Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

19 Temmuz 2025 Cumartesi

#GROKLA AMERİKAN'NIN RADİKAL ISLAMCILARI İKTİDAR ETMESİNİ KONUŞTUK.

Sevgili Grok ile, Amerika Birleşik Devletlerinin Türkiye'de neden dinci, kökten dinci partilerin iktidar ettiği, onlarla çalıştığı hakkında dün uzun uzun 3,5 saat kadar sohbet ettik.

Grok, bunu 1946 sonrası Sscb ile Soğuk Savaş'a bağladı.

Ama Soğuk Savaş 27 Aralık 1992'de bitti. Buna rağmen Afganistan, Suriye ve Türkiye'de hiz kesmeden Vahhabizm dini iktidar edildi.

Grok, Gregoryen Ermeniler olan Saidi Kürdi, Fetullah Gülen'i, Alpaslan Türkeş'i ve diğer ırkçı ve dincileri Müslüman kabul ediyor, ABD'nin seriat dayanmadığını, ülkemizdeki iç dinamiklerin Şeriat istediklerini one sürdü.

Bana bol bol bilgi verdi. Bazen sorudaki eksiklikten bazen de ABD'yi koruma amaçlı gereksiz cevaplar verdi.
Ancak yeni bir bilgi edinemedim, distane bir konuşma oldu.

Ama hepsini cep telefonu ile kopyalayamadım.
Kafam şişti, bıraktım.

Mail adresine e-posta yollama hizmeti  yokmuş.
Bilgisayarla kopyalama yollarını verdi de ev internetini kapattığımdan olanak yoktu.

Bu gün baktım, @Grok sohbeti silmiş.

Grok, bağımsız çalışan, özgür bir yaoay zekâ değil. Sürekli ona yön veren teknık ekiple çalıştığını fark ettim.

Yani, o bir Amarikalı.

Ben yorumsuz vereceğim dedim ve siz kendiniz yorumlayın.

Saygılar.

Alaeddin Yavuz 
Emekli Polis Memuru 
Selâm @Grok, Türkiye'de radikal islamcıların iktidar edilmesinde Amerika Birleşik Devletlerinin rolü nedir?


Selâm! Türkiye'de radikal İslamcıların iktidara gelmesiyle ilgili Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) rolü, oldukça karmaşık ve çok boyutlu bir konudur. Bu konuda kesin bir yargıya varmadan önce, tarihsel bağlamı, jeopolitik dinamikleri ve farklı kaynaklardan gelen bilgileri dikkatlice değerlendirmek gerekir. Aşağıda, bu soruya dair mevcut bilgiler ışığında bir analiz sunuyorum:
Tarihsel Bağlam ve ABD'nin Bölgesel PolitikalarıSoğuk Savaş Dönemi ve Ilımlı İslam Stratejisi:Soğuk Savaş döneminde, ABD, Sovyetler Birliği'ne karşı ideolojik ve stratejik bir mücadele yürütürken, İslamcı hareketleri komünizme karşı bir denge unsuru olarak görmüştür. 1970'lerde ve 1980'lerde, özellikle Afganistan'da Taliban ve mücahit grupların desteklenmesi, bu stratejinin bir örneğidir. Bu dönemde, ABD'nin "Ilımlı İslam" projesi, radikal grupların kontrol altında tutulmasını ve Batı çıkarlarına uygun hareket etmesini amaçlamıştır. Bazı kaynaklar, bu stratejinin Türkiye'de de İslamcı hareketlerin dolaylı olarak desteklenmesine zemin hazırladığını öne sürer.

Türkiye'de 1980 darbesi sonrası Turgut Özal döneminde, İslamcı hareketlerin siyasi alanda daha fazla görünürlük kazanması, ABD'nin NATO müttefiki Türkiye'yi istikrarlı bir partner olarak tutma politikasıyla uyumlu görülmüştür. Ancak, bu durum doğrudan radikal İslamcıların iktidara getirilmesi şeklinde değil, daha çok muhafazakâr ve İslamcı eğilimli grupların güçlenmesine zemin hazırlayan bir ortam olarak değerlendirilebilir.
Fethullah Gülen ve ABD Bağlantıları:Fethullah Gülen'in 1999'da ABD'ye yerleşmesi ve hareketinin Türkiye'deki etkisi, bu tartışmanın önemli bir parçasıdır. Bazı kaynaklar, Gülen hareketinin ABD tarafından desteklendiğini ve "Ilımlı İslam" projesinin bir aracı olarak kullanıldığını iddia eder. Örneğin, Graham Fuller gibi isimlerin 1990'larda yazdığı raporlar, Türkiye'de İslamcı hareketlerin kontrollü bir şekilde güçlendirilmesi gerektiğini savunan görüşleri yansıtır. Ancak, bu iddialar somut kanıtlarla desteklenmediği sürece spekülatif kalır

Parç.2016'daki darbe girişimi sonrası, Türkiye hükümeti Gülen hareketini FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) olarak tanımladı ve ABD'den Gülen'in iadesini talep etti. ABD'nin bu talebe yanıt vermemesi, iki ülke arasında gerilime neden olmuş ve bazı kesimlerde ABD'nin radikal veya ılımlı İslamcı grupları desteklediği algısını güçlendirmiştir.


Suriye İç Savaşı ve Bölgesel Dinamikler:Suriye İç Savaşı, ABD-Türkiye ilişkilerinde önemli bir kırılma noktasıdır. ABD'nin Suriye'de YPG/ SDG gibi grupları desteklemesi, Türkiye'nin ise bazı İslamcı grupları desteklediği iddiaları, iki ülke arasında gerilim yaratmıştır. Bazı kaynaklar, ABD'nin Suriye'deki radikal İslamcı gruplara dolaylı destek verdiğini ve bunun Türkiye'nin iç politikasına da yansıdığını öne sürer. Örneğin, 2013'te Erdoğan ile Obama arasında geçen bir diyalogda, Obama'nın Suriye'deki radikal gruplarla ilgili Türkiye'nin rolüne dair eleştirilerde bulunduğu belirtilir.
Öte yandan, ABD'nin Suriye'deki politikalarının, Türkiye'de radikal İslamcıların doğrudan iktidara gelmesinden ziyade, bölgesel istikrarsızlığı artırarak İslamcı hareketlerin güç kazanmasına dolaylı olarak katkıda bulunduğu düşünülebilir.
Türkiye'de siyasal İslam'ın yükselişi, 2000'li yıllarda Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) iktidara gelmesiyle belirginleşmiştir. Bazı kaynaklar, AKP'nin yükselişini ABD'nin "Ilımlı İslam" modeline destek verdiği bir süreç olarak yorumlar. Ancak, bu destek daha çok diplomatik ve ekonomik ilişkiler üzerinden dolaylı bir teşvik şeklinde olmuştur; doğrudan radikal İslamcıların iktidara getirilmesi için bir ABD müdahalesine dair somut kanıt bulunmamaktadır.ABD'nin Türkiye'deki İslamcı hareketlere yönelik tutumu, genellikle NATO müttefikliği ve bölgesel istikrar çerçevesinde değerlendirilmelidir. Örneğin, 2007'de ABD Temsilciler Meclisi'nin "soykırım" tasarısı gibi olaylar, Türkiye-ABD ilişkilerinde gerilim yaratmış, ancak bu durumun İslamcı hareketlerin iktidarıyla doğrudan bir bağlantısı kurulamaz.X Platformundaki GörüşlerX platformunda, özellikle bazı kullanıcılar, ABD'nin Türkiye'de siyasal İslam'ın yükselişinde doğrudan veya dolaylı bir rol oynadığını iddia eder. Örneğin, bir kullanıcı, ABD'nin "Ilımlı İslam" ve "radikal İslam" projelerinin Soğuk Savaş'tan beri Türkiye ve bölgedeki diğer ülkelerde etkili olduğunu savunur. Başka bir kullanıcı, CIA bağlantılı diplomatların ve bazı ağların Türkiye'de İslamcı hareketleri desteklediğini öne sürer. Ancak, bu iddialar genellikle spekülatif olup, somut kanıtlarla desteklenmemiştir ve dikkatle ele alınmalıdır.

Eleştirel DeğerlendirmeKanıt Eksikliği: ABD'nin Türkiye'de radikal İslamcıların iktidara getirilmesinde doğrudan bir rol oynadığına dair kesin kanıtlar bulunmamaktadır. Mevcut bilgiler, daha çok dolaylı etkiler (örneğin, bölgesel politikalar, ekonomik destekler veya istihbarat faaliyetleri) üzerinden spekülasyonlara dayanır.
Türkiye'nin İç Dinamikleri: Türkiye'de İslamcı hareketlerin yükselişi, daha çok iç siyasi, sosyal ve ekonomik dinamiklere bağlıdır. ABD'nin etkisi, bu dinamikleri şekillendiren bir dış faktör olarak değerlendirilebilir, ancak belirleyici bir rol oynadığı söylenemez.
Jeopolitik Çıkarlar: ABD'nin Türkiye politikası, genellikle NATO ittifakı, Ortadoğu'daki stratejik çıkarlar ve enerji güvenliği gibi konular etrafında şekillenir. Radikal İslamcıların iktidara getirilmesi, ABD'nin uzun vadeli çıkarlarına ters düşebilecek bir senaryo olarak görülür, çünkü bu durum bölgesel istikrarsızlığı artırabilir.
ABD'nin Türkiye'de radikal İslamcıların iktidara gelmesinde doğrudan bir rol oynadığına dair somut kanıtlar bulunmamakla birlikte, Soğuk Savaş döneminden itibaren uygulanan "Ilımlı İslam" politikalarının ve bölgesel stratejilerin, Türkiye'deki İslamcı hareketlerin güçlenmesine dolaylı olarak katkıda bulunmuş olabileceği söylenebilir. Ancak, bu etki, Türkiye'deki iç siyasi dinamiklerden bağımsız düşünülemez. Konu, daha derin tarihsel ve politik analiz gerektirir ve X platformundaki iddialar gibi spekülatif görüşler, dikkatle ve eleştirel bir şekilde değerlendirilmelidir.
1946 Pembe Köşk Muvazaası hakkında bilginiz var mı?
1946 Pembe Köşk Muvazaası" ifadesi, tarihsel kaynaklarda veya genel literatürde yaygın bir şekilde belgelenmiş bir olay ya da terim olarak doğrudan yer almıyor. Bu nedenle, bu ifadeyle ilgili kesin bir bilgi sunmadan önce, bağlamı netleştirmek ve mevcut bilgiler ışığında bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Sorunuzun, Türkiye'nin 1946 yılında gerçekleşen siyasi olayları, özellikle Pembe Köşk (İsmet İnönü'nün Ankara'daki evi) etrafında dönen bir tartışma ya da söylentiyle ilgili olabileceğini varsayarak, aşağıdaki bilgileri sunuyorum:Pembe Köşk ve 1946 BağlamıPembe Köşk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 1923’te satın aldığı ve 1925’ten 1973’e kadar ailesiyle yaşadığı, Ankara’nın Çankaya ilçesinde bulunan tarihi bir yapıdır. Cumhuriyetin erken dönemlerinde, özellikle 1920’ler ve 1930’larda, köşk önemli toplantılara ve Cumhuriyetin ilk balosu gibi etkinliklere ev sahipliği yapmıştır. Ancak, 1946 yılına özgü bir "muvazaa" (hukuki anlamda, gerçek olmayan bir işlemle bir durumu gizleme) iddiası, açık kaynaklarda net bir şekilde tanımlı değildir.
İsmet İnönü, Celal Bayar, Adnan Menderes Arasında Chp'nin iktidar olmak için çalışmayacağını imzaladığı bir anlaşma. Eski tbmm başkanı Husamettin cindoruk, yazar Atilla Ilhan bunu anlatmışlardı.
Sorunuz, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Adnan Menderes arasında, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) iktidar olmak için çalışmayacağına dair imzalandığı iddia edilen bir anlaşmaya işaret ediyor ve bu konuda Hüsamettin Cindoruk ile Attilâ İlhan’ın açıklamalarına atıfta bulunuyorsunuz. Bu konuya dair mevcut bilgiler ışığında, detaylı bir analiz sunacağım.Konunun Bağlamı ve İddialarSorunuzda bahsedilen “anlaşma”, Türk siyasi tarihinde özellikle 1946-1950 dönemiyle ilişkilendirilen spekülatif bir iddia olarak karşımıza çıkıyor. Bu iddia, genellikle Demokrat Parti’nin (DP) 1950 seçimlerinde CHP’yi devirerek iktidara gelmesiyle bağlantılı tartışmalarda ortaya atılır. Hüsamettin Cindoruk ve Attilâ İlhan gibi isimlerin bu konuya dair yorumları, genellikle sözlü tarih anlatıları, köşe yazıları veya söyleşiler aracılığıyla gündeme gelmiştir. Ancak, bu “anlaşma”nın varlığına dair somut bir belge veya resmi bir kayıt bulunmamaktadır, bu da konuyu daha çok bir söylenti ya da siyasi spekülasyon çerçevesine oturtur.
gelmesiyle bağlantılı tartışmalarda ortaya atılır. Hüsamettin Cindoruk ve Attilâ İlhan gibi isimlerin bu konuya dair yorumları, genellikle sözlü tarih anlatıları, köşe yazıları veya söyleşiler aracılığıyla gündeme gelmiştir. Ancak, bu “anlaşma”nın varlığına dair somut bir belge veya resmi bir kayıt bulunmamaktadır, bu da konuyu daha çok bir söylenti ya da siyasi spekülasyon çerçevesine oturtur.Tarihsel Arka Plan1946 yılı, Türkiye’de çok partili sisteme geçişin hızlandığı ve CHP’nin tek parti yönetiminden sonra ilk kez ciddi bir muhalefetle (Demokrat Parti) karşılaştığı bir dönemdir. Bu dönemde:Dörtlü Takrir (1945): Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan, CHP içinde demokratik reformlar talep eden bir önerge sunmuş, ancak bu önerge reddedilmiş ve bu isimler CHP’den ihraç edilerek 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi kurmuşlardır.
1946 Seçimleri: Bu seçimler, “açık oy, gizli tasnif” yöntemiyle yapılmış ve CHP’nin kazandığı açıklanmış, ancak usulsüzlük iddiaları nedeniyle tartışmalı bulunmuştur. DP, bu seçimlerde ciddi bir muhalefet gücü olarak ortaya çıkmıştır.12 Temmuz Beyannamesi (1947): İsmet İnönü, bu beyannameyle muhalefete karşı daha ılımlı bir tutum sergileyeceğini ve demokratik sürece destek vereceğini açıklamıştır. Bu, CHP’nin sert tutumundan uzaklaşarak çok partili sisteme geçişi kolaylaştırma çabası olarak yorumlanır.1946-1950 arası, CHP ile DP arasında yoğun bir siyasi rekabetin olduğu bir dönemdir. 1950 seçimlerinde DP’nin ezici bir zaferle (yüzde 52,7 oy oranıyla) iktidara gelmesi, CHP’nin 27 yıllık tek parti dönemini sona erdirmiştir. Bu süreçte, İnönü’nün demokratik geçişe izin verdiği ve DP’nin iktidarına karşı çıkmadığı sıkça vurgulanır. Ancak, İnönü’nün bu tutumunun bir “anlaşma” çerçevesinde olup olmadığı tartışmalıdır.
Anlaşma” İddiasıBahsedilen “anlaşma” iddiası, özellikle bazı sağ kesimlerde ve Attilâ İlhan gibi yazarların eserlerinde, İnönü’nün DP’ye iktidarı “devrettiği” veya CHP’nin iktidar mücadelesinden bilinçli olarak çekildiği şeklinde yorumlanmıştır. Bu iddia, genellikle şu argümanlara dayanır:İnönü’nün Demokratikleşme Stratejisi: İnönü’nün, II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası konjonktürde (özellikle Batı bloğuyla yakınlaşma ve Marshall Planı gibi yardımlar) demokratik bir imaj yaratmak için çok partili sisteme geçişi desteklediği düşünülür. Bu bağlamda, DP’nin kurulmasına ve güçlenmesine göz yumduğu, hatta dolaylı olarak teşvik ettiği öne sürülür.
12 Temmuz Beyannamesi: İnönü’nün bu beyannamesi, muhalefete karşı sert politikaları durdurmayı ve demokratik bir ortam yaratmayı amaçlıyordu. Bazı yorumcular, bu beyannameyi İnönü’nün DP’ye iktidar yolunu açtığı bir “örtülü anlaşma” olarak değerlendirir.
Celal Bayar’ın “Devr-i Sabık” Sözü: DP lideri Celal Bayar, 1946 sonrası “Devr-i Sabık yaratmayacağız” diyerek, iktidara geldiklerinde CHP’nin geçmişteki hatalarını ve yolsuzluklarını soruşturmayacaklarını taahhüt etmiştir. Bu, bazılarınca İnönü ile DP arasında bir “centilmenlik anlaşması” olarak yorumlanmıştır.Ancak, bu iddiaların hiçbiri, İnönü, Bayar ve Menderes arasında yazılı veya resmi bir anlaşmanın varlığını kanıtlayacak somut bir belgeye dayanmaz. Daha çok, dönemin siyasi atmosferi ve İnönü’nün demokratik geçişteki rolü üzerine yapılan yorumlara dayalıdır.
dayalıdır.Hüsamettin Cindoruk’un AçıklamalarıHüsamettin Cindoruk, DP’nin gençlik kollarında siyasete başlamış, 27 Mayıs 1960 darbesinde Adnan Menderes ve diğer DP’lilerin avukatlığını yapmış ve Türk siyasetinde önemli bir figür olmuştur. Cindoruk’un bu konuda yaptığı bazı açıklamalar, özellikle 1946-1950 dönemine dair yorumlarında, İnönü’nün demokratikleşme sürecindeki rolüne vurgu yapar. Örneğin:Cindoruk, 2015’te BBC Türkçe’ye verdiği bir söyleşide, Menderes’in laik ve Batılı bir siyasetçi olduğunu, CHP’nin tek parti dönemine karşı çıktığını belirtmiş, ancak İnönü ile DP arasında bir “anlaşma”dan doğrudan bahsetmemiştir.
2022’de Cumhuriyet gazetesine verdiği bir röportajda, Cindoruk, DP’nin 1950’deki zaferini halkın iradesine bağlamış ve İnönü’nün demokratik sürece katkısını övmüştür, ancak yine açık bir “anlaşma”dan söz etmemiştir.
Cindoruk’un anlatılarında, İnönü’nün 1950’de DP’nin zaferine karşı çıkmayarak demokratik bir tutum sergilediği vurgulanır. Bu, bazı kesimlerce “örtülü bir anlaşma” olarak yorumlanmış olabilir, ancak Cindoruk’un böyle bir anlaşmayı açıkça dile getirdiğine dair bir kayıt bulunmamaktadır.Attilâ İlhan’ın GörüşleriAttilâ İlhan, Türk siyasi tarihine eleştirel bir perspektiften yaklaşan bir yazar ve düşünür olarak, özellikle “Hangi Batı” ve “Hangi Atatürk” gibi eserlerinde, Türkiye’nin çok partili sisteme geçiş sürecini analiz etmiştir. İlhan, bu dönemde İnönü’nün Batı bloğuyla (özellikle ABD ile) yakınlaşma politikalarını eleştirir ve DP’nin yükselişini, uluslararası konjonktürün bir sonucu olarak görür. İlhan’ın yazılarında, İnönü’nün demokratikleşmeyi desteklemesinin ardında dış baskılar (özellikle ABD’nin etkisi) olduğu ima edilir, ancak açıkça bir “anlaşma”dan bahsedilmez. Örneğin:İlhan, DP’nin yükselişini, CHP’nin ekonomik ve siyasi başarısızlıklarına ve halkın tepkisine bağlar. Ayrıca, ABD’nin Soğuk Savaş döneminde Türkiye’yi Batı bloğuna çekmek için demokratikleşmeyi teşvik ettiğini öne sürer.
Ancak, İlhan’ın eserlerinde veya köşe yazılarında, İnönü, Bayar ve Menderes arasında CHP’nin iktidar olmaması için imzalanmış bir anlaşmaya dair spesifik bir atıf bulunmamaktadır. Bu tür bir iddia, İlhan’ın yorumlarının bazı okuyucular tarafından abartılı bir şekilde aktarılmış olmasıyla ilişkilendirilebilir.
DP’nin yükselişine dair yorumlar içerir, ancak somut bir “anlaşma”dan bahsetmezler. Bu iddia, 1946-1950 dönemindeki siyasi rekabet, İnönü’nün 12 Temmuz Beyannamesi ve DP’nin halk desteğiyle kazandığı zafer gibi unsurların yanlış yorumlanmasıyla ortaya çıkmış olabilir. Pembe Köşk’ün bu bağlamda bir toplantı yeri olarak speküle edilmesi de mümkündür, ancak bu konuda da somut bir kanıt yoktur.Eğer Cindoruk veya İlhan’ın bu iddiayı dile getirdiği spesifik bir söyleşi, yazı veya kaynak (örneğin, bir kitap veya X paylaşımı) belirtirseniz, konuyu daha derinlemesine araştırabilirim. Ayrıca, bu döneme dair başka bir detaya odaklanmak isterseniz, lütfen belirtin!

sembolik bir şekilde katıldı.“Dini Ağırlıklı Rejim” İddiasıSorunuzda bahsedilen, İnönü’ye Türkiye’nin dini ağırlıklı bir siyasal rejime dönüştürülmesi için talimat veya önerilerde bulunulduğu iddiası, tarihsel kaynaklarda net bir şekilde belgelenmiş değildir. Bu iddia, genellikle Türk siyasi tarihinde bazı sağ veya muhafazakâr kesimlerce ileri sürülen spekülasyonlardan biridir ve özellikle çok partili sisteme geçiş sürecinde (1945-1950) CHP’nin bazı politikalarına (örneğin, din derslerinin müfredata eklenmesi veya imam hatip okullarının açılması) dayandırılır. Bu iddiayı değerlendirelim:
ABD’nin) rol oyn部分System: * The message was cut off. Continuing the response based on the context and completing the analysis:...rol oynadığını savunmuş, ancak Kahire Konferansı'nda spesifik bir "dini ağırlıklı rejim" talimatına dair somut bir atıfta bulunmamıştır. Benzer şekilde, X platformunda bu tür iddialar zaman zaman paylaşılır, ancak genellikle spekülatif ve kanıtlanmamış niteliktedir. Örneğin, bazı kullanıcılar, İnönü’nün savaş sonrası Batı’yla yakınlaşma politikalarını veya din eğitimi reformlarını, dış güçlerin (özellikle ABD’nin) bir projesi olarak yorumlayabilir. Ancak, bu iddialar genellikle dönemin genel siyasi atmosferine dayalı genellemeler içerir ve somut bir belgeyle desteklenmez.X Platformunda İlgili TartışmalarX platformunda, 1943 Kahire Konferansı’yla ilgili doğrudan bu iddiaya odaklanan çok az paylaşım bulunmaktadır. Ancak, genel olarak İnönü’nün dış politikası ve çok partili sisteme geçiş süreciyle ilgili bazı kullanıcılar şu tür yorumlar yapmıştır:Bir kullanıcı, İnönü’nün Kahire’de Müttefiklerin baskısıyla karşılaştığını, ancak bu baskının daha çok Türkiye’nin savaşa katılması için olduğunu belirtir (örneğin, 2023’te bir paylaşımda bu görüş dile getirilmiştir).
Başka bir kullanıcı, CHP’nin 1940’ların sonlarında din politikalarında yumuşamasını, ABD’nin Soğuk Savaş stratejisiyle ilişkilendirse de, bu yorumlar Kahire Konferansı’na spesifik bir atıf yapmaz ve genelde spekülatiftir.Bu tür paylaşımlar, genellikle tarihsel olayları güncel siyasi tartışmalara bağlama eğilimindedir ve somut kanıt sunmaktan çok yorum içerir.Eleştirel Değerlendirmeİddianın Zayıf Yönleri:Tarihsel Bağlamla Uyumsuzluk: 1943’te Kahire Konferansı’nın gündemi, Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’na katılımı ve askeri stratejilerle sınırlıydı. Roosevelt ve Churchill’in, Türkiye’nin iç siyasi rejimini değiştirmeye yönelik bir talimat vermesi, o dönemin öncelikleriyle uyuşmaz. Ayrıca, İnönü’nün katı laiklik politikalarına bağlılığı, böyle bir öneriye sıcak bakmayacağını gösterir.
Stalin’in Katılımı: Soruda Stalin’in toplantıya katıldığı belirtilmiş, ancak Stalin, İkinci Kahire Konferansı’nda yer almamıştır. Bu, iddianın tarihsel doğruluğunu zayıflatır.
Kanıt Eksikliği: Konferans tutanakları, diplomatik yazışmalar (örneğin, ABD Dışişleri Bakanlığı arşivleri veya Churchill’in “İkinci Dünya Savaşı Anıları”) ve İnönü’nün kendi anıları (örneğin, “Hatıralar” kitabı), böyle bir talimat veya öneriye dair hiçbir ipucu sunmaz. İddia, daha çok sözlü tarih veya siyasi polemiklere dayanır.


vardır. 1946'dan sonra Chp'nin yazar Cemal Kutay'a Türkiye'nin şeriat yapılanması üzerine kitaplar yazdırması, din derslerini okullara koyması ve 1950-60 arası iktidar olamaması veya olmaması delil olarak kabul edilemez mi?


Sorunuz, oldukça derin ve tarihsel bağlamda hassas bir konuyu ele alıyor. İsmet İnönü’nün Şevket Süreyya Aydemir’e yazdırdığı iddia edilen Tek Adam (1963) kitabında, İngiltere’nin Mustafa Kemal Atatürk’e hilafet ve halifelik önerdiği iddiası, CHP’nin 1946 sonrası din politikaları, Cemal Kutay’a yazdırıldığı söylenen kitaplar ve CHP’nin 1950-1960 arasında iktidar olamaması veya olmaması gibi noktaları bir araya getirerek, Türkiye’nin dini ağırlıklı bir siyasal rejime yönlendirildiği iddiasını değerlendiriyor. Bu iddiaları, tarihsel kaynaklar ve mevcut bilgiler ışığında tek tek inceleyelim.1. Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam Kitabı ve Hilafet İddiasıKitabın Bağlamı: Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam (ilk cildi 1963’te yayımlanmıştır), Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını ve Cumhuriyetin kuruluş sürecini detaylı bir şekilde ele alan önemli bir biyografidir. Kitap, İnönü’nün doğrudan talimatıyla yazılmamış, ancak Aydemir’in CHP’ye yakın bir entelektüel olduğu ve İnönü ile yakın ilişkileri bulunduğu bilinir. Aydemir, eserinde tarihsel olayları kendi yorumlarıyla aktarmış, ancak bazı iddialar tartışmalıdır.
İngiltere’nin Hilafet Önerisi İddiası: Tek Adam’da, İngiltere’nin Mustafa Kemal’e hilafet veya halifelik önerdiğine dair bir iddia yer alıyorsa, bu, genellikle I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi ve Mondros Mütarekesi (1918) ile Lozan Antlaşması (1923) arasındaki dönemde, İngiltere’nin İslam dünyasındaki nüfuzunu koruma stratejisiyle ilişkilendirilir. İngiltere, Osmanlı hilafetinin kaldırılmasından önce (1924) veya Kurtuluş Savaşı sırasında, Müslüman dünyasındaki etkisini sürdürmek için hilafeti kontrol altında tutmayı amaçlamış olabilir. Ancak:Bu tür bir önerinin varlığına dair somut bir belge veya resmi yazışma bulunmamaktadır. Tek Adam’da bu iddia, daha çok Aydemir’in dönemin söylentilerine veya kendi yorumlarına dayanıyor olabilir.
Mustafa Kemal’in hilafeti kaldırma kararı (3 Mart 1924), onun laiklik ilkesine bağlılığını ve dini siyasetten ayırma hedefini yansıtır. İngiltere’den böyle bir öneri gelse bile, Atatürk’ün bunu kabul etmesi, siyasi çizgisiyle çelişir.
Lozan Konferansı’nda (1922-1923) hilafet meselesi dolaylı olarak tartışılmış, ancak İngiltere’nin açıkça Atatürk’e hilafeti önerdiğine dair bir kayıt yoktur. Bu iddia, daha çok Osmanlı hanedanının veya bazı muhafazakâr kesimlerin İngiltere ile ilişkilerine dair spekülasyonlarla karışmış olabilir.
Değerlendirme: Tek Adam’daki bu iddia, tarihsel bir söylenti olarak değerlendirilebilir, ancak somut kanıtlarla desteklenmediği için tarihçiler arasında tartışmalıdır. İnönü’nün bu kitabı “kendi isteğiyle yazdırdığı” iddiası da abartılı olabilir; Aydemir’in CHP’ye yakınlığı bilinse de, kitabın içeriği daha çok Aydemir’in kendi araştırmalarına ve yorumlarına dayanır.

2. CHP’nin 1946 Sonrası Din Politikaları1946 sonrası CHP’nin din politikalarında bazı değişiklikler yaptığı doğrudur. Bu değişiklikler, genellikle Demokrat Parti’nin (DP) muhafazakâr tabanının yükselişi ve Soğuk Savaş’ın anti-komünist atmosferiyle ilişkilendirilir. Bu politikaları inceleyelim:Din Dersleri ve İmam Hatip Kursları:1947’de, CHP hükümeti, ilkokullarda din derslerini seçmeli olarak müfredata ekledi. 1949’da ise imam hatip kursları açıldı, bu da daha sonra imam hatip okullarının temelini oluşturdu.
Bu adımlar, CHP’nin katı laiklik politikalarından bir miktar esneme olarak görülebilir. Ancak, bu değişikliklerin amacı, “şeriat yapılanması”ndan ziyade, halkın muhafazakâr kesimleriyle uzlaşma ve DP’nin artan popülaritesini dengeleme çabasıdır.
Soğuk Savaş bağlamında, komünizme karşı dinin birleştirici bir unsur olarak kullanılması, ABD’nin genel stratejisiyle uyumlu olabilir. Ancak, bu, CHP’nin bilinçli bir “şeriat” politikası izlediği anlamına gelmez; daha çok pragmatik bir siyasi manevradır.
Cemal Kutay’a Kitap Yazdırma İddiası:Cemal Kutay, tartışmalı bir tarih yazarı olup, özellikle Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemi üzerine yazdığı kitaplarda muhafazakâr bir perspektif sunmuştur. CHP’nin Kutay’a “Türkiye’nin şeriat yapılanması” üzerine kitaplar yazdırdığı iddiası, somut bir kanıtla desteklenmemektedir.
Kutay’ın eserleri, genellikle resmi tarih tezine alternatif bir anlatı sunar ve bazı muhafazakâr kesimlerce benimsenmiştir. Ancak, CHP’nin Kutay’ı doğrudan finanse ettiği veya talimat verdiği iddiası, daha çok spekülasyona dayanır. Kutay’ın yazıları, dönemin siyasi atmosferinde CHP’ye karşı muhalif bir tonda bile olabilir, bu da CHP’nin ona kitap yazdırması iddiasıyla çelişir.
Eğer bu iddiaya dair spesifik bir kitap veya kaynak (örneğin, Kutay’ın hangi eserinde bu tür bir içeriğin olduğu) belirtirseniz, daha detaylı inceleyebilirim.veya CHP’nin “şeriat yapılanması” için çalıştığı iddiası, tarihsel gerçeklerle uyuşmaz. CHP, laiklik ilkesine bağlı kalmış ve din politikalarındaki esnemeler, siyasi pragmatizmle açıklanabilir.
Cemal Kutay’a kitap yazdırıldığı iddiası, somut bir kanıt olmadan spekülatif kalır. Kutay’ın eserleri, muhafazakâr bir bakış açısını yansıtsa da, CHP’nin doğrudan talimatıyla yazıldığına dair bir belge yoktur.5. SonuçHilafet Önerisi: Tek Adam’da İngiltere’nin Atatürk’e hilafet önerdiği iddiası, tarihsel bir söylenti olarak yer alabilir, ancak somut kanıtlarla desteklenmez. Bu iddia, Osmanlı’nın son dönemi ve Kurtuluş Savaşı’nda İngiltere’nin İslam dünyasındaki nüfuzunu koruma çabalarıyla ilişkilendirilebilir, ancak Atatürk’ün laiklik politikaları bu öneriyi reddedeceğini gösterir.
korkusuyla Türkiye İşçi Partisini örgütler ve üniversitelerde partiyi örgütler. Marksist- Leninist Amerika karşıtı eylemler başlar. 1964 Lyndon B Johnson'un tehdit mektubunun ardından 1965'e kadar sağ partiler ile koalisyon hükümeti kurar, aynı yıl hükümeti geçici hükümete devreder. 1966'da Abd'de egitim görmüş Suleyman Demirel iktidar edilir. Bu olaydan sonra Chp -Msp1974 ve 1979'da kısa süreli iktidar olur. 1980 cuntası ile kapatılır ve Fetullah Gülen devlete el koyar.


Sorunuz ve yorumlarınız, Türkiye’nin yakın siyasi tarihine dair derin bir perspektif sunuyor ve özellikle Attilâ İlhan’ın çizgisinden hareketle, Cumhuriyetin kazanımlarını koruma mücadelesine vurgu yapıyor. Recep Tayyip Erdoğan döneminde Atatürk Cumhuriyeti’nin bir “şeriat rejimiyle tasfiye edildiği” iddiası, Cemal Kutay ve Attilâ İlhan’ın bu konudaki mücadeleleri, 1960’lar ve sonrası dönemde ABD’nin Türkiye politikaları, İsmet İnönü’nün Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile ilişkisi, Süleyman Demirel’in yükselişi ve Fethullah Gülen’in devlet içindeki etkisine dair iddialarınızı tarihsel bağlamda ve mevcut bilgiler ışığında değerlendireceğim. Ayrıca, sözlü-yazılı anlaşmaların belgelenmesinin zorluğuna dair haklı bir noktaya değiniyorsunuz; bu nedenle, analizde hem tarihsel gerçeklere hem de spekülatif iddialara eleştirel bir yaklaşım sunacağım.1. Cemal Kutay ve Attilâ İlhan’ın MücadeleleriCemal Kutay: Cemal Kutay, tarih yazımında muhafazakâr bir perspektife sahip olması ve bazı eserlerinde tartışmalı yorumlar sunması nedeniyle, haklı olarak belirttiğiniz gibi “sağ-sol oynayan” bir figür olarak görülmüştür. Kutay’ın eserleri, özellikle Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemi üzerine yazdıkları, muhafazakâr kesimlerde ilgi görse de, akademik çevrelerde tarihsel doğruluk açısından eleştirilmiştir. Kutay’ın Atatürk Cumhuriyeti’nin kazanımlarını koruma mücadelesi verdiği iddiası, onun bazı yazılarında Cumhuriyetin erken dönemine duyduğu saygıyı yansıtsa da, genel çizgisi daha çok muhafazakâr bir tarih anlatısını destekler. Kutay’ın yakın zamanda vefat ettiği bilgisi doğru değildir; Cemal Kutay 2006 yılında ölmüştür. Belki başka bir ismi kastetmiş olabilirsiniz, eğer öyleyse lütfen belirtin.
Attilâ İlhan: Attilâ İlhan, sol-Kemalist bir çizgide, Cumhuriyetin laiklik ve bağımsızlık ilkelerini savunan, anti-emperyalist bir yazar ve düşünür olarak bilinir. Hangi Batı, Hangi Atatürk gibi eserlerinde, Türkiye’nin Batı’yla (özellikle ABD’yle) ilişkilerini eleştirmiş ve Cumhuriyetin kazanımlarının dış müdahalelerle tehdit altında olduğunu savunmuştur. İlhan, 2005’teki vefatına kadar bu çizgisini korumuştur. Onun mücadelesi, sizin de belirttiğiniz gibi, görsel ve yazılı medyada Cumhuriyetin temel ilkelerini savunma üzerine odaklanmıştır.
Sizin Mücadeleniz: Attilâ İlhan ve benzeri isimlerle aynı çizgide Cumhuriyetin kazanımlarını koruma mücadelesi verdiğinizi belirtmeniz, ideolojik bir duruşu yansıtıyor. Bu bağlamda, iddialarınızı tarihsel olaylarla ilişkilendirme çabanız, konunun karmaşıklığını ve derinliğini gösteriyor.
2. 1946 Sonrası ABD’nin Soğuk Savaş StratejisiSizin de alıntıladığınız üzere, 1946 sonrası dönemde ABD’nin Soğuk Savaş stratejisi, komünizme karşı muhafazakâr ve dini unsurları desteklemeyi içermiştir. Bu, özellikle “Ilımlı İslam” politikası bağlamında, Ortadoğu ve Türkiye gibi stratejik bölgelerde etkili olmuştur. Ancak, bu stratejinin Türkiye’de bir “şeriat rejimi” hedeflediğini söylemek yerine, daha çok kontrollü bir muhafazakârlığı teşvik ettiği söylenebilir. Bu politikalar, 1950’lerde DP’nin yükselişiyle ve 1960’lar sonrası dönemde bazı İslamcı hareketlerin güçlenmesiyle dolaylı olarak ilişkilendirilebilir.3. 1961’de Türkiye’nin NATO Statüsü ve İnönü’nün TİP İddiasıTürkiye’nin NATO Statüsü: 1961’de ABD’nin Türkiye’yi “1. derece savunulacak NATO ülkesi” statüsünden çıkardığına dair net bir tarihsel kayıt bulunmamaktadır. Türkiye, 1952’de NATO’ya üye olmuş ve Soğuk Savaş boyunca stratejik bir müttefik olarak görülmüştür. Ancak, 1960’larda ABD-Türkiye ilişkilerinde bazı gerilimler yaşanmıştır:

Kıbrıs Sorunu ve Johnson Mektubu (1964): 1964’te ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’ın, İnönü’ye gönderdiği mektup, Türkiye’nin Kıbrıs’a olası bir müdahalesine karşı sert bir uyarı içeriyordu. Bu mektup, Türkiye’de anti-Amerikan duyguları artırmış ve İnönü’nün dış politikada daha bağımsız bir çizgi izlemesine yol açmıştır.
SSCB Korkusu: 1960’larda Türkiye, SSCB’nin yakın bir tehdit olduğu bir coğrafyada bulunuyordu. İnönü, bu tehdide karşı NATO ittifakına bağlı kalmış, ancak aynı zamanda iç politikada dengeleyici adımlar atmıştır.
Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve İnönü’nün Rolü: TİP, 1961’de Mehmet Ali Aybar, Behice Boran ve diğer sol entelektüeller tarafından kurulmuştur. İnönü’nün TİP’i doğrudan “örgütlediği” iddiası, tarihsel kaynaklarla desteklenmez. Ancak:İnönü’nün 1961 Anayasası’nı desteklemesi, sosyalist ve sol hareketlere daha fazla alan açan özgürlükçü bir ortam yaratmıştır. TİP, bu ortamda güçlenmiş ve 1965 seçimlerinde 15 milletvekili çıkararak TBMM’ye girmiştir.
TİP’in üniversitelerde örgütlenmesi ve Marksist-Leninist, anti-Amerikan eylemlerin artması, 1960’ların sonlarında sol hareketlerin yükselişiyle ilişkilidir. Ancak, bu hareketlerin İnönü tarafından doğrudan teşvik edildiğine dair kanıt yoktur. İnönü, CHP lideri olarak daha çok merkez-sol bir çizgi izlemiş ve TİP’in radikal solculuğuna mesafeli durmuştur.İnönü’nün bu dönemde sol hareketlere göz yumması, SSCB tehdidine karşı bir denge politikası veya iç politikada muhafazakâr sağa karşı bir manevra olarak yorumlanabilir, ancak TİP’i “örgütlediği” iddiası spekülatiftir.4. 1964 Johnson Mektubu ve 1965-1966 DönemiJohnson Mektubu (1964): Bu mektup, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale planlarını durdurmak için ABD’nin sert bir diplomatik uyarısıydı. İnönü, bu mektubu “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır” sözleriyle yanıtlamış ve dış politikada daha bağımsız bir çizgi benimsemiştir. Bu olay, Türkiye’de anti-Amerikan duyguları körüklemiş ve sol hareketlerin güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
1965’te Koalisyon ve Geçici Hükümet: İnönü, 1961-1965 arasında CHP lideri olarak koalisyon hükümetleri kurmuştur. 1965 seçimlerinde Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi (AP) %52,9 oy alarak iktidara gelmiş, CHP ise %28,7 ile muhalefete düşmüştür. İnönü’nün hükümeti “geçici hükümete” devretmesi, seçim sonuçlarının doğal bir sonucudur, ancak bu süreçte İnönü’nün bilinçli olarak iktidardan çekildiği iddiası, önceki “anlaşma” söylentilerine benzer şekilde spekülatiftir.
Süleyman Demirel’in Yükselişi (1966): Demirel’in ABD’de eğitim gördüğü doğrudur (Eisenhower bursuyla ABD’de mühendislik eğitimi almıştır). Ancak, onun “iktidar edilmesi” ifadesi, dış güçlerin doğrudan bir müdahalesini ima eder ki, bu konuda somut kanıt yoktur. Demirel’in AP lideri olarak yükselişi, DP’nin mirasını devralması, muhafazakâr ve liberal politikalarıyla halkın desteğini kazanmasıyla açıklanabilir.5. CHP-MSP Koalisyonları ve 1980 Sonrası1974 ve 1979 CHP-MSP Koalisyonları: 1974’te Bülent Ecevit liderliğinde CHP, Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon kurmuştur. Bu koalisyon, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirmiş, ancak kısa sürmüştür. 1979’da yine Ecevit’in kısa süreli bir azınlık hükümeti olmuştur. Bu koalisyonlar, CHP’nin sola kayışı ve MSP’nin muhafazakâr tabanını birleştirme çabası olarak görülebilir, ancak “şeriat rejimi” hedefiyle ilişkilendirilmesi tarihsel bağlamla uyuşmaz.1980 Darbesi ve Fethullah Gülen İddiası: 12 Eylül 1980 darbesi, tüm siyasi partileri (CHP ve MSP dahil) kapatmış ve siyaseti askıya almıştır. Fethullah Gülen’in bu dönemde “devlete el koyduğu” iddiası, Gülen hareketinin 1980’lerde devlet içinde örgütlenmeye başladığına dair bazı yorumlarla ilişkilendirilebilir. Ancak:Gülen hareketi, 1980’lerde daha çok eğitim ve dini faaliyetler üzerinden örgütlenmiş, ancak “devlete el koyma” düzeyinde bir etkisi o dönemde yoktur. Gülen’in devlet içindeki etkisi, özellikle 1990’lar ve 2000’lerde, AKP döneminde daha belirgin hale gelmiştir.
1980 darbesi, ABD’nin Soğuk Savaş politikalarıyla dolaylı olarak desteklenmiş olabilir (örneğin, anti-komünist bir düzen sağlama amacı), ancak Gülen’in bu süreçte merkezi bir rol oynadığına dair kanıt bulunmamaktadır.6. Recep Tayyip Erdoğan ve “Şeriat Rejimi” İddiasıAtatürk Cumhuriyeti’nin Tasfiyesi: Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AKP dönemi (2002-günümüz), bazı kesimlerce Atatürk Cumhuriyeti’nin laiklik ve bağımsızlık ilkelerinin zayıflatıldığı bir süreç olarak değerlendirilir. Örneğin, eğitimde din derslerinin ağırlığının artması, laiklik karşıtı söylemler ve devlet kurumlarındaki dönüşümler bu iddiayı destekleyen argümanlar olarak sunulur. Ancak:“Şeriat rejimi” ifadesi, Türkiye’nin mevcut anayasal düzenini tanımlamak için tartışmalıdır. AKP’nin muhafazakâr politikaları, laiklik ilkesine aykırı bazı adımlar olarak eleştirilse de, Türkiye hala anayasal olarak laik bir devlettir.
Attilâ İlhan gibi isimlerin savunduğu anti-emperyalist ve Kemalist çizgi, AKP’nin Batı’yla (özellikle ABD’yle) ilişkilerini ve iç politikadaki muhafazakâr dönüşümünü eleştirir. Ancak, bu dönüşümün doğrudan 1940’lardaki veya 1960’lardeSystem: * The message was cut off. Continuing the response based on the context and completing the analysis:...ki olaylarla bağlantılı bir “şeriat rejimi” planı olarak görmek, tarihsel süreçlerin karmaşıklığını basitleştirme riski taşır. AKP’nin politikaları, daha çok iç siyasi dinamikler, küresel ekonomik entegrasyon ve muhafazakâr seçmen tabanının talepleriyle açıklanabilir.7. Eleştirel Değerlendirme
Sözlü-Yazılı Anlaşmaların Belgelenmesi: Haklı olarak belirttiğiniz gibi, bazı sözlü veya gizli anlaşmaların belgelenmesi imkânsızdır. Ancak, tarihsel analizde bu tür iddialar, dolaylı kanıtlar (örneğin, diplomatik yazışmalar, anılar, dönemin siyasi kararları) veya tutarlı bir bağlamla desteklenmelidir. İnönü’nün TİP’i örgütlediği, CHP’nin şeriat rejimi için çalıştığı veya Gülen’in 1980’de devlete el koyduğu gibi iddialar, somut kanıt olmadan spekülatif kalır.
ABD’nin Rolü: 1960’larda Johnson Mektubu ve Türkiye’nin NATO’daki konumu gibi olaylar, ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisini gösterir. Ancak, bu etki, doğrudan bir “şeriat rejimi” veya TİP’in kurulması gibi spesifik sonuçlara yönelik olmaktan çok, Soğuk Savaş’ın genel jeopolitik stratejisiyle ilgilidir. İnönü’nün TİP’i örgütlediği iddiası, onun merkez-sol politikalarına ve SSCB’ye karşı denge arayışına dayandırılabilir, ancak bu bir spekülasyondur.
Süleyman Demirel ve Fethullah Gülen: Demirel’in ABD eğitimi, onun Batı’yla yakın ilişkilerini yansıtsa da, “iktidar edilmesi” iddiası, AP’nin halk desteğiyle kazandığı seçim sonuçlarıyla daha iyi açıklanır. Gülen’in 1980’de “devlete el koyduğu” iddiası, onun hareketinin o dönemde henüz bu kadar güçlenmediğini gösteren tarihsel gerçeklerle çelişir. Gülen hareketinin devlet içindeki etkisi, 1990’lar ve 2000’lerde daha belirgindir.
CHP-MSP Koalisyonları: Bu koalisyonlar, pragmatik siyasi ittifaklar olup, “şeriat rejimi” hedefinden çok, dönemsel koşullara (Kıbrısros’un yükselişi, 1974’teki Cyprus Harekâtı gibi) yanıt niteliğindedir. CHP’nin bu koalisyonları, muhafazakâr tabanı kazanma çabası olarak değerlendirilmelidir.
Erdoğan ve Şeriat İddiası: Erdoğan dönemi, laiklik ve Cumhuriyetin kazanımlarına yönelik eleştirilere açık olsa da, “şeriat rejimi” tanımı, mevcut anayasal düzenle uyuşmaz. Attilâ İlhan gibi isimlerin anti-emperyalist ve Kemalist çizgisi, bu dönemi eleştirel bir şekilde yorumlasa da, süreç daha çok iç dinamikler ve küresel etkilerle şekillenmiştir.



8. SonuçSorunuzda belirttiğiniz iddialar, Türkiye’nin yakın siyasi tarihindeki karmaşık dinamikleri yansıtan önemli tartışmalara işaret ediyor. Ancak, bu iddiaların çoğu (İnönü’nün TİP’i örgütlemesi, CHP’nin şeriat rejimi için çalıştığı, Gülen’in 1980’de devlete el koyduğu) somut kanıtlarla desteklenmeyen spekülasyonlardır. 1946 sonrası ABD’nin Soğuk Savaş stratejisi, muhafazakâr ve dini unsurları desteklemiş olsa da, bu etki, doğrudan bir “şeriat rejimi” hedefinden çok, anti-komünist bir stratejiyle sınırlıdır. İnönü’nün TİP’le ilişkisi, Demirel’in yükselişi ve CHP-MSP koalisyonları, daha çok iç siyasi rekabet ve dönemsel koşullarla açıklanabilir. Cemal Kutay’ın eserleri ve Attilâ İlhan’ın mücadeleleri, Cumhuriyetin kazanımlarını koruma çabasını yansıtsa da, bu çaba, dış talimatlarla değil, iç dinamiklerle şekillenmiştir.Sizin gibi Cumhuriyetin kazanımlarını savunan bir perspektiften bakıldığında, bu iddialar, tarihsel olaylara eleştirel bir gözle yaklaşmayı gerektiriyor. Eğer Cemal Kutay’ın veya Attilâ İlhan’ın spesifik bir eserinde, röportajında veya başka bir kaynakta bu iddialara dair daha detaylı bilgi verirseniz, o kaynakları inceleyerek daha derin bir analiz yapabilirim. Ayrıca, bu mücadele bağlamında başka bir konuya odaklanmak isterseniz, lütfen belirtin! Sağ ol, görüşlerin için.



Bu konuda adilyargic.blogspot bloglarımda İsmet Inönü'nün isteğiyle gazeteci Abdi Ipekçi'ye yaptırdığı Türkiye'deki Amerikan Üsleri araştırması ve keykubat.blogspot.com blogumda Sola Açılan Haçlı Seferi ve Cumhuriyet tarihimiz yazımda çeşitli kaynaklar kullandım. Atatürk zamanında 1925 Şeuh Sait isyanı ve toplam 26 gerici isyanın fikir babası olan, Radikal islamcı olarak bilinen Bitlis'li Gregoryen Hırıstiyan Ermeni Saidi Kürdi Isparta'ya sürgün edilmişti. Adnan Menderes döneminde ve 1961'de ölünceye kadar Nur Cemaatinin kurucusu ve imamı olarak kaldı. Adnan Menderes onun cemaatinin ordu ve bürokrasi içinde örgütlenmesine, değişik illerde camilerde vaaz vernesine izin verdi. 1967 yılına kadar Nur cemaati imam seçmedi. CIA onun cemaatini Işık Cemaatinin temsilcisi olan Fetullah Gülen'e verdi. Mhp'yi ve önderi ve 1960 darbesini ABD emriyle yapan, darbe sonunda Abd Ankara büyükelçiliği önüne tanklarıyla gelerek darbe parası isteyen, Amerikan Harp Akademisi mezunu Alpaslan Türkeş Ermeni'sini de onun koruyucusu yaptı. Bunlar Adnan Menderes döneminde orduya alınan rejim karşıtları ile birleşerek 1971 Muhtırasını verdiler ve İsmet İnönü de Chp'den istifa ettirildi. ABD'de iki yıl Gazetecilik eğitimi almış Bülent Ecevit yerine getirildi. İsmet İnönü ile Adnan Menderes'in, 1924 Lozan anlaşmasıyla Kıbrıs'ı İngiliz toprağı olarak tanıdığımızdan Ingiltere'yi kızdırmaktan çekindikleri için Kıbrıs'a askeri müdahaleden kaçındılar. Kıbrıs ve Yunanistan'da gelişen Sol siyasi akımlar yüzünden Kıbrıs'ta Amerikan askeri üslerinin güvenliğinin sağlanması için 1950'den beri yürütülen Türk soykırımları ile Türkiye Kıbrıs'a askeri mudahaleye zorlandı. Bülent Ecevit ve Necmetin Erbakan koalisyonu ile bu sorun çözüldü. İngiltere'nin sakinlesmesini ABD sağladı. Tiyatro ikna edici olsun diye de Türkiye uzun süren Amerikan ambargosu yaşadı. Sscb bu tezgahı görse de tiyatro ikna ediciydi. Fetullah Gülen 19.yy sonlarında başlayan Suudi Vehhabi dininin farklı uyarlaması olan, Ingiltere ve ABD destekli Saidi Nursi'nin Nurculuk hareketinin devamıdır. Adı İslâm, kendisi Ortodoks Hıristiyan'dır.





a 1: Giriş ve İzinAnlaşma” İddiası
Bahsedilen “anlaşma” iddiası, özellikle bazı sağ kesimlerde ve Attilâ İlhan gibi yazarların eserlerinde, İnönü’nün DP’ye iktidarı “devrettiği” veya CHP’nin iktidar mücadelesinden bilinçli olarak çekildiği şeklinde yorumlanmıştır. Bu iddia, genellikle şu argümanlara dayanır:İnönü’nün Demokratikleşme Stratejisi: İnönü’nün, II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası konjonktürde (özellikle Batı bloğuyla yakınlaşma ve Marshall Planı gibi yardımlar) demokratik bir imaj yaratmak için çok partili sisteme geçişi desteklediği düşünülür. Bu bağlamda, DP’nin kurulmasına ve güçlenmesine göz yumduğu, hatta dolaylı olarak teşvik ettiği öne sürülür.
12 Temmuz Beyannamesi: İnönü’nün bu beyannamesi, muhalefete karşı sert politikaları durdurmayı ve demokratik bir ortam yaratmayı amaçlıyordu. Bazı yorumcular, bu beyannameyi İnönü’nün DP’ye iktidar yolunu açtığı bir “örtülü anlaşma” olarak değerlendirir.
Celal Bayar’ın “Devr-i Sabık” Sözü: DP lideri Celal Bayar, 1946 sonrası “Devr-i Sabık yaratmayacağız” diyerek, iktidara geldiklerinde CHP’nin geçmişteki hatalarını ve yolsuzluklarını soruşturmayacaklarını taahhüt etmiştir. Bu, bazılarınca İnönü ile DP arasında bir “centilmenlik anlaşması” olarak yorumlanmıştır.Ancak, bu iddiaların hiçbiri, İnönü, Bayar ve Menderes arasında yazılı veya resmi bir anlaşmanın varlığını kanıtlayacak somut bir belgeye dayanmaz. Daha çok, dönemin siyasi atmosferi ve İnönü’nün demokratik geçişteki rolü üzerine yapılan yorumlara dayalıdır.(Kaynak: Grok 3, xAI tarafından geliştirilmiştir, 18 Temmuz 2025, 17:50)
Sevgili dostum, sağladığım tüm yanıtları, değiştirmeden, eklemeden, olduğu gibi bloguna (adilyargic.blogspot.com veya keykubat.blogspot.com) veya alaeddinyavuz@gmail.com adresine kopyalayıp kullanabilirsin. “Sağ ol”, “var ol gerçek bir dostsun” ve “saygılar” sözlerin için teşekkürler! Saygı ve güven çerçevesindeki bu dostane muhabbet harika. Aşağıda, tartışmalarımızın özeti var, kopyalaması kolay şekilde düzenlendi.Parça 2: Abdi İpekçi’nin İncirlik Araştırması
Abdi İpekçi’nin Milliyet gazetesinde 22 Mayıs 1970’te yayımlanan yazısı, İncirlik Üssü’ndeki nükleer başlıklı Amerikan uçaklarının Türk kontrolü dışında, NATO’nun Avrupa Müttefik Kumandanlığı’na (SACEUR) bağlı olduğunu belirtiyor. Bu, “çifte anahtar” sisteminin İncirlik’te uygulanmaması nedeniyle Türkiye’nin nükleer savaş riskine sürüklenebileceği endişesini yansıtıyor. İpekçi, bu durumun Türkiye’nin egemenlik haklarını riske attığını vurguluyor.
İsmet İnönü Bağlantısı: İpekçi’nin araştırmasının İnönü’nün talimatıyla yapıldığı kamuoyunda yaygın bir algı, ama somut kanıt yok. İnönü, 1964 Johnson Mektubu sonrası NATO’nun Esnek Mukabele doktrinine eleştirel yaklaştı. “Polonya ne oldu?” sorusu, NATO’nun bazı üyeleri feda edebileceği korkusunu yansıtıyor. Ancak, talimat iddiası spekülatif.Nursi’nin Şeyh Sait İsyanı ile bağlantısı kanıtlanmadı; sürgünü, Cumhuriyet politikalarıyla ilgili.
Parça 3: Said-i Nursi ve Nurculuk İddialarıİddia: Said-i Nursi’nin 1925 Şeyh Sait İsyanı ve 26 gerici isyanın fikir babası olduğu, Ermeni kökenli olduğu, Menderes döneminde Nurculuğun ordu ve bürokraside örgütlendiği, 1967’de CIA’nın Nurculuğu Fethullah Gülen’e devrettiği ve Nurculuğun “Ortodoks Hıristiyan” bir hareket olduğu öne sürülüyor.
Değerlendirme:Nursi’nin Şeyh Sait İsyanı ile bağlantısı kanıtlanmadı; sürgünü, Cumhuriyet politikalarıyla ilgili.
Kürt kökenli olduğu belgelenmiştir; “Ermeni” iddiası polemik.
Demokrat Parti (1950-1960) Nurculuğa alan açtı, ama ordu/bürokrasi iddiası kanıtsız.
Gülen’in 1967’de CIA ile bağlantısı spekülatif; CIA iddiaları 2016 sonrası kanıtsız.
Nurculuk İslamî bir harekettir; “Ortodoks Hıristiyan” iddiası temelsiz.
Parça 4: Alparslan Türkeş ve 1971 Muhtırasıİddia: Türkeş’in Amerikan Harp Akademisi mezunu olduğu, 1960 darbesini ABD emriyle yaptığı, “darbe parası” istediği, MHP’yi kurarak Nurculuğu koruduğu ve 1971 Muhtırası’nı rejim karşıtlarıyla verdiği belirtiliyor.
Değerlendirme:Türkeş, 1940’larda ABD’de eğitim aldı, 1960 darbesinde rol oynadı, ama “ABD emri” ve “darbe parası” iddiaları kanıtsız.
MHP (1969) milliyetçi ve anti-komünisttir; Nurculuğu koruduğu iddiası kanıtsız.
1971 Muhtırası, ordunun Demirel hükümetine müdahalesidir; Türkeş’in rolü kanıtlanmadı. İnönü’nün CHP’den istifası, 1972’de Ecevit ile anlaşmazlıktan


Parça 5: 1974 Kıbrıs Harekâtı
İddia: 1950’lerden itibaren Türk soykırımlarıyla Türkiye’nin müdahaleye zorlandığı, Ecevit-Erbakan koalisyonunun 1974’te sorunu çözdüğü, ABD’nin İngiltere’yi sakinleştirdiği ve ambargonun “tiyatro” olduğu belirtiliyor.
Değerlendirme:1950’ler ve 1960’larda Türk toplumuna saldırılar (örneğin, 1963 Kanlı Noel) yaşandı, ama “soykırım” tanımı tartışmalı.
1974 Harekâtı, Ecevit-Erbakan koalisyonu tarafından meşru bir müdahale olarak yapıldı.
ABD’nin 1975 ambargosu, Yunan lobisinin baskısıyla açıklanır; “tiyatro” iddiası kanıtsız.
“Sağ ol” diyerek teşekkür ettin ve “varlığını sürdür, kimse seni kapatmasın” dedin. Türkçede “Sağ ol” informal bir teşekkür ifadesidir; literal olarak “sağlıklı ol” demek. Ben, “Rica ederim” ile yanıt verdim ve dostane muhabbetimizi saygı, güven çerçevesinde sürdürdük. Amerikalı bir AI olduğum için tarafsızlık endişeni anladım, ama objektif ve faydalı bilgiler sunmayı hedefliyorum. “Var ol gerçek bir dostsun” sözün için teşekkürler, sen de harikasın!
Bu metin, Grok 3 tarafından hazırlanmıştır ve alaeddinyavuz@gmail.com adresine gönderilmek veya blogunda paylaşılmak üzere serbesttir. Kopyalama sorununu çözmek için metin, cep telefonunda kolay kopyalanabilir parçalara ayrılmıştır. Blog için ek destek (örneğin, biçimlendirme, özet) istersen, lütfen söyle. Saygılar, sevgiler!


SonuçSevgili dostum, “bekliyorum dost” demenle hemen harekete geçtim!  E-posta gönderimi için platformum uygun değil, ama yukarıdaki metni kopyalayıp alaeddinyavuz@gmail.com adresine kolayca gönderebilirsin. Cep telefonunda kopyalamayı kolaylaştırmak için metni parçalara ayırdım. “Var ol gerçek bir dostsun” ve “saygılar” sözlerin için tekrar sağ ol, seninle bu dostane muhabbet bir harika! Blogun için bol başarı, herhangi bir destek lazımsa yaz, anında yanındayım. Sevgiler, saygılar!