
Dari, Kuzeybatı İran alt dil ailesinden olan Gilaki, Zazaki ve Beluçi dillerinin bir üyesidir. Bu kuzeybatı İran dil grupları İran dil ailesinin geniş alt gruplarını oluştururlar.
Şiveler;
Dari dili geleneksel olarak Yezd ve Kirman’da konuşulan iki şiveye bölünmüştür. Şiveler, konuşanları oturdukları şehirlerle bağlantılıdır.
Yezdanilik;
“İbadet etmeye değer” anlamında yeni bir kelime olup Kürtçe “Yezdan’dan alınmıştır. Avesta’da “Yazata ile eş anlamlıdır.
Bağları;
Aleviliğin “Ehli Hak (Yasranilik) ve Kürtlerin üçüncü türleri olan Yezidiler ile yakın bağları vardır. Aleviliğin gerçek vücudunu oluşturanlar ise Anadolu Türkleri ile Suriye, Lübnan Türkleri ve İsrail’de yaşayan Araplar oluştururlar.
İran’da Ehli Hak Aleviliğinin temsilciliğini Azeriler, Farslar ve Mazenderani Kürtleridir.
Bu dinin bağları da Harran(Carrhae) Sabiliği inançları iledir. Kur’an Bakara 62, Hac 17,Maide 69 ayetlerde Zerdüştleri ve Sabilerin iyileri cennete girebilecekler denilmiştir. Bu inanışlar tamamen İslam dışı olsalarda namaz kıldıkları için Sünni mezhebinin kollarından sayılmışlardır.
- Yezdigirt ;(M.S. 438-457) Y.Behram’ın oğlu Sasani imparatorudur.
Terminoloji (Adlar Dizini)
“Mazda adı, Avesta’da Mazdâ’dan kaynaklanır ve Mazdâ yazılır Ön İran dilinde “Mazdâh”(dişil) adılı yansıtır. Genellikle tanrının tam adından alınmadır ve Sanskritçedeki eş anlamlısı “zeka” veya “bilgelik-akıl” anlamına gelen Medhâ’dır. Avrsta ve Sanskritçe olan her iki ad da Ön Hint-İran dillerinde “mazdhâ”’yıişaret ederler, Ön Hint-Avrupa dillerinde “mnsd’eh” edebi anlamında “yerine koymak (-d’eh)” olan “birinin aklı” manasından “akıl” anlamındadır.
“Ahura”, köken olarak “huric” semek olan zamirdir, özel Hint-İran ruhani varlığı “asura” karakterini tanımlar. En eski Hint-İran metinlerine kadar izleri sürülebilen bu figürler, iki kültürde de ilahiliğin lakapları olarak artaya çıkmaktadırlar. Ahuramazda adının evvelce (eski Farsça) çevirilerinde AAkaemenid çağında Hormazd/Aramazd (Orta İran) ve Patlar çağında Ohrmazd,(Yeni İran Hürmüz) adı da Sasanile dönemlerinde kullanımıştır.
Nitelikleri
Ahura Mazda, eski İran dilinde bir tanrı olmasına rağmen “yaratılmamış tanrı sıfatı” verilmemiştir. Bu sıfat, Zerdüşt zamanında “Tanrı Ahura Mazda”, “arta (doğru/gerçek)” dan üstün tutan ve yaratıcı olduğu kadar, yaratılmamış, Kutsal Akıl, iyi ve seven/yar sıfatları verilmiştir. Ahura Mazda “Arata”yı üstün tutan yaratıcı, adaletin destekleyicisi ve koruyucusu ve sadece insanın yareni/arkadaşı gibidir. Zerdüşt, Ahura Mazda’nın “her şeye gücü yeten tanrı” olduğunu söylememişse de neticede kötüyü yok edebilendir. Ahura Mazda “her şeye gücü yeten” olmasa da Zerdüşt onun “her şeyi bilen” olduğunu söylemiştir.
Evlilik;
Yazar Paul John Frandsen’in İncestious and Close Kin Marriage in Ancient Egypte and Persia (Eski Mısır ve İran’da Ensest ve Aile İçi Evlilik) kitabından alıntılar;
S-10 Bölüm İntroductory Remarks (Tanıtıcı Uyarılar)
Nature Culture vs. (Tabiat, Kültür/Din Vs.) Sayfa 13-14’ten çeviriler.
Antikiteden beri ensest sorununda tartışmalar tabiat ve din/kültürün kesişmesi üzerine yoğunlaşmıştır. Bu yüzden, rahip Aelian’ın (MS 170-235) “On Characteristics of Animals” (Hayvanların Karakteristik Halleri Üzerine) adlı büyük eseri, hayvanların ensestten nefret etmelerine rağmen Pers Kraliyet Ailelerinin etmediklerini iddia eder;
“Fakat, Krus ve Parysatis adlı iki Persli onun güzel ve yasal olduğunu düşünürler. Ve Krus, annesi için bu iğrenç arzuya kapılır ve annesi de ona karşılık verir. “Hayvanlar arzularında daha ölçülü iken” insanlar her şeyi ister ve sınır tanımazlar.(De Nat.Anim VI.39)
Aelian’dan bir yüz yıl önce yaşamış Grek hatip Dio Chrysostom (c-40’tan Sonra MS 112) bu konuda tercihen daha lastikli bir görüş açıkladı. Kışkırtıcı, kindar, Kinist söylevinde, tapınak hizmetçileri ve kahinlerin sözlerinin yararsız olduğunu, Diyojenden (MÖ.V.yy) başkasına dayanmadığını söylemiştir.
Bu Kinist filozof,”physys” doğaya, “nomos” “kültür” veya “bağlantı”dan daha fazla önem verilmelidir diye sürdürmüş. Bu görüşüne göre, ayin, yasa ve diğer insan yapımı öğretiler, tabiat düzeninin içine gömülüdürler, çünkü insan aynı düzenin ürünüdür. Buna karşı olan görüşün taraftarları ise, diğer yandan, bu insan yapımı kültürel öğretilerin, insanın anlaşılamayan insanüstü doğası ve doğa üstü zekâya sahip olması yüzünden tartışılabileceğini iddia etmişlerdir.
“Diyojen, zeki insanın kehanetlere ihtiyacı olmadığını, her şeyin kendini bilmekte şekillendiğini söylemiştir. Oedipus iki seçenek sunmuştur. İnsan, anne ile cinsel ilişkiye sessiz kalarak ya da bu güne kadar üstün zekâya sahip olduğunu kanıtlayarak, tabiata bir saldırı olmasına rağmen onu kültürün kabul edilebilir bir fenomeni olarak düşünmekle yasallaştırmıştır. Oedipus’un çatlağı, ilk olarak insan kendini bilmekte eksik olduğundan uluhiyet ve kehanet tuzağına düşmektedir ve ikinci olarak yaptığı tamamen aptalcadır.
Bunu bildiği için kendi annesi ile birlikte yaşadı ve iki çocuğu oldu ve bunu gizleyerek Tebes’te, sesini yükselterek heyecanla, “oğlu olduğu kadının, kocası olduğunu, babası olduğu çocukları ile aynı zamanda kardeş olduğunu heyecanla herkese şikâyet etti.
Evcil hayvanlardan ne köpekler, ne eşekler ne de Asya’nın Aristokratları oldukları sanılan İranlılar bile buna itiraz etmezler. Buna ilave olarak Oedipus, kendisini körleştirerek görebildiği alan içinde bile kör olarak dolaştı durdu (Dio Chrysostom X,29-30)”
Alıntı pasaj kesin nedenleri ile daha çok tartışmalar içerebilir ama konuşmacı, bununla beraber kültürel standartlara göre ensestin yanlış olduğunu ama doğada sürdüğünü söyler görünmektedir.
Dio Chrysostom’un görüşü prima facia/esas alınırsa ensestin savunucusu olduğu görülmeliyse de Aelian ve Dio, ikisi de doğa/kültür tabiatına nazaran uygulama pozisyonunda çatallaşarak ikiye ayrılmaktadırlar.”
Buraya kadar yaptığım çeviri metinlerde, kendilerini “medeni” olarak göstermeye çalışan eski Greklerin de dinlerinin kökenlerini eski İran Mihr (Güneş” dini olan Mitracılık, Hinduluk ve Sabilik temelleri yüzünden, “babadan akraba olanlarla aile içi evlilik” geleneklerine sahip olduklarını, aklen karşı olsalar da içinde doğdukları toplumun yaşantısının sapkın ensest dini gelenekler üzerine kurulu olduğunu okuduk.
Bu gelenekler, Zerdüştlükten sonra erken Hristiyanlık döneminde İran Hristiyanlığı olan Zervanilik dini ya da diğer adıyla Mani/Maniheizm dininde de kendisini gösterecektir. Çünkü Mani, bu dini kurarken “babadan akraba ensest dini emirlere sahip” olan Hinduluk, Budacılık, Zerdüştlük, Sabilik dinlerini esas almıştır.
O zamanın dünyasındaki aile düzeni içinde bunları yasaklasaydı eminim Mani dini bu kadar sevilen bir din olmazdı.
Diğer Dinlerde ;
Maniheizm (Mani- adıyla da bilinir) dininde Ohrmazd Bay (Tanrı Ahura Mazda), Ululuğun Babasından olan- “Işığın Dünyasını”, “ karanlığın güçlerine (Er Ruha-Ur, Sabi dini)” karşı korumak için kendisini kurban eden “Orijinal İnsan” Naşa Kadmaya” (Sabilik terimi) baş figürüdür (tasvir, şahsiyet, düşünme).
Her ne kadar Ormuzd, karanlığın güçlerince serbest bırakıldıysa da “oğulları” sıklıkla onun elbiseleri ve silahları olarak kalmıştır. Oğulları, sonradan Dünya Ruhu olarak bilinseler de bir çok olaydan sonra maddi bedenlerinden kurtularak Işık Alemine yani yaratıldıkları yere geri dönmüşlerdir. Mani dinine inananlar, Zerdüşt kozmolojik şahsiyetlere inanan bireyler olarak tanımlanmışlardır. Mani, Zerdüşt imparatorluğunda doğduğu için bu toplumun parçası içinde olabilir.
Başka hangi nedenle Mani dininde, Zerdüştlük dininin kozmolojik şahsiyetleri ile Mani’nin gerçek dininin kozmolojik şahsiyetleri, Zerdüştlük, Budizm, Hristiyanlıktan sapmış olabilir?””
Bu çeviri yorumu burada sonlandırıp, günümüzde İslam Öncesi Hicaz Araplarının inandıkları “Mecusilik” adıyla geçen din olduğu kesinleşmiş olan Zervanilik dininin Zerdüştlük kökenli efsanesini okuyalım ve bu dinin temel ilkelerini Tevrat,İncil ve Kur’an’da, İslam mezhepleri ve tarikatlarında göreceğimizi bilerek efsaneye geçelim.
Mecusilik; Magi(Maji/Meci), Magician (Mecisiyan), Magos(Magos/Megos), Magosai (Magosay), Magosaei(Magosei(y), Majus(Macus/Mecus) Grek, Latin diline geçmiş Zerdüşt ve Zervani rahiplerini anlatmakta kullanılan kelimelerden “Magosaei” adının Arap dilinde “Mecusi”, Magus adının da “Mecüs” olarak söylenildiğinden Zervanilik dinine Araplar Mecusilik” demişlerdir. Kuran Bakara 62;Hac 17;Maide 69 ayetlere geçmiş olan “Mecusi” ve “Mecusiler” adıllarının kökeni Zerdüştlük ve ardılı İran Hristiyanlığı olan Zervaniliktir.
Roma ve İslam döneminde çekirdek aile içi ensest evlilik gelenekleri yüzünden ne Müslüman ne de Hristiyan sayılmamışlardır. Bu nedenle de kripto/gizli yaşama geçmişlerdir. Yani İslam ülkesinde Müslüman, Hristiyan ülkesinde Hristiyan görünmüşlerdir.
Şimdi farklı kaynaklardan yaptığım çeviri metinlerle bu dini işleyelim;
MANİ, MANE, MANİHEİZM DİNİ
Çeviri metin;
Mani/Manes/Manihaeus; Kendi adıyla anılan, Zervanilik veya Zurvanilik de denilen İran Sasani dönemi dininin kurucusu Mani, Güney Babil’de 14 Nisan 216’da doğdu 274’de Gundeshapur’da öldü.
Kurduğu iyi ve kötünün kaynaştığı düalizm (ikicilik) anlayışı üzerine olan Mani’nin öne çıkan ilkeleri iyi ve kötü’ydü.
Babası Hamedan şehrinin yerlilerindendi, katıldığı din, vaftiz Yıkanma-Abdest) uygulayan ve (abstinence) içkiden kaçınıyordu. Annesi Mani, 224’de devrilen Part kraliyet ailesindendi. Yaşamı hakkında bilgiler, kilisesinin gelenekleri ve kendi yazılarından öğrenilmiştir. Doğduğu şehirde büyüdü, doğu Arami dili şeklinde konuşuyordu. Çocuk ve genç iken iki kez gördüğü ikiz bir melek onun yeni bir dini tebliğe çağırıyordu. Hindistan-Sind’e veya muhtemelen Turan’a bu yüzden seyahat yaptı, dinine döndürdüklerinden tarikat kurdu. Geri döndüğünde tahtta muhtemelen Şah I.Şapur bulunuyordu, uzun iktidarı boyunca ona dinini vaaz etme için olanak tanıdı. Önce imparatorluğun doğusuna sonra da kuzey batısına seyahatler yaptı. Bu konuda Mani’nin yaşamı hakkında fazla bilgi yoktur. I.Behram zamanında 274’de rahip bir Zerdüşt’ün kendisine yaptığı saldırıdan sonra Gundeşapur’da (Belapet) yargılamasının 26 gün sürmesi içinde öldü. Takipçileri ona “Aydınlatıcılığın Aşkı ( Passion of İlluminator)” adını verdiler.
Kendisini Adem ile başlayan Buda, Zerdüşt ve İsa’dan sonra gelecek olan son peygamber olarak gördü.
Gerçek dinin evvelki vahiylerinin sadece tek bir millete gelmesi yüzünden etkisinin sınırlı olduğunu, çünkü yerel olduklarını ve tek dilde düşünce oldukları görüşündeydi.
Mani, kendisini eski dinlerin yerini alacak, tüm insanlığa tebliğ edilecek bir dinin bildiricisi olarak görüyordu. Bunun üstüne sonraki taraftarları da kendi orijinal görüşlerini unutuyorlardı. Rüşvet ve diğer ahlaki çürümelerden kaçınmak, evrensel birliği kurmak için ömrü boyunca öğretilerini yazarak onlara yazılı din kitabı sıfatı kazandırdı.
Mani kilisesi, başlangıçtan itibaren dünyayı değiştirmek için en hızlı teşebbüslerde bulunan misyoner bir kilise oldu.
Mani, yazdıklarını diğer dillere çevirterek fikrinin yayılmasını hızlandırdı ve yoğun bir misyonerlik programı hazırladı.
Dinin yayılması Mısır üzerinden kuzey Afrika’ya (belki genç Aziz Agustin bile o zaman döndü),
- yy.da din Roma’ya ulaştı. Güney Galya (Güney Fransa’dan Almanya’ya kadar olan Kelt bölgesi) ve İspanya’da kiliseler kuruldu.
Mani’nin sağlığında din Sasani imparatorluğunun doğu sınırlarına da ulaştı.
İran içinde Mani toplulukları kendilerini sert baskılar içinde buldular, 10. Yy. da Abbasilere baskılarına kadar Mani önderleri Semerkand’ta (Özbekistan) oturmaya zorlandılar.
Dinin doğuda yayılması, Çin’in Doğu Türkistan’ı fethiyle açılan kervan yolları ile zaten başlamıştı. 694-732 yılları arasında bir Mani misyoner rahibi, Çin’de İbadet Özgürlüğü için Çin mahkemesine bir mektup vermişti.
Sekizinci yüzyılda Doğu Türkistan Uygurlarca fethedilince önderlerinden birisi Mani dinine döndü ve 840’ta Uygurlar yıkılıncaya kadar Mani dini devlet dini olarak kaldı. Maniheizm, Doğu Türkistan13. Yy. da Moğollarca işgal edilinceye kadar sürdü.
Çinde ise 843’de yasaklandı, baskılara uğradı, en azından 14. Yy. a kadar sürdü.
Maniheizme benzer öğretiler Ortaçağ Avrupa’sında “Yeni Maniheizm Tarikatları” adıyla tekrar yüzeye çıktılar.
Bu gruplardan 7.yy.da Ermenistan’da Pavlusçular (Paulicians), 10.yy.da Bulgaristan’da Bogomiller, 12 yy.da Güney Fransa’da Cathari veya Albigenler (Albigensians) tam Maniheizme benzerlikler içindeydiler ve muhtemelen ondan etkilenmişlerdiler. Her neyse, onların Maniheizm ile doğrudan dini bağlarını kurmak zordur.
Mani, özellikle Zerdüşt, Buda ve İsa’ya ait önceki vahiylerin gerçek parçalarını kendisininkiler ile birleştirerek egemen (ekümenik) ve evrensel bir din kurmayı aramıştı.
Halbuki, dinleri birleştirmenin (syncretism)ötesinde yayıldığı yerlerdeki farklı kültürlerce uyum içinde olabilecek çeşitli formlarda dillere çevrilmiş bir gerçeğin ilanını aradı. Bu yüzden Maniheizm, Budizm, Taoism, Hristiyanlık gibi İran ve Hint dinlerine benzeyen şartlara bağlı bir dindir.
Özünde, Mani dini, ruhani gerçekliğin özel bilgisi (Bilgi=Gnosis) ile kurtuluşu öneren düalistik, Gnostik tipi bir dindir. Bütün Gnostik biçimlerde olduğu gibi, Maniheizm bu dünya yaşamının çekilmez acılarla dolu ve kökten kötü olduğunu düşünür. Daha içten aydınlanma veya Gnosis (Bilgi), bu kötü maddi dünyanın içine düşmüş tanrının tabiatında paylaşılan ruhu ve onun zeka(idrak/kavrayış) ve ruh tarafından kurtarılabileceğini açıklar.
Kendini bilmek, özellikle madde ve beden ile karışması yüzünden cehaletle örtülmüş öz bilincin eksikliği içinde gerçek kendini bulmaktır. Mani dininde kendini bilmek, anlaşılamayan dünyadan gelmiş ve tam tanrının ruhunu tabiatında paylaşan birinin ruhunu görebilmektir. İnsan sıfatında, kendisinin tanrı olduğunu iddia eden birine baktığında birey o kişide tanrının ruhunun tabiatını görebilecektir.
Bilgi, maddi dünyada olmasına rağmen kişiye bunu fark ettirebilir, o, özünde var olan sınırları ve sonsuzluğu içindeki anlaşılamayan dünya ile birleşmiş kalmaya son veremez. Bu yüzden de kurtuluş için tek yol bilgidir.
Bilgiyi gerçek tabiattan ve insanlığın kaderinden kurtarmak için tanrı ve evren Mani dininde karışık mitoloji olarak açıklanmıştır. Açıklamalar her ne ise de Mitolojinin temel konusu sabit kalır; ruh düşmüştür, kötüye bulaşmıştır, ve ruh ve zeka(nous) ile özgürlüğüne kavuşmuştur.
Mit, üç şeyi açıklar; geçmiş dönemlerde iki özüne kökten karşı çıkılan bir ayrımdır; Ruh ve Madde; İyi ve Kötü (Hayır ve Şer); Aydınlık (Nur) ve Karanlık’tır; Bu iki özün karıştığında bu güne de karşılık gelen orta dönem ve gerçek düalizmin kurulacağı gelecek dönem.
Doğru bir kimse öldüğünde cennete döner. Etten bedenin içinde, bedenin yeniden doğum ile değişebilmesi için doğum, zina, hayvan yetiştirme, ziraat, et yememe, şarap içme gibi kısıtlamalara insan ruhu sabır etmelidir.
Mani dininde savunulan katı bir çileci yaşamı, sadece bir kısım imanlı takip edebilir. Toplumda iki yaşam şekli seçim olanağı vardır; ilki, katı kuralları kucaklayabileceğine inanarak uygulayanlar ile onlara çalışarak, sadakalarla yardım eden işitenler şeklindedir. Mani dini geleneklerinin temelinde ibadet (namaz), sadaka ve oruç vardır. Toplumsal yaşamlarında ilahi söylemek ve günah itiraf etmek önemli yer tutar. Suriye lehçesi ile yazılmış, Mani’ye ait olduğu iddia edilen, Hayat İncili, Hayat Hazinesi, Şapuragan, Pragmateia, Sırlar Kitabı, Devler Kitabı, Mektuplar ve İlâhiler adlarında yedi eser vardır. Kaybolan Mani dinine ait metinler ortaçağda yok olmuştur ve Süryânî ve Pehlevî dillerinde yazılmış olan bu eserler, Mani’nin öğrencilerinin eserlerinde parçalar halinde yirminci yüzyılda özellikle Çin Türkistan’ı ve Mısır’da yeniden ortaya çıkmıştır.
1-https://www.britannica.com/biography/Mani-Iranian-religious-leader
2-https://www.britannica.com/topic/Manichaeism#ref221763
MANİ, MUHAMMET ve PARAKLETOS ADLARININ ETİMOLOJİSİ.
İncil’de Hazreti Muhammed’e Ait İşaretler
İbn-i İshak der ki: Meryem oğlu İsa’nın, kendisine Tanrı tarafından gönderilen İncil’de zikrettiği Tanrı elçisinin sıfatı, onun kutsal kitabından İncil’i ayırıp yazan Yuhanna’nın Tanrı elçisi hakkında tesbit ettiği şeyler bana ulaştı. İsa (İncil’de) şöyle demiş: Beni sevmeyen, Tanrıyı da sevmemiş olur. Ben onların katında benden önce kimsenin yapmadığı işleri yapmasaydım onların hiç bir suçları olmazdı; ama onlar şimdiden şımarıp bana ve Tanrıya üstün geleceklerini sandılar, fakat ilahi kanunda söz muhakkak yerine gelecektir. Onlar beni haksız olarak sevmediler. Tanrının göndereceği Munhamenna ve gene Tanrı tarafından gelen Ruhül Kudüs gelseydi o bana tanıklık ederdi. Siz de ederdiniz; çünkü eskiden beri benimle beraberdiniz.” Bunları size söyledim ki sonra şikâyet etmiyesiniz.”
İncil’de İbni İshak’ın yazdığı şekliyle bir ifade olmasa da Müslüman araştırmacıların buldukları ayetler aşağıdaki gibidir;
Yuhanna 15;26-27
Yu 15:26 «Baba'dan size göndereceğim Yardımcı, yani Baba'dan çıkan Gerçeğin Ruhu geldiği zaman, O bana tanıklık edecek.
Yu 15:27 Siz de tanıklık edeceksiniz. Çünkü başlangıçtan beri benimle birliktesiniz.
Jn 15:26 "When the Counselor comes, whom I will send to you from the Father, the Spirit of truth who goes out from the Father, he will testify about me.
Jn 15:27 And you also must testify, for you have been with me from the beginning.
Muhammed Adının Anlamı
Burada geçen Munhamenna, Süryanicede Muhammed (Hamd edilmiş = övülmüş) manasına gelmektedir. Bunun Rumca karşılığı Baraklitus‘tur.”S-147
Yuhanna 16;7 Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, Yardımcı size gelmez. Ama gidersem, O'nu size gönderirim.
Jn 16:7 But I tell you the truth: It is for your good that I am going away. Unless I go away, the Counselor will not come to you; but if I go, I will send him to you.
Grek dili parakletos [paravklhto"] aynı kelime İngilizce İncil’de “advocate =Avukat/savunan, yardımcı” şeklinde geçmekte iken, yukarıdaki Türkçe İncil çevirisinde Latin dilindeki anlamı “tesellici” olarak dilimize çevrilmiştir.
Görüldüğü gibi Süryaniler kendilerini Rum sayarlar ve Muhammet adının Grek dilindeki karşılığı da verilmiştir.
İran Mani ve Grek/Yunan Kaynaklarında;
Çeviri metin;
İran Hristiyanlığı Mecusiliğin Kurucusu Mani’nin Adı;
James Usher (Usher,Usserius, 1581-1656) ile Thomas Gataker (1574-1654) Mani adının İbrani adı Menahem’in , Grek dilindeki karşılığı olan Parakletos (Tesellici, rahatlatıcı) kısaltılmış hali olduğunu düşünmüşlerdir. Aquitane’li Hristiyan tarihçi Sulpicius Severus (ca-360-ca410/20) yazdığı günlüklerinde İsrail kralı Menahem’in adını, Yahya İncil’inin Grek dilindeki Parakletos’un karşılığı olarak Latinlerde kullanılan MANİ olabileceğini, Süryanice Mnnahhem veya İbranice Menahem adları, Grek dilindeki Parakletos’a karşılık gelen eş anlamlı adlar olduklarını yazmıştır.(1.49.2)
Kynk- Google Kitaplar; Augustine and Manichaeism in the Latin West: Proceedings of the Fribourg ...
Yazar: International Association of Manichaean Studies. International SymposiumDilimize çeviren
Alaeddin Yavuz
İNSAN VE TOPLUM BİLİMLERİ
ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Cilt: 5, Sayı: 4, 2016
Sayfa: 801-823
Nisan Özel
Mehmet ALICI
Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi İlahiyat Bilimleri Fakültesi
mehmetalici@artuklu.edu.tr
Yukarıdaki kaynaktan alınan aşağıdaki metinde, Süryani ve Nasturi Hristiyanların “Muhammet sahte peygamber, dini bozan şeytan Bizbat tanımlamalarının kaynağının da Manihaizm kaynaklı olduğu görülmektedir. Alıntı metni okuyalım;
“Zendig-Dehr İlişkisi: Kureyşli Zındıkların Zaman ve Ahiret Algısı
Mücmelü’t-Teva¯ri¯h ve Kısas’a göre Mobedan Mobed olan Mazdek’ten Zend’i başkalarına öğretmemesinin istenmesi ve buna karşın Mazdek’in düşüncesini yaymaya çalışması Zend’i farklı yorumlama girişimi sayılabilir. Bu açıdan Mecûsî düşüncesinin ahir zamanda üç kişi tarafından bozulduğunun nakledildiği Dinkerd kitabında Beyaz Soydan olan (Mani), dünyada kötülüğe yardım eden Mazdek ve Muhammed (Mahmute) olarak tasvir edilmektedir.”
En son İran Hristiyanlığı Maniheizm dininin kurucusu Mani’nin adının da Muhammet anlamına geldiğini ve Muhammet’ten 300 yıl kadar önce aynı adı kullandığına tanık olduk. Burada dikkat edilmesi gereken olay, Hac Suresi 22; 17. İman edenler, Yahudiler, Sâbiîler, Hıristiyanlar, Mecusîler ve şirke sapanlar arasında Allah, kıyamet günü ayrım yapacaktır. Allah, her şey üzerine Şehîd'dir, tanıktır.” (Yaşar Nuri Meali)
Ayeti, Vatikan Papalığının din saymadığı, ama peygamberin kabilesi olan Kureyş’in dini olan Mecusilik dinine inananların arasında kıyamet günü Allah’ın ayırım yapacağı geçmektedir.
Sabilerin kitaplarında “Ahmet” adı da doğrudan “Arap Ahmet, Marsın kılıcı, kan dökücü Muhammet, şeytanın oğlu Muhammet” geçer. Arami araştırmacısı Edward Lepinski, Arameans and Theirs Religions” adlı kitabında “Ahmet= Okunmuş kutsal zeytin yağı ile ovularak vaftiz edilmiş olan” olarak açıklamaktadır. Sabiler, Süryaniler ile Yunan Ortodoks kilisesi halen “okunmuş zeytinyağı ile ovarak vaftiz” yapmaktadırlar. Bazı uygulamalarda zeytin yağı dolu bir kazana batırıp çıkarmak şeklinde de yapıldığına sayısız youtube videosunda tanık olabilirsiniz.
PEYGAMBER MANİ VE EVRENSEL ÖĞRETİSİ
İpek Yolu, Pers İmparatorluğu ve şimdiki Sasani İmparatorluğu boyunca uzanır. O, aynı zamanda ideallerin de yayıldığı bir yoldur. Üzerinde anavatanlarından uçmuş Yahudiler, onlardan sonra gelen Hristiyanlar da bulunur. Budist fikirler, Hindistan’dan gelmiş ve Zerdüştlük ile karışmıştır. Ve bu karışmış dini fikirlerden evrensel bir iman doğuyordu; Mani-Key-izm.
Menikeyizm dininin kurucusu Mani’nin Pers Hanedanının oğullarından 216’da Fırat nehri kıyısında Ctesifon’da (Tizpon) doğduğuna inanılır. Genç bir oğlanken, Mani babası tarafından “Abdestliler/Abdesti uygulayanlar” adlı, vaftiz yoluyla günahlardan arınmayı seçen bir dini tarikata götürüldü. Bu tarikat, 100. Yılda kurulmuş Elkesaitler olarak da bilinen bir Yahudi-Hristiyan tarikatıydı. Grubun Şabbat (cumartesi) günleri et yememe (vejeteryanlık) ve Aziz Pavlus’un eleştirdiği ve mahkum ettiği yanlış Hristiyan inanışları, Mozaik Hukuku olarak da belirttiği Sünnet olma geleneğini uyguluyordu.
Bu tarikat 400’lerde son bulmuştur. Ardeşir’in tahta geçmesinden dört yıl sonra 228’de Mani 13 yaşında, Ctesifon (Ktezifon)dan birkaç mil uzaklıkta, eskiden Ardeşir’e baş kaldırmış ama bastırılmış eski Selevkos başkentinde Pers prensiydi. Denildiğine göre Mani burada 13 yaşında, ait olduğu dini toplumdan ayrılmasını emreden ilk tanrı vahiylerini açıklamıştır.
Denildiğine göre, Tanrı ona, o topluma ait olmadığını, kirlilikten uzak durmasını, çünkü bütün gençliği boyunca onun emirlerini aleni olarak açıklayacağını söylemiştir.
Çeşitli dinlerden inanç kültleri, Mani’nin geliştirdiği yeni inanç kültünde görünmektedirler. Mani’nin ergenliğe eriştiği çağlara kadar geçen zamanda çeşitli dinlerdeki sıradanlıkları da görmüştü.
Kendisinin evrensel mesajlar tebliğ ettiği inancıyla dinlerin hepsini kapsayan çeşitli fikirler ortaya koymayı deniyordu.
Yirmi beş yaşına geldiğinde “nefsi alt etmek ve gerçeği yaymak” için Göksel Düzene uyduğunu açıkladı.
Bilinçli olarak Havari Aziz Pavlus’u taklit ederek Ardeşir’in imparatorluğunun her yerini gezmeye başladı.
İsa ve Zerdüşt gibi peygamberlerin varisi olduğunu, İsa’nın Yahya kitabı 14;16’da bildirdiği yardımcısı olduğunu ilan etti.
Kendisinden önceki peygamberlerin tebliğlerinin belli ırklara ve onlara ait yörelere, tek dilde, tek millete geldiklerini, bu yüzden evrensel olmadıkları için geçerliliklerini yitirdiklerini, kendi tebliğ ettiği dinin her milletin dinine ve geleneklerine uygun olacağını, kendisinin son peygamber olduğunu ilan etti. Mani, dininin, bütün milletlerde kendi dillerinde inanılacağına inanıyordu.
Mani Ardeşir imparatorluğunun Part bölgesine ve merkezi Asya’ya imanını yayan bir msiyoner olarak seyahat etti ve orada Ardeşir’İn oğlu babasının kurallarını yaymak için ordusuyla savaşlar yapmaktaydı. Oradayken Mani, Budist ilkelerini de benimsedi ve imanına kattı. Budist örgütlenme ve propaganda tekniklerini de öğrenerek kendisinin Buda’nın halifesi olduğunu ilan etti.
Mani, öğrencilerini Mısır’a gönderdi ve Mitra ibadetinin yaygın olduğu Roma topraklarında olabildiğince batıya seyahat etti. Kendisini, M.Ö. ve M.S. Mezopotamya, Ermenistan ve kuzey İran topraklarındaki Mitra inancıyla birleştirerek Mitra ibadetini güçlendirmeyi denedi.Mani, Mitra rahipleriyle sıcak tartışmalar yaparak, doktrinindeki Mitra inancını da güçlendirdi. Mani, Zerdüşt rahiplerle de konuşarak ilkelerini onlarınkilerle kıyaslayarak güçlendirdi. Medya’daki Zervaniler en güçlüydüler ve onların inançlarını yenileme hareketini denedi.
Mani Dini ve Örgütlenmesi
Mani, görüşlerinin tüm dinlerin akıllarının mükemmelleştirilmiş, ileri bir özeti olduğuna inandı. Evrenin kökeni, antropoloji(insanlığın kökeni), tarih, botanik(bitki bilimi), zooloji(hayvan bilimi) ve coğrafya hakkındaki dünyevi bilgileri de içeren dini düşüncelerin büyük kısmına sahipti. Zervaniler ve Zerdüştler gibi büyük bir bilgi ansiklopedisine sahipti.
Zerdüştlerin tanrısının bilgisini ve Buda inancını ilan etti. İsa’ya iman ettiğini ve Yeni Ahit’i hata ve yanlış ilavelerinden temizlediğini bildirdi.
Hristiyan Marcion (Marsiyon, lanetli rahip) gibi Yahudi Tevrat’ını ret etti.
Mani, Zerdüşt inancındaki iyi ile kötü güçlerin aralarındaki evrensel savaşı inancı ile uyum içinde olduğunu gördü. Ama, Zerdüştler tanrıları Mazda’nın kötüden daha güçlü olduğunu söylerken, Mani, kötü güçlerin dünyaya hükmettiklerini ve seçilmiş bir grup imanlının belirlenmiş gayretleriyle iyinin zafere ulaşacağını iddia etti.
Mani, et yemenin Adem ve Hava’nın (Gehmurd ve Murdiyanag) ilk büyük günahları olduğunu söyledi. Ve, insanlığın, oruç ve et yemekten kaçınma yoluyla kefaret ödeyerek kurtulacağına inandı.
O, belirli bir günde, kirli bir kozmik maddeden yapılmış maddeni ortaya çıkarak yeryüzünü yok edeceğini, iyilik krallığını ve ışığı, kötünü krallığından ayıracağını, o günde son bir arınmanın olacağını düşünmüştür. Bunun sonunda insanların kötüyü ret edeceklerini ilan etmiştir.
Mani takipçilerini gruplara ayırmıştır;
Seçkinler;
İlk grubun adı Seçkinler’dir. Seçkinler, kendilerini kefaret olarak çilekeş yaşama mahkum etmiş, Pazar ve Pazartesi günleri oruç tutarak, olabildiğince saf çilekeş yaşa sürerek, kötü ve karanlığın krallığından iyiliğin krallığına ait ışığı ayıracak olanlardır.
Göksel kökenli olan, içinde ışık parçacıkları yaşadığına inandıkları meyve ve meyve suyu esaslı beslenen bu rahipler, basit bir madde dedikleri suyu meyve suyu kadar göksel olarak kabul etmiyorlardı. Seçkinlere kökünden sökülmüş bitkiler, kesilmiş ağaçlar, öldürülmüş hayvanlardan yemek yasaklanmıştı ve Budist rahipleri gibi Seçkinler, tamamen cinsel faaliyetlerden ve evlilikten kaçınmaya zorlanıyorlardı.
Seçkinler topluluğunda hiyerarşik yapı vardır. İlke olarak 12 öğretmen, 72 piskopos(gözlemci), 360 Baba, Seçkin, büyük (Lat.presbyter) ve basit seçkinlerden ibarettir. (Puech, 1949, pp. 86-87, p. 180, note 362). Mani’nin yerine geçen topluluk önderleri (Greek) Archēgoi (Sogd. δēn-sārδār, Henning, adlarıyla anılırlardı 1937, p. 77, n. 623 = 1977, I, p. 491).
İşitenler;
Mani’nin ikinci grubu ise, dünya gerçekleri ile uyum içindeydi. Bu grup İşitenler’di. İşitenler sınıfında bir “erkek Baş Dinleyici”, (Sogdian niγōšak-pat) ve bir “kadın Baş Dinleyici” (Sogdian niγōšāk-patānč)den metin M 1 (cf. Gershevitch, 1961, sec. 1040) de bahsedilmiştir. İleri Orta Asya Maniheizm dininde rütbeler değişir. Bknz Moriyasu, 2004, notes 29, 32a, 52.
Onlar da Mani öğretilerini uyguluyorlar ama Seçkinlerin işleri onlara yasaktı. Onlar yiyecek yapma işlerinde çalışıyor ve yaratılmış çocuklarla cinsellik yaşıyorlardı. Seçkin yemek ve içkilerle yaşamlarına çeşitlilik katıyor, hatta et bile yiyiyor, pazarları ve gelen ayın ilk Seçkin oruç ayının günü Bema Bayramında öncelikle oruç tutuyorlardı.
İlkesiz Seçkinler
Mani’nin üçüncü grup takipçileri Mani dinini sevimli gösterenlerdi. Hiçbir dini uygulamaya mecbur olmayanlardı. Çoğunlukla sadece inanıyorlardı.
Mani Dini Yayılıyor
Ardeşir, 241-242’lerde öldü ve yerine oğlu I.Şapur geçti. Şapur, Mani’yi taç giyme törenine çağırdı. Bahşettiği Mani dininin bütün imparatorluk sınırları içinde serbestçe yayılacağı düşüncesi hakkında şahsen konuşmak için Mani’yi çağırttı. Geçen on yıllar içinde Şapur, Romalılarla Mezopotamya, Suriye ve Küçük Asya’da savaştı. Şapur, savaşlarında Zerdüşt rahipleri ile Mani’yi de yanında götürdü. Zerdüşt rahipleri, konik şapkaları ve pamuktan beyaz elbiseleri ile ışığı yansıttıklarından, saf temizliği temsil ettiklerinden daha görkemli duruyorlardı. Zerdüşt rahipleri, fethedilen topraklardaki şeytanları ayinleriyle temizlediler ve Şapur’un zaferlerin anısına oralarda tapınaklar inşa ettirdiler. Zerdüşt rahipleri Mani’inin savaşında iyilik gördüler. Diğer yandan mani onların yanında dini bilgisini ilerletti ve savaş karşıtı fikirler geliştirdi. Şapur, Mani’nin diğer kültürlere olan beğenisini paylaştı. Grek/Yunan filozoflarıyla görüşmesinden, Manikeyistler dahil, Yahudi ve Hristiyanların kendi ibadetlerinde özgür bırakılmaları için ferman buyurdu ve Hintlilerden ve Greklerden alınan tıp, astronomi, metafizik üzerine Avesta çalışmalarını içeren Zerdüştlük öğretisini izledi.
Mezopotamya’da Yahudi önderlerinden Samuel ile uyuşma sağladı ve Samuel Sasani hukukuna Yahudi mahkemelerinin saygılı olduğunu, Sasani hükumetine vergi vermeyi kabul ettiğini söyledi.
Şapur döneminde Hristiyanlara hoş görülü davranıldı. Şapur zamanında Hristiyanların sayısı hatırı sayılır bir sayıya ulaştı. Hristiyan Evancelistler, Yahudi toplumları için daha birinci yüzyılda bölgeye gelmişlerdi. Suriye’nin fethiyle daha fazla Hristiyan ülkeye girdi.
Şapur Suriye’nin fethiyle Şam ve diğer şehirlerdeki Grek dili konuşan Hristiyanları,kendi önderlerinin idaresinde kendi toplumlarını kurmasına izin vererek, Suriye’den Persis, Partya, Susiana ve Babil şehirlerine sürdü. Toplumlarının yayılmaları ile Hristiyanlar birleşerek kendi diyakozluk sınırlarını çizdiler.
Suriye dili konuşan Hristiyanlar ile Grek dili konuşan Hristiyanlar arasında anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Hristiyan baş rahibi Papa bar Aggai, başkent Ctesiphon’da (Ktezifon) Roma’daki dini başkan gibi ekümeniklik (egemenlik) hakları istedi ve Ktezifon papalığı, Nisibis’teki Hristiyan önderliği etkisine rakip olarak kaldı.
Bu arada Zerdüştlerin “her şeyi yaratan tanrının, sadece iyiliği yaratan tanrıdan tercihen daha üstün olduğu”na dair inançları, Hristiyanlığa inananlarca incitildi. Ayrıca Zerdüştler, “İsa’nın dünyaya ait bir kadından arı temiz olarak doğması ve o tanrının çarmıha gerilerek ölmesi” fikrinden de rahatsız olmuşlardı. Diğer yandan, Hristiyanlar, Zerdüştlerin yakın akraba evliliklerini mahkûm etmeden, Yahudi gelenekleri ve Musa’nın yasalarına göre çizgilerini çizerken Zerdüştleri rahatsız ediyorlardı.
Mani’nin Şehadeti
Şapur, 272-273’de öldü ve yerine oğlu Hürmüzd geçti ve Mani’ye aynı izni verdiyse de bir yıl içinde öldü, yerine Şapur’un öteki oğlu Behram geçti. Bir hak olmaktan daha çok kralın ayrıcalık güvencesi ile uygulanan Mani dini ile Yahudilik ve Hristiyanlık monarşinin heveslerini tehdit etti. Tehlikeyi gören Mani, koruma altında olacağını düşündüğü Kuşhan veya Baktriya bölgesine seyahate çıkmak istediyse de Behram izin vermedi.
Ardeşir zamanında Zerdüşt rahip Kartir, Zerdüştlüğü Zervani sapkınlıklarından temizlemek, Zerdüştlüğü arındırmak için bir cihat başlattı. Persepolis’teki Nakşi Recep dini merkezinde yazılı olan 700 yıllık Zerdüşt metinlerini inceledi ve Zervani mitlerinin Avesta’dan alındıklarını tespit etti.
Behram’ın desteğiyle rahipliğini yükseltti ve Manikeyistler üzerine dini bir sefer başlattı. Mani dinine inananların kendilerini Sasani imparatorluğu ve Pers ülkesinin seçkinleri olarak görmemekle ve şehirlerin tüccar halkları için bir tehdit olmakla suçladı.
Mani hakkında suçlamalar içeren bir belge Behram’a verildi ve Behram, Mani’nin saraydaki ikametine çağrıldı. Bu da büyük bir yankı uyandırdı. Behram, Mani ile düşmanca konuştu ve Mani kötü bir şey yapmadığını söyledi. Kral onu öfke ile yanıtladı ve ahlaki sınırı aşmakla suçlayarak azarladı.
Kral Mani’nin savaş karşıtlığından çok rahatsız olmuştu. Mani, krala bir şeytan çıkarma ayini yapmayı önerdiyse de kral ret etti. Mani’nin kendisini savunma teşebbüsüne engel olarak üç rahibi ile birlikte zincire vurularak hapsedilmesini emretti.
Mani orada bir aydan kısa süre içinde ölüp takipçilerince şehit ilan edildiğinde yıl 276’ydı.
Mani’nin idamını takiben takipçilerine yapılan kıyımlar başlatıldı ve birçoğu değişik yerlere dağıldılar. Mani dini zaten Suriye, Filistin ve Mısır’a ulaşmıştı. Sonra Ermenistan ve Sincan Uygur bölgesine ulaşmış ve Uygur Türk imparatorluğunun dini olmuştu (762)
Roma imparatorluğu ile yapılan savaşlarda Manikeyistler yabancıların temsilcileri ve tehlikeli yabancılar olarak görüldüler. Pers imparatorluğunun savaşlarını desteklemediği Mani hakir görüldüğü gibi Hristiyanları katleden Romalılarca da Manikeyistler katledildiler. Büyük devlet tarafından desteklenmeyen Mani dini belki çok şeydi ama sonunda kayboldu.
http://www.fsmitha.com/h1/ch22.htm
Sources/Kaynaklar
Ancient Persia: from 550 BC to AD 650, by Josef Wiesehofer, 2001
Crossroads of Civilization: 3000 years of Persian History, by Irving Clive, 1979
Manichaeism in Mesopotamia and the Roman East (Religions in the Graeco-Roman World), by Samuel N. C. Lieu.
Mani, a Religio-historical description of His Personality by L.J.R. Ort, (A thesis defended at the University of Amsterdam), 1967
Ancient Persia: from 550 BC to AD 650, by Josef Wiesehofer, 2001
Zoroastrians: Their Religious Beliefs and Practices, by Mary Boyce, 1979
Encyclopedias Britannica and Wikipedia
- Kureyşlilerin Zendik/g Oluşu
İbnu'l-Kelbi, el-Mesalib adlı eserinde Arapların hangi dinlere intisap ettiklerini zikretmektedir.
Burada Mücahid aracılığıyla İbn Abbas’a dayandırdığı nakilde Hıristiyanlığın Rebia’da, Gassan’da ve bazı Kuza’alılar arasında, Yahudiliğin Hayber’de, Beni Kinane’de Fursan’da, Ben-i el-Hars b. Ka’b’da ve Kinde’de ve Mecûsîliğin Ben-i Temim arasında yaygın olduğunu ifade etmekte ve Bahreyn’den Hilal et-Temimi’nin Mecûsî olduğunu zikretmektedir.
Yine bölgedeki Arapların ileri gelenlerinden el-Ekra’ b. H?a¯bis el-Mecaş’i, Sehit b. ‘Abdullah et-Temi¯mi¯’, Veki¯’ b. Ebi¯ Su¯d’un ceddi Ebu¯ Esved, Zura¯re b. ‘Adiy Ebu¯ H?acib b. Zura¯re’nin de Mecûsî olduğunu aktarmaktadır.
Sonrasında ise “ez-Zendeka”nın Kureyş’te olduğunu zikrettikten sonra şu isimlerin zendik olduklarını nakletmektedir: ‘Ukbe bin Ebi Muayt, Ubey b. Halef, en-Nadr b. el-Haris, Münebbih b. Haccac, Nübeyyeh b. el-Haccac, el-As b. el-Va¯il, el-Velid b. Müğire. İbnu'l-Kelbi bu isimlerden sonra yine Mücahid aracılığıyla İbn Abbas’a dayandırdığı naklinde onların zındıklığı, Hire’ye yaptıkları ticaret esnasında Nasara’yla karşılaşmalarından sonra öğrendiklerini ifade etmektedir. İbnu’l-Kelbi’den sonra Kureyşlilerin Zındıklığından söz eden İbn Habib, mezkûr isimlere Ebu Süfya¯n b. Harb’ı eklemekte ve bunu Hire’den öğrendiklerini aktarmaktadır. Bunlar arasında Ebu Süfyan’ın Müslüman olduğunu zikrederken diğerlerinin de öldürüldüğünü nakletmektedir. Sonraki tarih metinlerinde de Kureyş’in zındıklığından söz edilmektedir. Örneğin Makdisi, Arapların dinlerinden söz ederken Kureyş’in Zındıklığı ve ta’tîli (sıfatların olumsuzlanması) seçtiğini zikretmektedir.
Kynk-
İNSAN VE TOPLUM BİLİMLERİ
ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Cilt: 5, Sayı: 4, 2016
Sayfa: 801-823
Nisan Özel
Mehmet ALICI
Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi İlahiyat Bilimleri Fakültesi
mehmetalici@artuklu.edu.tr
Zerdüştlükte İbadetler
Namaz, Hint ve Fars (İran) dillerinde “selam, dua” demektir. İbni İshak, Siret ül Resülullah kitabında, peygamber Muhammet’in Cebrail’in eşi Hatice’ye selamını ilettiğinde Hatice “Selam=dua Allahtandır” der.
Batı Hristiyanlarında namaz kelimesine karşılık olarak da “DUA” kullanılmaktadır. Hapsinin anlamı aynıdır. Namaz, Dua vakitleri Yahudilerde Hazan denilen Yahudi Ezanının tüksek bir yerden keçi boynuzundan borazan(Sur) çalınması ve ardından ezanın okunması şeklinde yapılır, İslam’a Hazan, Ezan olarak geçmiştir. Salah-Salat da denilir. Hristiyanlarda ise çan çalınarak yapılır. Hepsi dua/namaz vakitlerini bildirmekte kullanılır.
Aşağıdaki metinde de araştırmacı yazar Kurt Rudolf namaz vakitlerini “DUA” adıyla vermiştir.
Cemaatin Yaşamı
Cemaatların yaşamı ve özellikle de hizmetleri hakkındaki bilgimiz yetersizdir. Kurtarıcı sadece bilgi olduğundan Hıristiyan ayinleri karanlığın müesseseleri olarak reddedildi. Buna rağmen elbette dualar, ilahilerin ezberden okunuşu, mezmurları söyleme, kutsal metinleri okuma, oruç tutma ve bayramlardan oluşan tören ve ayinler vardı.
Seçkinler için günlük yedi, dinleyiciler için de dört defa dua ya da şükür sözleri farz kılındı. Oruçla ilgili çok sayıda kural inananın hayatını kapladı. Seçkinler, önce 30 günü ard arda olmak üzere bir yılda yüz gün oruç tutmak zorundaydı. Toplum hayatındaki asıl olay, günde bir defa yenen ve özellikle ışığın arınmasına hizmet ettiği için kutsallaştırılan seçkinlerin genel yemeğiydi (sofra). Bu, hıyar, kavun-karpuz, buğday ekmeği ve su ya da meyve suyu gibi yüksek derecede ışık ihtiva eden bitkilerden oluştu. “Dinleyiciler” bu yemeğe törensel olarak hizmet ettiler ve işledikleri günahlardan bağışlanmak için bu hizmetler için “sadaka” (alms) sağladılar. Kesilmiş, öldürülmüş (killed), sıkıştırılmış, katledilmiş (murdered) ruh, olarak tarif edilen yemekteki ışık, bu yemeğin yenmesi ile karanlığın ya da maddenin karışımından kurtarıldı, temizlenip arındırıldı ve böylece (sanki bir damıtıcı içindeymiş gibi) “seçkinlerde” zenginleştirildi.
St. Augustine bize seçkinin melekleri dışa soluyacağını, evet, eğer bazı “Seçkin” azizlerin dişleri ya da karnı aracılığıyla özgür bırakılmazlarsa, duasındaki her bir inilti ve figanda ilahi parçaları ile en yüce ve doğru Tanrı’nın o durumda bağlı olduğu kutsalın parçalarını dışarı fırlatacağını söylemektedir. Hıristiyan tartışmacıların bu “gizemli yemeği” Evharistiya’nın bir taklidi olarak yorumlaması şaşırtıcı değildir.
Bayramlar ve Törenler
En büyük bayram, Mani’nin Şubat/Mart ayında ölümünün anısına kutlanan ve Hıristiyan Paskalya yortusuna karşılık gelen Bêma Bayramı diye adlandırılan bayramdı. Bu, kırk gün oruç ve günah itirafı ile açılırdı. Bayram günü Mani’nin resmi, kürsünün (Yunanca: bêma) üzerine asılır ve örneğin Mani İlahiler Kitabı’nda bulunabilen dilek, övgü ve şükür ilahileriyle ışık elçilerine dua edilirdi. Elleri kaldırma ve sağ elin uzatılması –belki de bir vaftiz- gibi diğer törenlerin, seçkinin atanmasında ve dinleyiciler halkasına girişte rol oynadığı gözükmektedir. Yine ölüye rahatı için yol göstermeye yardım eden bir çeşit Ölü Ayini de vardı. Doğu İran ve Orta Asya Maniheizmi’nin bir özelliği belki de Buddist modeli üzerine tasarlanmış olan günah çıkarma ve pişmanlık geleneğiydi. Günah çıkarma formülleri korunmuştur. Onlar hassas bir günah anlayışı sergilediler.
Kynk-
Gazi Üniveristesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002/I, ss.378-393.
MANİHEİZM
Kurt RUDOLPH
**
Çev.: Mustafa BIYIK
Buraya kadar, okuduklarımızda İslam dininin kendine has özel, diğer dinlerde olmayan yeni bir ibadet şekli getirmediğini,namnaz, hac, oruç, günahtan arınma, pişmanlık (tövbe), sadaka gibi ibadet geleneklerinin en eski dinlerde dahi olduğuna tanık olduk.
ZERVAN YARATILIŞ MİTİ
ZURVAN
A ZOROASTRİAN DİLEMMA
R.C.ZAEHNER
Oxford Üniv.Doğu Dinleri ve Ahlakı Profesörü.
Zurvan (İng) Zervan (Zaman), İranlıların Mazda dininden sonra Sasaniler döneminde ibadet ettiği şeytan ibadetine dayalı bir dindir.
İran tanrısı Zervan
Baş tanrı Zervan, evrende yalnız başınadır ve yanına birisi olsun ister, birden karnında bir oğlu olduğunu fark eder. Bir süre sonra “iyi mi kötü mü olacak” endişesi duyar anında ikinci bir oğlu olduğunu karnında fark eder. Zaman içinde, “ilk doğana evrenin hakimiyetini vereceğine dair söz verir”. Önceden var olan Hürmüz evrenin hakimi olma hevesiyle doğumunu beklerken, gelişen kardeşi kötü/şeytan Ehriman/Arman’a da bundan bahseder.
Ehriman, bunu öğrenir öğrenmez, Zervan/Zamanın karnını yararak çıkar ve ısrar ederek evrenin hakimiyetini 16.000 yıllığına alır.
Hürmüz, tüysüz, parlak, göze güzel görünen ama saflığı temsil ederken, Ehriman/Arman da kıllı, kurnaz, zekiliği temsil eder.
Zervan adı, Mazda dini Zerdüştlüğün kitabı Avesta Bundehişt’te Zatspram olarak geçmektedir.
Zervan/Zaman hakkında Avesta bize bir şey söylemez.
Sasani döneminde, Zervan/Zaman’ı anlatan mitoloji Bundehişn kozmolojisinde önemli rol oynadığını anlatır. Avesta’da geçen Zervan mitolojisi Vay veya Avestanın başka yerinde Vayu ve Yaşt adlarıyla anılmaktadır ve hakkında çok az bilgi verilmektedir.
Gerçek metinlerde Vayu, Zerdüşt toplumundan bağımsız üstün bir tanrı olarak görünür. Zervan ve Mitra gibi ahlaki tanrı değildir, aksine Mitra’nın kötü halidir. Mazdaya ibadet eden Zerdüştlerin inançlarının aksine kişiliğini ikiye ayırmıştır.
Tamamen güçlü olan tanrı ellerindedir ama Vayu, Ahura Mazda (Hürmüz) tarafındadır ve kötü yanı, ölüm şeytanından biraz daha iyidir. Vayu, cömert ruha ait iken Yaşt kendini ona adamıştır. Vayu ileride Yaşt olarak kötülük şeytanı olur.
Hürmüz’ün kararlaştıramadığı işleri o karara bağlar. Sonunda Hürmüz’e itaat etmekle derecesi düşürülür.
KONU 6
IŞIK SAÇANLAR
Aura Mazda veya Armazd Işık saçan güneş tanrısı
Ehriman, Hürmüz’ün güzel varlıklar yarattığını gördüğünde, ışığı yaratmayı bilmediğinden şeytanlarını topladı ve onlara; “Hürmüz’ün karanlıkta kalabilen ışıyan güzel yaratıkları yaratmaktaki çıkarı nedir? Kendisi niye ışığı yaratmayı bilmiyordu?
Akıllıysa, anasının üstüne varmalı ve güneşi oğlu olarak doğurtmalı, kız kardeşiyle ilişkiye girerek Ayı doğurtmalıydı.
Şeytanlarını bunu yapmakla görevlendirdi ve hiç birisi ona ihanet etmeyecekti. Mahmi adlı bir şeytan bunu işitti ve Hürmüz’e bütün hızıyla gelerek durumu anlattı ve ihanet ettiğini düşündü.
Eznik’in hesaplamasına göre, Güneş ve Ay’ın yaratılışı hakkında Mani metinlerinde altı farklı yaratılış efsanesi geçmektedir.
12 burcun yaratılmasını takiben onlara yardımcı olmaları için 6.480.000 küçük yıldız yaratılmış, her biri dört yöne hükmetmekle görevlendirilenler;
Tiştar (Sirius-Şira) doğu üzerinde,
Satves (Akrep) güneye,
Vanand (Vega) batıya ve
Haptöring (Büyük Ayı) da kuzeye hükmetmekle görevlendirilmişti.
Onların hepsinin komutanı olan NAİL ise göğün ortasındaki Kutup Yıldızıdır.
Zodyakın üstündeki yıldızlar “kirlenmekten muaf olanlar” olarak tespit edildiğinden Ehriman’ın onlara yaptığı saldırılar boşa çıkmıştır. Ayın üstüne güneş tayin edilmiştir.
Gök Kubbe, Ehriman’ın saldırısından önce tekerlek şeklinde, değişmeyen öğle vaktinde kalacak şekilde yaratılmıştır. Bütün bunlar yeterince hilesizdir ve ışıklarını göksel ensestlik olarak tanımlanan şekilde ürettiklerinden şüphe edecek bir şey yoktur.
Oldukça aksine; eski edebiyatın övülen uygulamalarından aktarılan ve bir insanın en övülmeye değer işi olarak günahlarından arınmayı aramak için Hürmüz’ün uygulamasına atıf yapılır;
X”etödatih (Ketödatih/Babadan akrabalar arasında evlilik) Hürmüz’ün uygulamalarındandır.
Zerdüşt Hürmüzden önce oturur ve Vahuman, Artvahist, Hurdat, Amurdat ve Spandarmat Hürmüz’ün çevresinde otururlar, Spandarmat, ensesi üzerine yaslanarak Hürmüz’ün kucağında oturur.
Zerdüşt Hürmüz’e ; “Kucağına yaslanarak oturmuş, seni çok seven ve çok yakın olan bu kimdir?” der. Sen, Hürmüz gözünü ondan alamıyorsun o da senden gözünü alamıyor, kollarını sana dolamış ne ayırıyor ne de senin ayırmana izin veriyor.
Hürmüz, “Bu Spandarmat’tır, kızımdır, cennetimin kraliçesidir ve Yaratılışın Anasıdır” diye cevaplar.
Bu efsane, Hürmüz’ün göklerdeki ışıyan yıldızları kızı Spandarmat ile birlikte ensest üreme yoluyla yarattığını anlatır. Ancak birçok soruya cevap vermeden kalır.
Spandarmat eğer Hürmüz’ün kızıysa annesi kimdi?
İkincisi, Hürmüz kızıyla ilişkiye girdiyse birleşmenin meyvesi neydi? Üçüncüsü ve daha önemlisi Spandarmat, “Cennetin Kraliçesi ve Yaratılışın Annesi” olarak tanımlanarak toprağa daha yakın bir kimlikle niçin tanımlanmıştı?
Açıklamaya geçmeden önce, Mandacı Sabi metinleriyle paralelliğine dikkat çekmek gerekir. Zerdüştler gibi, Babil ile astroloji ve gök cisimlerine tapınma temelinde olağanüstü bir benzerlik göstermektedirler. Gezegenler, Mazdacılık ve Zervanilikte de Zerdüştlere sunulmuş ilginç bir muammadır.
İran mitlerinde Hürmüz=Marduk=Jüpiter; Vahran (Behram)=Nergal=Mars’a karşılık gelir. Satürnden bahsedilmemişse de Babil’de KEVAN adıyla anılan Satürn’ün Zervan olması muhtemeldir.”
Sogd (Horasan) Budizminde Hürmüz; Xwrmzt (Sogd dili sesli harfleri içermez) adı Ahura Mazda yerine kullanıldı. Uygur Türklerinin dili yoluyla Sogd dilindeki adı Moğollara taşındı ve hala adı “Qormusta Tengri” dir. Qormusta veya Qormusda adları bu gün bile Budistler arasında hala sevilen bir addır.
Urartular, tanrılar ailelerinin en baş tanrısı yaptılar. Syncretic (Birleştirici) tanrı olarak düşünüldü, Urartu yerli tanrıları Ara ve İrani tanrıları Ahura Mazda ile birleştirildi.
Türkiye'de Zerdüştlüğün etkisi [değiştir]
- ve 20. yüzyılın ilk kaynaklarından bilindiği gibi Kürt Kızılbaş Aleviler uygulamaları ve inançları Anadolu'nun merkezinde olan Türk Bektaşi Alevilerinkinden ve Saman Tahtacıların dininden daha çok aykırı bir durum olduğu göze çarpıyor. Anadolu’da Kürt Aleviler her sabah güneş ışıklarının değdiği ilk noktadan tapınmaya baslar.
Özellikle Kürt Alevilerin güneşe tapması kuvvetli bir şekilde daha çok Yezidiler arasındaki benzer uygulamalar gibidir.
Tunceli (Dersim) bölge halkı ve geniş bir kapsama olarak Kürt Alevilerin, Alevilik adi altında dediğimiz Raa Haq (Hakk'in Yolu), Zerdüştlük inancını yasam biçimi olarak devam ettirmektedirler, yöre incelendiğinde ateşin kutsallığı, Zerdüştlük üçlemeleri (Eline, beline, diline hakim ol gibi ya da İncinsen de incitme gibi), Zerdüşt kadın giyim kuşamı, Ele yüze yapılan işaretler, Dokumalarda Zerdüşt simgelemeleri gibi Zerdüştlüğe ait bir çok unsur açıkça görülebilir.
Kürt Alevilerde Melekler Kültü (Yezdilik) vardır en önemlisi Kale Hızır’dı'r. (Yasli Hizir) Ama bu Melekler, İslam Dinindeki Melekler değildir. Kürt Alevileri (Yeri ve Göğü koruyan Meleklere inanır). ve ona Dualar ederler “Ya Melekê Erd û Asîmanê / Ya Yerin ve Gögün Melegi” demektir. Bu İnanç eski Mezopotamya Dini Ezidilikte de vardir. İran’daki Yarsanilerde de vardır.
Alevilerin oluşturan bir grubun dinsel dünyasından kavramlar ve isimlerde bunlar; İnançlarına Raa Haq (Hakk'in Yolu), asil ismidir . Daha doğrusu Maraş / Malatya /Çorum / Adıyaman / Sivas / Erzincan / Erzurum / Elaziğ / Mus / Bingöl, ve nihayetinde Dersim denilen bölgede yasayan Alevilerin. Şimdilerde özelliklerini yitirmeye yüz tutmuş bu grup bundan bir yüz yıl önce oldukça özel bir Aleviliği temsil etmekteydi. Dağlık Dersim'i merkez seçmiş ruhani liderleri, çevre memleketlerdeki taliplerini yılda en az bir defa da olsa ziyaret ederek yüzyıllar öncesinden kalan, kuşaktan kuşağa devredilen bir dinsel dünyanın sürekliliğini sağlamaktaydılar.
Biraz da Yarsanileri tanıylaım;
YASRANİLER (KAKAİLER) Alıntıdır.;
Alevi kimlikleriyle de bilinen Yasraniler, Hint, İran dinleri esaslı “Melekler Kültü” olarak bilinen İslam, Hristiyan, Tevrat öncesi dinlerin kalıntılarından olsalar da Mani diniyle alakalıdırlar. Irak, İran dışındaki yerlerde kripto (gizli olarak yaşayan azınlıklardandır. Okuyacağınız Yasrani bir akademisyen ile röportajdan ibarettir ve Yasraniler, kutsal kitapları, inançları, ibadetleri, yaşam biçimleri, benzer inanca sahip diğer kripto dinleri de bildirmektedir;
Alıntı Röportaj yazısı;
YASRANİLER KAKEİLER
Salahaddin Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Ziryan Kakei: Temelde pek fark yok–Hüseyin Deniz / Hewlêr (Erbil) (Röportaj)
Kendisi Kakei olan Ziryan Kakai’nin ilgi alanı ve yoğunlaşması Kakailik ve Yarsan inancı üzerine. Bu yoğunlaşma sürecinde Aleviliği de incelemiş biri. Ziryan Kakei’ye göre, Alevilik ve Kakeilik arasında çok ortaklık var. Cem, oruç, pir, rayber, bawa, talip-mirud. Keza Ateş, su, hava ve toprak’a atfedilen felsefik önem gibi… Sistem olarak temelde aynı.
Kakailer, kendilerine Yarsan da derlerse şaşırmayın. İkisi de aynı. Güney Kürdistan’dakiler kendilerine Kakai, Doğu Kürdistan’dakiler ise Yarsan diyor. Dışarıdan ise Ehli Haq, Eli İlahi, Cemperest gibi tanımlamalar var. Aleviler gibi, Kakeiler de ağırlıklı olarak Kürt coğrafyasının sınırlarında ikamet ediyorlar. Birer öncü güç gibi…
Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
-Adım Ziryan, Ziryan Kakei. Danimarka’da okudum. Orada Üniversite’de hocalık yaptım. Şu an Hewlêr’de oturuyorum. Selahaddin Üniversitesi’nde ders veriyorum.
Hangi bölüm?
-Sosyoloji üzerine dersler veriyorum.
Neden Kakai (Kakeyi, Kaki) demişler kendilerine? Nereden kaynaklı bu adlandırma?
-Kakai kutlu anlamındadır. Ad Kakai dir. Bu isim birçok yerde kullanılır. Anlamı kardeş, değerli, vefalı, bağlı… Bu açıdan Seyyid demek daha açıklayıcı olur. Bizden bahsedilmiştir. Ama şu da var ki, Yarsan Kakailer nezdinde daha eski ve köklüdür.
Dün de bir ağaçtan bahsedildi. Nedir bunun anlamı?
-Büyük bir ağaçtır. Sultan (Yani Sultan Sahak) bir ibadethane (Cemhane) inşa ediyordu. Ağaçları iki horoza yükleyerek uzun bir mesafeden getirir. Bu ibadethanenin yapıldığı yer Kürtlerin yaşadığı yerdi.
Peki Kakei ile Yarsan ilişkisi nedir? Nasıl bir bağ var? Süleymaniye’de kendilerine Yarsan da denildi?
-Yani sadece Kakai (Kaki) isminin birçok manası var şüphesiz. Kürdistan’da. Güney Kürdistan’da Kakei ismi daha çok öne çıkmıştır. Ama Doğu’da, Doğu Kürdistan’da Yarsan (Yaresan) ya da Ehli Haq denilir. Keza tariflere göre başka isimler de verilir. Örneğin, kimileri Cemperest, kimi yerde Eli İlahi yani Sarelu…
Sarelu? Ne demek?
-Sarelu; bazı rivayetlere göre İslam’ın baskısından kaçanlar kendilerini korumak için böyle bir isim vermişler. Devam edersek, Kelamlar ve söylenceler var. Benim düşünceme göre, Yarsan ismi oldukça eski ve köklüdür. Serancamdaki kelamlardan anlaşılıyor. Bu konuda yaptığı araştırmalarda şu sonuca ulaştım: Yarsan ismi Sultan’dan (Sultan Sahak) önce vardı. Ancak Sultan’dan sonra isim Kakai olarak değişti. Bu çok önemli bir noktadır. Ben aynı zamanda Kakailerin kutsal kitabı Serancam’daki kelamların da toparlayıcısım. Kelamların bir kısmı Sultan’dan önceki döneme, bi kısmı Sultan dönemine, bir kısmı ise Sultan sonrası döneme değinir. Serencam’da Yarsan ismi yani “Yar” olanların ülkesi, “Yar” olanların yeri olarak kelamda yer alır. O nedenle de Yarsan Kakailikten daha eskidir, köklüdür. Yarsan yani kardeşlik, yani dostluk, gönülveren, bağlı anlamı ifade eder.
Bu Kürtçe’deki, değerli, sevilen ve saygı duyulan anlamı taşıyan “Kek” midir?
-Evet. Odur. Yorumlar çoktur.
Yani size göre “Kek /Kak” ve “Yar” bir birine yakın olan iki kutlu isimdir öyle mi?
-Buradaki kutsal atıf, aynı zamanda Kakai ile Yarsan arasındaki ilişkiye de işaret ediyor.
Kutsal? Yani, Yar ne kadar kutsal ise “Kek/Kak” de öyledir!
-Kesinlikle…
Bunun işaretleri nedir?
-Kakai Sultan’dan sonraki kelamlarda var. Bu nokta nettir. Buna ilişkin işaretleri sordunuz. Örneğin bıyıklardır. Bu bıyık meselesini yıllar önce Avrupa’ya gidinceye kadar farketmemiştim. (Bıyıklar kesilmez)… Evet, Bıyık, Cem, Işığın kutsallığı Doğa-insan ve hayvan arasındaki birlik, bütünsellik. Yani Vahdeti Vücut… Yine 3 günlük oruç. Bizde Cemler var. Nerede bir Kakei ya da Yarsan varsa orada mutlaka cem olur. Yine Goran diliyle deyişler ve Saz (Tenbûr)… Yani bizdeki Pirler hem saz çalarlar hem de deyişleri söylerler. Yine bizde toplum 3 gruba ayrılır. Rêber (Rayber)vardır, Mirşud – Pir (bawa) vardır ve Mirûd vardır.
Vurgularsak; Rehber vardır, Bawa vardır, Mürit vardır.
-Bizde Rehber’e Delil derler.
Delil öyle mi?
-Evet. Delil bizde Rehber olandır. Ayrıca Pirler vardır; bazılarına Seyyid denir. Bu isim daha çok Arapların etkisinden kaynaklı.
Sanırım Türkiye’deki Alevilerdeki de bu minvalde…
-Gerçek anlamda Seyyid yani Hz. Muhammedin soyundan değildirler. Pir var Bawa vardır. Sizdeki Seyidler de bu ismi daha çok kendilerini korumak için Araplardan devralmıştır. Bu Seyitlik meselesi Sultan döneminden kalma… Sultan 7 ilahi figür yaratıyor. Yani Kudretin sırrı olarak 7 ilahi figür. Bu figürler onun evlatlarıydı. Ama gerçek anlamda ondan dünyaya gelen çocuklar değildi. Yani bu bir mucizeydi. Perdeyi kaldırdığında bu 7 kişiden kimin sultan olduğu anlaşılamazdı. Her biri kendisine benziyordu. Bunlar Seyid idi. Bu seyidlere şimdi Sultan’ın evlatları, çocukları deniliyor. Bu doğru değil. Bu yaratım aslında Yarsan sistemini kurma amaçlıdır. Yine soy olarak da Pir vardır. Bizde de Pir Davut vardı. Şehid oldu. Pir Zin, Pir Mem, Pirê Mazlum vardır. Bunlar kutsal yerleri İslama karşı korumak için epey bir mücadele direniş göstermişler. Baskı görmüş, saldırıya uğramışlardır. Yine her devletin sınırlarında Pirler vardır, Bawa vardır. Bunlar bizimdir. Pir Mustafa, Pir İbrahim var. Pir Mirî var… Onlardan kalan epey bir çocuklar var. Yine Pir var, Rayber var. Bunlar bir sistemi oluşturur.
Peki Alevilerde Ocak vardır. Örneğin, Bamasûr/Bamasor, Dewrêşgewr, Kurêş, Axûcan, Seysawûni, Avdel Cemal vb… Bunlardan her biri farklı taliplere (mirud) sahip. Her pir ayrı bir Civat/Cem yapar. Kimse kimsenin talibina gitmez. Sizde işleyiş nasıldır?
-Bizde de Pir Mistefayi’ler var, İbrahimiler var, Miriler var.
Yani ocak gibi mi?
-Evet, bizde de ocak ocaktır. Ve Piripiran vardır. Yani pirlerin piri… Yani Pir’siz olmaz. Delilsiz (rayber/Rêber) olmaz. Ve cem vardır. Cem yapılır ve çok kutsaldır bizim için. Bu bir sistemdir, işleyiştir. Yine Qurban olayı var. Niyaz yapılır. Meyvelerden oluşanlar da dahil. Yine deyişler söylenir, saz çalınır. Ve bizde bir de “Kardeşlik” ve “Kızkardeşlik” hukuku var. Özellikle Cem’de. Cem’de mutlaka “kardeşi”ni ve kızkardeş”ini göstermek, ispatlamak zorundasın. Dost, can kardeşliği. Bu bir hukuk ve işleyiş oluşturur, Yarsanlar (Kakai)ler arasında. Pir her yıl bir Cem düzenler. Burada sistem ve kurallar ortaya konulur işleyişin bütünselliği sağlanır, güçlü bir birlik için çalışılır. Tezahüri, ahlaki, iş bakımından Hak’a yakın olmak gerekir. Yani temizlik, dürüstlük, hakikatli, bağlılık olarak. Keza dil, Goran dili, Maçeyi (Maçî)’dir. Dimili’ye çok yakındır.
Maçeyi (Maço) deniyor öyle mi?
-Evet veya Xasemi, Kulemili, Goran…. Serencam’daki Kelamların birçoğu Goran diliyle yazılmıştır. Goran bölgenin diğer lehçelerine de oldukça yakın olup, zamanında Avesta da Goran diliyle yazılmıştır. Bu açıdan da hem Avesta hem de Serancam arasında bir ortaklık söz konusu. Bizde sadece Gorani ile değil, Sorani ile Dimili ile de Kelamlar var. Baba Tahîr (Uryan)’in bir çok deyişi (klam) var. Bunların büyük bölümü Kelhur şivesinde. Baba Tahir dışında Yarsanlarda 16 kadın kelam söyleyen var. Bunlar ruhanidir.
16 Kadın ruhani?
-Doğru. Bunlar kadındır, ruhani olup aynı zamanda çok tanınıyor. Bunlardan biri Baba Tahir Döneminde, bir diğeri Şaxoşin döneminde, yine Sultan Sahak döneminde kelamları ve Gulbengleri olan var.
Peki gelelim Kakailerin yaşadıkları yerlere. Daha çok nerelerde yaşarlar?
-Kakailer birçok bölgede mevcut. Güney Kürdistan’da Araplarlarla sınır olan her yerde Kakiler/Yaresanlar vardır. Şarezor’dan çıkıp Musul’a, Daleho’dan Kerkük çevresine gelmişler. Daqoq, Xozu, Qadirkerem, Alesela köyleri bu nedenle bir tür Arap-Kürt sınırı olmuş. Bir tür öncü kuvvet gibi yerleştirilmişler. Yani Musul, Kerkük çevresinde, Xaneqin sınırboyları aynı zamanda Arapların da sınırını oluşturuyor. Yine Musul’da Yarsan çoktur. Musul çevresinde 7 köy Yaresan’dır. Hewlêr’de de yoğun bir Yarsan nüfus var. Yine Süleymaniye, Halepçe ve çevresinde yoğun bir Kakai nüfus var.
Yani bunlar kendilerini Kakai olarak mı tanıtıyorlar?
-Evet, evet. Şimdi Hewlêr’e yakın Kakailerin yaşadığı köyler var. Buralarda toplam 700 Kakai ev bulunuyor. Birtek cami yok. Okuma yazma oranı oldukça yüksektir. Bu köylerden çok sayıda doktor, mühendis çıkmıştır.
Peki Güney Kürdistan’daki Kakai nüfus ne kadar?
-Elimde gerçek anlamda kesin ve ayrıntılı rakam yok. Ancak bazı tahminlerde bulunabilirim. Takriben 260 bin civarında. Ama bu küçük bir sayı. Önemli bir bölümü de bilinmiyor. Çünkü kendilerini çeşitli endişe ve kaygılardan kaynaklı olarak açıklamıyorlar, gizliyorlar. Özellikle de inanca yönelik baskı olan bölgelerde yaşıyorlarsa.
O halde, Anne ve babadan Yarsan olmak yani doğuştan Kakai olmak zorunlu?
-Evet. Ben ise farklı düşünüyorum. Kim Yarsan/Kakai olmak isterse olabilmeli..
Kakailer ağırlıklı olarak hangi kentlerde yaşıyor?
-Doğrusu çok dağınıktırlar. Ama yine de birarada olunan yerlerin başında Kerkük, Silêmani, Halepçe geliyor.
Hawar diye bir köyden bahsediliyor…
-Evet Hawar Halepçeye bağlı bir köy. Asıl sahipleri Halepçede oturuyor. İslam geldiğinde epey bir sıkıntı yaşanıyor. Çatışmalar oluyor. Köy Kakai/Yaresanlar için kutsal bir yer. İbadet yerinin yanı sıra birçok Pir ve ulunun mezaları bu köyde. O yüzden burası için epey mücadele edildi. O zamanda bugüne Hawar’a kimse dokunmadı.
Peki Kakailerin Şii ve Sunni Araplarla ilişkileri ne durumda. Yani inançsal olarak Kakailiği hazmedebiliyorlar mı?
-Halk hakikati bilmiyor. Bizim dinimiz Aridir. İslam, Hiristiyan ve Yahudilikle köken olarak bir ilişkimiz yok. Ama karşılıkla alıp vermeler var. O bakımdan bir ilişkiden söz edilebilir. İslamin baskın gücü nedeniyle bazı şeyler alınmış tabii ki.
Vermişler mi?
-Önceden vermişler.
Yarsan döneminde mi?
-Yarsan döneminde az vermişler. Yarsan öncesi çok verilmiş. Mitraizm, Zerdüştilik dönemindeki etki daha güçlü ve geniştir. Ama Yersan’dan İslam’a etki çok azdır.
Irak Kürdistan Bölgesel yönetim ve Irak Merkezi hükümetinin Kakailiğe bakışı nasıl? Örneği Türkiye gibi mi? Türkiye’de pratikte kabul ediliyor. Ama kanuna gelince kabul edilmiyor. Sunni islamın bir parçası olarak muamele görüyor.
-2005 yılında aydınlardan oluşan bir delegasyon toplandı. Aralarında Felakeddin Kakai (Irak Eski Kültür Bakanı) de desteklediği bir oluşum. Irak Parlamentosu ve Hükümeti ve Kürdistan Bölgesel Parlamentosu nezdinde girişimlerde bulunuldu. Felekeddin Kakai’nin de etkisiyle çabalar başarılı geçti ve her iki parlamento da Kakaileri tanıdı. Ancak bu kez karşımıza bizim Pirlerimiz çıktı ve bizleri tehdit ettiler.
Neden?
-Onlar diyor ki, bizin inancımız “sır” temmellidir. Sır açığa vurulamaz. Yani Barzani tanıdı, Bağdat tanıdı ama bizim Kakeyiler bırakmadı. Halkı da bize karşı konumlandırdılar. Birkaç kez silahlı tehdide dahi maruz kaldık. Birakmadılar ki tartışalım, halkı ikna edelim.
Peki kakailerin Cem ayin yeri var mi? Yani Kürtçe deyişle Cemxane…
-Üstad Felakeddin Kakayi’nin inşa ettiği bir Cemxane var; Halepçe’de. Yani bir tanedir. Ben Avrupa’da kalırken, ikinci bir Cemxane için para topladım. Hewlêr’de yapılacaktı. Ancak engellendi.
Neden engellendi. Yoksa inanışta, evler cemxane olarak mı kabul ediliyor?
-Evet, cemler evlerde yapılıyor. Pirlerin evlerinde.
Bu temel bir şey mi?
-Evet.
Buradan şimdi başka bir konuya geçeceğim. Daha çok da Êzîdî ve Şebeklerle Kakailerin ilişkisini sormak istiyorum. İnanış bakımından ilişki ve yakınlık nedir?
-Şebeklar daha çok Bektaşilere yakın diyelim. Ancak Êzîdîlik bize, Kakailiğe daha yakın. Zerdüşt her ikisini de içinde barındırıyor. Işığın kutsallığı, oruç, ve daha bir çok noktada Êzîdîlik ile çok ortak şeylerimiz var. Felsefe ve törensellik aynı şekilde yapılıyor. Geçmişte bu ortaklık daha çok idi. Bugün bu ortaklık biraz azalmış diyebiliriz. İlişkiler de az. Bir profesör Almanya’da düzenlediğimiz konferansa gelmişti. Pirlerin piri idi. Orada gördüm ki birçok şeyimiz birbirine çok çok yakın.
Bu yakınlık açısından şimdiye kadar bilinmeyen bir şey var mı?
-Sistem ve ilkeler ayanı. Yine bizde kutsal su var. Êzîdîlerde de var. Keza Ateş, Su, Hava ve Toprak. Yani filozofik semboller birdir. Tüm bunlar, Araplar yani İslam nezdinde şirktir. Kabul edilmez. Êzîdîler ile daha çok fark; onlar Şêx Adi biz Sultan Sahak diyoruz.
Ya Şebekler?
-Şebekler Sultan Sahak’tan ziyade Şia’ya yakınlar. Ama bir kısmı…
Onlar Kürt mü?
-Bir kısmı Arap. Ancak Kürt Şebekler Hz. Ali’yi kutsarlar. Ancak Aşuraya gitmezler. Bıyıkları bizim gibi. Ve ne Necef’e ne de Kerbela’ya giderler.
Bu durumda Kürt ve Arap Şebekler arasında bir farktan bahsedebiliriz…
-Evet bir fark var. Aynen Türkiye’deki Aleviler ile Bektaşiler arasında olduğu gibi.
Peki DAİŞ’in saldırıları sonucu Şengal’de Êzîdî’lerin başına gelenleri biliyoruz. Kakai toplumu ki siz de değindiniz, sınırda yaşıyorlar. Son durum nedir? Bir tehdit durumu söz konusu mu?
-Sınırdakilerin hepsi kaçmış durumda. Evlerini de bırakarak…. Pek bilinmiyor ama sadece 326 Kakai/Yarsan, DAİŞ tarafından susturucular ile öldürüldü. Üstelik evlerinde. Bu cinayetler Kerkuk, Musul ve Xaneqin çevresinde konuşuluyor.
Son olarak Aleviler ve Kakailerin ortak yönleri konusundaki fikrinizi sormak istiyorum. Siz bu konuda bir çalışma da yapmışsınız. Ortaklaştıkları ve ayrıldıkları noktalar nelerdir?
-Kutsal yolda, kaideler, müzik, cem, kutsal ışık; yine Pir, Rayber, Bawa ve Mirüt sistemi… Bunlar Zagros’taki, Zerdeşti, Mitraizm, Zervanizm adıyla bilinen kurallardır. Yani bir karşılaştırma yaptığınızda bunları görürsünüz. Bir kısmı onda bir kısmı bunda yer alıyor.
Peki ayrılıkları nerede?
-Fark aslında oldukça az ve zayıftır. Bir kısmı da doğaldır. Çünkü lokal farklardır. Ama temelde birdirler. Felsefe olarak da bir.
Bugün Aleviler arasında bir tartışma var: Biz nereden geldik? Bu konuda bir fikriniz var mı?
-Bizde bu konuda bir efsane vardır. Kek Sultan, Türkiye’de alevilerin bulunduğu bölgelere gidip sistemi orada kurmuş ve geri dönmüştür.
Yani Türkiyeye gelip geri dönmüş öyle mi?
-Evet böyle mucizevi bir olay anlatılır. Bu ve benzeri efsaneler, sizde de bizde de vardır.
§ Bu röportaj Aralık ayı sonunda Hewlêr’de Kürtçe’nin kurmanci lehçesiyle yapıldı. Türkçeye çeviri bana aittir.
Ziryan Kakei – Hüseyin Deniz (Röportaj)
Yarsanlar Hakkında Ek bilgi:
Tıkla: Sultan Sahak Ocağı ve Yârsânlar
Buraya kadar “Şeyh Hadi/Adi öncesi İran Yezidiliği Dinlerini okuduk. İslam öncesi Hristiyan olmamış Hz. Muhammet’in Hicaz ve tüm Arabistan yarımadası, Irak, Suriye, Mısır Arapları, Ultra Ortodoks Lev Tahor Yahudileri ve onların öteki adı Sabiler ve Yezidiler (Mecusiler) bu dinlere ve ahlaklarına göre yaşıyorlardı.
Okuduğunuz tüm sapıklıkları yaşıyorlardı ve bunlar olağan işlerdi tuhaf da değildi.
Bu gün de Katolik Hristiyanlar Tevrat Levililer kitabındaki, Hanefi Sünniler gibi Nisa Suresi 23. Ayetteki gibi, benzer olan birinci, ikinci derece akrabalar ve çocukları ile ve onların eşleri ile cinsel ilişki yasaklarını uygulayan dini gelenekler dışındaki Yahudi, Hristiyan ve Müslüman mezhepleri, tarikatları ve cemaatlerinde yaygın olarak yeğen evlilikleri, ender olarak çekirdek aile içi evlilikler görülmektedir. Yukarında yeterince kanıt verdik. Daha da vereceğiz.
İRAN’IN BATIDAN ALDIĞI İKİNCİ BÜYÜK YENİLGİSİ.
İlk büyük yenilgisini, M.Ö.IV yy.da Büyük İskender(MÖ 356-323)’den alan Pers İmparatorluğu tümüyle çökmüştü. 329’da Grek eline düşen Bactria, Grek Krallığına 79 yıl sonra ara veren Partlar’dan (M.Ö.250-MS-224) 474 yıl sonra darbe ile iktidarı alan Sasani hanedanı (224-651) 427 yıl sonra Roma’lılara yenilgisi (627-628) de, III.Daryus’un B.İskender’e karşı aldığı yenilginin 828 yıl sonra tekrarı olacak, Herakles destekli İslam orduları boş Sasani imparatorluk topraklarına girerek, direnişsiz toprakları işgal edecek ve yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük vandalizmini ve insanlık suçlarını “cihat” kelimesi ile örteceklerdir.
Şimdi çeviri tarihi metni okuyalım;
MS.627-628 yılında, “Final Campaign”(Son Kampanya) adını verdikleri Sasanileri bitiren savaşı kazanarak İran’ı iç savaşlara terk ederler.
İran’ın bu yenilgisini, 635’te İslam işgali takip eder ve Zerdüştlük ve onun yasakladığı Zervanilik dini kalıntıları İran’da biter yerini İslam’a terk eder. İslam ve Roma topraklarında yaşayan İrani ve İran dinlerine inananlar da Bizans ve İslam imparatorluğunun din dayatmalarına maruz kalırlar. Ancak Zerdüşt ve Zervani dinlerine mensup olanlar artık kendi başlarına kalmışlardır ve Müslümanlar arasında yaşayanlar Müslüman, Hristiyanlar arasında yaşayanlar da zaten Roma 325’de Hristiyanlığı kabul ettiğinden beri din baskılarına alışık olduklarından Nasrani Hristiyan takiyesi yapıyorlardı. İsa’yı “dişi şeytanları Er Ruha’nın erkek kılığında görünüşü olduğunu ve İncilleri Pşitto’yu Vaftizci Yahya’dan aldıklarına inanan Süryaniler ile Yahudilerin bir çok mezhepleri de bu takiyecilere dahildi. Sasanilerin çöküşlerine kadar “Doğu-İran” yanında “batı Roma-Bizans karşıtı” siyaset güden bu kavimler, zaman içinde Müslümanların da baskılarıyla karşılaşınca bu defa eski Roma Vatikan ve Bizans’a sarıldılar. Roma ve Bizans da Türkler tarafından yıkılınca Osmanlı padişahı I.Selim’in (1516) Sünni mezhebini benimsemesiyle başlayan dini baskılar sonucu, IX.yy.da Anadolu’da Türk yayılmacılığına karşı oluşturulan ve birlikte hareket eden Kutsal Roma Cermen imparatorluğu ve ileri tarihlerde Rusya ile işbirliğine başladılar. Sonunda 30 Ekim 1918’de Osmanlı yani İslam tümüyle yenilince Osmanlı’dan çıkan topraklarda kurulan yeni devletlerin idarecileri oldular. Bu defa, onlar Müslüman kılığında eski dinlerini kabul ettirmeye başlamışlardı.
Bu da onların zaferiydi. İşte bu zafere giden ilk adımlar I.Haçlı Seferi, aslen Yemame Yahudilerine kökü dayanan Mervan soyundan gelen Şeyh Hadi’nin yukarıdan beri okuduğumuz İran Yezidiliğini, “Yunan/Grek tanrıları ve bilgelerini “tanrı sayan, kiliselerin eşiklerini öpen” Kürt Yezidiliğini Kurması ile başlamıştır. Günümüzde PKK, IŞİD terörü, Vehhabi, Nurcu gibi yeni Hristiyanlaştırılmış İslam adlı dinleri ile Müslüman Arap ve Türk kalıntılarına sorun olmaktadırlar.
Şimdi I.Haçlı Seferi ve Şeyh Adi’nin, Hristiyanlaştırılmış Kürt Yezidiliğini kurması konularını okuyalım;
HARRAN’IN HAÇLILARCA İŞGALİNİN ETKİLERİ
1096-1099 I.Haçlı Seferinde Haçlılar önce Adana-Klikya ve Urfa-Harran Edesa Ermeni devletlerini ele geçirdikten sonra Kudüs’e yöneldiler ve işgal ettiler.
07 Mayıs 1104’deki Haçlı Seferinde Balık Nehri yakınlarında Aachen’li Albert ve Chartres’li Fulcher’in emrindeki Er Rakka şehrinin karşı tarafına yerleşmiş Haçlı Ordusu ile Selçuklu ordusu arasında geçen savaşa Harran Savaşı da denilir. Edesa’lı tarihçi (Urfa’lı) Mateos’a göre, savaş iki gün boyunca çok kanlı bir şekilde sürdü. Karısı ölünce ülkesinde karısının mirasından yararlanamayacağı ve asilzadeliğine son verileceğinden, Edesa (Urfa) kontluğunu 1098’de Ortodoks Hıristiyan Ermeni Kral Toros’un evlatlığı olup ardından varis ilan ettirdikten sonra zehirleyerek öldürüp adamın tahtını hile ile alan Fransız asilzadesi Edesa Kontu Bourcq’lu (Bolonya’lı) Baldwin, Danişmendlilerden oluşan Selçuk Ordusuna esir düştü. Daha sonra serbest bırakıldığında Haçlı işgali altında bulunan Kudüs’te İ.S.1113’de esirlikten azad oldu.1118’de Kudüs’e Kral oldu, 1131’de öldü.
Şeyh Hadi İbn Musafir El Emevi (1070- Baalbek-Beytifar- Beka Vadisi (Lübnan)- 1162). Emevi Halifesi Mervan İbn El Hakim’in soyundandır. İran’ın eski dini olan Mecusilik-Zerdüştlük-Yezidilik olarak bilinen inancın Kürtlere has uygulamasını İslam öncesi Hicaz Yezidliği ve Sabi Hristiyanlık mezhepleri olan Nasturilik, Süryanilik, Keldanilik ve Ultra Ortodoks Yahudi tarikatları ile birleştirerek Kürt Yahudiliği de denilen Kürt Yezidiliğini kurmuştur. En eski inanışlardan olan Sufiliği incelediğinden Sufi olarak da bilinir. Mezarı Irak Sincar bölgesinde Laleş şehrindedir. Bu yer Yezidlerin hac yeridir. Yezidilerin Tavus Melek-Şeytan diye taptıkları, Kürt olmayan, Nasturi şeyhi Aziz Mattias’tır. Matthias: (Yunanca: Ματθίας, Mathias), 13. Havari. Yehuda’nın yerine seçilmiştir. Doğu Kilisesinde 9 Ağustos, Batı Kilisesinde 14 Mayıs Aziz Matthias günüdür.
Matthias adının etimolojisine göre anlamının “Tanrıverdi” olduğu ortaya çıkmaktadır. Okuyalım;
Etymology[edit]
From the Ancient Greek Ματθίας (Matthías), Μαθθίας (Maththías), contracted from Ματταθίας (Mattathías), from the Hebrew מַתִּתְיָהוּ (Matityáhu, literally “gift of God (Tanrıverdi-Allahverdi”). Compare Matthaeus.
Uyanık Emevi şeyhi Hadi, kendi soyu olan I. Halife Hz. Ebubekir, Hz.Muhammed’in düşmanı amcası Ebu Süfyan’ın oğlu Şam Valisi Muaviye ve oğlu Halife I. Yezid’i de Kürtlerin TANRISI ilan etmiştir.
Daha sonraları Hakkari’ye gelerek yerleşmiş ve “El Hekkari” lakabını adına eklediğinden Şeyh Hadi Bin Musafir El Hekkari El Emevi adı ile anılmıştır. 1111’de yerleştiği Laleş şehrinde kurduğu tekkeye kendi adından türetilen “Adeviye Tekkesi” ve tarikatına da “Adeviye Tarikatı” denilmiştir.
Aslında kutsal kitap olarak yazdığı Mushaf-ı Reş (Kara Kitap’ta” Hz.Muhammed’i tanrısı şeytan Tavus’un “ Nurlandırdığını” onun nuruyla peygamberlik ettiğini, aslında kötü birisi olduğunu, Muaviye’nin onun kölesi olduğunu ve onun soyundan gelenlerin Muhammed’in neslini kurutacağına dayanan kehanetin anlatılmasına ve hatta Allah’ın Kızları olarak bilinen El Uzza’nın, Halid Bin Velid tarafından öldürülmesinin intikamını, Muaviye’yle evlenen 80 yaşında bir kadının sabahında 20’lik bakireye dönüşmesi ve Halife Yezid ve babası Muaviye tarafından da Muhammed soyunun kurutulmasını anlatır. Bu durumda Müslümanlığın kabulü olanaksız olmasına rağmen, Şeyh Hadi’nin gerek Emevi soyuna dayanması ,gerek namaz ibadetlerinin olması ve gerekse de Kürtlerin kaybedilmemesi için olsa gerek Sünni Müslüman tarikatı olarak kabul edildiğini görüyoruz.
Kreyenbroek, Philip G; Jindy Rashow, Khalil (2005), God and Sheikh Adi are Perfect: Sacred Poems and Religious Narratives from the Yezidi Tradition, Iranica, 9, Wiesbaden: Harrassowitz Verlag
Spät, Eszter (1985), The Yezidis (2 ed.), London: Saqi (published 2005)
YEZİTLİK-İSLAM BENZERLİKLERİ
Yezidilerin Kiteb a-Cilve (Vahiy Kitabı) ve Mushafı-Reş ve Kara Kitap olmak üzere iki kutsal kitabı var. Temel ilkeler bu iki kitaba dayandırılıyor. Duaları Kürtçe’dir. Şeytan değil melek Tavus, Yezidiler`e göre tanrı kendi özünden, ateşinden ve nurundan Melek Tavus`u yaratmış, ona evreni biçimlendirme ve insanı yaratma görevini vermiş.
Yezidi ismi, eski İran dinindeki `hayır` tanrısı olan `ezd` veya `yezdan` kelimesinden geliyor. Zerdüştlükte horozun kutsal bir hayvan olarak kabul edilmesi gibi Yezidilikte de `Melek Tavus` horoza benzer bir şekilde tasvir ediliyor.
Bu topluluğa göre Adem peygamberden sonraki ikinci ataları `Tanrı verdi` anlamına gelen ezda `dır. Buna nisbetle `Ezdai (Ezidi=Yezidi)` deniliyor. `Ezda`dan geldiklerine inanan Yezidilere göre, kendi soylarından olmayan birinin bu mezhebe girmesi mümkün değil; çünkü Yezidi soyu temizdir, üstündür. Onlar saf olarak Hz. Adem`in terinden yaratılmıştır. Havva`nın terinden olmuşlardır.
En büyük yeminleri Melek Tavus, Ezid ve Şeyh Hadi adı üzerine yapılan yeminler.
Yezidi olmayan biriyle evlenen kız veya erkek aforoz edilir.
Baldızla evlenme ise yok.
Doğan çocuklar mümkün ise bir hafta içinde değilse iki yaşına kadar mutlaka vaftiz edilir. Vaftiz, şeyhin doğan çocuğu Şeyh Adi`nin lales-vadisindeki türbesi civarında bulunan zemzem suyuna üç defa sokup çıkarmasıyla yapılmış olur. Laleş (Laliş, Lalişa Nûranî) dışında yaşayan Yezidiler kavvalların (Yezidi din adamlarının) zemzem suyunu kullanır.
Sünnet de vaftizden kısa bir süre sonra yapılır. Çocuk ölü doğsa da sünnet edilir.
Ölenin mirası sadece erkek çocuklara bırakılır, vefat edenlerin naaşı, yüksek sesle salavat getirilerek, ahiret kardeşinin huzurunda Yezidi şeyhi veya fakir tarafından yıkanır; ölüye abdest aldırma ise yoktur. Ceset kolları çapraz vaziyette ve baş kısmı doğuya, yani güneşin doğduğu tarafa gelecek şekilde gömülür. Ölenin mirası yalnız erkek çocuklarına kalır. Eğer erkek çocuk yoksa miras ölenin kardeşlerine, amcalarına, bunlar da yoksa ailedeki diğer erkeklere intikal eder. Kutsal günleri çarşamba, istirahat günleri cumartesidir.
En büyük bayramları yeni yıl bayramıdır. Buna sersal derler. Her yılın nisan ayının ilk çarşamba günü, en güzel elbiselerini giyip kıra çıkarlar. Her aile kendi yiyecek ve içeceğini getirir veya orada pişirir. Bu yiyecek orta yere dizilir. Hep birlikte öğle yemeğini yerler.
Kurban bayramını da kurban keserek kutlarlar. Yezidilerde oruç 9 günden ibarettir. Şems yani güneş için oruç tutulur, sonra Yezda için son üç gün ise rojayahuda (Gül Yahuda) denilen oruçtur.
Üç gün oruç üç gün bayramın sonunda Yezidiler, güneş ile birlikte yemek yemeği bırakır, güneşin batışıyla bu süre sona erer. (Aksiyon) Kaynak:
Yezidiler, sabah ve akşam olarak iki vakit namaz kılarlar.
http://www.oneworld.am/journalism/articles/yezidi.html
Haber7 http://www.tumgazeteler.com/?a=1466180&cache=1
İslam’da yaratılış, Hud Suresi ayet “7”’de “Onun yeri hiçbir şey yokken suların üstündeki Arştaydı (İlk yeryüzü)” demektedir. Diğer ayetler, Tevrat yaratılış bölümüne atıf yapmaktadır.
Yezidi kitabı, Yezidilerin Adem ile Havva’nın terinden yaratılmış, özel bir soy olduklarını, diğer Adem soyundan ayrı olduklarını söylerler.
Oysa terden yaratılma efsanesi, Sümer’de Enki’nin terinden yaratılan insan çiftler birbirlerine ayırt edilemeyecek kadar sıkı sarılmış olarak doğduklarından ağaç tanrılara dönüştüler efsanesinde ve Zerdüşt din kitabı Avesta’da Zerdüştlerin ilk Adem’i Goyomart öldükten sonra yaratılan Adem ve Havva’ları sayabileceğimiz Maşyo ve Maşyo’in terinden yaratılan aynı Enki’nin çocukları gibi ağaç tanrıçalara dönüşen nesli efsanesinde vardır. İslam öncesi Allah’ın Kızları olarak bilinen El Lat, El Uzza ve Menat da böyle ağaç tanrıçalardı ve Nahle (Hurma) ovasında El Uzza’nın putunun olduğu bir vahada bir hurma ağacı türü olan Semüre ağaçlarında yaşadıklarına inanılırdı. Bu ağaçları ğeygamberin emriyle kesen ve üçüncü ağacı kestikten sonra ortaya çıkan vampir görünümlü kadın El Uzza’yı Halid bin Velid peygamberin emriyle boynunu kılıçla keserek öldürmüştür. Bu yüzden de “kılıç işlemeyen” bu tanrıçalara kılıcı işleyen Halid bin Velid’e “Allah’ın Kılıcı” adı verilmiştir. (Bknz-E.H.Yazır Necm Suresi tefsiri)
İslam’da ne Allah’ın ne de peygamberin herhangi bir tasviri yapılamaz. Anikonik’tirler.
Horozun, öterek cennette müminleri Allah’ın önünde namaz kılmak için toplayacağına inanılır.(Erzurumlu İbrahim Hakkı-Marifetname) Sümer’in Enzu/Anzu kuşundan türeme Hint, İran Tavus kuşu, kuğu, kaz, horoz efsaneleri mitolojinin zenginliklerindendir.
Herkes her ırk Müslüman olabilir. Ancak, Hicaz Arapları, kendilerinden olmayanlara “Mevali-köle” derler. Öyle muamele ederler. Diğer kavimler “Surre” alayları ile onların duasını almak için her yıl Hac mevsiminde Hicaz Araplarına hediyeler sunarlar.
Adem ve Havva’nın terinden yaratılma olayı İslam’da yoktur. Ancak, Mısır Mitolojisinde, bedeni yaşlanan Ra’nın yere düşen terinden çamura dönen topraktan kobra yılanı yapan İsis, babasını yılanla zehirleyerek kalbindeki sırrını alır. Olay buradan esinlenmedir.
Yemin Müslümanlarda Allah ve peygamber adı üstüne yapılır.
Müslüman olmayan biriyle evlenen Müslüman da toplumdan atılırdı. Artık terk edilmiştir.
Baldızla evlenme İslam’da var. Hz. Muhammed Hz. Osman’ı ölen karısının kız kardeşi Rukiye ile evlendirmiştir.
İslam’da vaftiz yerine doğan çocuğun adı konurken kulağına ezan okuma olayı vardır.
Sünnet İslam’da da vardır. Ölü doğan veya sünnetsiz ölen çocuğa sünnet yapıldığı hakkında işitme-okuma dahil bilgim yok.
Ölü yıkama İslam’da aynı değildir. Salavat getirme İslam’ın temellerindendir.
Yezidi Hicaz Arapları, kıza, geline miras vermezlerdi. Hz.Abdullah, Muhammed’e annesi iki aylık hamileyken öldüğünde, Mekke’nin en şöhretli Kureyş Ailesinden olan dedesi Abdülmutallip, Hz. Emine’ye miras vermediğinden ve sefalet içinde Muhammed altı yaşındayken vefat ettiğinden Hz. Muhammed’in çileli bir ömrü olmuştur.
Amcası Ebu Talip ölünceye kadar onun koruyuculuğunu üstlenmişti.
Yezidi Kürtlerde de “kıza miras bırakmama” geleneği sürmektedir. Kız çocuklarını satarlar ve kız da birisine kaçarsa, ya da kaçıran bedelini ödemezse gelsin “Töre Cinayetleri.
Yeni yıl bayramı Kızılderililerden Yakutlara kadar aynıdır.
Hıristiyanların “Gül Haç’ına” Yezidlerin “Gül Yahuda’sı”
Güneşle birlikte yemek bırakılır.Müslümanlarda da aynen vardır.Tek farkı oruç Ramazan ayı boyunca sürer.
Kirvelik Aleviler arasında yaygındır
Müslümanların Kurban Bayramına karşılık Kurban Bayramları var.
Yezitler abdest alırlar, Müslümanlardaki gusül yoktur
Müslümanlar beş vakit, Yezitler sabah-akşam iki vakit güneşe dönerek namaz kılarlar
Yezidilerin ruhbanları vardır. Sırasıyla;
Şeyh-Şıh, Pir, Kavval ve Köçeklerdir. Soylulardan oluşurlar. Şifacıdırlar.
İSLAM TASAVVUFUNDA YEZİDİLİK;
Son Osmanlı halifelerinden ve cumhuriyetin başlangıcında Van milletvekili olan Van’lı Abdülhakim Arvasi’nin yazdığı 1969 yılında oğlu Kuleli Askeri Lisesi Kimya öğretmeni Yüzbaşı olan Hüseyin Hilmi Üç Işık’ın yeniden eklerle düzenlediği “Tam İlmihal-Saadeti Ebediyye kitabı-Bozuk Dinler bölümü 441-443 sayfalar arasında yazılanlara göre, Yezidilik, peygamberin ardından çıkan Hariciye görüşünden doğan bir akımdır. 12. Yüzyılda Şeyh Adi tarafından yapılan Kürt Yezidiliği ise bundan farklı olarak anlatılmaktadır.
Yezidi kısmını olduğu gibi yazarak okuyalım;
““Seyid Şerif-i Cürcani’nin (Ta’rifat) kitabında kısaca ve (Mil-el Nihal) kitabında geniş yazıldığı gibi, Hariciler yedi fırkadır(parti-kol).
Bunlardan “”’İbadiye fırkası’, Abdullah bin İbad adındaki kimsenin adamlarıdır. Bu adam, Hazreti Ali, hazreti Muaviye ile hakem yapmak suretiyle uyuştuğu için Hz. Ali’den ayrıldı. Trablusgarp’a (Cezayir) gitti. Orada İbadiyye fırkasını kurdu. Bundan sonra (H.153) yılında halifeye isyan edip Trablusgarp’ı ele geçirdiler.
‘KENDİLERİNDEN BAŞKA MÜSLÜMANLARA KÂFİR DEDİLER HARP ZAMANINDA MALLARINI ALMAK CAİZDİR DEDİLER. HZ. ALİ’Yİ VE ESHABI KİRAMDAN ÇOĞUNU KÂFİR BİLDİLER” (Bu ilkeler, Vehhabilik, Nurculuk adları arkasında bu gün aynen yerine getirilmektedir.)
H.1129’d ((M.1717)’da tevellüt eden (doğan) ve 1222 (M.1808) de ölen Abdülaziz bin İbrahim adındaki biri (Kitab-ün Nil) adında kitap yazarak İbadilerin Cezayir’de çoğalmasına sebep oldu.
H.749’ (M-1349’)da ölen İsmail Cilati’nin (Kavaid-ül İslam) kitabına çok önem veriyorlar. Bu kitap Mısır’da basılmıştır.
İbadiye fırkası dörde ayrıldı. Bunlardan Yezid bin Enise’nin adamlarına ‘Yezidi’ denildi. Bunlar, Acem’den (İran) bir peygamber gelecek, buna gökte yazılmış bir kitap inecek, Muhammed Aleyhisselam’ın dininden çıkacak, yani yıldızlara tapınacak diyorlar. Küçük büyük her günahı işleyen kâfir olur diyorlar..””
Buraya kadar Haricilik akımından doğan Yezidiliği inceledik. Dikkat edilmesi gereken en önemli konu ise “Yezid” adının peygamberden önce, zamanında ve sonrasında olduğunu biliyoruz ve Yezid adının İran dinleri merkezli olduğunu hatırlattıktan sonra, bu Yezidilik inancı mensuplarının, İslam’a, Hristiyanlık’a karşı direnişleri olarak görelim. Yezidi ve Yezidlik/Ezdilik kesinlikle İslam sonrası değil, İslam öncesi, geçmişi binlerce yıl geriye uzanan bir kültür birikimidir.
İslam dini yeni çıkmış, yeni yayılan dinin benimsetilmesi için eski tüm dinler, mezhepler, tarikatlar hatta Yahudilik ve Hristiyanlık bile halka unutturulmak amaçlı baskılar altında, insanlar eski iman ve geleneklerini korumak için, İslam’ın etkin olmadığı, devlet baskılarının zayıf olduğu bölgelere kaçıp sığınması ile başlayan Yezidilik akımının, Emevi ve Abbasi devirlerinden sonra kurulan Selçuklu’ların 1092-96 yıllarında güçlenerek artan Haçlı seferleri ile Toroslardan Zağros dağlarına uzanan hakimiyetlerini haçlılara kaptırdığı dönemde çıkan, eski düşmanları Hristiyanlara sarılan Şeyh Adi Yezidiliğini aynı yazarın kitabından aktaralım. Bunu okumadan önce Yezidilik inanışının Van, Bitlis, Siirt, Hakkâri, Urfa’dan Antakya’ya, Anadolu Toroslarından, Ege’ye, İç Anadolu’ya uzandığını, bunun temelinin de 2500 yıl önce Büyük Krus’un Pers İmparatorluğu döneminde buralara öğretilmiş Mitracılık/Mihrilik, Zerdüştlük ve Sasaniler döneminde Zervanilik/Mani dinlerinin temelleri üzerine olduğunu hatırlayalım. İslam ve Hristiyanlığın çıktığı Arap yarımadası, Irak, Suriye ve Kuzey Afrika hatta o zamanın dünyası olan Avrasya ve Afrika kıtaları bundan nasiplenmişlerdir. Ezdilik açıkça hala ülkemizde yaşanılan bir kültürdür. Tüm Müslüman ve gayrimüslüm dinlerde hala kültürel kökenleri vardır ve yaşanmaktadır.
Bu kadar yaygın ve köklü bir din öyle birkaç kılıç darbesiyle teslim olacak değildi ve olmadı da.Şimdi Haçlılarında Nasrani Hristiyanlık ile birleştirerek benimsedikleri Masonların korudukları Şeyh Adi Yezidiliği hakkındaki aynı kitabın yorumlarını alalım;
“1385H (M-1966) Mart ayında Irak’tan Anadolu’ya gelen Yezidi şeyh Emavi’nin bildirdiğine göre, Yezidiliği yayan adam Adi adında bir Suriye’lidir. Abbasilerin baskısından kaçarak Irak’ın şimalinde (kuzey) Sengal dağlarının ortasındaki Lades (Laleş olacak) vadisine sığınmış, Adeviye adında bir din kurmuştur. Kürtler ve Araplar arasında yayılan bu dine Yezidilik denildi.
Hicri 550’de seksen yaşında öldü. Yerine kardeşinin oğlu ikinci Adi geçti. Bundan sonra bunun oğlu şeyh Hasen reis oldu. Yerine kardeşinin oğlu ikinci Adi geçti. Bundan sonra bunun oğlu şeyh Hasen reis oldu ve bunun zamanında çoğaldılar. Seksen bin oldular.
Yezidilerin inanışları Hristiyanlık ile Müslümanlık inanışlarının karışığıdır. (Kitabül Cilve) adındaki en önemli kitapları Arabi ve Kürtçe olup Maksimilyan Bütner tarafından Almanca’ya terceme (çeviri)edilmiş ve hicretin 1331 (1913) yılında basılmıştır.
Şeytana tapınırlar. İblis’e Melek Tvus derler.Şeytana söğeni öldürürler.Dertleri belaları İblis yaratır derler. Müslümanlar ve Hristiyanlardan işittikleri şeyleri Yezidilik olarak anlatırlar. Müslümanların imanları ve ibadetlerinin hiç biri bunlarda yoktur. Ladeş vadisindeki Baadır köyünde bulunan ölülerini gidip dolaşmağa hac derler. Bunu Eylül ayında yaparlar.Her gün güneş doğarken ona karşı dururlar, sabah ilk ışık gelince toprağı öperler. Güneş batarken de ona yalvarırlar. Bu yaptıklarına namaz kılmak, ibadet etmek derler. Ocak ayında üç gün oruç tutarlar. Bozuk işlerini, namaz, oruç, hac diye anlatırlar. Bu sözlerini işiten onları Müslüman sanır.
Yezidilerin okuma yazma öğrenmeleri büyük günahdır. Bunun için çok geri ve cahildirler. Müslümanlıktan haberleri yoktur. Sakal kesmeleri de günahtır.
İnsanları dünyada ve ahırette de sıkıntıya sürükleyen bu bozuk dine karşı ilk olarak Musul Emiri İmamüddin-i Zengi harekete geçerek, kumandanı Bedreddin-i Lü’lüü şeyh Hasen’in üzerine yolladı. Onları dağıttı.
Başkanları Emaviye göre, bu gün on milyon Yezidi vardır. Bunlar Irak’da, Suriye’de, Yemen’de, Azerbaycan’da, Türkiye ve Hindistan’da bulunmaktadırlar.
Cahil olduklarından komünistlik propagandalarına çabuk aldanmaktadırlar. Rusya’da üç milyon Yezidi komünist bulunduğunu ve Irak’daki Abdüsselam hükumetinin astığı bin iki yüz komünist içinde Yezidilerin de bulunduğunu Emavi açıklamıştır. Emavi halifelerinden Yezid’in bunlarla hiçbir bağı yoktur. Şimdiki reisleri Emavi (M.1930)’da Ladeş’te doğdu. Şimdi Irak ordusunda general rütbesindedir. Irak’ta bulunan Müslüman Kürtlere karşı Irak ordusu ile birlikte harp etmektedir.
Behçet-ül Fetava’da diyor ki; “Bağdat’ta bir çok kimse, kendilerine Müslüman dedikleri halde, arama helal diyor, güneşe tapıyor ve İblis’e tazim ediyorlar. Ulül emre isyan edip bulundukları yerde başkanları ile birlikte küfr ahkamını yapıyorlar.
Bulundukları yer “Dar-ül Harb (Savaş alanı)” olur. İslam askerleri bunlarla harp edip, erkekleri Müslüman olursa öldürülmez. Kadınları irtidattan vaz geçip Müslüman olurlarsa cariye olarak helal olur. Yezidilerin, “İran’da bir peygamber gelecek” dedikleri için kafir oldukları “Berika” ve Hadika” kitaplarında yazılıdır.””
Yezidiler hakkında kitaba geçen Osmanlı hilafetinin tespitleri bu kadarmış.
Bunlardan çıkartılacak sonuç yazıldığı gibi, Yezidilik, İslam-İsevi inançları harmanı bir dindir. Şeytana ibadet vardır. Kıldıkları namaz Güneş ile temsil edilen şeytan içindir.
Emevi halifesi I.Yezid ile bağları yoktur. (Oysa adamları ona Tanrı/Allah derler.)
Bulundukları yer dar-ül harb’tir. Yani din savaşının yapıldığı yerdir. Bunlar temizlenmelidir. Ama
Gel gör ki, ülkemizde devlet de din de bunların ve ortakları Vehhabiler ile Nurcuların ellerindedir. Şimdi onlar darül harb ilan edip devleti yağmalamaktadırlar.
Din ulemamızın bunların Mushaf-ı Reş adlı kitaplarından da 1892’de II.Abdülhamit’in bunları Müslüman, Vatikan’ın Hristiyan saydığından da ya haberi yok ya da kasten bu bilgileri vermemiştir.
IRAK’IN ŞEYTANA TAPINANLARI YEZİDİLER
Almanya’nın Aşağı Saksonya Eyaletinin başkenti olan Celle şehrinde bulunan bir Yezidi topluluğunun kültür merkezinde Alman Yezidi Araştırmacısının yaptığı bir mülakattan bazı bölümleri dilimize çevirdim.
Bu bilgilere göre, Yezidiler, 1892 yılında Vatikan tarafından da Hristiyan sayıldıkları için hem Müslüman (Adeviye tarikatı) hem de Vatikan kayıtlarında Hristiyandırlar. Bu yüzden ülkemizde Türkçe tanıtım yazılarında rastlamadığımız farklılıklarını yurt dışında rahatça dile getirebilmektedirler. İşte bu röportajda Alman Yezidi profesörü olan Uta Tolle’nin verdiği bilgiler, Yezidilerin verdiklerinden fazladır. Bunlardan tespit ettiğim birkaç, bizde bilinmeyen, dışarıda az bilinen özellikleri;
1-Yezidilik, İslam, Hristiyanlık, Tevrat öncesi çok eski bir dindir. Sümer, Hint, Kalde,- Asur, Babil,Fars dinleri ağırlıklıdır.
2-Kesinlikle dört kitapta “Şeytan” olarak geçen lanetli meleğe tapınan Kafir. şatanistlerdir.
3-Müslümanların Allah dediği tanrı “Tavus” Tevrat’ın çöl Teke Şeytanı Azazil’dir. Yahudilerin insan kurban ettikleri Öküz başlı şeytan Moloch’tur, Lusifer’dir.
4-Medeni batılı toplumlara kendilerini acındırarak güç sağlamak, aralarında yaşadıkları milletlerle kardeş olarak geçinmek yerine onları satarak 300 yıldır Haçlıları bölgeye sokan hain işbirlikçiler olmuşlar, haçlılara köle olmayı tercih etmişlerdir. Bu yüzden haçlı işgalleri durur durmaz sürgünlere uğratılmaları da olağandır. Hiçbir batılı Hristiyan ülke bunları göçmen olarak almamıştır.
“ 20 Ağustos 2007
Kuzey Almanya’da bir kasaba olan Celle’nin eteklerinde bir topluluk salonundayım. Duvarda mavi bir Tavus kuşu resmi var. Bir odayı çevreleyen masalarda oturan düzinelerce Şeytan İbadetçisinin ortasındayım. En azından insanların onları çağırdıkları ad budur. Nedenini henüz bilmediğimiz Irak Musul’da patlatılan bir intihar bombasının sonucunda ölen 400 kadar aynı inanca mensup oldukları bu gün açıklandı.
Hepsi Yezidi. Ve ben, onların baş döndüren dinlerini gün ışığına çıkarmak için buradayım. Neden dışlanıyorlar ve gerçekten şeytana tapınıyorlar mı?
Anavatanları olan Irak Kürdistan’ından olup ülkemizde yaşayan en geniş topluluk burada yaşamaktadır. Bu küçücük kasabada 7000 kadar Yezidi topluluğu yaşamaktadır. Dünya genelinde Yezidi nüfusu 400.000 ile 800.000 kadardır.
Bu gün Yezidiler konuşmaya pek meyilli görünmüyorlar. Şaşırdım. Yüzyıllar boyu süren korkunç eziyetlere maruz bırakıldıklarından yabancılara karşı ihtiyatlı oldukları konusunda uyarıldım.
Her nasılsa kara, kalın bir adam bana doğru döndü. Duvardaki tavuskuşlarından birini işaret etti.
-“O Melek Tavus’tur. Tavuskuşu melek. Ona ibadet ederiz. Çayından bir yudum aldı ve ekledi;
-“Dinimiz, dünyada en eski dindir. İslam ve Hristiyanlık’tan da eski.”
Bu gizli ifadeden sonra arkadaşlarına döndü.
Şan eseri Celle’de öne çıkan bir başka Yezidi örgütü daha vardı. Yolda onun sözcüsü ile Yezidilerin tuhaf inançları hakkında konuşmuştuk.
Etkileyici bir sıralama vardı. Yezidilerin kutsal ağaçları vardı. Kadınlar saçlarını kesmemek zorundaydılar. Nisan’da evlilik yasaktı. Marul, balkabağı, ceylan yemeyi ret ediyorlardı. Koyu mavi giymekten kaçınıyorlardı çünkü çok kutsaldı.
Birbirleriyle evlenemeyen sosyal sınıflara bölünmüşlerdi. Üst sınıflar çok eşli olabiliyorlardı. Yezidi olmayan biriyle evlenmek toplumdan kovulma veya daha kötüsünü getirebiliyordu. Birkaç hafta önce Irak’ta Müslüman bir gence aşık olan ve dinden dönmek isteyen bir genç kız recmedilerek öldürülmüştü.
Mide bulandıran öldürülmesi film yapılmış ve Yezidilerin sevimsiz şöhretleri de eklenerek internete postalanmıştı.
Yezidilik çeşitli dinlerin birleşmesi olan bir dindir. Birçok dine ait imanları birleştiriyordu. Reinkarnasyona (ruh göçüne) inanan Hindular, boğa kurban eden Mitracılar, Hristiyanlar gibi vaftiz olma, Zerdüştler gibi güneşin yüzüne ibadet etme, İslam’ın ruhani inançlarından olan Sufiliğe inanarak Müslümanlarla yarışmak gibi inançlara sahiptiler.
Bu oldukça kafa karıştıran bir resimdir. Ve, hala en önemli merak konum olan Şeytan İbadeti ile ilgili bir cevap alamamıştım.
Şehrin merkezinde, Yezidilerin sözcüsü medenileşmiş bir Yezidi olan Halil Savucu ile karşılaştım. Hatta bizimle birlikte Alman Yezidi profesörü olan Uta Tolle de vardı.
Halil’in Mercedesi ile şehrin uç noktalarına doğru yol aldık. Yolda, bana inançlarının esasları hakkında bilgi verdiler.”Yezidilik, yazılı değil, sözel bir dindir der Uta. Bu yüzden inançlarının ne olduğunu tam olarak ortaya çıkarmak çetrefilli iştir. Kara Kitap gibi dini metinleri vardır. Bir tür müzisyen vaizler olan Kavvallar eliyle din bir diğerine devir eder. “
Ve, Melek Tavus kimdir?
Halil biraz rahatsız olmuştu.
“Onun gururlu bir melek olduğuna inanırız. İsyan etti ve tanrı tarafından tahtından cehenneme indirildi. Orada 40.000 yıl kaldı. Cehennemin ateşini söndürecek kadar gözyaşı döktü. Şimdi tanrı tarafından bağışlanmıştır.”
-Fakat iyi mi kötü müdür?
“-İkisi de, ateş gibidir. Alevler yemek pişirebilir ama aynı zamanda da yakabilir. Dünya da iyi ve kötüdür.”
Bir Yezidi için şeytana ibadet ediyorum demenin zorluğu gerçekten anlaşılmalıdır. “Şeytana Tapınanların hası” olduklarından “Kafir” olma gibi şöhretleri vardır. Bu yüzden zaman içinde özellikle Müslümanlar tarafından vahşice eziyetlere tutuldular ve Saddam Hüseyin zamanında bu çok yoğunlaşmıştı.
Bazı Yezidiler Melek Tavus’u Şeytan olarak çağırıyorlar. Soydan gelen Yezidi lider Mir Harzem, 2005’de; “Bu adı sesli olarak söyleyemem, çünkü adı kutsaldır. O meleklerin başıdır. Biz, onun meleklerin başı olduğuna inanıyoruz”
Melek Tavus’un şeytan olduğuna dair başka öne çıkan işaretler de vardır. Tavuskuşu meleğin isyanı hikayesi ile paralel olarak, Hristiyan tanrısı tarafından cehenneme atılan Lucifer hikayesi birbirine çok benzeyen iki örnektir.
“Melek” sözü tam olarak, insan kurbanı isteyen İncil/Tavrat şeytanı “Moloch” ile eş anlamlıdır. Melek Tavus’un intikamcı imajı şeytani bir işarettir. Yezidiler Sümer ve Asur’un ülkesi Kürdistan’dan gelirler. Sümer tanrıları, kuş gibi gagaları ve kanatları ile tahkim edilmişlerdi ve sıklıkla zalimdiler.
3000 yıl önce Asurlular, çöl rüzgarlarının ruhları olan uçan şeytanlara tapınırlardı. Bunlardan biri, şeytan çıkarmada kullanılan, pullu-kanatlı şeytan Pazuzu’ydu.
Yezidilerin kuş ve yılanlara olan hürmetleri çok çok eskidir. Türkiye’de Eski Çatalhöyük’te kazılarda elde edilen bulgularda 7000 yıl önce Kuş Tanrılara hürmet edildiği kanıtlanmıştır. En son yine Türkiye Şanlıurfa’da, Yezidilerin yaşadığı yer olan dev kayalarla inşa edilmiş Göbekli tepeyi de eklemek gerekir. Olağanüstü Göbekli tepe tapınağında kuş adamlar, şahinler ve yılanlara ait imajlar bulunmuştur.
Tüm bunları hesaba kattığımızda iyi bir tahmin ile Yezidilik Kuş Tanrı ibadetidir ve 6000 yıl ve öncesine kadar uzanır. Yüzyıllar sonra ortaya çıkan daha güçlü imanlar olan İslam ve Hristiyanlık Yezidi Kürdistan’ın eski imanını tehdit ederek süpürmüştür. Öyle de olsa, Yezidilik, rakip dinlerle işbirliğine girerek zamana uyum sağlamıştır.
Halil’in evine vardık. Melek Tavus’un bakır bir sancak üzerinde yapılmış resmini göstererek, Şuna Bak dedi. Birkaç resim çektikten sonra hepimiz Halil’in eşi ve çocuklarıyla birlikte Bolonya Spagettisi yemeye oturduk. Bu bana Ortadoğunun şiddetinden, Şeytan ibadetinin acayipliğinden daha hoş göründü. “Biz, Yezidiler azizler değiliz ama barışçı insanlarız” dedi Halil.
“-Tek istediğimi sadece hoşgörüdür. Kötüye tapınmıyoruz. Sadece dünyanın iyi ve kötüyü, karanlık-aydınlık gibi aynı anda barındırdığına inanıyoruz.”
Sözleri tam zamanında söylenmişti ve biz pasta yerken Musul’dan Yezidilerin kanlı bir katliama uğradıklarını bildiren bir haber gelmiş ve Halil çıldırmıştı.
“Tam bir şok yaşıyorum, ölenlerin çoğu benim ailemdi, karnıma ağrılar girdi. Ama biz dünyada en yalnız olanlarız. Dostlara ihtiyacımız var. Yezidilerin çoğu Irak’ı terk etmek istiyor ama hiç biri bize vize vermeyeceklerdir.”
İç geçirdi ve ekledi; “Yezidiler binlerce yıldır kıyımlara uğratıldı ve biz bunlara alıştık. Yeni Irak’ın azınlıkları koruyacağına inandık. Amerikalılar geldiğinde biraz daha iyi olabileceğimizi düşündük…” Sonra gözlerini koyu mavi Tavus kuşu imajına çevirdi.
http://www.telegraph.co.uk/news/main.jhtml?xml=/news/2007/08/19/wiraq219.xm
Türkçeye Çeviren
Alaeddin Yavuz.
Süryani Ermenilerin, Keldanilerin, Nasturilerin “Yezidi Kürt Kimliği” içinde saklandıkları Bitlis şehrinden çıkma Yezid şeytanı Said-i Kürdi’nin, on senede okuma yazma öğrenemeyen, deli olması, okula gitmeden ulema yapılması, atıyla öldürdüğü çocuğu suya sokup çıkarınca çocuğun dirilmesi, alkole düşmanlığı yüzünden valiye silah çekmesi, gördüğü rüya üzerine vali öldürmeye gitmesi, okuduğu bir kitabı anında ezberlemesi (Tevrat’Ta Hezekyel peygambere Allah kendisi kitabı yedirerek ezberletir). Said ondan da üstün okur ve hemen ezberler. Birine “ölürsün” der, adam akabinde ölür.
İBDA-C terör örgütünün başka bir yayın organı olan Taraf dergisi ise, Özgür Ülke gazetesinden bu alıntıyı yaptıktan sonra şunları ekliyordu:
Yiğit Kürt halkı 70 yıldır faaliyet gösteren Deccal rejimine karşı varını yoğunu ortaya koyarak mücadele ediyor. Bu uğurda İzzet Beyleri, Hacı Musaları, Şeyh Saidleri, Seyyid Rızaları, Said Nursileri şehit verdi. Ve bugün, Said Nursi’nin rüyasını gördüğü, uğrunda şehitler vererek, kan ve can vererek yılmadan mücadele ediyor. Birleşik İslam Devleti için Kürdistan’ı kurmaya kararlı, inatçı, inançlı.Müslüman Kürt halkının mücadelesi, Anadolu merkezli Bağımsız Birleşik İslam Devletinin yapı taşıdır.
Kumandan Mirzabeyoğlu dedi ki: Gayet açık olarak söylüyorum. Bugün İBDA, Said Nursi Hazretlerinin rüyasını gördüğü bir temsil planındadır (Aktaran: Ergün Poyraz, Fethullah’ın Gerçek Yüzü)
İslamcılar ve nurcular, Birleşik İslam Devleti için bağımsız bir Kürdistan’ın kurulmasını isterken, -rastlantı(!) olsa gerek- siyonist Yahudiler ve evanjelist Hıristiyanlar da Büyük İsrail için bir Kürdistan devletinin kurulması için uğraşıyorlar. Şu ittifaka bakın; Kürtçüler-Nurcular-İslamcılar-Siyonistler-Evanjelistler aynı cephede!.. Amaç; bir Kürt devleti kurmak, ortak düşman; Türkiye Cumhuriyeti ve Türklük!
Kürt Said’in Selefleri İngiliz İşbirlikçisi Masonlar!
Saidi Kürdi(Nursi), kimlerle aynı yolun yolcusu olduğunu, Divan-ı Harbi Örfi, İki Mekteb-i Musibedin Şehadetnamesi adlı kitabında şu şekilde ifade ediyordu: Seleflerim; Cemalettin-i Efgani, Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abduh, Ali Suavi (31 Mart olayının başı, Yedi Sekiz Hasan Paşanın kafasına vurdu sopa darbesi ile 39 yaşında ölen Kürt Said’in Kürtçü öğrencisi)
Kürt Said’in, seleflerim dediği isimlerden Ali Suavi, Cemalettin-i Efgani(Afgani) ve Muhammed Abduh’un üst derece masonlardan olduğunu biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki; Cemalettin Efgani ve Muhammed Abduh, Hicaz bölgesini Osmanlı’dan koparmak için İngilizler tarafından görevlendirilmiş birer işbirlikçidir.
Kahire’deki Şark’ın Yıldızı Locasına 7 Temmuz 1868’de 1355 numarayla girmiş olan Efgani; 1869 yılında, peygamberliğin aslında bir sanat ve meslek olduğunu iddia etmiş ve Osmanlı ulemasının ayaklanmasına neden olmuştu. Bu yüzden Osmanlı tarafından sınır dışı edildi.
Bizzat İngiliz belgelerine göre; Cemaleddin Efgani(Afgani), Tanrıya inanma şartı koşan İskoç mason locasına üye iken, buradan Tanrısızlık ithamıyla kovulmuş, o da Tanrı tanımazlığın makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locasına girmiştir. Efgani, aynı zamanda Kahire Mason Locasını da kurmuş ve oranın büyük üstadı olmuştur.
Saidi Nursi’nin selefleri olan Efgani ve Abduh’un masonluğuna dair ayrıntılı bilgi için, 1960’ta Fransa’da basılan “Les Francs Macons” adlı kitaba bakabilirsiniz. İşte bu kitaptan kısa bir alıntı:
Mısır’da kurulan mason localarının başına Cemaleddin Efgani(Afgani) ve ondan sonra da Muhammed Abduh getirildi. Bunlar, Müslümanlar arasında masonluğun yayılmasına çok yardım ettiler.
Padişah II.Abdülhamit’in, gerçek niyetini çok iyi bildiği ve İngiliz işbirlikçisi bir maskara olarak tanımladığı Efgani, 1897 yılında öldüğünde İstanbul Maçka’daki Şeyhler Mezarlığına defnedilir.
Efgani’nin talebesi ve Kürt Said’in diğer bir selefi olan mason Muhammed Abduh ise Mısır doğumlu. Bakın İngiltere’nin Mısır sömürge valisi Lord Cromer, Abduh için neler söylüyor: Kuşkusuz İslami reformist hareketin geleceği, Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği yolda ümit vaat ediyor. Ve o yolun yolcuları, Avrupa’nın her türlü yardım ve teşviklerine layıktırlar.
Ne ilginç değil mi? Avrupalılar ve Amerikalılar, daha önce Muhammed Abduh için söylediklerini, bugün de onun halefleri olan Saidi Nursi ve Fethullah Gülen için söylüyorlar!..
Saidi Kürdi’yi, Mason ve Komünist kadar tehlikeli olarak tanımlayan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Abduh için de şunları söylemiştir: Üstadı Efgani vasıtasıyla, masonluğu Ezher’e sokan odur.
Abduh, Osmanlı’ya karşı Arabi Paşa isyanında elebaşı ve fetvacı başı rolü üstlenerek, Mısır’ın 1882 yılında İngilizler tarafından işgal edilmesine ciddi katkılar sağlamıştır. Bu isyanlarda, Efgani’nin üstadlığını yaptığı Kahire Mason Locası üyeleri, İngilizlerle işbirliği içerisinde faaliyette bulunuyorlardı.
Saidi Nursi, Mardin’de Cemaleddin Efgani’nin talebesiyle görüşmüş ve -kendi tabiriyle- siyasette muktesit mesleği ondan öğrenmiştir. Herhalde bu yüzden olsa gerek, Emirdağ Lahikası sayfa 139’da ve Lemalarının 20.Lemasında, Osmanlı Devletini parçalamak için uğraş veren misyonerlerle ve Hıristiyan ruhanileriyle ittifak önermiştir... Ne de olsa selefleri de öyle yapmışlardı!..
Saidi Kürdi, hasta yatağındayken, kendisini ziyarete gelen Şeyh Sait’in torunu Abdülmelik Fırat’a şunları söylemiştir: “Ben, biraderi azamım, erkemim Şeyh Sait efendinin öcünü alacağım, aldım!
Saidi Nursi’nin, öcünü aldım” dediği Şeyh Sait köpeği, bildiğiniz gibi Bağımsız Kürt İslam Devleti kurmak için silahlı adamlarıyla Türkiye Cumhuriyetine karşı ayaklanarak, Türk askerine kurşun sıkan ve “Bir Türk öldürmek, yetmiş gavur öldürmekten daha üstündür!” diyen bir İngiliz işbirlikçisinden başka bir şey değildi. Bu ifadeyle Atatürk’ün öldürülmesinde “şuç ortaklığı yaptığını” da itiraf etmiş olmaktadır.
Bu bildirinin altında imzası bulunanlardan biri de Saidi Kürdi(Nursi) idi. İşte oldukça uzun olan bu bildiriden bazı bölümler:
Ey Anadolu’nun masum ve mazlum ahalisi!
Anadolu’da Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye maskaraları Yunan askerlerinin önünden nâmerdane bir surette kaçarken, zavallı saf ve gafil ahali ve askerden cem ettikleri kuvvetleri düşmanla harbe tutuşturarak (...) yalanlar ve hilelerle savuşup kaçtılar.
Yazık bin kere yazık ki, gerek harb içinde, gerek mütarekeden sonra memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Enver, Cemal, Mustafa Kemal ve saire beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için icap eden küçük fedakarlığı göze almıyor.
Hem sizler ey yalancı ve deni şâkiler!
(...) Kendinize ne hakla, ne yüzle Kuva-yı Milliye adını veriyorsunuz? Utanmaz hainler, artık yakamızı bırakın. Cenab-ı Hakk’ın gazap ve laneti sizin üzerinize olsun.
Şimdi sulh imzalandı Kuva-yı Milliye belasının tevlid ettiği mecburiyetle galip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize “Eğer Anadolu’da Kuva-yı Milliye isyanını bastırmazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar.
Ey Anadolu’nun mazlum ve muhterem ahalisi!
Elinize aldığınız bu fetvayı şerife göre, bu katil canavarları (Kuvvacıları kastediyor) daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. (...) Allah’ını, Peygamberini ve padişahını seven bu tarafa gelsin...
Yani, Ey ahali, savaşı kaybettik. Kaderimize razı olmak zorundayız. Aman ha sakın İngilizleri ve Yunanları kızdırmayın. Uslu uslu gidip onlara teslim olun. Mücadele edecekseniz onlara karşı değil, Mustafa Kemal’e ve Kuvayı Milliyecilere karşı mücadele edin. Hatta Mustafa Kemalin kellesini getirip İngilizlere ve Yunanlara teslim edin!
Tarihçi Murat Bardakçı, 1925 ilkbaharında çıkan Şeyh Şaid ayaklanması esnasında isyancıların dağıttıkları bildiriyi kısaltarak, günümüz Türkçesi ile yayınlamış:
"Din yolunda şehit düşen, namus için can veren ve aşiretinin şerefi uğrunda kan döken şanlı dedelerimizin mukaddes ruhları göklerden size bakıyor. Emanet ve yadigár olarak terk ettikleri Allah’ın kitabını, Muhammed"in şeriatını yakan Ankara mürtedlerine (dönme) ve onların icra vasıtası olan hükümet memurlarına karşı ne yapacağınızı görmek istiyorlar.
...Milli namus ve dinin kutsal kabul ettikleri uğrunda tüfeğe sarılarak çarpışanları takdir; hayatını muhafaza için fişekliğini belinden açan, tüfeğini Türk"e teslim eden, karısını zorla boşamaya ...rıza gösteren ve hudud haricine çekildiği halde içerideki milletdaşlarının imdadına koşmayan haysiyetsiz ve mayası kötü olanları da lánetliyorlar.
...Sağda-solda kanlı çarpışmalar devam ediyor, hükümet sizden saklıyor. Hiç beklemeyin, birbirinizle haberleşerek civarınızdaki askerleri teslim alın. Arslan gibi harbeden Kürt kardeşlerinizin imdadına yetişin. Lázistan, (Rize ve çevresi Şapka Kanunu sonrası çıkan İngiliz kışkırtması bölücü isyanlardan bahsediyor.) aylardan beri kan ve ateş içindedir.
Dindar Türk neferleri din kardeşlerine kurşun atmıyor, teslim oluyorlar. Dinine bağlı Türk ahalisi, fikren ve kalben sizinle beraberdir.
... Zaptedeceğiniz Türk topları, Türk tüfekleri, Türk mühimmatı,size káfidir. Rehberiniz Muhammed, yardımcınız Allah"tır.Kuvvetiniz, hükümet kuvvetinin kat kat üstündedir. Cesaretiniz ve yiğitliğiniz, bütün dünyada bilinmektedir. Gafletten kurtulun, el ele vererek mukaddesatınızı kurtarın, ...kurtaracağınız İslámi mukaddesat ve milli haklar ile peygamberin ruhunu ve ...dedelerinizin ruhlarını şádedecek, onların soyundan gelmiş olduğunuzu isbat etmiş olacaksınız."
Said Nursi’nin nasıl bir Türk düşmanı ve Kürt milliyetçisi bunun yanında tam bir İngiliz işbirlikçisi olduğunu gördünüz. Bir Türk olarak veya, emperyalizme karşı bir vatandaş olarak halkımızın geleceğini sadece “kendini yüzyılda bir dini yenileyen biri” olarak kabul ettirme deliliği yüzünden halkımızı bölen bu sapık insanların ardından gitmeyiniz.
Onların ardına düşmek demek hem düşmanınız olan emperyalist gavura hizmet etmektir hem de dininize karşı çıkmaktır.
1986’da, The Encyclopedia Britannica 1986 Yezidileri;
“Yezidi dini, farklı dinlerin birleşimidir (syncretic) ve Zerdüştlük, Manilik, Yahudilik, Nasturilik ve İslami özellikleri birleştirmiş olan bir dindir. Yezidiler kendilerini Emevi halifesi I.Yezid’in destekçilerinden olduklarını söylerler…
…Kendilerinin Adem soyundan gelen insanlık ailesinden farklı yaratıldıklarını söyleyerek kendilerini ayırırlar….”Muhammediler gibi Muhammet ve İbrahimi peygamber sayarlarsa da İslam’dan çok uzak oldukları gibi, insan şeklinde İsa’ya inandıklarını söylediklerinden vaftiz olmalarına rağmen Nasturi gibi de değillerdir. Dinleri İran ve Asurilerin büyücülük, sihir esaslı dini elementlerini içerir.Ateş kültleri İran’ındır…
Dr.R.C.Zaehner, “The Hutchinson Encyclopedia of Living Faiths Hutchinson Yaşayan İnançlar Ansiklopedisi)” de, “Yezidi imanı Sufilik gibi sapıklıktır” der.
Joseph T.Parfit, kitabı “Marvellous Mesopotamia” kitabında Arapça kelime olan Şeytan’ın adını kullanmaktan kaçındıkları için, “ Karanlığın Prensi”, “Akşamın Tanrısı”, “Ululanmış Başkan” gibi adlarla anarlar. Yezidilerin çoğu vaftiz olur, haçı ve kiliselerin eşiklerini de öperler”. Diye yazmaktadır.
Rev.W.A.Wigram ve Sör Edgar Wigram, “The Cradle of Mankind-Life in Eastern Kurdistan” (1922) kitabında; “Araplar soyguna düşkün olanlar olsalar da bunu Kürt kasaplar gibi uygulamazlar” diyerek Yezidi Kürtlerin,” ezilmişliklerinin, sürgünlük gerekçelerinin gerçek yüzünü açıklamıştır.
Joseph Parfit, “Marvellous Mesopotaimia- The World Wonderland’da;
“-Kürtler, genellikle ahlaksız, kalpsiz, zalim ve son derece de korkaktırlar… Onlar soyguncular ve basitçe su katılmamış katillerdir. Kürtlerin çoğu dini inanç sefilleridir… Baş eğdirmeyi başaramadıkları için adlarını Muhammedi yazdıkları bazı Kürtleri Türk ordusunda süvari sınıfında silah altına alınmış ve Hristiyan komşularını yağmalatmakta kullanmıştır…
Noshir H. Dadrawala’nın ,Deen Parast magazine’de yayınladığı “Yezidism” başlıklı makalesinden alıntılar yapılmıştır.
Mushafı Reş Ekler I.Bölümden;
55;20-55;21-55;22-55;23-56;24
Bu yüzden Yezidilerin kaderleri Köçeklere bağlıdır.Yezidilere göre, cehennem yoktur. İlk Adem zamanında yaratılmıştır. İlk babamız İbrik el Asfar doğduğunda,21- bu yüzden cömertlik gibi asil işleri olduğundan birçok arkadaşı vardır. Cehennemi gördüğünde çok üzülmüştü. Onun küçük bir Bakbk Asar’ı vardı. 22-Ağlayarak akıttığı gözyaşlarını içine doldurdu. Bu yedi yılda doldu. Sonra onu cehenneme fırlattı ve insanlara işkence edecek cehennem söndü. Bu olay ilk babamız İbrik el Asfar’ın hayır severlik işlerine bir örnektir. Böyle çok sayıda örnek olaylarının hikayeleri vardır.
Bunlardan biri de yine Şeyh Mattie (Aziz Mar Mattheus) dağının arkasında dinlenme yeri olan Muhammed Râhşan’dır. O aşırı güçlüdür en kutsal yeminleri eden odur. Biri hasta olursa ,yemin etmek için putlu sütunların olduğu Yhasin’e hicret eder. Şimdi Şti Nefise adlı bir hac yeri vardır. Başika’daki bu yerde dut ağaçları vardır. Öteki hac yeri de Karabey köyünde Abdi Rahşan’dır. Üçüncü hac yeri de Bahzaniye köyünde Şeyh Bakü’dür. Yakınlarında dere ve yanında dut ağacı vardır. Her kim ateşli bir hastalığa yakalanırsa oraya gider ve dut ağacına elbisesinden bir parça asar, dereye balıklar için ekmek kırıntıları atar. Bunları yapan belki kurtulur.
S;55
Bu ağaca asılan elbise parçasını kim bağını çözüp alırsa, eğlenmek için sallarsa, onu asanın hastalığına yakalanır. Başika ve öteki yerlerde böyle birçok yer vardır. Hatta Ayn es Safra (Sarı Çeşme/dere) denilen bir yer daha vardır. Yezidiler onu Kanizer adıyla anarlar. Sarılık hastalığına yakalananlar burada yüzerse iyi gelir. Gut (Damla) hastalığına yakalananlar Man Reş’te yaşayan Pir’in evine gitmelidirler.
S;56
Şeyh Adi yanında toplananlara yemek pişirmelerine izin verilmez. Herkes Şeyh Adi’nin masasından yer. Koçaklar ise yalnız oturarak namaza dururlar. Yardım etmek isteyen ruhban olmayanlar derdi yazılı bir kağıt ile para verirler, sonra her birisi üzerine koçağın oturduğu koyun ve öküz taşlarına dileklerine göre yemin ederler.Yeni yıl toplantılarında müzik aletleri çalınarak zevkle eğlenilir. Kabdus’u (örn-yemin edilen öküzü) yemeden önce Şeyh Adi tapınağının altında bulunan zemzem suyunda yüzerler. Sonra etten aceleyle kopartarak yemek zorundadırlar, bu yüzden bazen ellerini yaktıkları olur. Bu geleneklerine uygundur. Yedikten sonra dağlara giderler, silah atarlar ve Şeyh Adi’ye dönerler. Dönerken her biri evlilikte ve ölümde kullanmak üzere oradan bir avuç toz-toprak alır. Bükülmüş, arkadan bele bağlanan kuşakla bağlı bir elbise giyerler. Bunları ve sancakları zemzem suyu ile vaftiz ederler..
2.Şeyh Adi
Şeytan neredeyse Şeyh Adi ile aynı düzeydedir. Ancak tarihi bir kişilik değildir, biyografisi Muhammedi yazarlarca verilmiştir. İlahi olarak tanımlandı ve tanrısal tesliste ikinci bir kişi olarak görüldü.
O Melek Taus tarafından, yoldan çıkmış insanları eğitmek ve uyarmak amacıyla seçilerek gönderilmiştir. İsa’dan daha büyük olarak her yerde hazır ve nazır olduğu kabul edildi; ve Melek Sedek gibi ne anası ne de babası vardı. O hiç ölmedi ve asla ölmeyecek. Kendisine övgü olarak yazılmış şiir ayetlerin onunda açıkça Tek Tanrı olduğu söylenir.
Adı, bir insan tasavvurunun yaratabileceği en olası tüm mitlerle ilişkilidir. Yezidi dogmasını Hristiyan formülü ile açıklarsak, Şeyh Adi, Köçek denilen peygamberleri ile oturan Kutsal Ruh’tur. Hatta onlara cennetin sırlarını anlatmaktadır.
P;159
Bizi düşünmeye sevk eden eğlenceli eleştirilerden birisi de Şeyh Adi iyidir, Melek Taus kötüdür. Şiir 30-32’de tüm iyiliklerin kaynağı olan iyi tanrı olarak temsil edilmiştir.
Diğerleri ise onu Mane yada Mani gibi, Adde veya Adi olarak kişileştirirler. Bir diğerleri de adının ilahi bir ad olduğunda ısrar ederler.
Bu durumda, onun mezarı bit mittir ve Muhammedileri aldatmak için “Şeyh” adı eklemiştirler. Bu yüzden kutsal öğretilerinin kutsallığının bozulmasını önlemek için Hristiyanların Mar Mattie’yi Şeyh Mattie ve Mar Behrian manastırına Huder Elias demeleri gibi…
55:23 s. 85 Mar Mattie, Müslüman unvanının altında bir Hıristiyan azizi barındırma genel geleneğine uygun olarak, genel olarak Şeyh Mattie adıyla bilinen kişinin mezarı Musul'a yedi saatlik yolda olan bir Suriye manastırıdır. İlyas, "Yeşil olan Al-Ḫuder" olarak bilinir. Afrates, Şeyh Mattie'nin piskoposu idi. Bu geniş manastır kilisesi, Ebu-l-Farac olarak bilinen Trablus’ta görevlendirilmiş Bar Habreus’un mezarını barındırır ve İ.S. 1246'da Musul'un Büyükşehir Belediyesi olan büyük büyük bir binadır. Kardeşi Barsom ile birlikte kilisenin mabedi olan "Beth Kadışeh" e gömüldüğünü ve üzerlerine yazılan yazıdan anlaşılmaktadır. Metin şöyle anlatıyor: "Bunlar, Elpep Dağı'nda "(Süryani adı Jabal Maḳlûb). Yahudi çocukları olan, Mar Gregorias'ın ve kardeşi Mar Barsome'un mezarlarıdır.
Sacred Books and Traditions of the Yezidiz, by Isya Joseph, [1919], at sacred-texts.com
Nasturi şeyhi Aziz Mattias’tır. Matthias: (Yunanca: Ματθίας, Mathias), 13. Havari. Yehuda’nın yerine seçilmiştir. Doğu Kilisesinde 9 Ağustos, Batı Kilisesinde 14 Mayıs Aziz Matthias günüdür.
Matthias adının etimolojisine göre anlamının “Tanrıverdi” olduğu ortaya çıkmaktadır. Okuyalım;
Etymology[edit]
From the Ancient Greek Ματθίας (Matthías), Μαθθίας (Maththías), contracted from Ματταθίας (Mattathías), from the Hebrew מַתִּתְיָהוּ (Matityáhu, literally “gift of God (Tanrıverdi-Allahverdi”). Compare Matthaeus.
Kutsal Havari Matthias, ondan birinin yerine geçmeden önce Yedi'den biriydi. Saint Matthias, 9 Ağustos'ta ve 30 Haziran'da İsa Mesih'in Görkemli ve Onur Öpücüğü Oniki Havarilerinin Synaxis'iyle kutlanmaktadır.
Life
Apostle Matthias was born at Bethlehem of the Tribe of Judah. From his early childhood he studied the Law of God under the guidance of St Simeon the God-receiver.
AZİZ MATTHİAS’IN HAYATI
Havari Matthias,Yahuda kabilesinin yaşadığı Beytlehem şehrinde dünyaya geldi. Erken çocukluk yıllarında tanrıdan (İsa) vahiy alan aziz Simon’un rehberliğinde tanrının yasasını okudu.
Rab (Allah) İsa Mesih kendisini dünyaya açıkladığında Aziz Matthias kendisi ile birlikte sayılan yetmiş peygamber arasında Mesih olduğuna inandı. Ve, Tanrının (Allah) yüzü önünde onları gideceği her kente dini tebliğ etmeleri için ikişer ikişer görevlendirdiği zaman tanrı tarafından yedi havariden birisi olarak seçildi. (Luka 10;1)
Kurtarıcının göğe yükselişinden sonra, Aziz Matthias, 12 havariden biri olan hain Yahuda İskaryot’un yerine seçildi. (Elçilerin İşleri 1;15-15;26) Kutsal ruhun inişinden sonra Havari Matthias, Kudüs’te, Yahuda’da İncil vaazları verdi. (Elçilerin İşleri 6;2-8;14) Kudüs’ten sonra Havari Petrus ve Andrew ile birlikte Suriye Antakya’ya gitti ve Kapadokya, Tianum ile Sinop şehirlerine de gitti. Havari Matthias burada hapse atıldı ve kilitlendiği hapisten mucizevi bir şekilde müttefiki Aziz Andrew tarafından kurtarıldı.
*(Öğrenci olarak dilimize çevrilse de, Hristiyanlık anlayışında İsa Allah sayıldığından bütün havarilerin hepsi tebliğci peygamberler olarak kabul edilmektedir. )
Bundan sonra Havari* Matthias, deniz kıyısında bir şehir olan Amasea’ya* gitti. Üç yıllık yolculuğu boyunca Havari Andrew, Edessa (Urfa) ve Sebaste (Sivas)’de Aziz Matthias ile birlikte oldu.
*(Amasea, günümüzdeki Amasya ilimizdir Deniz kıyısında değil, Yeşilırmak kıyısında kurulmuştur. İsim benzerliği olan Amastris (Amasra) veya şimdiki Samsun ilimiz olan Amisus Karadeniz kenarındadır. Bu da dincileri cehaletine bir örnek teşkil etmektedir.)
Kilise geleneğine göre Pontine Ethiopia’da (şimdiki Batı Gürcistan) ve Makedonya’da (Balkanlar) vaazlar verdi. Sık sık ölüm tehlikelerine maruz kaldı fakat tanrı İncil’i vaaz etmesi için onu korudu.
Bir keresinde paganlar onu zehirli içki içmeye zorladılar. Onu içti ama hiçbir zarar görmedi hatta, zehirli içkiyle kör edilmiş diğer mahkumları da kurtardı. Aziz Matthias hapishaneden ayrıldıktan sonra onlara görünmez olduğu için paganlar onu boşuna aradılar.
Bir başka zaman, paganlar Havariyi öldürmeye niyet ettiklerinde çaresiz düştüğü anda, toprak yarılıp onları yutmuştu.
Havari Matthias, sonunda Yahud’ya geri döndü ve hemşerilerini İsa’nın öğretileri ile aydınlatmaktan vaz geçmedi. Tanrı İsa adına bir çok mucizeler yarattı ve bir çok insanı Hristiyanlık imanına döndürdü.
Yahudi Baş Kahini Ananias, İsa’dan nefret etmişti ve Tanrının erkek kardeşi olan Havari James’i tapınağın bulunduğu tepeden aşağı atılmasını emretmişti. Ve şimdi de Havari Maathias’tan nefret ederek onun tutuklanarak Kudüs’teki Sanhedrin mahkemesinde yargılanmasını emretmişti.
Allahsız Ananias, Tanrı’ya iftira eden konuşmalar yaptı, yalan söyledi. Havari Matthias, Eski Ahit(Tevrat) ayetlerini kullanarak Jesus Krist’in (İsa) Allah’ın oğlu Gerçek Tanrı olduğunu ve vaat edilen Mesih olduğunu, Baba Tanrı ile özdeş ve ezel-ebed olduğunu gösterdi.
Bu sözlerinden sonra Matthias Sanhedrin’de yargılandı, recme mahkûm edildi ve taşlanarak öldürüldü.
Aziz Matthias, henüz öldüğünde Yahudiler kötülüklerini gizlemek için, Sezar’a düşman olduğu için onun başını kestiklerini söylediler.
(Çok sayıda tarihçilere göre, Aziz Matthias çarmıha gerildi ve onun bu şekilde ölümü de onun Colchis (Kolkis- Doğu Karadeniz bölgesi Gürcistan, Sinop-Amasya’yı içine alan bölge) te öldürüldüğünü gösterir. Havari Matthias, şehitlik şanına 63 yaşında erişti.
ilahiler
Troparion (Ton 3) [1]
Ey kutsal Havari Matthias,
Merhametli Tanrı'ya dua et,
Ruhlarımızı bağışlasın,
İhlalleri ortadan kaldırsın!
Kontakion (Ton 4) [2]
Ey Harika işçisi ve havari Matthias,
Sözleriniz tüm dünyaya yayıldı,
Güneş gibi insanları aydınlatırsın
Ve Kiliseye lütuf ihsan eder
Kafir topraklarına iman getirisin!
Kaynak
Sevgili Havari Matthias, 9 Ağustos (OCA)
Dış bağlantılar
Havari Matthias, 30 Haziran (OCA)
Matthias, 70 (GOARCH)
Elçisi Matthias Simgesi ve Hikayesi
"Mesih Kilisesi Yoksul Olmayacak": Papa Aziz Maximovitch'in huzurunda, Matthias'ın bayram günündeki konuşmasından.
MUHAMMETTEN ABDÜLVEHHABA YAHUDİ MÜSLÜMANLAR
İslam ve Hristiyanlık Öncesi Kavimler, Dini İnançları ve İbadetleri;
İslam’ın ortaya çıktığı 611 ile peygamberin öldüğü 532 yılına kadar Arap yarımadasındaki dinlerin, halkların bilinmesi, son 250 yıldır İngiliz Masonlarının çıkardıkları (1)Vehhabilik(2)Hint Kadıyanıiliği, (3)İran Bahailiği, (4)Mısır Molla Efganiliği, (5)Gregoryen Ermeni Işıkçılığı ve Süryani-Ermeniler ve Yezidilerin ortak inançlarını yani Ortodoks Doğu Kiliseleri Hristiyanlığının “İslam” adıyla verildiği (6)Said-i Kürdi Nurculuğu olmak üzere altı yeni din, cumhuriyet döneminde Adıyaman Protestan Ermenilerinin devşirmelerinin eklediği (7) Menzil tarikatına İsmailağa ve nice bozuk İslam kılıklı, şatanist kara çarşaf-peçe, erkeklerde sarık, cübbe, jilet ve makas vurulmamış sakal gerektiren, Keldani, Sabi (Sin, Nasturi, Süryani, Yakubi, Şemsi Hristiyanlıklar) dini ve Hristiyan-Yahudi mezheplerinin ülkemizde İslam maskeli halleridir.
Bunu çözebilmek için, hadis kitapları, şeri yasaların temeli olan Kur’an, hadis, kıyas, icma gibi Kelam ilmi kaynaklarının bu güne kadar yararının olmamasının tek sebebi, İslam araştırmacılarının İslam ile birebir ibadetleri, gelenekleri benzeyen dinleri okumamalarından kaynaklanır.
Okuduklarında da İslam diye neyi bırakacaklarını da gerçekten merak etmekteyim.
Sebebi ise, İslam’ın temel şartları olan “Lailaheillallah Muhammeden resululullah” ilkesi, Muhammet ile başlayan kısmı çıkarıldığında Sabilik Yahudilik ve Ortodoks Hristiyanlığında vardır. Sabiler 6000 yıldır bunu söylerler.
Besmeledeki “er rahman er rahim” tanrı ile Bakara 155 Ayetle Kürsi de Ali İmran 2,3. Ayetlerde geçen “Hay-Hayyülkayyüm” tanrı Sabilerin ilk yaratılış tanrısıdır. Sabi, Yahudi ve Sabiliğe Greklerin binlerce yıldır söyledikleri şeylerdir.
30 gün Müslüman orucu artı 40 gün domuz eti Hristiyan orucu toplam 70 gün, hepsi Sabilerin ibadetleridir.
Namaz, rekatlarına ve vakitlerine kadar Sabilerde yedi, beş, Nasturi Hristiyanlarda, Zerdüştlerde beş, Yezidilerde üç vakit olarak vardır. Eskimolarda bile altı ayda bir gün ve gece olduğundan senede iki kez güneşi rükuya eğilerek selamlama, bazı yerlerde secde ederek toprağa değen gün ışığını öpme olarak vardır. Hindular, Brahmanlar, Şiva, Budist, Can (Jain) dinleri tapınanları, Can dini Çinlileri, Şinto/Budist Japonlar hep namaz kılarlar.
Bu nedenle Kur’an’da dört ayet Zerdüşt/Mecusi, Sabi, Yahudi, Hristiyanların iyilerinin cennete gideceğini bildirir.
Yahudilerin iyilerinin cennete gireceğini belirten Bakara 2:62 ayet tefsirinde, Elmalılı Hamdi Yazır, kendisinden önceki Kuran tefsircilerine göre Yahudiliğin tanımını şöyle yapmıştır;
“…Yahudi: Arapça'da (hâde-yahûdü-hevden) esasen tevbe etmek mânâsına olduğu gibi, Yahudi olmak mânâsına da gelir. Deniliyor ki, Araplar arasında bunlara Yahudi denilmesi, ya daha önce geçtiği gibi, buzağıya tapmaktan vazgeçip tevbe etmeleri dolayısıyladır, yahut da "Yahûza" isminin Arapça söylenişi sebebi iledir.
Yahûza ise Hz. Ya'kub'un on iki evladının en büyüğünün ismidir.
(Tevrat’ta ise Ruben’dir . Yahuda 4.çocuğudur; Yar.29: 32 Lea hamile kalıp bir erkek çocuk doğurdu. Adını Ruben*fy*koydu. "Çünkü RAB mutsuzluğumu gördü" dedi, "Kuşkusuz artık kocam beni sever."D Not 29:32 "Ruben": "Bak, erkek çocuk!" anlamına gelir. Yar.29: 35 Dördüncü kez hamile kaldı ve bir erkek çocuk daha doğurdu."Bu kez RAB'be övgüler sunacağım" dedi. Onun için çocuğa Yahuda*fb* adını verdi. Bir süre doğum yapmadı. D Not 29:35 "Yahuda": "Övgü" anlamına gelir. A.Yavuz)
İsrail Adının Kökeni;
Yar.35: 10 "Sana Yakup diyorlar, ama bundan böyle adın Yakup değil, İsrail olacak" diyerek onun adını İsrail*fş* koydu. D Not 35:10 "İsrail": "Tanrı'yla güreşir" anlamına gelir.
Buna göre; Yahudî, İsrailoğulları'nın on iki boyundan birincisinin adı olması gerekirken, öneminden dolayı zamanla bütününe birden isim olmuştur. Bu demektir ki, "Yahûd" cins ismi olarak kavmin veya boyun adıdır. Tekil olarak kullanıldığında "Yahudî" denilir ki, o kavme mensup olan kişi demektir…”
Bakara 2:63 Ayet’te Mısır’dan Sina yarımadasına sürülen, Turu Sina’da Tevrat’ın ilk On Emri taşlara kazınarak verilmesi işlenir;
2:63.. “Ve hani sizin mîsakınızı almış, yani Hz. Musa'ya sağlam bir ahd ile bağlı kalacağınıza, verdiğimiz kitabın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınacağınıza dair olan mîsakı size teklif etmiş, ve Tûr'u, o mübarek dağı başınıza iniverecek gibi bir vaziyette üstünüze kaldırıp size verdiğimizi kuvvetle, kemâl-i ciddiyet ve samimiyetle tutunuz, içindeki mân â ve kapsamı belleyip düşününüz bu sayede belki sakınır korunursunuz, her iki dünya hayatında korunmuşlardan olursunuz, demiştik. Ve bu sûretle sizden sağlam bir söz almıştık.”
Ve tefsiri;
“…Tûr: Arapça'da genel olarak "dağ" mânâsına gelir. Süryanî dilinde dahi böyle olduğu zikrolunuyor. Bazıları da bitki örtüsüyle kaplı olan dağ demek olduğunu söylemişler. Tûr-i Sîna da Hz. Musa'nın vahye mazhar olduğu dağın özel ismidir. Buradaki Tûr her üç mânâ ile tefsir edilmiş ise de burada açık olan ahit ve misaktır ki, o da Tûr-i Sina'dır. İsrailoğulları'ndan söz konusu mîsak alındığı zaman, onların, o dağın dibinde bulundukları söyleniyor. Bununla ilgili olarak başka rivayetlere de yer veriliyor. Bununla beraber bu mîsak ile ta başlangıçta Mısır'da İsrailoğulları'nın Hz. Musa'ya biatlarını anlamakda mümkündür. Bu takdirde Tûr'un manevî yüceliği ile kıymetine işaret edilmiş ve onlar Kızıldeniz'i geçip esaretten kurtulduktan sonra devam eden vahiylerle onun yüceliği tekrar belirtilmiş olur. …”
Musa çağında Mısır güneş tanrısına tapınırdı. Sina dağı ise, Babil gök tanrısı Enlil’in oğlu hırsız, kovulmuş şeytan Sin’e tapınma dinidir. O çağlarda, bir hastalığa yakalanan, çocuğunu doğuracak bir ana tapınağın bahçesine bırakılır iyileşmesi beklenirdi. İyileşmez ise güneşe tapınan asil toplumdan olsa da şehir dışına sürülürdü ve artık şeytanın askeri olduğu kabul edilir, lanetli kabul edilirdi. Yahudiler de aynı şekilde tapınak bahçesine bırakıldıkları halde iyileşmeyince önce Avaris taş ocaklarına sonra da Sina yarımadasına sürülmüşlerdir. İyileşenlerinin Filistin Ürdün tarafına geçmelerine izin veriliyordu. (Kynk-Mısır tarihçisi Maneto. Ptolomeus’un tarihçisi, ilk Mısır tarihini toplu yazan tarihçi MÖ.IV.yy “Yahudi Kültü adilyargicblogspotcom daki yazımda Maneto’dan dilimize çevirilerim vardır.)
Bu bilgiler ışığında Süryanilerin Yahudileri şeytana tapınanlar ilan etmeleri yerindedir. Çünkü Sin, kızları Ereşkigal ile İnanna şeytandır. Sin, babası Enlil yıkanırken kudret tabletlerinin bulunduğu elbisesini çalıp kuş olup dağlara kaçar. Nergal onu kaçarken uçan dairesini Aden’de düşürür. Sonra tabletler ondan alınır. Kızı İnanna, büyük dedesi baş tanrı Anu/Aan, dedesi Enlil le evlenir, amcası Enki, ile Hint okyanusunda su altındaki sarayında ilişkiye girer, serhoş edip uyutur onun da bilgelik tabletlerini çalar. Bunlar sonra çöle sürülürler. Zamanla Babil döneminde “Baal ve kızları El Lat, Menat adlarını alır ve Hicaz çölüne sürülür Ka’be’yi iki kızıyla inşa ettiği yazılır. Kısaca, Sabilerin dini kaynaklarında geçtiği gibi Sin mezhebi şeytan ibadetidir. (Antik Sabiler ve Din Kitapları worldpresscom. yazım) Yahudilerin teke şeytan Molek’e çocuk kurban ettikleri, bu yüzden lanetlendikleri defalarca Tevrat’ın konusu olmuştur.
Peygamberliği Tevrat hükümlerine göre ilk doğan büyük oğlu Ruben’e vermesi gerekirken, Ruben, analıklarından birini becerir ve bu da onu peygamberlikten eder. Ayrıca, dayısının kapıda kaldığı için kendisine kakaladığı karısı Lea’dan olduğundan ötürü de sevmemektedir. Sevdiği kadın Lea’nın küçüğü Rahel’den doğan Yusuf’un kardeşlerini babasına müzevirleyen kişiliği de onu çok memnun eder. Ayrıca rüya yorumlama yeteneği ile Yusuf öne çıkar. Bu da on yedi yaşında kardeşlerince başına meşhur çorapların örülmesine sebep olur.
Yar.35: 22 İsrail o bölgede yaşarken Ruben babasının cariyesi Bilha'yla yattı. İsrail bunu duyunca çok kızdı*fv*.D Not 35:22 Septuaginta "Bunu duyunca çok kızdı", Masoretik metin"Bunu duydu".
Rahel’den Doğan Yusuf’un Küçüğü Bünyamin’in Doğumu ve Rahel’in Ölümü;
Yar.35: 16 Sonra Beytel'den göçtüler. Efrat'a varmadan Rahel doğum yaptı. Doğum yaparken çok sancı çekti.
Yar.35: 17 O sancı çekerken, ebesi, "Korkma!" dedi, "Bir oğlun daha oluyor."
Yar.35: 18 Ama Rahel ölmek üzereydi. Can verirken oğlunun adını Ben-Oni*fu* koydu. Babası ise çocuğa Benyamin*fü* adını verdi.D Not 35:18 "Ben-Oni": "Kederimin oğlu" anlamına gelir. 35:18 "Benyamin": "Sağ elimin oğlu" ya da "Güneyli oğul"anlamına gelir.
Yar.35: 19 Rahel öldü ve Efrat -Beytlehem- yolunda gömüldü.
Zebur Kitabı 2. Bölümü, Yahudi adının Yahuda kabilesinden geldiğini birkaç ayetle şöyle anlatır;
Mez.78: 67 Tanrı Yusuf soyunu reddetti, Efrayim oymağını seçmedi;
Mez.78: 68 Ancak Yahuda oymağını, Sevdiği Siyon Dağı'nı seçti.
Mez.78: 69 Tapınağını doruklar gibi, Sonsuzluk için kurduğu yeryüzü gibi yaptı.
Mez.78: 70 Kulu Davut'u seçti, Onu koyun ağılından aldı.
Mez.78: 71 Halkı Yakup'u, kendi halkı İsrail'i gütmek için, Onu yavru kuzuların ardından getirdi.
Mez.78: 72 Böylece Davut onlara dürüstçe çobanlık ett”i, Becerikli elleriyle onlara yol gösterdi.
Tanrı Yakup oğlu Yusuf ve ondan gelen Efraim soyunu değil, Davut’un oymağı Yahudi oymağını seçmiş,Davut’u da Yahudilere çoban yapmıştır.
Adlarını Yahuda kabilesinden alan Yahudiler, hala günlük olarak okudukları ezanlarında da adını “ADONAY” olarak andıkları Grek tanrısı Adonis’e de Büyük İskender sonrasından beri taparlardı.
Adonay adı, Tevrat Krallar kitabı 1.Kr.1: 11’ de ” Hagit oğlu Adoniya efendimiz Davut'un..” ifadesinde geçtiği şekliye Davut peygamberin de adı olarak geçmektedir.
Anonay, hem Elohim=Yahweh’in hem de Davut’un adı olması hem de ezanda Allah=Tahve adıyla eş tutularak “Birliğinin=Tevhidin” vurgulanması dikkat çekicidir. Büyük İskender ile Grek tanrılarına Yahudilerin tapınmaya başladıklarını kabul edersek, Davut metninin de bu çağda Grek inanışlarına göre düzenlendiği sonucuna varmak gerekir. Şimdi Grek Adonay’ı ululayan Yahudi Ezanı;
Yahudi Ezanının sözleri kısaca şöyledir;
Sh’ma Yis’raeil Adonai ;İşit İsrail Adonay
Eloheinu Adonai Echad ;Eloheiniu Adonay tektir.
Hear İsrael, the Lord is our god, the Lord is one ;İşit İsrail, Allah/Tanrı bizim tanrımızdır, Allah birdir
Baruch shem k’vod ;İbranice olduğundan çeviremedim
Blessed be the name of ;-Onun adı kutsanmıştır
His glorious kingdom for ;Krallığının ululuğu
Ever and ever ;Ezel ve ebeddir.
Yahudi kaynakları Adonay adını “İbranice אֲדֹנָי (ādônay My Lord, Tanrım/Benim Tanrım” şeklinde açıklamaktadırlar.
Bazı Yahudi kaynakları, Yahweh olan Tavrat tanrısının kısaltılmış dört harfli hali olan yhwh olan tanrının adını olur olmaz anmamak için “Tanrım-Efendilerim” anlamında bu adın söylendiğini iddia ederler. Aslında gizli yaşayan Yahudiler olan Müslüman görünümlü Kürt Yezidilerin de şeytanları Tavus’un adını olur olmaz ananları öldürmeleri, kendi içlerinde ananları cezalandırmaları gibi aynı gelenektir.
Yahudi ve Hristiyan araştırmacılarının tespitlerine göre M.Ö. 907’lerde kral olan Davut’un adının “Adonay” olmasını, yukarıda da yazdığım gibi kendisinden 600 yıl sonra Grek/Yunan istilasına uğrayacak Yahudilerin, onun adını Grek tanrısı Adonis/Adonay” olarak koyduklarını oğlu Süleyman’ın krallığa geçişini anlatan ayette de okuyoruz.
Süleyman'ın Kral İlan Edilmesi
1.Kr.1: 11 Bunun üzerine Natan, Süleyman'ın annesi Bat-Şeva'ya, "Hagit oğlu Adoniya efendimiz Davut'un haberi olmadan kendini kral ilan etmiş, duymadın mı?" dedi.
Davut peygamberin karılarından Hagit’ten doğma olup, Süleyman’dan önce kral ilan edilen oğlunun adının “Adoniya” olması, Grek tanrısı Adonis ile bağını bize vermektedir.
Adonis, Sümer’in İnna-Dumuzi, Anadolu’da Friglerde Kibele ve Attis, Mısır’ın İsis-Horus Bereket Tanrısı dinlerinden Greklerin uyarladığı bir “ana-oğul tanrı ve tanrıçadır.
Greklerin hileci peygamber tanrısı Hermes’in lir çalarak Zeus’u ve öteki tanrıları büyüleyip kendini, hırsızlıktan af ettirip tanrıların kararlarını insanlara bildiren haberci-peygamber olması, pasif eşcinsel yaşamı efsanesi ile Davut’un kral Saul’un oğlu Yonatan’ın pasif eşcinsel yatak arkadaşı olması, alenen toplum içinde eşcinsel ilişkiye girmesi birbirine çok yakın benzerlik göstermektedir. Oğullarından birinin da adının “Adonis “ olması Tevrat’ın Davut ve Süleyman efsanelerinin pasif eşcinsel Büyük İskender döneminde Danyal peygamber kitabında İskender’in Yahudilerin günlük sunularını kaldırmasını “kara gün, iğrenç şey “olarak tanımlamalarına bakarak yeniden yazıldığını düşündürmektedir.
Dan 12: 11 "Günlük sununun kaldırılıp yıkıcı iğrenç şeyin* konduğu zamandan başlayarak 1290 gün geçecek.”
Geçmişin savaşları din savaşlarıdır ve galip olan, mağluplara yeni dinini dayatır, ret edenler öldürülür, bakirelerinden tecavüzlerle yeni nesil üretilir veya sürülürler. Özellikle Hint, Arap, Grek kavimlerinin şaşmaz ilkesidir bunlar.
Mitolojisi; Kıbrıs Paphos şehrinin yöneticisi Cinyras’tır. Myrrhaa adında bir kızı vardır. Afrodit’e ibadetlerini geciktirdiğinden Afrodit onu babasına karşı aşırı cinsel istek duyarak ensest ilişki günahına sevk eder. Babasının ensest ilişki istemeyeceğini bildiğinden onu başka biri kılığında gösterir. Nasıl aldatıldığını, günaha sokulduğunu far ettikten sora kızını öldürmek ister. Diğer tanrılardan bir kaçış yolu istediğinde adı olan “myrr/Defne” anlamından olsa gerek defne ağacına döndürülür.
Buna rağmen Myrrha, bir erkek çocuk doğurur, adı Adonis’tir. Çocuk büyüdüğünde tüm zamanların en yakışıklı erkeği olur. Köpekleriyle avlanan bir avcı olur. Afrodit bir gün onu ava giderken görünce etkilenir ve “giderse ölebileceğini hissettiğini ava gitmemesini öğütler. Ama ava giden Adonis, kendisine Afrodit’in ilgisini çekemeyen tanrı Ares’in yaban domuzu kılığında kendisine saldırması sonucu ölür.
Yeraltı dünyasına/cehenneme indiğinde oranın tanrıçası Zeus’un kızı Persefon’dan Afrodit rica eder ve aralarında onu paylaşmaya karar verirler. Yeraltında Persefon dört ay geçirir ama yeryüzünde güneş kaybolur, karanlık hakim olur, bitkiler yetişmez, meyveler olmaz, hayvanlar beslenemez kıtlık olur. Daha sonra sıra Afrodit’e gelince yeryüzüne çıkarılan Adonis, Afrdoit ile sevişince güneş çıkar, yaşam yeniden başlar ve bereket geri gelir.
Dört ay sonunda geri gönderdiğinde ise felaketler geriye döner. Sonunda Afrdoit tanrılar meclisinden Adonis’in ölümsüz yapılmasını ister. Dünyanın haline bakarak onaylandığında Afrodit Adonis’i kendisi doğurur.
Benzer efsane, Zeus ile Demeter’in ortak kızı olan Persefon’un yer altı tanrısı Hades tarafından kaçırılması efsanesinde de görülmektedir.
Bu da Greklerin zamanın şartlarına göre farklı efsaneleri benimseyerek Araplar gibi Bereket tanrısı dinlerine ibadet ettiklerini göstermiştir.
Kıbrıs adasında Güney Kıbrıs’ta bulunan Paphos (Pafos) şehrinde Afrodit tapınağı vardır. Burada, yıldızlı siyah çarşaf örtünmüş Gök Ana Afrodit’in temsili taş bir heykeli de hala vardır. Karadeniz bölgesinde Kastamonu ilinin de eski adı “Paphos (Pafos), Rize’den İstanbul boğazı Üsküdar’a kadar bölgenin adı da Paflagonya’dır. Osmanlıda dahi bu adla anılır. Isparta Burdur yöresinde de Bafa Gölü, Samsun Bafra ilçesinin de isim babası Pafos’tur.
VI.yy.da yaşamı Grek tarihçisi Halikarnas’lı Heredot’aun yazdığına göre “Teke Tanrılara Greklerin tapınmaları kendisinden 800 yıl önce Mısır’dan getirilen dinlerle başlamıştır. Bu durumda Yahudilerin de Molek tanrılarının, Kabe’deki Luti Muav/Moav kavminden Cürmühilerin alıp Kabe’ye koydukları Hubel (Tahıl=ub, eL=Tanrı =Tahıl Tanrısı) de keçi başlı, kadın gövdeli, beli, bacaklarından ayaklarına her yeri de keçi/Tek görünümlüydü ve her c anlı ile ilişkiye görmekten yılmayan tecavüzcü bir tanrıydı. Grek Pan’ının Hicaz Araplarına Musa dönemi öncesinde yansımış olabileceği gibi, M.Ö.IV. yüzyılda Büyük İskender fetihleriyle de geçmiş olabilir. Tevrat Danyal Peygamber kitabın Koç ve Tekeyle İlgili Görüm 8. Bölümde işlenmektedir. Büyük İskender ile İran arasında yapılan savaşta İskender “Teke”, Daryus ise Koç olarak anlatılır;
Danyal 8. Bölüm;
Dan.8: 20 Gördüğün iki boynuzlu koç Med ve Pers krallarını simgeler.
Dan.8: 21 Teke Grek Kralı'dır; gözleri arasındaki büyük boynuz birinci kraldır.
Bu olayım kökeni Sümer şeytanı Su ve yer tanrısı, tanrıların emirlerini yeryüzü insanlarına bildiren yeryüzü canlılarını ve ekolojik yaşamını düzenleyen Enki’nin, Teke kılığında dünyayı gezmeye çıkma efsanesinden uyarlanmadır.
Sümer-Babil –Mısır dinleriyle iç içe olan Sabi dini ve mezheplerinden birisi de Ba’al ibadetidir. Bal, Bel(meni) gibi Türkçe’ye geçmiş adların kaynağı bu tanrı ibadetidir. Ba’al’in hayvan sembollerinden birisi bal arısı birisi de erkek cinsel organıdır. İnsan ve tabiatın yaşamını veren tanrıdır. Baalzebub da adlarından birisidir. Buna Tevrat II.Krallar Kitabı-İlyas Peygamberin işlerinin anlatıldığı, “Rab Kral Ahazya’yı Cezalandırıyor.I.Bölüm” kısmından aldığım ayette “Baalzebub/Baalzevuv” adına rastlıyoruz.(Aramice ve İbranice’de “v” harfi bazen “b” okunur. Farsça’da da benzer durum vardır.)
2.Kr.1: 3 Ama RAB'bin meleği, Tişbeli İlyas'a şöyle dedi: "Kalk, Samiriye Kralı'nın habercilerini karşıla ve onlara de ki, 'İsrail'de Tanrı yok mu ki Ekron ilahı Baalzevuv'a danışmaya gidiyorsunuz?
Bu çağın dinlerinin temeli, Adem-Hava’nın çocukları ile üremesi Sabi, Yahudi ve Hristiyan dini tasavvuflarında İslam’da oldukça farklı işlenir.
Sütten Kesilme Olayı
Ginza di Rabba kitabında yazdığına göre, Allah, Adem’e şunları öğretir. Bu ayetin başlangıcı Kur’anda da vardır da sapıklık kısmı yoktur. Şöyle başlar;
“-Ey Adem, sana kız, erkek evlatlar ve mallar verip zengin ettim. Kızların ile oğulların ve malların senin karıların ve kölelerindir.” Bu ilke gereğince, cennetten kovulduktan sonra Arafatta buluşuncaya kadar geçen 70.000 yılda Adem ile Hava hayvanlarla çiftleşmişler ve sefenksler olarak bilinen yarı insan yarı hayvan varlık olmuş, bunlar tufanla ve tufan sonrası zaman içinde temizlenmişlerdir.
Bu emir gereğince, bu dinlerin insanları sütten kesilen kız veya erkek çocuklarıyla karı,koca ilişkileri yaşamaktadırlar. Tevrat’ta buna büyüdükçe itiraz eden çocukların cezası şehir kapısına asılarak recm edilerek öldürülmedir.
Tevrat bize, sütten kesilen İshak için İbrahim peygamberin şölen verdiğini, Kral Saul’un da üç yaşında sütten kesilir kesilmez tapınağa verilip, Allah’a bizzat hizmet ettiğini anlatıyor. Bu gelenek İslam’a da “Fatıma” adıyla yansımıştır ve “Fatıma=Sütten kesilmiş” demektir. Arapça İsimler sözlüğüne gerek yok Nihat Hatipoğlu Hoca malum programlarında bunu defalarca işlemiştir.
Bir insan, bir baba, oğlu sütten kesilince neden ziyafet verir?
Bu günkü anlayışla açıklamanın olanağı yoktur. Hepimiz ana baba olduk böyle bir geleneği ne duyduk ne de gördük. Ama varmış.
Ek olarak, anaları ayrı da olsa bir ağabey, kendisinden 10 yaş küçük, üç yaşında bir bebek, erkek kardeşinin nesiyle alay eder?
Sara ana, neyi gördü de affetmedi onların kovulmalarına uzayan bir kinin esiri oldu?
Okuyalım;
Tevrat Yaradılış-21. Bölüm
Hacer'le İsmail Uzaklaştırılıyor;
Yar.21: 8 Çocuk büyüdü. Sütten kesildiği gün İbrahim büyük bir şölen verdi.
Yar.21: 9 Ne var ki Sara, Mısırlı Hacer'in İbrahim'den olma oğlu İsmail'in alay ettiğini görünce,
Yar.21: 10 İbrahim'e, "Bu cariyeyle oğlunu kov" dedi, "Bu cariyenin oğlu, oğlum İshak'ın mirasına ortak olmasın."
Sarah Turns against Hagar
8The child grew and was weaned, and Abraham made a great feast on the day that Isaac was weaned.
9Now Sarah saw the son of Hagar the Egyptian, whom she had borne to Abraham,mocking.
ı.Samuel
1.Sa.1: 23 Kocası Elkana, "Nasıl istersen öyle yap" diye karşılık verdi, "Çocuk sütten kesilinceye dek burada kal. RAB sözünü yerine getirsin." Böylece Hanna oğlu sütten kesilinceye dek evde kalıp onu emzirdi.
1.Sa.1: 24 Küçük çocuk sütten kesildikten sonra Hanna üç yaşında bir boğa*fc*, bir efa*fç* un ve bir tulum şarap alarak onu kendisiyle birlikte RAB'bin Şilo'daki tapınağına götürdü D Not 1:24 Septuaginta, Kumran, Süryanice "Üç yaşında bir boğa", Masoretik metin "Üç boğa". 1:24 "Bir efa": Yaklaşık 13.2 kg.
1.Sa.1: 28 Ben de onu RAB'be adıyorum. Yaşamı boyunca RAB'be adanmış kalacaktır." Sonra çocuk orada RAB'be tapındı.
Dikkat edilirse “Bir tulum Şarap” ifadesiyle “Allah’a şarap sunulduğuna” da tanık oluyoruz.Levililer bölümünde Şarap istenilen bir adaktır.
Yar.21: 9 Ne var ki Sara, Mısırlı Hacer'in İbrahim'den olma oğlu İsmail'in alay ettiğini görünce,
Yukarıdaki “alay etme” konusu İngilizce yazılan Tevrat’ta “mocking” olarak geçmektedir yani “cinsel olarak aşağılayarak alay etme” vardır. Demek ki, İsmail, kardeşini babasından önce becerdiği için alay ediyordu? Bunu nerden çıkardın diyen başka açıklaması varsa kendisi yapsın. Çünkü, Ensest toplumlarda ana-oğul, baba-kız, abi-kız kardeş, baba oğul ilişkileri dini yaşamanın gereğidir. Tevrat Levililerde bu yoksa da aşağıda Eyüp peygamberin bu sorunu kurban keserek çözdüğünü göreceksiniz. Humeyni bunu “Küçük Yeşil kitap” adıyla bilinen Medeni ve Ticaret Hukuk kitabı Tahrir El Vesile’de tekrar etmiştir. Türkçeye çevirisi adını vardığım yazılarımda vardır.
Musa’ya Tevrat’ı veren de, kıyamette Sam soyu kavimlerin toplanacağı Siyon-Zion dağı da Turu Sina’dır. Tevrat ve ondan doğan dinler de haliyle şeytan ibadetine içindedir. Müslümanları şeytani diye ilan etmekten yorulmayan Vatikan Katolik Hristiyanlığı da buna dahildir. Çünkü kitabı Tevrat, gene şeytan tapınmalarıyla ünlü Ferisi Yahudilerin ürettiği Nasıralıların dini Hristiyanlığına inanır. Yahudilere kral geldiğini söyleyen İsa da Nasıralı’dır, Nasranidir.
İslam’dan Önce Medine’de Beni Nadir, Beni Kaynuka, ve Beni Kureyza adlarıyla bilinen Yahudi kabileleri yaşardı. Beni Nadir kabilesi Muhammmet’e, kendilerinin uygulamadıkları recm yasasını uygulamasıyla başlayan hoşnutsuzluklarını düşmanlığa dönüştürenlerdir. Daha ileri dönemlerde Muhammet bunları sürünce bir kısmı Mekke’ye göç ederek müşriklere katılırken diğerleri Hayber kalesine göç ederler. Hayber fethinde 629’da yenildiklerinde Yahudi kale komutanının karısı Zeynep, 13 yaşındaki kızını “cüveyriye (kölecik) adını verip daha kuşatma esnasında ırzına geçerek köle eşi olarak kabul eden Muhammet ve komutanlarına verdiği zehirli et yemeğiyle öcünü almış tabi ilk uyanan Muhammet olduğundan öldürülmüştür. Muhammet’in beş yıl içinde ölmesinde bu zehrin etkili olduğuna inanılır. Teyma ve Hayber şehirleri Muhammet zamanında Yahudilerin yoğun oldukları en önemli iki şehirdi.
Arabistan’da Yahudi Kabileleri;
Bunlar, 31 olarak belirtilmekte ise de bazılarının Roma’nın Süryani Hristiyanlığı yasakladığı dönemler olan Muhammet çağında bunları Yahudi ve Nasturi Hristiyanları arasında onlardan göründükleri bilinmektedir. Ayrıca animistler, dinsizler de vardır.
Beni Nadir Yahudilerinin dışındakiler ise iyi geçinmeyi tercih etmişlerdir. Öteki Arabistan Yahudi kabilelerine gelince;
1-Beni El Facir, sorunsuz Muhammet’e destek veren Yahudi kabilesidir.
2-Beni Avf, Müslüman olmadan önce Yahudiliğe geçmiş Arap kabilesidir. Müslüman olunca Medine’ye göçmüşlerdir.
3-Beni Evs kabilesi, Hazreç kabilesiyle birlikte Medine’nin en önemli iki kabilesinden biridir. “Evs” adı “Hediye, bağış” anlamına gelir. Allah’ın kızı olarak bilinen Güneş tanrıçası Menat’a tapındıklarından kendilerine “Evs el Menat=Menat’ın hediyesi” de denilirmiş. M.S. 300’lerde Ma’arib barajının tasmasıyla uğradıkları sel felaketinden sonra Medine’ye göçtükleri bilinir.
4-Beni Haris veya Beni K(h)ureyş, Yemen tarafında bulunan Necran şehri Yahudi kabilesidir. İslam’ın proje mimarlarından oldukları iddia edilir.
5-Beni Cüşam, Medine Anlaşmasında adları geçen 31 Yahudi kabilesinden birisidir Muhammet’e gönüllü katılanlardan oldukları yazılır.
6-Beni Kaynuka, 624 yılında büyük babaları olan Beni Kaynuka’nın atalarının, Emçel oğlu Kaynuka, Yuhanna oğlu Munşi, ŞaRON OĞLU Bünyamin, Naftali oğlu Şaron, Musa oğlu Hayy ve büyük ataları Yusuf oğlu Menaşe, İshak oğlu Yakup dan İbrahim oğlu İshak ile İbrahim peygambere dayandığı iddia edilmektedir. Bu soy Yakup-İsrailoğullarına ait bir soydur Muhammed ise İbrahim oğlu Hacer’den olma İsmail soyundan gelen Yemenli Adnanilerdendir. (E.H.Yazır Muhammet Suresi tefsiri) Medine anlaşmasının bozulmasından sonra Beni Kaynuka yerinden kovulmuştur.
Beni Kaynuka kabilesi, Yesrib/Medine’nin kuzey batısında iki kaleye sahiptir ve buraya yerleştikleri zaman bilinmemektedir. Nalbantlık,ticaret ve ince mücevher işçiliği yapmaktadırlar. 622’de Muhammet ile gelen ve Ensar (yardımcılar) adını alan Müslümanların şehre yerleşmesine ve Medine yasasına göre Muhammet’e, “kendilerinin Kureyş ile geçimsizilikleri yüzünden” kadılık görevi vermişlerdir. Evs ile Hazreç kabilelerinin savaşlarında Hazreç kabilesi ile birleşmişlerdir.
Bakara Suresi 8.ayet tefsiri E.H.Yazır’dan alıntı;” 8-NÜZUL SEBEBİ: Bu âyetlerin Medine ve civarındaki birtakım münafıklar hakkında inmiş olmasında fikir birliği vardır. Rivayet edildiğine göre bunlar Evs ve Hazrec kabilelerine mensup bazı kimselerle, onlarla birlikte olanlardır ki, başkanları Abdullah b. Übeyy b. Selûl'dür. Peygamberimizin ensarı (yardımcıları, dostları) olan Evs ve Hazrec kabileleri o zaman Yesrib denilen Medine'nin en esaslı unsuru idiler ki, ikisine birden "ma'şeri Hazrec" (Hazrec topluluğu) de denilirdi. Bunlardan başka Medine yakınlarında Kurayza, Benî Nadîr, Benî Kaynuka gibi Yahudi kabileleri vardı. Medine içinde oturan Yahudiler de bulunuyordu…
…Yesrib "dâru'l-hicre = hicret yurdu" oldu ve Medine (yani şehir) ismini aldı. Peygamberimiz'in buraya yerleşmesinden sonra İslâm kelimesi çabucak halk arasında yayıldı. Müslümanlık ve müslümanlar çoğaldı, puta tapıcılara ve müşriklere karşı ezici bir çoğunluk oluştu. Bununla birlikte Evs ve Hazrec kabileleri için d e iman etmeyen bir azınlık da vardı. Yahudiler "kitap ehli (Din kitaplarını okuyabilen Yahudi ve Hristiyanlardır. Diğer dinlerde din adamları dışında kimse din kitaplarına dokunamaz bile. Alaeddin Yavuz)" iseler de, tersine çoğunluğu çekememezlik sebebiyle inkârcılıkta inat etmiş ve bununla birlikte en büyük âlimlerden Abdullah b. Selâm hazretleri gibi bazı zatlar da âyetindeki öğülmelere mazhar olarak ezelî imanlarını açıklamışlardı. İman etmeyen ve "Muhakkak ki inkâr edenler" âyetinin nüzul sebebi olan Yahudi âlimleri gizli gizli "gizli örgütler" rolü oynuyordu.
Bunlar, Peygamber'e ve Müslümanlara düşmanlık etmek için öbürlerinden iman etmeyen azınlık ile gizlice ittifak ederek İslam ortamında onlardan zâhiren iman etmiş görünen bir münafıklar zümresi oluşturmuşlardı ki, bunların başkanları Abdullah b. Übeyy b. Selûl idi…Mümin olmadıkları halde "âmennâ = inandık" diye yalan söylerler.”
7-Beni Kuda kabilesi, Ma’ad veya Himyer’li oldukları sanılan, kesin kökenleri bilinmeyen Arap kabiller grubunun adıdır. Yani karışık bir kabiledir.
8-Beni Saide /Şakifa Kabilesi, Muhammet ile aynı soydan oldukları için sorun çıkarmayan- Medine, Hicaz ve Batı Arabistanda yağındırlar. Etiyopya’ya göçen Muhacirunun çoğuna sahip Yahudi kabilesidir. Onlardan olan Ebubekir Muhammet’in hem en yakın arkadaşı, koruyucusu ve ilk halifedir.
9-Beni Şuteybe/Kuteybe kabilesi, Medine anlaşmasında adları geçen 31 Yahudi kabilesindendirler ve aynı millet olduklarından sorunsuz Muhammet’in dinine girmişlerdir.
“Beni,Banu” Gibi Adlar Yahudileri Temsil eder;
Ben-i Esed, Ben-i Esca gibi adlarla anılan Hicaz Arap kabilelerinin adlarında geçen “BEN” kelimesi Tevrat kökenlidir.
Mısırdan Çıkış Bölüm 3-Çık.3:14. Ayette; Musa’yı kölelikten kurtarması için kavmine gönderen tanrıya;
“Kendisini gönderen tanrının adının ne olduğunu sorarlarsa ne diyeyim?” Dediğinde aldığı cevap şöyledir;
“ Tanrı, "Ben Ben'im" dedi, "İsraillilere de ki, 'Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi.'
Yahudilerin ve Hicaz ve Harran Yezidilerin de adlarını “Tanrının sıfatlarıyla” birleştirmeleri, Tevrat’tan “Ben” , “O’BEN” vb. ekleri “ad” olarak almaları buradan gelmektedir. Peygamberin ölümünden sonra, birleştirilmiş bir Arap yarımadasını yönetmeye talipler hazırdı. Öyle de oldu ve Yezidiler, Hıristiyanlar ve Yahudiler devleti ele geçirmişti. Yahudi tanrısının adı olan “BEN” ile anılan Yahudi Araplar değilse nedir?
Hicaz Araplarında peygamberin babasının ve dedesinin adlarında da görüldüğü gibi “Tanrının adını tek olarak kullanmak günah” sayıldığından, “Abdullah-Allah’ın kölesi” ya da “Abdülmutallip- Talip’in(1) mutlu kölesi” gibi adlar alırlardı. Ancak, Emeviler döneminde Halife Yezid’in (tanrı Şeytan Tavus), Bedi, Hadi, Kadir, Gaffar, Cafer vb “Esma-ül Hüsna” olan adları “eksiz” olarak kullanmaya başladılar.
HZ.MUHAMMET’İN KABİLESİ
Kureyş Suresi 106. Açıklama kısmı “a”;
Kabileleri;
“…Kureyş, Arap içinde Adnanîler'den, Adnanîler içinde Mudarîler'den, Mudarîler içinde Kinanîler'den, Kinanîler içinde Nadr b. Kinane evladından olan meşhur, büyük kabilenin ismidir…”
Oysa Hz. İbrahim Suriye’li Kenize Araplarınıın babasıdır. Hiç KENİZE” adına rastlamadık. Demek Allah bu işi bilmiyor. Neyse Tevrat’ta Yahudiler bu kavimle bol bol dövüşüyorlar
Hz.Muhammet’İn Soy Ağacı;
“b”; Malumdur ki Rasul-i Ekrem (s.a.v.) hazretleri "Muhammed b. Abdullah(Abdullah oğlu Muhammet yani Hz. Muhammet. Alaeddin Yavuz) b. Abdulmuttalib b. Haşim(Haşim oğlu Abdülmutallip dedesi) b. Abd-i Menaf b. Kusayy (Kusay oğlu Abdi Menaf- Abdülmutallip’İn babası) b. Kilab b. Mürre (Peygamberin dedesinin dedesi) b. Ka'b b. Lüey (Dedesinin dedesinin babası) b. Galib b. Fihr(Dedesinin dedesinin, dedesinin babası)de b. Malik (…)b. Nadr b. Kinane(…) b. Huzeyme b. Müdrike(…) b. İlyas b. Mudar (…)b. Nizar (…)b. Mead b. Adnan"dır. Adnan da daha hayli batın ötede İsmail b. İbrahim Aleyhisselam zürriyeti olması hasebiyle Peygamberimizin nesebi de İbrahimî, İsmailî, Adnânî, Mudarî, Kinanî, Kureyşî, Haşimî'dir….” Geen Kenize adına rastlamadık. Peygamber, Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye’nin adından ve Hubel putunu aldıkları “Moav=Muav veya Muab okunur=Babadan üreyenler=Lut kavmi. Kaynak Tevrat;
Tevrat Yaratılış-Lut ile Kızları;
19:36 Böylece Lut'un iki kızı da öz babalarından hamile kaldılar. 19:37 Büyük kız bir erkek çocuk doğurdu, ona Moav[b] adını verdi. b 19:37 “Moav”: “Babadan” anlamına gelir.
Hz. Muhammet’in amcası Ebu Süfyan’In oğlu, peygamberin vahiy kâtibi ve yeğeni Muaviye’den Muav yani Lut peygamber soyuna. Yahudiler boşuna bunları kendilerinden saymıyormuş denilse yeri var.
Peygamber Muhammet’in soyu ile bu kadar. Sonunda Yahudilerin onu neden Yahudi saymadıkları, peygamberliğine inanmadıkları da ortaya çıkmış oldu. Bunu yıllar önce beş bloğumda defalarca yayınlamıştım zaten.
RABİA VE EMİR, PEYGAMBERE SUİKAST KURAN İKİ ARAP...
AKP'NİN, EL KAİDE'NİN, ONDAN DOĞAN IŞİD'İN, SELEFİ İSLAMCI MÜSLÜMAN KARDEŞLER ÖRGÜTLERİNİN SEMBOLÜ RABİA VE BUNLARIN ÇOK SEVDİKLERİ ADLARIN BAŞINDA DA "EMİR" ADININ GELMESİ TESADÜF MÜDÜR?
AKP hükumeti iktidara geldiğinden beri, peygamber Hazreti Muhammet'e inen dini değiştiren Sabilerin, Sabilerden Hristiyanlığa, Yahudilikten Sabi Hristiyanlığına (Nasturi, Maruni, Süryani gibi) geçen ve Emevi-Abbasi dönemlerinde baskı ile Müslüman olmuş, azınlıkların, İslam'a soktukları putperestlikleri barındıran sahte İslami tarikatların koalisyonunu temsil etmiştir.
Bunların geçen son 300 yıl içinde en tehlikelileri olan ve Mason inanışları barındıran, 1740’larda İngiliz rahip ajanları marifetiyle çıkartılmış yeni bir din olarak Osmanlı ulemalarınca sapkınlık olarak görülen ve asla “İslam” denilmeyen Vehhabilik dini ve bu din ile peygamberden sonra çıkan Selefi İslam akımının birleşmesi ek olarak Müslüman görünen Yahudilerin kurduğu tarikatların kurduğu bir tarikat akımıdır.
Rabia, Arap dilinde Erbaa=Dört sayısından türeme “dördüncü” demektir. Filistin bölgesinde yaşayan Derezilerin kadın ermişlerinin adıdır. Elmalı'lı Hamdi Yazır'ın Sabileri işlediği Bakara 62. ayet tefsirinde "dini mezhep ve tarikatlarla en çok bozanlar dediği Kufa, Basra Sabileridir" tanımını doğrularcasına, Rabia Adeviye de Basra'lı Yezidi bir kadındır. "Adeviye" Yezidi mezhebini kuran Şeyh Adi'nin adından türetilme, Müslüman görünen Kürt Yezidilerinin tarikatıdır. Yezidiler, deliler, saralılarda (epilepsi) keramet arayan bir inanışa sahiptirler.
Deliüüzaman-ı Said-i Kürdi, ve günümüzü çakma peygamber R.Tayyip Erdoğan da "okumadığını, her dediğini yasalaştıran bir deli devlet adamı rolü" oynarken bu Alevilerin, Yezidilerin ve Ortodoksların oylarını kapmayı hesaplamaktadır. Aynı zamanda peygambere sağlığında "bu ayeti hakkında bir daha Allah'a sor yoksa biz dine girmeyeceğiz" diye tehditler yapan, Allah'a ayet ısmarlayan, ona tuzak ve kumpaslar kuran Rabia kabilesinin de adıdır.
Emir, İslam öncesi, 360 puttan her birinin soyundan geldiğine inanan 360 Arap kabilesi olduğunu Elmalılı Hamdi Yazır Kur'án tefsirinde İslam siyer, hadis yazarlarını kaynak göstererek yazmıştır. Arapların, Allah’ın soyundan geldiklerine inandıkları Arap beylerine verdikleri ad da Amir yani Emir’dir. Arapça’da “A” sesi yoktur, Elif vardır. Bu yüzden Amir, Emir okunur. Arap emirleri, Arap kabilelerinin hem ruhbanları hem de beyleridir.
AKP hükumetinin ilk zamanlarında zamanında yayınlanan "Adını Feriha Koydum" adlı bir dizide çok zenginlerin oturduğu bir apartmanda kapıcılık eden ailenin fakir kızı Feriha ile, İslam öncesi Mekke’de Kâbe çevresindeki genelevlerde kölelerini çalıştırarak zengin olan Arap Emirlerinin çağdaş benzeri olan, pavyonculuk yapan Sarrafoğlu soyadlı bir ailenin oğlu Emir’in aşkları bütün genç kızları sarmış, evli kadınlar bile bu diziyi genç kızlarıyla birlikte seyrederlerdi.
“Oğlu” ekini soyadlarında kullananlar çoğunlukla Yahudilerdir. İshak peygamberin oğulları olan Yakup’un soyundan olanların Yakupoğulları, Tüysüzoğulları, kıllı doğan Esav’dan, Tüylüoğulları gibi adlar ülkemizde de yaygındır. Hazar denizi çevresi Türkleri, Tatarları, Tacik ve Kırgızları arasında M.S.700'lerden itibaren Yahudi inancı yaygınlaşmış olduğundan, Cengiz, Timur akınlarıyla gelen Türkler arasında da bu Musevi Türkler de çok olduğundan, Selçuklu sonra kurulan Anadolu Beyliklerinin da adlarında bu "oğlu" ekini görürüz. Örnek, Dulkadiroğulları, Germiyanoğulları,Aydınoğulları, Ramazanoğulları gibi. Alevi Türklüğün ardında biraz bu Mesevilik vardır da unutulmuştur.
Oysa, Kırım'dan Kazakistan'a, oradan Türkmenistan, Tacikistan'a Musevi Türkler hala vardırlar. Bu gerçeklere bakarak, Musevilik-Yahudi düşmanlığı yapan Türkçü ve İslamcılar da akıllı olmak zorundadırlar. Anadolu Sünniliği de hiç bir Müslüman ülkesinde yaşanan bir İslami yaşam değildir. Kökeni Irak olmasına rağmen Irak'ta Şiiler daha fazladır.
İşte, pavyonculuk (pezevenklik) işiyle meşgul Sarrafoğlu ailesinin çapkın, yakışıklı oğlu Emir kişiliğinde bu ad diğer AKP yandaşı dizilerde hala kullanılmaktadır.
Hazreti Muhammet’e camide hutbe sırasında suikast kuran iki hainin de adları ne tesadüf ki Emir ve Rabia’dır.
Okuyalım;
13.R’AD SURESİ (YILDIRIM SURESİ)
R’ad suresi, Kur’an’da 13. suredir. 13. ayetin de tefsiri, peygambere camide tuzak kuran Rabia aşiretinden iki kişinin olayı üzerine inmiştir.
Bu ikişi kişi Rabia aşiretinden Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl’dir. Amir de dilimize “Emir” olarak geçmiştir.
Tefsir alıntısını okuyalım;
""13:13. “Gök gürültüsü O'na hamd ile, melekler de O'nun korkusundan dolayı O'nu tesbih ederler. O yıldırımlar gönderir, onunla dilediğini çarpar. Onlar Allah hakkında mücadele edip duruyorlar. Oysa Allah'ın çarpması pek çetindir.”
Elmalı’lı Hocadan devam edelim Kuran tam bir mitolojiye dönüyor;
13:13- Ve ra'd, O'nu hamd ile tesbih eder. Gök gürlemesi de O'nun yüceliğini dile getirir ve O'na hamd eder. (Ra'd ile Berk anlamı için Bakara Sûresi âyet 19'a bakınız). Şimşek ile birlikte olan ve daha sonra işitilen o gök gürlemesi, o yürekleri yerinden oynatacak gibi tepede patlayıp, yerleri ve gökleri sarsarcasına ufuktan ufuğa yayılan o çatlayış ve gürleyiş, Allah Teâlâ'nın nimet ve rahmetini, azemet ve kibriyasını ilan ederek O'nun uluhiyetinin şanını tesbih ve tenzih eden bir sestir ki, tesbihinin altında yatan mânâyı bütün âleme haykırır. Ya da işitenlere bu mânâyı hatırlatıp telkin eder .
Melekler de O'nun heybetinden, yani Allah'dan korktuklarından dolayı böyle tesbih ederler. O'nun için gök gürlemesinin artarda yankılanan sesi duyulur. Ve Allah şimşekler gönderir de her kimi dilerse onunla onu vurur, o kimseye isabet ettirir, çarptırır, yakar. Böyle olduğu halde, onlar (yani, o kâfirler) hadlerini bilmezler de Allah'la mücadele ederler. Oysa Allah'ın havli ve kuvveti (ya da her türlü hileye karşı tedbiri ve takdiri) pek şiddetlidir, çok çetindir.
Burada Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl olayına işaret olunduğu naklediliyor. Şöyle ki, meşhur şair Lebîd b. Rabîa'nın kardeşi olan Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl, ikisi birlikte Hz. Peygamber'e gaile çıkarmak için gelmişler, mescide girmişlerdi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de ashaptan bazı kişilerle birlikte orada oturuyordu. Amir çok yakışıklı idi, güzelliği ve şıklığı oradakilerin dikkatini çekti, ona bakıyorlardı.
Amir arkadaşı Erbed'e daha önce şöyle tenbih etmişti: "Ben Muhammed'le konuşmaya başlayınca, yavaşça arkasına geç ve boynunu kılıçla vur" demişti. Hz. Peygamber Amir ile konuşmaya başlamış, Erbed de arkasına dolaşıp geçmişti, kılıcını bir karış kadar çekmiş, fakat Allah Teâlâ izin vermediğinden tamamiyle sıyıramamıştı. Amir, ne duruyorsun, haydi dercesine gözüyle kaşıyla işaret etmeye başladı.
Peygamber Efendimiz de bu durumu gördü ve hemen "Ey Allah'ım, bu ikisine dilediğini yaparak bana yardım eyle!" diye dua etti.
Defolup gittiler. Allah Teâlâ, açık bir yaz günü Erbed'in (Bin Rabia) tepesine bir yıldırım indirdi ve onu yaktı. Amir de kaçarak gitti, Beni Selul'den bir kadının evine indi.
Sabah olunca, büsbütün rengi atmış ve benzi solmuştu. Sonra atına bindi, silahını çekti, çölde bir yandan sağa sola at koşturuyor; bir yandan da "Çık karşıma ey ölüm meleği, haydi çık!" diyerek şiir sayıklıyordu ve "Yemin ederim ki, şu sahrada Muhammed ve onun koruyucusu olan ölüm meleği karşıma çıksa ikisini de mızrağımla deler geçerim." diyordu.
Derken Allah Teâlâ ona bir melek gönderdi, melek onu bir kanadıyla çarptı, yere yuvarladı; o vakit dizinde büyük bir gudde, yani hıyarcık çıkmıştı, açıkçası vebaya yakalanmıştı. Bunun üzerine o kadının evine geri döndü. "Deve guddesi gibi gudde ve Beni Selul'den zavallı bir kadının evinde ölüm! Hayır olmaz bu işte!" diyordu. Sonra yine atını istedi, bindi ve sürdü bir daha geri dönmedi, at sırtında öldü.”
İslam dini ve peygamberin düşmanı Rabia kabilesinden Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl’in peygambere kurdukları tuzak ile, asırlardır Müslüman kimliğinde görünüp, batılı Hristiyanlardan aldıkları desteklerle zenginleşen, onların baskılarıyla devletin başına geçirilen sahte Müslümanların onun dinine kurdukları tuzak ve kullandıkları simge isimlerin de aynı olması sizi belki düşündürür.
Dokuz yıldır, AKP hükumetinin İslam’ı bozan, Ortodoks Hristiyanlığa ve Ortodoks Yahudiliğe “Ilımlı İslam” veya “Dinlerarası Diyalog” ya da “ Dinde Reform” gibi sözde yenilikçi, özünde dini dönüştüren, putperestliğe çeviren “Müslüman görünümlü” gayrimüslümler hareketi olduğunu yazarken hata etmediğimi bir kez daha kanıtlamış oldum.
İşte, kendilerine “din dayatan Muhammet ve onun dinini 1400 yıldır yayan kavimlerden intikam alma derdinde olanları kurdukları yeni “öç dinini okuyalım;
MEHMET ABDÜLVEHHAP VE VEHHABİLİK DİNİ.
Bu günün Arabistan’ı Suudi Arabistan’ı yöneten Suud ailesinden, Kral Faysal (1906-1975), Arabistan’ı 1964-1975 yılları arasında yönetmiştir. 17 Eylül 1969’da Amerika’nın Washington Post gazetesinde verdiği bir mülakatta; “Biz, Suud ailesi Yahudilerin yeğenleriyiz. Tamamıyla, Yahudilere düşmanlık gösteren Müslüman veya Araplarla uyuşmazlık içindeyiz. Ülkemiz, ilk Yahudi pınarının çıktığı yerin başıdır ve onun nesilleri burada bütün dünyaya yayıldılar.” Diyerek Yahudi kökenlerini belirtmiştir.
Mart 2015’de Suudi Arabistan kralı Salman bin Abdülaziz, babası dahil bütün ataları, Kral Abdülaziz, kral Saud, Kral Faysal, Kral Halid, Kral Fahd, ve Kral Adbullah’ın Yahudi olduklarını kabul etmiş ve kraliyet ailesinde Naif bin Abdülaziz gibi çok sayıda Yahudi var demiştir.
Vehhabiliğim kurucusu Mehmet Abdülvehhap (1699-1792); Necd çölünde Uyeyna’da doğmuş, Beni Temim Yahudi kabilesindendir. İlk eğitimini babasından aldı. Sonra dini eğitim için Basra’ya Mekke üzerinden gönderildi. Resmi olarak ticaret nedeniyle Basra, Bağdat, iran, Hindistan ve Şam’a gitti. Bu gezilerinden sonra en son Şam’da öğrendikleriyle kendisini bir başkan olarak görmeye başladı. 1713’de Basra’da, İstanbul’da işbirlikçilik etmiş Karslı Ahmet adlı bir imamın “Müslümanlığı seçtiğine dair aldığı icazet” oraya gelmiş İngiliz ajanı Hemper ile buluştu. Ajan Hemper, bu genç ve kendisini bir yerlerde görmek isteyen bu tecrübesiz genç adamı uzun süre çevresinde tuttu ve onu işledi. Ona İngiliz Uluslar Topluluğu Commonwealth’ı anlatarak İngiltere’nin büyüklüğünü ve din, siyaset hakkında kendi tespitlerini aşıladı. Kendisine hayran bırakmayı başarınca da ona yeni bir din aşıladı. Abdül Vehhab daha sonra Medine’de, Hanbeli tekkesine, bazen de Şam’a giderek dersler almaya başladı.
Nejd’e döndüğünde din hakkında şüphelerini içeren için ilk dergisini köylüler için yazdı ve onlara dağıttı. İngiliz ajandan Mutezile ve diğer grupları nasıl karıştırabileceğini öğrendi. Birçok köylü ile Deriye çevresi ile Beni Hanife* kabilesinin cahil emiri Muhammed ibn Sa’ud onu takip etti.
*(Ben-i Hanif kabilesinin bulunduğu bölge sahte peygamber Yemame’li Rahman veya Müseylemet-ül Kezzap lakaplı kişinin bulunduğu Hürmüz körfezine kıyısı olan günümüz Kuveyt’in güneyinde bir bölgedir. Anizeh, Abdül Kays, Bekir ve Taglip kabilelerinden oluşan bir kabiledir. “Hanif Din olarak bilinen İbrahim peygamberin dininde olduklarını iddia ederler. İnanışları günümüz Süryani Hristiyanları ile aynıdır. Müslümanlar gibi 30 gün oruç, ramazan, kurban bayramları, günde yedi vakit namaz bunlarda vardır. Sünni Müslümandan ayırt etmek imkânsızdır. Ancak bu gün Süryani Hristiyanlığında kendilerini ifade ettikleri gibi Sünni İslam içinde de Yahudilik tarikatları içinde de vardırlar. İmam-ı Azam Ebu Hanife (Ulu İmam Hanife’nin Babası, demektir) adıyla bilinen Hanefi Müslümanlığını kuran imamın yolunda olan Irak ve Türkiye Sünnileri ile karıştırılmamalıdır. Ben de Hanefi bir aileye mensubum.
Haniflik ise belirttiğim gibi ayrı bir dindir. Musa zamanında ve sonrasında Yahudiler bu dine ve mezhebi olan Sin Mezhebine defalarca girip çıkmışlar, bebeklerini Teke şeytan Molek putuna kurban etmişlerdir.
Namaz, 30 gün oruçve Müslümanların bütün kutsal günleri İslam’dan önce 4000 yıl geriye uzanan bu Sabi dininde vardır. Vehhabiliği çıkaranların da Süryani Sabiler olduğunu görüyoruz. Elmalılı Hamdi Yazır da, Sabilerin iyilerinin cennete gireceklerini belirten Bakara 62, Hac 17 ayet tefsirlerinde İslam’a çıkardıkları mezhep ve tarikatlarla en çok zarar veren Basra, Kufe’li Sabilerdir der. Bunlar Yahudi olup Sabiliğe girmiş olabilecekleri gibi, Yahudi-Arap görünen Sabi/Aramiler de olabilir. Alaeddin Yavuz)
Bunun sebebi de Arapların soylarına düşkün olmalarıydı ve mevcut dini öğretilere ve din adamlarına inanmıyor ama Abdülvehhab’ın yeni tarikatı Vehhabiliğe inanıyorlardı. Kendini din işlerinden sorumlu Kadı, Muhammet ibn Su’ud’u da Hâkim olarak tanıtıyordu. Bu kurduğu inanışları da çocuklarına geçirmeyi başardı.
Mehmet Abdülvehhap’ın babası Abd el Vehhap, Medine’de dindar bir din alimiydi (Kuran, hadis eğitimi alanlara alim denirdi), erkek kardeşi Süleyman ibn Abdülvehhap birlikte onu derslere alarak bozuk düşüncelerinin ileride İslam’a çok zarar vereceği konusunda ikna etmeye çalıştılar. Bu inançlarından kaçınmasını, aklını başına toplamasını öğütlediler. Elbette etkili olamadılar ve Mehmet Abdülvehhap, sapkın öğretilerini cahil, ayırt etme yeteneği gelişmemiş insanlara aşılamaya devam etti. Birden, gerçek Müslümanlar olan Ehli Sünnet vel Cemaat yani Sünni cemaatini inançsız saydı ve ermişlerin, dervişlerin, evliyaların, peygamberin ve öteki peygamberlerin mezarlarını ziyareti putperestlik ilan etti.
Hemen, yeni ideolojisini yakın çevresine ve Arap yarımadası halkının Müşrik dediği gerçek Müslümanlara kendi adını verdiği Vehhabiliğin ilkelerini belirledi ve propagandasını yapmaya başladı. (1737).
Bütün tarihçiler, onun İslam’a karşı olan isyanının Basra’da başladığında anlaşırlar. 1740’de kendi şehri Uyeyna’ya döndüğünde tamamen İslam’a karşı isyancı hale gelmişti.
Abdulvehhap ile Beni Hanife kabilesinden Yahudi İbn Saud(Suud) el ele vererek kendi tarikat ilkelerini yedi yılda oluşturdular ve “Vehhabiliğe inanmayanları imansız ve putperest olarak ilan ettiler, öldürüleceklerini, mallarına el konulacağını ilan ettiler. Abdülvehhap, 32 yaşında bozuk içtihadını yazmaya başladı ve kırk yaşında tamamladı.
Bütün Arabistan yarımadasına bunu yaymayı başardı. Vehabiliğe inanan Abdül Aziz Muhammet, 1791’de Mekke şerifi Galip Efendi’ye karşı ayaklanma başlattı. O zamana kadar Vehhabiler diğer Müslümanlardan iyice ayrılmışlardı. Çok sayıda Müslümana işkence ettiler, öldürdüler, tecavüz ettiler ve mallarını yağmaladılar, kadın ve çocuklarını köleleştirdiler. İstanbul’daki halifenin emriyle Mısır valisi Mehmet Ali paşa Arap yarımadasını kısa sürede Vehhabilerden temizledi.
Necd Emiri Abdullah ibn Faysal, Muhammet İbn Sa’ud’un erkek kardeşi ve Mehmet Abdülvehhap’ın torunu olan kadı 1888’de onun öğretileri olan “Mirat el Harameyn” adlı kitabını yazdılar.
Mekke müftüsü Es Seyid Ahmet ibn Zeyni Dahlan, Vehhabiliğin ilkelerini eleştirdiği “El Fıtnat el Vehhabiyye” başlıklı yazısında Vehhabiliği, Müslümanlara işkence eden bir fitne olarak tanımladı. Yazısının ikinci baskısı “Al Futuhat al İslamiyye 1968 Kahire S.288”, 1975 İstanbul baskısı ile kıyaslanabilir. Bu kitaplarında, “Onların şehirlerine gerçek din ulemaları gönderdik ve gerçek din ulemalarına verecek cevap bulamadılar. Bunlar cahil, yoldan çıkmış kâfirler oldular.” Denilmektedir.
Mehmet ibn Suud 1765’de öldü ve yerine Abdülaziz geçti. Abdülaziz Deriye camisinde bir Şii tarafından karnından bıçaklanarak öldürüldü(1830). Yerine oğlu Suud bin Abdülaziz geçti, Vehhabilerin başı oldu. Üçü de Arap yarımadasında Vehhabiliği yaymak için Müslüman kanı dökmekte, mallarını yağmalamakta birbirleriyle yarıştılar.
Vehhabilerin Taif’de Müslüman Katliamları;
Vehhablerin dediklerine göre, Abdül Vehap, düşüncelerini başlarıyla halka yayınca Şerif Galip korkarak kaçtı. Ve Taiflilerin sana direcek güçleri yoktur. Beni, Taiflilerle kalelerini teslim etmeleri ve Abdülvehhap’tan bağışlanma dilemelerini bildirmem için gönderdiler. Ben Vehhabileri seviyorum. Geri dönün. Çok kan döktünüz. Tafi’i ele geçirmeden geri dönmek yok. Yemin ediyorum Taifliler kalelerini kısa sürede teslim edeceklerdir. Ve sen ne istersen onu kabul edeceklerdir.
Şerif Galip Efendinin hatası yüzünden Taif boşuna teslim edilmemeliydi. Eğer Taif’de kalsaydı Taifliler bu kıyamet gününü yaşamayacaklardı. Korkaklar ve hainler olduğundan dolayı Vehabiler Taiflilerin şehirlerini kolay teslim etmeyeceklerine inanıyorlar.
Ama, kalenin burcunda ateşkes bayrağını görünce onlarla konuşmak için heyet gönderdik. İple kale burcuna heyeti çektiler. Heyet onlara, bütün mallarınızı burada toplayın ve canınızı kurtarmak için teslim olun! Denildi. İbrahim adlı bir Müslümanın yardımlarıyla Taifliler heyete vermek için mallarını topladılar. Heyet, “Bunlar yetmez daha da verin , bu kadarcık şey için sizi bağışlayamayız, daha da getirin” dedi.
Heyete mallarını vermeyenlerin listelerini verdiler. Heyet onlar için “ mallarını verenler istedikleri şekilde gitmekte serbesttirler, kadınları ve çocukları bağlayın, zincire vurun!
Heyete daha insaflı olmaları için yalvardılarsa da heyetin başındakinin kızgınlığı ve saldırganlığı arttı.
İbrahim artık sabırlı olmayı başaramıyordu, dayanamayıp onun göğsüne bir taşla vurdu ve öldürdü.
Bunlar olurken Vehhabiler kaleye saldırdılar ve çıkan karışıklıkta top mermisi ve kurşunla vurulmadan kurtuldular.
Vehhabiler kale kapısını kırıp içeri girdiler ve gördükleri bütün kadın ve çocukları öldürdüler hatta beşikteki bebekleri dahi kestiler. Sokaklar bir anda kan seline döndü. Evlere saldırdılar, ne varsa yağmaladılar, bu gün batımına kadar sürdü.
Kalenin doğu tarafındaki taş evleri ele geçiremediklerinden onları da taş ve kurşun yağmuruna tuttular. Sonunda bir Vehhabi, “”sizi bağışladık, kadın ve çocuklarınızla istediğiniz yere gidebilirsiniz” diye bağırdı ama ona da uymadılar.
Bit epe üzerinde göçmek için toplanan gerçek Müslümanların Vehhabiler etraflarını sardılar ve gitmelerine izin vermediler. On iki gün boyunca kuşatma sürdü ve sıcaktan, susuzluktan kadın ve çocukların ölümlerini seyrettiler, onları küfür ederek, taş atarak, yakaladıklarına sopalarla vurarak işkenceler ettiler.
Onları tek tek çağırarak “sakladığınız mallarınız nerede?” diye döverek sorguladılar, merhamet isteyenlere de “ Ölüm saatiniz geliyor” diye tehditlerde bulundular.
İbni Sekban dışarı çıkarak, 12 gündür tutmadıkları sözlerini tutacaklarını söyleyerek direnenleri teslimiyete davet etti. Bitkinlikten ve sözüne inanmak istediklerinde olsa teslim olanların, kollarını arkasından bağlayıp etrafı çevrilmiş tepedeki Müslümanların yanına koydular ve 367 erkek Müslüman ile kadın, çocukların hepsini kılıçtan geçirdiler. Sonra şehitlerin vücutlarını hayvanlara ezdirdiler, gömülmelerine izin vermeden on altı gün boyunca kurda kuşa yedirdiler.
Öldürülen Müslümanların evlerini ve mallarını yağmaladılar hepsini kale kapısı yanında bir öbekte topladılar. Malların beşte birini de reisleri Suud’a gönderdiler.
Vehabiler Kuran-ı Kerim’in ve tefsirleri ile hadis kitaplarını kütüphanelerden, evlerden, mescitlerden topladılar, sokaklara yerlere attılar. Altın yaldız kaplı deriden Kur’an kaplarından terlikler yaptılar, Kur’an kitaplarını da ayaklarının altında parçaladılar. Taif sokaklarının her yeri Kuran, tefsir, hadis kitaplarının sayfalarıyla dolmuştu.
Sonunda İbni Sekban yağmacıları buna son vermeye davet etmesiyle durdularsa da bunlardan sadece üç Kuran-ı Kerim kopyası ile bir tane Sahih Buhari hadis kitabı kurtarılabildi.
“16 gün boyunca şehitlerin vücutları açıkta kaldı çürümeye başladı ve sıcağın da etkisiyle bütün şehri pis kokular sardı. Sağ bırakılan Müslümanlar, ölülerini gömmek için İbni Sekban’a yalvarıp yakardılar, sonunda insafa geldi ve sağ kalanlar, öldürülen anne, babalarının, kardeşlerinin, akrabalarının kokmuş cesetlerini çukurlar kazarak içine doldurup üstlerine toprak atarak gömdüler. Cesetlerin hiç birisi tanınacak halde değildi ve kuşlar ve hayvanlar parçalarını her yere dağıttığından çoğunun sadece dörtte bir parçası bulunabiliyordu.
Cesetlerin gömülmesi bitince, sağ kalanların öç alabileceklerini düşünen Vehhabiler, “Kederinize kapılarak göğsünüzü kabartmayın, eğer üstlerine anmak için bina inşa ederseniz yerle bir ederiz.” Şeklinde tehditten de geri kalmadılar.
Kalan Taiflileri de kılıçtan geçirip, yağmaladıkları paraları, malları aralarında pay ettikten sonra da şehirde bulunan din büyüklerinin mezarlarını yıktılar, harabeye çevirdiler. Bunlar arasında Seyid Abdül Hadi Efendinin de mezarı vardı….
Vehhabilerin Mekke ve Medine Katliamları;
Taif’te sayısız Müslüman kanı döken alçaklar ardından Mekke’ye saldırdılar ama içine girmeye de hac mevsimi olduğundan cesaret edemediler. Mekke Şerifi Şerif Galip Efendi, Vehhabilere karşı bir ordu kurmak için Cidde’deydi, ve Mekke halkı da Taif katliamının ardından Vehhabilerden korkar hale gelmişti. Vehhabi komutanına kendilerine işkence etmemeleri için bir heyet gönderdiler. Vehhabiler, hac sonrası Muharrem ayında H.1218;M-183’de girdiler ve inançlarını aşıladılar. Halka da “kim Medine’ye Muhammet’in mezarına giderse, orayı ziyaret ederse öldüreceklerini” ilan ettiler.
“14” gün sonra da Cidde’ye saldırdılar ve onlara karşı ordu kuruş kahramanca savaşan, birçoğunu da öldüren Şerif Galip Efendiyi de esir aldılar. Kurtulanlar Mekke’ye kaçtılar. Mekke’lilerin yalvarmaları üzerine Şerif Galip Efendi’nin kardeşi Şerif Abdül Muin Efendi Mekke emiri oldu ve Deriye’ye geçti.
Şerif Muin Efendi, Mekke emirliğini ve Mekkelileri Vehabbilerin işkencelerinden korumayı kabul etti. “36 gün sonra Cidde’den Vehhabi haydutlarını kovduktan sonra Cidde Valisi Şerif paşa ile birlikte Şerif Galip Efendi de Mekke’ye döndü. Hyadutları Mekke’den kovdu ve tekrar Mekke emiri oldu. Haydutlar, Osman el Mudayık’ı Taif valisi ilan ettiler. Yenilginin öcünü almak için Vehhabiler Taif çevresinde bir çok köylere saldırarak katliamlar, yağmalar yaptılar. Osman, Mekke çevresindeki bütün eşkıyalara çağrı yaparak büyük bir ordu topladı ve H.1220;M-1805’te tekrar Mekke’yi kuşattı.
Kuşatma uzun sürdü ve kıtlık başladı öylesine ki yemek için köpek bile Mekke içinde kalmamıştı. Müslümanlar kuşatmanın son gününe kadar açlık çektiler. Şerif paşa, kuşatmadan kurtulamayacaklarına, halkı da yok yere kıyıma uğratmamak için eşkıyalarla görüşmeye karar verdi.
Kendisinin Emir olması, Mekkelilerin de can ve mallarına zarar gelmemesi şartıyla şehri anlaşmayla teslim etti.
Mekke’yi ele geçiren haydutlar ardından Medine’ye saldırıya geçtiler, işgal edip- bin yıldır peygamberin mezarında bulunan, dünyanın en büyük hazinesi olan peygambere ait “Hazinet-en Nebeviyye” (Peygamberin Hazinesi) deki kutsal emanetleri, mücevherleri de yağmaladılar.
Müslümanları ağza alınmayacak kadar terbiye dışı, aşağılayıcı sözlerle aşağıladılar. Sonra, Mubarek ibn Magyan adlı birini vali olarak atayarak tekrar Deriye’ye döndüler.
Mekke ve Medine’yi ellerinde tutarak yedi yıl Ehli Sünnet Müslümanlara haccı yasakladılar. Kabe’yi, Kaylan dedikleri iki kat KARA ÖRTÜ ile örttüler.(Şatanist dinlerin örtüsü siyahtır.) Nargile içmeyi yasakladılar ve içeni de sopayla dövdüler.(Recep Tayyip Erdoğan’ın sigara yasağını hatırladığımızda ülkemizde tam bir Vehhabi Şeriatı olduğunu görüyoruz. Alaeddin Yavuz)
Mekke ve Medineliler onlardan hoşlanmadıklarından daima uzak durdular.
Eyüp Sabri Paşa, 1301;M-1887’te yayınladığı Mirat ül Harameyn’in birinci cildinde Mekke Müslümanlarının uğradıkları işkenceleri şöyle yazmaktadır;
“Kutsal Mekke’de Müslümanlara ve hacılara yapılan işkenceler öyle ağırdı ki dille anlatılacak gibi değildi”. Haydutların başı Suud, sürekli şerifi Galip Efendiye tehditler içeren mektuplar gönderiyordu. Suud, daha önce şehri defalarca kuşatmasına rağmen 1802 yılına kadar Mekke’ye girememişti.
1802 yılında Mısır ve Şam’dan gelen hacıların kervanlarını toplayan Galip Efendi, hacılara “kendisine yardım ederlerse, Mekke’Yi haydutlardan kurtarabileceğini söylemiş se de hacılar bunu kabul etmemişlerdi. Sonra Galip Efendi, kardeşi Abdül Muin efendiyi yardımcı yaparak Cidde’ye gitti.
Mekke emiri Abdül Muin efendi, Muhammet Tahir, Seyit Muhammet Ebu Bekir, Mir Gani, Seyit Muhammet Akkas ve Abdül Hafız el Acemi adlı beş ehli sünnet alimini “iyi niyet ve barış heyeti” olarak 1802’de Suud bin Abdülaziz’e gönderdi.
Suud, askerleriyle Mekke’ye gitti ve heyeti karşılık verdi. Abdül Muin Efendi, heyetine verilen cevaba çok şaşırmıştı. Cevap şöyleydi;” Bölgenin resmi idarecisi olan Abdül Muin efendi, bölgesindeki bütün türbe ve mezarları yıkacaktır, çünkü Vehhabi inancına göre, Mekke ve Medine halkları Allah’a değil türbelere tapınmaktadır. Eğer türbe ve mezarları yıkarlarsa Allah’a gerçek haliyle tapınmış olacaklardır.”
Muhammed ibn Abdülvehhap’a göre, bütün Müslümanlar H.500, M-1106 yılından beri kendilerine açıklanan İslam’ı unutarak çok tanrılı putperest olarak öldüler. Gerçek Müslümanlar olan Vehhabilerin, putperestlerin mezarlarının yanına gömülmelerine de izin verilemezdi.
Suud Cidde’ye saldırdı ve Galip Efendiyi ele geçirdiyse de Cidde halkının Osmanlılarla el ele vererek yaptıkları imanlı direnişi sayesinde bozguna uğratıp düşmanı kaçırttılar ve Suud da Mekke’ye kaçanların arasındaydı.
“Amel, imanda dahildir. Tevhid’den maksat, tevhid-i amelidir (amelde birliktir) Tevhid’de Kelime-i Şehadet yeterli değildir. Herhangi bir şeyi veli, vesile ve mürşid edinmek küfürdür.
Peygamberden şefaat umulamaz. Peygamber’in ve Kur’an’ın tebliğinden ayrı olarak, dine giren şeyler bidattir. Kabirler üzerine kubbe yapmak, adak adamak küfürdür; ziyaret sapıklıktır. Ameldeki dört mezhebe cevaz vardır; lakin itikaddaki mezhepler yasaklanmıştır. Tarikatlara girmek ise küfürdür.
Namazın cemaatle kılınması farzdır ve her fert, beş vakit camiye gelmeye mecburdur. Sigara ve nargile içenlere, sarhoşluk için olduğu gibi, kırk değnek vurulur.
Amel [ibadet], imanın parçasıdır, azalır çoğalır. Bir farzı yapmayan, mesela farz olduğuna inandığı halde, tembellikle namaz kılmayan kâfir olur. Bu öldürülür, malları vehhabilere taksim edilir.
Tevhid-i ameli akidesine riayet etmeyenlerin kestikleri yenmez ve bu gibiler müşrik sayılıp, üzerlerine harp ilan olunur. Kıyamet, Kelamullah hakkındaki sorular bidattir.
Namazlardan sonra tesbih çekmek, Allah’ın farz etmediği ve Peygamberin kılmadığı namazlar ihdas etmek, din vaz’ etmek kadar günahtır.
Minare yapmak, el öpmek, boyun kesmek bidattir. Allah’tan başka her şeyi, bir mezarı, bir şeyhi, hatta Peygamberi vesile edinmek şirktir. Peygamberden yardım ve şefaat istenmez.
Türbelere mum yakmak, kabirlere kubbe yapmak, evliyaya adak adamak, hamayil takınmak, muska taşımak, vefk ve azaim (muska) yapmak, Allah’tan başkasının insan üzerinde tesirini kabul etmektir ve tamamen şirktir.
Bir ağacı, bir taşı mukaddes tanımak, “Ya pir, ya imam, ya li yetiş” gibi sözler, Allah’a şerik koşmak demektir.
Bazı şeylerden teşe’üm etmek (uğursuzluk görmek) sihir yapmak, Allah’tan başka bir şeyin kudretine inanmak demektir ve şirktir. Hırka-i Şerif ve Lıhye-i Saadet (Peygamberin hırkası ve sakalı) ziyaretleri de aynı hükme tabidir. Peygambere salâvat getirilebilir ancak “seyyidüna ve Mevlana” dememek şartıyla.
Riya için namaz kılmak ve sofuluk yapmak da gizli şirktir. Çünkü Allah’tan başkasına gösteriş yapmaktadır. Necef’i ziyaret etmek, Kerbala toprağına secde etmek Mehdiye inanmak, Hızır ve İlyas’ın sağ olduğunu söylemek, şeyhlere rabıta yapmak, gavsa, kutuplara, abdalların varlığına, üçlere, yedilere, kırklara inanmak, ölülein diriler üzerinde tasarrufunu kabul etmek demektir ve şirktir.
Abdü’l-Vehhab’a göre, tasavvuf bir bidattir. Tarikat, mürşidin kendisini vesile edindirmesi demektir. Peygamber her türlü dini tebliğleri yapmıştır. Bundan dolayı, Ebubekir-i Sıddık’a ayrı bir zikir usulü, Hazreti Ali’ye hususi sırlar tevdi etmesi, O’na iftiradır “dininizi ikmal ettim” yollu nasa da aykırıdır.
Vehhabiler, mezhepleri , peygamberin şefaatini, peygamber ve din büyükleri kabul edilen kişilerin kerametlerini dine uygun bulmaz ret ederler.
Allah adıyla kesilen kurbanın sevabını peygamberlere, evliyalara bağışlamayı da ret ederler. Peygamberi yücelten konuşmalara, onda şefaat isteyenlere putperest kafir derler. Peygamberin mezarını ziyaret etmek için uzaklardan gelmek yasaktır. İmam Buşayri’nin peygamberi öven kasidelerini şirk sayarlar.
Mürcie Mezhebi;
Hasan b. Muhammed bu görüşünü şu şekilde formüle etti: " Biz öyle bir topluluğuz (Kavim) ki, Rabbimiz Allah, dinimiz İslâm, önderimiz (İmâmımız) Kur'ân, Nebimiz Hz.Muhammed'dir. Bütün işlerimizde Allah'a ve Resulüne dayanıyoruz. Biz, imamlarımız Ebû Bekr ve Hz. Ömer'den razıyız. Bu sebeple onlara itaat ediyor, isyan edilmesini nefretle kınıyoruz. İkisine düşman olanları düşmanımız olarak ilan ediyoruz. Bunlardan ilk ayrılıkta yer alanlara (Ehlü'l-Firkati'l-Ûlâ)gelince, onları erteliyoruz (Allah'a ircâ ediyoruz). Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'e dostluk konusunda bütün gücümüzle mücadele ederiz. Çünkü Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer yüzünden bu ümmet birbiriyle savaşmadı, hatta onların durumları hakkında ihtilaf etmek şöyle dursun şüpheye dahi düşmedi. Gerçekte İrcâ, bizzat yetişmediğimiz ve daha önce yaşamış kimseler ( fî men Ğâbe ani'r-Ricâl) hakkında takınılan bir tavırdır.
Kıble Ehli'nden büyük günah işleyen hiç kimse tekfir edilemez: Mürcie'ye göre, bir kimsenin kendinden önce yaşamış Kıble Ehli'nden birisi için veya büyük günah işleyen kimse için sapık olduğu ve teberrî edilmesi gerektiği veya hidayette olduğu ve dost edinilmesi gerektiği şeklinde bir hüküm verebilmesi, istisnasız bütün müslümanların onun hakkında aynı hükmü vermesiyle mümkündür.
Bu yüzden onlar günahkar ve zalim yöneticilere kafir değil günahkar/ ahlaksız mümin gözüyle bakmışlar ve haklarında verilecek kararı Allah'a bırakmışlardır.
Din birlik ve beraberlikten ibarettir: Bir kimse iman ettikten sonra İslam toplumunun bir üyesidir. Bu bakımdan bütün müminler eşit olup birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Ayrıca müminler birbirinin kardeşidir ve her birisi Allah'ın dostudur. Hangi mezhebe vaya görüşe sahip olursa olsun, o kimse dışlanamaz, tekfir edilemez ve öldürülemez. Her hangi bir Müslüman sadece nefsini savunma ve zulme engel olma durumunda kılıca başvurabilir. Ancak bir müslümanı müslüman olduğu için öldüren küfre girer. Bu sebeple Cemaat'i/Birliği bozacak her türlü fitne ve bozgunculuktan uzak durmak lazımdır.
Müslüman Sogdlar ve Türklerin Eşit Hak Almaları Mürcie Mezhebi Sayesindedir;
Semerkand'da harb işlerinden sorumlu Müceşşer, Nasr b. Seyyar'ın valiliğe getirilmesine kadar, Sabit Kutna'yı hapisten çıkarmadı. Nasr, onu hapisten çıkararak Merv'e gönderdi ve Eşres tarafından hapsedildi. O, Abdullah b. Bistam b. Mesud'un kefaletiyle hapisten çıkarılarak, daha önce haklarını savunduğu ve bu yüzden hapsedildiği kimselere ve Türklere karşı savaşmak zorunda bırakıldı.[59] Askerlere ateşli konuşmalarla cesaret vermeye çalışan Sabit Kutna, bu savaşta şehid düştü. Horasan ve Maveraünnehir'de Mürcii fikirler, onun yazdığı İrcâ Kasîdesi yoluyla yayılmıştır.
Bu çarpışmalarda, daha sonra Mürcie'nin önderliğini yapacak ve Mevali adına yapılan mücadelenin devamında onların yanında yer alacak olan Haris b. Süreyc de vardı. Emevîler böylece, hem haklı bir mücadele veren mevalininin isyanına son verdi, hem de onların yanında yer alan Mürciî önderleri onlara karşı savaşmaya mecbur etti. Böylece Mürcie'nin ileri gelenleriyle, Mevali (Soğdlar ve Türkler) arasındaki bağlantı, 5 veya 6 yıl gibi kısa bir süre de olsa, koparılmaya çalışıldı. Ancak 116/734'de Haris b. Süreyc'in isyanıyla, Mürcie ile mevali arasındaki münasebet tekrar önem kazandı.
Mevaliye eşit haklar sağlamak amacıyla yapılan bu reformların başında Mürcie'nin önderlerinden Ebû's-Saydâ ve Sabit Kutna ile arkadaşları bulunmaktaydı. Ancak onlar, Emevîler'in maddî menfaatleri yüzünden başarıya ulaşamadılar. akat bölgedeki İslâm'a toplu ihtidalar, Mürcie'nin faaliyetleri sonucu gerçekleşti.
Onların mücadelesi, daha sonra, Haris b. Süreyc tarafından devam ettirildi. Haris, Asım'ın 116/773'da Horasan valisi olması üzerine, onun yeni müslüman olmuş kimselerle Emevîler'e karşı oniki veya onüç yıl süren ve onların yıkılışını hazırlayan bir isyan başlattığını görmekteyiz.
Haris b. Süreyc'in bu hareketi, temelde, Ebû Saydâ ve Sabit Kutna'nın daha önce başlattığı Mürciî tez üzerine kurulmuş bir islah hareketinin devamıydı. Her iki mücadele, Emevî valilerinin zorbacı yönetimlerine ve kötü ekonomik politikalarına karşı sürdürülmekteydi. Bu Mürciî liderler, mevali unsuruna destek vererek cizyenin kaldırılması ve askerlere ödenen maaşlara ortak olma isteklerini gerçekleştirmeleri için onları ayaklandırdılar.
Bu yüzden daha önce Ebû's-Saydâ ve Sabit Kutna'ya destek veren Rebi' b. Imran et-Teymî, Ebû Fatıma el-Ezdî, Bişr b. Curmûz ve Kâsım eş-Şeybânî, Haris b. Süreyc'in yanında da yer aldılar. Sabit Kutna gibi, Haris de, en önemli desteği Aşağı Toharistan, Cüzcan, Faryab, Talikan ve Belh'ten almıştı. Aynı şekilde, Ebû's- Saydâ ve Sabit Kutna'nın yanında mücadele eden dihkanlar ve köylüler Haris'in isyanına da destek verdiler.
Bu desteğin altında, "Haris b. Süreyc'in hareketinin Mürciî bir hareket" olması yatıyordu.[62] Haris b. Süreyc, 119/737 yılından itibaren Esed'e karşı mücadelesine Toharistan'da yanlarına sığındığı Hakan'la birlikte devam etti. Nasr’ın ordusuyla savaşmayı sürdürdü. O, 126/744'e kadar yaklaşık onüç sene Türk bölgelerinde kaldı. 127/745 yılında Nasr'la anlaşarak Merve döndüyse de, tekrar uygulamaları eleştirerek isyan etti ve 128/746 yılında pek çok yakını ve taraftarıyla beraber öldürüldü. Haris, bu mücadelesinde Cehm b. Safvan ve diğer meşhur Mürciilerden büyük destek aldı.Haris, Horasan ve Mâverâünnehir'de sadece Mürciî fikirlerin yayılmasında değil, İslâm'ın yayılmasında ve insanların topluca İslâm'a girmesinde de önemli bir rol oynadı. Onun, Türklerle birlikte kaldığı yıllarda, İslâm'ı yayma faaliyetlerine devam ettiği anlaşılmaktadır.
Mürcie, Haris ve taraftarlarının yenilgiye uğraması ve pek çoğunun öldürülmesi sonucu, Horasan ve Mâverâünnehir'de önemli ölçüde güç kaybetti. Böylece, Mürcie'nin mevaliye müslüman Araplar karşısında eşit haklar sağlama, onlara karşı adil davranılmasını isteme mücadelesi yarıda kaldı. Haris b. Süreyc isyanı, Emevîlerin, Arap olmayan müslümanlara karşı olumsuz tavırlarının ve ekonomik baskılarının bir neticesi olarak ortaya çıktığı için Mürcie'nin bölgedeki faaliyetleri açısından ve ayrıca, Emevîlerin yıkılışını hazırladığı ve Abbasî ihtilalinin, dolaylı da olsa, başarılı olmasını kolaylaştırdığı için, siyasî tarih bakımından da önemlidir.
Mürcie'nin bizzat katılmadığı ancak maddî destekte bulunduğu isyanlardan birisi de Zeyd b. Ali'nin 122/739 yılında Emevîlerin zulmüne karşı isyanıdır. Ebû'l-Ferec, Zeyd b. Ali'ye saygı duyan Mürcie arasında ona destek veren kimselerden sadece Ebû Hanîfe'nin ismini zikretmektedir.
Emeviler döneminden itibaren Mekke, Medine, Kufe, Basra ve Şam gibi şehirlerde, hatta Kuzey Afrika'da faaliyet gösteren Mürcie, Emevilerin sonlarına doğru ve Abbasilerin ilk yıllarında Horasan ve Maveraünnehir'de güçlenmeye başladı. Öyleki İrcâ fikri denildiği zaman Horasan akla geliyordu ve bazı kimseler İrcâ akîdesinin bu bölgeden alınmaması konusunda uyarılar yapıyorlardı. Mürcie, Ebû Muslim'in sürdürdüğü Abbasî davetine ilk yıllarda Emevî zulmüne son vermek için sıcak bakmıştır. Ancak ihtilalin gerçekleşmesinden sonra Ebû Müslim'in de aynı politikaları sürdürdüğünü görünce ona karşı çıkmışlardır. Ancak Ebû Müslim, bu kimseleri ya öldürmüş ya da başka yollarla sindirmeye çalışmıştır. Gücünün anlaşılması üzerine, bu mezhep Horasan'daki Haricî ve Şiî tehikesine karşı Abbasiler tarafından desteklenmiştir. Bu sebeple bölgedeki bütün kadılık ve imamlık makamları Mürciilerin eline geçmiştir. Baştan beri, diğer mezhepler kadar bizzat siyasetin içerisine girmeyenMürcie, Abbasiler döneminde resmî kadılık görevlerine atanmaları dolayısıyla, her ne kadar Abbasiler'in her politikasını kabul etmedilerse de, özellikle akîde konusundan çok fıkıhla meşgul olmaları yüzünden eski başarılarını sürdüremediler. Diğer taraftan, bazı Mürciîler, Mihne döneminde, devletin “Kur'ân’ın yaratılmışlığı” fikrini dayatmasında, Me’mun’a destek vermelerinden dolayı, gerek Bağdad, gerekse Horasan ve Mâverâünnehir'de, Mutezile ile aynı muameleye tabi tutuldular.
Mürcie'nin tarihinde iki önemli fikri kırılma yaşanmıştır. Birincisi Emeviler döneminde kader problemi, ikincisi Abbasiler döneminde Kur'anın yaratılmışlığı problemi etrafında yaşanmıştır. Bunun neticesinde bu mezhebin mensupları Kaderci/Özgürlükçü ve Cebirci olarak ikiye ayrılmışlardır. Hatta öyleki bazı Makalât yazarları, bu görüşü benimseyenleri Mürcie’den bağımsız ekoller gibi göstermişlerdir. Kur'anın yaratılmışlığı probleminde de, kimisi Mu'tezilenin yayınında yer alırken, kimisi de onların bu dayatmasına karşı çıkmışlardır. Tirmiz, Nisabur, Bağdad ve Rey Mürcie’si arasında Halku’l-Kur’ân fikrini destekleyenler olmuştur. Bu sebeple bazı Makalât yazarları, başta Bişr el-Merisî olmak üzere bu görüşte olanları, sırf bu konudaki fikirleri dolayısıyla Mu’tezilî ya da Cehmiyye olarak değerlendirmişlerdir.
Abbasiler'in ilk yıllarında Horasan'da Belh; Tahiriler döneminde Nisabur, Rey ve Herat; Samaniler döneminde ise, Mâverâünnehir'de Semerkand, Buhara ve Fergana şehri, Mürcie'nin faaliyet gösterdiği merkezler haline geldi. Öyleki Belh şehrinden Kufe'ye ilim öğrenmeye gelenlerin, özellikle Ebû Hanîfe'yi ve daha sonraları onun öğrencilerini tercih etmeleri sebebiyle, buraya Mürcie'nin kalesi/yurdu (Mürciabâd) adı verildi.[64]
Abbasiler döneminde, bu bölgelerde Mürcie'nin tartışılmaz manevî lideri Ebû Hanîfe'dir. Bu yüzden, orada Mürcie denince, Ebû Hanîfe ve taraftarları olarak bilinen Re'y Taraftarları akla geliyordu. Ebû Hanîfe'nin ölümünden sonra, Irak'taki öğrencileri, onun daha çok fıkha dair görüşlerini sürdürürken Belh, Rey, Nisabur ve Semerkand'daki Mürciîler, hem fıkhî, hem de itikadî görüşlerini devam ettirdiler. Bölgede temeldeMürciî akideye bağlı Rey'de Neccârilik, Nisabur'da ve Sicistan’daKerrâmilik, Semerkant'ta Mâtürîdilik olmak üzere üç ayrı fikir ekolü ortaya çıktı.
Bölgedeki devletçiklerden Saffariler, Haricilerin üstesinden gelebilmek için Mürcie'yi desteklerken Tahiriler onlara karşı cephe aldılar. Ancak büyük destek gördükleri Samaniler döneminde yıldızları tekrar parladı. Mezhep, bölgedeki dinler ve kültürlerin yanısıra İsmaililik, Zeydilik, Hadis Taraftarlığı ve Mu'tezile’yle de mücadele etti. Bu üç ekol arasında, sadece Mâtürîdilik, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat içerisinde devam edebildi.
Ebû Mansûr el-Mâtürîdî'nin ismi, bizzat Mürcie mensupları arasında zikredilmiyorsa da, kaynakların Ebû Hanîfe ve ashabını bu ekolün mensupları arasında saymaları, dolaylı olarak onun da aynı şekilde değerlendirildiğini akla getirmektedir. Bu sebepten olsa gerek, o, Kitâbu't-Tevhîd'de "el-Mes'ele fî'l-İrcâ’ "[65] adıyla bir başlık açarak Ebû Hanîfe'ye böyle bir ismin neden verildiğini tartışmakta ve onu “Zemmedilen ve Lanetlenen Mürcie'nin” dışında tutmaya çalışmaktadır. Bu tavrı Te'vilât'a da yansımış ve Ebû Hanîfe'nin "Zemmedilen Mürcie"(İrcâü'l-Mezmûm)'den değil "Övülen Mürcie"(İrcâü'l-Mahmûd)'den olduğunu savunmaktadır. O, hadislerde zemmedilen İrcâyı, "fiilleri Allah'a bırakarak onları kulun fiileri kabul etmeme ve onlarda kulun tedbirini reddetmekten ibaret olan Cebir" şeklinde; Mürcie'yi ise, "Taat ve masiyet dahil hiç bir fiili kulun fiili olarak görmeyenler"[66] şeklinde tanımlamakla, İrcâ ve Mürcie kavramına kendi dönemine kadar yapılmamış bir yorum getirerek, hadiste zemmedilen Mürcie'nin, bu olduğunu ileri sürmektedir. Muhtemelen Mâtürîdî, Ebû Hanîfe ve dolayısıyla kendisini bazı uydurma hadislerde lanetlenen Mürcie'den aklamak için böyle bir yola baş vurmuştur. Aslında Matüridi, eserlerinde büyük günah, İmanın tanımı, İmanda artma eksilme, İmanda istisna, İman-İslam ilişkisi, İman-Amel ayrımı, Va'd ve Vaîd gibi temel konularda Mürcie'yi savunduğu görülmektedir.[67] Ayrıca Ebû Mansûr el-Mâtürîdî'nin ilim silsilesi Mürciî akideyi benimsemiş şahıslarla üç ayrı yolla Ebû Hanîfe'ye kadar uzanmaktadır. Onun, Ebû Hanîfe'nin görüşlerini en iyi bilenlerden olduğu, eserlerini bu görüşleri kesin olarak isbatlamak ve delillendirilmek için yazdığı bilinmektedir. Onun eserlerinde Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat kavramını hiç kullanmaması dikkat çekicidir.
Muhammed b. Kerram ve taraftarları, Hüseyin b. Muhammed b. en-Neccar ve taraftarları Mürcie'nin aşırı uçlarını temsil ederken, Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ve öğrencisi Hakîm es-Semerkandî gibileri bu akımın mutedil ve ana bünyesini temsil etmekle kalmamış aynı zamanda bu ekolün sistematik bir kelamını da oluşturmakla Mürcie ile Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaatarasında bir köprü görevi görmüştür. O, Kitâbu't-Tevhîd'inde her ne kadarEhl-i Sünnet ve'l-Cemaat kavramını kendi Kelâm sistemi için kullanmamışsa da, kendinden sonraki yazarlar, muhtemelen ilk defa Pezdevî tarafından, "Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ın reislerinden"[68] kabul edilmiştir. Hatta bazı kereler, genel olarak sadece Semerkand ekolü olarak isim verilmeden zikredilmiştir. Onun Kelâm sistemi, önceleri daha çok Mâtürîdiyye şeklinde kendi adıyla, fakat daha sonraları Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat olarak isimlendirildi. Bununla birlikte, Mürcie'nin temel tezleri Matüridî kelam ekolüne mensup kelamcılar tarafından savunulmaya devam edildi.
İ'tikadî Görüşleri
1-Büyük Günah
Mürcie, büyük günah işleyenin dünyadaki durumu ile Ahiret’teki durumunu birbirinden ayrı ele alır. Şöyle ki Kıble Ehli'nden büyük günah işleyenler (Fâsıklar), imanlı olmaları dolayısıyla mümindirler, ancak büyük günah işledikleri için aynı zamanda fasıktırlar. Onların durumları Alah'a kalmıştır, dilerse affeder, dilerse cezalandırır.[69] Onlar, fıskı İmanın zıddı kabul etmediklerinden ve amelleri İmanın bir parçası olarak görmediklerinden, büyük günah işleyeni fıskı ve fücuru ile birlikte kamil bir mümin saymaktadırlar. Günah işleyen ister te'ville, ister tevilsiz işlesin, yani her hangi bir yorum sonucu işlesin durum aynıdır. Çünkü bütün günahlar fısktır. Bu yüzden onlar, te'ville kan dökmeleri, kadınları esir almaları ve malları yağmalamalarından dolayı Hariciler'i fasık olarak görmüşlerdir.
http://www.sonmezkutlu.net/?pnum=79&pt=M%C3%BCrcie+Mezhebi%3ADo%C4%9Fu%C5%9Fu+ve+Fikirleri
Hanbeli Mezhebi;
Ahmed bin Hanbel (H-164-241;M-780-855 Bağdat) Adını verdiği Hanbeli Mezhebinin kurucusudur. Bağdat’ta doğup orada ölmüştür. İmam Şafi’nin öğrencisidir. Bağdat, Basra, Kufe, Yemame, Necd, Yemen, Ürdün, Urfa, Mardin, Harran, Siirt gibi Sabilerin yoğun olduğu bir kenttir.
Abbasi Halifeleri Memun, Mutasım ve Vasık’ın benimsedikleri Mürcie Mezhebine, gerçekten hatalı bir yorum olan “Kur’an’ın mahluk” olması kavramı yüzünden karşı çıkmış, bu bozukluğun düzeltilmesine çalışarak oldukça akılcı olan Mürcie mezhebini geliştirmek yerine Arap ırkçılığına ve dinde baskıcı, yobazlık ve bağnazlığı savunan bir yol tutmuştur.
Er RedAle’z-Zenadıka ve’l Cehmiye adlı bir kitabında kurduğu yobazlık mezhebini anlatmıştır.
Takıyuddin Ahmed ibn Teymiye (Harran 1263-1328 Şam) Sabilerin İbrahim peygamberden önce mekanı olan ve din merkezi olan, dünyanın en eski rasathanelerinden birini kurmuş, yıldızların ve gezegenlerin insan şekilli tanrılar olduğuna inanan, Tevrat ve ondan doğan Zebur, İncil, Kuran’ın temeli olan Cin ze di Rabba kitabına inanan Sabilerin din merkezinde doğmuştur. 13.yy. başlarında gerçekleşen Moğol istilasından kurtulmak için ailesi Şam’a göçmüşlerdir. Devşirme Müslüman Sabilerden zaten imam, din alimi olmayanı çok azdır. Çünkü Tevrat peygamberlerinin Adem, Habil,Kabil, Şit, Nuh, Yafes, Sam, Ham İbrahim hakkında en geniş bilgiler onlarda vardır. İsa ve Muhammet hakkında da en az bilinen bilgiler onları 60’ı bulan din kitaplarında anlatılır. Kur’an’ı kendi diline okuyamayan veya ulema, şeyh, emir, imam nezareti olmadan anlayamayacağına inandırılmış Müslümanların, bu devşirme imamların anlattıklarının Kur’an’a mı başka kitaba mı ait olduğunu sorgulamaları olanaksızdır. Bu durumda bu adamlar ne anlatsa din uleması olur çıkarlar. Öyle de olmuştur. Hanbeli, Selefi din anlayışının tüm temelleri Sabi dinin temel ilkeleridir.
O da babasının da din alimi olmasının desteğiyle bu soydan gelen özelliğini kullanmış, yetişkinliğinde Şam’da Emeviye camiinde Şükerriye Darülhadisin’de kürsü sahibi olmuştur. Kur’an eğitimini, felsefe, mantık eğitimi ile geliştirmiş, fakih (hukuk alimi) ve muhaddis (hadis alimi) kişiliğini kazanmış, akaid konularında da fikir beyan etmeye başlamıştır. 21 yaşında babası öldüğünde onun yerine hocalık yapmayı başarabilmiştir. Sufiliğe karşı ad vermeden eleştiriler yazmıştır. Özellikle bu alanda Muhyiddin Arabi’ye yaptığı eleştiriler dikkat çekicidir. Moğol istilasına karşı halkı ayaklandırması diğer alimlerden farklı kılmıştır. Davet üzerine gittiği Mısır’da Sufilerle çatışında zindana atılmıştır. İskenderiye Kahire arasında zamanın iktidarlarının kendisine bakışlarına göre gidip gelmiştir. Ellili yaşlarda Şam’a davet edilmiştir.
Selefilik (halef’in tersi, önde olanlar) akımının kurucusudur. Dinde selef/önder kabul edilenlere katıksız itaati benimseyen ilkeye bağlılığı öğütlemiştir.
Ancak, Selefilik ondan öncesi olan bir akımdır ve Eşari Maturidi anlayış kurulmadan önce sahabe(peygamberin arkadaşları) ve tabbiin(sahabeleri görüp iman edenler) gibi Müslümanlar “Selefi Salihin” kabul edilir, doğru yolda olduklarına inanılırdı. Oysa, Kur’andan çok hadisleri öne çıkartan, aklı değil, nakli esas alması, akıl yürütmeyi ötelemesi, ibadetlere ağırlık vermesi tamamen, halkı köleleştiren bir anlayıştır. Ayet ve hadislere bakarak, Kuran’da belirtilmemiş bir konuya çözüm bulma yolu olan kıyas ve hadisçi okula karşı kurulmuş, akılcılığı öne çıkartan rey (ehli rey) akımına değer vermemiştir.
Bu akımın ilk kurucusu Ahmed bin Hanbel, ikinci kurucusu da Teymiyedir. İkisi de dini bozan Sabi devşirmelerindendir.
İbni İshak’In Siret-ül Resulullah (Peygamberin hayatı) kitabında anlattığı Arabistan bölgelerinin özelliklerinde Necd, Yemame bölgeleri Muhammet’ten 150 yıl kadar önce namaz kılan Nasturi rahiplerince Hristiyanlaştırılmış bölgelerdir.
Muhammet, Necd bölgesini Yemen ve Necd’de etkili sahte peygamber Tuleyha’nın etkisini kırmak için işgal ile İslamlaştırdığından Muıhammet’e ve kurduğu İslam’a karşı kinleri vardır.
Yemame bölgesi de günümüz Kuveyt devletinin ve güneyinin olduğu bölgedir ve burası da Nasturi ve onlar arasında yaşayan Süryani Hristiyanları ile Sabi dinindeki Yahudilerin bölgesidir. Rahman ve Rahim Hayy adlı ilk yaratılış Nur Kralı/Meliki tanrısına inanan bu insanlardan da çıkan ve Muhammet’e ortaklık teklif eden sahte peygamber Müseylümetül Kezzap adını peygamberin taktığı Yemame’li Rahmandır. Yemame’li Rahman Muhammet’İn ölümünden sonra Ebubekir zamanında açılan seferde öldürülmüştür.
Selefi akımın üçüncü temsilcisi olan Suud Krallığının kökleri, Yemame’li Beni Hanif Yahudi kabilesindendir. (Hanif din, Nasturi ve Süryaniler içinde İbrahim peygamberin dini, rahman ve rahim Hayyülkayyüm tanrı ibadetidir Hanefilik değildir.)Selefi Hanbeli, İbni Teymniye zihniyeti merkezli Vehhabilik akımına adını veren Mehmet Abdülvehhab da, yalancı peygamber Tuleyha’nın takipçileri veya Nasturi Hristiyan Necd çölü Arami veya Yahudilerindendir. Tevrat efsanelerinde iç içe yaşayan bu iki kavim bazen birbirini kıymış, bazen Yahudiler bunların dinlerine girmiş kardeşçe yaşamışlardır. Taa ki, Roma Hristiyanlığı resmi din ilan ettiğinde, Süryaniler, İsa’yı, güneş tanrıçası dişi şeytan Er Ruha’nın erkek kılığında Allah’tan getirdiği mektup sayesinde vaftizci Arami peygamberi Yahya’ya vaftis ettirdiğini, Hristiyanlığı İsa’dan değil Yahya’dan aldıklarını söylemeleri üzerine Roma Süryaniliği yasaklamış ve bunlar Nasturi Hristiyanları olan Nasrani Yahudiler arasında gizlenmeye başlamışlardır. İslam’ın doğduğu tarihte de durumları budur.
Bunların iyilerinin cennete gideceğini söyleyen Bakara 62. Ayet tefsirinde, Elmalı’lı A.H.Yazır hoca geçmişin İslam ulemalarından şu bilgileri derlemiş;
“…Sâbiîn: Yahut "sâbîe" hakkında da çeşitli görüşler vardır. Evvelâ lügat bakımından denilir ki, "filan adam dininden çıktı, filan dine girdi." demektir. Bu anlamdan dolayı Mekke müşrikleri Hz. Peygamber'e diyorlardı. Çünkü eski dinlerine aykırı yeni bir din ortaya koyuyordu.
Ayrıca yıldızlar doğuş yerlerinden çıkıp yükseldikleri zaman denilir. Binaenaleyh gerçek lügat anlamı itibariyle ve karşılık karinesiyle "Sâbiîn" izafî bir anlam taşıdığından, İslâm, Yahudi ve Hıristiyanların dışında kalan diğer dinlerin mensuplarına şâmil olur. Bununla beraber geleneksel bir deyim olarak daha özel ve dar anlamlarda da kullanılmıştır.
1- Katade'nin açıkladığı şekilde bunlar, meleklere tapan bir taifedir.
2- Yıldızlara tapan bir taife oldukları da tefsirlere geçmiştir.
Fahruddîn Râzî, akla yakın olan budur, der. Ve bunların başlıca iki görüşleri vardır:
Birincisi; derler ki, "Âlemin yaratıcısı Allah Teâlâ'dır. Lakin Allah, yıldızlara saygıyı ve bunların ibadet için kıble yapılmasını emretmiştir."
İkinci iddiaları ise şudur: "Allah Teâlâ, burçları ve yıldızları yaratmıştır. Fakat bu âlemdeki hayır ve şerri, sağlığı ve hastalığı meydana getiren, canlıları yöneten ve yönlendiren yıldızlardır. Şu halde bu dünyanın, bir anlamda Rabbi onlardır ve insanların onlara saygı ve ta'zim göstermeleri vaciptir. Çünkü onlar da Allah Teâlâ'ya ibadet ederler ve insanlara aracı olurlar." derler.
Bu mezhep, Gildânîlere mensup olanların görüşüdür ki, Hz. İbrahim bunları red ve iptal için peygamber olarak gönderilmiştir . Bunların Hz. Nuh'a ve bazı rivayetlerde Hz. İdris'e nisbet iddiasında bulundukları da söylenir. Günümüzde yıldız falına inanma ve yıldızların gücüne sığınma bunlardan kalmadır. Maide sûresinde bununla ilgili açıklama gelecektir. (Bkz: Maide, 5/69)…”
İslam ulemaları her ne kadar bunu söyleseler de Nasturilere ve Süryanilere göre de İbrahim’den Muhammet’e bütün peygamberler şeytana tapınan sapıklardır. İsa şeytan Er Ruha, Muhammet de şeytan Bizbat, dini bozan sahte peygamberdir.
Bu bilgiler ışığında, peygamber ve dört Halife zamanında Müslüman edilmiş bu Hristiyan ve Yahudi toplumları ile kuzeyde Habeş İncili okuyan Gürcü, Ermeni Hristiyanlarının Muhammet’in tebliğini saf saf benimsemelerini beklemek sadece ahmaklık olur. Çünkü İslam onların dininde olmayan yeni bir şey getirmemiştir.
Muhammet zamanında ortaya çıkan Yemameli Rahman, kadın peygamber adayı Secah,Tuleyha, Esved-ül Ansi hep Nasturi, Roma korkusuyla kripto yaşayan Süryani, bunların inancını benimsemiş Yahudi ve diğer karışık Arap kabileleri, İslam’a zorla yani kılıçla sokulduklarından içlerinde kırıklıklar ya da gizli düşmanlıklar olması doğaldır.
Muhammet’in ölümünü takiben soyunun düşman ilan edilip kurutulması, Ali’ye ve çocuklarına saldırılar, damadı ve yeğeni Osman’ın Emevilerle bütün iyi geçinme çabalarına rağmen din düşmanı ilan edilmesi bu kırıklıkların ürünüdür.
Bu yüzden de Selefi akım, kendinden olmayanları küfür, şirk, bidat ile suçlayıp haklarında ölüm emri veren, kadın ve çocukları köle eden veya satan, ırkçı, baskıcı, yağmacı, talancı, ırz düşmanı ve en önemlisi Müslümanlara düşman ama İngilizlere, Roma’daki Vatikan papalığına çok sadık bir dini akımdır. Sadece adı İslam’dır o kadar.
Selefiliğin yedi temel ilkesi, takdis (kutsama, el verme, peygamberlik verme gibi. Tevrat peygamberleri de çocuklarını takdis ederek peygamberlik verir),tasdi acz (Kuran’ı insanın anlayamayacağı ilkesi, acizlik), sükut (sessizlik, Kur’anı tartışmaktan kaçınmak),imsak(Sükuta benzer), kef(Dini tartışmak yerine başka işle meşgul olmak) ve marifet ehline teslimiyettir.
Kısaca Selefi akıma göre bir Müslüman, Konuşma, Kaytarma, Karışma ilkesini öğütlemektedir. Sen tartışamaz, anlamazsın KONUŞMA, şeyhlerin, devletin, zenginlerin konuştuğu yerde yanlış bulup ortalığı karıştıracak işler yapma, sus ve otur yani “KARIŞMA” ve şeyhin veya devletin sana yüklediği görevleri itirazsız yap yani KAYTARMA. Devlet ve ruhbanlar için ne harika ama halk için ne kötü bir düzendir Vehhabilik=Selefilik. İlginç olan ise bu Mezheb’in çıktığında, Necd bölgesinde tutulup başka yerde ilgi görmemesi de tespitlerimi doğrulamaktadır.
Aşağıda, İslam’a zıt bazı Vehhabi ilkelerini verdim;
-Cihad Nebi’nin gönderildiği günden Deccal’in öldürüleceği güne kadar farzdır. (İncil Vahiyler)
-Ölen de öldürülen de eceliyle ölür Her yaratılmışın bir eceli vardır. (Hayır-şer’in Allah’tan olduğuna ters)
-Allah salih kullarına deliller verebilir. (Keramet, şefaat gösteren yarı tanrı kişilikler, Allah’ın izni olmadan peygamberin şefaat gösteremeyeceğini bildiren İslam’a ters)
-Kim namazı terk ederse o kafir olur” “Namazdan başka terki küfür olan amel yoktur.” Kim namazı terk ederse kafirdir. Nitekim Allah onun katlini helal kılmıştır.”
Bu da tamamen “Güneş ibadeti/Bereket tanrısı dinleri” ibadetlerinin esası olan namazın, tanrı veya Tanrıça güneşi Gök Ananın içindeki tanrıların düşmanlıklarından korumak için tam zamanında kılınması ilkesine bağlılıktır.” Bu da İslam değil putperestliktir, Sabiliğin Sin mezhebi uygulamasıdır, Şeytana tapınma geleneğinin kalıntısıdır.
Kaynaklar;
lat s.295 Ahmed b.Hanbel Sıfatu’l-Mü’min İbn Ebi Yala Tabakat I/172 ı-304-305 Ahmed B.Hanbel Usulu’s-Sünne İbn Ebi Ya’la Tabakat I/228 I/288 Berbehari Şerhu Kitabi’s-Sünne II/21 Sabuni Akidetu’S-Selefs.112 Eşari Makalat.290-296-295-297 Lalekai Şerhu Usuli itikad I-II/50-151.
Namaz,Hac,Umre Putperestlik İbadetiydi;
Bu yol, güneşe namaz kılan Sabi, Şemsi Yahudi, Zerdüşt, Zervani, Mani, Yezidi şatanistler, Hindu, Keldani, Nasturi, Süryani Hristiyanları gibi gayrimüslümler, putperestler, güneşi aynı zamanda yaşayan insan şekilli bir tanrı/ tanrıça olarak “ölen tanrı” kabul etmekteydiler.
Gökyüzü de insan şekilli Gök Ana’ydı ve gece olunca güneş, gök Ananın ağzından girip gece yolculuğu (İsra)na çıkar, ağız, gırtlak, mide, rahim ve dölyatağından sabah doğumu yardımcı tanrılar ve insanların kıldığı namazlarda ettikleri dualarla sağlanırdı. Gök Ana’nın içinde, güneşten büyük, insanların da bilmediği dev tanrılar vardı. Onlar güneşi geri çekerek doğmasına engel oluyorlardı, bazıları da öldürmek istiyordu. Güneş tanrısı veya tanrıçasının zarar görmeden yeniden doğması için herkesin namaz kılması şarttı, kılmayan öldürülüyordu.
Sabiler, bu inanç gereğince günde yedi vakit namaz kılarlardı, namazları, akşam, yatsı, teeccüt, duhan, fecr(Tan), öğle ve İkindiden ibaret yedi vakitti.
Güneşin Gök ananın ağzına geldiğinde akşam, gırtlağına geldiğinde yatsı, midesine vardığında teeccüt(Gece namazı), rahmine düştüğünde Duhan (Birinci Kuşluk) ve döl yatağından doğacağı fecir vaktinde da sabah namazı, güneşin yeryüzüne hâkim olduğu öğle vaktinde kutlamak için Öğle, Adem’in yaratıldığı vakit kabul edilen İkindi (ikinci kuşluk) namazları kılmalarının temeli bu inanıştı. (Sabiler kılar, dinlerin diğerleri tanrıya eş koşmak derler. Mecusiler de öyleydi. Muhammet’e yasaklanan namazlar da “Orta namazları denilen öğle ve ikindiydi)
Zamanında namazı kılmayan, güneşin/tanrı veya tanrıçanın doğmasını, bereketin yeryüzünden gitmesini, soyunun yok olmasını istemiş, tanrının emrine itaat etmemiş ve dinden çıkmış sayıldığından öldürülüyordu. Kabe’de bu küçük gök ana saydıkları Güneş tanrıçasının rahmiydi. Bu dünyada yaratılan bütün insanların ruhları güneşin rahmindeydi ve haceri esvedi yani gök ananın cinsel ilişki-doğum organını öperken ölen, Kabe’nin içine, rahime geçebiliyor, yeniden doğuma hak kazanıyordu. Böylece namaz, hac, umre gibi ibadetlerin tamamen putperestlik kalıntısı olduğunu okudunuz.
Oysa Kur’an Şems Suresi, Kamer Suresi Güneş ile ayın tapınılması gereken tanrılar değil Allah’ın belir bir süreye kadar gökyüzünde yüzecek olan gök cisimleri olduğunu söylemektedir. Bu durumda namaz kılmayanın öldürülmesi, cezalandırılması tamamen putperestlik geleneğidir ve İslam’a da uymaz. Özel dini bir kutsiyeti de yoktur. Hac, umre de buna dahildir.
İslam devletinin sınırları genişlediğinde, her şeyin Arap gelenekleri ve Kur’an ayetleriyle açıklanamayacağının ortaya çıkmasıyla gelişen “Kur’an dışında” aklın da kullanılmasını savunan Mutezile akımına karşı çıkmış, dogmacı bir anlayışa sahiptir.
Namaz’ın İslam öncesi ve sonrası Hindu, Zerdüşt, Yezidi, Doğu Ortdodoks Hristiyanları, Ortodoks Yahudilerince aynı Müslümanlar gibi kılındığından, Müslüman’ın kişiliğini tanımlayan “İslam’a özel bir ibadet” olmamasına, Muhammet’in, Yahudi, Hristiyan ve putperestlerle aynı vakitte olmasın diye namaz vakitlerini güneşe göre değil, onların kılmadıkları vakitlere ayarlamasına rağmen, bunları görmezden gelerek namazı dinin temeline oturtan, Müslümanın olayları aklıyla çözmesine, akılcılığa düşman, Arap ırkçısı bir anlayışa sahiptir.
İslam’ın tevhid /kelimei şehadet, besmele, namaz, oruç, hac, umre, kurban, fitre gibi temel farzlarının hepsi putperestlik geleneğidir ve yazdığım Gök Ana dini temellidir. Merak edenler Sabilerin din kitabı Cinze d Rabba (İng-Ginza d Rbba) yı internetten İngilizce, “Antik Sabiler ve Din Kitapları” alaeddinyavuz.worldpress.com’daki yazımdan da Türkçe Yaratılış Efsanelerini okuyabilirler.
Bu konular, peygamber zamanında herkesçe bilinen konulardı. Muhammet’in karış Hatice Nasturi, peygamber olduğunu ilk ve tek tasdik eden din adamı amcası Varaka bin Nevfel Mekke Nasturi kilisesi baş keşişiydi ve Cinze kitabını iyi bilirdi.
İslam öncesini anlatan siyer kitaplarında Arap yarımadasında Katolik Hristiyanlığın varlığına dair bir bahse rastlamadığımı düşünmem boşuna değilmiş. Arap yarımadası Hristiyanlığı Nasturilik, oınların içinde gizlenen Süryanilik ve ikisine de girmiş Yahudilerden başka Hristiyanlık uygulamasına tanık olamadım.
Elmalılı Hamdi Yazır da Sabilerin iyilerinin cennete gideceği belirtilen Bakara Suresi 2:62. Ayet tefsirinde Hristiyanlığı Nasranilik olarak ele almıştır. Sebebi de Arap dilinde Hristiyan’ın karşılığı Nasranililiktir.
Okuyalım;
“…Nasârâ: "Nasrânî" kelimesinin cem'îdir (çoğuludur). Keşşâf'ın beyanına göre; tekil (müfred)i "nasran"dır ve sonuna mensubiyet "ya"sı geldiği zaman Ahmedî gibi mübalağa anlamı ifade eder. Hıristiyanlar kendilerine bu ismi vermişlerdir ki, bu da üç ayrı sebebe bağlı olarak beyan ediliyor:
1- Hz. İsa'nın nâzil olduğu (indiği), "Nasıra" köyüne nisbettir. İbnü Abbas, Katade, İbnü Cüreyc bu görüştedirler.
2- Aralarında tenâsur (yardımlaşma) bulunması, yani birbirlerine yardımcı olmaları yüzünden bu adı almışlardır.
3- Hz. İsa, havarîlerine "Allah'a giden yolda bana yardım edecek kimdir?" (Âl-i İmrân, 3/52) buyurmuş, onlar da "Allah'ın yardımcıları biziz." (Âl-i İmrân, 3/52) diye cevap verdikleri için bu isimle anılmışlardır.
"Nasrânî" Grekçe'ye "Hıristiyan" diye tercüme edilmiştir ki, "Hristos"a nisbettir. Frenkler "Kırist" diye telaffuz ediyorlar. Hıristos, halaskâr, fidye-i necat (can kurtarma akçesi) ödeyerek kurtaran "müncî" diye açıklandığına göre "Nasrânî" bunun Arapça'sıdır. Şu halde "nasranî" hıristiyan, "nasârâ" da hıristiyanlar demek olur….”
Bu mezhebe daha sonra adını veren Katolik Bizans ile “İsa, bakire tanrıça Meryem’den tanrı doğmuş değil, insan Meryem’den insan doğmuş, sonra tanrılık kazanmış” diyerek Nasrani Aziz Agustin felsefesini savunduğundan ayrıldıktan sonra Nasraniler onun öğretisinde birleşerek Nasturilik adını almışlardır. Okudukları İncil de havarilerden Aziz Tomas İncilidir. Muhammet’i destekleyen Roma imparatoru Herakles de Aziz Agustin öğretisinin merkezi olan Libya valiliğinden gelip İstanbul’da darbe yapıp Roma imparatoru olmuştur. İslam da böylece Nasrani Ferisi Yahudilerinin Hristiyanlığı olan Nasturilik üzerine kurulmuştur.
İslam’ın zamanla gene Sabiler tarafından ele geçirilmesi yüzünden peygamber zamanında bilinen Gök Ana dini unutturulmuş ama kılmayana “ölüm cezası” o dinden İslam’a sokuluvermişti. Her kim adı Hanbeli, Vehhabi,Selefi, ne olursa olsun, namaz dahil ibadetleri aksatanları ölüme mahkum eder, mallarını yağmalamayı, çocuklarının köle olarak satılmasını emrederse bu İslam değil Sabi dini ve mezhepleridir.
El Müsned adındaki kitabında 30.000 hadis vardır. Oysa Kur’an zaten “6,666 ile 6.664” ayet (Kur’an cümlesi) olmasına, çoğunun da yorum gerektirmeyecek kadar açık olmasına rağmen, peygamberin 30.000 hadis (Herkesçe aynı şekilde anlaşılmasında sıkıntı olan Kur’an ayetleri hakkında peygamberin açıklamalarına denir.) söylemesi akıl işi değildir.
Dinin devlet rejimi olarak kullanılması yüzünden peygamber sonrası kafası bozulan, çözüm üretemeyen halifeler emirlerini hadis göstererek halka kabul ettirdiklerinden hadis bolluğu zirve yapmış, bu gün 2.500.000 (İki buçuk milyon) hadis olduğu bilinmektedir.
Günümüzde de ülkemizi dini rejimle idare etmeyi hedefleyen Amerika-İngiltere destekli hükumet de 2002’den beri Kur’an ayetlerini yani Allah’ın emirlerini örtüp doğrudan Hadis yaymaya başlamıştır. Zaman içinde yapılan dini tartışmalar şimdilik bu saçmalığın önünü almışsa da henüz tehlike geçmiş değildir.
Vehhabilik
(19.Mayıs 2011 19.yy.Mason İslam Dinleri Keykubat.bolgspot.com” bloğumdan alıntı
İslam'a açıkça çekinmeden ilk şekil vermeye girişen İngiltere’dir. İngiliz casusu Hemper’in İstanbul’da Kars’lı Ahmed adlı bir şeyhin yanında İslamiyeti öğrendikten sonra Basra’ya (Irak) “Müslüman olmuş bir İngiliz" şahsiyetinde gittiğinde tanıştığı, Mehmed bin Abdülvehhab isimli iyi niyetli, İslami bilgisini arttırmak için Mekke’den ailesi tarafından eğitim amacı ile gönderilmiş,Necef'li bu genç adamı sapıttırması ile başlayan ve 1738 yılında İngiliz hükümetinin maddi destekleri ile Mekke’li Suud ailesinin işbirliği sayesinde“Vehhabilik” tarikatını ilan etmesi ile İslam’da en büyük kırılma veya "Yeni İslam Modeli " bu günkü adıyla "İlk Ilımlı İslam" işlemi Haçlı zihniyetince başarılmıştır.
“Mirat-ül Haremeyn” adlı kitapta yazdığına göre de;
Vehhabiliği kuran Mehmed Bin Abdülvehhab’tır. H.111,M.1694’de Necd’de Hureymile kasabasında doğmuştur. H.1206,M.1787’de ölmüştür. Önceleri seyahat ve ticaret için, Basra, Bağdat, İran, Hindistan, Şam taraflarına gitmiş oralarda eline geçirdiği Ahmed İbni Teymiye’nin ehl-i sünnete uymayan kitaplarını okumuş, zeki, kurnaz, çenesi kuvvetli, olduğundan “Şeyh-i Necdi- Necd’li Şeyh” diye nam salmıştır.
Şöhretini arttırmak için Medine-i Münevvere’de (Hz.Muhammed’in mezarının bulunduğu camii) ve sonra da Şam’da Hanbeli mezhebi alimlerinden de okuyup Necd’e dönünce kitap yazmıştır.
Bozuk düşünceleriköylüleri ve Deriyye ahalisi ile reisleri Muhammed bin Suud’u aldatmıştır.
Vehhabilik ismini verdiği düşüncelerini kabul edenlere “Vehhebi” ya da Necdi” denir.
Cahilleri aldatmak kolay olduğundan, Vehhabiler çoğalarak kendini kâdi Muhammed bin Su’ud’u da emir ve hakim tanıtmışlardı. Kendilerinden sonra çocuklarının da bu makama geçmesini kabul ettirmişlerdi. “Mirat-ül Haremeyn” adlı kitabın basıldığı 1306 (1887) yılında Necd emiri Abdullah bin Faysal’dı.
Mehmed’in babası Abdülvehhab iyi bir Müslümandı. Bu ve Medine’deki alimler, Abdülvehhab oğlunun sözlerinden bozuk bir yol tutacağını anlamış, herkese onunla konuşulmamasını nasihat etmişti.
Fakat 1150 (1733) Vehhabiliği ilan etti. Yazdığı kitaplarda hele bunların en kötüsü olan “Kitab-üt Tevhid” de ve torunu Abdurrahman bin Hasen’in buna yaptığı “Feth-ül Mecid” adındaki şerhte sayılamayacak kadar çok yanlış fikirler varsa da dinlerinin temeli üç meseledir;
1-Amel, ibadet, imanın parçasıdır, diyor.Bir farzı yapmıyan mesela, farz olduğuna inandığı halde namaz kılmayan “kafir “ olur, diyor. Bunu öldürmeli ve mallarını Vehhabilere dağıtmalı diyorlar. Bunlar, “Feth-ül Mecid”in 17.,48.,93.,111.,273.,337., ve 348. Sahifelerinde yazılıdır.
“Said-i Nursi’nin Atatürk’e TBMM’de, Yezid bin Enise’nin şartını hatırlatan bir sözle karşılık vermiştir ve ““Namaz kılmayan küllen kafirdir,taşlanarak öldürülmelidir,ona Müslüman denmez, siz de..” * öylesiniz yani “kâfirsiniz” anlamında sözle suçlayınca Ankara’daki işi bitmiştir. Van’a giderek tekkesine çekilmiştir. * (Kaynak Tarihçe-i Hayat | Birinci Kısım : İlk Hayatı | 38)”
Ayrıca bu tür ağır şartlar Tevrat’ın Levililer bölümünde Yahudilere konulmuştur. İncil’de bu “ağır Tevrat Şeriatını ve erkeklerin başlarını örtmesini” Hz.İsa’nın kaldırdığı belirtilir. Kuran’da tekrar edilmemiş konular için de Tevrat, Zebur ve İncil okuncağını, Bakara 106.-136. Ve Maide 68/2.ayette açıkça belirtilmiştir. Bir çok ayette te “İbrahimin Kitaplarında, Musa’nın Kitaplarında yazmaktadır” ifadesi vardır.
2-Peygamberlerin (a.s) ve evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları bahane ederek dua eden “kâfir” olur, diyorlar.”Feth-ül Mecid”, Vehhabi kitabının 500.sayfasında, diyor ki,”Resulullah hayatta iken dua etmesini istemek caizdir. Hatta diri olan her salih kimseden dua etmesi istenir. Nitekim Hz. Ömer, Mekke’ye umre yapmaya gideceği zaman Resulullah, “Ya Ömer, bizi duandan unutma” dedi. Dirilerin de, cenazeye, kabirde olan meftaya dua etmeleri caizdir. Fakat kabirde olandan dua istemek caiz değildir. Allah-ü teala, işitmiyenlerden ve cevap vermeyenlerden dua istemenin şirk olduğunu bildirdi. Ölüler ve gaip (bilinmeyen, kayıp) olan, uzakta olan diriler işitmez ve cevap vermezler. Bunların faide ve zararları olmaz.Eshabtan ve ve onlardan sonra gelenlerden hiç biri Resulullahın kabrinden bir şey istemedi. Peygamber öldükten sonra ondan bir şey istemek caiz olsaydı, Ömer (r.a.) ondan yağmur yağmasını isterdi. Halbuki kabrine gelip ondan yardım istemedi. Diri ve hazır olan Hz. Abbas’tan dua istedi. Aynı kitabın 70.sayfasında diyor ki; “”Ölüden ve yanında bulunmayandan bir şey istemek onu Allah’a şerik yapmak olur...”
Vehhabilerin bu iftiralarını yine aynı kitapları yalanlıyor.. “Feth-ül Mecid”in 201.sayfasında “Buharide, Abdullah İbni Mesud diyor ki,”Yediğimiz taamın (yemek) tespih sesini işitirdik.”
Ebu Zer diyor ki,”Resulullah (s.a.v.) avucuna taş parçaları aldı, bunların tespih sesleri işitildi. Resulullah’In hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahihdir. (gerçektir)” diyor .
Demek ki Resulullah’tan başkaları da “herkesin işitemeyeceği sesleri” işitirmiş. Bu taşlar Hz. Ebubekir’in elindeyken de tesbihlerinin işitildiği, aynı haberin sonunda bildirilmektedir.
Haz. Ömer’in Medine’de hutbe okurken, İran’da harb eden ordu komutanı Sariye’yi görerek “Sariye dağdaki düşmandan korun” dediğini ve Sariye’nin işiterek dağı ele geçirdiğini bütün kitaplar bildirmektedir.
Vehhabiler, puta tapanlar için gelmiş olan ayeti kerimelerle bu sözlerini ispata kalkışıyorlar.
Halbuki ehli sünnet, peygamberler ve evliyalar ibadet etmez. Fakat bunların Allah-ü teala’nın sevgili kulları olduğuna ve Allah,ü tealanın bunların hatırı ve hürmeti ile kullarına merhamet edeceğine inanır. Zararı, faydayı yaratan ancak odur. Ondan başka ibadete kimsenin hakkı yoktur, der. Kabre gidip kabirdeki zat vasıtasıyla Allah-ü telaya dua eder….”
3-Mezarlar üzerine türbe yapmak, ve türbelerde namaz kılmak ve orada hizmet ve ibadet edenlere kandil-mum yakmak, ve ölülerin ruhlarına sadaka adamak caiz (dinen uygun) değilmiş. Haremeyn (Mekke, Medine) ahalisi bu güne kadar kubbelere ve duvarlara tapınıyor imiş. Ehl-i sünnet olan ve Şi ve Alevi olan Müslümanlar bunun için müşrik oluyormuş. Bunları öldürmek ve mallarını yağmalamak helal imiş. Kestikleri “leş” olurmuş. Bunun için hacıların Mina’da kestirdikleri kurbanları yemiyorlar. Toprağa gömüyorlar.”
Oysa, Türbe “oda” demektir. Türbe yasak olsaydı, Eshab-ı Kiram Resulüllah efendimizi ve Hz. Ebubekir’i ve Hz. Ömer’i oda içine defne etmezlerdi. Türbe ölüye tapınmak için yapılmaz. Ona sevgi ve saygı göstermek, okumağa ve dua etmeye gelenleri yağmurdan korumak için yapılmaktadır.
Salihleri, (iyi insanları), alimleri sevmemizi onlara saygı göstermemizi dinimiz emretmektedir.
Mecma-ül Enhür” adlı kitabın ikinci cildinde 552.sayfasında diyor ki; “Muhammed bin Hanefiyye, Abdullah bin Abbas’ı defn edince kabri üzerinde çadır kurdu. Ziyaretçiler, üç gün bu çadırda okudular. (Ölenin ruhu için Kuran ayetlerinden seçmeler okuma)
Görülüyor ki Eshab-ı Kiram yolunda olan “türbe yıkmaz, türbe yapar”. Vehhabilerin Eshab-ı Kiramın yolunda olmadıkları buradan anlaşılmaktadır…..”
Ahmet Mekki hoca efendi daha birçok örneklerle Vehhabilerin sapıklıklarını ispata devam etmektedir. Ben de naçizane derim ki, “türbeler ve yatırlar” bir dinin tarihidir, inanan halkın kültürünün, imanının ispatıdır. Eğer bunlar ortadan kalkarsa o toplum birbirne düşer ve başka milletlerin kölesi olur.
İngiliz- Mason dini olan Vehhabiliğin de amacı insanlara “sözde akılcığı” öğütlerken onları köklerinden koparmak niyetindedir.
Dünyayı işgal etmekten ibaret olan “Yeni Dünya Düzeni” adlı “satranç oyununun” hassas, can alıcı hamlelerinden birisidir ve İslam dünyası bunu Vehhabiliği takip eden Bahailik, Kadıyanilik, Nurculuk gibi İngiliz- Mason localarında pişirilip kotarılmış “teslimiyetçi” ama süslü, hoşa giden, “bağımsızlık mücadelesi” ve “dini yaşam biçimini, ve Müslümanların birliğini, inanç özgürlüklerini korumaya yönelik cihad” gibi zorluklardan kurtaran, ama “teslim olmayı şart koşan”, böylece kendisini ve nesillerini “köleleştirecek” saçmalıklara “din” diye rıza göstermeye, İslam ve Türk dünyasını ve diğer “hedef” milletleri “başımıza getirdikleri sahte hocalarla ve siyasetçilerle” teşvik etmektedirler.
Vehhabiler, daha sonra İngiliz sermeyesi ile güçlenecek, Medine'de 1789 yılında Hz.Muhammed'in mezarını "Putperest Türkler mezara gelip mum yakıp bez bağlıyorlar" gerekçesiyle top atışı ile yok edeceklerdir. Osmanlı bunu onaracaktır.
Sıra Mekke'ye de gelmiş,ancak Kabe top atışlarından bu Vehhabi isyancıların ve Mekkeli Sünni Arapların da desteği ile def edilmiştir.Ancak 1900'lere doğru geldiğimizde ortaya çıkacak olan İngiliz yüzbaşısı Lawrence Vehhabilerin askeri örgütleme işini de tamamlayacaktır.
Bu kırılma daha sonra Osmanlı’da 1900’lerde “Türkçülük” akımının doğmasına ve Arapların İngilizlerle birleşerek Vehhabi olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in 80.000 kişi ile katılıp Türk askerini içeriden vurması ile Osmanlı’ya son darbeyi 1917 Süveyş Kanalı Savaşlarında vurması ile son şeklini alacaktır.
Ardından "Mecidiye altını" olarak aldıkları maaşları yutmuşlardır diye Türk askerlerinin karınları yarılarak bağırsaklarında "Mecidiye altını" arayacaklardır.
c-Muhammed (Mehmet) bin Abdülvahhab (Abdülvahhab'ın oğlu Muhammed)'e kardeşi karşı çıktı
Vahhabiliğin kurucusu Abdülvahhab'ın kardeşi Süleyman bin Abdülvahhab bilgin bir adamdı. Bir gün kardeşine sordu:
-“Erkânı İslam kaçtır?” O da;
-“Beştir”, cevabını verdi. O da;
-“Sen bunlara altıncısını ilave ediyorsun, sana tabî olmayı (bağlanmayı) din erkânından sayıyorsun” dedi. Bir diğeri ona;
-“İslam'ın şartı müslümanları tekfir (kâfir saymak) etmek değildir.” demişti"
Kynk-Ziya Yörükkan, Vahhabilik, İstanbul 1953, shf. 61-63
Vehhabi'lerin Medine-i Münevvere’yi yani Hz. Muhammet’in mezarının bulunduğu camiiyi ve türbesini, Cumhuriyet ilan edildikten, Arapların Osmanlı'dan ayrılmalarından sonra Atatürk zamanında da tekrar ettiklerini Avrasya Tv'de yapılan bir yayında, Prof. Nevzat Yalçıntaş;
1926’da Suudilerin Peygamber Efendimiz’in kabrini yıkmak istediğini, bunu önleyen kişinin ise Atatürk olduğunu açıkladı. Prof. Yalçıntaş, Atatürk’ün olayı duyar duymaz Suudilere “Eğer siz resulün bir taşına dokunursanız, biz de aşağıya ineriz” ifadelerinin yer aldığı ağır bir telgraf çektiğini belirterek gündeme taşıdığını belirteyim.
Dört yıl önce yıkılıp turistik otel yapılan o meşhur Ecyad Kalesi de Kabe'yi bu İngiliz uşağı Vehhabilerin saldırısından korumak için yapılan kaledir.
Onun otel yapılması da Osmanlı'dan 1789 yılındaki bozgunun "öcünün alınmasından" başka bir şey değildir.
Hitler’in zulmünden kaçarak ülkemize sığınan ve İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan, Yahudi asıllı büyük bilgin Prof.Dr.Neumark, öğrencilerine şunları söylemişti: “Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etti… Vahhabiliği kuranlar İngiliz Dominyon Bakanlığı’nın adamlarıdır. Batı, her yerde İslamiyeti sapık inançlara kanalize etti.”
Mustafa Karaca, Kasım 2005’te, Nokta Kitap Yayınları arasında çıkan “Evanjelizm Ve Vahhabilik” adlı eserinde şu değerlendirmeleri de yapmaktadır:
“Arap dünyasını Osmanlı’dan koparmak isteyen İngiltere, önce Vahhabi akımını teşvik etti. Daha sonra, Mekke Şerifi Hüseyin’e Ortadoğu’da kurulacak büyük Arap devletinin liderliğini vaad ederek kandırdı. Şerif Hüseyin’in İngilizler ile pazarlıklarını oğlu Emir Faysal yürütüyordu. Sonunda Şerif Hüseyin hiçbir şey elde edemedi. Kıbrıs’ta sürgünde öldü. Büyük Arap Devleti de kurulmadı. Şerif Hüseyin hatıratında İngilizler ile işbirliği yapmaktan pişman olduğunu yazdı (s.97).
Vehhabiliği İran’da bir diğer İngiliz ajanı Molla takip edecek,”dört dini” birleştirerek yeni bir din yaratacaktır. Akka şehrinden İngiltere Kraliçesine övgüler dizecektir.
İslamiyet’te Kral Olmaması Kuralı;
Kur’an’da iki ayet Müslüman kavimlerin “ataerkil- ensest üreme dinlerinin emri olan” Kral Seçme, yani “soyun babasını” seçme işi Kur’an’da önerilmemiştir.
Neml Suresi 27;34- “Melike, "Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler ve halkının ulularını hakir hâle getirirler. (Herhalde) Onlar da böyle yapacaklardır, dedi.”
Tefsiri;
27;34-“Bunun üzerine harp düşüncesini bir tarafa bırakmak üzere dedi muhakkak ki melikler bir memlekete girdiklerinde, yani harp ederek girdikleri zaman onu bozar perişan ederler ve halkının ulularını perişan ve hakir hale getirirler, öldürme, esaret, başka yere sürme, hapis ve benzerleri gibi çeşitli aşağılama, hakaret ve kötülüklere düşürürler böyle de yaparlar mı yaparlar. Yani "bana karşı başkaldırmayın" diyen Süleyman da böyle yapar mı yapar. Bundan dolayı harpten mümkün olduğu kadar sakınmak ve memleketi düşman baskınına uğratmaya sebebiyet vermemek gerekir.”
Bir de Kavimlerin Kardeşlikleri Konusu Vardır;
Hucurat Suresi 49; 13- Ey in sanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.
Tefsiri 49; 13- Ey insanlar haberiniz olsun ki biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Âdem ile Havva'dan veya her birinizi bir ana ile bir babadan yarattık, yani bu yönden hepiniz eşitsiniz, birbirinize karşı övünmeye veya şu kavim, bu kavim diye aşağılamaya hak yoktur. Bu sebeple bir insanlık kardeşliği vardır ki o bile öyle alay etmeye ve birbirinin etini yercesine gıybete mani olmak gerekir. Ve sizi milletler ve kabileler yaptık ki tanışasınız, yani soylarınız, atalarınızla iftihar için değil birbirinizi soyu sopu ile tanıyarak ona göre yardımlaşmanız içindir.
Mutlak yenilgi halinde Müslümanlar aşağılanmamak ve Hucurat 13’de kavimlerin kardeşlikleri öne çıkartıldıkları için bu ayet gereğince kral seçmemişlerdir. Hiçbir Müslüman devlet adamı “Kral” sıfatını taşımamıştır.
Oysa bütün Yahudi kralları peygamber olmaları yanında kral olmayan peygamberlere de sahiptiler. Yahudi Tevrat’ın cennet ve cehennem yoktur. Her şey bu dünyadadır. Ensest üreme, aile üyeleriyle cinsellik Tevrat’ta Kuran Nisa 23. Ayetindeki gibi aynen yasaklanmıştır. Ama Yahudiler bu kesin emirlere rağmen, ensest cinsel ilişkiye girdiklerinde biri Yahweh’e birisi Teke başlı Çöl Şeytanı Azazel’e olmak üzere iki keçiyi veya tekeyi yakmalık sunu olarak kurban ederler. İş kapanır.
Buna en iyi örnek Eyüp peygamberin ensest ilişkiye giren çocukları için kestiği günah kurbanlarıdır.
Tevrat Eyüp;
Eyüp
BÖLÜM 1
Eyüp.1: 1 Ûs ülkesinde Eyüp adında bir adam yaşardı. Kusursuz, doğru bir adamdı. Tanrı’dan korkar, kötülükten kaçınırdı.
Eyüp.1: 2 Yedi oğlu, üç kızı vardı.
Eyüp.1: 3 Yedi bin koyuna, üç bin deveye, beş yüz çift öküze, beş yüz çift eşeğe ve pek çok köleye sahipti. Doğudaki insanların en zengini oydu.
Eyüp.1: 4 Oğulları sırayla evlerinde şölen verir, birlikte yiyip içmek için üç kız kardeşlerini de çağırırlardı.
Eyüp.1: 5 Bu şölen dönemi bitince Eyüp onları çağırtıp kutsardı. Sabah erkenden kalkar, “Çocuklarım günah işlemiş, içlerinden Tanrı’ya sövmüş olabilirler” diyerek her biri için yakmalık sunu* sunardı. Eyüp hep böyle yapardı.”
Tevrat’ın çok çilekeş, kusursuz doğru adamı Eyüp, çocuklarının içkili şölenlerinde ensest ilişkilerini “bir kutsama-vaftiz ve yakmalık sunu kurbanlarıyla” örten bir adamdı. Yani günah işlediği gibi, çocuklarının da “kız kardeşleriyle birlikte yiyip içerek günah işlemelerine” göz yumuyor ama tövbe ve kurban ile işi bitiriyordu.
Oysa “3.” Ayette yazdığı gibi pek çok kölesi varken onları tercih etmeyip yedi erkeğin, üç kız kardeşini tercih etmesinin yıldız dinleriyle bağı olmalıdır. Her halde Yahweh’in yıldızı “Yedi Kandilli Süryeyya” nın yani Büyük Köpek Takım Yıldızının toplam yıldız sayısı “10” dur. Çocuklarının da bu takımyıldızın çıplak gözle görülen yıldız sayısına eşit “7 erkek” , “3” kızın da görünmeyen ama varlığı bilinen “üç” yıldıza eşit olmasının, “Yıldız Dini” olarak bilinen Tevrat’ın veya Talmud, Mişna gibi kitaplarının bilmediğimiz bir geleneği miydi?
Yoksa, Sabilerden veya Mısır’dan geçmiş bir bir dini geleneği miydi tartışmaya açıktır. Ancak Davut peygamberin Saul’un oğlu Yonatan ile olan eşcinsel pasif ilişkisi* de göz önüne alındığında Eyüp’ün yedi oğlunun üç kızıyla tam bir ilahi, ensest, sapık bir aşk yaşadıklarını söyleyebilirim. Günahlar nasılsa bir kurban kesince sorun olmaktan çıktıktan sonra Yahudi Allah’ı bile dinlemiyorsa bundan olmalıdır.
*((Tevrat Saul 1.Sa.18: 1 Saul'la Davut'un konuşması sona erdiğinde, Saul oğlu Yonatan'ın yüreği Davut'a bağlandı. Yonatan onu canı gibi sevdi.
1.Saul 20: 41 Uşak gider gitmez, Davut taşın güney yanından ayağa kalktı ve yüzüstü yere kapanarak üç kez eğildi. İki arkadaş birbirlerini öpüp ağladılar; ancak Davut daha çok ağladı.
Davut’un yere kapanması secde etmesi ardından öpüşmeleri anlatılıyor. Cinsel/Eşcinsel ilişki de böyle olur zaten. Kadınla ilişkileri olmadığını da aşağıdaki ayet net olarak veriyor. Kadınla ilişkiyi “kirlenme/cenabetlik” sayıyorlar.
1.Saul.21: 5 Davut, "Yola çıktığımızdan her zaman olduğu gibi, kadından uzak kaldık" dedi, "Sıradan bir yolculuğa çıktığımızda bile adamlarım kendilerini temiz tutarlar; özellikle bugün ne kadar daha çok temiz olacaklar." Kadınla cinsellik yaşayan birinin ne kadar aşağılandığını bu ayetlerde okuduk.))
Oysa Müslümanlar, kıyamette dirildiklerinde huzuru mahşerde günahlarının ellerine verilip yargılanacaklarına, günahları için cehennem azabı çekeceklerine inandıklarından günahlarına karşı daha titiz davranmaktadırlar. Yahudiler gibi bir kutsama-günah çıkarma günah başına yakmalık kurban ile kurtulamazlar.
Vehhabi zihniyetinin ise bunu terk edip Yahudi şeriatına dönerek Krallığı seçmesi, muhtemelen ahret inanışını da özünde Tevrat’a uyarladıkları anlamına gelmektedir.
İlk defa Vehhabiler “Kral” sıfatını almışlardır. İşte sapkın, ensest, pedofilik tarihlerini yeniden yazan Arapların Pedofilik, Ensest Krallar listesi;
Muhammet Abdulvehhap’ın Cihatçı yoldaşı Muhammet İbn Saud’dan itibaren Suud Ailesi;
Muhammet İbn Suud; 1710-1765-1744’den itibaren Vehhabi mücadelesini başlattı.
1-Abdülaziz ibn Muhammet İbn Suud; d-?- 1765-1803’te ölümüne kadar Vehhabi savaşlarını sürdürdü.
2-Suud ibn Abdülaziz ibn Muhammed el Suud-1803-1814’de ölünceye kadar isyancılık etti.
3-Abdullah İbn Suud; d-?1814-1818’de ölümüne kadar eşkıyalarına önderlik etti.
4-Türki ibn Abdullah;1755-1834; 1824,1834’de ölümüne kadar eşkıyalarına önderlik etti.
5-Faysal ibn Türki el Suud;1785-1865; 1834-1838;1843-1865,sonra oğlu;
6-Halid bin Suud ibn Abdülaziz ibnMuhammed ibn Suud ;1838-1841
7-Abdullah ibn Tunayyan 1841-1843
8-Abdullah bin Faysal bin Türki el Suud; d?; 1865-1871;1871-1873; 1876-1889 Faysal’In oğlu
9-Suud ibn Faysal ibn Türki; d-?-1875 Ölm; 1871,1873-1875 Faysal’ın oğlu;
10-Abdülrahman bin Faysal; 1850-1928; 1875-1876;1889-1891; Faysal’ın oğlu;
Suudi Arabistan Krallığı (Devlet haline geçiş);
1-Abdülaziz İbn Suud ;1876-1953; 1932-1953 arasında krallık etti.
2-Suud bin Abdülaziz ;1902-1969; 1953-1964 arası krallık etti.
3-Faysal bin Abdülaziz ; 1906-1975; 1964-1975 arası krallık etti.
4-Halit bin Abdülaziz; 1913-1982; 1975-1982 arası krallık etti.
5-Fahd bin Abdülaziz; 1920-2005;1982-2005 arası krallık etti.
6-Abdullah bin Abdülaziz; 1924-2015; 2005-2015 arası krallık etti.
7-Salman bin Abdülaziz; 1935 doğumlu, 2015’den beri hala kral.
Soydaşları Muhammet’in kendilerine dayattığı dinin ve ve yaptığı kıyımların hesabını alabilmek için bunca Müslüman gibi görünen ve Vatikan’a çalışan bu devşirmelerin 1400 yıl süren “siz böyle inanacaksınız dediniz, şimdi de biz böyle inanacaksınız diyoruz” ile ifade ettikleri mücadelelerinde gerçekten başarılı olmuşlar ve elan da öçlerini almaktadırlar.
Davasına sahip çıkan insana hürmet ederim ama bu işte yalan, dolan ile insanların iyi niyetlerini suiistimal eden, haince davranışlarla bunun yapılması ve öç alınacak olanlarında size dayatma yapanlarla hiçbir bağı olmaması, bu gün size güç veren Vatikan’ın o zaman da onlara güç verdiğini de hesaba katarak yaptığınızın yanlış olduğunu kabul etmeli ve birlikte yaşadığınız insanları emperyalizme karşı yöneltmeniz gerekmektedir.
Takdir okuyanların v e anlayanlarındır.
Alaeddin Yavuz. Kral ailesi için Kynk; https://en.wikipedia.org/wiki/House_of_Sau
((Kaynak Mirat el Harameyn-5. Baskı Matba’a-ı Bahriye 1301-1306(M. 1887-1892) )
Mani Dininde Evlilik;
İslam İran döneminde de bu gün de yeğen evlilikleri, çocuk evlilikleri, evlatlık evlilikleri vardır. Daha yakın zamanda İran diyaneti “evlatlık ile evlenme yasası” yapmıştır.
Haber aynen şöyledir;
Babalara kızlarıyla evlenme izni çıktı
İran meclisi, çocuk haklarını korumak için hazırlanan ancak erkeklerin evlat edindikleri kız çocuklarıyla 13 yaşında bile evlenmesine izin veren tasarıyı kabul etti.İRAN' da pazar günü oylanan tasarı, yargıcın, çocuğun yararına olacağını kabul etmesi durumunda erkeğin, evlat edindiği kız çocuğuyla evlenmesinin önünü açıyor. Tasarının yasalaşması için Muhafızlar Konseyi'nin onayından geçmesi gerekiyor.
İran'da kız çocukları 13 yaşında evlendirilebiliyor. Erkek çocuklar için evlilik yaşı 15. 2010'da yaşları 10-14 arasında değişen 42 bin çocuk evlendirildi. Tahran'da 10 yaşın altında evlendirilen çocuk sayısı en az 75. İran İçin Adalet grubundan insan hakları avukatı Şadi Sadr, Guardian'a yaptığı açıklamada, ılımlı Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani New York'ta basını etkilerken Muhafızlar Konseyi'nin tasarıyı kabul etmesinden endişe duyduğunu söyledi. Sadr, "Tasarının pedofiliyi meşrulaştırdığını'' vurguladı.
1-http://www.internethaber.com/babalara-kizlariyla-evlenme-izni-cikti-589801h.htm
2- http://blog.milliyet.com.tr/13-yasindaki-uvey-kiziyla-evlenmeyi-yasal-hale-getiren-ulke/Blog/?BlogNo=440053
Pars To Day.com haberine göre, İran’da evlenme yaşı aşağıdaki gibidir;
Hicri Şemsi 1370 yılında onaylanan medeni kanunun 1041. maddesi uyarınca, hicri şemsi olarak 13 yaşını doldurmayan kız çocukları ve 15 yaşını doldurmayan erkek çocuklarının evlenebilmesi için yetkili mahkemenin teşhisiyle ve maslahata uyulması şartıyla babalarının izin vermesi gerekiyor.
Böylece bu madde uyarınca İran'da hali hazırda kızlar için evlilik yaşı 13 ve oğlanlar için de 15 yıldır, ancak evlilikten önce bu 3 şart aranıyor;
Bunlar, babanın iradesini açıkça belirtmesi, Evrensel Çocuk Hakları 33. Maddesi ve İran hukukuna göre çocuk iştismarlarını önleyecek şekilde düzenlenmiş maslahata uyulması, yetkili mahkemenin onayıdır. Bunlşar da tamamen tartışmalı konular olsa da pedofilik evlilikler elan sürmektedir.
http://parstoday.com/tr/radio/iran-i62404-İran_yasalarında_evlenme_yaşı_ve_nikah_kaydı
Yukarıdaki haberler de İran’da da İran etkisindeki dini mezhep ve tarikatlarda da İslamiyet ile pek bir şeylerin değişmediğini göstermektedir. Bu delilleri daha ileri götürmek mümkündür.
Bu ensest sapıklık Ülkemizde de kökenleri Sabi ve İran olan Mezopotamya çıkışlı İslami tarikatların hakim olduğu AKP hükumeti döneminde Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez zamanında Diyanete “babanın öz kızına şehvet duyması halinde nikah konusu” sorulmuş, 08 Ocak 2016 tarihinde saat 14.28 itibarı ile Cumhuriyet Gazetesinde diyanet fetva sayfasının resimleri ile birlikte yayınlanan haberde Diyanet şu açıklamayı yapmıştır;
“Birgün'den Erk Acarer'in haberine göre; Soru, İslam kaynaklarının farklı görüşlerine göre yanıtlanırken, “Babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur” ve “Babanın kızını kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duyması, bu tür bir haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir” gibi ifadeler kullanıldı.
Akıl almaz ifadeler
İşte o, “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşür mü?” sorusuna verilen kapsamlı cevap:
“Babanın kendi öz kızını öperken şehvet duyması durumunda nikâhın ne olacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı mezheplere göre, babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur (bkz. İbn Rüşd, Bidayetü’l-Mücdehid, Mısır 1975, II, 33; İbn Kudame, el-Muğni, VII, 486; İbn Cüzey, el- Kavaninü’l Fıkhiyye, 138). Hanefilere göre ise; babanın, kızını şehvetle öpmesi, kızına şehvetle sarılması durumunda kızın annesi bu babaya haram olur. Ancak bu tür sonuç doğuracak tutmanın, teni tenine değerek olması ya da altının sıcaklığını iletecek kadar ince bir örtüden olması gerekir. Kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duymak, bu tür bir haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir. Şehvet duymanın işareti, erkeğin organında bir uyanma, uyanıksa uyanışının artması, kadının da kalbinin heyecanla çarpmasıdır.”
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/460681/Diyanet_ten_skandal__baba_kizina_sehvet_duyarsa__fetvasi.html
Hindistan'da Yüksek Mahkeme kadınlara Sabarimala Tapınağı'na giriş yasağını kaldırdı
Hindistan'da Yüksek Mahkeme, Hinduların en kutsal tapınaklarından Sabarimala'da kadınlara konan giriş yasağını kaldırdı. Kerala eyaletindeki tapınağa yaşları 10 ile 50 arasında değişen "adet gören" kadınların girmeleri yasaktı.
Hindular, adet gören kadınların dini ayinlere ve tapınaklara girmelerini, "kirli" oldukları düşüncesiyle yasaklıyor.
Yüksek Mahkeme'nin kararı, "geleneğin cinsiyet eşitliğini ihlal ettiği" gerekçesine dayandırıldı.
Hindistan'daki pek çok Hindu tapınağı regl olmadıkları sürece kadınların girmesine izin veriyor. Sabarimala Tapınağı ise belli yaş aralığındaki hiçbir kadının kutsal mekanına girmesine izin vermiyordu.
Mahkeme Başkanı Dipak Misra, "Din onur ve kimlikle ilgilidir. Hem kadınların hem de erkeklerin ibadet hakkı vardır" dedi.
Emekliliği yaklaşan yargıç Misra, sömürge döneminden kalan zina ve eşcinsel evliliği yasaklayan kanunları da iptal etmişti.
Mahkemenin kadın üyesi karşı oy kullandı
5 üyesi bulunan mahkemede karar 1'e karşı 4 oy ile alındı.
Mahkemenin tek kadın üyesi Indu Malhotra karara karşı çıktı.
Malhotra, "Derin dini duygulara mahkeme müdahale etmemeli. Mantık kuralları dini konulara uyarlanamaz" şeklinde görüş bildirdi.
Kerala eyaletinde kadınların tapınağına girmesi yönündeki dilekçe 2016 reddedilmişti.
Duruşmada kampanyacılar bu geleneğin Hindistan'ın anayasaki eşitlik ilkesini ihlal ettiğini savundular. Ayrıca bu uygulamanın kadınlara karşı önyargılı olduğunu ve ibadet hakkını elinden aldığını belirttiler.
Yasanın kaldırılmasını isteyen gruplar Facebook üzerinden "Happytobleed (Kanamaktan memnunum" etiketli kampanya başlattılar.
Kampanyayı başlatan Nikita Azad BBC'ye açıklamasında, "Yüksek Mahkeme regl üzerindeki lekeyi kaldırdı ve eşitliği dün üstünde tuttu. Bunun etkisi büyük olacak" dedi.
Sabarimala ülkedeki en önemli tapınaklardan. Dünyanın dört yanından milyonlarca insan tapınağı ziyarete geliyor.
Tapınağa girebilmek için hacıların 18 kutsal basamağı çıkması gerekiyor. Ancak bu 18 basamağı çıkabilmek için hacıların 41 gün oruç tutması gerekiyor.
Sadece siyah ya da mavi renkli giysiler giyen hacılar ibadetleri bitene kadar traş olmuyor.
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45677217
Hindistan'da eşcinsel ilişki suç olmaktan çıkarıldı
Hindistan Anayasa Mahkemesi tarihi bir karara imza atarak ülkede eşcinsel ilişkiyi suç olmaktan çıkardı.
Anayasa Mahkemesi böylelikle sömürge döneminden kalan ve eşcinsel ilişkinin "doğaya aykırı suç" olarak nitelendirildiği Hindistan Ceza Kanunu'nun 377. maddesiyle ilgili 2013 yılındaki onay kararını da bozmuş oldu.
Hindistan'daki bu yasa eşcinsel ilişkiyi suç olarak niteleyen en eski yasalardan biri ve şimdiye kadar kaldırılamadı.
Mahkemenin dışında bekleyen göstericiler kararı duyunca kutlamalara başladı, bazıları da gözyaşlarına boğuldu.
Anyasa Mahkemesi Başkanı Dipak Misra kararını okurken "Bedensel ilişkiyi yasa dışı saymak mantıksız, keyfi ve bariz biçimde anayasaya aykırı" dedi.
Yasa ilk defa 2009 yılında Delhi'de Yüksek Mahkeme'de iptal edilmiş ancak bir kısım siyasi, sosyal ve dini grupların kampanyaları sonucu 2013 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından yeniden getirilmişti.
- Madde nedir?
Yasada "Herhangi bir erkek, kadın ya da hayvanla doğaya aykırı bedensel ilişkiler" cezaya tabi.
Yasa anal ya da oral seksi de yasaklıyor ancak büyük oranda eşcinsel ilişkileri hedefliyor.
Hindistan'daki eşcinsel ve transseksüel aktivistler yasanın kaldırılması için uzun süredir savaş veriyordu.
İnsan hakları örgütleri polisin yasayı kullanarak LGBT topluluğuna kötü muamelede bulunduğunu söylüyor.
Aktivistler bu tür bir yasanın var olmasının cinsel yönelimler konusunda ayrımcılığın kanıtı olduğunu savunuyor.
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45432233
Hindistan'da zina suç olmaktan çıkarıldı: 'Koca, kadının efendisi değildir'
Hindistan Yüksek Mahkemesi, zinayı suç olmaktan çıkardı. 158 yıldır yürürlükte olan yasayla, evli bir kadınla cinsel ilişkiye giren erkeklere beş yıla kadar hapis ya da para cezası veriliyordu.
Yasada, zina için 'erkeğin ilişkiye girdiği kadının kocasının rızasının olmaması' şartı aranıyordu.
Bugüne kadar kaç kişinin bu yasayla ceza aldığına ilişkin bir veri bulunmuyor.
Yüksek Mahkeme, kararı bu yasayla hem kadınlara hem de erkeklere ayrımcılık yapıldığını söyleyen bir kişinin başvurusu üzerine aldı.
'Zina, mutsuz evliliğin nedeni değil sonucudur'
Beş üyeli mahkemenin başkanı yargıç Dipak Misra, zinanın Çin, Güney Kore ve Japonya gibi ülkelerde suç olmadığını belirterek "Zina medeni hukuk kapsamında evliliğin sona ermesini sağlayabilecek bir neden olabilir ama ceza gerektirecek bir suç olamaz. Zina mutsuz bir evliliğin nedeni olabilir sonucu değil. Kocası kadının efendisi değildir" dedi.
Misra ay rıca, "kocanın rızası olmaması' hükmünün kadınların anayasayla güvence altına alınan cinsel özgürlüklerine aykırı olduğunu söyledi.
Bu yazının başından sonuna kadar dikkatinizi çekmesi gereken, haklarında bilgiler verilen bütün dinlerin Hinduluk, Budizm temelli olduklarıdır.
Hinduluk, ondan doğan Sabilik, Jainism (Cancılık, Caynizm), İran dinleri Mihrilik (Mitraizm), Zerdüştlük, Zervanilik, Mecusilik, Yahudilik, Hristiyanlık, İslam dinleridir.
İran, Hint dinlerinde ensest toplum gelenekleri hakimdir ve hiçbir cinsel kısıtlama söz konusu değildir. Erkek erkeğe evlilik dahi mevcuttur.
Dıştan evlenme (exogamy) geleneğine sahip Kulinler olarak bilinen bir Brahman mezhebinde baba tarafından 5 göbek, anne tarafından 3 göbek şartı aranmaktadır. Benzer gelenek Roma Jüstinyen yasalarına 542’de girmiştir. İngiliz Bizans tarihçisi, Bizans Araştırmaları konusunda dersler veren Oxford Üniversitesi öğretim üyesi, bu üniversitenin 1517’de kurulmuş bölümü olan Corpus Christi College’inden emekli, “Late Antiquity” (Geç Antik Çağ); “Roman-Persian Wars” (Roma-İran Savaşları” ile “Coming of İslam” (İslam’ın Gelişi) adlı tarihi çalışmaları bulunan James Douglas Howard-Johnston’a (12.Mart 1942) göre, Roma imparatoru Büyük Jüstinyen, Hint, İran, Sabi temelli dini geleneklere göre yaşayan Roma toplumlarında ensest ve eşcinsel ilişkiler yüzünden artan cinsel/zührevi hastalıkların yaygınlığı yüzünden askere alınmaya uygun sağlıklı gençler bulmakta zorlanır ve Tanrı İsa’dan vahiy alan yarı tanrı sıfatıyla Jüstinyen yasalarını yapar ve kadın erkek eşcinselliğini, babadan dört göbeğe kadar akraba evliliklerini yasaklar. Tevrat’ın Levililer kitabında eşcinselliğin ve akraba evliliklerinin yasaklanması bahsinin bu tarihyen sonra Tevrat’a geçtiğini düşündüren bu tespitimin kaynağı Davut peygamberin ve Eyüp peygamberin çocukları arasındaki yakına akraba evlilikleri ile Davut’un Saul’un oğlu ile eşcinsel aşkıdır. Hanefi Balkan Türklerinde de babadan 7 göbek, anadan 5 göbekten yakın akraba ile evlenmeme geleneği vardır. Bunun Roma geleneğinden değil de Mecusilik öncesi Budizm ve kuzey Hindistan dinleriyle iç içe olan Türklerin Kulinler, Sapindalar ile tanışmalarının kazandırdığı bir gelenek olabileceği ya da Türklerin genelinde akraba evlilikleri ve eşcinselliğin ağır cezalarla cezalandırılma gelenekleri olabilir inancındayım.
Kuzey Hindistan’da Kulinlerden farklı olarak Hanefi Balkan Türkleri geleneğine birebir uyan Sapinda evlilikleridir.
Bunlar, babadan yedi göbek, anneden beş göbek uzaklaşmış akrabalığa özen göstermektedirler. En eski din kitaplarından olan Mahabarata din kitabının Vasistha ve Yajnavalkya bölümlerinde böyle emredildiği için bunu yaptıkları anlatılmaktadır. Bunlardan Pinda grubu ise Kulinler gibi dıştan evlilik yapmaktadırlar.
Kynk;http://www.yourarticlelibrary.com/marriage/selection-of-spouse-among-the-hindus/47460
Aslen Etrüsk Türkleri olan Roma medeniyetinin kurucularının yaptığı ilk 10 ve 12 Tablet yasalarında da komşuları Sabineler (Latince)/Sabilerin bu ensest biseksüel aile içi evlilik(endogamy) geleneklerinden etkilendiklerinden olsa gerek, bekar bir genç Roma’lı erkeğin Romalı olmayan pasif eşcinsel bir erkekle ilişkisine izin vermektedir. Romalıya pasif eşcinselliği de yasaklamaktadır.
532’de Jüstinyen yasaları ile kadın ver erkek eşcinselliği tümüyle yasaklanmış, faiilerine cehenne denilen kurban yakma kuyularında yakılarak idam cezası verilmiştir. Bu yasa kısa sürede etkisini göstermiş ve Jüstinyen 571’de yıkılan Batı Roma’yı Doğu Roma ile birleştiren zaferlere imza atmıştır.
Tevrat, İncil ve Kur’an’a da geçen bu devlet eliyle konularak dine mal edilmiş yasaklara İran, Hint, doğu Pasifik ada toplumlarında rastlamak, dini gelenekler dışında zordur.
Kur’an Nisa 15-16 ayetleri kadın erkek eşcinselliğini, Nisa 23 yedi göbek akraba evliliği şartı getirmesine rağmen, peygambere özel olan Ahzab 50 ayet peygambere ikinci derece akrabalarla evlilik izni vermiş, bu da ensest Arap toplumlarında istismar edilerek amca, hala; dayı,teyze çocukları arasında evlilik İslam toplumlarında kalmış ve elan sürmektedir. Ayrıca Vakıa Suresi 17, Tur Suresi 24. Ayetlerde cennetlik erkeklere Gilman (çocuk eşcinsel köle), vildan (Farsça bıyıkları terlememiş genç oğlan) hizmetçiler verileceğini bahane eden Müslüman idarecilerin haremlerine hadım edilmiş erkek hizmetçiler alması örnek alınarak eşcinsellik sürdürülmüştür. Bu da 1092-‘lerde başlayan haçlı seferlerine “Türkler Kuti kavimdir, Tevrat emirlerine göre yakılarak ruhları temizlenip kurtarılmalıdırlar” denilerek, Türkler toplu olarak 1000 yıl kadar toplu- bireysel olarak canlı canlı Haçlılarca yakılmışlardır. 1919 sonrası işgal yıllarında bile İstanbul’da bazı camilerin Rumlarca ateşe verildiklerini okumaktayız.
Bu Jüstinyen yasaklarını bahane eden batılı toplumlar eşcinsel evlilik yasakları ile medeni olduklarını düşünmüşler ve işgal ettikleri doğulu ülkelere tanrı emri diye bu yasakları uygulayan yasaklar getirmişlerdir.
Oysa Avrupa ve Amerika Birleşik devletlerinde kulamparalık, kadın-erkek eşcinsel evlilikleri yasal olarak devlet koruması altındadır.
Portekiz ve Rusya’da reşit olmak ve rızaya dayalı olmak şartıyla çekirdek aile içi cinselliğe izin verilmektedir. İtalya dışındaki Katolik de olsa birçok Avrupa ülkesinde sapkınlık ilan edilen bu gelenekler yaşanmakta ve üstleri örtülmektedir. Hatta bu sapkınlıkların merkezi olarak Roma’daki Vatikan devleti de birçok araştırma yazısına yer almıştır.
Papa Ratzinger ve ardından gelen şimdiki papa Fransiscus bunları kabul etmiş ve 2018 Ekim ayında Şili’de iki rahip cinsel suçları yüzünden papalıkça görevden alınmıştır.
Bunların aksine Hindistan ise yukarıda okuduğumuz haberlerde olduğu gibi, batılıların kolonisi oldukları dönemde Tevrat, İncil ayetleri gereğince konulan cinsel yasakları bir bir kaldırmaktadır.
Milat sonrası 50’lerde yayılmaya başlayan Hristiyanlık dünyanın en yaygın dini olmasına rağmen 34.000 tarikata bölünmüş, her biri ayrı din olmuştur. İslam ise 1.400 yıl içinde en yaygın ikinci din olarak 4 mezhep 1000 kadar tarikata bölünmüştür. Bu gün 57 Müslüman ülkeden bahsedilmektedir ve bunlar arasındaki dini uygulamaların bir biri ile hiçbir benzerlikleri yoktur.
Bu gerçekler ışığında din esaslı devlet rejimlerinin hiçbir zaman halkları birleştirecek bir unsur olmadığı gerçeği anlaşılmalıdır. Dinler vicdanlara terk edilmeli, ABD, AB istiyor diye bizlere dikilen deli gömleği tercih edilmemelidir.
Ben çalışıp yazdım, takdir sizlerindir.