MİLLETİ EMME BAKANLIĞI MI MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI MI?
Birkaç haftadır, yurt dışında oğlunu okutan bir arkadaşımın ikinci oğlunu o ülkeye gittiğinde derdini anlatabilecek kadar İngilizce öğretmek gayesiyle eğitiyordum.
Öğrencim, lise 3. sınıf öğrencisi. Ne öğretirsem anlıyor ve örneklerle öğrendiğini gösteriyor.
İyi bir öğrenci. Epey bir zamandır iyiyiz. Ancak bu gün iş geldi, “sayılamayan isimler ve sayılabilen isimler” ile cümleler yapmaya.
Yani, “How much (Ne kadar), How many(Kaç tane- ne kadar), How tall(Boyun ne kadar, ne kadar uzun boylu), How far (Ne kadar uzak)” gibi soru yapma cümlelerine sıra geldiğinde şok oldum.
Öğrencim, lise üçüncü sınıf öğrencisi olmasına rağmen, ne gideceği ülke olan Kanada’yı ne de Amerika kıtasını eline verdiğim dünya “küresinde” gösteremedi. Üstelik de Kanada gözünün önünde durmasına rağmen!
Ekvator, enlem, boylam ya da meridyen ve paralel gibi coğrafi bilgilerden habersizdi. Çıldırdım inanın.
İngilizce dersini bıraktım ve yarım saat bu gence coğrafya dersi verdim. Yetmedi, metreden kilometreye, litreden, galondan, varilden, santilitreye kadar hiçbir uzunluk, hacim, ölçülerinden de haberi yoktu. Bu defa daha da çıldırdım. Onları da anlattım. Çocuk öğreniyor ama ne derse, ne okula hiçbir şeye ilgisi yoktu.
Neyse biraz nasihat falan derken arkadaşımız olan annesini de uyarıp durumdan haberdar ettiğimde aldığım cevap daha korkunçtu.
Biz, özel okula yılda “18.000”TL parayı buna lise diploması versinler diye ödüyoruz!
Hadi buyurun buradan yakınız!
Öğrencimin babası birkaç gün önce başka bir olayı anlattı. İbrani, Yahudi bir öğrenci oğlunun sınıf arkadaşıymış, çocuk İngilizce, İbranice dillerini biliyormuş. Derslerinde İngilizce öğretmenine;
-“Öğretmenim bu kelimeyi yanlış yazdınız, cümle kurulmasında bu yaptığınız hatadır, doğrusu budur” diye açıklamada bulunduğu için çocuk okuldan atılacak psikolojik konuma sokulmuş ve sonunda eğitimi de terk etmiş. Bu okul Kadıköy’de “Adıgüzel…” adlı bir özel okuldur.
Benzer şey kızımın devam ettiği Süleyman Demirel Lisesinde ortaya çıktı. Kızım “Baba, ben İngilizce dilini senden değil kendim öğreneceğim” diye inat edip verdiğim dersleri almayan dik kafa bir kız. Bir kaç sınav yaptım, durumu iyi. Bu yıl ortalarında, İngilizce ders öğretmeni ve de sınıf öğretmeni olan aynı bayan, ders esnasında kızımın beyanına göre;
-“Öğretmenim bu kelimeyi yanlış yazdınız, doğrusu şöyle olacaktı!” demesi üzerine kızıma gıcık gitmiş.
Bir gün öğretmen hanım bizi okula çağırdı ve kızımın “hatalarını düzeltmesinden kaynaklanan terbiyesizliği, sigara içmesi ve hatta erkek arkadaşları” konusunda bile uyardı. Öğretmenin ciddi bunalımda olduğuna karar verdim. Çünkü kızımın okulundaki erkeklerle konuşması, arkadaşlık etmesi ve “erkek arkadaşı” olması doğaldır. Erkeklerle konuşmayacak mı bu kız? Hayatı nasıl tanıyacak?
Sordum;
-Aralarında cinsi bir ilişki olduğunu mu kast ediyorsunuz yoksa öyle arkadaşlık mı? Bildiğiniz varsa dinliyorum! Kızım her gün saatinde eve gelir, her şeyi saate ayarlıdır, öğretmenlerine ve büyüklerine terbiyesizlik yapması söz konusu değildir. Devamsızlığını biliyoruz.Terbiyesini ben verdim. Kızımı da çığırtıp yüzleştirdim.
El cevap;
-“Benim kızım erkeklerle arkadaşlık etmiyor!”
-Peki, sizin kızınız iş hayatına başladığında erkeklerle konuşmayacak mı? Kocasının evinin eşiğinden dışarı çıkmayacak, Osmanlı tarzı ev kızı mı yetiştiriyorsunuz? Erkeklerle konuşması cinsel ilişkiye girmesi mi demektir?
- Hayır, hiçbir şahitliğim yoktur ama kızınız bana karşı, ukalalık, bilgiçlik taslıyor!
Cevabım da şu oldu;
-Hocam, bunlar gençler ve erkek- kız arkadaşlık edecekler. Yarın iş hayatında birbirlerine destek olacaklar. Ben kızımın erkek arkadaşları ile konuşmasından ve hatta hoşlanmasından da şikâyetçi değilim. Kızım kendisini her konuda frenleyecek bir kişidir. Buna kefilim. Onu ben yetiştirdim. İngilizce konusuna gelince, ona gereken dil eğitimini ben veririm. Zaten ülkemizde hangi lise mezunu bu gün İngilizce veya başka bir dili konuşabiliyor?
Hocanın cevabı;
-Ben konuşuyorum!
-Sizin gibi kaç tane var hocam?
-Az ama ben varım!
-Hadi hocam buyurun benimle konuşunuz!
- ……………….!
Bir hatanızı düzeltmişse siz “-bir an dalmışım, düzelteyim!” demekten aciz misiniz?
-Kızınızın hatalarımı düzeltmek gibi bir görevi yok!
Evet, basitçe cesaret gösterip birkaç cümle bile söylemeye cesaret edemeyen, hatalarının düzeltilmesinden öğrencisine kin güden bu insanlar ne yazık ki çocuklarımızın öğretmenleri ve öğrencilerini kendilerine rakip gören, kişiliksiz bir zihniyete sahipler.
Öğretmenler, öğrencilerine “derslerini sevdirmek ve derslerinin gerekliliğini ispat etmek zorundadırlar!”
Öğrenci de “sevmediği öğretmenin dersini çalışmamak, öğrenmemek lüksüne sahip değildir!” Bu ilke de kızıma ilk öğrettiğim ilkedir.
Kızımın okulunda gene, okula üç ay devamsızlığı olan bir öğrencinin “300.000” TL karşılığında devamsızlıklarının silinip sınıf geçirtildiğini başka genç öğrencilerden de öğrenmiş bulunuyorum.
Velilerden okula destek için istenen temizlik giderlerinden bir sürü saçmalıklar adı altında istenilen paralar, okullara yapılan milyarlarca bağışlar ve metreyi, litreyi, ekvatoru, enlemi, boylamı, dünyanın çevresinin ölçüsünü bilmeyen Lise öğrencileri Milli Eğitimimizin halini ortaya koymaktadır.
Bu güne kadar M.E.B. hakkında yazdığım her yazı bir şekilde karşılık bulmuş ve benim kanaatimce yapılabilecek en iyi olan bir şeyler yapılmaya gayret edilmiştir.Ancak bu gayretlerle üretilen çözümler de "anı kurtarmak" mantığından öte gidemediyse de bir işlere yaramıştır.
Bir bakanın bütün bu eksikliklerden sorumlu olması gerekir ama eğitimcilerin yani öğretim görevlilerinin yetersizliklerinin sorumlusu da üniversitelerdir.
Bu durumda, okullara niye çocuklarımızı gönderdiğimizi de sorgulamak gerekmektedir. Bu kadar kalitesiz eğitimci ve öğrenci bolluğunda sınavlarda “şifre, mod medyan” taktiklerinin de olmasının iç yüzü ortaya çıkmaktadır.
Okullar gerçekten “diplomalı inek” yetiştirmektedirler.
İnsan değil!
Milli Eğitim Bakanlığı artık bir şekilde “Milleti Emme Bakanlığı” olmaktan çıkmalıdır. Bu milletin şanına, şerefine uygun bir eğitimi gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa yapılmalıdır!
Bunca profesör, doçent, doktor vb. adı altında şerefsizlerin göbeklerini şişirerek gezdikleri bu ülkede bu sorunlara da ben mi çare bulayım?
Gerekirse onu da yaparım ama bu sıfatlarla göbeklerini şişirenler de o koltukları terk etmelidirler.
Şunu da ekleyeyim, 1990 yılından beri konuştuğum her öğrenim düzeyinden bir çok tanıdığa yaptığım istatistiklerde "29" harfi tam olarak sayanların sayısı ne yazık ki bir elin parmaklarından fazla değildir.
Bir de "x,w" gibi karakterleri alfabeye ekleme mücadelesi verenlerin bundan sonra ne diyeceklerini merak ediyorum!
Saygılarımla!