Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Mayıs 2009 Cumartesi

TÜRK-KÜRT-ALEVİ'LERİN AYRILMA NEDENLERİ

TÜRK-KÜRT-ALEVİ'LERİN AYRILMA NEDENLERİ


Batılı toplumların “Kürt” kimliği ile uğraşmaya başlamaları ise 19.yy. ortalarında,1842'de başlatılan kazılara, daha sonra İngiliz Henry Layard (1817-1894) 'ın İncil’in Tevrat olarak bilinen “İlk Ahit-Babil’in Yıkılışı” 12.bölümünde bahsi geçen “Şinar-Güneş” diyarının,insanların yeryüzünde tanrı tarafından dolaştırıldıkları zamanlarda yerleştikleri ve göğe çıkan bir kule yaptıkları yer olarak bilinir. Bu yerin de Mezopotamya (Dicle-Fırat arası) olduğunun bilinmesi ve bu bölgede bir takım sırların olduğu yazılmasını araştırmak için 19.yy. ortalarında,1842'de Fransız arkeolog Emmanuel Botta ‘nın Sultan II.Mahmut’tan aldığı kazı izni ile başlatılan kazılar,daha sonra İngiliz Henry Layard (1817-1894)’ın katılımı ile sürdürülmüştür.


Toprağı kazdıkça,Akad,Babil ve sonunda Sümer Medeniyetlerine ait tabletleri elde edip bunların tercümesi yapılmaya başlanınca bu zatlar,tablet dilleri ile Kürtlerin dilleri arasındaki uyuma dikkat ederek“bölgenin eski yerli halkı” olduğunu düşünmeye başlaması ile ortaya çıkmıştır.

Delil olarak da Kürtlerin dillerinin Sümer tabletlerinde kullanılan dille olan akrabalığını da görmesini eklemek gerekir.Ancak bu sadece bir aldanma ile başlayıp aldatmacaya dönüşen bir olaydır.


Bu gün Türk Dili içinde de 500 kelimenin “Sümerce “olduğu tespit edilmiştir.Şimdi de Kürt Dilinin etimolojik yapısı” hakkında bir şeyler ekleyelim;

Kürtlerin anayurdu ve Kürt deyiminin gerçek manası üstünde görüş birliği ve kesin bilgi yoktur.Çerçe Lord Gürzon’un genel Kurmayca yayınlanan bir eserinde ve Şükrü Mehmet’in (La Question Kurde) kitabında da Kürtlerin Turani olduğu yazılır.Ancak Kürtlerin vaktiyle İran yaylasında mesela Zağros Dağlarının kuzeyinde yaşayan oradan daha batıya ve bu arada Doğu Anadolu yaylalarına göçen aslında Ari bir kavim olduğu hakkında görüş birliği daha kuvvetlidir.

Fakat bu göç tarihi kesin belli değildir. Kürtlerin tek tarihçisi olan Bitlis Hakimi Şeref Han,bu göçü İran kaynaklarına bağlayarak İran Hükümdarı “Dahhak-ı Zalim” zamanına rastlatır.Ama tarihçiler nezdinde Dahhak’ın varlığı bile karanlık ve şüphelidir.Kürtler hakkında bir eser yazıp eseri Berlin Şark Akademisi tarafından yayınlanan ve sonra 1918’de İstanbul’da “Aşiretler ve Muhacirler Umum Müdürlüğü “ tarafından dilimize çevrilen Dr.Friç bu eserinde ,Kürtlerin kaynaklarına ait bütün tahminleri toplar.Fakat bunların hiç biri rivayet,yaklaştırma sınırını geçemez.


Ama çeşitli kanlarla karışmış olmak,çeşitli kollara ayrılmak hiçbir zaman bir kavim ve millet birliği teşkil etmemek ,hiçbir zaman güçlü bir devlet kurmamış olmak ve çeşitli dil ailelerinden derlenip çeşitli kollara ayrılan bir diller grubunu benimsemek Kürtlerin gerçek özellikleridir.

Kürtler birbirleriyle sınır birliği olan başlıca üç ülkede toplanırlar.Türkiye,Irak,İran.


Kürtler bu sahalara görünüşe göre Asurlular zamanında yayılmış olmaları gerekir.Fakat o zamanki adları neydi?Bu belli değildir.Çünkü Kürt adı daha ziyade 8 ve 9.yy.larda ve Abbasiler devrinde yayılmıştır.Bu kelime de Reis manasına mı gelirdi ve oradan mı Kavim manasını aldı,yoksa başka bir manaya mı gelirdi pek bilinmez.


Asurlar zamanında yüksek yaylada Urartu-Lahordu adında fakat Turani asıllı bir hükümetin varlığı bilinir.Ama bu bölgede yaşayan halkın bu günkü Kürtler olduğunun tam belirtisi yoktur.Ancak,Urartu-Asur memleketi arasında kalan ve o zamandan itibaren Kürtlerin yer almaya başlamaları mümkündür.

Eski Ksenefon (M.Ö.359 veya 401 ) Anabasis,yahut,”10.000.’lerin ricatı” isimli meşhur eserinde Mezopotamya (Irak)kuzeyi ile,Yüksek yayladaki Ermenistan arasında kalan ve bu gün Kürtlerin yoğunluk alanını teşkil eden yerlerden geçerlerken bu dağlık bölgede Karduklarla olan savaşlarından bahseder.(Bu Karduk kelimesini) gordi olarak çeviren ve bundan Kürt kelimesini çıkaran yazarlar vardır.Bu Karduklar belki de Kürtlerdi.


Bu konuda,kendi yaptığım bir çalışmayı da eklemekte fayda görmekteyim.Sonunda tarihçiler de farklı bir şey yapmıyor zaten.Umarım beğenirsiniz;


Zenefon’da Kardukoy

Şimdi de,İran Şahı Atrakzerkses’i Küçük Krus’un verdiği para için, 10.000.askerle İran’a gidip,askerlerini İran askerlerine kıydıran, canını zor kurtaran,kaçarken de bizim “Kurt İni “ sakinlerinden de bir güzel zılgıt yiyen,Yunanistan yerine Trabzon’a varıp “Deniz Deniz” diye bağırırken bir de oradan yediği sıkılcımla ,10.000 askerlik ordusundan üç beş askerle zor kurtulan İÖ 401 yıllarında Osmanlı’daki “Başıbozukların” Yunan tarihindeki karşılığı olan Zenefon’un maceralarına bir göz atalım.

Xenephon veya Ksenefon,yukarıdaki olaydaki başarısızlıklarını “Anabasis” adlı anı kitabında toplamış ve Dicle’nin kuzeyindeki dağlarda,çok iyi korunmuş köylerde yaşayan “Carduchoi-Kardıçoy veya Kardukoy okunur.Kar-du- koy-Kar ülkesi gibi düşünülebilir.” halkından bahsetmiş.

Biraz daha çalışsaymış “Karlıköy” diyecekmiş ama becerememiş.Kimbilir,Yunancası da o anlamda da olabilir.:))


Roma Kaynaklarında Kurdini

Roma’lı tarihçi Strabo’ya göre Gorduene-Gurdini bölgesi,”Gordyaean Mounts-Gurdiyan Dağları” Diyarbakır ile Muş arasındaki dağlardır.

Ermeni Kaynakları;

Pompeius’un Partlılardan zabt etmiş olduğu Nisibis veya Gordene-Gurdini Tigran tarafından ele geçirildi.

İngiliz Kaynakları

1911 basımı Britanika Ansiklopedisine göre,”Gordyene-Gurd-ini okunur” Dicle’nin batı kıyısında,”Courduene-Kurdini” olarak da bilinen çağdaş Türkiye’nin Van Gölü’nün güney bölgesindeki dağlık arazide,İran ve Ermenistan arasında küçük,uyruk bir devlet olarak tanımlanmakta ve Suriye kaynaklarında da “Beth Qardu-“Bes Kardu” olarak bahsedilmiş olan şimdiki Şırnak ili bölgesinde eski adı “Bothan-Botan” olan yerdir.

Corduene (also known as Gorduene, Cordyene, Cardyene, Carduene, Gordyene, Gordyaea, Korduene, Korchayk, Gordian, was an ancient region located in northern, Mesopotamia present-day southeastern Turkey)

Corduene (Gorduene, Cordyene, Cardyene, Carduene, Gordyene, Gordyaea, Korduene, Korchayk, Gordian,olarak da bilinen “Corduene” bu günün kuzeydoğu Türkiye’sinde kuzey Mezopotamya’da konuşlanmış es ki bir bölgedir.

Şimdi yukarıdaki cümlede geçen ve Kürt Ülkesi-Kürdistan anlamına gelen bu kelimeleri bir bir okuyup söyleyelim.

Önce,bu adların İngiliz dili yazılış ve söyleyiş özelliklerine göre yazıldığını bilmemizde fayda vardır.

İngilizce de Hint-Avrupa Dil Grubu adı ile bildiğimiz dil gruplarından biridir.Bu da şu demektir.

Kökeni,Hint,Fars (İran),Kafkas dillerinden oluşan diller anlamına gelir.

Şimdi adları okuyup söyleyelim;

Corduene=

Kelimeye ses verebilmek için ilk önce sesli harflerin telaffuzuna dikkat etmek gerekir.

C” harfi de önünde kalın sesli (aou) gibi harfler ve sesiz harf (Clan-Kabile) gibi olduğunda Türkçe’deki “K” sesine karşılık gelir.Genelde bütün Avrupa dillerinde de durum böyledir.

”O” harfi “OU” harflerinin birlikte çıkarılması ile söylenir.Daha çok “u” sesi verir.

E” harfi de İngiliz dilinde “” sesinin birlikte çıkarılması ile elde edilirse de Türkçe’de “İ” harfine karşılık gelir.

D” harfi de günümüzde bile çok yerde “T” yerine bazen her iki harf de diğerinin yerine söyleyenin şivesine göre değişmektedir.

U” harfi de kural olarak “Yu” olarak okunsa da kelime içinde kendisinden sonra gelen sessiz harfin gerçek sesinde okunması için konulur ve böyle durumda okunmaz.

Aşağıdaki İspanyol dilinden verilen örnek gibi;

Quien (kien)=kim

Que (Ke) =Ne

Şimdi harfleri Türkçe’deki seslerine göre dizdiğimizde aldığımız sonucu görelim;

C(K)o(u)rdue(i)ne(i)=K-u-rd-t--i-n-i “Kurdini”

Kurdini” ni böldüğümüzde alacağımız sonuç “Kurd İni Günümüz Türkçe’si ile de “Kurt İni

İn “ kelimesinin de “mağara” olduğunu bilmeyeniniz var mı bilmem.

Diğer (9) dokuz ad da değişik dil ve lehçelerde has Türkçe olan bu kelimenin telaffuz farklarından başka bir şey değildir.

Şimdi sıra ile telaffuzlarını parantez içinde yazacağım;

Gorduene (Gurdini), Cordyene(Kurdini), Cardyene(Kardini-Kar ini demek daha uygun ), Carduene (Kardini-bu da öyle), Gordyene(Gurdini), Gordyaea(Gurdiya-Bu Arapça-İtalyanca-Yunanca gibi), Korduene(Kurdini-Bu en güzeli), Korchayk (Kurçak-Bu Kafkas dili veya Ermenice olsa gerek), Gordian- (Gurdiyan).

Bu, “Kurt İni” veya Kurdini” neresidir?

Tarif edildiği gibi mağaraları ile ünlü Hakkari ve civarı değil mi?

O mağaralar ki bir ucu Türkiye’de diğer ucu Suriye,Irak ve İran’a ulaşan esrarlı mağaralar.

Asırların eşkıya yatağı.

Rusya’nın Kafkas dağları-Afganistan üzerinden Hint okyanusuna inmesini engellemek hem de Ortadoğu kaynaklarına üzerinde oturarak hükmetmek isteyen ABD-AB içimizde kiraladıkları işbirlikçilere yukarıdaki kayıtları ne şekilde okuturlarsa okutsunlar,onları halkı yanıltmak için ne tür sesler çıkararak söylerlerse söylesinler işin aslı budur.

Bu günkü “Kürt” söyleyişinin de asırların getirdiği bir değişiklik olarak açıklamaktan başka diyeceğim yoktur.
Kürt Bölgesi,2500 yıldır aynı kelime ile anılmaktadırlar.

Kurt İni.

Yani;

Ergenekon!!!

Bu milliyetyçilik,asimile duyguları ile yazılmış bir yazı değildir.Bu gerçeğe,200 yıldır "Kürt Milliyetçiliği" yaratmaya çalışan Avrupalı ve komşu kavimlerin bu bölgeye asırlardır verdikleri adları ve Tevrat'ta Yecüc-Mecüc soyundan Mecüclerin yerleşim ve çıkış yerini göstermesi ile ulaştık.


Tevratın 12.bölümü olan "Babil'in Yok Edilişi"ni anlatan,tanrıların gökten hep birlikte inerek insanların dillerini ayırmaları olayı belki de "Mu İmparatorluğunun " sömürgesi olan bu bölgede,göksel kavim olan Türklerin,mezopatamya bölgesinde koloni kurmuş olan Marduklulara yenilmeleri ve kurt Asenanın önderliğinde soylarının korunması için Türklerin korunaklı bir yere yerlerştirilmeleri,ardından dünyaya hakim olmaları hiç de mantıksız değildir.Çünkü düşündükçe farklı bir sonuca ulaşmanız olanaksızdır.


Yunan akıl,zeka,bilgelik tanrıçası olan Asenanın da sembollerinden biri kurttur ve avlanırken yanında kurtlarla gezer.Alevilerde erenlerin-ermişlerin "dona girmeleri" tanrı ve tanrıçaların özelliklerinden birisidir.

Kürtlerin,ergenekondan çıkış olayında,anayurdu beklemek üzere kalmış bekçiler oldukları sonucu ortaya çıkmaktadır.


1873'de çekilmiş bu resimde baştaki kadın Türk,sağdaki Kürt,

ortadaki peçeli de Hıristiyandır.

Çünkü,ortalığı karıştıracak olan İngiliz uşağı Said-i Kürdi'nin

Nurculuk öğretisi henüz yoktur.Said'in doğmasına daha üç yıl vardır.

Türk ve Kürt kadının başlıkları sizce biraz akraba değil mi?

Sadece kıyafet mi?Aşağıda dilerinin de Türkçeden oluştuğunu gene

bu Avrupalı filozofların kaleminden okuyacaksınız.

Şimdi,kaldığımız yerden esere devam edelim;

Kürtler kendi aralarında büyük farklılıklar gösteren kollara bölünmüşlerdir.Bu bölüntüler arasında dil birliği yoktur.

Kürtçe’deki Sümerce kelimelere bakarak bu halkın Sümer halkının devamı olduğunu sanarak aldanmışlardır.Bu gün ise bu işbirlikçileri ile birlikte cahil Kürtlerin aldatılmasına ve kullanılmalarına dönüşmüştür.

Ayrıca bölgede yoğun petrol ve doğal gaz kaynaklarının olması da bölgede yaratılacak bir zayıflatma hareketinde kullanmak üzere de “Yeni bir toplum” yaratma fikri de o tarihe kadar kimsenin hatırını sormadığı Kürt kardeşlerimizi makbul kılmıştır.


Bu olaydan sonra “Kürdoloji enstitüleri,Kürt Dili ve Kültürü” gibi çalışmalara yoğunluk verilmiştir.Zayıf ve çaresizleşmiş bir Osmanlı Devleti de bu işe “Etini kemiren aslana bakan bir ceylan” çaresizliği içinde seyirci kalmıştır.

Bunun ise tek sebebi açıkça “cehalettir.”

Neden derseniz,bunun da nedenini dinlerde aramak en doğrusu olacaktır.


Şimdi de biraz Kürt Dili hangi dillerden oluşmuş,bilge Avrupalılar,20.yüzyıl başlarında henüz her şey sade iken neler tespit etmişler ona bakalım;


Dr.Friç’in Kürtler eserinde Prof.Veber’den nakledilen şu cümle çok ilgi çekicidir.”Kürt dili bir dil karışımı değildir.Belki bir kelime karışımıdır.”Anlaşıldığına göre Kürt dili tam bir millet dili olmaktan ziyade şekli kaybolmuş,istilaların ve göçlerin etkisi altında ve zaman içinde teşekkül etmiş fakat bu teşekkül tarzında da bir etimolojik birlik sağlayamamış daha çok Fars kaidelerine yatkın bir dil karışımıdır.


Ama o kadar yetersiz şekillenmiştir ki, Dr.Friç’e göre fiiller ve tasrifler bile teşekkül edememiştir.Kürtçe’de fiiller daha çok isim sayılabilir.Hatta bu dil karışıklığının aslı hangi dil ise onunla bağlar da kaybolmuştur.Mesela Kürt kabileleri arasında müşterek olan kelimeler Kürt,Pehlevi, Zend,eski Farsça gibi Kürtlerin öz vatanı sayılan İran Yaylasına veya yukarı Asur Ovalarına ait kelimeler olmayıp Türk,Arap,Yeni Fars gibi Kürtlerin daha çok yerleştikleri bölgelerden veya karıştıkları milletlerden derlenmiş yabancı kelimelerdir.


Dr.Friç’in Birinci Dünya Harbinden önce Petersburg akademisi tarafından neşredilen “Kürtçe –Farsça-Almanca” sözlükten naklettiğine göre bu sözlükte derlenen 8307 kelimeden 3080’i Türkçe ve eski Türkmen,2000iyeni Arapça,1030’u yeni Farsça,1240’ı Zend (eski Farsça)370i Pehlevi (eski İran dili),220’si Ermeni,108i Keldani,ve ancak 30’u asıl Kürtçe’dir.


Şu halde,8307 kelimeden 3080i Türk,2640ı Fars dil şubelerine ait oluyor demektir.Dilin kaidesine gelince daha önce de değinildiği gibi Kürt lehçelerinde kaide yetersiz olmakla beraber Fars dilinin bozulmuş bir şubesidir.

Özet olarak,Kürt dilinde kelimelerle kaideler arasında bir bağıntı yoktur.Ancak bu durum da Kürt dilini teşkil eden gruplar,kollar,veya lehçeler arasında değişir.Bu arada Kürtçe’deki Arap kelimelerinin de önemli bir kısmının Osmanlıca yolundan ve Osmanlı şivesinden alındıklarını kaydetmelidir.


Ama bütün bunlara rağmen bu gün Kürtlerin kendi aralarında ayrı lehçelere veya dillere bölündüğünü kaydetmekle beraber bir Kürt dil kuruluşunun bulunduğunu ve bu dillerle konuşan insanların sayı itibarıyla önemli bir topluluk teşkil ettiğini belirtmek icap eder.

Dr.Friç’in Kürtler isimli eserinde Kürt Dil grubu 1-Kermenç 2-Lur (lor) 3-Gölhur (lek) 4-Guran olarak dört kolda toplanır.

Genel olarak başlıca iki dil grubu seçilmektedir.:Kermanç ve Zaza.Kermançça konuşanlara Baba Kürdi deniliyor.Gerek Kermanç dili gerek Zazaca daha önce işaret ettiğimiz gibi Farsça temele dayanan bir kelimeler karışımıdır.Her iki dil grubu kendi içinde çeşitli lehçelere ayrılır.Van’ın Muradiye ilçesinde Patnos,Saray ilçelerinde Ağrı KaraköseEleşkirt,Erciş,Malazgirt havalisinde,Bulanık,Hınıs,Karlıova,Karayazı,Viranşehir, Urfa,Sürüç bölgelerinde Hakkari,Garzan,Beşiri, Hizan,Bitlis,Muş,Cizre,Midyat,Şemdinli,il ve ilçelerinde hemen hemen Kırmanç dili hakimdir.


Sason,Mutki kısmen Muş,Bitlis dağlık yerlerinde ,Lice,Farkin,Hazo,Diyarbakır, havalisi ve bu bölgelerin özellikle dağlık yerlerinde,Genç,Solhan,Çapakçur,Palu bölgeleri ile Ergani,Elazığ,Mardin’in bir çok köylerinde Zazaca konuşulur.


Varto kazasının Kasman köyünden olup “Doğu illeri ve Varto tarihi” ismi altında 1945’te bir eser yayınlayan,Kürtlerin Türk olduklarını savunan fakat bunun hemen ardından bilinmeyen caniler tarafından öldürülüp mezarı dahi bulunamayan ve eseri ortadan kaldırılan öğretmen M.Şerif FIRAT eserinde Kürtleri çeşitli yönlerden inceler.(Bu eser,27 Mayıs İhtilalinden sonra ve Cemal Gürsel’in bir önsözü ile Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır.)(Alıntı Kaynağı-"Tek Adam" Ş.Süreyya Aydemir.)


Kürtlerle meskun Doğu vilayetleri Osmanlılara Yavuz Sultan Selim zamanında ve Diyarbakır kuşatması hariç olmak üzere mücadelesiz geçti.O güne kadar o bölgeler İranlıların idaresi altındaydı.Tam bir derebeylik düzeni ile idare olunuyorlardı.Osmanlılar da aynı düzeni korudular.Diğer bölgelerde uygulanan Zeamet,Tımar,Has kanunları oralarda uygulanmadı.


Memleket,14’ü azli mümkün olmayan 28’i azledilebilen başlıca derebeyler ve hakimler eline bırakıldı.Bunların hepsi yerel beyler ve şeyhlerdi.Bunlar da kendi toprakları içinde kendilerine bağlı diğer ağa,bey,ve şeyhleri kullanıyorlardı.Fakat beyler ve reislerle aileler arasında mücadele hiçbir zaman durmadı.(Şerefhan,Şerefnamesinde bunların baş döndürücü hikayelerini sıralar)


Görüldüğü gibi Osmanlı Türkleri de Kürtlere herhangi bir müdahalede bulunmamış,onları kendi yaşam tercihlerine bırakmıştır.Çünkü,onlar Türk ve Müslümandır.Ama,bu fetihlerden sonra aşağıda okuyacağınız gibi Hicaz Seferi sonrası getirilecek olan Hilafet bağları koparacaktır.

Timur da Ermenileri hiç ellememiştir.Bunda onları “Türk” olarak kabul etmesinden başka hiçbir neden olmadığı konusunda tarihçiler hem fikirdirler.


Şimdi,bu bilgiler ışığında tekrar “Alevi-Kürt-Türk” kopmalarını sağlayan,dinlerin yarattığı cehaleti incelemeye geri dönelim;


Bütün dinler geldikleri,peygamberlerin çıktıkları kavimlere aittir.Tevrat’ı okuduğumuzda, tanrı Elohe-(İlohi okunur),kendisine inançsızlık ettikleri için diğer kavimleri kendisine düşman ilan etmiştir.(Yaratılış-İbrahim’le ilk antlaşma).Ur’lu İbrahim’i seçerek ondan bir kavim yaratacağını ve bu kavimle diğer milletleri cezalandıracağını, karşılığında da Ham peygamberin oğlu Kenan’ verdiği Akdeniz-Fırat nehri arasındaki toprakları mükafat olarak onlara vereceğini söyler.


İbrahim’den,2000 yıl sonra,Yahudilikten ve çevrelerinden dışlanan Yahudi rahiplerin eski Mısır Osiris (Mısır dilinde Uris’tir.Yunanca’ya uyması için Yunanlı rahipler Osiris derler.Uris daha mantıklıdır. Çünkü, “Uris-Urisa’ya dönüşür,Arapların "Ur" şehrinden geldiği için "Ur" takısını çıkararak sadece “İsa” ya dönüştürdükleri inancındayım) dininden kopya ettikleri,temeli Tevrat’a dayanan İsa adlı bir “İnsan-Tanrı” üretirler.

Tevrat tanrısı da zaten “insan tanrı"’dır.Danyal peygamber bölümünde İran İmparatorunun kendisini 20 gün alıkoyduğunu,melek Mihail tarafından kurtarıldığını anlatır.


Bu insan tanrının “Tevrat Şeriatını kaldırdığını,tüm insanlara sevgi getirdiğini” söyleyerek,aralarında yaşadıkları diğer kavimler arasında saygınlık kazanma çabasına girmişlerdir.

Bu insan Tanrının öğretisini yaydıklarını iddia eden bir takım havari olduğunu söyleyen insanlar Bizans içinde kilise adını verdikleri tapınaklar kurmaya başlarlar.


Bizans bunları “şeytani-batıl” ilan eder ve II.Teosidiyus zamanına kadar soykırıma uğratır.

İ.S.III.yüzyılda Ermeniler bu dine girerler,İran,Suriye,Irak ve İran’da da bu dine katılımlar başlayınca, İran’ın Mecüsi inancına sahip Roma-Bizans halkını İran ile savaşa ikna edemeyen Bizans’ın Yunanlı Bizans rahipleri bu inancı, “İran dini olan Mecüsiliğin etkisinden Bizans’ı kurtarabilecek bir çözüm” olduğunu kavrarlar ve proje imparatorun onayına sunulur.


İ.S.325’de,İznik’te toplanan rahipler konsülünde seçilen dört İncil (Evangel-Müjde) kabul edilir diğerleri yakılır.

Ermeniler katılmadıkları bu konsülün seçtiği kitapları batıl sayıp kabul etmezler.Bu kararları yüzünden İ.S.11.yüzyıla kadar soykırıma uğrayacaklardır.

Asleında kabul etseler di de kıyılacaklardı.Çünkü “Yunanlı” değillerdi.Bu din temelinde Mısır-Yahudi-Yunan kavimlerini esas almaktaydı.


İsa’nın ölümüne sebep oldukları için de Yahudileri de düşman ilan etmişlerdi.Böylece "Uris" i Osiris'e " ve sonra da “Hristo”ya dönüştürkleri insan tanrıdan gelen adla bu Yunan dini “Hıristiyanlık” (İngilizce Christianity) olarak bilinmeye başlandı.

Bunun ilk delili de bu dinin adı ve İncil’in Yunanca olmasıdır.Bu yüzden,gelecekte bilim ve tıp dili de Yunanca olacaktır.

Yani,”her milleti kucakladığı” iddia edilerek diğer kavimler “milliyetçiliklerinden “ bu inanç kültürü sayesinde uzaklaştırılıp,Yunan kültürü içinde asimile ediliyordu.


Arkasından 610’da Mekke’li yetim Muhammed de İslam adlı yeni dininde,Tevrat’ı esas alıyor,İlk Ahit kitabına Mekke’li Yezidilerin inancından girmiş olan İbrahim’in oğlu Hz.İsmail’in soyu olduğunu iddia eden Hicaz Araplarını bu dinle yüceltiyordu.

İbrahim Suresi 4’deHer kavime kendi dilinden peygamber gönderildiği,Casiye 28.ayette, kıyamette her kavimin kendi peygamberinin bayrağı altında toplanacağı “ yazılmasına rağmen,Tevbe Suresi 4.5.6. ayetlerde Hicaz Arap’ı olmayan Bedevileri de korkutarak,hatta aşağılayarak bu dine sokuyor,Hicaz Arap’ı olmayan diğer kavimleri de Bizans taktiği ile Kureyş kültürü içinde asimile ediyordu.


632’de ölünceye kadar,tarihinde hiç birleşmemiş Arap Yarımadasını tek devlet haline getiriyordu.

Alevi inançlarında da bilindiği gibi,Hz.Muhammed Mirac’a çıktığında Kırklar meclisine Allah’ın emri ile onları İslam’a davet gelir. Kapıyı çalar,kimliği sorulduğunda peygamber olduğunu söyler.Ama kapı açılmaz ve “var git kendi kavmine peygamberlik et” denir.İki kez tekrar edildiğinde aynı sonucu alınca dönmeye karar verir.Allah da kendisine,tekrar geri dönerek kapıyı çalmasını ve sorulduğunda ben yurtsuz bir garibim” demesini salık verir.Bundan sonra içeri alınıp,onlara İslam’ı tebliğ ettiğine inanılır.


İşte bu Kureyş İslam’ı ve Yunan Hıristiyanlığının çıkış ve yayılışları tarihinde ilk kez Sami kavimlerine diğer milletleri yönetme şansı yaratmıştır.

Bu inançlar potasında eriyen milletlerden biri de Türk Milletidir.


Başlangıçta Türkler,Yunan ve Arap kılıcına uygun kılıflar üreterek kendilerini korumaya almışlardır.

Arapların “milliyetçilikleri ve idarelerindeki kavimleri kendilerine köle etmeleri” yüzünden 7.yy.da çıkan İslamiyet’in “Emevi Devleti”,90 yıl sonra 740’larda dağılma sürecine girer.20 yıl sonra idareyi alan Abbasi Hanedanı işleri biraz götürse de yüz yıl sonra İ.S.850’lerde Bizans akınlarına karşı geriler.

İ.S.740 ile 850 arasında Bizans’ın baskıları ve halkların İslam’ı farklı kabul edişlerine dayalı olarak çıkan mezhep ve tarikatlardan oluşan bölünmeler Abbasilerce bir düzene sokulur ve bunlardan “4” tanesi seçilerek “Dört temel mezhep” kabul edilir.


Bu günkü Güney Azerbaycan Haritası.Sınır günümüze göre çizilmiştir.

İşte bunlara örnek,bu gün,”kızılbaş-Alevi” olarak bilinen Dersim Türklerinin inançları da Türklerin o zamanki inançları ile birdir.Azerbaycan bölgesinde yaşarlar.O zamanlarda pasaport kanunu olmadığı için,insanlar vergi ödeyerek istedikleri bölgelere göçüp yaşayabiliyorlardı.

Alevilerin ve Kürtlerin Türkçe'yi söyleyişleri bu gün de bu yüzden Azeri lehçesi iledir.

O dönemlerde gerçek “Azerbaycan” vatandaşıdırlar.(Azerbaycan'ın da Rus uydurması olduğu yazılmaktadır.)


O bölge bu gün Güney Azebaycan olarak bilinen bölgedir.Kurtuluş savaşı sırasında Rus-İran arasında bölünmüştür.Bu yüzden yıllarca İran ile soğuk ilişkiler yürütmek zorunda kaldık.


İşte,”Düzgün Baba” inancı,aslında Türkmenistan’dan başlayan “Sarı Saltuk” efsanesinin Azerbaycan ve Anadolu yansımasıdır.Evliya Çelebi,Sarı Saltuk’un Rumeli’nin fethinden sonra Avrupa’ya geçtiğini ve ölümünden sonra da “Aziz Nikola” olarak bilindiğini yazar.

İşte yazının altında da linklerini verdiğim sayfalardan bu konu ile alakalı bir alıntı.


Gündüz Baba’nın benzeri birçok örnekte olduğu gibi Düzgün Baba dağında bir mezarı yoktur. İnanca göre Gündüz Baba Dağı yarılıp Baba içine girerek “sır” olmuştur. Dağa ziyaret için giden halktan ayakkabısını çıkarıp yalın ayak çıkanlarda pabuçlu çıkanlar da vardır. Bu durumu adak sahibinin adak şekli beliler. Ziyarete yalın ayak çıkma şeklindeki nezir Azerbaycan Türk kültür coğrafyasında da vardır. Bu coğrafyanın Dağlılar olarak bilinen halkı Hızır Ziyareti’ne bu şekilde çıkarlar. Bazen de adakta bulunulurken çıkış sayısı da belirtilir. Mesela 3 defa çıkacağım veya yedi defa çıkacağım şeklinde de adakta bulunur. Çocuğu olması için veya hastasının şifası için niyet edenler çocuklarını kucaklarında hastalarını sırtlarında götürmeği de niyetlenmiş olabilirler”


Görüldüğü gibi Aleviler aslında Türk’türler.Almancı Alevilere dayatılan,Ur,Uruadri-Hitit-Ermeni-Kürt-Alevi değillerdir.


Tevrat'a göre hazırlanan bu haritada Van Gölü'nün altında

"Magok" yazısı Nuh sonrası Mecüc'lerin yani Türk-Kürtlerin

yerleşim bölgesini "Ergenekon"u göstermektedir.

Ermenilerin bu Uruadri veya Nairi halkıyla da bir alakası olduğuna inanmıyorum.


İ.Ö.200’lerde günümüz Başkurdistan devletinin olduğu yerde konuşulan “Soçaryan-Tsocharıan” dilini konuşan Kurdistan Türkleri olma olasılıkları daha yüksektir.Mevcut alfabeleri de İngiliz-Fransız üniversiteleri işbirliği ile bir Ermeni rahibe öğretilmiş,uydurma bir alfabeden başka bir şey değildir.


Tevrat uzmanlarının hazırladıkları “Kavimler Göçü” haritasına da baktığımızda,Yafes soyu Magog-Mecücler in Yani Türklerin yeri merkezi Hakkari ve çevresindeki dağlık olan bölgedir.Yunan tarihinde “Onbinlerin dönüşü” olayında ,”Karduchia-Karduçya-Kardukya” (okunur) olarak geçer.Türkçenin bozuk telaffuzundan başka bir şey değildir.


Harita ne kadar açık gösteriyor değil mi?

Mecüclerin "Ergenekon'dan" çıkış ve dağılım bölgeleri.

Oyunu görün işte.Boşuna yazmıyoruz ki

Mecüc soyunun da buradan Asya’ya göçtüğünü bu haritalarında belirtmişlerdir.

Orta Asya Türk kültüründe “Balbal” olarak bilinen taşların Hakkari-Kerkük-Musul civarında “Baban” adıyla bilinmeleri ve çok sayıda var olmalarını başka nasıl açıklayabiliriz ki?







Alevi ve Kürtler,asırların getirdiği kavim göçlerinin etkisi ile Azeri,Türkmen,Horasanlı,Farsi de yani karışmış da olabilirler. Karışık olmayan var mı ki?

Bu ayrışmaya sebep olan kopukluğu yaratan cehalet ise 1517 Ridaniye Seferinden sonra Mısır’ı alan Yavuz Sultan Selim’in, oralarda bulabildiği bazı Kutsal emanetleri Topkapı sarayına getirerek İslam dünyasına hükmedebilmek için Hicaz Araplarının ve İslam’ın Kültürel merkezi sayılan Basra ve çevresinde yaygın olan “Sünni İslam’ı” benimsemesi ile başlar.


Bütün din devletlerinde kesin bir kural olan “imparatorun halkını kendi mezhebine geçirme kuralı” burada da çalışır ve Osmanlı,bu mezhebi halkına kabul ettirmekte ciddi sıkıntılar. yaşar. Bu yüzden Anadolu’da çıkan iç isyanlar bastırılsa da halk İran’a veya yeni özerklik verilerek Osmanlı’ya katılmış olan Kürdistan emirliklerine kaçar.

Osmanlı’ya vergi vermemek,inancını yaşamak için de “Kürt’üz” demeye başlarlar.İran Türk Safevi devleti de Sünnilik inancını kabul etmeyen Türklerin şikayeti yüzünden Osmanlı ile muhtelif savaşlara girer.


İşte Türkleri “Kürtlerştirdiğimiz” tarih bu tarihtir.


Bu tarihten sonra “Sünni” olmuş Arnavut,Yunanlı,Rum,Romen,Macar,Bulgar,Arap Türkten öne geçer.

Bu kavimlerden oluşturulan Osmanlı orduları Türkleri kıymaya başlar.Osmanlı çaktırmadan "Yunanlılaşmış,Bizans olmuştur."

Bu olayı,Kurtuluş Savaşı öncesinde, sonradan İzmir’e ilk giren Türk ordusunun komutanı olan Fahrettin ALTAY’ın Konya’da Selçuk Sultanlarına ait mezarları tahrip ettiğine tanık olmaktayız.


Evliya Çelebi bile seyahatnamesinde,Kazaklara,AlevilereTürk” demez.Onları “sapık” kavimler,Yecüc-Mecüc soyu olarak tanımlar.

Antalya’da bir aslanı boğazlarken gördüğü bir Yörük için de aynı tanımlamayı yapar.Osmanlı’ya göre Türk “Sünni” dir.Avrupalılar bölgeyi "Türkiye " diye andıklarından ve Türkleri de savaşlara "gönüllü" katılımlarını sağlamak,kullanmak için "Türk" adına sahip çıkmışlardır.


Çünkü,Osmanlı'ya göre Türklüğünün temelini “kavmiyetçilik” değil,”dini mezhep”e dayalı uyutmacalar belirlemektedir.


İşte,yazının başında belirttiğim “Sümer Kazıları” esnasında emperyalizmin kültürel ajanları da bu aymazlığımızı görürler ve o zamanlar başlattıkları “kardeşi kardeşe vurdurma” ve “böl-parçala-yok et” siyasetini elan sürdürmektedirler.

Fatih’ten bu yana devletin başına getirilen bu dönme,devşirmeler “İslam” kimliği ile başımıza geçmişlerdir ve tüm savaşlarda,iç isyanlarda Roma-Vatikan ile işbirliği içinde sistemli şekilde “Türk Soykırımını” gerçekleştirmişlerdir.


Bu gün ne değişti?


Ben Gürcüyüm,karım Kürt-Arap” diyen bir başbakan.1990 yılında Ayasofya müzesini gezdirdiğim bir Amerikalı tarih profesörünün bana dediği söze geliyoruz.

Biz Mustafa Kemal’den sonra “hiçbir Türk’ü iktidara getirmedik

Saygılarımla.


adilyargic


http://www.haberakademi.net/haberyaz.asp?hbr=6609

http://www.kamatur.org/index.php/makaleler/kultur/599-karay-balkar-tklerde-karlairmali-tk-halk-anari

http://www.aleviakademisi.de/site/content/view/65/

http://www.haber7.com/haber/20090101/Noel-Baba-Turk-mu.php

http://www.geocities.com/dersimsite/seyitler3.html