İSLAM’IN TEMELLERİ VE SAHTE MÜSLÜMANLAR
Yeryüzünde evveli, geçmişi, kökeni olmayan ne bir din ne de
felsefe vardır. Her felsefenin ve dinin bir geçmişi, onu oluşturan kökleri
vardır.
İslâm’ın kökleri Kuran Bakara Suresi 136 ncı ayette Tevrat,
İncil ve bu kitapların peygamberleri olarak gösterilir. Maide Suresinin 62’nci
ayetinin ikinci cümlesi de “Tevrat’ı, İncil’i ve hak peygamber Muhammed’e
indirilen Kur’an’ı birlikte okumadıkça bir temeliniz olmaz!” ifadesine ek
olarak da Bakar Suresi 106’ncı ayet te “Biz, yerine yenisini koymadığımız, yeni bildirmediğimiz ayetler için eski
kitaplara bakınız!” demektedir.
Bütün bu bilgilere rağmen “köksüzlük” ise siyasi çatışmalar,
uyuşmazlıklar yüzünden İslâm’ın başına gelmiş bir iştir.
O da şöyle olmuştur. Medine’ye hicretin ardından başlayan
İslâm’ın varlığını koruma savaşları sırasında Medine’li Yahudi ve Hıristiyanlar
başlangıçta Müslümanların yanında görünmüşlerdir. Zaman geçtikçe, savaşlar
başladığında, kendi dinlerinin de geleceğinden korkuya düşmeleri yüzünden önce
peygamber Muhammed ile “Ümmi Muhammet Tevrat ve İncil okumuş ta bize anlatıyor.
Biz onları asırlardır biliyoruz. Muhammet bilgiçlik yapıyor!” gibi sözlerle
alaya almışlar ardında da Bdir ve Uhud savaşlarında da Kureyşlilerin yerini
tutmuşlardır.
Kazanılan zaferlerin ardından Müslümanlar “Yahudi ve Hıristiyanların aşağılamalarına,
ihanetlerine rağmen onların kitaplarını okumaya devam edelim mi?” sorusunu
peygambere yönelttiklerinde ise aldıkları cevap “Okumasanız da olur!” şeklinde
gelmiştir.
O zamanlar zaten Hanif ve putperest Sabiilik, Hıristiyan
Süryanilik, Yahudilik ve Grek Hıristiyanlığı halk tarafından bilinen bir konu
olduğundan, bu kitaplar okunmasa da gerçekten ortada görünen bir kayıp olmadığı
açıktı. İlk Müslümanlar zaten İslâm’ı eski dinleri ile birleştirdiklerinden
günümüz İslâm’ından farklı bir din anlayışları vardı.
Peygamber Muhammed’in ölüm döşeğindeyken sonradan ikinci
halife olacak Hazreti Ömer’in “Muhammet sağlığında Kur’an ayetlerinden birini
kasten yanlış tefsir ettiğinden dolayı ölünce göklere/cennete çıkacak ve sonra
aramıza dönecektir!” iddiasını sürdürmesi ve bu yüzden öteki Müslümanlara kılıç
çekmesi yüzünden Muhammet ona “imamlık görevini” vermemiştir.
Peygamberin bitmeyen ısrarları yüzünden, Ebubekir’i
çağırırlar ve peygamber imamlığı ona verir.
Ebubekir imamet görevini aldıktan sonra kapı önünde
yukarıdaki olayı Müslümanların itirazlarına rağmen halka tekrar etmekte olan
Ömer’î kibarca susturduktan sonra İslâm’ın mantığını şu şekilde dile
getirmiştir;
“-Her kim peygambere tapıyor idiyse biliniz ki peygamber
Muhammed ölmüştür. Her kim ki Allah’a tapıyor idiyse Allah diridir, bakidir!”
|
Nur Mason Locası |
Bu ifadeyle “Ölen
Tanrı Kültüne” de son nokta konulmuş oluyordu. Ömer ve onun gibi olanlar
Kur’an’da belirtilen “Her ne kadar Müslüman olduk deseniz de henüz iman
kalplerinize yerleşmemiştir!”
ayetinde
kast edilenlerdendir.
Bütün dinlerde hırsızlık, zina, cinayet, haksız kazanç,
rüşvet, ırza geçme, dul ve yetimin hakkını yeme gibi kötülükler yasaklandığı
gibi Hint Can Dinine inanlar, Budistler, Hindular, Sabiler, Süryaniler, Yezidi
Kürtler, eski Mısırlılar arasında “namaz” ibadeti, hac, tavaf, teşbih çekme,
kurban kesme gibi ibadetler de yer almaktadır.
Harran ve Ürdün Sabileri olan Süryaniler, Irak Sabileri
Şubbalar günde yedi vakit ve Yezidi Kürtler arasında günde iki vakit namaz,
ezan, oruç, hac, tavaf, kurban gibi İslâm’ın temel inançları vardır. Bunlar
Allah’a da inanırlar. Sabiler 5.500 yıldır “Lailaheillallah” ve “Bismillah”
diyen insanlardır.
Ama Allah onların en büyük tanrılarıdır. Cennetteki /Göklerdeki
tanrılar arasında emir alan orta dereceli bir tanrıdır. Sabiler, Âdem’i,
Havva’yı yaratanın Allah’ın kızı Er Ruha yani “cennette Allah’ın huzurundan
taşlanarak kovulmuş dişi şeytanın” yarattığına ve Nil nehri vadisindeki
Avaris’e sürülmüş Âdem’in üçüncü oğlu Şit (İncil’de Seth=Set olarak geçer.)
soyundan geldiklerine inanırlar. Kutsal kitapları Pşitto, Cin Z e d Rabba adlı
kitaplarında böyle yazılıdır.
Harran ve Ürdün Sabilerinin kutsal saydığı, daha sonra
cehennemde tövbe ederek kendini bağışlattığına inandıkları “Allah’ın kızı ve huzurundan
kovulmuş dişi şeytan” olan Er Ruha’ya, Kureyş Mecusileri “El Uzza”, Yemen
Sabileri “Er Ruda, Kürt Yezidileri de
“Tavus” adını vermektedirler.
Peki, Kur’an’da bunu yeri var mı?
|
İsrail Nur Mason Locası |
Elbette vardır. Namaza başlandığında her duadan önce
çektiğimiz “Euzu besmele” nin “Euzubillahimineşşeytanirracim (Huzurdan
taşlanarak (racim=recim) kovulmuş şeytanın şerrinden sana sığınırım” ifadesi
tam bunu söylemektedir.
Bu dinlere inananlar bu yüzden tanrıları olan şeytanın adını
ve onu andıran “şeytan, kaytan, cin, ruh” gibi adların boşa söylenmesini
yasaklarlar.
Bu dinlerin ruhbanları okuryazarlığı yaptıkları cin/ruh
çağırma ayinlerine tapınaklarındaki heykellere veya ruhbanın bedenine ruhun
girmesiyle iletişim kurma yoluyla öğrendiklerini iddia ederler. Muhammed’in de
“ümmi=cahil” olması bu eski inanış yüzündendir. Güneydoğu Anadolu bölgemizde
cumhuriyet tarihi ve Osmanlı tarihi boyunca bölgede açılan okulları yakan,
öğretmenleri öldüren bu dinlerin mensuplarıdırlar.
Bunlar arasında, Allah’ın insan vücudunda ortaya çıkarak
insanlara bilgiler verdiğine ve öldüğüne gerek gördüğü bir zamanda tekrar başka
bedende görünerek kendilerine ya da uygun gördüğü bir millete yol gösterdiğine
inanırlar. İşte buna din bilimcileri “Ölen Tanrı Kültü” adını vermektedir.
Tevrat ise “Yahweh” ile ilk kez bâki (ölmeyen) her zaman
diri, yaşayan tanrı kültünü geliştirmişlerdir. Grek İncil’i bunu, “İsa’yı hem
Allah hem kutsal ruh hem de onun oğlu İsa “ şeklinde tanımlayarak putperstliğin
farklı bir yorumunu yani “Teslis=Üçleme” esasını getirmişse de putperest
olmaktan kurtulamamıştır.
M.Ö. 03’te doğduğu iddia edilen İsa’nın melek Cebrail
yoluyla hamile bırakılan tapınağa adanmış, adı da “Kutsal Hizmetçi” anlamına
gelen Meryem’den doğduğu yıl Gregoryen takvimine göre tarihin başlangıcı olarak
“0/Sıfır” yılı kabul edilir. “33” Otuz üç yıl yaşayıp öldüğü iddia edilen “Ölen
Tanrı İsa’nın” M.S. 30’da vefat ettiği kabul edilir.
İsa’yı vaftiz eden Hazreti Yahya’dan Hıristiyanlık dinini
öğrendiklerini yazan, Büyük İskender’den Roma ve Bizans çağlarına kadar geçen
zamanda “Grekleştirilmiş/ Yunanlılaştırılmış” Araplar olan Harran Sabileri ve
soylarının İncil kitabının adı da Grekçedir ve adı Pşitto’dur. Bunlar iki kez
sabah, öğle ve ikindi namazlarını kiliselerinde cemaatle takke giymeden
kılarlar, diğer akşam, yatsı ve Kur’an’da sadece peygamber Muhammed’e farz
olduğu geçen, akşam namazından altı saat sonra kıldıkları gece namazlarını
evlerinde kılmaktadırlar.
|
Amerika'daki Arap Nur Mason Locası |
Tevrat’ın, İncil’in, Kur’an’ın hatta eski Roma ve Bizans dinlerinin
de temeli olan Sabilik dini bunca benzerliğe rağmen İslâm ile ayrıdır. İslâm
Kur’an’da “İbrahim’in kitapları” olarak ta bilinen Sabilerin kitaplarından,
Musa’nın Tevrat’ı, Davut’un Zebur’u, İsa’nın İncil’ine kadar geçmişte
işgallere, büyük yenilgilere uğrayarak galip milletlerin dayatmalarıyla ya da
bölgesel farklılıkların getirdiği yorum çeşitlilikleri nedenleriyle, Arapların
dinlerinde yapmak zorunda kaldıkları değişiklikleri, bozulmuşlukları doğrultan
bir din olduğunu iddia eder.
Bu düzeltmeleri İslâm’ın temeli olan “İmanın Şartları”
olarak bilinen altı temel şartta görmekteyiz. Bu altı temel şart göz önüne
alınma-dığında bir Müslüman’ın kolayca Sabi, Yahudi, Hıristiyan, Budist ve
öteki dinlere geçmesi olasıdır. Çünkü dinler birbirlerine çok benzerler. İslâm’ı
İslam, Müslümanı Müslüman yapan bu temel ilkelerdir.
Peki, İslâm’da imanın altı temel şartı nedir? Müslüman bir
ülkede “her Müslümanın bilmek zorunda olduğu”
bu şartları kaç kişi biliyor?
|
İran Nur Mason Locası |
Ben yine yazayım;
Namaz sureleri arasında “Amentü” adıyla da bildiğimiz bu dua
bize bu şartları bildirmektedir;
“Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî vel
yevmilâhiri ve bil kaderi hayrihî ve şerrihî minellahi teâlâ vel-ba'sü
ba'delmevti hakkun eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu
ve resûlühü .”
Türkçesi;
"Allaha, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret
gününe, kaderin, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman ettim. Öldükten sonra
dirilmek haktır. Allah'tan başka tanrı olmadığına, Muhammed’in Allah'ın kulu ve
elçisi olduğuna şahitlik ederim".
1-
Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak,
2-
Meleklerine inanmak,
3-
Kitaplarına inanmak
4-
Peygamberlere inanmak
5-
Ahret gününe inanmak
6-
Kadere -İyilik (Hayır) ve kötülüğün (şerrin)
Allah’tan olduğuna inanmak,
1-Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak;
Beş şartın ilki olan “Allah’ın varlığına ve birliğine
inanmak” ilkesi, Sabilik’te “Allah’ın kızı dişi şeytan Er Ruha/ Er Ruda,
İncil’de “Allah’ın oğlu ve kendisi İsa”, Yezidilikte “Allah’ın kızı şeytan
Tavus” kavramları ile Allah’ın insan veya herhangi bir cisme geçerek insanların
arasında bulunmasını dışlamaktadır. Ayrıca Kur’an, Allah’ın/Rahman’ın doğmamış,
doğurulmamış, doğurmamış, her yerde ve her zaman hazır ve nazır (gözleyen,
gizliyi, açıkta yapılanı, geçmiş, şimdi ve gelecekteki olayların sırlarını
bilen, her zaman diri, bâki, ölmeyen, kimseden emir almayan, kâinatı ve
yeryüzünü yayıp döşeyen, göklerde ve yeryüzünde yaşamı yaratan ve düzenleyen
gibi sıfatlarını öne çıkartır.
2-Meleklerine inanmak;
Allah’ın kızı Er Ruha, Er Ruda, El Uzza, El Lat, Menat ve
öteki tanrıçalar Kur’an Necm Suresinde “Melek” olarak tanımlanmışlardır.
Böylece Allah/ Rahman dışındaki tüm tanrı ve tanrıçalar “Melek” olarak
anılacaklardır. Grek İncil’ine inanan Hıristiyanların İsa’yı Allah’ın oğlu ve
kendisi saymalarına karşın İsa’nın peygamber olduğu geçmektedir. Tevrat’ta
Yahudilerin Üzeyir’i “Allah’ın oğlu” olarak tanımladıkları ve onun da özünde
peygamber olduğu vurgulanmaktadır. Gerçekte ise ben Tevrat’ın hiçbir ayetinde
bu ifadeye rastlamadığımı belirteyim.
3-Kitaplarına inanmak;
Kur’an ve ondan önceki Tevrat, Zebur, İncil ve hatta
İbrahim’e verilen kitaplara inanmayı ve onların okunmalarını emreder. Bu da
İslâm’ın ilk inen suresi olan bu gün “96’ncı” sırada yer alan “Alak Suresi
(Sülük/Yapışan/Meni)” ilk ayetinin (cümlesi) “İkra=Oku” ile başlamasının boşuna
olmadığını, önceden Sabi ve Mecusi olduklarından “okuryazarlıktan korkan, uzak”
olan Hicaz Araplarından “ümmiliğin kaldırıldığının”, kitap okuyan Yahudi ve
Hıristiyanları gibi “Kitap Ehli” olduklarını öne çıkartan ilkesidir.
Yani bir Müslüman sayılan kitapları okuduğunda eski dinde
olduğu gibi günah değil aksine sevap işleyecektir. Okuryazarlık, bilim böylece
İslâm’da “İbadetin önüne” geçmiştir.
4- Peygamberler inanmak.
Kur’an öncesi belirtilen din
kitaplarında geçen peygamberlere inanmak tır. Ancak, Kur’an’da gelmiş geçmiş
peygamberlerin sayılarının 628.000 olarak belirtilmesine rağmen Kur’an’da
adları geçen peygamberlerin dışında bazı peygamberleri Müslümanlar kabul
etmemektedirler.
5-Ahret gününe inanmak;
Önceki dinlerde Kur’an’da belirtildiği gibi bir cennet ve
cehennem kavramı yoktur. Tevrat’ta ise cennet sadece Yahudilere vaat edilen
Akdeniz kıyısından Dicle-Fırat nehrine ve Ürdün’den Amanos dağlarına kadar olan
bölgedir. Cehennem ise Sabilerin vaftiz oldukları Ürdün/Şeria nehri
vadilerinden birisinin adıdır. Adı da “Cehonnem” olarak söylenir.
Ayrıca ölüm sonrası cennet ve cehennem ile ifade edilen
“Ahret Yaşamı” eski Sümer, Hint, Mısır
köklerinden yola çıkılarak daha da açıklamalı olarak tanımlanmıştır. Mısır
dinlerinde olduğu gibi herkesin diriltileceği ve huzurda adaletle yargılanacağı
bir “Din Günü” kavramı, bu din günü ile uyarmak, korkutmak zaten İslâm’ın geliş
sebebidir.
Eski Mısır’da da Kur’an’da geçtiği gibi günlerin sonunun
olduğu, yeryüzünde tüm canlıların ölmesinden sonra bütün ölmüşlerin yaratılarak
tanrının huzurunda işlediklerinden dolayı,
bütün tanrılardan önce var olduğuna inandıkları ana tanrıça Maat’ın
salonunda Ay Tanrısı Lah’ın “adil yargıçlığında” yargılanacakları inancı
vardır.
Günümüzden 5.500 yıl kadar önce yaşamış bir firavunun
mezarından çıkan ve “Ani Papirüsleri” olarak ta bilinen bu belegelerden birisi
olan meşhur “Mısır’ın Ölüler Kitabı” içinde, kıyamette diriltildiğinde Maat
salonuna yargılanmak için girecek olanın okuyacağı, taş devrinde yazılmış bu
dua günümüzde bile insana ibret vermektedir ve dinlerin “ibadet” değil “adalet
esaslı” olduklarını kanıtlamaktadır.
MISIRIN
ÖLÜLER KİTABINDAN KIYAMETTE ALLAH’IN HUZURUNA, YARGILAMA SALONUNA GİRMEDEN ÖNCE
OKUNACAK DUA!
“”Ey
büyük tanrı, Sana bağlılık yemini ederim ki, Maati’nin Rabbi (Hesap Yeri’nin
Sahibi), size sadık biri olarak size geldim, Ey Rabbim(Sahibim, öğretmenim).
Un- Nefer (İlk toprak-yeryüzünün Arş-ı
Alanın yaratılışı öncesi) öncesi günlerdeki günahkârları gözleyen kanları ile
beslenen tahmini sıfatlarınızla sizi biliyorum ve Maat’ın salonunda bulunan kırk ikinizin de adlarınızı biliyorum.
İşte size geldim ve size (gerçeği,
dürüstlüğü ) Maat’ı getirdim.
Senden önce kötüyü yok ettim.
İnsanlara karşı günah işlemedim. Aile
halkıma, akrabalarıma karşı baskı yapmadım.
Gerçeğin olduğu yerde yanlış yapmadım.
Değersiz insanları tanımadım.
Kötü amel işlemedim.
İyi olan mazlumu dolandırmadım.
Tanrıların iğrendiği şeyleri yapmadım.
Sahibine iftira eden köle olmadım.
Acıya neden olmadım.
Kimsenin aç kalmasına izin vermedim.
Kimseyi ağlatmadım.
Cinayet işlemedim.
Benim için kimseyi suç işlemeye teşvik
etmedim.
Hiç kimseye acı vermedim.
Tapınaklardaki sunuları hileyle almadım,
onlardan kazanç sağlamadım.
Hiç kimseyi incitmedim.
Tanrılara sunulan çörekleri yürütmedim.
Ruhlara (ölülerin
gibi) sunulan adakları çalmadım.
Zina işlemedim.
Şehrimin tanrısının
kutsal yerinde kendimi kirletmedim ( Tapınağa cenabet girmedim). Ölçüyü
(tartıyı) azaltmadım.
Arazi ölçüsünü ne
arttırdım ne de eksilttim, tam tuttum.
Başkasının arazisine
tecavüz etmedim.
Terazinin ölçüsünü
(tartıyı) arttırmadım.
Terazinin ölçüsünü
yanlış okumadım (söylemedim). Çocukların ağzından sütlerini almadım.
Sürüleri otlaklarından
çıkarmadım.
Tanrıların kuşlarına
(kutsal kuşlar) kapan kurmadım.
Bir balığı bir başka balık kullanarak
yakalamadım.
Akması gereken suyu
kesmedim. Suyolunun engelini kesmedim.(Tarlasını sulayanın suyunu kesmedim,
çalmadım veya engellemedim.).
Yanan ateşi
söndürmedim.
Seçilmiş et
adaklarının zamanını değiştirmedim.
Adak sürülerini kasten
yolundan çevirmedim.
Tanrı misafirlerini
geri çevirmedim, kovmadım.
Temizim, temizim,
temizim…”
The Book Of The Dead (Mısır’ın Ölüler Kitabı “Diriler
içindir”) ndan Türkçeye çeviren
Alaeddin YAVUZ
Emekli Tercüman Polis Memuru
6-Kadere -İyilik (Hayır) ve kötülüğün (şerrin) Allah’tan
olduğuna inanmak;
İnsanın yaşamı boyunca kendisinin ve yakınlarının başlarına
gelenlerin Allah’ın takdiri doğrultusunda olduklarını ve “kader” olarak kabul
edilmesi gerektiği inancına dayanır. Bence bu İslâm’ın “devrimci mantığına”
ters bir konudur. Başımıza gelen her türlü iyiliği ve kötülüğü Allah
belirliyorsa, aklın, mantığın, ilim tahsil etmenin, okumanın da bir gereği
yoktur.
“Ben ne yaparsam yapayım, ne kadar okursam okuyayım benim
kendime koyduğum hedefleri gerçekleştirmem eğer Allah’ın takdiri ile
gerçekleşmeyecekse niye okuyayım?” Diye düşünüldüğünde kadere imanın okumakla
kazanılacak yeteneklerin geçersizliğini kabul etmeye sevk etmektedir.
Kadere iman ancak beklenmedik doğa olayları, ölümler, salgın
veya olağan hastalıklar ile gelen felaketler ve başarısızlıklar konusunda kabul
edilebilir. Bunun dışında insanların okumaları, beyinlerini geliştirmeleri
gerekir. Kader yaşamın her alanında kabul edilemez. Edilirse her kes “Kaderim
böyleymiş!” deyip yatmayı tercih edebilir.
Görüldüğü gibi “İmanın Şartları” içinde “İbadet” yer
almamaktadır. Neye inandığı, neyi kutsal sayıp neyi saymadığı belli olmayan bir
insanın dini inancı da belli değildir. İşte “İmanın Şartları” ile Müslümanın
imanı tanımlanmıştır.
İbadetler olan Namaz, hac, kurban, zekât, fitre gibi bedeni
ve mali ibadetler ise ayrıca “İslâm’ın şartlarında belirlenmiştir ki o
sıralamada bile “namaz ibadeti” ancak “ikinci sırada” yer almaktadır.
Okuyalım;
İslâm’ın Şartları;
1-Kelime-i şehadet getirmek
2- Namaz kılmak
3-Zekât vermek,
4- Oruç tutmak
5- Hacca gitmek
Birinci şart olan “Kelime-i Şehadet” yani “Şahitlik cümlesi” bile bedeni ve mali ibadetlerden
önce gelmektedir.
Okuyalım;
“Eşhedü en La ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden
abdühu veresuluhu= Allah’tan başka tanrı olmadığına tanıklık ederim ve Muhammed’in
onun elçisi olduğuna da tanıklık ederim!”
Oysa günümüzün “Ilımlı İslâmcısı Fethullah Gülen Sabilerin
5.500 yıldır yaptığı “Eşhedü enla ilahe illallah= Allah’tan başka tanrı
olmadığına şahitlik ederim!” ifadesini, diğer kısmının “Yahudi ve Hıristiyanları kızdırdığı
gerekçesiyle söylememeyi şart koşmaktadır. Bu da yavaş yavaş
Hıristiyanlaştırılmakta, Hıristiyan ve Yahudileri egemenliklerine boyun eğmeye
alıştırılmakta olduğunuzu görünüz.
Bedeni ve mali ibadetler olan Namaz, oruç, zekât, fitre, hac,
kurban bunlar İslâm öncesi binlerce yıldır zaten var olan ibadetlerdir. Tevrat
Levililer bölümünde namaz hariç genişçe yer almaktadır.
Görüldüğü gibi İslâm, Müslüman’ın temel akidelerini
belirtirken ilk önce “Tevhid’i Allah’ın birliğini, tekliğini, vahdetini”
tanımayı, ikinci olarak kitapları okumayı ve okuryazarlığı, aklı, düşünmeyi,
bilimi, üçüncü olarak herkesin ölüm sonrası diriltilerek yeryüzü yaşamında
işlediklerinden yargılanacağı, yaptıklarının karşılığı olarak mutlu cennete
yaşamı ile işkence dolu cehennem yaşamına inanmayı, eskiden tanrı olarak
bilinen kutsal varlıkların melek olduklarını kabul etmeyi “Namaz’dan” önce yani
ibadetlerden önceki sıraya oturtmuştur.
“Namaz dinin direğidir!” diyenler, halkı cahilleştiren,
okumaktan, bilimden, sorgulamaktan kopartan, eski Sabi, Süryani, Hıristiyan,
Mecusi, Zerdüştlük gibi “ümmiliği/cahilliği” kutsal sayan dinlerin ruhbanları
olup “Müslüman ve Türk görünen Haçlı işbirlikçileri olan devşirilmiş Grek/Yunan
soylarıdır. Bu konuyu yıllardır yazdığım gibi benden başka da savunmayı
sürdüren Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz gibi din adamlarıdır.
Bu konu ayrıca geçen Cuma günü Yaşar Nuri Öztürk’ün de
haftada bir katıldığı Televizyon programında dile getirdiği bir konudur.
Dinlerde ibadet değil “adalet” esastır. Bu gün Hindistan’da
altı yüz milyon kadar Hindu olmasına rağmen bir tek Hindu tapınağı vardır.
Yahudiler Cumartesi günü, Grek İncil’i Hıristiyanları Pazar günü ve kutsal dini
günleri ile evlilik törenlerinde tapınaklarına girerken Müslümanlar günde beş
vakit camilerine girmektedirler. Müslümanlar dışındaki dindarlar bu gün
yeryüzünün idaresini ellerinde tutarlarken Müslümanlar bir buçuk milyarlık en
geniş sömürge toplumları olmuşlardır.
İbadet etmeyin demiyoruz. Ancak, ibadeti, okumanın, aklın,
bilimin önüne koyanlar sayesinde Müslümanlar bu hale düşmüşlerdir. İbadet
hiçbir insanın dindarlığının ispatı değildir. AKP iktidara geldiğinde
yaptırdığı bir filimde “Karadeniz bölgesinden bir Rum’un camide imamlık edip
evde istavroz çıkarttığını işlemiştir. AKP bu konuyu “ihanet, takiye, döneklik”
olarak değil de “dini baskı” olarak işlemiştir. Çünkü haçlılarla 1300 yıldır
ittifak yapan Sabiler, Süryaniler ve bozuk Yahudi tarikatları ile 1000 yıldır
ittifak yapan Yezidi Kürtlerden ibaret AKPKK ittifakı Müslüman değil, aynen
filimdeki sahte imamın yaptığını yapan Süryani, Yezidi, Tevrat’ın doğrularından
sapmış sapık Yahudiler olan Şemsiler ile Yakubi Yahudilerin iktidarıdır.
Bunların ortak kıyafetleri çarşaf-peçe ve türbandır. Bunlar
okuryazarlıktan, içkiden korkarlar. Namaz kılan Şemsi, Yakubi gibi Yahudi
tarikatları namazlarında sallanırlar. Muhammed bunları yasaklamıştır. (Müminun
Suresi tefisri
E.Hamdi Yazır). Ama
kölecilikten, kız evlatlarını satmaktan, kendileri kullanmaktan, kendilerini
gizleyerek sinsi yaşamaktan, hırsızlıktan, rüşvetten, yalandan uzak duramazlar.
Çünkü bu pis işler onların kitaplarında “şeytanın işleri” olduğundan kutsaldır
ve “zekânın işareti” saymaktadırlar.
Dün yaptıkları gibi bu gün de devleti “Dar-ül Harp” yani
“Harp Alanı” ilan eden bu takiyeci (Müslümanmış gibi yapan), yalancı, hırsız
tayfası Müslüman dünyasını haçlıların kölesi etmektedirler.
Dün, Van, Bitlis medreselerinden İngiliz rahip ajanı Mr.
Robert Frew’un ve Mason Muhammed Efgani’nin elinden çıkma saçmalıkları “İslâm”
diye halka dayatan Said-i Kürdi Deliüzzaman, bu gün de Amerika’da Pensilvanya
eyaletinde “600- altı yüz” dönümlük malikâneden halkımıza dayatılan
Süryani/Sabi Mason İslâm’ını dayatan, Sabi, Süryani Budist rahipleri gibi
“bekârlık” çeken ortaokul diplomasını bile parayla almış C.I.A ajanları olan
Fethullah Gülen gibi sahte Müslümanları ve onların ardında utanmadan saf tutup
ta “Müslüman” geçinenleri ayırt etmedikçe “Şeytanın Köleleri” olmaya devam
edeceksiniz!
İmanın şartlarını unutturup İslam’ın ikinci şartı ile
sizleri köleleştirenlere karşı uyanık olmanız, dininiz, vatanınız ve
özgürlüğünüz bakımından menfaatiniz icabıdır!
Müslümanlar son üç yüz yıl içinde haçlı işbirlikçileri olan
takiye yapan sahte din adamları ve dindarlarca o kadar yozlaştırılıp yobazlaştırıldılar
ki, dinlerinin aslını bile dinsiz vatandaşlardan öğrenecek kadar aşağı oldular.
|
İşte yeryüzünün ezilen halklarının gerçek düşmanları! İslam'ı ge her milletin dinini, geleneklerini çarpıtanlar, köleleştirenler bunlardır!
|
İşte bu yüzden İsra Suresi 16. Ayetin hükümlerinin zamanının
geldiği zamandır diye altı yıl önce ilk uyarıyı yaptığımdan, bunun ertesi günü
mecliste Irak olayları nedeniyle konuşulduğundan bu yana Müslümanlara
dinlerinin özünü hatırlatmaya gayret ediyorum. Bunda da başarılı olduğumu görüyorum.
Dini akidelerini bilmeyen bir topluma adalet, hukuk
kavramlarını öğretmek olanaksızdır. Bu yüzden önce dini hukuk çarpıtılmadan
Müslümanlara öğretildikten sonra asri/çağdaş hukuku, adaleti öğretme aşamasına
geçilecektir. Adaletin egemen olduğu bir ülke, dünya ancak bu yolla
kurulabilecektir.
Soyları Sabi, Süryani Yezidi Kürtlere, Ermenilere
dayanan ama "antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı, Atatürk'çü" siyaset
güdenler de vardırlar ve bunlar bu hareketin de lokomotifleridirler.
Bu yazılarda kast edilenler, bu dinlerden olup ta
haçlı emperyalistlerle işbirliği içinde olan bu dinlerin köktendincileri
ile onlara karışmış şaşkın, çıkarcı, bencil Türk, Müslüman, Yahudi,
Kürt ve Araplar ve sayamadığım hainlerdir.
Takdir okuyanındır.
İŞTE SAHTE MÜSLÜMANLAR BAŞIMIZDAKİLERDİR.
3.300 YILLIK TEVRAT'IN, 2000 YILLIK İNCİL'İN, 1400 YILLIK KURAN'IN YASAKLADIĞI BABA-KIZ EVLİLİĞİNİ-CİNSELLİĞİNİ ONAYLAMAKTADIRLAR;
"Diyanet İşleri Başkanlığı, internet üzerinden yöneltilen, "Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşür mü?" sorusuna, "Babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur" ve "Babanın kızını kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duyması, bu tür bir haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir" ifadelerinin yer aldığı skandal bir yanıt veridi."Haberin yayınlandığı ilk haberde geçen açıklama metni şöyle;“ Akıl almaz ifadeler
İşte o, “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşür mü?” sorusuna verilen kapsamlı cevap:
“Babanın kendi öz kızını öperken şehvet duyması durumunda nikâhın ne olacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı mezheplere göre, babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur (bkz. İbn Rüşd, Bidayetü’l-Mücdehid, Mısır 1975, II, 33; İbn Kudame, el-Muğni, VII, 486; İbn Cüzey, el- Kavaninü’l Fıkhiyye, 138). Hanefilere göre ise; babanın, kızını şehvetle öpmesi, kızına şehvetle sarılması durumunda kızın annesi bu babaya haram olur. Ancak bu tür sonuç doğuracak tutmanın, teni tenine değerek olması ya da altının sıcaklığını iletecek kadar ince bir örtüden olması gerekir. Kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duymak, bu tür bir haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir. Şehvet duymanın işareti, erkeğin organında bir uyanma, uyanıksa uyanışının artması, kadının da kalbinin heyecanla çarpmasıdır.”Öğleden sonradan itibaren paylaşılmaya başlanılan bu haberin doğruluğunu test etmeye karar verdiğimde arkadaşlar aşağıdaki linki paylaştılar.
Bunlar nasıl insanlar artık takdirlerinize bırakıyorum.
Bu adamlara kim nasıl Müslüman diye itimat edip oy verdiyse, demek ki bu sapıklıkları onaylayan sapıktır, sapıklardır.
Alaeddin YavuzHaberin linki için tıkla;
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/...Diğer ilk haber metni;
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/...