Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardione geçenlerde tuttu AKP hükumetini eleştiren bir dizi sözler sarf etti.
Bunlar arasında, yüksek rütbeli askerinden üniversite profesörüne, gazetecisinden milletvekiline, polisinden astsubayına kadar Silivri’de tutuklu bulananların yargılamalarının hukuka, insan haklarına aykırı olması konusu en çok göze batanıydı.
Hükümetin Van Yezidi Kürt’ü Hüseyin Çelik’inden Bekir Bozdağ’ına ve nicelerine uzanan bir “AKP saldırısı ile karşı karşıya kaldı. Büyükelçinin NATO görevinde birlikte çalıştığı bazı Silivri mahkûmlarına geçmişteki arkadaşlıklarının hatırına destek vermek için bu açıklamayı yaptığı bile yandaş medya sözcülerince öne sürüldü.
Sonunda Dış İşleri bakanlığına çağrıldı ve sözde ikaz edildi. MHP’li Vural’ın açıklamasına göre ise bu davet bir hafta önceden planlanmış bir davetti ve büyükelçinin yaptığı çıkışa tepki olması açısından bir anlamı yoktu.
Herkes şunu iyi bilmelidir ki büyükelçi, ülkemizde kendi ülkesinin temsilcisidir. O ülke adına her türlü anlaşma, görüşme yapmaya, açıklamalarda bulunmaya yetkili en yüksek dereceli memurdur ve kendi karnının şişine veya duygularına bağlı olarak ağzından çıkaracağı bir tek kelime onun görevinin sonu olur. Bu yüzden hakkındaki eleştiriler kısmının hiçbir kıymeti yoktur. AKP hükumeti ABD büyükelçisine ABD’nin izni olmadıkça ağzını bile açamaz.
Oynanan AKP’yi “Kasımpaşalı delikanlı” gösterirken, ABD’yi de “vatanseverleri sömürge mahkemelerine yargılatarak ölümüne tahliye eden” zalim, vahşi emperyalist imajından kurtarmak için başlatılmış, senaryosu yeni yazılmış bir tiyatrodur.
Bu tiyatronun neme nem bir şey olduğunu anlamak isteyenler batı emperyalizminin nasıl işlediğini öğrenmek, hafıza tazelemek için aşağıdakileri okumalıdır.
Dünyanın en güçlü ordusuna sahip olabilir, yeryüzündeki bütün ülkeleri işgal etmiş, şehirleri yağmalayıp yakıp yıkmış, halklarını soyup soğana çevirmiş, insanlarını köleleştirmiş olabilirsiniz.
Ama o ülkelerden size sadık işbirlikçi köleler bulup o devletlerin başlarına atanmış memurlar olarak getirmedikçe uzun süre sömüremezsiniz.
Ayrıca belirli dönemlerde gözdağı vermek için askeri müdahaleler, darbeler, iç karışıklıklar yaptırarak yasal olmayan uygulamalarla size karşı olan muhalifleri alt etmedikçe iktidarınız güvence altında değildir.
15’nci yüzyılda keşifler çağı ile başlayan batılı Hıristiyan devletlerin yeryüzüne hâkim olmalarından bu yana geçen yaklaşık beş yüz yılda batılı devletler bu konuda gelmiş geçmiş imparatorlukların tecrübelerini aşan deneyimlere sahip oldular.
1914-1918 ile 1939-1946 yılları arasında çıkarttıkları iki dünya savaşı ile de “değişmez güç” haline geldiler. Yeryüzü güç dengesini İncil Kıyamet Ayetlerine göre düzenlediler. Her ne kadar “rakip” gibi görünseler de hepsi aynı zamanda Birleşmiş Milletler Örgütünün değişmez beş üyesidirler. Bunlar ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’den ibarettir.
09 Eylül 2001 “İkiz Kuleler Tezgâhı” ile “İslâm Cihadı” ile karşı karşıya kalmış Amerika imajı yaratmayı başaran ABD zamanın devlet başkanı Yavru G.W. Bush’un ağzından hemen bir “Crusade=Haçlı Seferi” başlattığını ilan edivermişti.
İlân edilen Haçlı Seferinin en büyük ortağı ise Avrupa Birliği Ülkelerinin lokomotifleri olan İngiltere, Almanya, Hollanda, Fransa, İspanya, İtalya yer almaktaydı.
Şeyh Halid Bin Abdullah el Halife |
Özünde, Allah’a inanan, yedi vakit Namaz kılan Sabi, Aziz Yahya Hıristiyanları (Cizvitler) olarak bilinen Süryaniler olan Nurcu-Fetullah’çı AKP iktidarı 1950’lerden beri bilinen “İslâm dünyasına sahip çıkma geleneğini” 2001’de Afganistan işgali ile başlayan bu haçlı seferleriyle işgal edilen Irak, Libya, Sudan, Tunus, Cezayir gibi ülkelerin Müslümanlarına karşı destek olmayı bırakın çaktırmadan üstlerine asker dahi göndermiştir.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın Kur’an tefsirinde (Bakara, Hac, Maide Sureleri) Sabileri anlatırken özellikle “putperest olmalarına rağmen” kiliselerinde günde yedi vakit namaz kılan, oruç, hac gibi sair İslam-i ibadetlerin tümünü uygulayan Mardin-Urfa Sabileri/Süryanilerinin Müslümanlardan ayırt edilmelerinin olanaksız olduğunu yazmaktadır.
Vatikan, Avrupa, İngiltere ve Rus Çarlığından aldıkları desteklerle çıkarttıkları isyanlarıyla Osmanlı’nın çöküşünde büyük hizmetleri olan Sabi/Süryaniler ile işbirlikçileri Yezidi Kürtler, Vehhabiler, Efganiler, İran’da Bahailer, Hindistan’da Ahmed-i Kadıyanilerdir.
Selefiler Haçlı yandaşıdırlar.Yahudiler gibi sakal bırakırlar |
İkinci dünya savaşından sonra da dünyanın yeni patronu olan Amerika Birleşik Devletleri de İngilizlerin bu siyasetlerini sürdürmüştür.
Amerika’nın “Cumhuriyetler Çağı” adını verdiği bu yeni İslâm-i Cumhuriyetlerin hepsi bu Süryani, Yezidi, Derezi, İsmaili, Vehhabi, Bahai, Kadıyani, Nurculardan seçilmiş ruhban, kabile reisi olan kişilerin diktatörlükleri haline getirilmişti.
21’nci yüzyılın yenidünya düzeni ilkelerine göre eskimiş olan bu işbirlikçiler, ülkemizdeki Nurcu-Fetullah’çı kadroların yani Müslüman görünümlü, Sabilerin/Süryanilerin ve Yezidi Kürtlerin değişmez kutsalları olan içki düşmanlığı, cübbe-sarık, çarşaf-peçe düşkünü Süryani ve Yezidi zihniyetine göre yeni işbirlikçileri bu ülkelerin başına getirmeye başladı.
Ortadoğu ve Afrika ülkeleri “Allah Allah” diyen ama birbirini yiyenlerle doldu. Bazı Araplar bu işi uyandılarsa da birçok Müslümanı buna inandırmak olanak dışıdır.
Ama olan oldu ve ABD ve batılı ülkeler öyle prestij kaybına uğradılar ki, ilk çatlak Libya işgali sırasında Almanya’dan geldi. Başbakan Angela Merkel;
-“Biz iki dünya savaşı çıkarttık, bundan kusur kalalım!” Derken ülkemizde iktidarı muhalefeti Libya’ya deniz kuvvetlerimizin yardımcı olarak gitmesine hep beraber onay veriyorlardı.
1911'de işgal edilip, Libya, Tunus, Cezayir Osmanlı’dan koparıldıkları 1912 Uşi Anlaşmasının ardından geçen tam yüz yıl sonra yeniden Haçlı Batılılarca yeniden şekil verilmek üzere işgale uğramışlardı. O zaman da Osmanlının sünnetli Yezidi, Süryani, Yahudi şeyhülislamlarının ve onlardan oluşan sadrazamların savaş kararlarını verip gereksiz savaşlarla devleti çökerten işbirlikçileri gene bu kadroydu.
Başta Türkiye Cumhuriyetinin halkı olmak üzere Türk ve Müslüman dünyasını haçlılara pazarlayan bu ganimetçi, işbirlikçi tayfanın Müslümanlıklarını tartışmaya kimsenin cesaret edememeleri gerçekten utanç vericidir. Topunun üzerlerine ölü toprağı serpilmişçesine bir duyarsızlık hâkimdir.
Haçlı seferine ilk tepkiler Müslüman dünyasından İran’dan gelmiş, bu yola Pakistan katılsa da insansız uçaklarla, terör saldırılarıyla, suikast ve sabotajlarla Haçlı tarafına çekilmektedir. Libya işgalinin 50 yıllık Haçlı işbirlikçisi Kaddafi’nin katliyle sona ermesinin ardından askeri operasyon timleri Lübnan, Ürdün, Türkiye, Irak üzerinden Suriye’ye sokulmaya başlandı.
Kaddafi’nin El Kaide örgütüne yer verdiği için kendisini sırtını sağlama almış gördüğü anda yediği bu darbeye sessiz kalınmasının ardında kendi kişilik bozukluğu ve yaşlılığının yanında ikiyüzlü siyasetlerinin de etkisi olduğu Suriye’nin desteklenmesi olayında anlaşıldı.
Fransa’nın kolonisi iken, 1946 sonrası Cumhuriyetler Çağı operasyonuyla sözde bağımsız olan Suriye’nin diktatörü olan Esad ailesinden bürokrasisine kadar her şeyi Cezayir, Tunus’ta olduğu gibi Fransa tarafından düzenlenmişti.
Buna rağmen saltanatını Haçlılara teslim etmek istemeyen ve direnen diktatörü Hafız Esad’ın oğlu Beşar Esad arkasında Rusya, Çin, İran üçlüsünün desteğini bulmuştu. Buna Türkiye ve öteki Müslüman ülkelerden geniş bir kamuoyu yanında sıranın kendisine geleceğinden korkan Arap kralları da el altından desteği arttırmışlardı.
Girdiği Irak’ta sekiz milyon savaş mağduru, milyonlarca ırzına geçilmiş kadın-erkek, çocuk, malları, mülkleri, bankaları, milli kaynakları ve hazineleri yağmalanmış ve bir anda sıfırın altına düşmüş Irak halkının düştüğü korkunç durum diğer ülkelerde de tekrarlanınca tepkiler de artmıştı.
El Kaide işbirlikçi örgütü ile yaratılan çakma cihad yerini halka dayalı gizli bir cihad eylemine terk etmişti.
Amerika artık, saltanatları kaldıran, halklara özgürlük getiren, demokrasi havarisi değil de “kazanılmış özgürlükleri elden alan”, işgalci, emperyalist, vahşi kapitalist, yağmacı, dinleri kendi isteğine göre değiştiren zalim bir kişiliğe bürünmüştü.
Her ne kadar İncil’in Vahiyler bölümünde geçen kıyamet ayetlerine göre, kıyamet koptuktan sonra İsa’nın geleceği ve seçilmiş 144.000 Yahudi’ye “Denizleri Olmayan Yusyuvarlak Bir Dünya” vereceği ayetine dayanarak İsa’nın gelişini hızlandırmak için bir üçüncü dünya savaşına zemin hazırlayan Evancelist sapık Hıristiyanlar da bu haçlı seferinin bir parçası olsalar da emperyalizmin bunların dışında hesapları yaptığını ABD büyükelçisi Ricciardione’nin son çıkışlarında da anlamış olduk.
İlkeleri 12 Eylül 1980 askeri cuntası ve onun hükumeti olan ANAP hükumetince belirlenmiş, ANAP’ın devamı olan AKP hükumetinin işbirlikçisi, eş başkanı olduğu Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika sömürü projesinin de uzun vadeli bir sömürge projesi olduğu kanaati bu çıkışla ve ardından büyükelçiye verilen ABD desteğiyle belirginleşmiştir.
Yedi yıldır yazdığım gibi, PKK terör örgütü bizzat bir NATO projesidir. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından kurulan Amerika yanlısı Cunta ce onun hükumeti olan ANAP tarafından kurulup desteklenmiştir. Ardından gelen bütün siyasi iktidarlar da buna hizmet etmişlerdir.
Kürt Milliyetçiliğini öne çıkaran, solcu görünümlü, Nasyonal Sosyalist (Faşist) kimliğe sahip hatta Zerdüştlük, Yezidilik/ Ezdilik ve Süryaniliği esas alan dini aşılamaları da içinde barındıran PKK aslında kurucusunun da bir Urfa’lı Süryani’dir. (Abdullah Sabi/Süryani adıdır. Peygamber Muhammed’in babası da İslamiyet gelmediği için Müslüman değildi ama adı Abdullah (Allah’ın Kölesi) Kâbe’nin adı da Beytullah’tı (Allah’ın Evi) ) olduğundan Abdullah’ın Müslümanlık öncesi Arap adı olduğu ortadadır. Abdullah Öcalan’ın soyadı olan “Öcalan” ise hem Sabilerin tanrısı Allah’ın kızı Ruha/Roha/Ruh’un hem de Yahudi Tevrat’ının tanrısı Yahve’nin hem Yezidilerin tanrıçası Şeytan/Tavus’un hem de Müslümanların tanrısı Allah’ın (Kur’an Hac Süresinde “Allah Öcalıcıdır!” Ayeti) sıfatlarından birisidir.
Abdullah Öcalan adı kesinlikle Müslüman adı değildir. Bunu gördük.
Öcalan’ın başlattığı hareket bir Kürt hareketi değil aksine Süryani devleti kurma hareketidir. Kuzey doğu Anadolu, Kafkasya ve kuzey İran Süryanileri olan Hıristiyan Gregoryenlerin adı da Arman/Erman/ Ermen (Bağış, Armağan) yani Ermeni’dir. Bunlar Hazreti Yahya’nın değil İsa’nın Havarisi Pavlus’(Erm-Bogos/Trk-Küçük demektir) un Hıristiyan ettiği Süryanilerdir. Ama hiçbir Pavlus’çu ile anlaştıkları görülmemiştir.
Hatay Amanos dağlarından Irak Süleymaniye’ye oradan da Kafkaslara uzanan dağlık bölge, yaklaşık dört bin yıldır Asurlular tarafından dağlara sürülmüş Süryanilerin yurtlarıdır. Bu dağlık bölgeler Suriye, Irak, İran, Türkiye ve Kafkasya ülkelerine aittirler.
Bu ülkeleri telaşlandırmamak, herkesi sırası gelmeden önce uyandırmamak için ABD ve koalisyon güçleri çok sinsi siyasetler yürütmektedirler. Türkiye, projenin kazandıracağı çıkarların hesabını yaptığından bölünmeye veya federasyonlara çoktan razı olmuştur.
Amerika devletin bölünmesine neden olacak “Kürt Açılımı- PKK’nın Silahsızlandırılması” aşamasının sancısız geçmesi için sürekli gündem değiştirmektedir.
Proje uygulamasının ilk aşaması PKK ile Kuzey Irak’ta bir Kürdistan kurdurmaktı. Bu başarıldı.
Suriye aşamasında, gözden düşen AKP’nin güçlendirilmesi için terör örgütü Türkiye ile anlaşmış gösterilecektir. Diğer yandan terör örgütü Suriye’ye gönderilecek ve ÖSO yanında Esad’a karşı savaşa sokulacaktır. Bu arada şu ana kadar oluşturulmuş olan Mardin-Antakya arasında “Tur Abdin (Köle Dağları) olarak da bilinen Süryani yerleşim bölgesini Kuzey Irak ‘a bağlayacaktır. Böylece Kuzey Irak Kürdistan’ına bir “denize çıkış kapısı” sağlanmış oldu.
Esad’ın devrilmesi de başarılırsa sıra İran’a gelecek o da başarılırsa Ermenistan ve Gürcistan ile birlikte Azerbaycan ve öteki Kafkas ülkelerinde görevini sürdürecektir. Türkiye de bunlara koruyuculuk=Jandarmalık yapacaktır.
Elbette Rusya müsaade ederse?
Yani PKK’nın anlaşması, silah bırakması henüz söz konusu değildir. Turgut Özal’ın “bir koyup üç alacağız” dediği proje budur. Tamamlanmasına daha çok süre vardır.
“Dört bir yandan koparılmış topraklar” üzerine kurulacağı vaat edilen “Kürdistan” ülkesi değil, Süryanilerin yeni devletleri olacağı gibi, adları geçen ülkelerin idarecileri de gene Süryaniler olmaya devam edeceklerdir. Kürtlük de benim çıkarımlarıma göre asırlardır dağlarda “Arami” iken “Harami” ye çıkmış adlarını örtmek için Süryani Haramilerin kendilerini maskelemek uydurdukları bir addan başka şey değildir.
Proje bu amaçlar üzerinde yürürken gelişen Amerikan karşıtlığını düşürmek ve olası başarısızlık halinde de topu işbirlikçi hükumetin “her şeye bodoslama dalarak mahvetmesine” bağlayan kurnaz bir ABD-AKP kayıkçı kavgasına tanık oluyoruz.
Bu tiyatrolar henüz “AKP’nin devre dışı bırakılacağı” anlamına gelmemektedir.
Her ne kadar büyükelçi Riçi’nin “Silivri Tiyatrosu Oyuncuları” ile geçmişte NATO’ya dayalı “kader birlikleri” olduğu yandaş medyada işlense de bu sadece büyükelçi Riçi’nin vefa borcunu göstermesi değil, Amerika devletini sempatik gösterme senaryosudur.
Amerika sempati toplarken AKP devleti hızla tasfiye etmektedir. Atatürk Cumhuriyetini ve devleti korumak uğruna defalarca darbeler ve muhtıralar üretmiş Nato Silahlı Kuvvetleri ya da bilinen adıyla TSK ise AKP’nin emrine daha başında girmiştir. Ondan umut beklenmez, yargı ve tüm bürokrasi ve sermaye kesimi, medya vs. de aynen böyledir.
Türk milletinin dikkati dağıtılmakta, tepkisi düşürülmekte, işlevsizleştirilmektedir.
Oynanan tiyatrolarla Amerika imaj, AKP efendilerine ve halkına karşı güven tazelemektedir. Kendi ülkesinde 3500 polis korumasında gezen başka kaç başbakan vardır?
Takdir milletindir!
Faydalı linkler;
http://siyaset.milliyet.com.tr/mhp-li-vural-bos-kabadayiliklamilleti-kandirmislar/siyaset/siyasetdetay/08.02.2013/1666375/default.htm
http://adilyargic.blogspot.com/2011/04/masonlar-ve-akp-mason-baglantilari.html#axzz2KKVfP9ZK