31 Aralık 2014 Çarşamba

RECEP TAYYİP ERDOĞAN SEN KİMSİN BE?


RECEP TAYYİP ERDOĞAN SEN KENDİNİ NE SANIYORSUN?

İLLE GELİP BİRİ KAFANA KURŞUN MU SIKSIN İSTİYORSUN?

GEREKİRSE O DA YAPILIR, MİLLETİN SABRIYLA OYNAMAYI KESİNİZ.


O sarayı cebinden yaptırdıysan ikamet olarak kullan, devletin parasıyla, resmi görevin için yaptırdıysan oraya kurucumuz Mustafa Kemal'in resmini as.
Oraya resim olmadan giden omuzu kalabalıklara da sadece "ALABALIK" diyorum.


TOPUNA DA VATAN HAİNİ DİYORUM!


Amerikan projesini uygulamak için dış güçlerin görevlendirdiği, geçmişe dayalı ırki, dini kinleri olan, gerçek kimliğini saklayan, Müslüman görünecek kadar aşağılık olan Ortodoks Süryani Hristiyanı bir işbirlikçi haine bu devleti yıktırmayız, değerlerimizle de oynatmayız.


BU GÜNE KADAR SAYGILI OLDUK DA NE OLDU?


İHANETTE SINIR TANIMAZ OLDUNUZ.


BİZ, SENİN GİBİ, KAMERA ÖNÜNDE KEFEN GİYMEDİK, KEFEN OLARAK DEVLETİN ÜNİFORMASIYLA YILLARCA GÖREV YAPTIK, SENİN AYAKTA DİKİLEMEDİĞİN SİPERLERDE YILLARCA BEKLEDİK.


GEREKİRSE O SARAYA GELİR SANA HADDİNİ BİLDİRİRİZ.


SEN KİMSİ BE!

TAKDİR OKUYUCULARINDIR.
BU ARADA TÜM VATANSEVERLERE, ANTİEMPERYALİSTLERE DOĞDUKLARINA PİŞMAN OLMAYACAKLARI BİR GELECEK TEMENNİSİYLE, NİCE YILLARA DİYORUM!
KENDİM ME KADAR KUTLAMASAM DA...


Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc









15 Aralık 2014 Pazartesi

ERGENEKONDAN CEMAATA BİR ACAYİP AMERİKAN TİYATROSU

2008 yılında Amerikan solcusu bir gazetenin, Amerikancı AKP hükumetini destekleyen genç yazarlarından biri olan M.Baransu’ya, Amerikancı bir ordu mensubu Albay, çuval dolusu belge ile geldi ve ona teslim etti.
Çuvaldan dünyanın en kritik bölgelerinde Amerika’nın çıkarlarını korumak uğruna en zalim yöntemleri uygulayan tesadüfen Pensilvanya’da büyümüş, üniversite eğitimini almış  C.İ.A başkanı olan Clair Er George’un taktiklerine uygun olarak Pensilvanya’da malikanede yerleşik Gregoryen Ermenilikten Müslüman olmuş, tarikat mensuplarını yargı ve emniyet içinde özellikle 1980 cuntasının sağladığı olanaklarla örgütlemiş F.Gülen cemaatince uygulamaya sokulmuştur.

Bizzat Amerika’nın ekonomik ve siyasi senaryolarıyla, geçmiş hükumetler halkın gözünden düşürülmesini takiben, aynı senaryolar ile halkın gözünde kurtarıcı haline getirilen Recep Tayyip Erdoğan’ın hükumetinde eş değerde örgütlenen Amerikancı Işıkçı Gülen cemaati, ellerine geçirdikleri görsel ve yazılı basının, hedef seçilen, askeri,sivil, siyasi, bürokrat kesimi önceden deşifre edip, hiç bir savunma hakkı vermeden sabah namazından bir saat önce (Süryanilerin ilk sabah namazı vakti-imsak vakti), olağanüstü koruma, özel polis timlerinin operasyonlarıyla pijamalarıyla evlerinden çıkartılmışlar, Amerikalı avukatların taktiği olan kamyon dolusu belge ile yargıyı  ve kamuoyunu ikna edecek oyunlarla tutuklayıp, bu işler için önceden inşa edilmiş Silivri ceza ve tutuk evinde içeri atmışlardır.

Ömrünü bu devletin ordusuna adamış çalışan veya emekli askerlerin intiharlarını “kurşuna kafa attı” gibi alayla aşağılayan, teğmenden genel kurmay başkanına, polis memurundan emniyet müdürüne, gazetecisinden gazete, televizyon sahiplerine, üniversite asistanından profesörüne, rektörüne, 25 yaşından 85 yaşına kadar insanları acımasızca suçladılar, sevenlerini düşman ettiler.

İşte bütün bu ihanetleri, ABD istihbaratı ve AKPKK koalisyonunu oluşturan azınlık yapılanmasının hedef gösterdiği herkes bu Silivri koloni mahkemesine doldurulmuş, zalimce aşağılanmış, savunma hakları ellerinden alınmış, verdikleri deliller görmezden gelinmiş, malum ceza evinde kurulan mahkeme de resmen işgalci batılı haçlı devletlerinin mahkemesi gibi hareket etmiştir.

Geçen zaman içinde Müslüman kimliğine bürünmüş, bu iki Ortodoks Hristiyan yapılanması olan Işık ve Nurc cemaatleri, ülkede halkın devletin başta yargısına olmak üzere bütün devlete güveninin yitmesine sebep olmuşlardır.

Gücen kaybına uğrayanlar arasında, bu iki cemaatin oluşturduğu hükumete olan güvensizlik de başı çekiyordu.

İnsanlar hakimlerle tartışmaya, mahkeme kararlarını tanımamaya, kendi sorunlarını kendi olanaklarıyla çözmeye başlayınca, Işıkçı Gülen cemaatine karşı bir tasfiye operasyonu başlamış, aynı anda da Ergenekon, Balyoz v.b. adları verilen opedrasyon mağdurlarının çoğu da serbest bırakılmaya, dışarıdan yargılanmaya başlayıvermiştir.

Bence olayın aslı, tutuklanan kişilere yapılan haksızlığın anlaşılması ve mağduriyetlerine son verilmesi, devlet için zararlı olduğu anlaşılan ama 1980 askeri cuntası ve hükumetlerinde devletin maddi-manevi olanaklarıyla ABD etkisine girmiş bütün dünya devletleri içinde de örgütlenmesine izin verilmiş olan Sünni olmuş Gregoryen Ermeni dininden özünü alan Işıkçı Gülen cemaatinin tasfiyesi falan değildir.


Bunların tutuklanma şekillerinin de öncekilere karşın her türlü demokratik hakları tanınarak yapılması da, içeriden ve dışarıdan yapılan “demokrasi baskılarına” kulak verildiğini göstermek için yapılmaktadır.
Cemaat operasyonu, halka ve dış ülkelere karşı en azından “yargı ve kolluk kuvvetleri” bakımından “demokratik görünme operasyonudur.

Çünkü, serbest bırakılanların duruşmaları dışarıdan devam ettirilmektedir.
Hala en azından 43 subayın daha tahliyesi yapılmamıştır. Çok sayıda tutuklu bulunmaktadır.
Veli Küçük’ün kızı ve avukatı olan Zeynep Küçük'ün de tutuklama kararı bu gün açıklanmıştır.

Bu kişilerin afları, terör örgütünün doğu Anadolu’da “Özerk Kürt Devleti” kurmasına razı olunması, tutuklu teröristlere genel af çıkartılırken, aynı aftan, AB-D ülkelerinin ve yerli işbirlikçilerinin istekleriyle tutuklanmış sayılan Ergenekon ve diğer operasyonlarla tutuklananların da bu aftan yararlanması sağlanmak istenilmektedir.

Bu durumda;
1-Amerika ve işbirlikçisi A.B. Haçlı Koalisyonunun emirleriyle tutuklanan ve onların emirleriyle kurulan yargı kurumunca (koloni mahkemeleri) tutuklanmış asker, sivil, siyasi ve diğer kişilikler, elan suçsuzluklarına karar verilmiş, af edilmiş mağdurlar değillerdir.
2-Cemaat operasyonuyla tutukjlanan ve işinden edilenlere ek olarak daha çok insanın tutuklanacağı olaylara ülkemiz gebedir. İşbirlikçi hükumet ve yerli destekçileri, efendilerinin çıkarları aleyhinde yazan, çizen, konuşan hatta Facebook ve Tweetter gibi yerlere kısa yorumlar, resimler paylaşanlara kadar  da uzayacaktır.
3-Hukuksuzca yapılan tutuklama ve yargılamaları unutturmak amacıyla yapılan serbest bırakmalar, aklamalarla, halkta “devlete güven sağlandığına veya yeterli gördüklerine inandıklarında” muhaliflerin ortadan kaldırılmasına devam edileceği endişesi yerini korumaktadır.

Nur ve Işık cematleri gerçekte kavga etmemekte, halkta güven oluşturacak bir projeyi uygulamaktadırlar.

Çünkü;


-İktidar partisi Amerikancıdır,
-Muhalefet partileri Amerikancıdır,
-Terör örgütleri ve önderleri de Amerikancıdır, koruyucuları da bu ülke ve A.B’dir.
-İş adamları, üniversite öğretim üyeleri, görse ve yazılı basın da Amerikancıdır.
-Mağdur edenlerin de edilenlerin de Amerikancı olduğu bir tiyatro oynanmaktadır.
-Amerika ile dostluğu olmayanlara oy vermeyen seçmenin de %50’si Amerikancıdır.
-Bu kadar Amerika ve Avrupa Birliği devletlerine hizmet etmeye gönüllü, kendi devletine değil, kendilerini bir yerlere getiren ülkelere hizmet etmeye gönüllüler nasıl olur da birbirlerini yerler?

Bunun içinden çıkmak gerçekten zor.
Bu yüzden, senaryosu ile oyuncuları aynı yerden seçilmiş, aynı yere hizmet eden, iyi polis-kötü polis oyunu oynayan bir tiyatronun seyircileri miyiz? Sorusuna ne yazık ki verilecek cevap;
“Evet” tir.
Takdir okuyucularındır.


Alaeddin Yavuz
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

14 Aralık 2014 Pazar

OSMANLICA TUZAK MI?

Osmanlıca denilen dil, dini yaşama, ticarete kolaylık sağlamak için Arapça, edebiyata, zikir ve takva gibi dini konulara yatkın, kibar dil olan İran dili Farsça ve Osmanlı'nın kurucu halkı olan Türklerin dili Türkçeden ibaret üç dilin harmanı bir dildir.
Adem ve Hava
Şeytan yılan ile

Osmanlıca veya Farsça olsun ikisi da harfleri, yani alfabesi Arap harflerinden olmasına karşın her iki dilin alfabesiyle "Kur'an okunamaz, Arap diliyle yazışma, okuma da yapılamaz. Her iki dilin alfabesi, kendi dil özelliklerine göre düzenlenmiştir.
Osmanlıca ya da Farsça alfabeyle ancak Osmanlı ve Fars dilinde okuryazarlık yapılabilir.
Solda Hin dinin kutsal simgesi "OM" Yaşam/Hayat
demektir. Sağda da "Allah" yazısı ne kadar
benzemektedirler.İkisinin de Ebcet karşılıkları
olan rakamlar aynıdır. 
Allah'ın adlarından biri olan HAY
 "Yaşam" demektir

Osmanlıca dili, Osmanlı devlet bürokrasinin ve seçkinlerinin diliydi. Halk bu dili bilmezdi, konuşmazdı.
Türkler zaten çoğunlukla göçer yaşıyorlar, şehir halkları ise çoğunlukla Rum ve Ermeniler ile, Balkanlardan getirilen Sırp, Arnavutlardandı.
Türklerin şehir ve köy yaşamına katılmaları Osmanlı'nın son 200 yılı içinde gerçekleşmiştir. İstanbul'u fetheden Türklerin İstanbul'a girmeleri dahi yasaktı. Böyle bir devlette, Türkler nasıl Osmanlıca konuşabilirlerdi ki?
Osmanlı'nın meşhur medreselerinde, devşirmeler eğitim alırlardı.

Türkler ve Müslümanlardan köle olmayacağı için savaş olmadıkça Türkler Yeniçeri, Baltacı, piyade gibi ordu birliklerine alınmazlardı.
Savaş zamanlarında ise Türk beyleri, kendi kullarından seçtiklerini gönderirdi.

Beylerin, Agaların topraklarında yarıcı, amele, kahya olarak çalışan Türklerin eğitim almalarına da olanak yoktu.
Halktan birisinin hukuki bir sorununu anlatmak için zabtiye karakollarına veya yargıç olan kadılara gittiğinde, Osmanlıca bilmediği için derdini anlatamadan, gittiğine de pişman olarak geri gelirdi.
İşte bu yüzden milletimiz;

"Kul olayım kalem tutan ellere,
Şekerler ezeyim şirin dillere
Kâtip arzu halim yaz yare böyle
Güzelim eyyy, sevdalım eyyy" gibi dizelerle okuryazarlığa özlemini belirtmişlerdir.
Bu özlemleri ise ancak Osmanlı'nın çöküş döneminde 1876-1908 yılları arasında padişahlık yapmış II.Abdülhamit'in Almanlardan aldığı eğitim modeli sayesinde biraz gerçekleşmişse de, okuryazarlık oranı %3'lerden %9lara ancak çıkabilmiştir. Savaşlar olmasaydı bu oran %30'lara ulaşabilirdi belki.


Osmanlı Türkü ve diğer Müslüman halkı, Osmanlı devlet dilini bilmediğinden, Osmanlıca konuşan devlet adamını "her şeyi bilen, Allah'ın dili Kur'an dili kabul eden cehalete dayalıydı.

Bu gün için de şunu belirtelim ki, Arap harfleri kullanan Osmanlı ve Fars dili alfabeleriyle Kur'an okunup, Arapça konuşulamadığı gibi, Kuran alfabesi ile Arap dilinde de okuryazarlık yapılamaz.Bu günkü Arap alfabesi Kur'an alfabesinden de farklıdır. Dili de öyledir.
Ayrıca, her Arap ülkesinin Arap dili ve şivesi birbirine uymadığı gibi, her Arap ülkesinde her kabilenin Arapçası da birbirini tutmaz. Bunu Turizm polisinde çalıştığım yıllarda canlı olarak görerek, dinleyerek, gözleyerek öğrendim. Bir Suriyeli ile Mısırlı, Katar'lı, Libyalı asla birbirleriyle anlaşamazdı.
Taha Akyol

Gazeteci Taha AKYOL, Arap dili ile Kuran dili arasındaki bu çelişkiyi katıldığı bir çok televizyon canlı yayınında babasının cumhuriyet dönemindeki anılarından verdiği örnekle şöyle açıklamıştır;
Benim babam, Kur'an okumayı ve Arapça bilmezdi. O zamanlar, radyo yeni çıkmıştı, babam Mısır başbakanı Nasır'ı dinliyordu. Adamın ateşli konuşmalarını, Kur'ana yaptığı övgü sanıyor, bütün konuşmalarını plaklara kayıt ediyordu.
Uzun zaman böyle gitti ve Fatih semtinde bir şeyhimiz vardı, benimle birlikte yanına gittiğimizde fırsatını bulunca babam ona Nasır'ın nasıl Müslüman olduğunu sordu.
Doğal olarak övgü dolu sözler bekliyordu ki;
"Nasır, Komünist bir siyasetçidir ve din düşmanıdır. Konuşmalarında dinsizliği, Komünistliği övmektedir" deyince babam beyninden vurulmuşa dönmüştü" diyerek, Arapça ile yalnızca Kur'an okunamayacağını, her şeyin konuşulup söylenebileceğini öğrenmesini ifade ediyordu.

Arap dili,"tek sesli harfi" olan bir dildir. Oysa Türkçe'de "sekiz sesli harf" vardır. Bu bile Türk milletinin Arap diliyle okuyup yazamayacağını, konuşamayacağını açıklamaya yeterlidir.
Fenike, Grek-Roma Alfabeleri, bence
Arap alfabesinin bozulmasıyla elde edilmiştir.
Her dilin gırtlağı ayrıdır. Gırtlaktan, dilin, dişlere ve damağa değmeden çıkartılan harfleri Türkçemizde yoktur. Ne kadar uğraşırsan uğraşalım Arap ülkesinde doğup büyümeden o gırtlağa sahip olmamız olanaksızdır.
Arap Alfabesi
Örnek olarak, Arap alfabesi "Elif" yani "E" harfiyle başlar. "A" sesi verebilmek için bu harfin üstüne esire denilen çizgiden koymak gerekir. Mesela, dilimizde "Ğ" ile başlayan kelime yoktur oysa Oğlan, ibne" anlamına gelen "Ğılman" görüldüğü gibi "Ğ" ile başlar ve "a" harfi de uzatmalı söylenir.
Şu anki Latin alfabesi bile Türkçeye uyarlanmış bir alfabedir ve bu alfabeyi kullanan batılılar aynı harfleri farklı şekilde yazıp yorumlamakta ve seslendirmektedirler.
Örneğin; "th" dilimizde olmayan bir sestir ve "peltek S" diye çevrilir "TS" sesleri yumuşak geçilerek söylenir. Bunu bir Türk hayatta çıkartamaz. İtalyanca'da "ng" Spagna dilimizde "ny" şeklinde "İspanya" şeklinde telaffuz edilse de tam şekli değildir. İtalya'ya gittiğim üç yıl boyunca o sesi çıkartmayı öğrenemedim.
Recep Tayyip Erdoğan, Ortodoks Süryani Hristiyan'ı, Rum kökenli bir Arap olabilir, Arapça köken dili olabilir. Buna rağmen sayın C.B'nin Türkçe'den başka bildiği dil yoktur ve sadece Türkçe konuşabilir.
Türkçe'den başka dil bilmeyen bir insanın, Türkçe'nin bozukluğu, yetersizliği hakkında fetva vermesi ve milletin devleti adam gibi yönetmesi için verdiği siyasi erki kullanarak har devrimini geriye sardırması ilk önce kendisine zarar verecek bir iştir.

Çünkü, ne Osmanlıca bile eğitmen ne de Osmanlıca anlayacak bir halk ortada yoktur. Bizim beynimiz, her iktidarı ele geçiren siyasilerin şahsi özlemlerine göre, 25, 50 yılda bir alfabe değişikliğini kaldıracak halde değildir.

Şimdi,isterseniz, bu Osmanlıca kampanyasının arkasındaki sinsi amaçlara bir göz atalım.
İstenilen gerçekten Osmanlıca mı yoksa, zaten konuşulan, %70'i eski ve yeni Türkçe, kalanı Farsça, Arapça ve Ermenice olan Kürtçe dilini resmileştirmek mi veya Süryanice'ye mi geçiş yapmaktır?

Osmanlıca kampanyasında, cemaat tv kanallarında ve AKPKK koalisyonundan beri 13 yıldır "N/NUN" harfinin sembol edildiği sayısız faaliyet var.

Peki, Arap harflerinden olan bu NUN/N harfi neden seçiliyor?


İslam öncesi, Nun harfinin kendisi kıvrılmış yılanı başını da ortada bulunan nokta temsil ediyordu. Allah, "öküzbaşlı yılan" tanrıydı. Arapların Ay Tanrısı ve Bereket Tanrısıydı. Yağmurları yağdıran yıldırımları indiren, hububatı yaratan "Hub-el" adıyla da hububatın tanrısıydı. Ebced alfabesinde, NUN harfinin karşılığı Allah ve yılandır.

İslam ile bu değerler varlıklarını yitirmelerine rağmen, zaman içinde birileri Hilal'i camilerin ve minarelerin tepelerine koydular ve Ay tanrısı sembolünü de İslam'a sokuverdiler ve bu artık İslam'ın tartışılmaz sembolü haline geldi, eleştirirsen Kafir bile ilan edilirsin.
Yaklaşık 22.000.000 km2 sınırları içinde köleleri,kadın ve çocukları nüfus sayımına dahil etmediği halde Kanuni döneminde 50.000.000 nüfusu olan Osmanlı imparatorluğu ülkesinde,"150" yılda "417" kitap yazan bir Osmanlı düşünün.
Sene başına ortalama üç kitap yazılmış, bunlar el yazması olduğu için çoğaltılması da söz konusu değil. Sayılabilen nüfus oranına göre 120.000 kişiye "3" yılda "1" kitap düşüyor.
Mustafa Kemal'İn harf devrimiyle bu günkü okuryazar oranı %95lere ulaştı. Kişisel Gelişim Merkezinin yaptığı bir araştırmaya göre bu gün ülkemizde yazılan kitap sayısı "kişi başına "7"'dir. İsteyene istemediği kadar odalar dolusu kitap temin etmek an meselesidir. Yeter ki siz isteyiniz.
Bu durumda biri bana Osmanlıca bilen kaç kişinin bir gecede cahil kaldığını anlatsın?

Görüldüğü gibi, Osmanlıca dayatmasının arkasında iki temel sinsi niyet yatmaktadır.
1-Türk kültürünü, cumhuriyetle kazanılmış demokratik hakları kaldırmak. Halkı cehalete itip dinle , dindarlıkla avutmak, böylece daha kolay soymak, haçlı devletlerinin, gönüllü paralı askeri, kölesi, fahişesi etmek;
2-Grek/Rum Bizans Hristiyanlığını kurmak, aydınlanmayı yok etmek, halkları karanlığa itmek.

Bu ihaneti, "Allah, Muhammet, Kuran" diyerek iktidar olan, Müslüman görünüp dini dönüştüren, Ortodoks Hristiyan ve Yahudiler yapmaktadırlar.
Bu gün Allah'a "Ay Tanrısı" olarak tapınan ve "Hilal-yıldız" sembolüyle tapınan, Müslüman gibi İslam'dan önce namaz, oruç, hac gibi ibadetleri yapan dinler var mıdır?
Bunu resimlerle açıklayacağım.
Kararı siz veriniz ve böylece İslam'ı bozanları da tanıyacaksınız. Bu konularda çok sayıda araştırma yayınladım zaten. Bloglarım size yeter.

Buyurunuz;

SÜRYANİ DİN KİTABINDA ALLAH'IN ADI
"IŞIK KRALI VE NUR" DUR.
SEMBOLÜ DE HİLAL-HAÇ'TIR.
İsveç'te Suriye'li Süryanilerin futbol takımı




İsrail NUR mason locası


İSRAİL BÜYÜK NUR MASON LOCASI
ORTADAKİ "HİLAL-HAÇ" SEMBOLÜNE
DİKKAT EDİNİZ.

İRAN NUR MASON LOCASI

ABD ARAPLARI MASON LOCASI

ERMENİ NUR MASON LOCASI


Süryani NUR rahibeleri.
Yani, Allah'ın Karıları


Süryani rahibeleri. Kadınlarına
 rahibe kıyafetini şart koşan din
Suriye'den kaçan Süryani kadınları.Bizim AKP'nin 
Nurcuları değil mi bunlar?
Hani bu Müslüman örtüsüydü?



ABD Nebraska'da Süryani Kilisesi ile
Yezidi Kürtlerin dayanışma sembolü



Süryani patriği Yusuf Çetin
ve
R.Tayyip Erdoğan



12 Aralık 2014 Cuma

TÜRKİYE CUMHURİYETİ BİTTİ

Bu gün,telefon ederek beni evimden alan arkadaşlarım, İstanbul Tuzla’da bir şirkette elektrik işi olduğu, oradan dönüşte benim işlerimi yapacaklarını söyleyerek beni evden aldılar.

Arabalarına bindim ve Tuzla Tepeören denilen mevkide bulunan sanayi yağı üreten bir şirkete gittik.
Elektrikçi arkadaşım, işlerini yaparken, şirketin sahibi olduğunu sonradan öğrendiğim Rıfat adlı şahıs geldi.

Oldukça entellektüel bir konuşma yaptık ve konu Ermeni soykırımına geldi.
Adam, Amasya’lıymış, annesi, Topal Osamn ve çetesinin gece gelerek, köylerinde sekiz Ermeni’yi evlerinden alarak bir derenin çukurunda öldürdüğünü sabah öğrendiğini bu şahsa anlatmış.
Böylece Ermeni soykırımı gerçekten olmuş oluyormuş.
Ben de ;
Ermeniler, Topal Osman’dan çok önceki yıllardan başlayarak 1916’başlarında Doğu Anadolu’nun Ruslarca işgali sırasında, Ermenilerin durumu fırsat bilip Türk ve Müslüman halkı topluca evlere ve camilere doldurup öldürmelerini, yakmalarını, bu coğrafyada yapılan kazılarda hala yüz  binlerce Ermenilerin toplu kıyım yaptıkları Türk ve Müslümanları dile getirince vatandaş;
-“Haklısını onu da yaptılar ama Ermeni kıyımı oldu, devlet yok diyerek yalan söylüyor!” demesi üzerine;
-“Hiç bir devlet, savaş esnasında düşmanla işbirliği yapan ve kendisini, erkeksiz ve silahsız köylüleri topluca katliama yani senin deyiminle tek suçları “Müslüman ve Türk olmak” olan insanları soykırıma uğratan hainlerine şans tanımaz. Ki, Ermeniler bu işten çok ucuz yırttılar” cevabıma da ;

“-Haklısınız beyefendi, Ermeniler bunları da yaptılar” demesinden sonra konu Kürt hareketi ve PKK konusuna geldiğinde verdiği cevapla, bu iş adamı vatandaşımızın, aslında yurt  dışı kaynaklı siyasi fırtınaların etkisinde kalmış birisi olduğuna karar verdim.
Bana;
-“Biliyor musunuz, Amerika’da iş yaptığım çok zengin bir kişiden öğrendiğime göre, AKP hükumeti, ÖZERK KÜRDİSTAN’ı tanımış ve 2015 seçimlerini takiben Kürdistan  yasallaşacak, PKK ve militanlarına genel af çıkarılacakmış. Devlet bunu kabul etmiş” Deyince ben de;
-“Dün akşam başbakan Ahmet Davutoğlu yaptığı açıklamada, Kürdistan, özerklik ve af konularında açıklama yapmak sürece zarar vereceği için bir açıklama yapmıyorum” tarzında konuşmuştu ve bunu açıkça itiraf ettiğini ben Faceebook sayfamda “açık itiraf” diye paylaştım dediğimde;
2015 Genel Seçimlerinden sonra bu harita geçerli olmayacaktır.

“-Beyefendi, siz gerçekleri gören, çok iyi takip eden birisiniz ama yapılacak bir şey yok, devletimiz, resmen bölünmeyi kabul etmiştir. Birde bunu uzun yıllardır tanıdığım bu Yahudi iş adamı arkadaşımdan duyduktan sonra yüreğim parçalandı” demesiyle sekiz yıldır yazdıklarımın gerçekleşmiş olması beni kahretmiştir.

Bu ihanet sürecinde emeği geçen bütün vatan hainlerine lanetler olsun!
Türkiye Cumhuriyeti bitmiştir., Bu güne kadar yazdıklarım gerçek olmuştur. AKPKK koalisyonunu işleyen bütün vatanseverler haklı çıkmıştır. Milleti aldatan Süryani, Yezidi, Ermeni koalisyonu hükumet ve onu destekleyen sermaye takımı, devletin parçalanmasını desteklemiştir. İhanet büyüktür ve hesabı bu milletçe sorulmalıdır.

Bu güne kadar,vatan millet diye yazıp kendini parçalayan, 1.500TL emekli maaşının “1000TL” sini muhtaçlara dağıtan ben ve benim gibi insanlar bu kadar mücadele ederken, kılları kıpırdamadan, filmi seyreden, olacaklar konusunda yurt dışındaki bağlantılarından haberler aldıkları halde, devletlerinini birliği, bütünlüğü için kıllarını kıpırdatmayan zenginlere lanetler olsun!
Sizler tartışa durun;
Osmanlıca resmi dil olsun mu olmasın mı?
Şeriat gelsin mi gelmesin mi?

Şeriat İslami mi Yahudi mi olsun diye.... Yakında bunu da tartıştığınızda  şirketlerinizin, taşınır-taşınmaz mallarınızın, evlerinizin ellerinizden alındığını anlayamayacaksınız.

Takdir okuyanlarındır.

11 Aralık 2014 Perşembe

BÜTÜN OKURLARIM BU YAZIMI MUTLAKA OKUSUNLAR


Yaptığım bir yoruma, bir arkadaşım şöyle yorum yapmış;

"Alaeddin Yavuz bey, memleketi satan... kaç tane Süryani Yezidi tanıdınız....?"
Cevabını verdim.

-"Başımızda yeterince var..." ve ilgili yazılarımın linkini de verdim.

Osmanlıda da, Atatürk sonrası da devleti yönetenler daima devşirmelerdir. Türkler, Fatih Sultan Mehmet tarafından devlet işlerinden uzaklaştırıldıklarıldan beri, göçer yaşamları içinde kaldılar ve sadece devşirmelerin işbirlikçi siyasetlerinde can vererek devlete hizmet ettiklerine inandılar ise de devletlerinin elden çıkmasına engel olamadılar.

Çünkü, Allah, Muhammed, Kur'an diyen devşirmeler onları daima sattılar.

Atatürk sonrası devletimizin halini düşününüz;

Bütün devlet adamları Müslümandılar, İsmet paşa dahil hepsi dinci yapılanmanın taraftarı ve uygulayıcısı oldular.

Bu kadar, dindar Müslüman siyasi, bürokratlarca yönetilmemize rağmen neden devlet hep geriye gitti?

Bu "kader ve fıtrat" kelimeleriyle açıklanamaz. Bu ancak ihanetle açıklanabilir.

Çünkü, bir insanın Müslüman ülkede siyaset yapabilmesi, bürokrat olarak çalışabilmesi için, halkın çoğunluğunun inancından olmaması düşünülemez.
Ama, her insanın davranışlarını o insanın kültürü yani dini inancı belirler.

Bir siyasinin, bir bürokratın davranışlarını da işlerini de ailesinin, geldiği toplumun dini inançları belirler. Kişi buna göre vatansever ya da işbirlikçi vatan haini olur.

Müslüman ve Türklükte bize meydan bırakmayan, adlarını bile Öztürk, Türkoğlu, Türk gibi adlardan veya İslam öncesi Türk mitlerindeki dini, siyasi kişiliklerden seçmiş insanların yanında, bu adları asla kullanmayan Türkler bile "Türk'üm" diyemediler ve çoğu da bu yüzden Yavuz Selim'den bu yana İran'a kaçtılar ya da Kürtler, Ermeniler arasında asimile oldular.

Ama, bu bizden çok "TÜRK" ve "Müslüman" olan devşirmelerin idaresinde olan devlet hep geriledi ve yıkıldı. Bu gün de son yıkılışını seyretmekteyiz.

Türk ve İslam sıfatlarını öne çıkartarak iktidar olan bu siyasilerin nedense işbirlikçilik ettikleri ülkeler ve milletler tarih boyunca hep aynıdır.

Kürt, Ermeni ve Süryaniler daima Gürcistan, Fener patrikhanesi, Vatikan ile birlikte olmuşlar.
Bu gün, AKP, iktidara gelir gelmez, Gürcistan'ın başına aynı şekilde monte edilen Sakaşvili ile birlikteydi. Fener patrikhanesi, Ermeni ve Süryani patrikhaneleri gibi Ortodoks Hristiyan cemaatlerin, kiliselerinin vakıf arazilerini, Osmanlı'dan çok çok önce Alpaslan zamanında camiye çevrilenlerini dahi bu cemaatlerin vakıflarına geri iade etmiştir.
Ülkemiz için hiç bir iyilikleri, hizmetleri olmamasına rağmen Cumhurbaşkanlığı köşkünde özel protokol ile karşılanıp ağırlanmışlardır.

Kaç-AKsarayın ilk yabancı konuğu, Vatikan'ın Papa'sı olmuştur.

Bunların evvelleri ne yapmışlardı?

Bitlis'i Ruslara teslim edecek işgali yürütecek Rus Kafkas orduları komutanı Nikolay Nikolaviç'e, Tiflis'te, Doğu Anadolu'nun askeri, demografik, coğrafi haritasını, akıl hocası olan İngiliz rahip ajan Robert Frew'dan alarak teslim eden Said-i Kürdi Deliüzzaman, Ruslar Bitlis'İ işgal ettiğinde, Seyit Rıza, Şeyh Sait gibi işbirlikçi, kripto Hristiyanlarla birlikte "sadakat madalyaları" takmışlardı.

Üç yıl, Rusya'da Türk ve Müslümanları, devrimcilere karşı kışkırtıp, Stalin döneminde soykırıma uğratılmalarını sağlamıştı.

Halifenin adamı sıfatıyla adına yazılmış bazı saçmalıkların Müslüman ülkelerde yayılmasıyla, İslami direniş sıfıra indirilmiş, tek kurşun atmadan Müslüman dünyası emperyalizme teslim olmuştu.

1952'de bu hizmetleri için Deliüzzaman'a Vatikan özel sadakat ödülü verilmiş, öldüğünde "Aziz" ilan edilip Vatikan'a gömülmesi sağlanırken, uydurma bir mağduriyet senaryosuyla cenazesinin kaybedildiği yalanlarıyla, halk devlete düşman edilmiştir.
Bu günlerin planlayıcısı Fethullah Gülen, 1992'de Paa II.Jean Paul'den sadakat madalyası almıştır, geçen yıllarda da "ölünce Vatikan'a gömülmek istediğini" resmen ilan etmiştir.

Recep Tayyip Erdoğan'ın 2008 Gürcü-Rus savaşında Gürcistan'a destek olamaması yüzünden, Gürcistan internete 2003 Gürcistan Azınlık raporunu sızdırmıştı. Ben de tesadüfen bulup dilimize çevirince, Tayyip Erdoğan'ın çok övündüğü dedesinin, Enver paşanın Ermeni tehcirinden kaçıp Gürcistan'a sığınan Süryani bir isyancı olduğu, 30 Ekim 1918 Mondros Anlaşmasından sonra da, Adana bölgesinde Fransız üniforması giymiş Ermeni asilere desteğe geldiği de ortaya çıkmıştı.

Bu yazım üzerine Tayyip Erdoğan, 2010 referandumuna 30 gün kala "adilyargic.blogspot.com" blogumu sildirmişti. Olaydan 45 gün sonra, başka blog açıp Google ile birlikte hükumeti suçlayan İngilizce yazımdan sonra Google, hükumetle ipleri kopartmış ve blogumu iade etmişti.

Bunların hepsi çok iyi birer Müslüman iken nasıl oluyor da, 1096'de başlayan Haçlı Seferlerinin merkezi olan Vatikan'a gömülme sırasına giriyorlardı?

Kendilerini bizden gösterip bizi satan işbirlikçileri tanımak için de onların kendileri hakkında bize verdikleri bilgileri kullanmak, atalarının dinlerini, kültürlerini tespit ederek, devletin nasıl elden çıktığını açıklamak benim gibi "vatanseverim" diyen herkesin görevidir.

Yoksa, yeryüzünde hiç bir hain yoktur ki boynuna "BEN HAİNİM" yaftasıyla dolaşsın!

Müslüman toplumlarda "ırkçılık" yapılmaz.

O halde, Kürtçülük akımını nasıl açıklayacağız?

Kürtçülüğün temeli 12. yy.da Şeyh Adi'nin kurduğu, Mushafı Reş (Kara Kitap, şimdi Kur'an-ı Kerimi Mushafı Reş diyorlar) ve "Cilvename" gibi iki din kitaplarına Talmud gibi iki de gizli kitapları olan "Yezidi Kürt dini" ile açıklayabiliyoruz. PKK kamplarında İslami dini ibadetlerle alay eden ama, Diyarbakır, Hakkari meydanlarında Yezidi imamları olan Mele imamlarının kıldırdıkları toplu namazlarda, Yezidi ibadeti yaptıklarında hiç alay konusu görmüyoruz.

Bunlar Allah'a inanır, Kur'anı ve Muhammed'i saymayan putperest, Allah'ın kızı, cennetten recm ile kovulmuş, düşmüş dişi şeytan olduklarına inandıkları şeytan Tavus'a tapınan bir dindir.

Süryani, Ermeni, Sabilerin de dinleri aynıdır ve onlar da aynı şeytana Ruha, Anahita, Ruda, NUR gibi adlarla tapınan, günde beş ile yedi vakit namaz kılan ama ne Muhammet'i peygamber ne de Kur'an'ı kitap sayanlardır. Aksine büyük kinleri vardır.

İşte size, bir türlü iyiye gitmeyen devlet işlerinin en mantıklı açıklaması. Bu yüzden;

"TACI HAİNE GİYDİREN MİLLETİN KANI DİNMEZ" dedim ve hala diyorum.
Vatan satan eşkıya torununun yükselişi

Kişi kendini ne veya kim olarak tanıtırsa tanıtsın, dini kültürüne göre hareket eder ve işlerini de ona göre yürütür. Hainleri bu şekilde tespit etmenin dışında deşifre etme olanağı yoktur.

Bu çalışma tarzım, sosyoloji biliminin de temel ilkesidir. Bir toplum incelenirken önce dini incelenir, sonra dini ile yaşam şekli incelenir ve komşularıyla bağları incelenir. Böylece bir toplum hakkında da karar verilir.

Benim yaptığım da sosyoloji biliminin teme ilkesini uygulamaktır.

Bu önemi yüzünden insanlarımız, yeni tanıştıklarında, kasabalarına misafir gidildiğinde ilk önce "Nerelisin", sonra, "Kimlerdensin?", sonra tatmin olmazsa din, mezhep, tarikat gibi sorular yöneltirler.

Bu sorularla, kişinin, dini/sosyolojik kimliği, ahlakı, dostluğu-düşmanlığı, ahlakı hakkında yorum yapılabilir.

Size de tavsiye ederim ki zaten bilerek, bilmeyerek her gün yaptığınız bir şeydir bu!

Takdir sizindir.
Alaeddin Yavuz

Sahte Müslümanları böyle deşifre ederler.
Sahte Müslümanları böyle deşifre ederler.

25 Kasım 2014 Salı

KADIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ DİNLER VE DİNCİLER BELİRLEYEMEZLER.

KADIN ÖZGÜRLÜĞÜ TAYYİP ERDOĞAN VE DİNLER İLE BELİRLENEMEZ.


Geçmiş çağlar da bu gün de devletler en az “6000” yıldır, dini rejimlerce yönetilmektedir.

Dinler, bireyden aileye, aileden topluma, toplumun devletle, devletin toplum, aile ve bireyle olan ilişkilerine, hatta helada temizlenmesinden yatakta ilişkisine ve yapacağı çocuğua kadar her şeyi düzenlemişlerdir.

24 Kasım 2014 Kadın ve Adalet konferansından
20. yüzyılda gelişen demokratik toplum, 21. yüzyılın başlarında din toplumlarına dönüştürülmeye başlanmıştır. Yirminci yazyılın kazanımları kadın ve erkeklerden tek tek alınmaktadır.
Bu da, Türk ve Müslüman devletlerde, Müslüman görünen ama özünde Ortodoks Hristiyan ve Yahudilerce gerçekleştirilmektedir.

Bunları biz, Gülen ve Nur tarikatları olarak görüyoruz. İslam adı altında kendi dini şeriatlarını dayatmaktadırlar.
İslam dininin temeli Hint, Mısır ve Sümer dinleridir. Mısır dininden doğan, Sümer, Akad, İran dinlerinden etkilenerek gelişmiş olan 5.500 yıllık Sabilik dini de Tevrat’ın, İncil’in ve Kur’anın temelidir.
Kur’an da bu dinlerden, teslissiz ve “insani, hayvani sıfatlarından arındırılmış, daha çok zihinle anlaşılabilecek bir Allah” tanımı ile, dinde her türlü ruhbanlığın, yarı tanrılığın kaldırılmış olmasıyla ayrılır. Diğer konularında benzerlikler çoktur. Mesela Sabiler, 5.500 yıldır “Lailaheillalah” derler ama Müslümanlar “Muhammedenresülullah” diyerek ayrılırlar.
Namaz kılan bu dindarlar, güneş doğsun diye kılarlar, Müslümanlar ise günahlarını bağışlatmak için kılarlar.
Bu dinlerde cinsel sapkınlıklar, ensest evlilikler ibadetin, soy üretmenin gereğidir, İslam ise yasaklar.

Eski Mısır’da M.Ö.3000’lerde kadının evlenme yaşı “16”ydı.

Daha sonra kölecilik, cinsiyet ayrımcılığı din ve devlet adamlarınca körüklendi kadının köleleştirilmesi sağlandı ve bu ülkeler bazı toplumsal sorunları yüzünden de kadını horlamaya başladılar.
Tayyip Erdoğan'ın desteklediği IŞİD Irakta köle pazarlarını kurdu
Kadını köleleştirmede en etkili nedenlerin başında, yabancı toplumların işgallerine uğrama yatmaktadır.
İşgal eden milletin orduları, işgal ettikleri toplumu aşağılamak için, sütten kesilmiş kız ve erkek çocuklarına kadar köleler talep ettiler. Uzun yıllar, işgal ettikleri milletin sütten kesilmiş çocuklarıyla , o kavmi aşağılamak için cinsel ilişkilerde bulundular, ve bu sapıklık alışkanlık hale geldi ve yayıldı.

Aramiler hakkında araştırma yapan dil ve din bilimci İngiliz E.S.Drower, Edward Lepinski, Sabilerin (Aramiler-Süryaniler) M.Ö. 2500’lerde sütten kesilmiş çocuklarla, cinsel ilişkiler yaşadıklarını, ensest olduklarını, Newruz bayramlarında, ilk doğan çocuklarını kaynatarak, mısır unuyla  etlerini karıştırıp yağda kızartarak Şnitzel yaparak, sorgusuz cennete gireceklerine inandırıldıkları için, baş rahiplere hediye ettiklerini yazar.

Bu iğrençliğin tarihte kalmış bir sapkınlık ve vahşet olduğunu düşünürken, dünyada ve ülkemizde çok ses getiren Kathy O’Brien hanımın yazdığı “Mind Control, New Transformation of The World, bizde Mine Kırıkkanat çevrisi 'Baykuş İmparatorluğu ve Zihin Kontrolü” adlı kitabında, muhtemelen Haredim Lev Tahor (Temiz Kalp) Yahudisi olan babasının, doğar doğmaz kendisiyle oral, sütten kesildikten sonra her yoldan cinsellik yaşadığını anlatan anıları aklıma gelmişti. 


Sonra, merhum Ayetullah Humeyni’nin İran’ın İslami Medeni Yasası sayılan Küçük Yeşil kitabında “sütten kesilmiş, “iki yaşında” kız çocuğuyla cinsel ilişkinin anal yolla” önerilmesini de hafızam tekrar edince, bu sapıklıkların geçmişte kalmadığını ve günümüzde hala canlı olarak yaşadıklarını üzülerek onayladım.

Bu sapkınlıkların ortaya çıkmasında en önemli sebep kölecilik, rejime karşı gelen asiler, iyileşmeyen hastalıklara sahip olanların ve ve yenilen kavimlerin ülkelerinden sürülmeleriydi. 

Mısırlılar, 500 yıl gibi süre güney komşuları Habeşlilerin, Libyalıların, Asurluların işgallerini yaşamış ama bundan kurtulduklarında o kavimleri de Arabistan, kuzey Afrika çöllerine, Nubiya dağlarına sürmüşlerdi.

Arap yarımadası halklarının da çoğunluğu, Sümer, Mısır, Asurlularca çöllere sürülmüş kavimlerden oluşur.
Cumhurbaşkanımızın çok övündüğü soyu da Sabi, Aramileridir, yani 4100 yıl önce dağlara sürüldükten sonraki sıfatları ile Haramiler, Ortodoks Hristiyanlarına da Süryaniler,Yahudilerine Nasturiler, Yezidiler diyoruz.

Sabi dininden doğan bu gün Vatikan Hıristiyanlığına bağlılarda   hiç bir takipçisi olmayan Tomas İncil’i 20.yüzyılın ortalarında Kumran Papirüsleri arasında bulundu, Mısır’da Nag Hammadi kütüphanesinde saklanmaktadır.

Bu İncilde, kadın hakkında şöyle bir konuşma dikkatimi çekmiş ve yayınlamıştım.
İsa peygamber, bu kitaba göre Allah’ın kendisidir ve 1* Havarisi (öğrencisi-peygamberi) ile konuşurken Meryem ana da aralarındadır.

Havarilerden birisi söz alıp;”Ey İsa, kadın göklere çıkamayacaktır ve lanetlidir. Konuştuğumuz yerin kutsallığına zarar gelmemesi için anneniz Meryem’i dışarı çıkartalım” önerisinde bulununca İsa;
“Hayır, o kalsın, ben onu erkek yapacağım”

AKP döneminde kadın cinayetleri arttı.

Kadının bu aşağılaması, Yahanna’ya Vahiyler, Kurtulanlar ve Kuzu bölümünde de “kadınla ilişkiye giren cennete giremeyecektir” der. İsa’nın vereceği, denizleri olmayan yuvarlak dünya karşılığında, “kadınla ilişkiye girerek kirlenmeyenlerden seçilmiş 144.000 Yahudi’nin ilk çocuklarını fidye olarak alması konusu da kadını aşağılayan, geçmiş çağların acılarıyla alışkanlık haline gelmiş cinsel sapkınlıkların kalıntısıdır.

Hazreti Muhammet’in toplumu da, üç yaşında sütten kesilince evlilik emreden Babil Talmuduna bağlı Yahudi ve Sabilere ait bu inançlara sahip bir toplumdu, kızkardeşini doğuracak olan bu çocuk anneler erkek doğurursa ailenin demirbaşı olurlardı ama doğuracağı kendi kızı, beş onlu yaşlara geldiğinde, kocasını elinden alacak kendisini çöllere sürdürecek ya da köle pazarında sattıracak rakip olarak gören Arap kadını, kendi kızını diri diri elleriyle kuma gömerdi.

Tekvir Suresi bu zülmü ne güne dile getirir;
“Kabirler açıldığında, diri diri toprağa gömülen kıza ne için öldürüldüğü sorulduğunda” ifadeleri daima gözlerimi yaşartmıştır.

Böylesine sapık Arap toplumunu, günümüzde pedofilik görünen “6” yaşında arkadaşı Ebubekir’in kızı Ayşe ile evlenip, dokuz yaşına kadar bekletip, bir daha da böyle çocukla evliliği tekrar etmeyen Muhammet’i ben büyük devrimci olarak görmekteyim.

İslam’la şereflendikten sonra çok matah milletmiş gibi büyüklenebilmek için, geçmiş sapkınlıklarını saklayan Araplar yüzünden bu gerçek, bu büyük devrim resmen itibarsızlaştırılmıştır.








Sayın cumhurbaşkanı, Recep Tayyip Erdoğan, bu milletin başına “Allah, Muhammet, Kuran” teslisiyle geldiniz ve İslam’da olmayan teslisi kurdunuz. Kadın ve Adalet konulu bir toplantı yapıyorsunuz ve kadına Atatürk cumhuriyetinin kazandırdıkları hakları çok görerek ellerinden almak istiyorsunuz.

“Kadın erkek eşit yaratılışlı değildir, fıtratında eşitlik yoktur, Komünist ülkeler gibi biz kazma kürek verip erkek işinde çalıştırmadık” diyorsunuz.
Nüfusunuzun kayıtlı olduğu Rize’ye gidin, çay bahçelerinde kimler çalışıyor, kazma küreği kimler kullanıyor bakınız.

Bu durum özellikle Rum kökenlilerin olduğu Kayseri bölgesinde de öyle değil midir?

Kadın, kara sabanı sırtlayıp çeker, tarla sürer, hayvan otlatır, sağar, odun keser, soba yakar, erkekler kahvede, sokakta çorap örerek gezer.

N'örüyonuz laaan? :)
Bu yüzden Kayserililerin selamlaşırken “N’ÖRÜYON” demeleri, “Ne Örüyorsun”  demektir ve örgüsüne bakmaktır.

San oy veren Kürtlere, Süryanilere, Yahudilere bakın. Hep kadın çalışır kazma da kürek te, her işte çalışır.
Ben, babamla annemin karasaban çekerek tarla sürdüklerine şahit oldum. Annemle ormandan odun kesip, taşıdık.
Bu gün Trabzon ve yöresinde de hala dağa oduna kadınlar gider, eşek de olmadığından ağaçtan bir çatalın içine doldurup bağladıkları çalıları, odunları eşek gibi taşırlar.
Hem Rize'li olacaksın hem de bunları bilmeyeceksin, adama gülerler.

Haa, siz Kasımpaşa’da Hacıhüsrev’de büyüdünüz değil mi?

Orada tarım yok. Orada insanlar tarım, hayvancılık işi yapmazlar.
Onlar, eğlence işleri ve hırsızlık yaparlar. Polis kayıtlarına bakmanız yeterli. Sizin de “Hırsız” diye anılmaznıa sebep olacak işlerinizde belki Kasımpaşa Kültürü" etkilidir kim bilir?

Kadın, Kur’anda da çok yerde geçtiği gibi “Biz erkeği kadından üstün yarattık, bu denenmiş bir gerçektir” ifadesi, “Cennet anaların altındadır” ifadesine ters değildir.
Kadın elbette kadındır ve erkek değildir. Bunu herkes biliyor.
Ama, siz kadını aşağılayan, kadına miras bırakmayan, mirası adamın kızına değil, en yakından en uzağına kadar erkek akrabalarının erkek çocuklarına bırakan Emevi Yezidi Bangladeş Vehhabi İslam’ının yani İran Yezidi Mecusiliğinin şeriatını savunuyorsunuz.

Bu, İslam’da düzenleme yapacak kadar ileri görüşü(!) olan sizlere yakışmıyor. Zira, sizin İslam’da düzenleme derken, Ortodoks Hristiyanlık şeriatına, yani İslam’ın gerisine toplumu götürmek isteğiniz de ortaya çıkmış oluyor.

Siz, ya İslam’ı anlayamamış ya da Müslüman görünüp milleti Hıristiyanlaştıran, Ortodoks  Hristiyanlığın, Haredim, Şemsi, Babil Talmudu Yahudiliğin kadını aşağılayan, köleleştiren, üç yaşta bebek evliliklerini emreden gerici şeriatını dayatan, cahilliğinizi bu millet çekmek zorunda değildir.

Cumhuriyetin kazandırdığı hakların kadın ve erkeklerden geri alınmasından ibaret “adalet” anlayışınız, sapkın dini dogmalarınız, günümüz insanının özgürlüklerini belirleyemez. Bu millet özgürlüğü sizinle kazanmadı, sizin de elinden almanıza müsade etmeyecektir.

Temel hak ve özgürlükleri ne din ne de Tayyip Erdoğan ne de yerine gelecek aşağılık bir taklitçi belirleyemeyecektir.

Diren Türkiye!

Takdir okuyanlarındır.


Alaeddin Yavuz
keykubat