Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Mart 2017 Salı

RABİA HAZRETİ MUHAMMET'İN SUİKASTÇISI





AKP'NİN, EL KAİDE'NİN, ONDAN DOĞAN IŞİD'İN, SELEFİ İSLAMCI MÜSLÜMAN KARDEŞLER ÖRGÜTLERİNİN SEMBOLÜ RABİA VE BUNLARIN ÇOK SEVDİKLERİ ADLARIN BAŞINDA DA "EMİR" ADININ GELMESİ TESADÜF MÜDÜR?
AKP hükumeti iktidara geldiğinden beri, peygamber Hazreti Muhammet'e inen dini değiştiren Sabilerin, Sabilerden Hristiyanlığa, Yahudilikten Sabi Hristiyanlığına (Nasturi, Maruni, Süryani gibi) geçen ve Emevi-Abbasi dönemlerinde baskı ile Müslüman olmuş, azınlıkların, İslam'a soktukları putperestlikleri barındıran sahte İslami tarikatların koalisyonunu temsil etmiştir.

KaldırKuran okuyan, namaz kılan, şeriat getirecek kadar imanlı olan bir siyasetçi Rabi ve Emir olayını nasıl bilmez ve Mısır, Suriye Derezileri ile Kürt Yezidilerinin, Yemame, Necd, Basra Sabilerinin sembollerini benimser.
Bunların geçen son 300 yıl içinde en tehlikelileri olan ve Mason inanışları barındıran, 1740’larda İngiliz rahip ajanları marifetiyle çıkartılmış yeni bir din olarak Osmanlı ulemalarınca sapkınlık olarak görülen ve asla “İslam” denilmeyen Vehhabilik dini ve bu din ile peygamberden sonra çıkan Selefi İslam akımının birleşmesi ek olarak Müslüman görünen Yahudilerin kurduğu tarikatların kurduğu bir tarikat akımıdır.
Rabia, Arap dilinde “dördüncü” demektir. Filistin bölgesinde yaşayan Derezilerin kadın ermişlerinin adıdır. Elmalı'lı Hamdi Yazır'ın Sabileri işlediği Bakara 62. ayet tefsirinde "dini mezhep ve tarikatlarla en çok bozanlar dediği Kufa, Basra Sabileridir" tanımını doğrularcasına, Rabia Adeviye de Basra'lı Yezidi bir kadındır. "Adeviye" Yezidi mezhebini kuran Şeyh Adi'nin adından türetilme, Müslüman görünen Kürt Yezidilerinin tarikatıdır. Yezidiler, deliler, saralılarda (epilepsi) keramet arayan bir inanışa sahiptirler.
Deliüüzaman-ı Said-i Kürdi, ve günümüzü çakma peygamber R.Tayyip Erdoğan da "okumadığını, her dediğini yasalaştıran bir deli devlet adamı rolü" oynarken bu Alevilerin, Yezidilerin ve Ortodoksların oylarını kapmayı hesaplamaktadır. Aynı zamanda peygambere sağlığında "bu ayeti hakkında bir daha Allah'a sor yoksa biz dine girmeyeceğiz" diye tehditler yapan, Allah'a ayet ısmarlayan, ona tuzak ve kumpaslar kuran Rabia kabilesinin de adıdır.

Emir, İslam öncesi, 360 puttan her birinin soyundan geldiğine inanan 360 Arap kabilesi olduğunu Elmalılı Hamdi Yazır Kur'án tefsirinde İslam siyer, hadis yazarlarını kaynak göstererek yazmıştır. Arapların, Allah’ın soyundan geldiklerine inandıkları Arap beylerine verdikleri ad da Amir yani Emir’dir. Arapça’da “A” sesi yoktur, Elif vardır. Bu yüzden Amir, Emir okunur. Arap emirleri, Arap kabilelerinin hem ruhbanları hem de beyleridir.
AKP hükumetinin ilk zamanlarında zamanında yayınlanan "Adını Feriha Koydum" adlı bir dizide çok zenginlerin oturduğu bir apartmanda kapıcılık eden ailenin fakir kızı Feriha ile, İslam öncesi Mekke’de Kâbe çevresindeki genelevlerde kölelerini çalıştırarak zengin olan Arap Emirlerinin çağdaş benzeri olan, pavyonculuk yapan Sarrafoğlu soyadlı bir ailenin oğlu Emir’in aşkları bütün genç kızları sarmış, evli kadınlar bile bu diziyi genç kızlarıyla birlikte seyrederlerdi.

“Oğlu” ekini soy adlarında kullananlar çoğunlukla Yahudilerdir. İshak peygamberin oğulları olan Yakup’un soyundan olanların Yakupoğulları, Tüysüzoğulları, kıllı doğan Esav’dan, Tüylüoğulları gibi adlar ülkemizde de yaygındır. Hazar denizi çevresi Türkleri, Tatarları, Tacik ve Kırgızları arasında M.S.700'lerden itibaren Yahudi inancı yaygınlaşmış olduğundan, Cengiz, Timur akınlarıyla gelen Türkler arasında da bu Musevi Türkler de çok olduğundan, Selçuklu sonra kurulan Anadolu Beyliklerinin da adlarında bu "oğlu" ekini görürüz. Örnek, Dulkadiroğulları, Germiyanoğulları,Aydınoğulları, Ramazanoğulları gibi. Alevi Türklüğün ardında biraz bu Mesevilik vardır da unutulmuştur.
Oysa, Kırım'dan Kazakistan'a, oradan Türkmenistan, Tacikistan'a Musevi Türkler hala vardırlar. Bu gerçeklere bakarak, Musevilik-Yahudi düşmanlığı yapan Türkçü ve İslamcılar da akıllı olmak zorundadırlar. Anadolu Sünniliği de hiç bir Müslüman ülkesinde yaşanan bir İslami yaşam değildir. Kökeni Irak olmasına rağmen Irak'ta Şiiler daha fazladır.
İşte, pavyonculuk (pezevenklik) işiyle meşgul Sarrafoğlu ailesinin çapkın, yakışıklı oğlu Emir kişiliğinde bu ad diğer AKP yandaşı dizilerde hala kullanılmaktadır.
Hazreti Muhammet’e camide hutbe sırasında suikast kuran iki hainin de adları ne tesadüf ki Emir ve Rabia’dır.
Okuyalım;
13.R’AD SURESİ (YILDIRIM SURESİ)
R’ad suresi, Kur’an’da 13. suredir. 13. ayetin de tefsiri, peygambere camide tuzak kuran Rabia aşiretinden iki kişinin olayı üzerine inmiştir.
Bu ikişi kişi Rabia aşiretinden Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl’dir. Amir de dilimize “Emir” olarak geçmiştir.
Tefsir alıntısını okuyalım;
""13:13. “Gök gürültüsü O'na hamd ile, melekler de O'nun korkusundan dolayı O'nu tesbih ederler. O yıldırımlar gönderir, onunla dilediğini çarpar. Onlar Allah hakkında mücadele edip duruyorlar. Oysa Allah'ın çarpması pek çetindir.”
Elmalı’lı Hocadan devam edelim Kuran tam bir mitolojiye dönüyor;
13:13- Ve ra'd, O'nu hamd ile tesbih eder. Gök gürlemesi de O'nun yüceliğini dile get

2016 yılı Mayıs ayında AKP milletvekillerine dağıtılan Recep Tayyip Erdoğan'ın RABİA'cı eli.
irir ve O'na hamd eder. (Ra'd ile Berk anlamı için Bakara Sûresi âyet 19'a bakınız). Şimşek ile birlikte olan ve daha sonra işitilen o gök gürlemesi, o yürekleri yerinden oynatacak gibi tepede patlayıp, yerleri ve gökleri sarsarcasına ufuktan ufuğa yayılan o çatlayış ve gürleyiş, Allah Teâlâ'nın nimet ve rahmetini, azemet ve kibriyasını ilan ederek O'nun uluhiyetinin şanını tesbih ve tenzih eden bir sestir ki, tesbihinin altında yatan mânâyı bütün âleme haykırır. Ya da işitenlere bu mânâyı hatırlatıp telkin eder .
Melekler de O'nun heybetinden, yani Allah'dan korktuklarından dolayı böyle tesbih ederler. O'nun için gök gürlemesinin artarda yankılanan sesi duyulur. Ve Allah şimşekler gönderir de her kimi dilerse onunla onu vurur, o kimseye isabet ettirir, çarptırır, yakar. Böyle olduğu halde, onlar (yani, o kâfirler) hadlerini bilmezler de Allah'la mücadele ederler. Oysa Allah'ın havli ve kuvveti (ya da her türlü hileye karşı tedbiri ve takdiri) pek şiddetlidir, çok çetindir.
Burada Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl olayına işaret olunduğu naklediliyor. Şöyle ki, meşhur şair Lebîd b. Rabîa'nın kardeşi olan Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl, ikisi birlikte Hz. Peygamber'e gaile çıkarmak için gelmişler, mescide girmişlerdi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de ashaptan bazı kişilerle birlikte orada oturuyordu. Amir çok yakışıklı idi, güzelliği ve şıklığı oradakilerin dikkatini çekti, ona bakıyorlardı.
Amir arkadaşı Erbed'e daha önce şöyle tenbih etmişti: "Ben Muhammed'le konuşmaya başlayınca, yavaşça arkasına geç ve boynunu kılıçla vur" demişti. Hz. Peygamber Amir ile konuşmaya başlamış, Erbed de arkasına dolaşıp geçmişti, kılıcını bir karış kadar çekmiş, fakat Allah Teâlâ izin vermediğinden tamamiyle sıyıramamıştı. Amir, ne duruyorsun, haydi dercesine gözüyle kaşıyla işaret etmeye başladı. 
Peygamber Efendimiz de bu durumu gördü ve hemen "Ey Allah'ım, bu ikisine dilediğini yaparak bana yardım eyle!" diye dua etti.

Defolup gittiler. Allah Teâlâ, açık bir yaz günü Erbed'in (Bin Rabia) tepesine bir yıldırım indirdi ve onu yaktı. Amir de kaçarak gitti, Beni Selul'den bir kadının evine indi.
Sabah olunca, büsbütün rengi atmış ve benzi solmuştu. Sonra atına bindi, silahını çekti, çölde bir yandan sağa sola at koşturuyor; bir yandan da "Çık karşıma ey ölüm meleği, haydi çık!" diyerek şiir sayıklıyordu ve "Yemin ederim ki, şu sahrada Muhammed ve onun koruyucusu olan ölüm meleği karşıma çıksa ikisini de mızrağımla deler geçerim." diyordu.
Derken Allah Teâlâ ona bir melek gönderdi, melek onu bir kanadıyla çarptı, yere yuvarladı; o vakit dizinde büyük bir gudde, yani hıyarcık çıkmıştı, açıkçası vebaya yakalanmıştı. Bunun üzerine o kadının evine geri döndü. "Deve guddesi gibi gudde ve Beni Selul'den zavallı bir kadının evinde ölüm! Hayır olmaz bu işte!" diyordu. Sonra yine atını istedi, bindi ve sürdü bir daha geri dönmedi, at sırtında öldü.”
İslam dini ve peygamberin düşmanı Rabia kabilesinden Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl’in peygambere kurdukları tuzak ile, asırlardır Müslüman kimliğinde görünüp, batılı Hristiyanlardan aldıkları desteklerle zenginleşen, onların baskılarıyla devletin başına geçirilen sahte Müslümanların onun dinine kurdukları tuzak ve kullandıkları simge isimlerin de aynı olması sizi belki düşündürür.
Dokuz yıldır, AKP hükumetinin İslam’ı bozan, Ortodoks Hristiyanlığa ve Ortodoks Yahudiliğe “Ilımlı İslam” veya “Dinlerarası Diyalog” ya da “ Dinde Reform” gibi sözde yenilikçi, özünde dini dönüştüren, putperestliğe çeviren “Müslüman görünümlü” gayrimüslümler hareketi olduğunu yazarken hata etmediğimi bir kez daha kanıtlamış oldum.

25 Mart 2017 Cumartesi

YAHUDİLERDE, HRİSTİYANLARDA VE İSLAMDA NAMAZ

ALINTI, DERLEME YAZIDIR. KAYNAKLARA VERDİKLERİ BİLGİLER İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.

KİTAB-I MUKADDES’TE DİNİ TEMİZLENME (ABDEST)


RAB Musa’ya şöyle dedi: “Yıkanmak için tunç bir kazan yap. Ayaklığı da tunçtan olacak. Buluşma Çadırı

ile sunağın arasına koyup içine su doldur. Harun’la oğulları ellerini, ayaklarını orada yıkayacaklar.

Buluşma Çadırı’na girmeden ya da RAB için yakılan sunuyu sunarak hizmet etmek üzere sunağa

yaklaşmadan önce, ölmemek için ellerini, ayaklarını yıkamalılar. Harun’la soyunun bütün kuşakları

boyunca sürekli bir kural olacak bu.” (Kitab-ı Mukaddes, Çıkış 30:17-21.)

Yahudiler sabah (şahrit), öğle (minha) ve akşam (arvit) olmak üzere günde üç kez ibadet ederler. Bu ibadetlerinde On Emir (Şema),[5] dua (tefila), Tevrat’tan bir bölüm (sidra) ve peygamberlere ait kitaplardan birer bölüm okurlar. Cemaatle yapılan ibadetlerde cemaat ayakta durur (amida). Haham, rulolar halindeki Tevrat’ı çıkarır ve oradan okur, cemaat de bu okuyuşa sesli olarak katılır. Cemaat ibadet esnasında dolaşabilir ve birbiriyle konuşulabilir. Yahudiliğe göre, her yerde, her zaman ve her faaliyetin sonunda Rabb’imiz Allah’a dua edilebilir.

Yahudiler ibadetlerinde kıble amacıyla yüzlerini doğuya (misrah), Kudüs yönüne çevirirler. İbadetlerinde özel kıyafet kullanırlar. Kenarları saçaklı, üzerinde Tevrat’tan parçalar yazılı bir dua şalını (tallit) namaz esnasında omuzlarına atarlar. Üzerinde Tevrat’tan bazı ayetlerin[6] yazılı olduğu şeritlerle bağlı iki küçük siyah deri kutucuğu (tefilin) alınlarına ve sol pazularına bağlarlar. Gerek tallit, gerekse tefilin erkekler tarafından sabah ibadetinde giyilir. Her birini giymenin öncesinde belirli dualar okunur.

HRİSTİYANLIKTA NAMAZ

Başlangıçta Hristiyanlar da, tıpkı Yahudiler gibi ibadet ederlerdi. Birlikte Mabed’e giderlerdi. Sonraları Mabed’e gitmeleri yasaklandı. Yahudilere duydukları tepkileri, ibadet konusunda bir takım değişikliklere sebep oldu. Örneğin, başlangıçta Hristiyanlar Eski Ahid’in Mezmurlar bölümünden dualar okurlardı. Daha sonra Yeni Ahit’ten okumaya başladılar. Diğer bir örnek ise Cumartesi yaptıkları dua ve ayini Pazar gününe almışlardır. Kendi ibadet usullerini geliştirerek son akşam yemeği ve vaftiz etrafında kümeleştiler.


YAHUDİLERE TEPKİ OLARAK HRİSTİYANLIKTA DUA 


“Dua ettiğiniz zaman ikiyüzlüler gibi olmayın. Onlar, herkes kendilerini görsün diye havralarda ve


caddelerin köşe başlarında dikilip dua etmekten zevk alırlar. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır. Ama siz dua edeceğiniz zaman iç odanıza çekilip kapıyı örtün ve gizlide olan Babanız’a dua edin. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir. Dua ettiğinizde, putperestler gibi boş sözler tekrarlayıp durmayın. Onlar söz kalabalığıyla seslerini duyurabileceklerini sanırlar.

Siz onlara benzemeyin!..” (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 6/5-8.)

Hristiyanlık’ta uzun bir süre düzenli bir ibadet uygulaması olmadı. Daha sonraları Yahudilerden etkilenerek günlük sabah ve akşam ibadetleri yapılmaya başlandı.
Günümüzde Hristiyanlar günlük olarak iki vakit ibadet etmektedirler. Genellikle güneş doğarken ve ikindi vakti duasına önem verilmektedir. 
Sabah duası, Kitab-ı Mukaddes’ten geceyi emniyetle geçirten Rabb’e hamd ve şüküre dair mezmurlar okunmasıyla başlar, ardından ilahiler okunur ve nihayet bir dua ile bitirilir. 
Akşam duası da yine günü huzur ve emniyet içinde geçirmenin şükrü ve geceyi huzurla geçirme isteğidir. Katoliklerde bu dualar cemaat halinde aleni olarak her gün kiliselerde yapılmaktadır. Akşam duası aile içinde veya bir kilisede yapılabilir. Tefekkür duasında şahıs diz çöker, duanın sözlerini, mezmuru, Pater noster vb. bir duayı kelime kelime düşünür ya da Kitab-ı Mukaddes’teki bir pasajı tefekkür eder. 
İbadetler kilisede papazların öncülüğünde toplu halde yapılmaktadır. İbadet esnasında Mezmurlardan ve İncil’den parçalar, dualar ve ilahiler okunmaktadır. Kiliselerde yapılan ayin; rahiple cemaat arasında konuşma, tevbe, günahların bağışlanması için Kitab-ı Mukaddes’ten parçalar okuma şeklindedir. Kutsal kitap okunurken ayağa kalkılır, Pazar ayininde (messe), diğer günlerdekinden farklı olarak, duruma göre bir vaaz ve inanç tazeleme vardır. Hz. İsa’nın sıfatları sayılırken cemaat diz çöker. Pazar ayininde, ayrıca, oturma ve ayakta durma da bulunmaktadır.[7] Din adamları ise saat 3, 6, 9, 11, 12 ve gece yarısı gibi vakitlerde de dua ederler.

Yahudi Namazı...



Dünya Hristiyanları arasında yalnızca Süryani Ortodoks ve Ermeni Gregoryen Kilisesi’nde secdeli ibadet vardır. Secde ritüelinin sade bir şekilde başın öne eğilmesi, belden aşağıya eğilmek ve yere kapanarak alnın yere değdirilmesi şeklinde üç ayrı uygulaması bulunmaktadır. Ayrıca Maniheistlerin ibadeti (namazı) da secdelidir.[8]

Açıklama Alaeddin YavuzDan; Fatiha suresi bile okuyorlar. Haydi bunları Müslümandan ayır bakalım. Bunlar diyaneti de devleti de ele geçirirler böyle.Başımızdakilerin Müslüman olduğunu mu sanıyorsunuz?


Hinduistler sabah, öğlen ve akşam olmak üzere günde üç kez ibadet yaparlar. Bir Hindu, sabah gün doğmadan kalkar. Hinduizm’in besmelesi olan “Om” kelimesiyle tanrının ismini anar. “Om” sözcüğü; ibadet ve yemek öncesinde, Vedalar’ı okumaya ve her işe başlarken söylenir. Yüzünü doğuya dönerek oturur. Vücuduna su serper. Derin bir tefekküre dalınarak nefes kontrol altında tutulur. Kutsal sözleri ve sözcükleri sükûnet içerisinde durmadan tekrarlar. Kutsal kitapları okumak da ferdi ibadettendir. Öğle ve akşam ibadetlerinde de benzerini tekrarlar. İbadet öncesinde saçlar başın üzerinde toplanır, ayaklar ve belden yukarısı çıplak bir biçimde doğuya doğru yönelinir ve bağdaş kurulup oturulur.

İbadetlere boru çalınarak başlanır. Mabetlerdeki ibadetleri rahipler organize ederler. Rahiplerin görevi, tanrıların bakımıdır. Putu yıkar, yağlar ve elbise giydirirler. Önünde ışıklar yakar, çiçek ve yemek sunarlar. Mabede gelen bir Hintli, manevi temizliğin yanında maddi temizliğe de büyük önem verir. Bunu sağlamak üzere mabetlerin yanında temizlik için yapılmış banyo veya havuzlar vardır. Bir tür abdest veya dini temizlenme diyebileceğimiz bu gelenek günümüzde de devam etmektedir.

Meryem Suresi'nin 31'inci ayetinde Hz.İsa'nın henüz çocukken şöyle dediği anlatılmaktadır: "Beni bulunduğum her yerde yararlı kıldı. Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekât vermeyi emretti." Hz.İbrahim de, "Rabbim beni namazını kılar yap" diye dua etmiştir.

Maun Suresi'nde huzursuz, gafletle namaz kılan, gösterişçi cahiliyye Araplarının davranışları kınanmaktadır.

Kur’anda Salât kelimesinin geçtiği günlük namaz vakitlerine ilişkin ayetler;

"Namazlara hele orta namaza[14] Not A, dikkat edin ve Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun."(Bakara Sûresi: 238)

Tefsir-2:238- Böyle olabilmek için de bilinen namazları ve hele orta namazı üstlerine düşerek muhafaza ediniz. Her birini dikkatle gözetip vaktinde eksiksiz olarak yerine getirmeye devam ediniz. Ve Allah için ayağa kalkıp divan durunuz, yani Allah için kalkıp, önünüze bakarak, ellerinizi güzel bir şekilde tutup oynatmayarak sessiz ve sakin ve bir boyun eğme tavrı içinde Allah diyerek namaza durunuz.

KUNUT: Bir şeye öyle devam edip durmaktır ki taat, huşu, sukünet ve ayakta durmak mânâlarını içerir ve dilimizde buna "divan durmak" denir. Bunun için kunut taattir, kunut uzun süre ayakta durmaktır, kunut susmaktır; kunut huşu ve tevazu kanatlarını indirmek ve azaların sükuna kavuşmasıdır diye çeşitli bakımlardan tarif edilmiştir. Bir hadisi şerifte "Namazın en faziletlisi kunutu (kıyamı) uzun olandır." buyurulmuştur ki kıyam demektir.

. Bunun için salat-ı vüstâ anlam itibarıyla orta namaz veya efdal (en faziletli) namazdır diye ancak iki görüş vardır. farz namazlar içinde salat-ı vüstâ (orta namaz) melekler içinde Cebrail'e benzer. Acaba bu hangi namazdır?

1- Bu, ikindi namazıdır. Bu görüş, Hz. Ali'den, İbnü Mes'ud'dan, Ebu Ey-yub'dan, bir rivayette İbnü Ömer'den, Semre b. Cündeb'den, Ebu Hüreyre'den, Utayye rivayetinde İbnü Abbas'tan, Ebu Said el-Hudri'den, bir rivayette Hz. Âişe'den, Hz. Hafsa'dan (R. anhüm), birçok tabiînden, İmamı Azam Ebu Hanife'den, bir kavlinde İmam Şafiî'den, Ahmet b. Hanbel'den ve Mali k 'in bazı arkadaşlarından rivayet edilmiştir ki Resulullah Efendimiz "Ahzab" savaşı günü, "Bizi, orta namazı olan ikindi namazından meşgul ettiler. Allah kalblerine ve evlerine ateş doldursun." buyurmuştur. Çünkü düşmanların savaş için hücumlarından dolayı "korku namazı" şeklinde olsun vaktinde kılamamışlar, güneşin batışından sonra kılmışlardı. Hz. Ali de "Biz orta namazı sabah namazı zannederdik. Nihayet Resulullah söyledi de bunun ikindi namazı olduğunu öğrendik." demiştir.

2-Sabah namazıdır. Bu da Hazreti Ömer'den, bir rivayette Hz. Ali'den, Ebu Musa, Muaz, Cabir, Ebu Ümame ve bir rivayette İbnü Ömer hazretlerinden ve Mücahid'den ve İmam Malik'ten ve bir kavilde İmam Şafiî'den rivayet edilmiştir.

3-Öğle namazıdır. Bu da İbn Ömer, Zeyd, Üsame, Ebu Said, Aişe hazretlerinden ve bir rivayette İmam-ı Azam'dan rivayet edilmiştir. Zeyd b. Sabit (r.a.) şöyle rivayet etmiştir ki: "Hazreti Peygamber, öğle sıcağında namaz kılar, insanlar da kendilerini sıcaktan koruyacak barınaklarında bulunurla r, Cemaate gelmezlerdi. Resulullah, bu hususta söylendi. Cenab-ı Allah: 'orta namazı' âyetini indirdi ki maksat öğle namazıdır." Yine rivayet olunmuştur ki o zaman öğleyin Hz. Peygamberin arkasında ancak bir iki saf cemaat bulunurdu. Resulullah: "Vallah i şu namaza gelmeyen kavmin üzerlerine evlerini yakayım, diye gönlüme geldi. buyurmuş, bunun üzerine bu âyet inmiştir; bir de öğle namazı, Resulullah'ın ilk defa Cebrail'in imamlığı ile kıldığı ilk namazdır. Bundan başka cuma namazı bu vakittedir.

6- Beş vakit namazın tamamıdır ki Muâz b. Cebel (r.a.) bu görüştedir.



"Gündüzün her iki tarafında ve Not B, geceye yakın olan saatlerinde namaz kıl!"(Hud Suresi: 114)

11: 114. Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. Bu ise, düşünebilenlere bir öğüttür.

114- Ve namazı kıl, ve kıldır, gündüzün her iki tarafında ve gecenin zülfelerinde yani gündüzün başlıca değişme saatlerinin

ikisinde ve gecenin zülfeleri, saçakları demek olan eteklerinde, gündüze yakın olan saatlerinde.

Zülef: Zülfe'nin çoğuludur ve Arapça'da çoğul en az üç sayıdan oluştuğu için bu âyetteki ifadeden anlaşılan sonuç, ikisi gündüzün taraflarında, üçü de gecenin eteklerinde olmak üzere tam beş vakit namaz emredilmiş olduğu açıkça bellidir.

öğle ile ikindiye tarafeyi'n-nehar denilmesinin sebebi şudur: Sabah gündüzün kökü, güneşin doğuşundan öğleye kadar geçen vakit ise gövdesidir. Zevalden sonra öğle ile ikindi de, ta batıncaya kadar olan kısım da taraflarıdır. Şer'an de gündüz vaktinin sabah, öğle ve ikindi olmak üzere başlıca, üç bölümü, üç tarafı vardır. Nitekim bir başka âyette "Gündüzün tarafları" (Tâhâ, 20/130) diye gündüzün üç tarafından söz edilmiştir. Sabah namazı güneş doğmadan önce olduğu için, sabah ve akşam na m azları "zülefen mine'l-leyl" in kapsamı içinde kalmış olurlar. Böylece gündüz namazına iki taraf kalmış olur. Bununla beraber mutlak anlamda "gündüzün iki tarafı" tabiri gündüzün iki ucu veya ortasının iki yanı mânâsına geldiğinden, şer'î anlamda gündüz d e fecir vaktinden geçerli olduğundan birçok âlim, bunun "Güneş doğmadan önce ve batmadan önce Rabbini hamd ile tesbih et." (Tâhâ, 20/130) âyetini örnek alarak sabah namaz 100-el-ÂDİYÂT

Âdiyât, koşan atlar demektir. Asr sûresinden sonra Mekke'de inmiştir, 11 (onbir) âyettir. Bu sûrede insanoğlunun nankörlüğünden, kıyamet günü ortaya çıkacak acıklı durumdan söz edilir.

ile ikindi namazı olması gerektiğini öne sürmüşlerdir.

Gündüzün taraflarından iki taraf: Öğle ile ikindi ve geceden üç zülfe: Akşam, yatsı ve sabah olmak üzere hepsi tam beş vakit namazdır ki, ikamet aynı zamanda namaz kıldırmak anlamına da geldiğinden bunlar cemaatle kılınan namazla r dır, ikamet sünnet, cemaat vaciptir.

Hasılı işte bu beş vakit namazı ikame et.

"Güneşin batıya kaymasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur."(İsra Suresi: 78)

İsra 78. Ayetinde iki farklı anlama gelen iki ayrı okuma şekli bulunur. Sabah namazını ifade eden şekil "sabah'ın Karnı" ifadesidir. "Sabah Kuranı" ifadesi ise sünnilerce okuyuşta tercih edilen, manada tercih edilmeyen ifade olmuştur.


"Güneşin batıya yönelmesinden, gecenin karanlığına kadar namaz kıl. Sabah vakti de namaz kıl. Zira sabah namazı, görülmesi gerekli bir namazdır."(İsra Suresi, ayet 78)

17:78- Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.

17:79- Gecenin bir kısmında da sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk, Kur'ân ile teheccüd namazı kıl, Rabbinin seni bir makam-ı mahmuda (şefaat makamına) göndermesi kesindi r.

78- Namazı devamlı kıl ve kıldır. Güneşin zevali (batıya kayması) dolayısıyla gece karanlığına kadar ki öğle, ikindi, akşam, yatkı vakitlerini içine alır.

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber buyurmuştur ki: "Güneşin batıya kayacağı vakitte Cebrail geldi, bana öğle namazını kıldırdı" Sabah Kur'ân'ını da, yani kırâeti özellikle önemli olan sabah namazını da dosdoğru kıl. Muhakkak sabah Kur'ân'ı şahitlendirilmiştir. Ona gece melekleri de gündüz melekleri de hazır ve şahid olur ve bütün kâinat uyanır, insanın gözle görme zevki yükselir

Kur'anda ışa (akşam)'ın yatsı anlamında kullanıldığı bir ayet bulunur; "Ey iman edenler, sağ ellerinizin malik olduğu ile sizden olup da henüz erginlik çağına ermemiş olanlar, üç vakitte izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve akşam namazından sonra. Üçü sizin için mahremdir. Bunların dışında size de, onlara da bir sakınca yoktur; onlar yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz......"(Nur suresi 58.)



NAMAZ KILINMAYAN VAKİTLER

Sabah namazının kılınmasından yani güneşin doğmasından itibaren 45 dakika içinde

Öğle ezanının okunmasına 45 veya 30 dakika kala,

Akaşam ezanına 45 dakika kala güneş batarken

Bu vakitlere Keraet vakti denilir. Kelima olarak iğrenç, tiksinilen şey anlamına gelen Keraetin anlamına göre sabah ve öğle vakitlerindeki keraet vaktind ekılınan namazlar mekruh (kirli), akşam keraetinde kılınan namaz ise geçersiz sayılır.

Yunus 10/5 “Güneşi ziyâ, ayı nûr yapan odur…”

Enbiya 21/33 “Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan odur. Her biri bir yörüngede yüzer.”

Yasin 36/38-40 “Güneş kendine ayrılmış yolda akıp gider. Bu, güçlü ve bilgili olanın koyduğu ölçüdür. Ayada da menâzil belirledik; sonunda kuru hurma salkımının sapına döner. Güneş ayı yakalayamaz. Gece, gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.”

Furkan 25/45-47- Furkan 25/45-47Rabbini görmedin mi; gölgeyi nasıl uzatıyor? Emretse hareketsiz kılardı. Güneşi ona delil yapmıştır. Sonra gölgeyi yavaşça kendine çeker[8]. Geceyi size örtü, uykuyu dinlenme, gündüzü de yayılma vakti yapan odur.”

SÜRYANİ VE ERMENİLERDE NAMAZ (Süryani Kilisesi netinden alıntıdır.)


Süryâni Ortodoks Kilise’nin ibadet çeşitleri arasında, İslâm ibadet şekillerine en büyük benzerlik arz edeni namazdır. Süryâniler kaç vakit nasıl namaz kılıyorlar?

Namaz sadece Müslümanlara değil, İslamiyetten önceki ilahi dinlerde de müminlere emrolunan bir ibadetti. Bunun en somut göstergesi Türkiyeli Süryâniler arasında görülmektedir. Onların namaz ibadetlerinde İslamiyetin öngördüğü namaz ile büyük benzerlikler söz konusudur. Günümüzde, dünya Hıristiyanları arasında ibadetlerderinde secde görülen iki topluluk Ortodoks Süryâniler ile Ermenî Gregoryen Kilisesi mensuplarıdır.

Süryâni Ortodoks Kilise’nin ibadet çeşitleri arasında, İslâm ibadet şekillerine en büyük benzerlik arz edeni namazdır. Süryânilerin namazında müslümanlardan farklı olarak rükû yoktur. Süryanice’de namaz (salat), Slutho kelimesi ile ifade edilmekte ve dua anlamına gelmektedir. Bu kelime hem namaz hem de dua anlamında kullanılmaktadır.

Süryani inancına göre Hz. İsa vaftiz olduktan sonra namaza başlamıştır. Bu yüzden bir insan namaz kılarsa imanlı olduğunu belli etmiş olur. Namaz bir Süryâ’nin ilk vazifesidir. Bir Hrıstiyan asla namazsız kalmamalı, her daim yüzünü Rabb’e çevirmelidir.

Rabb’e tesbih ve şükür ederek, onun rahmet ve yardımını talep etmelidir. Namaz insan için yiyecek ve giyecek kadar önemlidir ve lüzumludur.

Süryaniler Nasıl Namaz Kılarlar?


Süryânilerde namaz, cemaatle ve bireysel olmak üzere iki türlü kılınır.

Bireysel namaz kişinin tek başına Allah’la baş başa kaldığı, evinde ve iş yerinde kılabildiği namazdır. Cemaatle namaz ise toplu halde Tanrı’nın evinde veya başka bir mekanda kılınabilir.

Kilise kurallarına göre Süryânilerde gün, akşamdan başlıyor.

Namaz sıralanışı da buna göre, akşam, yatsı, gece yarısı, sabah, öğle ve ikindi vakitlerinde olmaktadır.

Günümüzde bunlar birleştirilerek sabah ve akşam olmak üzere iki vakit halinde icra edilmektedir.

Süryani kilisesinde kıble doğudur.

Süryânilere göre namaz esnasında secde;

a- Sade bir şekilde baş eğilir

b- Belden itibaren eğilinir.

c- Yere kapanıp alnın yere değdirilmesi. (Yere kadar kapanıp tüm ve vücut ve alnın yere değdiriliş ritüelinin kimi Hindularda da görülmektedir)


Kaynak;
Kaynak: http://www.estanbul.com/hiristiyanlikta-namaz-suryani-ve-ermenilerde-namaz-ibadeti-103821.html#.U8QqT_l_v4o



KATOLİK HRİSTRİYANLIK

Hristiyanlıkta Namaz Kılmak Yoktur

Namaz günün belli saatlerinde (sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı) gerçekleştirilmesi emredilen bazı ayetler okunarak ve belirli hareketler yapılarak gerçekleştirilen bir ibadet şeklidir.

Hristiyanlıkta namaz kılmak yoktur ama dua vardır. Dua aracılığıyla Tanrı'ya yaklaşır sevinçlerimizi dertlerimizi sıkıntılarımızı ve kaygılarımızı O'nunla paylaşırız.

İsa Mesih’in vaftiz olduktan sonra namaza başlamasiyla ilgili bir ayete Kutsal Kitap’ın hiçbir yerinde kesinlikle rastlanmamaktadır.

Ama İsa’nın sık sık sessiz bir yere çekilerek dua ettiğini Kutsal Kitap’ta sıkça görüyoruz. ‘Bu sözleri söyledikten yaklaşık sekiz gün sonra İsa yanına Petrus Yuhanna ve Yakup`u alarak dua etmek üzere dağa çıktı’(Luka 9:28). ‘O günlerde İsa dua etmek için dağa çıktı ve bütün geceyi Tanrı`ya dua ederek geçirdi’(Luka 16:12).

Süryani ortodokslar ve Ermeni gregoryanlar namaz kılarlar mı?


Kudüs'e doğru dönerek secde ederler ki bu uygulama Kutsal Kitap'ta vardır. Bildikleri ezberlenmiş duaları tekrarlarlar ve genel ihtiyaçlar için dilekte bulunurlar. Protestanların dışında Ortodoks ve katolikler Tanrı’yla kişisel bir ilişki kurmak yerine ne yazık ki ezberlenmiş kalıplaşmış duaları bir kaç kez tekrarlayarak İsa Mesih’in Matta 6:7’de söylemiş olduğu bu uyarıyı gözardı etmektedirler. '

Dua ettiğinizde putperestler gibi boş sözler tekrarlayıp durmayın. Onlar söz kalabalığıyla seslerini duyurabileceklerini sanırlar’(Matta 6:7). İsa Mesih bizlere Matta 6:5-15’te nasıl dua etmemiz gerektiğini öğretirken namaz kılmaktan hiç söz etmedi.

Şekilcilikle ezberlenmiş dualarla belli yönlere dönerek ya da belli hareketleri yaparak Tanrı’ya yaklaşamayız.

O’nu hoşnut edemeyiz. Tanrı her zaman her yerde ve her yöndedir. O bizlerin ruhta ve gerçekte tapınmamızı ister. ‘Tanrı ruhtur O`na tapınanlar da ruhta ve gerçekte tapınmalıdırlar’(Yuhanna 4:24).

Kaynak: http://www.estanbul.com/hiristiyanlikta-namaz-suryani-ve-ermenilerde-namaz-ibadeti-103821.html#.U8QqT_l_v4o

İslam’da Kıblenin ve Orucun Değişmesi;


Bakara 143 Tefsirinden;

Peygamber Efendimiz Mekke'de iken Kâbe'ye dönerek namaz kılardı. Medine'ye hicretten sonra Kudüs'e doğru namaz kılmaya başlamıştı ki, bunda oradaki Yahudileri İslâm'a ısındırma çabası ve maksadı bulunduğu söylenebilir.

Peygamb er Efendimiz, Medine'ye gelip Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılmaya başlayınca, bu iş Araplar'ın gücüne gitti. Daha sonra tekrar Kâbe'ye dönülerek namaz kılınması emir buyurulduğu zaman Araplar sevindi, yahudilerin gücüne gitti: Yahudiler, "Bu ne iş böyle, k âh buraya, kâh oraya? Bunda kesinlik ve kararlılık olsa böyle olur mu?" diye İslâm'dan çıkıp dinden çıkanlar oldu. Münafıklar, ipe sapa gelmez sözlerle müslümanlar arasına şüphe ve fitne sokmaya çalıştılar. Müslümanlardan bazıları, "Vefat eden arkadaşları m ızın kıldıkları namazlar ne olacak?" diye telaş ve endişeye kapıldılar. İşte bütün bunlara karşı ve daha doğrusu, kıblenin değişmesinden önce bu gibi hallerin olabileceğine işaret etmek üzere bu âyetler inmiştir.

Şunu da iyi biliniz ki, Allah, sizin imanda sebatınızı v e imanınızın eser ve alâmeti olarak kıldığınız namazlarınızı ve iyiliklerinizi hiç yok etmez, kaybolmasına izin vermez. Şu halde kıble değişmiş olunca bundan evvel kıldığınız namazlar ve vefat eden kardeşlerinizin namazları Allah katında zayi olmaz, kaybo l up gitmez. Çünkü Allah kesinlikle insanlara karşı pek şefkatli ve pek merhametlidir.

144-İşte Allah böyle bir Allah'dır. Ve size bu şekilde bir sırat-ı müstakim verecek ve sabit bir kıble gösterecektir. Hz. Peygamber, yukarıdan beri devam edip gelen bu işaretler üzerine artık kıblenin değişmesiyle ilgili vahiy emrinin gelmesini bekleyip duruyordu. Adeta semadan Cibril'in yolunu gözlüyor ve atası İ b rahim aleyhisselâmın kıblesi olan Kâ'be'ye yönelmek için Allah'a dua ediyordu. Nihayet şu âyetler nazil oldu: Ey Muhammed! Biz senin yüzünün sık sık semada dönüp durduğunu görüyoruz, artık seni, pek memnun olacağın bir kıbleye kesinlikle çevireceğiz. Şu halde sen hemen yüzünü doğruca Mescid-i Haram'ın şatrına çevir. Yani, Kâ'be tarafına çevir. Bu suretle eski kıble kaldırılmış ve istikbal-i kıble (kıbleye dönme) farz olmuş oldu.



Bakara 183.ayetin tefsierinden;

Peygamberimizin Medine'ye hicretinin ilk zamanlarında Hz. Peygamber tarafından ayda üç gün, bir de aşûre gününde oruç tutmak, bir nafile olmak üzere emredilmişti ki, buna ilk oruç denir. Hicretten birbuçuk yıl sonra kıblenin değişmesinden sonra Şaban ayının onunda Ramazan orucu farz kılınmıştır.


PROF. DR. MEHMET ÇELİK'İN HRİSTİYANLIK TARİHİNE DAİR KONFERANSI

Prof. Dr. Mehmet ÇELİK'in 2007 yılında Süleymaniye Vakfında verdiği Konferansın Özeti

Hıristiyanların manastır hayatı günümüze kadar hep sırlı olarak kalmıştır. Orada ne olup bittiği herkesçe bilinmez. Kapalı bir dünya… Peki ben böyle esrarengiz bir dünyaya nasıl girdim? İmam Hatip Okulunda öğrenciyken süryani bir papazın çocuklarıyla tanışırdık ve samimiydik. Onları ilk kez o zamanlar da tanıdım. Sonra fakültede Muhammed Hamidullah hoca bana “İslamı anlamak istiyorsan önce dinler tarihini anla” dedi. Sonra yüksek lisans ve doktoramı Süryaniler üzerine yapmaya karar verdim. Süryani dili üzerinde uzun zaman çalıştım. İki buçuk yıl manastıra kabul edilmek için uğraştım. Bu iki buçuk yıllık ısrardan sonra manastıra kabul edildim ve orada beş yıl kaldım.

Manastır Hayatının Tarihi Arka Planı

Yunan Saint Andrew kilisesinde rahibelerin kıldığı paskalya namazı Amerika Ohio



Hristiyanlığın manastır hayatını daha iyi anlamak için hristiyan mistisizminin nereden geldiğine bakmak lazım: İsa a.s, o günkü Yahudi materyalizmine ciddi bir mücadele başlatmıştı. Dikkatleri ahret hayatına çekti. isa a.s orijinal ismi Yeşu’dur. Arapçaya İsa olarak geçmiştir. Grekler de İsa a.s’a Christ derlerdi. İsa a.s’ın cemaatına karşıt olanlar onun cemaatini tanıtırken christiyan demeye başladılar. Zamanla İsa a.s’ın cemaatine farklı gruplar katılmaya başladı. Bu yabancı grupların katıldığı sıralarda Pavlos da bu cemaata katıldı. Ve günümüzdeki anlamda Hıristiyanlığı kuran kişi bu pavlos’tur. Pavlos Musa a.s şeriatına savaş açtı. Şeriatı kaldırdı.

Pavlos taraftarlarıyla İsa a.s çekirdek cemaati arasındaki mücadele 3 asır sürdü. Mücadeleyi 3 asır sonra Pavlos taraftarları kazandı. Zamanla Roma İmparatorluğu pavlos taraftarı bu hristiyanlara aşırı baskılar yapmaya başladı. Bu aşırı baskı ve zulümler hristiyanlıkta manastır hayatını doğurdu. Askerlerin ulaşamayacağı sarp yerlerde ve mağaralarda manastırlar kuruldu. Roma imp. Hristiyanlığı kabul edince bile manastır hayatı hristiyanlığın resmi bir kurumu olarak yerini korudu. Manastırlar genelde doğu hristiyanlığında yaygındır. Mesela 4. Yüzyılda doğuda 100’den fazla büyük manastır vardı. Bu manastırlarda insan tabiatına zıt çok ağır kurallar vardı. Örneğin Türkiye’de bulunan peri bacalarının olduğu bölgeye klise tarihlerinde oranın adı: “keşişler vadisi” dir.

Peri bacaları da tabii oluşmuş yerler değil, keşişlerin inzivaya çekilmeleri için özel yapılmış yerlerdi. O yer altı şehirlerinde on binlerce insan katledilmiştir. Devlet (Bizans) hristiyandı ve hristiyanları katlediyordu. Bunun sebebi devletin kayzero papizm siyasal sistemini ülkede oturtmak içindi. Yani tek din, tek mezhep, tek kilise ve tek devlet siyasetidir. Yani devlet süryani, keldani, nasturi ve kıbti gibi farklı mezhepleri yok etmek istiyordu. Bizans ordusunun başında da fener rum patrikleri giderlerdi. Mesela o döem patriklerinden birinin (Patrik Akatiyüs) kilise tarihinde belirtildiğine göre bir defasında halep bölgesinde 115 000 hristiyan Bizans askerleri tarafından koyun boğazlanır gibi boğazlanmıştı. İmparator Jüstin döneminde Antakya tümden boşaltılır. Antakyanın o günkü nüfusu 550 000’dir O dönemde dünyada bir şehrin ortalama nüfusu 10 ile 20 bin arasındadır. Antakya o dönemde dünyada üç büyük yerleşim yerinden biriydi. (Roma, Antakya ve İskenderiye.) Antakyada yapılan katliamlarrda asi nehri günlerce kan akmıştır. Antakyada ki hridtiyan halkın erkeklerini öldürmüşler çocuklarını ermenistana sürmüşler kadınlarını da İstanbula getirmişlerdi (soylarını kesmek için). O tarihe kadar İstanbulda manastır yoktu. O günden sonra yüzlerce manastır aniden ortaya çıktı. Bu manastırlardakiler Antakyadan getirilen kadınlardı. Bizansta bunlar olurken, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanında büyük fetihler yapılıyordu. Bu fetihleri kolaylaştıran sebeplerin en öenmlisi Bizans tarafından hristiyan halka yapılan bu akıl almaz zulümlerdir. Hatta Hz. Ömer’e verilen “Faruk” sıfatını bu zulme uğrayan hristiyanlar vermişlerdir. Onlar Hz. Ömer’e “Foruko” diyorlardı. Foruko kurtarıcı demekti. Ben bunu yüzlerce Kıbti ve Keldani kitaplarında gördüm. Hz. Ömer’e “Hak ile Batılı ayırdeden” anlamında “Faruk” lakabının verilmesi olayı sahih değildir. Zaten bu kelime arapça olsaydı Fail vezninde Farik şeklinde olurdu. O gün İslam orduları ve biz Türkler Anadoluya gelmeseydik bu gün dünyada Ermeni ve Süryani diye bir ırk kalmayacaktı. Yani doğu hristiyanı kalmayacaktı. Ermenilerin o dönemlerinde (7. Yüzyıl ile 12. Yüzyıl arası) yazılan tarih kitaplarına baksınlar türkler hakkında neler yazmışlar. Biz ermeniceyi öğrenmiyoruz onlar da gerçekleri yazmıyorlar. Türkler ve Arap orduları Anadoluya gelmeselerdi bu gün Ermeniler olmazdı. O dönemde Ermeniler türkleri kurtarıcı olarak görmüşlerdi. Örneğin Kılıçarslan vefat ettiği zaman tüm süryani kliselerinde 40 gün yas ilan edilir ve 3 gün oruç tutulur. Rum kliselerinde de 3 gün yas ve oruç tutulur. Bizi çok seven ermenilere tarihte “millet-i sadıka” denmiştir. Ama ermeniler 19. Yüzyılda yanlış insanların peşine düşerek yanlışlar yaptılar ve çok acıların yaşanmasına sebep oldular. Ama bu yanlışı süryaniler yapmadı.

Manastır Hatıraları

Şimdi de 5 yıllık manastır hatıralarımdan biraz bahsedeyim: Manastır hayatını ve ruhban psikolojisini bilmeden hristiyanlığı anlamak mümkün değildir. Çok yakın zamana kadar doğu hristiyanlarında 5 çocuğu olan bir aile çocuklarından birini manastıra bağışlamak zorundaydı. İşte o manastırda böyle biriyle tanıştım. Adı Abona Tomas’tı. 5 yaşında manastıra bağışlanmıştı. Ben oradayken (1982 yılında) 51 yaşındaydı. 46 yıllık manastır hayatında sadec 3 kez dışarıya çıkmış birisiydi. (Hastalandığı için Midyata getirmişlerdi.) Sakalları göbeğinde saçları 3 numaraydı. Yaşantısı tam bir ruhban hayatıydı. Sadece ibadet zamanı kiliseye iner yemek zamanı da yemekhaneye gelirdi. Ona nasılsınız denirse sadece “sağol” der. Siz nasılsınız demezdi. Bunu lüzumsuz bir kelam addederdi. Kilise ve yemekhane hariç hücresinden hiç çıkmazdı. Çok uzun tesbihleri vardı. Saatlerce “Aloho, Aloho, Aloho” diye binlerce kez Allah’ı zikrederdi. Gece gündüz ibadet ederdi. Ben manastıra ilk gittiğim zaman manastır reisi bana dedi ki: “Hocam bu Abona’ya dikkat et.” Ben bu uyarının ne anlama geldiğini pek anlayamamıştım. Oraya gidişimin daha ilk ayında bir gece ben uyurken bu Abona Tomas boğazıma yapışıp üzerime çöktü. Ben bağırdım herkes ayaklandı Abona beni bırakıp kaçtı. Manastır baş rahibi (Şu anda metropel olan Samuel Aktaş) Abona’ya: “Bu bizim misafirimizdir, buna bir şey olursa devlet bize şune eder bunu eder” gibi ifadeler kullanarak çok kızdı ve böyle birşeyi tekrar ederse onu aforoz edip manastırdan atmakla tehdit etti. Bunun sebebini sonradan anladım. Abona, beni kafir olarak görüyordu ve beni öldürerek İsa katındaki derecesini yükseltmeki istiyordu. Bu sadece bir örnektir. Ruhban hayatı yaşayan insanların % 90’ı psikolojik yönden dengesizdir. Sağlıklı kişiler değildirler. Çünkü fıtratı çok zorlayan bir hayat yaşıyorlar. Rabulanın koyduğu kuralları kendilerine rehber etmişler. Karıştırmamak lazım papazlar evlenebilirnormal hayat yaşayabilir. Her şeyden kendilerini tecrit edenler rahiplerdir. Ama papalar askeriyedeki ast subay sınıfı gibidirler. Onlardan general falan olmaz. Subay olamazlar. Rahipler ise subay takımı gibidirler. Generaller bunlardan çıkar. Piskoposlar, metropolitler, kardinaller, papalar, patrikler bu ruhbanlar arasından çıkar. Hristiyanlığı anlamak istiyorsanız rahiplerin psikolojilerini anlamak zorundasınız. Çünkü hristiyanlığa yön verenler bunlardır. Tarihteki hristiyanlıktan kaynaklanan mücadelelerin altında da bu psikoloji yatmaktadır. Tüm dünya nimetlerinden kendilerini men eden ruhbanları korkunç bir hakimiyet duygusu ve hırs sarmaktadır. Klise tarihlerinde her patrik seçiminde yüzlerce hatta binlerce insanın katledilmesi bir gerçektir. Bunun altnda klisede dönen akıl almaz paralar ve hakimiyet kavgası yatmaktadır. Hristiyanlık tarihi tamamen ruhbanların hakimiyet mücadelesidir. O yaşantı tarzı bu insanların o duygusunu çok geliştirmiştir. Rahipler evlenmez, et yemez, doğudaki rahipler siyah ve eziyet edici giysiler giyerler, yine doğuda ruhbanları meşgul etmek için sabahtan akşama kadar eski kitapları istinsah ettirirler yani önceden yazılmış kitapları el yazısı ile yazdırırlar. Buna da bir kutsallık havası verirler. Buradaki amaç kitap sayısını artırmak değil ruhban hayatı yaşayan o kişiyi meşgul etmektir. Bunların hepsi insan fıtratına aykırı şeylerdir ve insanın yapısını bozar.

Manastırda Namaz

Bizim ilim adamlarımız ve bazı dinler tarihçisi olan hocalarımız, Pazar günü kilisede yapılan ayini hristiyanların ibadeti zannediyorlar. Hayır Hıristiyanlıkta böyle bir ibadet yoktur. Zaten bir papaza da sorduğunuz zaman onu ibadet olarak söylemez. Pazar günleri yaptıkları ayinleri bizim mevlüt törenlerimize benzetebiliriz. Onların inancına göre İsa a.’ın öldükten sonraki dirilişini sembolize etmek ve onu ayinle kutlama mantığı vardır Pazar ayinlerinde. Şimdi size tüm Ortodoks manastırlarındaki ibadetten bahsedeyim. Bu ibadeti bugün sadece ruhbanlar yapıyorlar. Ruslarda, Yunanlılarda, Kıbtilerde, Nasturilerde, Süryanilerde, Sırplarda, Ermenilerde, Bulgarlarda, Maronilerde, Keldanilerde manastırda günde beş vakit farz namaz kılınır. Sabah namazları 4 rekattır ve güneş doğmadan önce kılınır. Öğle namazı 10 rekattır ve güneş zevaldeyken kılınır, akşam namazı 6 rekattır ve güneş battıktan sonra kılınır. Ben Süryani manastırında kaldığım 5 yıl boyunca onların topluca kıldıkları bu namazlara şahitlik ettim. Kilisede en ön safta erkekler vardır. Ardında çocuklar, en arkada da kadınlar bulunur. Kadınlara tesettür de aynen bizde olduğu gibi farzdır. Aslında normal bir Hıristiyan kadının tesettürü de bir rahibe tesettürü gibi olmalıdır onlara göre. Onlar namazda ayakta durmaya “gıyomo” (kıyam) derler. Ayaktayken ellerini dirseklere yakın bir yerden bağlarlar. (Kıpti, Süryani, Nasturilerde) Namazda kıraatte Zeburdan okuyorlar. (Çünkü onlar incil’i bir biyoğrafi olarak kabul ederler.) Kıraatten sonra rukuya gidiyorlar. Rukuyü aynen bizim gibi yapıyorlar ama zaman olarak daha fazla duruyorlar. Ruküdan sonra tekrar düzeliyorlar. Sonra secdeye gidiyorlar. Kimisi alnını yere koyuyorlar kimisi alnı yere bir karış kalana kadar yaklaştırıyor. Onların namazlarında oturma yoktur. (Ka’de) Namazlarını iki rekat olarak kılarlar. Örneğin 10 rekatlık öğle namazını 2’şer 2’şer kılarlar. Bu üç vakti (sabah, öğle, akşam) cemaatle kıldıktan sonra diğer iki vakti de kendi odalarında tek başlarına kılarlar. Fakat bu iki namaz da farzdır. Bunlar da bizim yatsı ve ikindi namazlarımıza tekabul eden vakitlerde kılınır. Bu iki namaz çok önceki zamanlarda cemaatle kılınırmış ama sonra ictihatla ferdi kılınmaya başlanmış. İşte onların farz namazları bu şekildedir. Bunlardan başka iki namazları daha vardır ki onlar da nafiledir. Bunlardan biri aynen bizim kuşluk namazı vaktinde kıldıkları namazdır. Birisi de gece yarısı kıldıkları namazdır.

Bunların dışında Süryanilerin siyasi ve ictimai çalışmalarıyla ilgili çeşitli bilgiler verilmiştir. Dış güçlerin Süryaniler üzerinden ülkeyi karıştırma hesaplarından bahsedildi. (Konferansın son 20-25 dakikalık bu bölümünde de çok önemli ve faydalı bilgiler veriliyor)


Prof. Dr. Mehmet Çelik kimdir:

1979 yılında Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Tarih alanında 1981 yılında Yüksek Lisans, 1985 Yılında ise doktorasını bitirdi.Halen Celal Bayar Üniversitesi Ortaçağ tarihi ABD başkanlığını yapan Çelik, özellikle Fener Rum Patrikhanesi ve Süryani Kilisesi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınmaktadır.

Konferansın aslını şu linkten dinleyebilirsiniz:

http://www.kurandersi.com/vakiftaki-etkinlikler/hristiyantiyanlikta-manastir-hayati/prof.dr.mehmet-celik-hristiyanlik.html


Yazar: Prof. Dr. Mehmet Çelik

06-08-11

E mail: kurandersi.com







Afrika Benin de Hristiyan namazı


Hindu Şiva tapınağında namaz


Zerdüşt Kürtlerde namaz ve ibadet









13 Mart 2017 Pazartesi

Western ‘Gay Rights’, Islamic Pederasty

FRR Jun 2010 – Western ‘Gay Rights’, Islamic Pederasty

Might the march toward gay rights in the West at some point meld with widespread pederasty in the Middle East? This is not a rhetorical question. What ‘our allies’ do to boys in Afganistan and Pakistan echoes past Islamic practice and is cause for concern — especially since ‘our’ homosexuals have been successful in lowering the age of consent and are busily teaching Western children the wonders of homosexual sex.
We know that pederasty followed Muslim conquests from Spain to northern India and did not decline until the middle of the 18th century. Mohammed said “Beware of beardless youth for they are a greater source of mischief than young maidens.” Was he referring to men with sexual desires for boys?
The creation of the Taliban in Afghanistan offers a clue about the ‘dangerousness’ of boys: “Such is the Pashtun obsession with sodomy — locals tell you that birds fly over Kandahar using only one wing, the other covering their posterior — that the rape of young boys by warlords was one of the key factors in Mullah Omar mobilising the Taleban. In the summer of 1994… two [Afghan] commanders confronted each other over a young boy whom they both wanted to sodomise. In the ensuing fight civilians were killed. Omar’s group freed the boy and appeals began flooding in for Omar to help in other disputes. By November, Omar and his Taleban were Kandahar’s new rulers.” [1]
Perhaps these commanders wanted the boy for Bacha Bazi (‘boy play’). As documented on Frontline (PBS, April 20, 2010), attractive boys, aged 10 through 17, are sold by or extorted from their Afghan families to dress in women’s clothes, perform the whirling dance for crowds of men (often wearing artificial breasts!), and then (often) get privately sodomized by one or more of the audience.
In neighboring Pakistan, in “villages throughout the country, young boys are often forcibly ‘taken’ by older men, starting a cycle of abuse and revenge that social activists and observers say is the common pattern of homosexual sex.” These quasi-abductions often ‘create’ homosexuals: “The first time Aziz, a lean, dark-haired 20-year-old in this bustling cultural capital, had sex with a man, he was a pretty, illiterate boy of 16. A family friend took him to his house, put on a Pakistani-made soft-porn video, and raped him. Now, says Aziz…, he is ‘addicted’ to sex with men, so he hangs around Lahore’s red-light districts, getting paid a few rupees for sex. At night, he goes home to his parents and prays to Allah to forgive him.… Among the Pashtun majority [in the region], having a young, attractive boyfriend is a symbol of prestige and wealth for affluent middle-aged men. Indeed, Pashtun men often keep a young boy in… the male room of the house that the wife rarely enters.… The boy is always the passive partner in sex and has often been coerced into the relationship; he is given food and clothes by his partner, and is in many cases forbidden to leave the relationship or marry. (In theory, the boys could marry when they’re grown, but they are generally considered damaged, and end up wandering the streets as homosexual outcasts).” [1]
As might be expected when the stronger foist themselves upon the weaker, violence and homosexual activity are highly correlated. Consider the fate of boy volunteers for the Taliban captured by the Northern Alliance. Jeffrey Gettleman reported [2] that:
“at least 1,500 prisoners, mostly boys, were being held in private jails. ‘Were they being sexually abused?’ Gettleman asked. ‘It is a custom,’ the informer declared, ‘With boys that age, before they have hair on the faces, these things happen.’” Things? What things? “Jimshade [a boy ]… follower of the mullah Sufi Mohammed… said he was captured. He spent six weeks as a slave… before his family bought his freedom. ‘The soldiers do things to you,’ he said, ‘that make you want to kill yourself. They have this game: They start with the youngest prisoners and ask them their age,’ he continued. ‘If a boy says 13, they send 13 soldiers to him. If he says 16, the boy gets 16.’ The soldiers take turns raping the boys, Jimshade said. ‘They take them to an underground room and hold the boys down, and the whole house fills with screaming, and the soldiers yell louder than the screaming, like they are mad or crazy or have turned into wild animals. Sometimes,’ he said, his voice shrinking, ‘I still hear them.’”
One could wish this were an isolated event. Yet, last year in Pakistan, at least 61 boys were raped and murdered — 28 of them by groups of men, and at least another 431 boys were raped without being killed. [3] As these are the ‘reported’ incidents, we can be sure there were many more since families are not only ‘paid off’ for use of their boys, but also to shut up. As such, the ‘sexual tastes’ of a significant minority of Pakistanis are decidedly anti-social. Investigators have reported that a large minority of Pakistanis is very supportive of pederasty.
By comparison, we know that about a third of interviewed U.S. adult homosexual males approved of, and had sex with, boys. This is close to the figure the National Coalition for Child Rights’ reported — specifically, that 23% of Pakistani adults said they were “proud” of man-boy sex and “11% did not consider it wrong” (Rajabali, Khan, Warraich, et al, 2008)[4] Since Pakistanis are migrating all across the Western world, you have to wonder how much pederasty is now taking place in London or New York.
As horrible as pederasty is, adult homosexuality is also rampant in Afghanistan. A military study (reported by Fox News) found that Pashtun men commonly have sex with other men, admire other men physically, have sex with boys, and shun women socially and sexually — but don’t call themselves “homosexuals.” In one instance, a group of local male interpreters had contracted gonorrhea anally from each other but refused to believe they could have contracted it sexually “because they were not homosexuals.”
Apparently, according to the report, Pashtun men interpret the Islamic prohibition on homosexuality to mean they cannot “love” another man — but that doesn’t mean they can’t use men for “sexual gratification.” A U.S. army medic had to tell a local man how to get his wife pregnant. “When it was explained to him what was necessary, he disgustedly asked, ‘How could one feel desire to be with a woman, who God has made unclean, when one could be with a man, who is clean? Surely this must be wrong.’”
The contradictions abound. These Pashtun men apparently enjoy and are having anal sex, that is, sex with the body’s sewer system! Yet women are ‘unclean!’ And to top it off, the U.S. is allied with these Afghanis in order to defeat the Taliban — even though it is the Taliban that opposes pederasty.
Since the gay movement was partially inspired by prominent pederasts (e.g., Oscar Wilde, Paul Goodman, André Gide, Allen Ginsberg), if Islamic fundamentalists come to believe pederasty is part and parcel of ‘the Islamic truth’ (and millions of Muslims may apparently believe this), might they form an alliance with the gay movement? Consider Larry Kramer, co-founder of ACT-UP, who has contracted both Hepatitis B and HIV (from adults) in his homosexual travels. While he doesn’t mention pederasty…
Gay Liberation (or Gay Lib) is the name used to describe the radical lesbian, gay, bisexual and transgendered movement of the late 1960s and early to mid 1970s in North America, Western Europe, and Australia and New Zealand. …Oscar Fingal OFlahertie Wills Wilde (October 16, 1854 – November 30, 1900) was an Irish playwright, novelist, poet, and short story writer. …In those instances where children do have sex with their homosexual elders, be they teachers or anyone else, I submit that often, very often, the child desires the activity, and perhaps even solicits it, either because of a natural curiosity that will or will not develop along these lines, or because he or she is homosexual and innately knows it. This is far from ‘recruitment.’ Obviously, there are instances in which the child is unwilling, and is a victim of sexual abuse, homo- or heterosexual. But, as with straight children anxious for the experience with someone of the opposite sex, these are kids who seek solicit, and consent willingly to sex with someone of the same sex. And unlike girls or women forced into rape and traumatized, most gay men have warm memories of their earliest and early sexual encounters; when we share these stories with each other, they are invariably positive ones.” [5]
What Aziz and Jimshade said doesn’t quite fit Kramer’s optimistic scenario. Nor does it fit the thousands of boys being kept in sexual slavery in Afghanistan, Pakistan, and beyond. Clearly, some Muslim men have developed and written about sexual tastes that include boys. For instance, Sufyan at-Thawri (d. 783) wrote about sexual temptation “if every woman has one devil accompanying her, then a handsome lad has seventeen.” Or Hanbalite jurist Ibn al-Jawzi (d. 1200): “He who claims that he experiences no desire when looking at beautiful boys or youths is a liar, and if we could believe him he would be an animal, and not a human being.“ Much of this is undoubtedly driven by cultural norms, but FRI has also noted the apparent inclination of those who enjoy homosexuality to include youth in their activities, regardless of culture.
Beyond Bacha Bazi, a 2009 study of 170 Pakistani truck drivers and their 169 helper boys [6] reported that “almost all” of the boys ended up having sex with the mostly-married drivers. Further, older helper boys often raped younger boy-helpers. Principal investigator, Dr Muhammad Tufail, said athough having sex with female prostitutes is fairly common, “drivers prefer young boys.”
All of this evidence — both anecdotal and otherwise — should give significant pause to the notion of a great one-world ‘melting pot’ of cultures, traditions, and practices championed by our liberal elite. That Muslims and Christians; Americans, Pakistanis, and Afghans; homosexuals and heterosexuals, etcetera, etcetera, can all live in ‘perfect harmony.’ Indeed, one of the obvious successes of Christianity was driving institutionalized pederasty out of society. As the West rejects Christianity, it becomes more and more accepting of homosexuality. Are we headed back to a highly violent and ugly past?
References:
1. Kennedy M (2004) Open secrets: In Pakistan, sex between men is strictly forbidden by law and religion. But even in the most conservative regions, it’s also embedded in the society. Boston Globe, July 11.
2. Gettleman J (2002) The untold war: prisoner of Jihad. LA Times, July 21
3. Sahil (2009) Cruel Numbers 2009 (http://www.sahil.org/abt_publications_cruelnumbers.html).
4. Rajabali A, Khan S, Warraich HJ, Warrich MR, Khanani MR, Ali SH (2008) HIV and homosexuality in Pakistan. Lancet Infectious Diseases 8:511-515.
5. Kramer L (1981) Reports from the Holocaust. NY: St. Martin’s, p234.
6. Imran M (2010) The News International, February 19

11 Mart 2017 Cumartesi

MUSA VE YAHUDİLERİ HAKKINDA 2500 YILLIK SIR

YAHUDİLER SEÇİLMİŞ KAVİM Mİ? TOPLUMDAN ATILMIŞ CÜZAMLILAR MI?

Kutsal kitapları olan Tevrat’ın birçok yerinde geçen ayetlere dayanarak kendilerinin “tanrının seçtiği üstün ırk” oldukları inancına sadık olan ve dünyaya kendilerini böyle kabul ettirmeyi başarmalarında da Hıristiyanlık ve Müslümanlığın da onların kitaplarına dayanması sayesinde başarılı olan Yahudiler gerçekten “seçilmiş kavimler “ mi yoksa durum çok daha farklı bir boyutta mı?

Bu konuyu açıklığa kavuşturan hatta bu konuyu açmamızı sağlayan kaynaklar ise aşağıda adlarını ve haklarında yeterince bilgiler verdiğim kişilerin Hıristiyanlık öncesi çağlarda yazdıkları kitapların gün ışığına çıkarılmalarıyla verdikleri bilgilerin paylaşılması sebep olmuştur. Hele Mateno’nun yazdığı kitap Mısır’ın Pers ve Grek hâkimiyetinde bulunduğu çağlarda yazılmış olması açasından önemlidir. Malum günümüz Tevrat’ı “70” yıl süren Babil Sürgününden sonra rahip Ezra tarafından M.Ö.”510” yıllarında ezberden yeniden yazıldığı dönemlere çok yakın (M.Ö.III.yy.) olması açısından önem taşımaktadır.

Şimdi bahse konu yazının başkarakterleri ve yazarları hakkında kısa tanımları okuyalım;

Osarseph (Osarsef) veya Osarsiph (Osarsif) Mısır’ın peygamber Musa’ya karşılık gelen efsanevi bir şahıstır. Hikâyesi Ptolomeo (Eflatun) döneminde yaşamış olan Mısırlı tarihçi Maneto’nun yazdığı Aegyptiaca (Eciptiyaka-Mısır’ın Tarihi) adlı eserde yer almıştır. Ancak eser kaybolduysa da Yahudi tarihçi F. Josephus (M.S.I.yy.) ondan yoğun alıntılar yapmıştır. (Kimin neden çaldığı belli olmuş.)
Çok tartışılmasına ve ret edilmesine rağmen tarihi gerçekler insanların önünde durmaktadır. M.Ö. birinci ve ikinci yüzyıllarda, Tevrat’ın “Mısır’dan Çıkış” bölümünün “tersine çevrilmişi” olarak suçlanıp “Yahudi karşıtlığı” ile ilişkilendirilmiştir. Fakat Mısır bilimcisi Jan Assmann, efsanenin arkasında hiçbir kimse veya olayın kast edilmediğini ve zamanın travmalar yaratan olayları ile Akheneton (Amenophis IV)’un kayda değer icraatlarını dile getirdiğini belirtmiştir. Akenethon bilindiği gibi “Tek Tanrılı Dini” Mısır’da kuran ve “put ticaretini” ortadan kaldırarak devlet bütçesine zarar verdiği için rahiplerce öldürülen ilk firavundur.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında Maneto’nun Osarsif/Musa’nı okumadan önce sırasıyla yazarı Maneto ve onu yüzyıllar sonra gündeme getirerek başını Yahudilerle derde sokan Grek Apion’u tanıyalım;
Manetho (Manethon- Maneton); M.Ö.III.yy.da Ptolomeo döneminde (Grek dönemi) yaşamış Mısırlı rahip ve tarihçidir. Aegyptiaca (Mısır’ın Tarihi) adlı kitabı yazmıştır. Firavunların saltanat dönemlerinin kronolojik tarihleri ve Mısır’ın geçmişi hakkında deliller bulmak için Mısır bilimcilerinin çok sık başvurduğu bir kitaptır. Adının anlamı günümüzde kaybolmuşsa da “Thoth’un Sevdiği”,”Thoth’un Gerçeği”,”Neith’in Sevdiği”,”Neith’in aşkı” anlamlarına geldiği hakkında spekülasyonlar yapılmaktadır. Daha az kabul edilen anlamları arasında “Seyis, At çobanı”, “Ma’ani Djehuti-( MâniYehuti)” “Thoth/ Yahudiyi* Gördüm anlamları da vardır. Eski Grek kaynaklarından olan Kartaca ve Flavyus Josephus’un eserlerinde Manethônn Plato’da ve öteki Greklerde Manethôs, Manethô, Manethôs, Manethôn ve Manethoth olarak geçmektedir. Latincede Manethon, Manethos, Manethonus ve Manetos olarak geçmektedir.
*Djehuti, Tehuti, Jehuti tanrı Thoth’un adlarındandır ve bu adlar “Yahudi” demektir.

Maneto, Mısır’ın Grek Firavunları Ptolemi I.Soter (M.Ö.323-283) ve Ptolemi II.Filedelfiyus (285-246) saltanatları döneminde yaşamış olduğu M.Ö.241/40 tarihli Hibeh Papiri’de yazmaktadır. Ayrıca Aegyptiaca’nın da yazarı olduğu ve III.Ptolemi Euergetes (M.Ö.246-222) döneminde de yaşadığı belirtilmiştir. Kendisi Mısırlı olmasına rağmen, sadece Grek dilinde eserler vermiştir. “Heredot’a KarşıKutsal KitapDin ve Antik Kültür ÜzerineBayramlar ÜzerineKifi’nin Hazırlanması Üzerine ve Fiziğin Lezzeti” adlı eserleri vardır. Astroloji üzerine “Sothis’in Kitabı” adlı eser ona atfedilmiştir. “Aegyptiaca- Mısır’ın Tarihi” adlı eserinde Grek hanedan dönemini ve devletin gücünü anlatmıştır.
Kendisi Heliopolis’te güneş tapınağında bir rahip olup Ra dinine inanırdı. Syncellus’a göre tapınağın başrahibiydi. Osiris- Apis boğa kültüne dayanan Sarapis kültünde otoriteydi. Bu kült, Greklerin Mısır’a yerleşmelerinden sonra doğmuş Mısır/Grek inançları harmanı bir dindi.

Apion (M.Ö.20-MS-45-48); -M.S.I.yy.da Siva Oasis’de yüzyılın ilk yarısında doğmuş, Homer üstüne yorumlar yapan Sufi, Mısır/Grek dil bilimcisidir. Yahudilerin M.S.70’te Romalılarca sürülmelerinden önce ömrünü tamamlamış olan Apion, İskenderiye’de yetişti ve Caludius zamanında Roma’da bilinmeyen bir yere yerleşti. Çok sayıda yazdığı eserlerden hiç biri günümüze kalmadı. En çok bilinenleri “Androclus and the Lion –Androklus (Kaçak kölenin adı)ve Aslan” Aulus Gellius’ta korundu, diğeri de “Aegypiacorum (Mısır’ın Harikaları) dır. Apion’un Yahudi kültürüne yaptığı eleştiriler Josephusún “Against to Apion- Karşı Apion” yazısıyla cevaplandırıldı. Josefusun cevabında “Yahudiler inançları için ölmeye hazırdırlar” ifadesini “ölüm tehdidi” olarak algılamış olsa gerek ki Roma’ya adresi meçhul bir yere göçerek kendini emniyete almaya çalışmıştır. Eserlerinin “Anti-semitik” olması yüzünden Maneto’nun “Aegyptiaca’sının kaderini paylaşarak hiç birisinin bulunamaması da bu savı desteklemektedir.
Ayrıca, Dünya İmparatorluğunu henüz Roma’ya kaptırmış olan Greklerin kendi kültürlerini korumak için Yahudilere karşı verdikleri kültürel mücadelede Apion mükemmel bir kişilik olmasına rağmen ne yazık ki, Roma- Bizans’ın, İran Mitra/ Mehr ve Zerdüşt dinî kültür emperyalizminden kendisini kurtarıp kendilerine uygun yeni bir din kültürü yaratmak isteyen ve bunu Yahudi uydurmalarından temin eden Grek rahiplerinin Yahudi ürünü olan İsevilik/ Hıristiyanlığı devlet dini yapmaları yüzünden bu güne kadar batı dünyası bir Apion çıkarmış değildir. Hele Grekler, atalarının başlarını taşlara vurduracak derecede Hıristiyanlığa bağlanarak tam bir Yahudi mevalisi/ kölesi olmuşlardır. Aynen öteki kavimler gibi.

MISIR’IN MUSA’SI / OSARSİF’İN HİKÂYESİ;

Josephus’un “Against to Apion” adlı çalışması Maneto’nun Agyptiaca’sından çok sayıda alıntıya yer vermektedir. İlk olarak Hyksosların  (bu ad Maneto’ca verilmiştir) kovulmaları ve Judae/ Yuda’da yerleşmeleri ardından Jerusalem (Kudüs) şehrini kurmaları anlatılmaktadır. Maneto kendisi bu konuda herhangi bir tespit yapmazken, Josefus, Maneto’nun Hiksoslarının kovulmalarını Yahudilerin Mısır’dan Çıkışları olarak altını çizerek belirtmiştir.
İkinci olarak Osarfis’in hikâyesi ondan iki yüz yıl sonra anlatılmıştır. Josefus’a göre, Maneto, Osarfis’i Heliopolis’teki Osiris mabedindeki korkunç bir yüksek rahip olarak tanımlamıştır.
Şimdi Tevrat’ın şu ayetlerine bakalım;
Yar.43: 32 “Yusuf'a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yusuf'la yemek yiyen Mısırlılar'a ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler'le birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı.”

Yar.46: 33 “Firavun sizi çağırıp da, 'Ne iş yaparsınız?' diye sorarsa,”
Yar.46: 34 '”Atalarımız gibi biz de çocukluktan beri hayvancılık yapıyoruz' dersiniz. Öyle deyin ki, sizi Goşen bölgesine yerleştirsin. Çünkü Mısırlılar çobanlardan iğrenir."
Bu ayetlerin ışığında soralım da birisi bize açıklasın;
Günümüzün silikon vadisi adıyla anılan bilgisayar teknolojisi çağını değil, tarım, hayvancılık ile geçinen ve haliyle çobanlık ta yapan Mısırlılar, kendilerinin de yaptığı bir işten neden “iğrensinler”?
Yusuf ta onların bir “başbakanıdır” yani “köle baş vezirdir” ve ayette Mısırlıların Yusuf’la da yemek yemediklerine tanık oluyoruz. Yusuf’un “ayrı hizmet görmesi” ayet yorumlandığında makamından değil “iğrenç” bulunan yanından olmalıdır.
Çobanlık yapmayan başbakan Yusuf’un durumu düşünüldüğünde, Yahudilerin “iğrenç” olan yanları “çobanlık” değildir.
Öyleyse nedir?

Şimdi işin aslını kısaca F.Josephus’un yazılarından çıkardığım özetle biraz öğrenelim;
“Firavun Amenofis tapınaktaki tanrıları görmek ister ama kâtip rahipleri tanrıların onu kabul etmeleri için ilk önce tapınakları ve Mısır’ı cüzzamlılardan ve kirli insanlardan Mısır’ın temizlemesi gerektiğine ikna ederler. O da onlardan 80.000’ini doğu deltasındaki Hiksosların eski başkenti olan Avaris’e hapseder ve taş ocaklarında çalıştırır. Bölgeyi de onlara bağışlar. Bundan sonra cüzzam bulaştığı için sürülenlerin arasında katılan başrahip Osarsif onların önderi olur ve tanrılara ibadet etmeyi bırakmalarını kutsal sayılan hayvanları yemelerini emreder. Osarsif’e inananlar bunun ardından Hyksos’ları ülkeye davet ederler onların da yardımıyla firavun Amenifisi oğlu Ramses ile birlikte Nubiya’ya sürgüne sevk ederler. Firavun ve oğlunun sürgünde oldukları 13 yıl boyunca şehirleri, tapınakları, tanrıların heykellerini, büstlerini tahrip ederler ve tapınakları da mutfağa çevirirler, kutsal hayvanları ateş üstünde kızartırlar. Sonunda firavun ve oğlu Ramses dönerler, Hyksoslar ile cüzzamlıları kovarlar, eski dini de yeniden onarırlar. Hikâyenin sonuna doğru, Maneto, Osarfis’in sürgüne gittiği yerde Musa adını aldığını bildirir.”
Şimdi Yahudilerin gerçek kimliklerini, “piyasadan kaybettikleri kitaptan” alıntı yaparak Apion’a karşı yazmak zorunda kaldıkları bu iddianın doğru olup olmadığını kendi kalemlerinden, Flavius Josephus’un kaleminden okuyalım;
APİON’A KARŞI veya KARŞI APİON
“Karşı Apion “ latince “Contra Apionem veya İn Apionem” Josephus Flavius’un klasik felsefenin ve Yahudilik  (Judaism) dininin, Greklerin çok daha eski geçmiş geleneklerindeki algılanmasına karşı vurgulama yapmak ve savunmak için yazdığı ihtilaflı bir yazıdır.
“METİN”
Karşı Apion” Yahudi metinlerinin olduğu kitabın olduğu gibi görülmesini tanımlar. Yazıdaki çeviri metin F.josephus’un “Karşı Apion” yazısından seçilerek tarafımdan Türkçeye çevrilmiştir. Metnin ”El yazısı” ile gösterilen kısmı Maneto’dan yapılan alıntıları, düz yazı da F.Josephus’un görüş ve tespitleridir;


FLAVİUS JOSEPHUS’UN KARŞI APİON YAZISINDAKİ
HYKSOSLAR, OSARSİF VE YAHUDİLERİN KİMLİKELRİ ÜZERİNE
(1.Kitap’tan.)

8-“Greklerde de olduğu gibi birini yalanlayan ve onunla anlaşmazlığa düşen sayısız çoklukta kitaplara sahip değiliz ama eski zamanlara ait kayıtlar içeren sadece “22” kitabımız vardır. Bunların beşi Musa’ya ait olup, insanlığın kökenleri, gelenekleri, onun yasaları hakkında ölümüne kadar yazdığı ve ilahi olduğuna inanılan kitaplardır. Küçücük üç bin yıllık bir dönemin araya girmesi hariç Musa’nın ölümünden sonra Zerkses’ten saltanatı devralan Pers kralı Artakzerkses’in saltanatları boyunca gelen peygamberler on üç kitap yazdılar. Kitapların kalan dördü insan yaşamının idare edilmesi ve tanrıya ilahileri içermektedir.
Tarihimizin Artakzerkses’ten beri çok özel olarak yazıldığı doğrudur ama o cetlerimizce biçimlendirilmiş bir otorite gibi kabul edilmemelidir çünkü o zamandan beri peygamberlerin mutlak tahta geçmeleri olmamıştır ve geçtiğimiz çaplarda olduğu gibi milletimizin bu kitaplara ne kadar sadakat, güven ve sıkı bağlılık içinde olmaları yapabileceklerimizin kanıtıdır. Hiç kimse onlara ne bir şey eklemeye ne de çıkarmaya cesaret edememiştir ve bütün Yahudiler o ilahi ilkeleri içeren kitaba bağlılıklarını sürdürmeye ve uğrunda hemen gönüllü ölmeyi doğal görmektedirler”

14-(5.satırdan)…Simdi Maneto “Mısır Tarihi” adlı ikinci kitabında bizi ilgilendiren aşağıdaki ifadeleri yazar. Bizzat kendisini buraya şahitliğe getirmişçesine yazdıklarının hepsini kelimesi kelimesine yazacağım ;

Timaus adlı bir kralımız vardı, onun idaresi altındayken nasıl olduysa tanrı bizimle anlaşmazlığa düştü ve ülkenin doğu tarafında  kökleri “aşağı tabakaya” ait insanlardan oluşan bir topluluk, daha önce onlarla zarar verici bir savaş yapmamamıza rağmen yeterince gözüpeklik göstererek kuvvetle ülkemizi işgal etti ve kuvvetle bize boyun eğdirdi.

Onların idareleri altında yönetilirken şehirlerimiz yakıldı, tanrılarımızın tapınakları yıkıldı, oturanlar barbarca denecek şekilde kullanıldılar, kadınları ve çocukları köle edildi ve sürüldüler.
Bundan sonra içlerinden Salatis adlı birisini kral yaptılar ve Memfis’te yaşadı, aşağı ve yukarı bölgelerde onlarca özel olan yerlerde askeri birlikler kurdular ve haraçlarını topladılar.

Özellikle ülkenin doğu bölgesini emniyete almaya dikkat ederek, o zamanlar bir tehlike olan Asurluların saldırılarından ve işgallerinden korunmak için Saite Nomos’ta (Sethroite) Bubastik kanalın üstünde uzanan, teolojik olarak da saygı gösterilen çok özel bir şehir olan Avaris adlı bu şehri etrafını kalın duvarlarla çevirerek yeniden inşa ettiler ve hakimiyetlerini sürdürmek için garnizonlara iki yüz kırk bin savaşçı yerleştirdiler.

Salatis oraya yaz zamanı gelir, kısmen tahıl hasatından alır, kısmen paralı olan askerlerinin maaşlarını öder ve düşmanlarına korku vermeye çalışırdı. Bu adam on üç yıl boyunca hüküm sürdü ve ardından Beon adlı birisi kırkdört yıllığına saltanata geçti onu Apachnas otuz altı yıl yedi ay ile takip etti. Ondan sonra Apophis altmışbir yıl, Janin 50 yıl bir ay, Asis kırk dokuz yıl iki ay olarak saltanatı sürdürdüler. Bu, Mısırlılarla savaşmaya ve köklerini kurutmaya pek istekli olan krallarının ilk altılık grubunu oluşturmaktaydı.
Bütün bu milletin adı “Hyksos” olarak şekillendi ve adın ilk hecesi olan “HYK” kutsal metinlere göre “bir kral’a” işaret ettiğinden ve “SOS” hecesinin de “Çoban’a” işaret etmesinden dolayı  geleneksel şiveye göre “Çoban Krallar” anlamında “Hyksos” deniliyordu ama bazılarına göre bunlar Araplardı.”

Şimdi yazının bir başka kopyasında “Hyk” kelimesi “kral’a” işaret etmiyordu ve aksine “esir” anlamına geliyordu ve Mısır dilinde “Sos” kelimesinin “çoban” anlamına geldiği kesin olduğundan bunlara “Esir Çobanlar” deniliyordu. Bu açıklama eski tarihin şartlarına göre bana daha uygun bir tanımlama olarak görülmektedir.

Ama Maneto şöyle devam etmektedir;

“…Bu insanlar atalarını ve krallarını adlandırmadan ve çobanlar olarak çağırmadan önce Mısır’da beş yüz on bir yıl saltanat sürdüler.”  Bundan sonra der ki;

“…Mısır’ın öteki parçası olan Thebais (Tebes) Kralları olan çobanlara karşı isyanlar çıktı ve aralarında korkunç savaşlar oldu.” Daha da ileri giderek;
Alisphragmuthosis’in (Alişfragmutosis) krallığı zamanında çobanlar isyancılara boyun eğdiler ve Mısır’ın öteki parçası olan binlerce hektarlık bir yer olan Avaris’e sürülerek  kapatıldılar”. Maneto devam eder;

“…Çobanlar bu yerde büyük ve geniş duvarlarla çevrili bir şehir inşa ettiler, tapınaklarını kurdular, sahip olduklarını içine koydular ama Thutmosis’in oğlu Alisphragmuthosis, kendisiyle ittifak yapan dört yüz seksen bin adamıyla orayı zorla işgal ederek onları ülke dışına çıkarmayı hesapladı ama umutsuz olmasına rağmen kuşatmanın etkisiyle aralarında anlaşma oldu ve hiçbir zarar vermeden ülkeyi terk etmeyi kabul ettiler ve ailelerini, hayvanlarını ve her şeylerini yanlarına alarak gidecek yerleri olmamasına rağmen “her nereye olursa olsun”  buldukları bir yere yerleşmek amacıyla “iki yüz kırk bin’den az olmamak kaydıyla Suriye’nin vahşi yollarına düştüler. Asurluların korkusuyla Asya’da bir sömürge olan Suriye’de, bu gün Judea (Yuda) adıyla bilinen bir şehir inşa ettiler ve içine kendileriyle gelenlerin bir çoğunu yerleştirdiler  ve sonradan adına Jarusalem (Yeruşalim- Kudüs) dediler.”

Şimdi Maneto öteki kitabında devam ediyor;

“…İşte bu millet “Çobanlar” olarak çağırıldılar ve hatta kendi kitaplarında bile “esirler” olarak adlandırılmaktadır…

Ve onun bu hesabı doğrudur. Eski çağlardaki atalarımızın işbulabilmek açısından dolaşarak koyunlarını beslemeleri  yüzünden “çobanlar” olarak anılmaları doğrudur.  Nedensiz olarak atalarımızdan bazılarının Mısırlılarca Esirler olarak çağrılmalarına gelince, Yusuf’un, Mısır kralının esiri olduğu ve sonradan ve daha sonra Kralın izniyle Mısır’a kardeşleriyle yola çıkmıştır. Meselenin aslına bakılırsa onlar hakkında başka bir yerden daha kesin bir tahkikat yapacağım.

26- V eşimdi, söylevimi konunun başlıca yazarlarından birinden küçük bir alıntı yaparak onun şahitliğiyle bizim eskiliğimizi kanıtlayacağım ki elbette Maneto’yu kastediyorum. Kutsal yazılarından Mısır’ın tarihini yazacağına söz vermiş olan ve “boyun eğdirdikleri atalarımızın” Mısır’dan binlerce sayıda gelerek yerleştikleri yeri ve tapınaklarını şimdi Judea (Yuda) olarak çağırdıklarını itiraf etmiştir. Şimdiye kadar eski kayıtları takip etti ama bundan sonra, saltanat süresinin ne kadar olduğunu bile yazmadığı kurgusal kralı Amenofis zamanında Mısır çoğunluklu cüzamlılar ile hastalık bulaşmış bir çok kimsenin de bizlere karıştığını ve bunların ülke dışına sürülmeye mahkum edilmiş Yahudiler hakkında derlediği dedikoduları Tutmosis’ten beş yüz on sekiz yıl öncesiyle alakalı olarak fabl benzeri hikayesinde yazmaya başladığını göstermiştir. Onlar sürüldüklerinde Tethmosis kraldı.
Şimdi, Maneto’ya göre onun günlerinden bu yana araya giren kralların saltanatları 393 yıldır derken iki kardeş olan Sethos ve Hermeus, bunlardan Sethos’un öteki adlarından birisi de Egyptus’tu (Mısır- Mısır adını bu firavundan alır.) ve ötekinin Danaus ile Hermetus’tu demektedir. Hatta, Sethos’un Mısır’ın doğusundan dışa doğru sınırları genişlettiğini ve “51” yıl hüküm sürdüğünü ve ardından gelen en büyük oğlu Rhampses’in “66” yıl saltanat sürdüğünü de belirtmektedir.
Maneto, atalarımızın yıllar önce Mısır dışına bu şekilde sürüldükleri hakkında bizi bilgilendirirken kurgusal kralı Amenophis’i de bizlere tanıtırken der ki;

Bu kral, kendisinden önceki atalarından birisinin de yapmak istediği gibi, Horus’un olduğu kadar öteki tanrıların da gözlemcisi olmayı istemektedir. Hatta, o adaşı olan Papis’in oğlu Amenophis ile arzusuyla bağlantı kurar ve gelecek hakkındaki bilgi ve akıldan ibaret ilahi tabiatı paylaşıyor gibi görünmüştür.”
Maneto ilave eder; “Adaşı  ona  sayıları “80.000”’i geçen cüzamlılar ve bedenlerindeki kusurları olan öteki kirlenmişleri Nil’in doğusundaki taş ocaklarına göndermesi, çalıştırmasıyla geri kalan Mısırlılardan onları ayırarak ülkeyi temizleme kararıyla tanrıların memnun olacağını ve böylece kendisinin tanrıları görebileceğini anlatır.” İleride de şöyle devam eder;

Bazı bilge rahiplerden de cüzam bulaşmasıyla kirlenmiş olanları vardı” ancak akıllı ve peygamber olan Amenophis, bu insanlara kötü muamele ve tecavüzkâr davranışlarda bulunulduğunda tanrıların krala kızacağından korkuyordu ve gelecekle ilgili sağduyusuna dayanarak birilerinin bu zavallıların yardımına gelebileceklerini, hastalık bulaşmış bu zavallı adamcağızların kendilerine yapılacak zorbalıklar yüzünden isyan ederek ülkeyi “13” yıllığına teslim alacak bir isyana kalkışabileceklerini ve ülkeyi teslim alacaklarını sağduyusuna dayanrak gelecekle ilgili böyle bir tespitte bulundu ve ileride bunu notlarına ekledi. Her nasılsa Krala bu şeylerden bahsetmemeyi uygun gördü ve bütün bu konular hakkında ardında bazı yazılar bırakarak kendisini öldürdü ve kralı yüreği yanık bıraktı.” Bundan sonra kelimesi kelimesine şunları yazar;

“ Bundan sonra taş ocaklarında çalışmaya gönderilenler uzun bir süre bu üzücü yaşamlarına devam ettiler ve Kral, terkedilmiş çobanların korunup yaşadıkları Avrais şehrini onlara bahşetmekle iyilik ettiğini düşünerek ülkeden ayırmaya karar verdi. Eski teolojiye göre bu şehir şimdiki Typho’nun (Tifo) şehridir.
Fakat bu insanlar o şehrin içine girdiklerinde adı Osarsiph/Osarsif (Osiris’den türetme-Osiris’in oğlu gibi))  olan Hellopolis’li rahibin idaresinde kendilerini isyana uygun bir ortamda bularak şaşırdılar ve ondan gelen her şeye inanmaya, onun dediklerini yapmaya yemin ettiler. Daha sonra rahip onlar için yasalar yaptı ve kendi birliklerine katılanlar dışında hiç kimseye acımayacaklar,artık ne eski Mısır tanrılarına ibadet edecekler ne de kutsal sayılan hayvanlara saygı göstereceklerdi ve hepsini yıkıp, yakıp öldüreceklerdi.

Mısırlıların temel ilkelerine karşı olan bazı benzer yasalar da yaptıktan sonra şehrin duvarlarını inşa eden ellerin çokluğuna güvenerek onlara kral Amenophis’e karşı savaş açmaya hazır olmalarını emretti. Kendisi gibi kirlenmiş olan öteki rahiplerle de işbirliğine girişerek Tefilmosis’den sürülenlerin yaşadığı Jerusalem’deki  (Kudüs/ Yeruşalim) çobanlara elçiler gönderdi. Onlar vasıtasıyla böyle aşağılayıcı muameleye mazur kalanların yaşadığı ülkedekileri de kendi durumlarından haberdar etmiş ve onları Mısır’a karşı açılacak şavaşa kendi rızalarıyla katılmaya davet etmişti. Hatta onlara eski şehirleri olan Avaris’i vereceğini, haklarını korumak için savaşacağını, onlara çokluklarına rağmen hak ettikleri bakım ve yardımları sağlayacağını ve kolayca ülkeyi idarelerine alacaklarına da söz vermişti. Çobanlar bu habere çok sevinmişlerdi ve yürekten gelen coşkuyla bir anda “200.000” kişi bir araya gelerek Avrais’e geldiler.

Ve şimdi Papis’in oğlu Amenophis’in önceden gördüğü ve kendisine anlattığı  büyük karışıklığa işaret eden bu isyancıların işgallerinden kral Amenophis haberdar edilmişti. İlk olarak kral Mısırlıların çoğunluğunu topladı, bir meclis kurdu ve önderlerini öncelikle tağınılan kutsal hayvanları tanrıların heykelciklerini saklamak için tapınaklara gönderdi ve özellikle öteki adı da babası Rhampses’ten adını alan Ramasses olan oğlu Sethos’u rahipleri bu konuda açıkça uyarmak için yola çıkardı.Ama o beş yaşında bir çocuktu.

Ardından kendisi de düşmanla buluşmak üzere geriye kalan Mısırlılardan “300.000” kişilik bir savaşçı birliğini oluşturmaya devam etti. Tanrılara karşı savaşmış olacağını düşünerek savaşa girmeyi tercih etmedi ve Memfis’e gelerek Apis ve kendisine gönderilen öteki kutsal hayvanları da alarak çoğunluğu Mısırlılardan oluşan bütün ordusu ve çok sayıda Mısırlılarla birlikte, idaresinde bulunan, kendisi ve beraberindekilere yiyecek, barınma ve her türlü destek sağlayacağına inandığı Etiopya’ya doğru yola çıktı.

Hatta, bu on üç yıllık felaket ile sonuçlanacak olayın başlangıcı nedeniyle gelen sürgün nedeniyle köyleri ve şehirleri de paylaştırdı. Üstelik, Mısır sınırı üzerinde kral Amenophis’i korumak üzere Etiyopya ordusundan bir kamp kurdu. Ve bu Etiyopya’da olan şeylerin ifadesiydi.
Kirlenmiş Mısırlılarla birlikte gelerek ülkeyi yakıp yıkan, kutsal tanrı idollerini kıran, tapınılan kutsal hayvanları (Öküz,keçi,timsah, babun maymunu, ibiş kuşu, kedi gibi)  öldüren, mangallarda kızartan ve onları öldürmeleri ve de kızartmaları için rahiplere baskı yapan bu Jerusalem’li ler olmasaydı, onları kolayca kutsal şeylere saygısızlık ve zarar vermekten dolayı suçlayarak ülkeden kovabilirdi.

O yasaları koyan ve siyaseti yürüten, adı Osarsiph (Ozarsif/ Osarsif) olan Hellopol şehrinin tanrısı olan Osiris mabedinden Heliopolis doğumlu rahibin bu insanlarla gittiğini ve adını değiştirdikten sonra Musa adıyla çağırıldığı da krala rapor edilmişti.”

27-Kısaltmak için bazı yerlerini çıkardığım daha bir çok şeye göre Mısırlıların Yahudilerle alakaları böyle anlatılmaktadır. Ama Maneto gene anlatmaya şöyle devam eder;
Bundan sonra Amenophis büyük ordusuyla Etiyopya’dan geri döndü ve ordunun diğerini oğlu Ahampses’e verdi, kirlenmişler ve çobanlarla savaşa girdi büyük bir çoğunluğunu öldürdü ve kalanlarını Suriye sınırına kadar takip etti”. Bu ve bunun gibi daha neler Maneto’ca yazılmıştır.

31-Şimdi Maneto ile Musa hakkında yapmam gereken bir tartışmam kalmıştır. Şimdi Mısırlılar onun harika,ilahi bir kişilik olduğunu bildiriyorlar ama işin en terbiyesiz ve inanılmaz manada onu Heliopolis’li ve ora doğumlu bir rahip yapıyorlar ve cüzzam bulaştığı için onu ülkeden bu günkü yaşadığımız yer olan Judae’ya  cetlerimizi Mısır’dan getirdiği tarihten tam “518” yıl önce kovuyorlar. Ancak onunla aynı çatı altında yaşamış ve hastalık bulaşmış olması olası olan ötekilerini de orada bırakıyorlar.
Resmi olarak Osarsiph olan adını Moses olarak değiştirdiğinden bahsediyor ki Mısırlılar suya “Moil” derler ve gerçek adı olan Musa’da buna daha yakındır. Maneto’nun kötü niyeti olan kişilere güven vermenin dışında hiçbir işe yaramaycak gerçek tarihle uyuşmayan yanlışlıklardan oluşan böyle gülünç yazıları yazmak için neden tarihi kayıtları kullanmayı tercih ettiğini onları neden çarpıttığını sorgulamak gerekir.

32-V eşimdi ben de Maneto gibi yaptım. Cheremon’un (Şeremon) dediklerini sorgulayacağım. Mısır tarihini yazıyor gibi yapan Maneto’nun yaptığı gibi aynı adlı kralı yani Amenophis’i  ve oğlu Ramasses’i yazan kişiyle devam edelim;
Amenophis uykudayken tanrıça İsis belirdi ve savaşta yıkılan tapınağına karşı günah işlendiğini belirtti. Ama kutsal kâtip Phiritiphantes ona böyle korkunç bir hayaletin çıkması durumunda Mısır’daki bütün kirlenmişlerin temizlenmesi gerektiğini söyledi. Amenophis bu hastalıklı olanlardan “250.000” tanesini seçerek ülke dışına çıkarılmasını istediğinde Musa ve Yusuf onun kâtipleriydi ve Yusuf “kutsal kâtip’ti” ve Mısır dilinde adları, Musa’nın kisi “Tisithen” (Tisitsen) ve Yusuf’unkisi  “Peteseph” (Petesef) idi ve ikisi de Pelusium’a karşılık geliyordu ve “380.000” rastgele seçilenle birlikte Amenofis tarafından Mısır’ın içinde bırakılmamak üzere çıkarıldılar. Bu kâtipler aralaarında birlik oluşturdular ve Amenophis’in karşı koyamayacağı bir sefer başlattılar o da Etiyopya’ya sığındı, çocuğunu ve karısını orada bırakarak yanında dördüncü oğlu Messene ile mağaralara gizlendi. O çocuk büyüdüğünde Yahudileri Suriye’ye kadar izledi ve sonra babası Amenofis’i Etiyopya’dan aldı.”

34- Maneto ve Cheremon’un hesaplarına Lysimachus’un önceki anlatılanlara benzer bir hikâyesini anlatarak milletimize olan kin ve düşmanlığın nasıl inanılmaz belge sahtekârlıklarıyla planlandığını ortaya koyacağım. Sözleri aynen şöyledir;
Mısır kralı Bocchoris’in (Bokçoris) günlerinde Mısır’da beliren kıtlık, salgın hastalıklardan etkilenmiş olan Yahudilerin halkından bir çoğu cüzamlı ve uyuzlardan ve de bazı öbür tür rahatsızlıkları olanlardan oluşuyordu ve tapınakların önüne akın ederek yiyecek dileniyorlardı. Bunun üzerine Mısır’ın kralı Bocchoris kıtlık konusunda danışmak üzere Jüpiter’e tapınan kâhin Hammon’a birilerini gönderdi.
Kâhinden alınan bilgiye göre, tanrının istediği şuydu; “Tapınağını kirli ve dinsiz kimselerden, onları tapınaklardan çöllere kovarak temizlemeliydi ve cüzzamlı ve uyuzların da onlarla birlikte sürülerek tapınakları temizlenmeliydi, güneş yaşamlarında ızdırap çeken bu insanlara kızmıştı ve böyle yapıldığında toprak meyvelerini geri getirecekti."
Kâhinden bu kehaneti aldıktan sonra Bocchoris rahiplerini ve inananlarını çağırdı ve kirli hastalıklı insanları toplayarak askerlere teslim etmelerini, çöle taşımalarını ancak cüzzamlı olanların kurşun levhalara sarılarak denizin dibine atılmalarını emretti. Böylece cüzzamlı ve uyuzlar boğulup ölecekler ötekileri de çöllerdeki yerleirnde sırayla yok olmaya mahkum olacaklardı.
Bu durumda ne yapabileceklerini belirlemek için bir danışma meclisi kurdular gelmekte olan gecede lambalar yakılarak araştırmalar yapılacak, her yer gözlenecek, bir sonraki gece daha da hızlı olunacak ve onların teslim almalarıyla da tanrıların öfkesi yatıştırılacaktı.
 (Tanrılar insan kanı,kalbi ve beyni yemeyi, yakılmış insan eti kokusunu çok severler.Allah’In Tevrat’Ta İsmail’i “yakmalık sunu” olarak istediğini okuyoruz. Çevirmenin notu.)
Ertesi gün onlara nasihatte bulunan bir Musa vardı ve onlara “yolculuğu göze almalarını”,yerleşecek uygun bir yer buluncaya kadar yola devam etmelerini nasihat etti ve onlara; hiçbir insana kibar, yardımcı olmamak, tavsiyenin en kötüsünü vermek, altında toplandıkları tanrıların tapınakları ve mihraplarının tümünün altını üstüne getirip tahrip etmelerini emretti ve herkes buna kendi rızalarıyla uymaya ve çöle seyahat etmeye karar verdi. Yolculukları sırasında geldikleri yerleşim birimlerinde tapınakları yaktılar, insanlara kötü davranıp tecavüzlerde bulundular ve Judae (Yuda) adlı bir yere geldiler ve orada bir şehir inşa ettiler, içine yerleştiler ve tapınakları soydukları, yağmaladıkları için Hierosyla (Hiyerosila) adını verdiler sonradan bu şehrin adının kendilerine uymayacağını düşünerek “Hierosolyma (Hiyerosolima-“Güneş”-Tapınak Soyguncuları- Hiyero Süleyman-) olarak değiştirdiler ve kendilerini de Hierosolymites (Hiyerosolimatlar) dediler.

(Karşı Apion 2:8)
Öteki insanların da peygamberi olması sebebiyle Apion der ki; “Antiokus/ Nemrut bir gün tapınağımızda yatağın üzerinde uzanmış, üzerinde denizin balıklarından kuru toprakların kümes hayvanlarına kadar çeşitli leziz yitecekler bulunan önünde küçük bir masa bulunan bir adam bulmuş ve adam hemen dizleri üzerine çökerek salıverilmesi için yalvarmaya başlamış. Kral ona oturmasını, kim olduğunu orada neden oturduğunu, böyle yürek parçalayıcı iç geçirmeleri, gözlerinde yaşları ile içinde bulunduğu durum hakkında rahatsızlık yaratan şikayetler yapmasıyla masadaki çeşitli yiyeceklerin ne anlama geldiğini sormuş.
Ve adam kendisinin Grek/ Yunan olduğunu, bu eyalete geçimini sağlamak için geldiğini ve birden yabancılar tarafından tutularak tapınağa getirilip içeri kapatıldığını ve kimseye gösterilmediğini ve önceden yapılmış sinsi planla, görünüşte büyük bir ikram gibi görünen leziz bol yiyecekler verilerek şişmanlatıldığını, bir ara yanına gelen hizmetçilerden ona söylenmemiş bir Yahudi yasasına göre bütün yıl boyunca onu şişmanlatıp bir ormana salacaklarını ve öldürerek ayinlerinde kurban edeceklerini, bağırsaklarının tadına bakacaklarını ve her yıl bir Grek yabancıyı böyle yakalama adetlerinin ve Greklere düşmanlıklarının olduğunu ve sonunda vücudunun kalan parçalarının da bir çukura atılacağını öğrendiğini anlatmıştır.”

Böyle bir hikâye zalimlik ve terbiyesizlikten başka hiçbir şeydir. Greklere karşı sinsi işbirliğine gizlice yemin etmek ve onlara tuzak kurup kanlarını akıtmak nasıl olabilir? Ya da Apion’un yaptığı gibi bütün Yahudiler nasıl olur da bir araya gelerek bir insanı kurban ederler kanını akıtırlar ve bağırsaklarının tadına bakarlar ve o adam binlercesine nasıl yetebilir? Ya da nasıl olur da kral bu adamın her kim veya her ne adı taşıdığına dikkat etmeden büyük bir törenle onu gerisin geriye ülkesine göndermez?
Bu vesile ile kendini dindar ve Greklerin büyük dostu olarak sayan ve bu sayede kendisini nefret edilen Yahudi doğumlulara karşı bütün insanlığın büyük yardımlarını sağlayan biri olarak görmek istemekteyiz. Ama şimdi bunu bırakalım ve “kendilerini onlara karşı yapan şeylere başvurmak” için, aptalları kandırmanın çok özel yolu olan “ kelimelerin çıplak anlamlarını” kullanmayalım.”…

Olaydan Çıkartılan Sonuç

Devlet Eliyle Tamamen Dinde Reform Operasyonudur. Şöyle ki, Muhtelif bulaşıcı hastalıklarla kirlenmiş olanlar, tanrıların kararıyla ülkeden kovulduklarına ve tanrıların onları terk etmiş olmalarına inandıkları için yazılmış bütün vandalizmi ve barbarlıkları yapmışlardır. Hele kökleriniz asırlarla ifade edilen bir rahip ve firavun ailesine dayanır da, Musa gibi “Osiris’in oğlu” anlamında yorumlanabilecek bir ada sahipken birdenbire “toplumdan atılma kararının mağduru oluyorsanız” olayın şokuyla sadakatin nefrete dönüşmesi olan bu ruh değişimi olayını ister istemez tecrübe edersiniz.
Her üç yazarın anlatımında ortak olan Firavunun onlarla savaşmadan ülkeyi terk etmesi de rahiplere verilen önemi ve onlardan gelebilecek tehlikelere karşı olan korkuyu da simgelemektedir. Sonuç olarak bu istenilmeyen olay kıtlıkla birlikte ortaya çıkan salgın hastalıkların yayılmasından kaynaklanmıştır.
Tapınakların temizlenme konusunu da şöyle açıklamak gerekir. Eski çağlarda insanlar doğuracak kadından geçmeyen ağrılı, rahatsızlık verenine, veba, cüzzamdan v.b. uyuz hastalığına ve akla gelebilecek her türlü hastalığa karşı yöredeki şifacılardan fayda bulamayanından şifacıya gitmeden doğru tapınağa gidenine kadar herkes tapınağın bahçesine gider, gidemeyenler götürülür bırakılırlardı. Orada yatarak tanrının mucizevi şekilde onları tedavi etmesini beklerlerdi. Bir şekilde iyileşenler mutlu, tanrının sevgili kulu olduklarına inanırlardı, ölüp gidenler de durumlarına göre yorumlar yapılarak değerlendiriliyorlardı.
İşte tapınakların bu özellikleri yüzünden ölümcül bulaşıcı hastalıklar kolayca yayılıyor, hızla ve kolayca artıyordu.
Firavunun rüya görmesi, kâhinin kehanetleri bunlar halkı ikna etmek için kullanılan dini materyallerden başka bir şey değildir. Firavun yani devlet, tapınakların artık fayda değil hastalık yayma merkezi olduğunu görmüş ve bu yapının değişmesi kararına varmıştır.
Devlet, toplum sağlığını tehdit eden bu dini yapılanmadan kurtulmak için gene “dini gerekçeleri” kullanırken, işsiz kalan rahip, rahibe ve tapınak ruhbanları da doğal olarak karşı savaş başlatmışlardır.
On dokuzuncu yüzyıldan bu yana sürdürülen arkeolojik kazılardan çıkarılmış papirüs metinlerinden kil tabletlere ve lahit içi yazılara kadar belgelerden edinilen bilgilere göre de gerçekten Firavun Akeneton döneminde bu yönde bir çalışma olduğu kesin olarak tespit edilmiştir.
Bu olayda şahit olduğumuz gerçek tamamıyla Akeneton döneminde gerçekleştirilen ”dinde reform” operasyonudur. Böylece Yahudi Tevrat’ının anlatımındaki ustalığın da sırrının iyi yetişmiş bir tapınak rahibinin derin bilgisine dayalı olmasındandır.

Yahudilerin Apion’a karşı duyguları ne olursa olsun ama bu ihtilaf bazı gerçekleri ortaya sermiştir;

1-Yahudiler, bu hikâyeyi üstlerine alınarak doğrudan kendilerinin “üstün ırk-tanrının seçtiği kavim” değil de “cüzzamlılar ordusunun soyu” olduklarının anlaşılmasından endişeye düşmüşlerdir. İnsanın bulaşıcı ve öldürücü bir hastalığa yakalanması çok doğal olmasına rağmen, Yahudilerin hastalığa yakalanmış, zenci veya öteki milletlerden oluşan kölelere ve yerli Mısırlılara dayanan soylarını inkâr etmeleri anlaşılır bir şey değildir. Yahudilerin kökleriyle ilgili olarak Cheremon ve Lysimachus gibi adları da Josephus’un ilavesinde gördük. Özünü değiştirmeycek şekilde farklılıklara rağmen hikayeler aynıydı.
Bu durumda Yahudilerin kökleriyle ilgili olan bu metinler üstü örtülmüş gerçekleri ifade etmektedirler.
2-Maneto ve başkalarının da kitaplarını çalarak bilgiyi saklamışlar, başkalarının kendilerini anlatan gerçekleri okuyup öğrenmelerini engellemişlerdir. Bu sayede yalanlarına inanılacak “rakipsiz kültür ortamı” yaratmışlardır.
3-Yok ettikleri kutsal hayvanların kutsallıkları, Mısır gibi ekvator ikliminde her türlü zararlı canlının kolay ürediğinden bu hayvanlar onları yiyerek halkı zararlı hayvan istilalarından koruyorlardı. Mısır tanrılarının çoğunun Kartal, İbiş kuşu (Kelaynak kuşu/ Kara Leylek), doğan şahin, kedi, aslan gibi yılan, çiyan, akrep gibi zararlıları tüketen hayvanlar olmalarından gelmektedir. Onlara verilen zararlar da “toplumdan kovulma cezası” mağduru olmuş asilinden kölesine çok sayıda insanın içlerine düştükleri durumu hazmedememelerinden kaynaklanmaktadır.
4- Yahudilerin neden diğer halklara kolayca karışamadıkları ve çölde “kırk yıl dolaşma” cezasına çarptırıldıkları da böylece ortaya çıkmıştır. Cüzzamlıların ve öteki bulaşıcı hastalık taşıyanların  içlerinden sağlıklı nesilleri seçilerek çölde “yeni bir kavim” yaratılmıştır. Hastalıklı olanların ölerek tükenmeleri beklenmiştir. Bu büyük icraat ta ancak bilgili Musa ve onunla birlikte olan öteki rahip ve asiller gibi bir önder kadrosuyla gerçekleştirilebilirdi.
5-Yahudilerin “üstün ırk” saçmalıkları da asırlardır yaşadıkları bölgede “cüzzamlılar” diye iğrenilmelerinin bir “ruhsal bozukluk” olarak bilinçaltlarına yansımasının sonucu olduğu tartışma götürmez bir gerçek olarak bu efsaneyle ortaya çıkmıştır. Toplumdan kovulmuş olmaları onları onarılmaz bir “ırkçılık” akımı içine sürüklemiştir.
6-Tevrat’ın şu ayetini bir okuyalım; Yar.43: 32 “Yusuf'a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yusuf'la yemek yiyen Mısırlılar'a ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler'le birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı.”
Ayette görüldüğü gibi, Yusuf bir başbakan/ Baş vezir (Köle başbakan) olmasına rağmen Mısırlılar ne Yusuf’la ne de Yusuf’un kardeşleriyle yemek yememişlerdir ve bunu “iğrenç” saymışlardır. Nedeni de “cüzzamlı soyundan” gelmelerinden başka ne olabilir ki? Oysa bu ayetin devamında “Mısırlıların çobanlardan iğrendikleri” belirtilerek Mısırlılar resmen karalanmış, insanların gözünde düşürülmüştür. Oysa Osarfis’in yazarı Maneto’nun adının anlamlarından birisinin de “At Çobanı-Seyis” olduğu gerçeğidir. Tanrıların ve kralların bile “insanların çobanı” olduğunu yazan dinlere inanan, tarım, hayvancılık ve çobanlıkla geçinen Mısır’da nasıl olur da “çobanlık” iğrenç meslek olur?
Elbette açıklaması işte bu “Osarsif” efsanesi olunca her şey yerli yerine oturmaktadır.
Musa’nın ve tanrısının neden Mısır’ı “düşman” olarak gördükleri de bu sayede ortaya çıkmıştır. Yahudilerin her şeylerinin komşu kavimlerden çalınma ya da işgalleri altında yaşadıkları dönemde kendilerine yapılan dayatmalardan ibaret olduğu ortaya çıkmıştır. İsrail asla bağımsız olmamıştır ve Tevrat bağımsız ortamda yazılmadığı gibi, başka kavimlerin efsanelerinin Yahudilere göre uyarlanması olarak karşımızda durmaktadır.
7- Yahudilerin ne İsmail ne Lut ne Kenizeliler ne Amorlular ne Hititlilerle ne de Semitik Araplarla ve Greklerle asla akrabalıkları yoktur.
8-Bütün yaptıkları kendilerinin açıklarını keşfeden aydınları tehdit etmek, öldürmek veya bir şekilde aşağılamaya dayalı sinsi komplolarla varlıklarını sürdürmek olduğu Apion’a yazdıkları tehditkâr yazıdan da açıkça anlaşılmaktadır.
9-Ülkemizde salak Osmanlı padişahlarınca devletin teslim edildiği bu adamların seçkinleri gizli açık dışardaki Mason yapılanmalarına ülkeyi peşkeş çekmiş, insanımızın cahil bırakılmasından emperyalizmin köleliğini kabul etmesine kadar her pisliğin içinde olmuşlar, Kürtleri ve Tatarları Yahudi olduklarına inandırarak komşularına düşman etmişlerdir. Yüzyıllardır akıtılmış sayısız masum kanın sorumluları bu işleri örgütleyenlerdir.
10-Televizyon, sinema, yazılı medyada sürekli olarak “soyluluk” kavramını utanmadan öne çıkararak halk arasında olmayan “sınıf farkı” yaratarak insanları bölmüşlerdir.
11-Josephus’un yazısı, Yahudilerin İran himayesindeyken İran etkisinde Tevrat’ı yazdıklarını da itiraf etmesi, “Değişmiş Tevrat” iddialarını da doğrulamaktadır.
12- “Soy davası güdenin soyuyla sorunu vardır” tespitim de böylece bir kez daha kanıtlanmış oldu.
13-Akeneton ((ack-en-AH-ten) Mısır firavunları içinde sadece tanrı “Aten’e, ”Güneş diskine” tapınmayı şart koşarak “tek tanrıcılığı” başlatan ve bu yüzden öldürülen tek Mısır Firavunudur. M.Ö.1350’de iktidara geldiğinde bütün tapınakları kapatıp, rahipleri işsiz bıraktığı, tanrıyla sadece kendisinin iletişim kurabileceğini, tanrıdan dileği olanların kendisine bakmasının yeterli olacağı ilkelerini getirerek M.Ö.1346’da Amarna’da Aten tapınağını yaptırmış ve kendisini “tek rahip” tayin etmiştir.
Firavunların ve eşlerinin öldükten sonra “tanrı” olacakları inancına sahip Mısır toplumu için geliştirdiği “kendisi ve eşi Nefertiti’ye” tapınılmasından ibaret inanç sistemi günümüze göre kusurlu da olsa hiç te yadırganacak bir “tek tanrıcı” din değildir.
Bu durumda işsiz kalan sihirbaz kekeme rahip (Tevrat’ta Musa kekemedir) Osarfis’in Akeneton’a düşmanlığı hiç de anlamsız değildir. Bu durum da Yahudilerin önceden neden “putlara” taptıklarını açıklamaktadır. Yani Musa tam bir “sihirbaz ve putperest” piramit rahibiydi. Tevrat’ın günümüzdeki haline İran dönemindeki Zerdüştlük etkisiyle gelmiş olması gerekir.
-Allah aşkına bu Yahudilerin neresi “Sam soyu” yani “Semitik”?
İnanın bunlar kuraklık yüzünden 2300 yıl önce yurtlarını terk etmiş, kendilerine özgü yaşam biçimlerini koruyan sanatkâr çingeneler bile değiller.
Günümüz Hıristiyanları, tanrıları olan İsa/ Hristos/ Christ’in başının arkasına koydukları bir güneş halesiyle halen Akeneton’un Aten güneş diskine tapmaktadırlar.
Yahudi kitabı Tevrat Mısır tanrılarından adlarından bazıları “Djehuti/ Jehuti (Yehuti- Yahudi)/Yahweh (Yılan)” olan ve eski Mısır dilinde ululuğu üç kez “wr, wr, wr=Ulu, Ulu,Ulu” olarak belirtilmiş Mısır<’In kâtip tanrısı Thoth’a dayanır. Grekler bu tanrıdan esinlenerek “Üç kere ulu Hermes” anlamında “Trimegistos Hermesus” adını verdikleri şeytan tanrıları Hermetizm kültünü kurmuşlardır.
Her gün girdiğimiz İnternet’te arama motorunu da yapan Yahudi sermayesidir ve neyle başlar?
“w.w.w.” ile değil mi?
Dini şeytan olan, tacını bile Hermes’in şapkasından esinlenerek yaptıran mason İngiliz Kraliyeti, ABD ve Yahudi küresel sermayenin ardında takılmak da “şeytanın askeri” olmak değil midir?
Yahudilerin yaptıklarının gerisine artık siz karar veriniz.
Yazıyı Türkçeye çeviren ve yorumlayan;
Alaeddin Yavuz
Keykubat/adilyargıç

Tevrat’ta Yahudileri biraz tanıyınız;

Say.14: 13 Musa: "Mısırlılar bunu duyacak" diye karşılık verdi, "Çünkü bu halkı gücünle onların arasından sen çıkardın.
Yşa.48: 9 "Adım uğruna öfkemi geciktiriyorum.
Ünümden ötürü kendimi tutuyorum,

Yoksa sizi yok ederdim"
Yeşu.24: 5 Ardından Musa ile Harun'u Mısır'a gönderdim. Orada yaptıklarımla Mısırlılar'ı felakete uğrattım; sonra sizi Mısır'dan çıkardım.
Yeşeya.14: 1 Çünkü RAB Yakup soyuna acıyacak,
İsrail halkını yine seçip
Topraklarına yerleştirecek.
Yabancılar da Yakup soyuna katılıp onlara bağlanacak.
Yşa.26: 2 Açın kentin kapılarını,
Sadık kalan doğru ulus içeri girsin.
Yşa.29: 22 Bundan dolayı, İbrahim'i kurtarmış olan RAB
Yakup soyuna diyor ki,
"Yakup soyu artık utanmayacak,
Yüzleri korkudan sararmayacak.
Yşa.29: 23 Elimin yapıtı olan çocuklarını
Aralarında gördüklerinde
Adımı kutsal sayacaklar;
Evet, Yakup'un Kutsalı'nı kutsal sayacak,
İsrail'in Tanrısı'ndan korkacaklar.
Yşa.29: 24 Yoldan sapmış olanlar kavrayışa,
Yakınıp duranlar bilgiye kavuşacak
Rab Tek Tanrı'dır
BÖLÜM 44
Yşa.44: 1 "Şimdi, ey kulum Yakup soyu,
Seçtiğim İsrail halkı, dinle!
Yşa.44: 2 Seni yaratan, rahimde sana biçim veren,
Sana yardım edecek olan RAB şöyle diyor:
'Korkma, ey kulum Yakup soyu,
Ey seçtiğim Yşaurun
D Not 44:2 "Dürüst" anlamına gelen "Yşaurun" İsrail

Hez.20: 14 Ama İsrailliler'i Mısır'dan çıkardığımı gören ulusların
gözünde adıma leke gelmesin(*) diye bunu yapmadım.
Yas.32: 26 Onları darmadağın etmeyi,
İnsanlar arasından anılarını silmeyi düşündüm.


Yahudiler dışındaki kavimleri "Düşman" kabul etmektedir.
Yas.32: 27 
Ama "düşmanın" alay etmesinden çekindim.
Öyle ki, düşman yanlış anlayıp da,
Bütün bunları yapan RAB değil,
Başarı kazanan biziz, demesin.