İlk darbenin Atatürk’e Almanya ve İtalya’yı el altından güçlendirerek I.Dünya Savaşının çıkmasını sağlayan ABD kumandalı ülkelerden geldiği aşağıda özeti verilmiş kitapta açıklanmıştır.
Erciyes Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyeleri’nden Prof. Dr. Metin Hülagü’nün yazdığı ve önümüzdeki ay okurlarla buluşacak olan “İngiliz Belgeleriyle Vahdettin ve Osmanlı Hanedanı” adlı kitapta yer alan belgelere göre,İngiltere,Almanya ve İtalya İsmet İnönü ile çalışmak istiyorlardı ve Atatürk’e düzenlenen “19” suikastin arkasında bu ülkeler ve işbirlikçileri vardı,
• Duce’nin Osmanlı planları tutmadı
• 4 Kasım 1937 tarihli belgede Mr. Keith Hugh Williams’ın kaleme aldığı istihbarat raporunda Mussolini’nin (Lakabı Duce)Vahdettin’e para teklif ettiği; Almanya ve İtalya’nın Atatürk’e yönelik 19 suikast girişiminde bulundukları belirtiliyor. Ancak Vahdettin, rüşveti reddediyor.
• İsmet İnönü’yü başa geçirmek istiyorlardı
• Prof. Metin Hülagü, Türkiye’deki yönetimi kontrol altında tutmak için Vahdettin’e rüşvet önerisi dışında B planını da aynı anda yürütüyor. İngiliz belegelerine göre Almanya ve İtalya, Atatürk’ün yerine İsmet İnönü’-yü Cumhurbaşkanı yapmak istiyor. Bu nedenle Atatürk’e 1919 ile 1937 yılları arasında tam 19 kez suikast düzenliyorlar. Prof. Hülagü, kitabında o günleri şöyle anlatıyor;
• Daha çok Almanlar
• “B planını 4 Şubat 1937 tarihli belge açıklıyor. O da Atatürk’ün yerine İsmet İnönü’yü Cumhurbaşkanı yapmak. Amaç, ’daha kontrol edilebilir bir hükümet’ kurmak. Şaşırdığımı itiraf etmeliyim, İngiliz belgelerine göre bu amaçla 1923-1937 yılları arasında Almanya ve İtalya Atatürk’e tam 19 kez suikast düzenlemiş. İngiliz arşiv vesikaları arasında yer alan 4 Kasım 1937 tarihli bir rapor ve memoranduma göre Mustafa Kemal Atatürk, on yılı aşkın bir süre içerisinde daha ziyade Almanlar tarafından düzenlenen ve idare edilen ama İtalya’daki Mussolini idaresinin de desteğini gören 19 suikast teşebbüsüne maruz kalmış.
• http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=4440
İSMET PAŞA-ATATÜRK ZITLAŞMALARI
(Alıntı;atinorg)
İsmet, 1932 yılına kadar ATATÜRK'le fazla zıtlaşmamıştır... Ancak İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey'in ATATÜRK'ün müdahalesi ile istifa etmesi, yerine Bayar'ın adeta zorla getirilmesi, İsmet'i korkunç kinlendirdi... Bu olayı gurur meselesi yaptı. Bir gece ATATÜRK'ün sofrasında aniden tepkisini gösterdi... Ortaya koyduğu tavra, "terbiyesizlik" demek daha doğru olur.
O tarihe kadar ATATÜRK'ün karşısında "süt dökmüş kedi" gibi duran, her dediğine "hay hay" cevabını veren, azarlandığında boynunu büküp susan İsmet; bir gün birden efelendi. ATATÜRK'ün o akşam sofrasına davet edildiği halde, vaktinde "teşrif" etmedi...Sofrada buz gibi bir hava esti. Nihayet İsmet kapıda göründü. Etrafına bakmadan boş bir sandalyeye oturdu... Cebinden bir akşam gazetesi çıkarıp GAZİ'nin yüzüne doğru açtı, sözde okumaya başladı...
GAZİ'nin sorularını, latifelerini cevapsız bıraktı!.. Sabrı tükenen ATATÜRK, bazı hatıra yazarlarına göre:
- " İsmet, haddini bil! Yoksa seni ayağımın altında tahtakurusu gibi ezerim!"
dedi... Sofrayı dağıttı, İsmet'i bir odaya çekti!..Ne konuştular bilinmez ama, olay yatışmış göründü. Taa 1937'e kadar!..
İsmet, ATATÜRK karşısındaki bütün pısırıklığına rağmen, o gün niye "arslan" kesilmişti?..Bizce sebep açık!.. İsmet, bunca yıl sinsi sinsi ATATÜRK'ün altını oymuş, Parti'yi ve Meclis'i o mahut terörü ile ele geçirmişti!.. Kendini "silinmez" zannediyordu!.. (11) Bütün bunlara rağmen zılgıtı yiyince tekrar "kedi"ye dönmüştür.
1937'de, Başbakanlığının son günlerinde tekrar küstahlaşıp ATATÜRK'ün yüzüne karşı "Sofradan emirler alıyoruz!" demiştir.
DERSİM’İN DEVLETE BAKIŞI
Bu gün durmadan çocuk yaparak "nüfus çoğunluğu ile Kürdistan kurmak,terör yolu ile bunu denemek,Dersim Devleti kurmak,Hıncallar,öcal'lar ve öcalan'lar,Özgür'ler, Tuncer'ler, Tuncel'ler ve Tuncay'lar yetiştirmenin,aile planlaması memurlarını kovarak kasıtlı Kürt Nüfusu arttırmayı güden zihniyetin asıl menşei budur.
1936'da Kalan Vilayeti olan şehir,çıkarılan Tunceli Yasası ile, Tunceli olarak değiştirilir.Bu tarihten sonra bu isimler yaygın olur.
Bizim halkımız biraz ahmaktır.Hoşuna gideni hemen benimser.
-Müslüman mı?
-Evet.
-Daha ne o zaman?
deyip herkesi içinde sindiren "ırklar çorbası" bir millete "milliyetçilik ve ulusalcılık"gibi ölçüler bir kaç beden "extra Large" gelmektedir zaten.
İletişimsizlik de bu yüzdendir ya.
Biz saftirik bir milletiz.Bu kadar yazı da bu Millete çok ya ben gene yazdım.
Tuhaftır İstiklal Marşımızı yazan da bir Arnavut olan Mehmet Akif'tir.Ama onun hakkını yemeyelim.Ben "saltanat yanlılığından" başka da bir kusuruna rastlamadım.
Türkçülük ve Turancılık" akımlarını başlatan Diyarbakırlı Z.Gökalp'tir.Hala,Anadolu birliğini bozmak için mi "Türk Milliyetçiliği" tezini işlemeye başladı diye şüphe eder dururum.
Jön Türk'leri öne süren Suudi Arapların (Suud ve Beni Temim Vehhabilerinin katılması olanaksızdı, çünkü Hilafeti yıkmak için savaşıyorlardı.) cihada katılmama nedenlerinin bu olduğunu öne sürdükleri,aynı dümeni de Kürtleri soğutmak için kullandaıkları zaten,CKMP ve ardılı MHP'lerle teşvik edilmiş olduğuna dair yorumlar vardır.
Türkiye'de "Devrimci Sol,ve tüm Sol Hareket"in çöküşü,bu Dersim'lilerin ve diğer Kürtlerin karıştırmaları ve Amarika'lılarla işbirliği yapmaları sonucu çökmüştür."Aydınlık Dergisi bu konuyu,12 Eylül olayını,"Bizim Çocuklar Başardı" başlığı ile de işlemiştir.
Terör örgütünün "sol-demokrat kanadı" yine bu memleketli vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. İşbirlikçileri de bütün solculuklarına rağmen,"emperyalist" ABD-AB 'dir.
Nasıl sol anlayışsa?
Çünkü,"Türkten (Sünni'den) devrimci olmaz.Biz onlara karşı devrim mücadelesi veriyoruz" demektedirler.
"Alevi Kürt'tür,Sünni Türk'tür" tanımına sarılmışladır.Sevr ile tahmini çizilmiş "Büyük Ermenistan Haritasına" hizmet etmektedirler.
Milli Cephe,Anap,AKP iktidarlarını bunların bu karışık kafaları ile "Türk'ü Düşman" görmeleri yaratmıştır.
Komünizm ilan edilecek diye devletin kuruluşuna destek veren Dersim'liler,kendilerine özerklik verilmesinden de umutlarını kesince,İngiltere Kralının Türkiye ziyaretinin Rusya'yı işkillendirmesi ile onun verdiği destekle de 1937'de ilk Seyit Rıza önderliğinde "Dersim İsyanı"nı (*) patlatırlar.
(*)Dersim=Erzincan,Bingöl,Elazığ ve Tunceli illerini kapsayan bölgenin adıdır.Bu bölge Osmanlı döneminde içişlerinde bağımsız özerktir.Aynısını da TC. hükümetinden ister.Asıl isyan nedeni budur.
Rus gazeteleri bu isyana "Feodal Kürt Devrimi Hareketi" adını koyarlar.
1938'de de iki tane birden arka arkaya patlatırlar ki,ikincisinin bastırılması 22.10.1938'dir.
Yani Atatürk'ün ölümünden 18 gün öncedir.
Bu isyanın bastırılmasında Atatürk'ün manevi kızı ve ilk Türk Bayan Pilotu olan Sabiha Gökçen dahi uçağı ile bombalama harekatına karışmıştır.
Tunceli'lilerin iddiasına göre o zamanki Genel Kurmay Başkanı ve ölünceye kadar yani 1958'de Fevzi Paşa'nın ölümüne kadar Genel Kurmay Başkanlığına Atatürk tarafından getirilen edilen Fevzi ÇAKMAK Paşa'ya,Tunceli'lilerce rahmetli Atatürk'ün verdiği iddia edilen emir şöyledir;
İddia böyle;
"Dersimliler yok edilmelidirler.Hamile kadın,çoluk çocuk herkes katledilmelidir.Yoksa bu halk bu ülkenin yıkımına sebep olacaktır.Bunlar var oldukça devletin bekası güvende olmayacaktır.Bu bölgeyi soykırıma uğratın"
20 Eylül 1937 'de bastırılan II.Dersim isyanından 5 gün sonra İsmet İnönü Başbakanlıktan alınır, zamanın "Apo" su olarak,yakın korumaları ile birlikte,gayrimüslüm vatandaşlarımızın yoğun olduğu,yani Ermeni İsmet'i "din kardeşlerinin arasına" Erzincan-Dersim'lilerden oluşan yakın koruma kadrosu ile birlikte "zorunlu ikamete" mahkum eder.
Bu iddia,isyanın bastırılmasında kendisi de görev almış olan,her başbakanlıktan alınışında ardından bir Kürt isyanının çıkması aşırı derecede ilgi çekici olan İsmet paşa'nın, Atatürk'ün ölümünden sonra kendi yazdırdığı tarihe,kendini "kurtarıcı" olarak göstermek,iktidarda kalmasını sağlayan bu halka ve Kürtlere şirin görünerek desteklerini korumak, ve iktidarını sürdürmek için de uydurmuş olması akla yatkındır.
Atatürk adını,ölümünün ardından silmeye çalıştığı gözlerden kaçmamaktadır.İsmet paşa,isyanın bastırılması sırasındaki saldırılardan “Dersimlileri kurtaran” olmaktan çok onların başına “isyan belasını salrdıran” olarak anılsa daha iyi olacaktır.Çünkü,büyük devletlerin Atataürk’ü ekarte edip onu yerine geçirmek istemeleri,Atatürk olmasa sıradan bir Albay olmakla ömrü geçecek olan bir Bitlis Ermenisi’nin sadece “Ermeni olmasından başka özelliği olmadığı halde” ,devletin başına geçme arzusu onu resmen delirtmiş olmalıdır.
Yoksa,isyan çıkmış,bastırılmış,bilmem ne kadar insan ölmüş gibi konular,İsmet paşa gibi askerleri ölüme sürmeye alışmış bir komutan için pek de dert olmasa gerekir.
1920'lerden başlarsak 53 yıllık bir Ermeni İsmet iktidarı,Kanuni Süleyman'ı bir geride bırakmaktadır.
Onun ihanet ve işbirlikleri olmasaydı o da Atatürk gibi bir şekilde ilaçlanmaz mıydı?
Atatürk'le bu tarihten itibaren ,ölümüne kadar süren bir dargınlık dönemi başlar.
Bu konuda ileride daha ayrıntılı yazılarım olacaktır.
Bu inanış yüzündendir ki ülkemizde "Atatürk heykelinin" vilayet meydanında 24 saat polis tarafından korunduğu tek şehir TUNCELİ'dir.
Ermeni İsmet,Dersim Türkmenlerini ABD-AB ile işbirliği içinde geçen 90 yıl içinde “Ermeni” olduklarına inandırmıştır.
Elazığ'da Seyit Rıza ve adamlarını yargılanır ve idam kararı verilir.Başka ceza zaten düşünülmemektedir.
Seyit Rıza mahkemeden bir dilekte bulunur."Her idamlık'ın bir son arzusu vardır,benimde arzum halkıma seslenmektir" der.
İşte masum yüz,iki tümen askerin ve bir çok dersimli kul maraba garibin de boşuna ölümüne ve "kardeş düşmanlığına"
DERSİM YEMİNİ VEYA "BİR AND"
Ey Dersimliler,biz devleti savaşarak yıkamadık.Şimdi hepiniz köylere ve kasabalara sürgün edileceksiniz.
Gittiğiniz yerlerde çocuklarınıza geldiğiniz yerlerin ,adını verin,birbirinizi bulunuz,o yerlerin halkı içinde uyumlu olunuz ve her yerde örgütleniniz.
Çocuklarınızı okutup Devlet içinde görev almasını sağlayınız.
Hepsinin biribirleriyle bağlantılı olmasını sağlayınız.Bu devleti ancak bu şekilde çökertebilirsiniz."
İşte bunu destur sayan Dersim halkı,işbirlikçi İsmet paşanın ağaları arasında dönen ince hesaplı oyunların,içine düşürüldükleri tezgahın sonucunda buna yemin etmiştirler.
(Bu yemini,bölgeye komşu olan Sivaslı,Dersim İsyanlarını dedelerinden ayrıntısı ile dinlemiş,Türk Alevi, bir de Trabzonlu bir Siyasi Polis amirinden o şehirde iken öğrenmiştim. Bunu çoğu Tuncelili inkar etse de "İsmet İnönü bizi kurtarmıştır" diye açıkça söylemektedirler. Buna kendim şahidim.)
Bu yenilginin intikamını almak için adlarına ve soy adlarına "Hıncal,Öcal,Baskın,1936 Kalan İlinin Tunceli olması sonrası Tuncay,Tuncer ve biraz Ermenilikten Gezmiş,Öcalan,Ekber, Hıdır,Haydar,Deniz (Hıristiyan Denise'den) ve benim de hepsini şu an sayamayacağım isimlerle bu yemini uyguladılar.
İşte o travmaların oluşturduğu kültürden bir örnek.
ŞİMDİ,”DERSİM YEMİNİ VE ATA’NIN ÖLÜMÜ” BAŞLIKLI YAZIMA BİR DERSİMLİ VATANDAŞIN YANILTMACA VE İFTİRALARLA DOLU YORUMUNU EKLİYORUM;
Dünya savaşı Osmanlı ve müttefiki Almanya imparatorluğunun yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Savaş döneminde iktidarı elinde bulunduran İttihat ve Terakki Partisinin öncü kadrolarından ve aynı zamanda Ermeni soykırımının mimarları olan Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa ve Dr.Bahaeddin Şakir ve yakın çevreleriyle birlikte yurdışına kaçmışlardı. Kaçarlarken arkasında yalnızca bir yenilgi değil, aynı zamanla savaş durumundan faydalanarak gerçekleştirdikleri soykırım sonucunda 1.5 milyondan fazla ermeni cesedi bırakmışlardı.
Askeri hareketin ikinci aşaması ve nihai hedef
1938’in baharına doğru diğer bölgelerden takviye birlikleri Dersime doğru sevk edildi. Giriş çıkışlar tamamen kontrol altına alınmıştı. Bölgeye gıda maddelerinin girişi kısıtlandığından halk neredeyse açlığa mahkum edilmişti. Bırakalım bölge halkının direnmesini hayatta kalma mücadelesi vermekteydiler.
İkinci askeri harekete tatbikat süsü verildi. İkinci askeri hareketle soykırım süreci tamamlanmış olacaktı.
İkinci askeri hareketin hedefi birinci askeri hareket sonucunda ruhani liderlerinden ve onları yönlendirebilecek doğal yöneticilerinden ve onları savunabilecek direnişcilerinden yoksun bırakılan halkın imahasıydı. Nitekim birinci askeri hareketten yaklaşık bir yıl sonra 1938’in ilkbaharında ikinci askeri hareket başlamış oldu. İkinci askeri hareketin ile ilişkin dönemin başbakanı Celal Bayar yıllar sonra anılarında şöyle diyordu: Atatürk; sorumluluğu üzerime alıyorum, vuracağız Dersimi dedi ve vurduk
Böylece ikinci askeri hareket başlamış oluyordu.
Askeri hareketin birinci aşamasında olduğu gibi ikinci aşamasında da , türk ordusu, önce havadan köyleri bombalıyor arkasında da kara saldırılarını başlatıyordu. Hava bombardımanlarından korunmak amacıyla köylerini terk ederek mağaralara sığınan aileler zehir gazlar yoluyla imha edildi. Köyünde kalanlar ise askerler tarafından etrafı samanlarla cevrilmiş köy meydanına getirilip, diri diri yakıldı. Can havliyle alevlerin içinden çıkanlar mitralyözlerle tarandı. Genç kızlara tecavüz edildikten sonra kurşunlandılar. Türk askerinin eline geçmemek için yüzlerce dersimli kız genç bedenlerini uçurumlardan bırakarak hayatlarına son verdiler.
Türk askeri bir kısım halkı ise genç yaşlı cocuk kadın demeden ''sürgüne gönderileceksiniz'' diye toplayıp, köprü üstlerine getirip her iki taraftan tarayarak imha ettiler. Köprüden nehre atlayarak canını kurtarmaya çalışanlar nehrin iki yakasında mevzilenmiş askerler tarafından daha havadayken kurşunlandılar. Erkekler boyunlarından zincirlenerek askeri kışlalara götürülüp, kurşuna dizildi. Diğer bölgelerde askerlik hizmeti yapmakta olan dersimliler birliklerinden alınıp, imha edildiler.
İmha sırasında ceviz ve armut ve ağaçlarına tırmanarak kurtulan çocukların bir kısmı ve yine tesadüf eseri kurtulan bazı köylülerle birlikte batı kentlerine sürgün edildiler. Böylece dersimlilerin katledilmediğini ipdai yerlerden alınarak daha da modern bölgelere yerleştirildikleri imajını yaratmaya çalışıyorlardı.
Sonuç
Birinci ve İkinci askeri hareketten geriye genç, yaşlı, çocuk ve kadın olmak üzere 70 bine yakın ceset kalmıştı. Böylece, Ermeni milletini imha ederek yüzyılın ilk soykırımını gerçekleştiren İttihatçıların devamı olan Kemalistler de 20. yüzyılın ikinci büyük soykırımını gerçekleştirmenin mutluluğu ile zafer nidaları arasında siyasi ve askeri karargahlarına geri dönmüşlerdi.
TUNCELİLİLER’DEN ATATÜRK’E “SOYKIRIM” İDDİASI
Aslında bal gibi “Ermeni Soykırım İddialarını” gündemde tutmaktan başka amacı olmayan bu girişimde Dersim’li Alevi,Hurufi Türkmenlerin dönme Ermenilerce kullanılışlarına tanık olmaktatayız.Çünkü bu iddia da Ermeni tasarısından bahsetmeden edemez.
Sen,ağalık kaldırılacak,prestijim sıfırlanacak” diye,asırlardır feodal düzende yaşadığı için,Atatürk Cumhuriyetinin devrimlerinin kendisine neleri getirdiğinin bili,ncinde bile olmayan ve kendilerini “ağanın,pirin” kölesi sayan, en az 45000 silahlı marabalardan oluşan isyancı ile devletin karakolunu bas,askerini öldür,okulunu yık,yak,askeri birliklerine saldır,en az bir tümen askeri öldür,seninkisi “hak,adalet aramak” olacak,ama devlet bastırınca da “soykırımcı” olacak.
Yok böyle bir şey,olsa olsa,devleti İsmet paşa ve Menderes hükümetleri döneminde devir almış bu isyancıların yönettiği bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti mi Ermeni-Kürt Cumhuriyeti mi ne olduğu belli olmayan böyle bir devlette olur böyle şeyler.
Kurtuluş Savaşı sırasında ve yüz yıl öncesinden beri devam eden Ermeni+Grek +Rum işbirliğinden başka bir şey değildir.Haçlı seferinin ortakları 10.Kasım 1938’den beri halen iş başındadır.
“http://f28.parsimony.net/forum68141/messages/5583.htm”
İşte bahse konu talepleri;
İşte devletimizden davacı olanların (8) Sekiz dilden hazırladıkları kendi yazıları;
TURKEY IS GUILTY OF THE 1938 DERSIM GENOCIDE
(Türkiye 1938 Dersim Soykırımından Suçludur)
View the total signatures below
Read and sign the petition
(Aşağıdaki tüm imzaları ve dilekçeyi görmek için)
DERSİM 38`DEN DOLAYI TC DEVLETİNDEN DAVACIYIZ
Türk milliyetçileri yukarıdan aşağıya bir Türk ulusu yaratmak için Osmanlı imparatorluğunun Türk ve Müslüman olmayan halklarına karşı kanlı bir kampanya yürüttüler.
İşbaşındaki İttihatçı hükümet Ermenileri ortadan kaldırmak için Birinci Dünya Savaşı�nı bir fırsat ve bahane olarak kullandı. Bu sırada yüz binlerce Ermeni, Rum ve Süryani katledildi, yüz binlercesi de sürgün.
Birinci Savaş sonrasında Osmanlı devletinin çöküşünden doğan boşluğu Türk milliyetçilerinin bir diğer kanadı olan Kemalistler doldurdu. TC devletini onlar kurdu.
1937-38 yıllarında, yani dünyanın dikkatinin İkinci Dünya Savaşı�na odaklandığı bir tarihte, Türk hükümeti ikinci bir soykırım tertipledi. Türk milliyetçilerinin bu seferki kurbanı Kızılbaş olarak da bilinen Dersimliler oldu. Bu kırımda yaklaşık 40 ila 70 bin civarında Dersimli öldürüldü, binlercesi de sürgün edildi.
1938 kırımı ve sürgünü, kazai veya tekil bir olay değil, ayrıntılarına varana kadar önceden planlanmış bilinçli bir girişimdi. Hem Türkler’den farklı ve ayrı bir halk olan Dersim’lilere yönelik etnik bir temizlik, hem de Osmanlılar dönemi Kızılbaş kırımlarının bir devamıydı.
1938�de yaşanan feci olaylar bazısı hâlâ hayatta olan görgü tanıkları tarafından sonraki kuşaklara aktarıldılar. Toplu kırımların yapıldığı mevkiler halk tarafından bilinmektedir.
Biz aşağıda imzası bulunanlar yakınlarımıza ve halkımıza yapılan bu katliam nedeniyle T.C devletinden davacıyız. Bizzat kendimiz de hafızamızdan ve hayatımızdan silemediğimiz bu vahşetin izlerini taşıyoruz. 38 soykırımının mahkemeye taşınmasını istiyor, bu doğrultudaki girişimleri destekliyoruz.
İMZALAR
1. Seyfi Cengiz, Köln-Germany
2. Özcan Yıldız, Stockholm-Sweden
3. Ali Ekber Yûksel, France
4. Atilla Kaynak, Paderborn-Germany
5. Bedri Çelikdemir, London-England
6. Daniel Çelikdemir, London
7. Kamer Taşbilek, London
8. Ali Taşbilek
9. C. Çalgın
10. H. Çalgın
11. Cenk Çalgın
12. T. Çalgın
13. B. Çalgın
14. S. Çalgın
15. Haydar Çelik
16. Veysel Kamas
17. Ali Şahin, Frankfurt-Germany
18. Songül Şahin, Frankfurt
19. Dilan Şahin-Frankfurt
20. Delal Şahin, Frankfurt
21. Ali Haydar Şenli
22. Orhan Aykuş
23. Mustafa Kale
24. Nebahat Eren
25. İbrahim Karataş
26. Nuray Dursun
27. Ibrahim Mamak
28. İsmail Şahin, Sweden
29. Gülperi Ötekıvılcım, Sweden
30. İsmail Kılıç, Köln-Germany
31. Nurten Yurtsever, Duisburg-Germany
32. Kemal Uzun
33. Cemile Kızılavuz, Paderborn-Germany
34. Cemal Cicek
35. Zeki A.
.....3831. Metin Kahraman, Germany
3832. Mehmet Polat, Holland
3833. Kazım Soy, Holland
3834. Mustafa Gelemez, Holland
Not:
Dersim 38 Girişiminin imza kampanyası Koordinasyon Komitesi`nin insiyatifi altında devam etmektedir.
İmzacı arkadaşlara gerçek adlarını (ad ve soyad) kullanmalarını, bulundukları şehir ve ülke adı ile E-Mail adreslerini mutlaka yazmalarını hatırlatmak zorundayız. Çalışmalarımız hakkında kendilerini sürekli bilgilendirmek, gerektiginde görüşlerini almak, görev ve sorumluluk almak isteyenler olursa kendilerine ulaşabilmek için imzacı arkadaşların E-Mail adreslerini bilmemiz gerekir.
İsim listesi tekrar tekrar ve titizlikle gözden geçirilmektedir. Doğru verilmemiş adlar tespit edildiklerinde mümkünse düzeltilecek, değilse silineceklerdir. Listede yanlışlıkları farkedenler olursa, bunu Koordinasyon Email�ine iletmelerini bekliyoruz.
Bu liste son olarak 2008 yılı başında gözden geçirilmiş, farkedilen hatalar düzeltilmiştir.
Yazımda tek bir stil benimsenmiştir. Ülke adları İngilizce, kent adları ise ait oldukları ülkelerin dillerinde verilmiştir.
Listede itealik yazılan adlar ya eksik ya da gerçek mi mahlas mı oldukları kuşkulu görülenlerdir. Bu isimlere (140, 155, 616, 1708, 3072, 3266 nolu) verdikleri email adreslerinden bugüne kadar ulaşılamamıştır. Kendilerinden bilgi alınamadığı taktirde adları listeden kaldırılacaktır.
Bilinen işbirliğince,köklerini unutmuş Dersim Türkmenlerinin 22.10.1938’de bastırılan Dersim İsyanının ardından yazdıkları,Dersim’in Türk Düşmanlığını anlatan şiirleri;
Pilê Dêrsımi ke berdi nêberdi (Dersim büyüklerini götürdü götüreli)
Marê vıraşti qısle u qereqoli (Bizim için yaptılar kışlalar ve karakollar)
Bıra ni zalımu ma qır kerdime (Kardeş bu zalimler bizi katletti)
cendegê ma kerdi vera tij u vayi (Cesetlerimizi serdiler güneşin ve rüzgarın önüne)
Nu kelepurê ma wertê Kırmanciye de çıra honde biyo ucuzi (Şu değerimiz Kırmanciye'nin ortasında neden bukadar ucuz olmuş)
Bêmezel u bêkefen şime (Mezarsız ve kefensiz gittik)
Hala bêrê bıvinê homete (Hele gelin görün insanlar)
Şine diyarê dewe, ax şin u şivano (Gittim ki köye, ah dövünmeler, ağıtlar)
Cendegê dómanu tiji ver de (Çocukların cesetleri güneşin altında)
Cêni meredne ra kişte.. (Yatırıp öldürmüşler kadınları)
Hay lo lo bêrê bıvinê (Hey le le gelin görün)
Zalımêne.. (Zalimler..)
Tenga ke inu marê arde (Başımıza yıktıkları darlık)
Ma virra nêşiya (Hiç unutulmuyor)
Merdene endi marê çêf u saltanata (Ölüm artık zevk-sefadır bize)
Bıraêne verê dêsu de mendime (Duvar önlerinde kalakaldık kardeşler)
Bime ağme şime destê sari de (Dağıldık yağmalandık yollarda)
Hay lo lo bêrê bıvinê (Hey le le gelin görün)
Zalımêne.. (Zalimler..)
ATATÜRK’E SUİKAST VE DARBELER
ATATÜRK'ÜN CENAZE NAMAZI KILINMAZ SA OLMAZ MI!
Yazar Cezmi YURTSEVER Çarşamba, 11 Haziran 2008
-Atatürk’ün 10 kasım’da ölmesinden sonra günler geçmesine rağmen, cenaze namazının kılınması olayı bir türlü yerine getirilmiyordu.-Atatürk’ün kızkardeşi Makbule Hanım’ın tartışması sonucu cenaze namazının kılınması gündeme alındı.-Atatürk’ün cenaze namazının kılınmaması gerektiği görüşlerini kumandan Cemil Cahit Toydemir, Fahrettin Altay’ın kulağına fısıldamıştı. -Atatürk’ün cenaze namazı “kaçak-göçek”bir şekilde kapalı kapılar ardında garip bir şekilde kıldırılmış oldu. Cenaze namazının kılındığını hiç kimsenin bilmemesi için fotoğraf ve film çekimine de yasak getirilmişti.
- Laik Cumhuriyetin inşasını görev bilen "masonlar" Atatürk’ün cenaze namazının kılınmasından bile rahatsız idiler. Cenaze töreni boyunca “eller duaya kalkmadı” Allahuekber sesleri de duyulmadı
Gazi Mustafa Kemal Paşa veya bir başka söylenişi iye Türklerin efsanevi kurtuluş savaşı önderi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu olan lider’in hayatından bir “nokta” nın açıklamasını yapmak isterim sizlere.
Atatürk, 1938 yılı mart ayı içinde hastalığı kamuoyuna yansıdı. Aynı yılın mayıs ve izleyen aylarında onun tedavisi için çok sayıda yerli ve yabancı doktor tedavisi ile ilgilendi. Ağustos ayı içinde karın şişliğine çözüm bulmak için “SALİGRAN” adı verilen zehirli madde içeren cıvalı sülfür iğnesi/ilacı verildi. Karın şişmesinin kaynağı olan yerden kilolarca su alındı. Eylül ayı içinde de Atatürk vasiyetnamesini yazdırdı. Kasım ayı başlarında Atatürk, komaya girmişti. 9 Kasım günü gözlerini açtığında etrafına bakınarak sön sözlerinin “Aleykümüsselam” olduğunu olaya tanıklık eden Kılıç Ali hatıralarında anlatıyor. “Allahın selamı üzerinize olsun” anlamına gelen sözlerdi bunlar.
Fahrettin Altay Paşa
Ve 10 Kasım 1938 günü sabah saat 9.05’te Atatürk’ün ölüm olayı gerçekleşti. Bundan sonra yaşananları resmi tarih hep saklamayı tercih etti. Atatürk öldüğünde Dolmabahçe’de ordu adına cenaze işlerinden görevli olarak Kurtuluş Savaşımızın ünlü Süvari Kolordusu Kumandanı Fahrettin Altay Paşa vardı. Cenazenin saray salonunda katafalka konması, meşalenin yanması ve askerin ihtiram duruşu gibi konular görev kabul edilerek titizlikle yerine getiriliyordu. Ve Atatürk’ün ölümünün üzerinden günler geçmeye başladı. 11 Kasım günü İsmet İnönü, acil bir askeri darbe yaparak Hükümeti ele geçirdi. Cumhurbaşkanı oldu. 18 Kasım günü gizli bir el Dolmabahçe Sarayındaki Atatürk heykelinin yerinden sökülerek bir hurdacı’da parçalanması emrini verdi. Saraya yaklaşan kamyona yüklenen heykel hurdacı tarafından paramparça edildi. Ve ölümden sonra 19 Kasım 1938 günü Atatürk’ün cenaze namazı kılınmış oldu! …
Mart 2008 başlarında Ceyhan’da merkez park’ta Savaş günleri konulu fotoğraf sergisi açtım. Öğretmenler, öğrenciler, halk sergide sunulan belgeleri izlemeye geldiler. İzleyenler arasında saçları ağarmış Ceyhanlı emekli bir vatandan da vardı. Bana Atatürk’ün ölümü esnasında yaşananları anlatan Taylan SORGUN’un “İmparatorluk’tan Cumhuriyete” kitabını gösterdi. Ve de aynı kitabın 501. Ve 502. Sayfalarını gösterdi. “Atatürk’ün cenaze namazının kılınmamasını kimler niçin istemiyordu bunu bilmek lazım” diyordu. Ve bende ilgili kitabın sayfalarının fotoğraflarını çektim.
Daha önce Can Dündar’ın yaptığı araştırmalar sonucu Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım, 10 kasım’ı izleyen günlerde Dolmabahçe Sarayı’na geldiğinde garip bir olayla karşılaşmıştı. Günler geçmesine rağmen ağabeyinin cenaze namazının kılınması hususunda bir hazırlık olmadığını görmüş ve Celal Bayar’dan durumu sorarak “Allah’tan korkun ağabeyimin cenaze namazının kılınmasını neden gerçekleştirmiyorsunuz?” sorusunu sormuştu. Aynı olayın sorumlusu olan Fahrettin Altay Paşa’da Atatürk’ün Laiklik ilkesi adına cenaze namazının kılınmamasını istemeyen bir düşüncenin var olduğunu yardımcısı Cemil Cahit Toydemir’in ağzından çıkan “ –Cenaze namazı kılınmazsa olmaz mı?” sözleri ile açıkladı. Ve bu sözlerin hikayesinin gelişimini Taylan SORGUN kitabında açıkladı. Olayla ilgili bir başka gerçeği de Can Dündar, Atatürk’ün mirascısı olan kız kardeşi Makbule Hanım’ın isteği üzerine naaş saray salonundan alınarak bir odaya götürülmüş, kapılar kapatılarak içerde Profesör Şemsettin Günaltay tarafından Türkçe dualar okunarak cenaze namazı kılınmıştı. Ancak hükümetten gelen gizli bir emirle cenaze namazının fotoğraf ve filminin çekilmesine de yasak getirilmişti. Atatürk’ün cenaze namazının kılınmamasını isteyenlerin sergiledikleri olayı fani dünyaya göç etmiş olan Mustafa Kemal’in bilmesi mümkün değildi. Kız kardeşinin isteği üzerine kavga döğüş ile namaz kılınmıştı. Bundan sonrası yaşananlar ise sessiz bir filmin sahnelenen fotoğraf karelerinde saklı idi. Atatürk’ün cenaze namazı törenlerinde eller duaya kalkmadı. Bilinmesi gereken öjnemli bir husus ise İsmet İNÖNÜ hükümetinde başbakanlık görevine getirilen Refik Saydam Ünlü bir masondu. Ve İnönü hükümetinin köşe başlarını da onlar tutmuşlardı. Atatürk’ün cenaze namazının kılınmamasını planlayan ama amaçlarına varamayan bu insanlar zihniyetleri ile sanki Türk milletinden intikam alıyorlardı. Laiklik anlayışı adına.
“Allahuekber sesleri” duyulmadı. Görüntüde sadece sessizce duran insanlar, ağlayan halk ve rap rap geçit resmi yapan askerler ve de Atatürk’ün cenaze namazının kılınmasından rahatsız olan üst düzey yönetici “zevatı muhteremler” vardı. İsterseniz bu sessiz filmin fotoğraf karelerini izlemiş olalım:
33 dereceli Mason"un itirafı,
Yıl 1948, Ağustosun 1"i.
Yunan Komünist Halk Cumhuriyeti (ELD)"nin "Laiki foni" yani "Halkın sesi" isimli gazetesinin 685"inci nüshasında, Bulgar Yahudilerinden 33 dereceli farmason Avram Beneraoysan şunları yazar:
" Mefkûremizi imha edici darbe vuranların akıbeti, feci şartlar altında ölümdür!.."
33 dereceli komünist mason hangi darbeden bahsetmektedir ve "akıbeti feci şartlar altında ölüm" olan kimdir?
Bırakalım onu da kendi söylesin:
"(..) Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara"da Çankaya köşkünde doktor Mim Kemal Öke"ye hitaben, "Mason cemiyetinin faaliyetini inkılaplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeğe teşebbüs etmeyiniz" demişti..
(…)
O zannetti ki; bütün muhalif ve muarızlarını tasfiye ve bertaraf ettiği gibi masonları da tasfiyeye tabi tutmaya muvaffak olacaktır.
Fakat asla!
Türkiye"deki mason cemiyetinin Kemal Atatürk tarafından kapatılarak faaliyetinin durdurulduğunu Moskova"da tarihi bir yerde yoldaşlar arasında yapılan bir toplantıda işittiğim zaman, beynimden okla vurulmuş gibi sersemledim. Heyecandan şaşırmış bir halde, oradakilere şaşkınlık içinde haykırdım:
"- O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!"
İşte böyle.. 1948 yılı Ağustos ayının 1"inde Yunan Komünist Halk Cumhuriyeti örgütünün yayın organı "Laiki Foni"nin 685 sayılı nüshasında Ege ve Balkanların kıdemli komünistlerinden 33 derece mason Bulgar Yahudi Avram Benaroyas"ın itirafları.
Bu itiraflar General Cevat Rifat Atilhan tarafından çevrilmiş,, "Atatürk"ün Ölümündeki Sır Perdesi" alt başlığı ile gazeteci Ogün Deli tarafından kaleme alınan "Agoni" isimli derlemeye de alınmıştır.
Biz oradan aktarıyoruz.
Evet, Atatürk Türkiye"deki mason derneklerini, "Kökü dışarıda Yahudi uşakları" diyerek kapatıyor ve dünya masonları bunun üzerine Moskova"da gerçekleştirdikleri bir toplantıda, "O sarı lider suret-i katiyetle ortadan kaldırılacaktır!" kararı alıyorlar.
Sonrasını zamanın kıdemli komünistlerinden 33 dereceli mason Avram Benaroyas"ın kaleminden okumaya devam edelim:
"- Atatürk"ün âni bir dönüşle mason cemiyetini kapatması bizi pek derin bir düşünceye sevk etmişti. İlk anlarda Kemal Atatürk"ü silahla ortadan kaldırmayı düşündük. Çünkü o, felsefemizin Türkiye"de yerleşme imkânlarını ortadan kaldırmıştı. Bu sebeple kendisinin de ortadan kaldırılması son derece elzemdi."
Localarını kapattığı için Atatürk"ü "ortadan kaldırma" kararı alan mason-komünist ittifakı silahla öldürme riskini başarı şansı yüzde 10′larda olduğu için tercih etmez. O zaman şu kararı alırlar:
"- Onun ölümü esrarengiz olacaktır!"
Balkanların kıdemli komünisti, 33 derece mason Avram Benaroysan"ın 1948"de kaleme aldığı itiraflarında Atatürk"ü esrarengiz ölüme götüren yol haritası şöyle anlatılıyor:
"- Mason cemiyeti Atatürk tarafından kapatıldıktan sonra; mason biraderler, cemiyet sanki kapatılmamış ve Atatürk"le aralarında hiçbir ihtilaf yokmuş gibi vaziyet aldılar. İmkân buldukça onun her hareketini alkışladılar ve zamanla onun etrafında bir çember vücuda getirdiler ki; Sarı lider kendiliğinden bu çemberin içine girip hayatını bize teslim etti…"
Ve devam ediyor üstat mason Benaroysan:
"- Doktorlarımız Atatürk"ün ölümünün ani oluşunu tehlikeli gördüklerinden;1937 ortalarında,ismini açıklayamayacağım bir doktor, bazı şöhretlere dayanarak Atatürk"e ilk darbeyi sinir organlarını zaafa düşürmek suretiyle indirdi.."
İşin özü bu..
Detayları Lazer Yayınları arasında çıkan "Agoni"den öğrenebilirsiniz.
Yunanistan"da yayınlanan 1 Ağustos 1948 tarih ve 685 sayılı "Laiki Foni" gazetesine ve zamanın kıdemli komünisti 33 derece mason Benaroysan"ın hayatına ulaşmak Atatürkçü bir Genelkurmay için, TBMM için, Atatürkçülüğü kimseye bırakmayan emekli generaller, mesela Çevik Bir için hiç de zor olmasa gerek…
Adamlar, mason derneklerini kapattığı için Atatürk"ü biz öldürdük. Önce vurmayı düşündük, sonra başaramamaktan korktuk, onun çevresini kuşattık, güvenini sağladık, sonra da hedefimize ulaştık diyor……….
Anlatılanlar hakikat ise, yedi düveli yenen Atatürk, üç buçuk masonun elinde can çekişe çekişe can vermiş ve onun canını alanlardan hesap sorulmamış….
Ya sonra?..
Mason dernekleri 1948 yılında "İnönü"nün emri ve Celal Bayar"ın desteği ile" tekrar faaliyete geçtiler. Halkevlerine devredilen mallarını da geri aldılar…
Peki, burada bitti mi?..
Hayır, bitmedi, bitecek gibi de görünmüyor…
Atatürk"ün bedenini ortadan kaldıranlar oklarını onun ilkeleri ve felsefesine, onun çok sevdiği milletine ve milletinin değerlerine tevcih ettiler…
Üzülerek ifade edelim ki bu bahiste de başarılı oldular…
Lütfen, "Atatürk"ten, milli devletten, Lozan"dan vazgeçin" diyen ve "Şehitlik ve gazilik kavramları kaldırılsın" diyenlerle, "Türkiye mozaiktir,millet değil, halklardır" diyenlere dikkatle bakınız…
Pek çoğunun yüksek dereceli masonlar olduğunu göreceksiniz…
Ben daha ne diyeyim!…
İnönü, Ankara'dan İstanbul'a gelip Atatürk'ü son bir defa görmek istiyor. Şükrü Kaya, 'Aman paşam ben sizi götüreyim' diyor ve seyahati organize ediyor. İnönü tam trene binecek, Sağlık Bakanı Refik Saydam, 'Paşam gitmeyin sizi öldürecekler. Beni ezip öyle gidebilirsiniz ancak' diye
İnönü'yü engelliyor. Unutmayın. Bunların hepsi belinde silah olan adamlar. İtiş kakış, bin bir numara, tezgâh, oyunlarla dolu müthiş bir süreç bu.
Ordu desteklemeseydi İsmet Paşa Çankaya'ya çıkabilir miydi?
İnönü gene seçilirdi. Ama Meclis İnönü'yü seçmeseydi, ordu darbe yapıp onu gene seçtirecekti. Çünkü İstanbul'da Birinci Ordu komutanı Fahrettin Altay ve bir grup subay, İnönü'nün cumhurbaşkanı olmasını istiyor. Bunlar Ankara'ya gelip, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'a 'Biz meclis falan tanımayız. İnönü seçilecek. Yoksa gereğini yaparız' diyorlar. Bu tehdit üzerine Çakmak da 'Evet ya, İsmet Paşa iyi olur' diyor.
Dolmabahçe Saray Arşivindeki belgeler yıllar sonra açıldı. Ve gazeteci Murat Bardakçı tarihi önemi büyük olan bir defteri ortaya çıkardı. Ve yayınladı (Murat Bardakçı, Sabah Gazetesi, 28 ocak 2007).
1937 yılı Eylül ayı içinde Atatürk’ün de katılımı ile İstanbul Dolmabahçe Salonunda II. Türk Tarih Kongresi yapılmıştı. Kongre’nin devam ettiği günlerde Afet İnan’ın isteği üzerine salonun bir köşesine Atatürk’ün büst heykeli yerleştirilmişti. Aradan geçen 1 yılı aşkın zaman sonra 18 Kasım 1938 günü, Atatürk’ün cenazesinin bulunduğu yerdeki heykeli Saraylar Umum Müdürü F. Akyal’ın imzası ve onayı ile yerinden söktürülüp atılmıştı.
“Cerri eskal” denilen bir palanga vinç ile yerinden sökülen heykel, amelelerin gayretli çalışmaları, kamyonun taşıma ücreti alması ile Galata’da “Kalafat” (maden ve hurda demir işleri) işi ile uğraşan Sait Sapmaz adındaki bir esnafın fatura beyanı ile ortaya çıkıyordu. Fatura üzerinden heykelin yerinden alınması hurda yerinde parçalanması (çöp haline getirilmesi) işlerini karşılığı olarak 25 lira 80 kuruşa mal olmuştu. Ve bu para da devletin hazinesinden ödenmişti.
Tarihin gizemli sayfalarında kalamıyacak kadar ayan beyan olan bu bilgilerin ışığında Atatürk’ün cesedinin başında başlayan darbe girişimi sonucu hınç ve intikam onun heykelinden alınmıştı. Cenaze orta yerde kaldırılmayı bekliyordu. Heykele darbe yapılmasını belgeleyen faturanın üzerinde iki pul vardı ve her iki pulun da üzerindeki değeri (5 kuruş+2 kuruş) 7 kuruş idi. Özetle Atatürk’e yapılan darbenin fatura bedeline onay 7 kuruşa mal olmuştu. Darbenin sonuçları dalga dalga ülkenin her yanına yansıdı. Refik Saydam Başbakan olarak yeni hükümeti kurdu.
Yılların İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ise yönetimden atıldı. Bu arada görgü tanıklarının yıllar sonra açıklamalarına göre Matbuat Umum Müdürü Burhan Belge’nin beraber yaşadığı Macar asıllı Ja Ja Gabor’a Refik Saydam tarafından “uzaklaştırılması gereken pislik” tanımlaması yapıldı. Refik Saydam’ın bilinmesi gereken bir başka özelliği de onun ünlü bir mason olması idi.
10.KASIM .1938 İSMET PAŞA DARBESİ HAKKINDA ATİLLA İLHAN’IN YORUMU
Atilla İlhan, Nokta dergisinde yer alan bir yazısında “Bab-ı Ali Baskını neyse İnönü’nün cumhurbaşkanı seçilmesi de odur. Ordu ağırlığını koymuş, iktidardan tavsiye edilen İnönü, ordunun darbesiyle Cumhurbaşkanı seçtirilmiştir” demiştir.
Military coups-Askeri Darbeler
...........
THE COUPS İN TURKEY-(Türkiye'de Darbeler)
BBC’nin internet sitesinin Türkiye ile ilhgili sayfasından aldığım,alıntı yazının aşağıdaki notu 1952’deki NATO’ya girişimizi,”Türkiye Atatürk’ün tarafsız politikasını terkederek NATO’ya katılıyor” şeklinde kullandığı ifade ile yazının başlığında da olduğu gibi bu olayı bir askeri darbe olarak gösteriyor.Oysa İsmet paşa Atatürkçüleri bu olayı yıllardır bize “çok partili döneme geçiş,özgürleşme ve güçlü müttefikler kazanmamız” olarak anlattılar.
1952 - Turkey abandons Ataturk's neutralist policy and joins Nato. (Türkiye Atatürk’ün tarafsız politikasını terkederek NATO’ya katılıyor)
1960 - Army coup against ruling Democratic Party. (İktidardaki D.P’ye karşı askeri darbe.)
1961 - New constitution establishes two-chamber parliament. (İki Meclisli parlamentoyu imşa eden yeni anayasa)
1965 - Suleyman Demirel becomes prime minister - a position he is to hold seven times. (S.Demirel başbakan olur ve bu durumunu yedi kez tekrar eder)
1971 - Army forces Demirel's resignation after spiral of political violence. (Yüksek enflasyonlu politikalarından dolayı ordu S.Demirel’i istifaya zorlar)
1974 - Turkish troops invade northern Cyprus. (Türk birlikleri Kıbrıs’ı istila eder)
1980 - Military coup follows political deadlock and civil unrest. Imposition of martial law.(Sivil ayaklanmlara ve siyasi çözümsüzlükleri askeri darbe takip eder.Askeri yasanın hakim olması)
1982 - New constitution creates seven-year presidency, and reduces parliament to single house. (Yeni Anayasa yedi yıl cumhurbaşkanlığına yetki verirken,parlamentodaki meclis sayısını bire düşürür.)
1983 - General election won by Turgut Ozal's Motherland Party (ANAP). (genel seçimleri Turgut ÖZAL’ın ANAP’ı “Anavatan P.” kazanır)
PKK war (PKK SAVAŞI)
1984 - Turkey recognises "Turkish Republic of Northern Cyprus." (Türkiye K.Kıbrıs T.C.’yi tanır)
Kurdistan Workers' Party launches separatist guerrilla war in southeast.(Güneydoğu’da PKK ayrılıkçı gerille savaşını başlatır.)
1990 - Turkey allows US-led coalition against Iraq to launch air strikes from Turkish bases. (Türkiye,üslerden ABD ve koalisyon güçlerine Irak’a karşı hava saldırısı yapılmasına izin verir.)
1992 - 20,000 Turkish troops enter Kurdish safe havens in Iraq in anti-PKK operation. (Kuzey Irak’taki Kürt sığınaklarına 20.000 kişilik Türk Birlikleri girerek PKK karşıtı operasyon başlatırlar.)
Turkey joins Black Sea alliance. (Türkiye Karadeniz İşbirliğine katılır)
http://news.bbc.co.uk/2/hi/europe/1023189.stm
Londra Times, New York Herald Tribune, Le Monde. Londra Times’ta İnönü için
söylenen sözler aynen şöyledir: “Bay İnönü gayet mahir bir stratejisttir. Aynı zamanda iyi bir
arabulucudur….” Bkz. Hürriyet, 25 Şubat 1962.
Alparslan Türkeş şöyle demiştir: “Ben ve Aydemir baş başa görüşürken kendisine benimle birlikte, benim liderliğimde meşru siyasi bir çalışma yapmayı kabul ediyor musun diye sordum. Aydemir de biz
ihtilalciyiz, ihtilal yapacağız, siyaseti de sizin liderliğinizde düşünmüyorum dedi.”41
Genç Kemalistler Ordusu (GKO) Bildirisine dair 22 Nisan 1963 tarihli Son Havadis gazetesinde
“Orduyu tahrike matuf beyanname” ve aynı tarihte Hareket gazetesinde “vatan hainliği
belgesi” nitelendirmesi yapılmıştır.
Aydemir’in ikinci darbe girişimini Alparslan Türkeş öğrenmiş ve
bu bilgiyi başbakan İnönü’ye iletmişse de, İnönü “Olmaz öyle şey!” demiş46 ve
Aydemir ile taraftarlarının yeni bir kalkışma yapacaklarına ihtimal vermemiştir.
Ancak İnönü’nün Türkeş’in ihbarına verdiği bu cevaptan birkaç saat sonra
Talat Aydemir, harekat için alarm vermiş ve harekatı başlatmıştır.
Talat Aydemir’in Savunmasından,İsmet Paşa ve Ordu tanımı;
8)Çankaya protokolünün Silahlı Kuvvetler baskısıyla tatbikatı Anayasa ihlalidir.
9) Devletin Anayasası, kanunları dururken, devlet faşist sistemin protokolleriyle
idare edilmektedir. Çankaya protokolü, koalisyonu yaşatma protokolü
gibi.
10) Silahlı Kuvvetler, İsmet Paşa tarafından Millet Meclisine ve muhalefet
partileri üzerinde daimi surette baskı vasıtası olarak kullanılmaktadır.
Ne yazık ki Milli Güvenlik Konseyi de bu hususta alet olarak çalışmaktadır.
Bunun kadar memlekete zarar veren bir husus yoktur.
11) İktidar partisi CHP ve koalisyon kanatlarının yanlış hareketleriyle halkı orduya ve bilhassa subaylara karşı düşman etmektedirler.
12) Memlekette tek güvenilir varlık olan Türk Silahlı Kuvvetleri İsmet Paşanın ‘böl-parçala-işine gelmeyeni yut taktiği’ ile paramparça hale getirilmiş ve birbirine düşman gruplar yaratılmış,
Silahlı Kuvvetler bütünlüğünü kaybetmiştir.
13) Halk Türkiye’de iki düşman kampa ayrılmış vaziyettedir. Her gün siyasi partilerin yanlış tutumlarıyla kin tohumları körüklenmektedir. CHP ve onun karşısında eski DP artıkları olan
partiler bu hususta yarış halindedirler.
14) Taviz politikası, statükoculuk, rey almama korkusundan gericilik, müsamaha ile karşılanmakta ve hatta teşvik edilmektedir.
25) Senelerin milli şefi İsmet Paşa açık rejim deyimiyle memleketi bir zümre menfaatine, Silahlı Kuvvetleri de alet olarak kullanıp,kapalı bir rejimle milleti aldatarak idare etmektedir. İşte bu şartların hüküm sürdüğü bir Türkiye’de memleket sever olarak Türkiye’nin kurtuluşunun ancak bir silahlı müdahaleyle mümkün olacağına inanıyordum.”
Mamak Sıkıyönetim Mahkemesi çalışmalarını 17 Ağustos 1963 tarihine
kadar sürdürmüş, bu tarihte 5 Eylül’de kararını açıklamak üzere çalışmalarına
ara verdiğini ilan etmiştir. Mahkeme 5 Eylül 1963 tarihinde sanıklar hakkındaki
kararları açıklamıştır. Buna göre, Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Erol Dinçer,
İlhan Baş, Osman Deniz, Cevat Kırca ve Ahmet Gücal idama mahkum edilmiş;
29 kişi müebbet hapse, 12 kişi 15 yıl hapse ve 5 yıl sürgüne, 5 kişi 12 yıl hapse
ve 4 yıl sürgüne, 2 kişi 8 yıl hapse ve 2 yıl 8 ay sürgüne, 2 kişi 6 yıl hapse ve
2 yıl sürgüne, 13 kişi 5 yıl hapse ve 1 yıl 8 ay sürgüne, 25 kişi 4 yıl 2 ay hapse
ve 1 yıl 4 ay sürgüne, 5 kişi 1 yıl hapse, 1 kişi 10 ay hapse, 6 kişi 3 ay hapse
mahkum olmuş ve 19 kişi de beraat etmiştir.
Yüksek yargının bu kararından sonra, 20-21 Mayıs olayı sanıklarından
haklarında ölüm cezası tasdik edilen Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Erol Dinçer
ve Osman Deniz’in affedilmeleri için parlamento içinde çeşitli girişimler
olmuştur. Bu girişimler Alparslan Türkeş ve senatör Mucip Ataklı64 tarafından
yürütülmüştür.
Ayrıca MP lideri Osman Bölükbaşı da ölüm cezaları için “Ölüm cezasının siyasi suç faillerine
tatbik edilmemesi hususunda pek kuvvetli bir cereyan, yaşadığımız asrın büyük hususiyetini
teşkil etmektedir”67 diyerek, ölüm cezalarının müebbet hapse çevrilmesini
isteyenlerden birisidir.
Celal Bayar"la son röportaj
Celal Bayar: 27 Mayıs harekatı İsmet Paşa"nın şahsi ihtirasıdır
Sanem Altan
Tarih Profesörü Mehmet Saray, 24 yıl sonra Celal Bayar ile yaptığı ve hiçbir yerde yayınlanmayan röportajını Sanem Altan"a verdi.
Yeditepe Üniversitesi Yakın Dönem Tarih Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Mehmet Saray: Bayar’la Son Mülakat kitabım 6 ay içinde kitapçılarda olacak. Röportaj yapıldıktan 24 sene sonra basılıyor. Bunun tabii ki çeşitli nedenleri var. Size anlatacağım. İlk kez sizin aracılığınızla Vatan Gazetesi’nde çıkıyor bu. Çok heyecanlı ve mutluyum. 1981 yılında Atatürk’ün 100. doğum yılı dolayısıyla “Atatürk’ün Sovyet Politikası” kitabını hazırlamıştım ve bunu meslektaşım Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali’ye takdim etmiştim. O da okuduktan sonra, “Büyükbabam bundan çok hoşlanır” diyerek kitabı rahmetli Bayar’a vermiş. 98 yaşında o sıralar. Bir gecede okumuş ve beni çağırarak “Oğlum Atatürk’ün Sovyetlere karşı takip ettiği siyaseti çok iyi tespit etmişsin, lütfen bu sahada çalışmaya devam edin” demişti. Bu şekilde başlayan dostluk 3.5 yılı aşkın bir süre devam etti. 4 ana konuda mülakatlar yaptım. Milli Mücadele yılları ve İsmet Paşa ile ilgili olan bölümler için “Oğlum bu bölümleri ileride neşredersin. Bundan hoşlanmayan kimseler çıkacaktır” demişti. O yüzden beklettim. Genç bir doçenttim o yıllarda. 8 kaset doldurmuştuk. Celal Bayar’ın vefatından sonra o kasetlere uzun bir süre ulaşamadım zaten.
Emine Hanım 2004 yılında onları bulmuş ve bana getirdi. Ve o günden itibaren bu kitabı hazırlamaya başladım. Son mülakat dememin bir sebebi de bir akademisyen olarak onunla mülakat yapan son kişi olmamdır. Atatürk ile ilgili konuşmaya başladığında o koca çınarın gözleri parlardı. İnanılmaz bir hafızası vardı, meslektaşlarım inanmazdı. Onları davet ettim bir keresinde inanamadılar.
Atatürk için “O benim muallimim her şeyi ondan öğrendim” derdi. Menderes iktidarı zamanında büyük ölçüde iyi işler yaptı ama başkanımız da çıkışlarıyla onu andırıyor bazen, halktan geldiği için bazen yanlış işler yapıyor. Menderes’i de laiklik konusunda çok törpülemiştir Sayın Bayar. Her şeyden konuştuk. Her konuştuğumuzu yazmadım tabii. Mili Mücadele yılları ilk defa yayına girecek son derece orijinal. “Benim küçük profesörüm derdi” bana. Ahmet Bey ve Nilüfer Hanım’la da çok iyidir aram, Celal Bayar üniversite rektörü olmamı istemişlerdi. Kısmet olmadı.
RÖPORTAJDAN ÇARPICI BÖLÜMLER...
* Aradan 35 sene geçti, 27 Mayıs’a dönüp baktığınızda bu hareket neydi?
27 Mayıs Hareketi, bence Halk Partisi’nin, İsmet Paşa ve etrafındaki mutaassıp ve müfrit (aşırı) beş on kişinin hareketinden başlamış bir fiildir. Onların da maksatları fikir muhalefetinden çok şahsi ihtiras tasarısıdır. Buna da kaniyim. Bunun ifade edilmesi lazım, İsmet Paşa son zamanlarda adeta çılgın bir hale gelmişti. 27 Mayıs’ı desteklemekle doğru yapmadı. Atatürk onların anti-demokratik tutumlarından şikayet etmişti. Bayar, “En çok mükedder (üzüldüğüm) olduğum mesele şudur, en yakınlarım beni anlamamıştır, ne olduğumu, ne yapmak istediğimi” dedi. Ona bunu söyleten İsmet Paşa ve Recep Peker’in tavırları idi. Üçlü idare sistemi Atatürk’ü üzmüştür. Atatürk’ten özür dilemesini, helalleşmesini isterdim. Uğraştım olmadı. 27 Mayıs yalnız hukuku çiğnemekle kalmadı milli birliğimizin bozulmasına, halkın kutuplara ayrılmasına ve DP mensubu pek çok kişinin ızdırap çekmesine sebep oldu. Atatürk, Türk Ordusu’nun politikaya müdahalesini özellikle darbe yapmasını hiçbir zaman istememiştir. Bunu İttihat Terakki döneminden beri bilirim. Buna rağmen ordunun içinden bir kısım darbeci subayın 27 Mayıs’ı yapmaları beni çok üzmüştür. Bu olay esnasında benim şahsıma, aileme, arkadaşlarıma çok kötü davranılmıştır. İncinmişimdir. Demokrasi istiyorsak halkın reyi ile seçilen hükümetlere itibar etmemiz lazım. En kötü sivil idare, en iyi darbe idaresinden ehvendir.
* Atatürk’ün çok partili demokratik sisteme zamanında girilmediği için ifade ettiği üzüntü sizlere Demokrat Parti’yi mi kurdurdu?
Mutlaka Atatürk’ün sözleri tesir etti. Ayrıca çok partili demokrasi hayatına geçmezsek sağlıklı bir kalkınmanın olmayacağına inanmıştım. Bir de Halk Partisi içinde bulanan bir grubun içinde bana karşı takındığı tavırlar rol oynadı. Atatürk’ün vefatından sonra ben Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve diğer komutanlarla istişare ettim. Bakanlar Kurulu’nda da konuştuk. İsmet Paşa’nın cumhurbaşkanı olmasına karar verildi. Ben bu konuda müstenkif (çekimser) kaldım. İsmet Paşa Reisicumhur olduktan sonra bana “Başvekaleti bırakmayınız birlikte çalışalım” dedi. Kabul ettim. Ama çok geçmeden bazı müfrit Halk Partisi ileri gelenleri aleyhimde tavır almaya başladı. İsmet Paşa’nın da bu grubun tesiri altında kaldığını görünce istifa ettim. Demokrat Parti’yi kurduk. Ben aslında ayrılmak niyetinde değildim. İyi yönetilmiyor diye bazı arkadaşlarım istifa etti. İstifaya kızan Halk Partililer de onları kovdu. Bu doğru değil dediğim için de beni de kovdular. Hem de mebusluğumu düşürdüler. İsmet Paşa korkuyordu çünkü Milli Şeflik rejiminden demokrasiye doğru gidiliyordu. Toplandılar benim istifamı kabul ettiler. Ben de arkadaşlarımla “Dörtlü Takrir”i vererek DP’yi kurduk.
* İsmet Paşa’nın tepkisi ne oldu?
Bize düşman oldu. DP kuruluşunu kendi şahsına karşı yapılmış bir hareket olarak görüyordu. O vakit kendini Milli Şef olarak ilan etmişti. Bizim partiyi Milli Şefliği’ne karşı çıkma gibi gördü. Bu arada harbe girme girmeme tartışılıyordu. Ben ülkenin savaşa girmesini istemiyordum. Ayrıca İsmet Paşa ve Halk Partisi bizim bütün vatan sathında teşkilatlanmamızı istemiyordu. Bana demişti ki “Şark vilayetlerinde teşkilat yapmayalım. Bu bölge insanları sorun çıkartıcı tipler.” Şaşırıp kalmıştım. “Paşam o insanlara sahip çıkmazsak bölgeyi nasıl kalkındırız” dedim. Bize engel çıkardılar. 63 ilin 49’unda seçime girdik biz ama. Halkın bize büyük teveccühü vardı. Seçimi kazanacağımızı biliyordum. Ama sonuçlar açıklanınca parti teşkilatı büyük infial gösterdi. 66 milletvekili çıkarmıştık. Seçimde hile yapılmıştı. Aldığımız oyların çoğunu yok etmişlerdi. Ama bu aksaklığa rağmen çok partili sistem başlamıştı.
* İsmet Paşa iktidarı size nasıl teslim etti?
Teslim etmeye mecbur kaldı. İktidara gelince beni Çankaya’ya davet etti, “Sen kur bunu bence münasibi budur” dedi. İsmet Paşa iktidarı kaybetmesine rağmen hâlâ olayları yönlendirmek istiyordu. Şaşırdım doğrusu. Bir gün Meclis’te bağırmıştı. Hükümete karşı çok sıkı tenkitler yapardı. Bizi devireceğine çok güveniyordu. Meclis’te haykırmıştı, “Sizi ben bile kurtaramam.” Meclis’te yaptığı bu konuşmalarla 27 Mayıs için gerekli zemini hazırladıklarını düşünüyoruz. Bu müfrit grup ve onların destekçisi bazı basın mensupları 27 Mayıs öncesi bizlere çok haksız hücumlarda bulundular. Bu kampanyalar 27 Mayıs’ı yapmak isteyenlere çok cesaret verdi. İsmet Paşa öncesinde de sonrasında da 27 Mayıs’ı desteklemiştir. Darbecilerle devamlı fikir birliği içerisinde olmuştur. İhtilalci subaylardan Suphi Karaman yazdığı hatıralarında “27 Mayıs ortamının oluşmasında İnönü’nün büyük katkısı vardır” demiştir. Ama şunu da belirtmek isterim ki hatasını bilahare anlamış, demokratların affı hususunda gayret göstermiştir. Tarihi bir vebal altında kalmaktan korkmuştur.
Emine Gürsoy - Celal Bayar’ın torunu: Şener Eruygur, Hurşit Tolon Çetin Doğan 27 Mayıs darbesinde iyi eğitim aldı
Büyükbabam az konuşan biriydi. Atatürk’ü çok takdir eder, çok beğenirdi. Şöyle düşünüyorum, Atatürk’ün sürekli arkasında olup onu destekleyen, toparlayan biriydi ve Atatürk’ü hep kollamıştır. sevmeyenlerine karşı. 27 Mayıs darbesi yapıldığında ben 10 yaşındaydım. Çankaya Köşkü’ndeydik, tank uğultusuyla uyandım. Normal olmayan bir durum olduğunu tabii anladım ama
-belki çocuk olduğum için- korkmadım. Büyükbabamı almaya gelmişlerdi. Büyükbabamın direndiğini, “Millet iradesi ile geldim, millet iradesi ile giderim, siz kim oluyorsunuz” dediğini, silah çektiğini, gelenleri vurmak istediğini, sonra silahı kendisine çevirdiğini, bu silahın elinden alındığını ve Harbiye’ye götürüldüğünü biliyorum. Yassıada mahkemesinin silahlı ortamında bile soğukkanlılıkla askerin siyasete karışmasına karşı olduğunu, askerin siyasete karışmaması için elden gelenin yapılması gerektiğini söylemiştir.
Darbeden çok kısa bir süre önce 21 Mayıs’ta Harp Okulu öğrencileri Ankara’da bir yürüyüş yapmıştı. Bu yürüyüş elbette ki komutanlarının teşvik ve himayesinde yapılmıştı. Büyükbabam bu subayların disipline sevk edilmesini ve cezalandırılmasını istemişti. Bu konular Yassıada’da dava konusu oldu. Cumhurbaşkanı bu işlere karışmamalıydı, dendi. Bayar da “Elbette ki karışmalıydım, memleketin güvenliğini temin etmek en birinci telakki ettiğim görevdi” demişti. Bayar, “Harp Okulu’nu imha edecekti” dendi. Akla hayale sığmayacak şeyler. Yine bu aynı öğrenciler, darbe günü DP’lileri tutuklamakla görevlendirildiler. Yine o dönemin genç subayları -seçilmiş genç subayları- Yassıada’da görev yaptılar. Silahlı olarak mahkeme salonunda nöbet tuttular vs. (Yaklaşık 3000 ordu personeline bu görevleri dolayısıyla MBK ek maaş bağladı). Bu insanlar o yıllarda tabii genç insanlar, bu işlerin içinde yetiştiler, yetiştirildiler.
Tutuklamaları yapan, Yassıada’da nöbet tutan, darbe muhafızlığını gören o subaylar ileriki yıllarda hep terfi ettiler ve hep karşımıza çıktılar: Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Çetin Doğan, Çevik Bir, Tuncer Kılınç, Altay Tokat, Kemal Yılmaz, Edip Başer, Tamer Akbaş, Yaşar Büyükanıt, Fevzi Türkeri, Akay Şakman, Teoman Koman, İlhami Erdil, Namık Kemal Ersun, Necip Torumtay, İsmail Hakkı Karadayı, Kemal Yamak, İlhan Oral, İrfan Tınaz, Doğu Aktulga... Hiçbiri Harbiye yürüyüşünü ve Yassıada‘yı ağızlarına almadı. Hiçbiri 27 Mayıs darbesinden ve yapılanlardan dolayı pişmanlık duyduklarını söylemedi. Harbiye’de ve Yassıada’da ne yaptıklarını anlatmadılar. Ama 60 darbesinde bu isimler iyi eğitim aldı.
İnönü ve CHP, darbenİn azmettİrİcİsİ olmuŞtur
Büyükbabam Yassıada mahkemelerinde tüm hayatında olduğu gibi cesur ve dik durdu. Arkadaşlarına sahip çıkmıştır. “Vatanperver insanlardır, hepsine kefilim” demiş ve mesuliyeti kendi üzerine almıştır. 27 Mayıs’ta büyükbabam 78 yaşındaydı. Cumhurbaşkanı olduğu için ancak “vatana ihanet” suçundan yargılanabilirdi ve idam edilebilirdi. Bu sebeple Yassıada’da görülen Anayasa davası “vatana ihanet” suçlamasıyla açıldı. Darbeden hemen sonra İnönü’nün damadı Metin Toker’in çıkardığı Akis dergisinin kapağında bir darağacı, darağacından sallanan bir idam ipi ve önünde de büyükbabamın bir fotoğrafı vardı. Altında ise “cürüm ve ceza” denilmekteydi. İnönü ve CHP, darbenin azmettiricisi olmuştur. TCK’na göre 65 yaşın üzerindekiler idam edilemiyordu. Büyükbabam için bu kanunu da değiştirdiler, yaş haddini kaldırdılar. Ama idam etmemeleri kesinlikle yaşla ilgili değil bence cesaret edemediler, korktular sonuçta Cumhuriyeti Atatürk’le beraber kuran kişi Celal Bayar.
ASILDIKLARINI ANLAYINCA HIÇKIRA HIÇKIRA AĞLAMIŞ
15 Eylül 1961’de Yassıada mahkeme kararları tebliğ edildi, 15 idam kararı vardı, büyükbabam 1 numaralı sanık, onun kararı ilk açıklandı. Kararı duyunca kulaklığını çıkarıp atıyor, eliyle de “Hadi oradan, siz de önemsenecek insanlar mısınız?” anlamında bir hareket yapıyor. Kararlar tebliğ edilir edilmez idama mahkum edilen sanıklardan 14’ü mahkeme salonundan doğruca İmralı’ya sevk ediliyor. İmralı’da elleri arkalarından bağlı olarak büyükbabam ve diğerleri hücrelere alınıyorlar ve bekleme başlıyor. İdam kararının müebbete çevrildiği tebliğ edildiğinde, liste okunuyor, işte o zaman büyükbabamın gözlerinden yaşlar süzülmeye ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor. Çünkü o listede üç arkadaşının isminin olmadığını anlıyor. “Menderes İmralı’ya getirildiğinde yürüyecek halde değildi. İki kolunda iki askerle yürüyebilmiştir. İmralı’ya inişini ve darağacına yürüyüşünü görüntüleyen film ve fotoğraflar göstermelik ve bir iki saniyenin görüntüleridir. Yoksa iki kolunda askerle yürütülmüştür. Menderes’in boynuna geçirilen ip uygun şekilde yerleştirilmediği için Menderes çok can çekişerek hayatını teslim etmiştir. Vücudunun titremesinden ayakkabıları ayağından fırlamıştır. Menderes asıldıktan sonra -oradaki subaylar sırf onu darağacında sallanır vaziyette görmek istedikleri için- cansız bedenini yeniden ipe çekmişlerdir. İnsan böyle bir kin nereden beslenir” diyor...
23.05.2010
http://pazarvatan.gazetevatan.com/haberdetay.asp?hkat=1&hid=15508&yaz=Sanem%20Altan
12 MART 1971 OLAYI
12 Mart Darbesi’nin perde arkasında, Muhtıra’daki iddialarla hiçbir ilgisi olmayan, 9 Mart 1971 tarihinde yapılması plânlanan Baas benzeri bir sosyalist darbenin önünün kesilmesi vardır. Doğan Avcıoğlu’nun yayınladığı sosyalist Devrim Dergisi etrafında toplanan ‘Millî Demokratik Devrimciler’, bugün de olduğu gibi ordu içindeki ‘ulusalcı’ subayları kullanarak darbe hazırlığına girişmişlerdi. Nitekim, Devrim’in genel yayın yönetmeni Hasan Cemal yazdığı kitaplarda, askerlerle birlikte bir darbe yapmak istediklerini anlatmıştır.
Lâkin, Millî Demokratik Devrimcilerin arasına sızmış olan MİT mensubu Mahir Kaynak’ın, darbe hazırlığını Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ile 1. Ordu Komutanı Faik Türün’e bildirmesi neticesinde 9 Martçı MDD’ler sosyalist darbelerini gerçekleştiremediler.
***
12 Mart, sola karşı yapılmış bir darbe gibi anlatılır. Bu görüşte olanlar, sıkıyönetim mahkemelerinde solcuların daha fazla baskı gördüğünü ve Deniz Gezmiş ile arkadaşlarının idamını gösterirler. 12 Mart öncesindeki anarşi ve terör olaylarının daha ziyade solcular tarafından düzenlenmiş olması ve Muhtıra’dan sonra da bu eylemlere devam edilmesi, Muhtıracıların husumetini sola karşı çevirmiştir. Ancak, sağcı eylemciler de bu husumetin hedefi olmaktan kendilerini kurtaramamışlardır.
“Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.”
CHP’DE BAYKAL DARBESİNİN ARDINDAN BAŞA GEÇEN KILIÇDAROĞLU’NDAN DERSİMLİLERİN BEKLENTİLERİ;
Dersim sürgünü,Manisa Milletvekili AKP'li Bülent Arınç, "İnanıyoruz ki CHP, Sayın Baykal'ın CHP'si olmaktan süratle çıkar ve özgürlükçü bir parti, gerçekten sosyal bir demokrat bir parti olarak yoluna devam eder" dedi. ,
BDP'li Selahattin Demirtaş, “Kürtlerin para karşılığında dillerinden,kimliklerinden vazgeçeceğini kast etmek büyük bir facia ve hakarettir.”
Baykal'ın en yakınındaki isim olan eski MYK üyesi Savcı Sayan'dan çok tartışılacak açıklamalar:
Deniz Baykal'ı ayak oyunlarıyla kaybettik. Önder Sav yaptı yapacağını. Liste önder Sav'ın listesidir. Umarım Kılıçdaroğlu gibi bir değeri de kaybetmeyiz. Gürsel Tekin'in PM listesinde yer alması çok önemlidir. En azından orada yapılacak yanlışlara karşı çıkacaktır. ""
AKP ÖNDERİ BAŞBAKAN R.TAYYİP ERDOĞAN,ÜLKEMİZİ AB ve NATO’DAN KOPARIP İSLAM ÜLKELERİNİN BAŞINA GEÇİREREK ARMAGEDDON SAVAŞLARINA “ŞEYTANIN ORDUSU BLOGUNU” OLUŞTURUYOR.
BİR AY KADAR ÖNCE YANDAŞ BİR MEDYA TV’İNDE TARTIŞMAYA KATILAN CEMİL ÇİÇEK ŞÖYLE DEMİŞTİ,Kİ BU SÖZLER SEKİZ YILDIR DEFALARCA DA TEKRAR EDİLMİŞTİR.
“BİR HAÇLI SEFERİNE KARŞI CİHAT İLAN EDECEK BİR KURUM YOKTUR” SANKİ,I.DÜNYA SAVAŞINDAKİ CİHATIN KARŞISINA EN BAŞTA MEKKE ŞERİFİ HÜSEYİN ÇIKMAMIŞ, BÜTÜN İSLAM DÜNYASINDAN İŞGAL KUVVETLERİ ASKERİ OLAN MÜSLÜMANLAR BİZE ÇANAK-KALE,SÜVEYŞ,IRAK,YEMEN,LİBYA,TUNUS, BALKANLAR VE KAFKASLARDA SALDIRMAMIŞ GİBİ BİR HAVA İÇİNDE SÖYLENEN BU SÖZLER ,HALKIN DİNİ DUYGULARINI İSTİSMAR EDEREK İSLAM DÜNYASINI HAÇLI ARMAGEDON TEZGAHINA SOKMA GAYRETİNDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.
OYSA MÜSLÜMANLAR “İSLAM BİRLİĞİ OLUŞTURMADIKÇA HAÇLI “ARMAGEDDON TEZGAHINI GERÇEKLEŞTİREMEZ”.
“ANTİSEMİTİZM KARŞITLARINA KARŞI” OLDUĞUNU,YANİ SİYONİST OLDUĞUNU AÇIKÇA SÖYLEYEN BAŞBAKANIN GERÇEK VAZİFESİ ARMAGEDON SAVAŞLARI İÇİN “HİLAL BLOGU” OLUŞTURMAKTIR.
BU BLOG OLUŞTUKÇA KÜRESEL GÜÇLER “İSLAM DÜŞMANLIĞINI KÖRÜKLEMEKTEDİRLER.
AKP’Yİ COŞKU İLE İKTİDARA TAŞIYAN BÜYÜK GÜÇLER,HER DEDİKLERİNİ YAPARAK,İSLAM BİRLİĞİNİ OLUŞTURMAKTA GERÇEKLEŞTİRDİĞİ HER ADIMIN ARKASINDAN BAŞBAKAN’I “İSLAMCI,KÖKTENDİNCİ, ŞERİATÇI” GİBİ DİNİ TANIMLARLA ANMAYI,KENDİ KAMUOYLARINDA DA İSLAM DÜŞMANLIĞINI ARTTIRARAK SÜRDÜRMEKTEDİRLER.
AKP HÜKÜMET OLDUĞUNDAN BERİ,AVRUPA’DAKİ İŞÇİLERİMİZİN UYKUDA EVLERİNDE DİRİ DİRİ YAKILMALARINDAN,HZ.MUHAMMED’İN “PEDOFİLİ-ÇOCUKLARLA CİNSEL İLİŞKİYE GİREN SAPIK” OLDUĞUNA DAİR KARİKATÜRLERDEN,SON GAZZE YARDIM DÜMENİ SONRASINDA DA “TÜRKİYE’Yİ NATO’DAN ATALIM” YORUMLARINA VE AŞAĞIDAKİ HABERE KADAR İLERLEMELER KAYDEDİLMİŞTİR.
BU GÜNE KADAR OLAN DÜŞMANLIKLARIN VE BUNDAN SONRA OLACAK OLANLARIN TEK SORUMLUSU “SEMİTİK” OLDUĞUNU İFADE EDEN BAŞBAKANIN AKP’SİDİR.
ÇÜNKÜ,AKP,ATATÜRK’E İNGİLİZ,AMERİKAN PARALARI İLE İHANET ETMİŞ ŞEYH SAİTLERİN TORUNLARININ AÇIKÇA RESİMLERİNİ SOKAKLARA ASARAK CAHİL KÜRTLERE DUALAR ETTİRDİKLERİ,36 PARÇAYA DEVLETİN BÖLÜNMESİ GEREKTİĞİNİN,HER TÜRLÜ AZINLIK GRUBUNUN DEVLET OLMA KONUSUNDA BAŞBAKANCA SON “KÖPEK-ARAP “ OLEMİĞİNDE OLDUĞU GİBİ TAHRİK EDİLDİĞİ, TARTIŞILDIĞI GÜNLERE GETİRMİŞTİR.
BAŞBAKAN,KURULAN ATATÜRK CUMHURİYETİNİ PARÇALAYARAK,RUM,KÜRT,GÜRCÜ, ERMENİ DEVLETLERİ KURMAK İÇİN 1925’DE ÇIKAN POTAMYA (GÜNEYSU) İSYANININ ATATÜRK’ÜN TÜRKİYESİNİ YIKMAYA YEMİN ETMİŞ ŞEYH SAİTLERİN,SEYİT RIZA’LARIN, AHMET BARZANİLARİN,KÖKENİ BİTLİS ERMENİLERİNE DAYANAN MENEMENLİ MÜSLÜMAN TAKİYYESİ YAPAN GERİCİ HOCALARIN, AZNAVUR-LARIN, KONYALI DELİBAŞLARIN,İSMET PAŞA’NIN ENTRİKALARI İLE DARILTILAN,DÜŞMAN EDİLEN ÇERKEZ ETHEMİN ARDILLARININ BİR ARAYA TOPLANDIĞI BİR PARTİNİN BAŞI VE ONLARIN BAŞBAKANIDIR.
MUHALEFETTE DERSİMLİ SEYİT RIZA’NIN ARDILLARINDAN KILIÇDAROĞLU VE PARTİSİ VARDIR.
ANCAK BU DERSİMLİLER,1925 GERİCİ AYAKLANMALARINDA ATATÜRK’ÜN YANINDA OLMUŞLAR,1921 KOÇGİRİ VE 1937-38 DERSİM İSYANLARINDA İSE İŞBİRLİKÇİ İSMET PAŞANIN,ONU TAHRİK EDEN İNGİLİZ-ABD VE AVRUPA’NIN DOLMUŞUNA GELMİŞLERDİR.
ONU SAVUNMALARI DA BUNDANDIR.
ORTADA OLAN TEK GERÇEK İSE TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN İKTİDAR VE MUHALEFET İNİN “ATATÜRK’E BAŞ KALDIRAN,ONUN KURDUĞU DEVLETİ YIKARAK,ERMENİSTAN, KÜRDİS-TAN,MEGALO İDEA,PONTUS RUM DEVLETİ” KURMAK İSTEYENLERİN ARDILLARININ ELİNDE OLDUĞU GERÇEĞİDİR.
İŞTE PARANIN “YAZI TARAFI" OLAN BAŞBAKANIN HAKKINDAKİ HABER;
Erdoğan popülist lider’
Financial Times, “Erdoğan Arap sokaklarında kahraman olabilir, ama Washington’da otoriter, popülist, İslamcı içgüdülerine yenik düşen bir lider” diye yazdı29 Haziran 2010 Salı
LONDRA - İngiliz Financial Times gazetesi Türkiye hakkında özel bir ek verdi. Ekin kapağında Türkiye'nin dünya siyaset sahnesindeki rolü ele alındı. Ekte, 31 Mayıs sabahı, silahlı saldırılarda 15 kişi öldü. Bunlardan dokuzu, Gazze'ye yönelik ablukayı kırmaya çalışan Mavi Marmara gemisindeki aktivistlerdi. Bu olay, dikkatleri İsrail'i sert bir şekilde kınayan ve ortak tepki çağrısında bulunan Türkiye'nin üzerine çekti.
Ölen diğer altı kişi ise, İskenderun'daki donanma üssünde PKK roketlerine hedef olan askerlerdi. Ölümleri uluslararası alanda fazla dikkat çekmedi. Ama dışarıdaki ağırlığı ne olursa olsun, bu olay Türkiye'nin içerideki en ciddi sorunlardan bazılarının hala çözümsüz kaldığını gösterdi. Gelecek yıl Erdoğan başbakanlık için halktan üçüncü ve son kez yetki isteyecek. Partisinin geleceğini, Erdoğan'ın Türkiye'nin dünyadaki yerini nasıl yeniden tanımladığı kadar, içerideki sorunlara nasıl çözüm getireceği de belirleyecek. Financial Times, Türkiye'nin uluslararası arenada etkinliğini artırmaya başladığını belirterek şöyle devam ediyor:
"Mavi Marmara olayı, daha önce tarafsızlığı tercih eden Ankara'nın artık bölgede taraf olma arzusunu yansıtıyor. Türkiye, bu olayla Gazze ablukasının hafifletilmesine öncülük etti. Türkiye, İran'la varılan nükleer takas anlaşmasını dikkate almayan ABD'ye meydan okuyarak Güvenlik Konseyi'ndeki oylamada, çekimser kalmak yerine Tahran'a yeni yaptırımlara 'Hayır' dedi. Bu, iki ülke arasındaki geleneksel ittifak üzerinde baskı oluşturdu. Erdoğan belki Arap sokaklarında yeni bir kahraman olabilir ama Washington'da birçokları onu otoriter, popülist, İslamcı içgüdülerine yenik düşen ve Batı'yla yollarını ayıran bir lider olarak görüyor.”
İsrail’den Erdoğan’a yalanlama İsrail Ulaştırma Bakanlığı, Türkiye’ninhava sahasını İsrail uçaklarına kapadığına dair Sivil Havacılık İdaresine herhangi bir resmi bilgi ya da uyarı gelmediğini bildirdi. İsrail Ulaştırma Bakanlığı yetkilileri, Ynet haber sitesine yaptığı açıklamada, İsrail yolcu uçaklarının Türkiye üzerinden normal uçuşlarını sürdürdüğünü bildirdi. İsrail’de yayımlanan Yedioth Ahronoth gazetesi dün, Ankara’nın, İsrail’den kalkan ve içinde 100’ün üzerinde asker bulunan uçağın Türk hava sahasını kullanmasına izin vermediğini bildirdi.
Uçak, Polonya’da bulunan Nazi dönemi toplama kampı Auschwitz’e gidiyordu. Bu haber, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından da doğrulandı. Erdoğan, daha önce İsrail uçaklarına Türk hava sahasının kapatılması yönünde bir karar alındığını anımsattı.””
OKUYUP ANLADIĞINIZ GİBİ,TÜRKİYE CUMHURİYETİ 10.KASIM 1939’DAN BERİ ATATÜRK’E VE DEVRİMLERİNE KAST ETMİŞ İŞBİRLİKÇİLERİN İDARESİNDEDİR.
YÜZÜ BU YÜZDEN GÜLMEMİŞTİR.SÜREKLİ EVLATLARINI KURBAN VEREN,ARDI ARKASI KESİLMEYEN İSYAN,TERÖR,EKONOMİK KRİZLERİN ARKASINDA BU DEVLETİ TARİHE GÖMECEK SİNSİ PROJELERİN İŞBİRLİKÇİLERİNİN ELLERİ VARDIR.
BU GÜN,10.KASIM 1938’DE BİÇİLEN ÖMRÜNÜ DOLDURMUŞ,İKTİDARI PAYLAŞANLARIN GÖREVİ BU SON DARBEYİ İNDİRMEKTİR.
ADİLYARGİC-KEYKUBAT
BİTLİS MAKASININ İHANET BIÇAKLARI;
Günümüzün "KALPAKLI ATATÜRKÇÜSÜ" Yalçın KÜÇÜK (=Ermenice Bogos,Yunanca Paulous İngilizce Pavlus demektir.Hıristiyanlığı Anadolu'da yayan Aziz Pavlus'a(Küçük'e) atfen dönme Ermeni ve Rumların kullandığı bir soy addır.)Bu video da Bitlis'li dönme Ermeni İsmet İnönü'nün Alevi maskeli dönme Ermeni kanadının ihanetini göstermektedir.
Yalçın KÜÇÜK "OPERASYONU APO'YA BİLDİRMEMİ DEVLET İSTEDİ"
Bu video,ihanetin İngiliz düzenlemesi Kürt Vehhabiliği olan "Bitlis'li dönme Ermeni Said-i Nursi'nin "NURCU" kanadının ABD-AB bağlılığının kanıtıdır.
Bu video,ihanetin İngiliz düzenlemesi Kürt Vehhabiliği olan "Bitlis'li dönme Ermeni Said-i Nursi'nin "NURCU" kanadının ABD-AB bağlılığının kanıtıdır.