Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Ekim 2014 Cuma

POLİSİN, SAVCININ HAKİMİN BÖYLESİNE TÜKÜREYİM


İki gün önce, emniyet müdürlüğüne bir işimi için gitmiştim. Sağ olsun meslektaşlarım gereken ilgiyi gösterdiler. Eskilerden yenilerde konuşurken muhabbet koyulaştı.
Derken, yapacağım bir iş için sabıka sorgulaması gerekti. Bir baktılar ki, 2004 yılından kalma bir kayıt var.
Benim davada da kimlik tespiti yapmadan karar
vermişler gibi görünüyor. Bunlar meğer ezelden
beri uyuyorlarmış.
Bilgisayardan çıkartıp verdiler. Bu gün de yürüdüm adliyeye. Görevli memurlar çok cana yakın davrandılar, insanca  yer verip beklettiler, arşiv görevlisi gitti dosyayı buldu, evrakı getirdi.

Meğer 2003 yılında, emeklilik başlangıcında eski evimi satıp, emekli ikramiyemi ekleyerek aldığım evden sonra yaşadığım tatsızlıktan doğan baldızımı dövme konusuymuş Ben de öyle tahmin etmiştim.

Baldızım ile eşi olan bacanağım ikisi de kısa süreli aralıklarla o dönemde işlerinden atılmışlardı.
Evlendiğimizden beri de sürekli olarak eşimi bana karşı kışkırttıkları için evde görmek istemezdim.
O sıralarda eşime, “boşan, evin yarısı zaten senin üstüne, evi sat, parasını da bize ver bakkal dükkanı açalım”diye benim karıya aşı yapmış. Bunu eşimden öğrendim.

O günlerde de bu çıkıp geldi. Cepte para, evde odun yok. Karnını doyurup ısınmaya gelmiş. Ben de damara daldım, ardından bunu kolundan tuttum doğru kapıya götürdüm ve dışarı ittim.
Sen misin yapan, kurtulur kurtulmaz bir yan tekme salladı. Ayak bileğini tutup yukarı kaldırınca yere düşürdüm ardından yer misin yemez misin.

Doğru karakola gitmiş, şikayet etmiş. Karakola ifadeye çağrıldığımı da hatırlamıyorum. Belki de gitmişimdir üzerinden “11” yıl geçmiş bir olay.
Mahkemeye duruşmaya da gitmemiştim. Meğer duruşma yapılmadan karar verilmiş. Bunu da mahkeme kararını alınca bu gün öğrendim.

Bunlar özel konulardır, internet medyasında yazılıp çizilmez ama bunun yazılması lazım. Çünkü herkesin ilgi alanına giren bir konu.

Olayla ilgili fezlekeyi polis hazırlamış, savcı hemen “aile içi şiddet, eşe fena muameleden” dava açmış, duruşma, yargılama olmadan karar verilmiş.
O zamanın parasıyla toplam 475 milyon TL ceza yazmışlar bana. Bu cezayı ödediğimi hatırlıyorum ama, bana ne mahkeme kararı ne de davetiye tebliğ edilmiş değil.

Polis yazmış, savcı dava açmış, hakim karar vermiş.

“İki gün iş gücüne engel” gibi küçük bir darp raporuna kamu davası açılamaz. En azından o zamanki yasaya göre “7” günden aşağı olmamak üzere ve “10” günü aşan raporlarda “kasıt unsuru” gözetilerek kamu davası açılabilirdi.
Sonra bu “takibi şikayete bağlı” davadır, çünkü darp ettiğim kişi benim eşimin kızkardeşidir, baldızımdır. KARIM değil.

İğrenç olan şey de burada.

Mahkeme kararından çıkarabildiğim sonuca göre, polis, baldızımı “karım” olarak yazmış, savcı hiçbir kimlik tespitine gerek görmeden “aile içi şiddete” sokmuş, karımı dövmekten, darptan kamu davası açmış.
Hakim de aslanlar gibi dosyayı incelemeden, duruşma yapmadan kararı basmış.

Bu mahkeme kararına göre ben aile içi şiddet uygulamaktan dolayı sabıkalıyım ve baldızım da resmen karım.

Haydi baldızımın hiç hukuktan anlamadığını bir kenrara koyarak, birisinin uyandırıp, ağır ceza almam için kendisini “benim karım” olarak tanıttığını var sayalım.

Ben emekli, ve senelerce de mukayyitlik de (karakolda ifade alan memura denir) yapmış bir polis memuru olarak, böyle bir yanlışlığı mukayyıt polisin yapacağına inanmıyorum. İfade tutanaklarını da görmediğim için bu yanlışlık karakolda mı, savcılıkta mı, mahkemede mi oldu bilemem.
Ayrıca benim de o zaman karakola ifadeye çağrılmadığım anlaşılıyor. Çağrılsaydım suçlama yapan baldızımın ifadesini okurdum ve en azından onun benim “karım” olmadığını9 bari söylerdim.
Geçmiş zaman ya da gittiysem de bana ifadesi gösterilmeden mi ifadem alındı? Bu da mümkün değil. Suçlamayı okumam gerekirdi. Demek ki bu olay büyük yerden tezgahlanmış.

Polislik mesleğinde, her görevde bulunmuş, yıllarca ifade almış, DGM’lerden asliye ceza mahkemelerine kadar yabancıların davalarında tercümanlık yapmış biri olarak böyle bir mahkeme kararına şahit olmayı bırakın ne duydum ne de bir yerde okudum.

Ama, ortada koskaca T.C. İstanbul Kartal 41. Asliye Ceza (Bu günkü adı) mahkemesinin kararı var. Hiç bir şahite, itiraza mahal de yok.

Bu durumda, böyle fezlekeyi yazan polise, hiç bir tahkikat, kimlik kontrolü yapmadan kamu davası açan savcıya, dosyaya bakmadan, duruşma yapmadan karar veren hakime bildikleri veya bu yazıdan sonra öğrenecekleri en ağır küfürü ediyorum.

Sizler, bir şişe rakıya adamı idam edecek insanlarsınız.
Hangi menfaat karşılığında bu yasadışı işlemi yaptınız da beni sabıkaladınız?
Sizin ettiğiniz adalet yeminine de, görevinizden gelecek hayıra da, size de lanet olsun!

İnsan en azından bakar, davacısı-sanığı, soy adları, nüfus kayıtları, ikamet adresleri farklı bir sıradan “hafif darp olayı” dosyasını incelemeden nasıl karar verebiliyorsunuz?

Bu mu sizin adaletiniz?
Bu mu sizin insanlığınız?

Çıkartın atın o şerefli üniformaları üzerinizden, siz, değil o şerefli görevleri yapmayı, o hizmet bimalarında temizlikçi bile olacak insan değilsiniz.

En azından mevcut hukuk sistemimizde, sanığın  kendini savunma, avukat tutma gibi hakları da vardır. Bu olay zamanında da evvelinde de vardı.
Siz bana bu hakkı bile tanımamışsınız.
Hangi menfaat karşılığında bu aşağılık davayı yürüttünüz şerefsizler?

AKP döneminin başlangıcında adaletin aldığı şekil buymuş.
Bu gün de farkı var mı ?

1970’li yıllarda, bir bakanımız, İsviçre’ye gitmiş. Bakmış ki Denizcilik bakanlığı var.
Dünyanın en büyük denizcilik filosuna sahip olduklarını bilmediğinden sormuş;
-Sizin deniziniz yok ama denizcilik bakanlığınız var, bu nasıl oluyor?
İsviçre’li yetkili cevaplamış;
Sizde de adalet yok ama Adalet Bakanlığı var, bu nasıl oluyor?

Ben de soruyorum, bu Adalet bakanlığı ne yapar?

Kendisinin “karım olarak yazdıran” ya da sehven yazıldıysa da düzelttirmeden imza atan baldızım da zaten hala evime girememektedir. Bundan sonra da bir tanesi de giremez.

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz görün işte.

Kazara işimiz çıkıp ta soruşturmasak, herhangi bir suç işlesek, bu “dandik adaletin sicilimize kazıdığı” sabıkamız yüzünden katmerli ceza alacakmışız da haberimiz yokmuş.

Gördüğünüz gibi bu benim şahsi meselem aslında hepimizin meselesi değil miymiş?

İşte o mahkeme kararının fotokopisini sizlere sunuyorum;





Ülkemizdeki adalet, adamın evli barklı, çocuk sahibi baldızını, karısı yapıp, mahkum eden bir adalettir. Buna adalet denilebilirse elbette.
Baldızımı karım yapıp beni sabıkalayan bir adalet, yalnız benim için değil, bu şerefsizliği yapanlar için de tehlikedir.
Bundan da utanacaklarını sanmıyorum bunların.

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc


10 Ekim 2014 Cuma

DEVLETLERİ KURAN DA YIKAN DA DİN KAVGASIDIR

DEVLETLERİN YIKILMA NEDENLERİ DİN DAYATMASIDIR..



Tarih boyunca devletlerin hepsi "din ve şeriat" devleti olmuştur.

Her galip kabile devlet olmuş, kendi dinini ve şeriatını diğerlerine ve sonra idarelerine aldıkları kavimlere zorla kabul ettirmiştir.

En zayıf anlarında yıkılmalarının da arkasında bu zorlama ve dayatmalara direnen, o "kendinden görünen" azınlıkların ihaneti yatmaktadır.


Bu konuda isteyen, "dinlere göre kısa insanlık masalını" okuyabilir. İstemeyen en alttaki resimdeki mesajımı okuyabilir;

Yeryüzünde, Adem, çocukları ve onlardan türeyen halklardan başka milletler de vardı.Bu kavimler, göklerdeki gezegenlerinden ya gezegenlerinin ömrünü tamamlamasıyla infilak edeceğini keşfettiklerinden ya da, başka kavimlerce işgale uğrayıp kovulduklarından, ya da bu dünyada kalmak üzere belli bir süre hapis cezası çekmek üzere gönderilmişlerdi.

Bir çok Kızılderili, Afrika, Okyanusya ada halklarının dinlerinde bunlar açık açık işlenmektedir.


Örneğin, Orta Afrika cumhuriyetlerinden olan Dogon kabilesi de Sirius (Süreyya) yıldızından bu dünyaya hapis cezası çekmek için geldiklerine inanırlar. Sirius/Süreyya yıldızı, Büyük Köpek (Grek-Mayor Canish-Büyük Kaniş/Köpek) takım yıldızının en parlak yıldızıdır. Yeryüzünden bakıldığında çıplak gözle yedi yıldız olarak görülür.


Süreyya yıldızı, İslam'ın tanrısı Allah'ın da yıldızıdır. Kur'an Necm Suresi 49. ayeti "O'nun yeri Şira'dır (Süreyya)" der. Şirayı Yemani, Büyük Köpek takımyıldızının Araplardaki adıdır.


Hz. Muhammet'in de yıldızlara düşkün olduğu peygamberlik öncesi Sabi olduğu tüm siyer ( peygamberin hayatı) kitaplarında vardır.Gözlerinin çok keskin olduğundan okçu olduğu yazılır. Yıldızlara baktığında, arkadaşlarına, Şira yıldızlarının sekizincisini görebiliyorum" dediği bu kitaplarda yer alır.


Dogon kabilesinin de bu yıldıza önem vermeleri ilginç benzerliktir. Bunların yıldız bilimleri M.Ö 3200'lere uzanır. Teknolojiye sıcak bakmazlar. Onlar hakkında araştırma yapan Amerika'lı araştırmacı Robert Temple, bu kavmin, cezaları bittiğinde kavimlerinin, Nommon denilen gök araçlarıyla gelip onları götüreceklerine inandıklarını yazmıştır.


Kökenlerini göklere dayandıran kavimler arasında Meksika Jikarilla Apaçilerini de ekleyebiliriz.


Uzatmayalım, bu kavimler, yeryüzünde günümüzden üstün, gökyüzüne giden araçlara, güneş sistemindeki gök cisimlerini uygun yörüngelere yerleştirebilecek, bir cismi güneşi gezegen de olsa "anti madde/Hiçliğe" çevirebilecek "antimadde cihazı" denilen bir teknoloji harikasına sahiplermiş. Güneş sistemini onlar düzenlemişler.


Sonra, köleci, vahşi bir kavim gelmiş, yeryüzünde ekvator bölgesine yerleşmiş. Adem'i Hava'yı ve bir çok Adem ve Hava'yı onlar yaratmışlar. Kölelerinden isyan edenleri Sfenks adını verdikleri yarı insan yarı her türlü vahşi hayvan şeklinde laboratuvarlarında DNA karışımlarıyla yaratıklar yaratır, onlara yedirirlermiş.


Kaçan, kurtulanların bazıları da ormanların derinliklerinde, yer altına şehirler kurarak, kayaları oyup mağaralar yaparak yaşamaya başlamışlar. Bu gün, arkeolojik kazılarda, "ilkel yaşam, kabile yaşamı" dediğimiz yaşam türleri böyle çıkmış. Bulabildiklerini de öldürüp yeniden laboratuvarlarında, DNA'larından bazı özellikleri çıkartarak kendilerine karşı koyamayacak derecede güçsüz ve zayıf olarak yaratmışlar.

Eski kavimler, bunların zalimliklerinden bıkmış, savaş ilan etmişler. Eski kavimlere köle olarak yaratılan Adem-Havva ve öteki Adem-Havva'ların kavimleri de katılmışlar.

Güçler eşitmiş yenişememişler.

Savaş asırlar boyu sürmüş. Sonunda sabrı taşan göklerden buralara kovulup, göçüp gelmiş eski kavimler, bu kavmin gezegenlerinin yarısını bu antimadde silahıyla yok etmişler. Bu gezegen adı çok geçen Marduk, 12. gezegendir.

Bir yaşam türünü, gezegeniyle yok etmek, evrende çok ağır suçmuş. Hemen göksel federasyonlar toplanmışlar ve yeryüzündeki eski ve onlara katılan köle kavimleri "ölümlü" yaşamla cezalandırmışlar.(

Belli bir süreye* kadar, yeryüzü halkları, topraktan gelip, ölümle toprağa dönerek yaşama cezasına çarptırılmışlar.

*(Tevrat'ta Babil'in yıkılışı ve Eyüp Peygamber kitaplarında ve Kur'anda Araf S.10'dan 38. ayete kadar cennetten kovuluş ve Şeytanın insanları yoldan çıkartmak için izin isterken kullandığı ifade de budur)

Bizlerle birlikte bu gezegende ve yakın gezegenlerde yaşamışlar. 16.000 yıl kadar önce bir kuyruklu yıldız yörüngesine sahip gezegenin dünya yakınında geçmesiyle, gezegenin ardına takılmış su bulutları dünyaya dolmuş, ve tufan olmuş.

Bu kavimler de dünyamızın bulunduğu bu bölgeyi tufan ve yanardağ patlamaları, gök taşı düşmeleri gibi "gök kazalarının" binlerce yılda kurdukları teknolojiyi bir anda yok etmesinden bıkıp kendi yıldızlarına dönmüşler.

Kendi gezegenlerini savunamayacakları kadar aciz, teknolojiden uzak, okuryazarlık yasağına da uymaları gerektiğinden ve hayvandan bile aciz yaratıldıklarından ötürü, dünyanın gök yüzünü Van Allen kuşağı denilen kuşakla korumalı yaratmışlar.

Okuryazarlığa geçtiklerinde cezanın dolmasından çok çok önce göklere çıkabilecek teknolojiye ulaşmaları yasaklandığından, okuryazarlık öğrenmesinler, yerleşik yaşama geçmesinler diye yakın gök yüzüne, aya, ve yakın gezegenlere gözcüler bırakmışlar.

Peygamberler gönderen, melek, şeytan,cin dediklerimiz de bunlarmış.

Bu kavimler gitmeden önce, yakın göklerde yaşayan diğer federasyon kavimlerini de davet ederek bütün insanların her birine birer kişiye karşılık gelecek şekilde eşleştirmişler. Her insanı öldürüp, DNA'larından üstün olan özellikleri çıkartıp, bu göksel kavimlerin DNA'larıyla da karıştırıp, anne-kızı; baba-oğulu" birbirini anlayamayacak dilde ve ırkta yaratmışlar.

Bu yaratma göksel kavimlerin geleneklerine göre olmuş. Eski kavimler, arasında "ensest aile içi üreme" olmadığından, onlar kabileler halinde yaratılmışlar ve kabileler arası evlenmişler. Türklerin de böyle olduğu bütün kavimlerin kayıtlarında vardır.

Göksel kavimlerin yeryüzünde kendilerine köle olarak yarattıkları ise onlar "Adem-Havva" dan, ensest üreme" ilkelerine göre kurulu "bir aile" den üreyerek çoğalacak şekilde çoğalmaları sağlanmış. Bu kavimler, soyundan geldikleri göksel kavmin anısına, ilk babalarını ve onların soyundan gelen en iyileri başlarına "Krallar" yapmışlardır. Tanrıları, su-toprak ürünleri yiyen, içen, her şekle girebilen, yani boyları 70 m, 40m, 6 m,, ve sinek büyüklüğünde olan Cin adı verilen göksel varlıklardır. Bunların yoldan çıkmışlarına, kanunsuzlarına da ŞEYTAN denilir. Bunların dinlerinde, insanlar "kul/köle/goyim" olarak, hizmetçi yaratılmışlardır.

Ensest üremeyenler ise, demokratik yapıya sahiptirler ve seçimle seçtikleri idarecilere, Hani Hakan, Kağan gibi adlar vermişlerdir. Bunların tanrıları genelde "Tek" tanrıdır ya da "Tanrı" gibi değer verdikleri ruhlar, ışık varlıklarıdır. Bedenleri olanlar da olmayanlar da vardır. Yer altı ve üstünde ve göklerde yaşarlar. İnsanı "kusurlu" yarattıklarından göklere götüremediklerini anlatırlar.

Bu yüzden yeryüzünde sayılamayacak kadar kavim ve dil vardır.

Tevrat, Babil'n Yıkılışı kısmında, insanların yok edilişleri, kavimlere, dillere ayrılışları on beş ayette özetlenir, bir daha da bahsedilmez. Kur'anda da bu olay bir iki ayetle anlatılır "İnsanlar önceden tak bir milletti, sonradan düştüler ayrılıklara" denilerek özet yapılır.

Bir milletin dinine bakarak, onun eski kavimlerden mi yoksa dünyada yaratılan "köle" kavimlerden mi olduğunu anlamanı farkı, yaratılışlarında "köle olup olmadıklarına göre" değerlendirilebilir.

Geniş bilgi için "İnsanlığın Yıldız Savaşları" adlı yazımı okuyabilirsiniz.

Eski toplumlarda, her milletin bir tanrısı vardı. O tanrıları, halkına, evren yaratılışından, tanrının ne olduğuna, onları ne için yarattığına, nasıl yarattığını, temel yaşam ilkelerini, yeryüzünde yaşamaları için uymaları gereken kuralları her birinin ezberleyebileceği büyüklükte bir metin halinde vermiştir.

Bu yüzden her milletin bir dili ve dini vardır. "Tekrar göklere dönmeleri istenmediğinden, "birbirlerini yeme, tüketme" esasına göre yani," Birbirlerine düşman" yaratıldıkları için de aralarında hep savaşmışlar. Savaşmadıklarında gözcüler gelip savaş çıkartmışlar ve insanlar hep birbirlerini yemişler.

Galip gelen, diğer kavmi tavuklarına kadar yok etmek zorundaymış.

Bu geleneğin, M.Ö. VII. yüzyılda yaşayan Asur kralı Nebukanezar'a tanrısı Asur/Aşur emir vermiş ve artık, kıymayın, sürgüne gönderin demiş ve onu önce Yahudilerin üstüne yollamış. Böylece Yahudilerin hepsi dünyanın her yerine dağıtılmış. Aslında Tevrat'ın da yazdığı gibi Yahudiler Zenciymiş. Afrika topluluklarında Tevrat inancının sebebi de buymuş. Rusya ve Kazakistan Hristiyan kiliseleri ve Sinegoglarında İsa, Musa ve havarileri "Zenci" olarak resmedilmişlerdir.

Yahudilerin ileri gelenleri de Babil'e götürülüp Tevrat'a göre 70 yıl köle edilmişler. Sonunda bu Yahudi köleler, beyaz ve esmer tenli Araplar ile ilişkilerden üreyerek melezleşmişler ve günümüz Yahudileri ortaya çıkmış.

İran Şahı Büyük Krus'a satılan bir kadın Yahudi köle ona Yahudileri sevdirmiş, o da Asurluları yenip Yahudileri kurtarmış. Yahudiler özgürlüklerine kavuşmuş. (M.Ö.VI.yy) Günümüzdeki Tevrat'ı da rahip Ezra (Üzeyir peygamber) yazmış. Yahudiler ona rahip Ezra derler.

Yahudiler İranlılara minnet borçlu olduklarından Tevrat'ı da unuttuklarından, köle oldukları Asurlular'ın dinleri olan Sümer, Babil, Akad, Keldani, İran Zerdüştlüğü, Mitracılığı ile Mısır Ra dini efsanelerine göre düzenlemişlerdir.

Asur'un tanrısı Aşur'un bu insancı emri komşu kavimlerce de kabul edilmiş ve galip milletler, mağluplardan dinlerine girenlere "köle deyip vergi almışlar, tanrılarına onlardan kurban kesmişler, dinlerine girmeyenleri de mallarını yağmalayarak sürmüşlerdir. Sürgün yerleri de Anadolu, Avrupa ve Sibirya bölgeleridir. Bu sürgünlere, ülke içinde isyan çıkaranlar, iyileşmeyen iç ve cilt hastalıklarına yakalananlar da eklenmiştir. Böylece "kovulmuş kavimler" kavramı ortaya çıkmıştır. Yahudiler, Sabi/Sebe/Aramiler de Yahudilerden en az 1500 yıl önce Mısır'dan kovulmuş, Arap yarımadasına dağılmış kavimlerdir. Bunlara Keldaniler, Süryaniler de denilmektedir.

Dağlarda, çöllerde, deniz aşırı adalarda, Avrupa ve Anadolu'nun kuzeyinden yukarı taraflarına sürülenler bunlardır.

Galip kavimlerin dinini kabul eden yani İranlıların dinini Yahudiler dahil, İran idaresindeki Türkler de olmak üzere hep İran dinine girmişler ve onlara "din vergisi" ödemişlerdir.

İslam olunca. Araplar bize "Mevali/Köle" adını vermişler, biz onların dinleriyle şereflendiğimiz için" her yıl devlet eliyle Hicaz Araplarına (Mekke ve çevresi) dağıtılmak üzere "Surre/Rüşvet Alayları" adı verilen kervanlarla yiyecek, giyecek, mücevherat gibi her şeyi içeren hediyeler götürüp dağıtmışız.

Biz Türkler, özellikle Hint-İran'a yakın Horasan, Amu derya, Horasan bölgeleri olan Güney Türkistan denilen coğrafyada M.Ö. ilk bin yıl içinde, Hint, İran dinleri içinde, M.S. VIII yy. da Irak Sabiliğinden türeme Mani ve İslam dinleriyle tanıştık. Bizi eriten İslam olmuştur. Kırım ve Kazaklar ise Yahudilik ve Ruslar sayesinde Hristiyanlıkla tanışmışlarsa da İslam'a girenleri de çoktur.


Bu dinlere girişimiz Manilik, Budizm, Zerdüştlük hariç İslam ve Hristiyanlık sopayla olmuştur. Selçuklular döneminde din dayatması yapmadığımız halde, Osmanlı'da Yavuz Sultan Selim döneminde, Hristiyanların, Yahudilerin ve yerleşik Müslüman Sünni Arapların yaşam şekillerini beğendiğinden, şeytana tapınan, ilkel yaşayan Türk, Ermeni, Farsi kökenli, Rum kavimlere, o da "iyi olsun diye" Sünni İslam dayatmasında bulunmuştur.

Bu da Osmanlı'nın o tarihten itibaren itibarını düşürmüştür. Sünni İslam'a geçenler de eski alışkanlıklarını "Tarikat" adı altında yaşamışlar ret edenler ise doğrudan savaşmışlar ve Osmanlı'yı balkanlardan, Anadolu'dan atmak isteyen güçlerle işbirliği yapmışlardır.

Osmanlı'nın bunun aynısını Bizans'ın yaptığını, bu yüzden yıkıldığını biliyordu çünkü, onun üstüne kurulmuşlardı ve bu zafiyeti de düşünmesi gerekirdi.

Eh, iyi olsun diye yapılan her iş iyi sonuç vermez, öyle de oldu. Bunlar da "Müslüman olduk" dediler, Hristiyan Gürcistan, İstanbul Fener, Rusya, Roma Vatikan kiliseleriyle "gizlice" birlikte hareket edip Osmanlı'yı bu gün de Türkiye Cumhuriyetini yıkmaya çalışanlardır.

Bunu yaparken bize dedikleri, "Siz bize din dayattınız, şimdi de biz size" diyerek, Nurculuk, Gülencilik gibi İslam dahil özellikler barındıran Mason dinini dayatmışlar, tarikatlar sayesinde çok insana da "İslam" diye yedirmişlerdir.

Biz Türklerin yaptığı hata, cüce çöl şeytanlarına tapınan Hicaz Araplarının İran Zerdüştlüğü harmanı Tevrat-Sabilik kökenli putperest dinlerine "büyük devlet olma" arzusuyla kapılan, Rumlaşmış Osmanlı hanedanının arzularına direnememiş olmamızdır.

Kurduğu devleti, ölümünde, "evlatları arasında pay eden" ve bu kuralı eski tüm kavimlere kabul ettiren biz Türkler, İslam ile zehirlenmiş Rumlaşmış Osmanlı hanedanının, ensest üreyen güneyli kavimlerin "göksel ilkeleri çiğneyen", babadan oğula "ataerkil devlet" anlayışına geçmeyi tercih etmesinin bir işe yaramadığını, gördük.

Hala bunu görmeyen, "Osmanlı" siyaseti güden, gerçek amaçları ensest üremeye dayalı Şeytan İbadeti dinlerine dayalı, "Bizans" devleti kurmayı amaçlayan, soy olarak Rumlaşmış azınlıkların da idaresinde yaşamaktayız.

BAŞIMIZDAKİ "TÜRK VE MÜSLÜMAN GÖRÜNEN" AKP İKTİDARI VE 11 KASIM 1938'DEN BERİ OLANLAR DA BUNLARIN BABALARIYDI.

Bu ırkçı Yezidi, Musevi Kürtler, Süryani, Ermeni ayrılıkçılar fantazi manyağıdır.

Hem Türkiye'de 36 etnik grup var diyorlar.

36 etnik grup ırkçılık yapıp Kürtlerin devlet fantazisine kapılsalar bu topraklara ayak üstünde insan kalmaz.

Bu yüzden yukarıdaki ve resimdeki tespitleri yaptım.

Saygılar...



Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

9 Ekim 2014 Perşembe

TÜRKİYE NE YAPMALI?



Her ne kadar bilgi sahibi olsak ta önce, ülkemizin dört bir yanının ateşler içinde kaldığı, bayrağımızın yakılıp, Atatürk heykellerinin, okulların yakıldığı,iş yerlerinin yağmalandığı, halkın sokaklara çıkamadığı bu güne nasıl geldiğimiz hakkında kısa bir özet yapalım. Çok bilgisi olan ikinci kısma geçebilir.

1- 2011 Libya işgalinin ardından Suriye’ye 600 El Kaide militanı ve batılı lejyoner askerlerini Süryani idaresinde bulunan Lübnan üzerinden Suriye’ye sokarak, iç karışıklık çıkartarak Esat rejimini devirmeye başlayan haçlı koalisyonu, Rusya’nın ikinci bir kutup olarak devreye girmesiyle doğrudan işgali gerçekleştirmeyi ileri bir zamana ertelemiştir.

Ama amacından vazgeçmediği için sayısız terör örgütleri kurarak, Esat rejimini baskı altında tutmuştur. Bu terör örgütlerinin tümüne her türlü askeri, siyasi, levazım desteklerini de ülkemiz, Lübnan, İsrail üzerinden sevk etmişlerdir.

Zaman zaman ülkemize doğrudan savaşa girerek Esat rejimini devirmesi için siyasi, ekonomik baskıları yapmışlar, PKK terör örgütü ve bağlı terör gruplarına, mitingler, yakıp yıkma, yağmalama, halkımızın kutsalları olan bayrağımıza, Atatürk’ün kişiliğine ve heykellerine en aşağılayıcı saldırıları yaptırmışlardır.
Geçen yıl öne çıkan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün başına Fransız Lejyoner ordusundan bir generalin getirildiği, bütün Hristiyan ülkelerden, gönüllü, lejyoner paralı askerlerden oluşan C.İ.A. kumandalı sözde İslamcı örgüte Suriye’nin kuzeyinden Irak Bağdat’a uzanan coğrafya teslim edilmiş, buralarda her türlü yağma, talan, cinayet, ırza geçme, esir alma, kölecilik yapma, insan satma gibi çağ dışı aşağılık işler yapmasına izin verilmiştir.
Amerika ve Avrupa Birliği ülkelerinin şişirdiği bu örgüte, içindeki diğer terör örgütlerini devreden çıkarması için Esat rejimi de yardım etmiştir.
Süleymaniye’den İsrail’e Kürt koridoru açma derdinde olan ve Esat’ı tehdit eden küçük terör örgütlerine karşı Esat rejimi yanında savaşan, kuzeyden gelen  PYD’nin de niyeti de belli olduğundan tasfiye edilmesi gereken bir güç olan Kürt işgalinin de durdurulması için IŞİD, PYD üzerine saldırtılmıştır.
Işid saldırısına kadar, meydanı boş bulduğundan havalara giren Kürt terör örgütleri, ellerine geçirdikleri her yerde “Kanton” adını verdikleri İsviçre, Belçika tarzı tampon devletçikler ilan etmiş, her birisinde hükümetler kurmuş ve bunu, doğu ve güney doğu Anadolu bölgelerimizde de uygulamaya geçirmiştir.
“Aman açılım süreci yara almasın” bahanesiyle baştan sona Kürt ihanetinin koruyucusu ve besleyicisi olan AKP hükümeti olayları sadece seyretmiştir.
Kimliği tespit edilemeyen IŞİD komutanı
Fransız general. Günümüzün Lawrence'i
Işid örgütünün profesyonel batılı subaylar idaresinde her gün artan başarısı, Kürtleri kuzey Suriye, kuzey Irak coğrafyasında bitirmiştir.
Sıkışan Kürt teröristleri, önce Amerika’ya çağrı yapmış, bunu her daim koruyucuları, besleyicileri, eğiticileri olan Avrupa ülkelerinden de istemişlerdir.
Hemen hava desteği ABD tarafından verilmiştir. Buna, Fansa, İngiltere doğrudan Almanya askeri yardım vermiş, IŞİD örgütünü de ülkesinde yasaklamıştır.
Bunlar yeterli olmayınca, YPD terör örgütünün başı Salih Müslim Finlandiya’ya gönderilmiş, oradan bazı A.B ülkelerinin temsilcileriyle görüştürülmüş ve sonunda ülkemize gönderilerek büyük devletlerin kendilerine karadan askeri yardım etmemiz gerektiğine dair emirlerini iletmiştir.
AKP hükumeti, 2015 seçimlerinde iktidarını korumak için, devleti savaştan uzak tutma taraftarı olduğunu söylemiş, ardından PYD’yi terörist ilan etmiştir. Bunu takiben, PKK terör örgütü bir emir yayınlayarak,“hükümeti, Ayn El Arap’taki PYD Kürt teröristlerine yardım etmeye zorlama amaçlı ülke genelinde mitingler, şiddet eylemlerine çağırmıştır.

2- Son 24 gündür, Urfa Mürşitpınar sınır kapısına yakın Suriye şehri olan Ayn El Arap’ta sıkışan PYD’nin, Türkiye’den militan desteği aldığı Mürşit pınar sınır kapısına top yekun saldırıya geçmesinin verdiği korkunun bu eylemleri belirlediğini bu gün HDP genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın yaptığı konuşmada açıklanmıştır.
Selahattin Demirtaş, bu  gün bir saat kadar süren açıklamasında apayrı bir kişilik sergilemiştir.
Onu dinlerken her çıkan sözü bende şaşkınlık yarattı.
Sanki, 30 yıldır, 60.000 kadar askeri polis, sivil insanın ölümüne sebep olan, sivil toplu taşım araçlarını içinde yolcularıyla diri diri yakan, sniper* atışlarıyla devriye gezen güvenlik güçlerini avlayan, yollara mayın döşeyen, gasplar, soygunlar, yağmacılıklar yapan, adam kaçıran, öldüren, devleti resmen teslim olmaya zorlayan, Türk milletini de devletini de düşman ilan eden eli kanlı bir terör örgütünün önderini göremedim. *(Gizli yerden dürbünlü nişancı tüfeğiyle ateş eden katillere “sniper” denir)
Aksine, Hint ve İran Mitra diniyle yayılan, “Mağara İbadeti Dini” ilkeleri gereğince, dünya işlerinden el etek çekmiş, günde bir bardak su, bir tek zeytin ile 40 gün oruç tutup ibadet eden antik çağ dervişleri kadar masum, hak peygamberi havasında konuşmalar yapan bir Selahattin Demirtaş kimleri şaşırtmaz ki?
Partisinin sloganı budur.

Konuşmasını kısaca özetlersek;
-Türkiye, Ayn El Arap’ta kendilerine yardım etmez ise IŞİD kısa sürede Türkiye’yi de işgal edecektir, bize yardım etmek zorundasınız.
-Türk, Kürt, Ermeni, Arap halkları kardeştir, aramızda sorun yoktur.
-Büyük devletler, IŞİD’i kurup, destekleyerek, üstümüze saldırtarak bize komplo kurmuştur.
-Uluslararası güçler bu  komplo eyleminin planlayıcıları ve sorumlularıdır.
-Biz, Türkiye’yi bize Ayn El Arap’ta (Kobani diyorlar) bize yardım etmeye zorlamak için halkımız ülke genelinde eyleme çağırdık.
-Asla şiddet eylemleri yapmaları için emir vermedik(!)
-Şiddet eylemleri bizim tarafımızdan değil, provokatörlerce gerçekleştirilmiştir, sorumlularını bulmak devletin görevidir.
-Atatürk heykellerinin ve Türk bayrağının yakılması provokasyondur. Biz böyle bir emir vermedik.
-Bu coğrafyada birlikte yaşamak istiyoruz, halklarımız kardeştir, bu uluslararası komplodan birlikte savaşarak kurtulabiliriz. Önderimiz Abdullah Öcalan  da bu görüşü savunmaktadır.
Bunlara kim itiraz edebilir? Hepsi birbirinden masum, kardeşlik barış kokulu ifadeler.
De, adama demezler mi?
Bunca yıl neredeydiniz?
Ona da cevap verdi;
-Kimse geçmişin hatalarıyla bizi yargılayarak zaman kaybetmesin, çok geç olmadan, ortak düşmanımız olan IŞİD belasından kurtulmamız gerekmektedir.
Eh, eleştiri kapılarını da böylece kapatmış oldu.
Kısaca;
Ya yardım edin ya da yardım edin. Mutlaka etmelisiniz, ortak menfaatimiz icabıdır.
“Bu belayı atlatırlarsa nasılsa arkası açık, Türkiye’ye istediğimizi zaten yaptırıyoruz” düşüncesine sahip olabilirler mi?
Olabilir.
“Uluslararası komplo” ifadelerine ciddi olarak inandıklarına inanabilir miyiz?
Evet, çünkü, onları IŞİD sınavına tuttular ve kaybettiler ki, bu emperyalizmin onlardan bir beklentisi kalmadığına da işarettir.
Peki, Türkiye yardım etmeli midir?
Ya da Ortadoğu yangınına müdahale etmeli midir.?
Türkiye, batılı sömürgeci devletlerin Orta doğu ve Kafkaslardaki çıkarlarını bu yüzyıl  içinde korumayı amaçlayan B.O.P projesinin ortağı ve eşbaşkanıdır.
Ancak, SSCB’nin çökertilip, ABD’nin “tek kutup” olmasına dayalı projelerinin ürünü olan B.O.P, 2011’de Suriye işgaline başlandığında, işgali engelleyerek, Rusya ve Çin’in ikinci kutup olarak çıkmaları bu projeyi askıya almıştır. AKPKK koalisyonuna da şimdilik gerek kalmamıştır.
Avrupa Birliğinde, iki dünya savaşıyla dünyayı kana bulayan, tarihin en büyük suç çetesi ABD’den kurtulmak için çabalar artmıştır. Avrupa’da yeni bir blog olarak her an çıkabilir.

Suriye’ye havadan saldırılan yapan ABD-İngiltere, Fransa koalisyonuna bu gün İngiliz kolonisi olan Kanada da, diğer İngiliz kolonisi olan Avustralya’nın ardından katılmıştır.
Savaş “Haçlı koalisyonundan” ziyade, “Amerikan-İngiliz-Fransız” koalisyonu haline gelmiş, daralmıştır.
İşgalci ABD-İngiltere güç kaybetmektedir, İngiltere de her an ABD’ye kazık atabilir.

Türkiye bunları hesaplamalıdır.

3-Işid’e müdahale amacıyla gireceğimiz Ortadoğu bataklığı bizi de yutabilir. Ama, müdahale etmezsek bize bulaşmaz mı?
Bulaşacağı kesindir. Ülkenin her yerinde hem Kürt hem de IŞİD ve diğer terör örgütlerinin yapılanması AKPKK hükümeti zamanında sağlanmıştır. Her an içimizden de vurmaları söz konusudur.
Bu örgütler, resmi devlet olmadıkları için uluslararası kurallara, anlaşmalara da bağlı olmayan bu örgütler Türkiye için büyük tehlikedir.
Önce, ülke genelinde yayılmış bu örgütler, Ergenekon tarzı “Er George (Er Corc)” operasyonlarıyla mı olur, uygun bir şekilde bir yere toplanıp kontrol altına alınmalıdır.
Hem PKK-Barzani Kürt hem de Süryani, Ermeni yapılanmalarını bölgede toptan bitirecek bir askeri harekât, özellikle İran-Türkiye-Suriye ve Irak Arapları koalisyonuyla yapılarak son darbe vurulur ve bölge virüslerden temizlenebilir. Tahrikçi, işbirlikçi terör örgütlerinden kurtarılan bölge hakları da huzur bulur.

Petrol bölgeleri de emniyete alınmış olur. Tabii ki sömürgeci devletler bunu da beğenmeyebilir.
Ama şu an onlar için de fazla tercih şıkkı yoktur. Bu kabul edilirse, onlar da, bu coğrafyanın halklarının daha fazla düşmanlıklarını çekmekten kurtulmuş olurlar.
Bölge devletleri de bölünmekten, birbirlerini yemekten kurtularak rahat bir nefes almış olurlar.
İyi olur.
Petrol savaşı
4-Peki, anarşi, kaos, terör olaylarının yarattığı sisli, puslu havalardan beslenen şeytanın evlatları sömürgeci devletler buna izin verirler mi?
Vermedikleri halde Ayn El Arap’a müdahale bizi sadece bataklığa sokar, bir daha da çık çıkabilirsen. Ayrıca, 30 yıllık PKK düşmanlığının acıları yüreklerinde olan TSK ve halkımızın da PKK yanında saf tutarak savaşması olanağını da görmüyorum.
Vurdun mu topunu temizleyip çıkacaksın ya da hiç girmeyeceksin. Bu ikisine de hatta terörist ilan edilen IŞİD’in bile top yekun imha edilmesine de izin veremezler.
Ve, hedeflerini PKK ile birlikte belirleyen AKPKK hükümetinin PKK’ya saldırması bile hayaldir.
PKK ve IŞİD örgütlerinin “kayıkçı kavgaları” onların bölgeye müdahale gerekçesidir.
Yapılacak tek şey, olabildiğince pisliğe bulaşmaktan kaçınmaktır.


5-Kürtler ve onlarla birlikte hareket eden Süryani, Ermeni, Museviler de gerçekten “uluslararası komployu” gördüyseler, bağımsız devlet olmanın zorluklarını da IŞİD sayesinde öğrendiyseler, “aç tavuğun buğday ambarı rüyalarını” terk etmeli, silah bırakmalı, Türk milletinden de bölgede zarar verdikleri diğer milletlerden de özür dilemeye başlamalıdır.
AKP hükümeti de bunu yapmalıdır. Sen Osmanlı adı altında Süryani Bizans hayali kurarken, parababası Suudlar Emevi-Abbasi, iran Pers, Grekler, İskender, Almanlar Berlin-Bağdat-Bosfor hayali kurduklarını unutma. Rusya’Nın zaten tek derdi güney denizlerine inmektir. Sen bir hesap yapar, yola çıkarsın, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olur, milyonların canlarına, mallarına kıyarsın.
En iyisi bundan vazgeçin, devletin anayasal, siyasi rejim, coğrafi haritalarıyla, iyi kötü birlikte yaşamaya alışmış halkımızın dini, ırki farklılıklarıyla oynamayın.

Aksi halde, “ayaklarınızı sürüyerek” emperyalizmi bölgeye soktuğunuz için zaten “Ortadoğu’nun virüsleri” ilan edildiniz, bölge halklarınca; terör örgütleriyle beraber bir işe yaramadığınız anlaşıldığından, efendilerinizce tasfiye edileceksiniz. Her şekilde tasfiye edilecek ve soy kırım da yiyeceksiniz.
Çünkü, “galipler, zaferlerini aşağılık işbirlikçilerle paylaşmazlar”, işi biten köle satılır, veya öldürülür.
800 yıllık işbirlikçi Kürtlerin, 1300 yıllık Süryanilerin, 300 yıllık Ermenilerin de bu komplodan ayrılmaktan, komşularıyla kaynaşmaktan başka şansları yoktur.
Emperyalizmin size verecekleri, bu gün ellerinizdekileri de kaybetmeniz şeklinde olacaktır.
Yani, Grek/Yunan bereket tanrısı Hermes’in erkeklik organı olan babayı alacaksınız.
Takdir okurlarındır.


Alaeddin Yavuz
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc



5 Ekim 2014 Pazar

SÜMER'DEN İSLAM'A KURBAN


4 Ekim 2014, 16:08(Facebook'ta yayınladığım yazım)



HERKESİN KURBAN BAYRAMI "KURBANSIZ" KUTLU OLSUN!


Bu defa yazı ile değil, dini kitaplarda, arkeolojik kazılarda elde edilmiş resimlerle anlatayım dedim.

Ya, Anlayana....

Hepinize okuma zahmetine katlandığınız için şimdiden teşekkürler ederim.


Sümerliler, "Mecüc/Cüce" denilen boyları"6"metre kadar uzunluğunda, göklerden gelmiş, köleci, insan görünümlü ama her şekle girebilen tanrılara tapınırlardı. Tanrılarına hayvan, hububat, kumaş, şarap gibi adaklarda bulunurlardı. Bu kil tablet resminde Sümerliler tanrılarına kurbanlık hayvan getiriyorlar. M.Ö 3000 'ler.

Bu da Kesmek için kurbanlık hayvan taşıyan bir Sümerli

Sümerli'nin koçu kurban edişi.

Kurbanlar, ilahiler eşliğinde sunaklarda kesilir, kanlarıyla sunaklar ve tanrılarının heykelleri yıkanırdı. Kurban kesmede, kesici kısmı altın, sapı Lapis Lazuli taşından yapılmış özel bıçaklar kullanılırdı.

Sümerler komşuları Akadlar tarafından yıkıldılar. Onlar, kendilerini o bölgeye tanrıları Şeytanın getirdiğine inandıklarından "kan içen, insanın beyni ve kalbini yiyen" şeytana zaferlerini kutlamak için insan kurban etmeye başladılar. Böylece dinler çığırından çıkmaya başladı.

Bu Akadlılar ve rahipleri namaz da kılıyorlardı.M.Ö.2500'ler. Namaz kılan Akadlı rahip namazda.

"Kur'an'da "Yoldan çıkmış şeytanlar" olarak geçen bu tanrılar en çok bebek kurbanını seviyorlardı ve yetişkin insanları yedikten sonra tatlı niyetine bebek yerlerdi. Bu resim bir bebek kurbanını gösterir.

Akadlılardan sonra bölgeye hakim olan Babiller, Asurlar da bebek kurbanını sürdürdüler. Bu İran Hint, Filistin, Mısır, Yunanistan'a kadar her yere yayıldı. M.Ö. 2400'ler. Mezopotamya'da Ay tanrısına bebek kurbanı

İnsan ve bebek kurbanı Amerika kıtasında Aztek Kızılderililerinde de vardı

Filistin'de, Malok'a "yakmalık sunu olarak adanmış kadının karnından premature doğan Asklepius miti de böyle kurbandan doğdu. Yahudiler bu miti Yakup'un oğlu Bünyamin'e uyarladılar.

Eski çağlarda hainlerini, iyileşmeyen bulaşıcı hastalıklara sahip olanları öldüren kavimler, sonradan, tanrılarının merhamete gelip "sürgün edilmelerini" buyurunca, sürgün başladı. Yahudiler de Mısır'dan sürgün edilmiş cüzzamlılardır. Musa'nın sağ eli beyaz/Alaca/Cüzzamlıdır. Bu resimde şehirden sürülmüş bir cüzzamlı görülüyor. Ortaçağ Avrupa'sına aittir.


Güneş tanrısının şefaatinden mahrum edildikleri, hastalıkları iyileşmediği için sürülen Yahudiler, o zamanki dini anlayış gereğince Ay Tanrısı Sin'in halkı oluyorlardı. Sin'in de kudret tabletlerini çaldığı için göklerden kovulan dişi şeytan olan kızı Şeytan İnanna/İştar/Aşera'ydı.HeliopolisGüneş tapınağının baş rahibi, Allah'ın soyundan gelen Osarsif/Musa'da, kavmiyle birlikte Ay Tanrısı Sin'in toprakları olan Sina (Sin'in) yarımadasına sürüldüler. Kan içen, insan kalbi, beynini yiyen Sin, "İlk Doğan çocukları karşılığında Levi soyunu kendisine kurban ayırdı. Yahudilerin yaptığı bu resim, bir Leviliyi yemeye hazırlanan Sin'i/Yahve'yi temsil etmektedir.

M.Ö 1300'lerde kavmini Mısır'dan çıkaran Musa'dan tam 800 yıl önce İsmail'i af ederek İbrahime' koç gönderip, hayvan kurbanı isteyen tanrı, acaba Yahve'miydi şeytan mıydı?

Yahudiler, yeni geldikleri bölge olan Girit adası göçmeni olan Filistinliler ile kendilerinden en az 1500 yıl önce sürülmüş Ürdün Sabilerinin (Sebe kavmi) tanrılarına tapınmaya başladılar. Molek adlı bu tanrı da bebek kurbanına bayılırdı. Tevrat'ta kahin olarak adı geçen Malaki de adını bu tanrıdan almıştır.

Suriye'de ortaya çıkan Asur medeniyetini tanrısı Asur/Aşur'du ve Yahudileri hiç sevmiyordu. Halkını üstlerine sürdü. M.Ö.VII. yüzyılda,Yahudileri öldürdüler, kalanlarını her yere dağıttılar. Yahudilerin önde gelenlerini Babil'e köle götürdüler,

Gerçek Yahudiler, Sami/Semitik kavim değil, aksine Tevrat'ta geçtiği gibi Hami/Hemitik kavimlerdi. Yani Zencilerdi. Göçen kavimler Afrika'ya yayıldılar. Benin'deki Yahudi Zencileri insan kurbanlarını sürdürdüler.

Sürgünden 200 yıl kadar önce yaşamış Süleyman'ın babası Davut peygamber, Filistin'li dev şavaşçı Golyat'ı bir sapan taşıyla alnından vurarak yenmiş ve kafasını kopartıp tanrısına kurban etmişti.

Bu çağlarda, İran Mitra/Mihr/Güneş adlı bir tanrıya tapınıyordu.

İnsanlardan kurban isteyen, Öküz başlı, insan bedenli, bazen öküz bedenli bu tanrıyı Mitra öldürdü. İnsanlara dost oldu. Bu gün Alevilerin şiirlerinde andıkları "Yaren" diye andıkları bu tanrı Mitra/Mihr'dir. Bu tanrı, Krus'a güç verdi, İranlılar zamanın dünyasına hakim oldu. İnsan kurbanı İranlılardan kalkmıştı.

Zerdüşt, İranlılara gelen bir peygamberdi ve o da insan ve hayvan kurbanını kaldırdığında M.Ö 600'lerdi.

Zerdüşt'ün tebliğ ettiği Güneş tanrısı Ahura Mazda'nın seçtiği, yeryüzüne kral tayin ettiği, eşlerinden birisi de Yahudi kadın olan Büyük Krus, karısının hatırına Yahudileri Babil'de esaretten kurtardı. Tapınaklarını inşa ettirdi, Ezra/Üzeyir peygamber, unutulmuş Tevrat'ı İran Zerdüştlüğü çizgisinde yeniden yazdı.



M.Ö.330'larda Greklerin başına Büyük İskender geçti, İranlıları haritadan sildi. Hindistan'a kadar bütün coğrafyayı ele geçirdi. İran Mitracılığını kendilerine uyarlayan Yunanlılar, Grek Mitra/Güneş Tanrısı dinine tapınıyorlardı. İskenderi'n ölümüyle imparatorluk komutanları arasında miras olarak beş parçaya bölündü.

Mısır'a kral olan Ptolome hanedanından II. Filedelfius, Mısır tarihini ve Yahudi dinlerini de inceletti. Mısır Ay Tanrısı El Lah'ın karakterini çok sevdi ve ondan Grek Hermes Dinini oluşturdu. Tüccarları, fahişeleri, kısaca toprakla uğraşmadan iş yapan herkesi koruyan bir tanrıydı. Üstün büyü yetenekleri vardı ve zaman makinesini icat ederek geçmişe gidip Zeus'un bile babası oluvermişti. Böylece "Alfa-Omega" ya da "A-Z" yani "İLK-VE SON" Tek tanrı kavramı Grek mitine Mısır'dan girmişti. Çok sevilen bu Tanrı İran'da Hürmüz olmuş, 400 sonra çıkan Zervanilik dininin tanrısı Zervan'ın oğlu Ehriman'a/Arman'a dönüşecekti.

M.S.270'lerde İran şahı Şapur, Bizans İmp. Valeriyus'u yener ve Zervanilik dinini coğrafya'ya yayar.

Çekik, gözlü, kemerli burunu Ehriman, Zurvan'ın karnını yararak ilk doğan olmuş ve yeryüzünde 16000 yıl sürecek krallığı ele geçirmişti. Herkes artık şeytan Ehrimen'e (Arman,Ermeni adı bundan gelir). Rumların, Arapların, Avrupalıların Osmanlı padişahlarının "kemerli burun tutkusunun kaynağı da budur." Zerdüşt, İranlılardan insan ve hayvan kurbanını kaldırdığı için İranlılar kurban kesmiyorlardı ama İran dinine giren diğer kavimler "köle" sayıldıklarından insan-hayvan "ilk doğanlarını" kurban ediyorlardı. Zervanilik, Tevrat'a Yakup peygamberin ağabeyi Esav'ın ayak topuğunu tutarak doğması, hile ile peygamberliği kazanması miti olarak geçmiştir. Bu yüzden, Yahudiler ve Tevrat okyan Hristiyanlar, Yezidi Kürter, Irak Sabileri Şubbalar, Gregoryen Ermeniler, Süryani İnciline inanna Gürcüler "YALANI ZEKÂ" sayarlar. Yalan söylemekten utanmazlar: Yalan, hile, bahis, kumar bunlarca "tanrının işi" sayıldığından mübahtır. Yani, günah değil, her insanın kendisi için görevidir.

İran tapınaklarında ibadet içinde Abdest, namaz olması yanında, her türlü cinsel sapıklıklar da yer alıyordu. Müzik aletleriyle çalınan, müezzinlerce söylenen ilahiler tanrının cinsel güçlerini öve öve bitiremiyorlardı. İnsanlar da tanrılarını taklit ederek eşcinsel, biseksüel ilişkiler yanında aile içi ensest ve pedofilik ilişkilere giriyorlar bunları ibadet sayıyorlardı. İran şahlarına bu yüzden verilen sıfatların birisi de "Pazuvend" idi ve dilimize "Pezevenk" olarak geçmiştir. Yunanlılar da aynı anlamda "Kerata" diyorlardı. Bu gün çocuklara "şaka yollu" söylenilen bu kelime açıkça "Pezevenk" tir. Ensest üreyen kavmin babası olan her milletin "kralını" ifade eder.

Hint Brahman tapınağında Müzisyenler eşliğinde yapılan cinsel ayin tapınak duvarına kabartma olarak işlenmiş.

Bereket tanrısı dinleri her yerde erkek cinsel organını "bereket sembolü" saymıştı. Çin'de "eşcinsel ilişki" içeren" bir tapınak ayini (British Müzesi)


Eski Yunan'da tef ve kavalla eş cinsel  ayin

Filistin Sabilerinde Baal ve Aşera

Mısır resminde cinsel ayinler

Hermes'ten türeme Keçi başlı şeytan Bafomet Erkeklik/Bereket sembolü organıyla. Samsun Bafra, Muğla Bafa Gölü, G.Kıbrıs Baf şehri adlarını bu Bafomet'ten alır. Anadolu tapınak fahişe dininin en iyi uygulandığı yerlerdendir.

Mısır duvar resminde eşcinsellik

Yunan tapınak ayini resmi. Tapınaklara adanmış ilk doğanlar hepsi eşit olarak "Allah'ın karılarıydılar ve eşcinseldiler" Kadınlarla ilişkileri sadece "SOY ÜRETMEK" içindi. Gerektiğinde kurban da ediliyorlardı.

Yunan Keçi şeytan tanrısı Pan tapınakta cinsel ayinde.

Bu da bir İran resminde eşcinsellik teması işlenmiş. İranlılar da kadınları "üremek, soy üretmek için" kullanıyorlardı. Erkekle yapılan "eşcinsellik" tanrılara benzemek, onlar gibi olmaktı.

Hindistan Kuajarat'ta Brahman tapınak duvarında tanrıların eşcinsel ilişkisi. İnsanlar yaşamlarında daima tanrılarını taklit etmişlerdir.

Hicaz Araplarında Ay Tanrısı Allah'ın kızları El Lt, El Uzza.(Necm Suresinde adları geçer)

Tapınaklarda kurban ve cinsel ilişkiye en eski Sümer'de rastlanır. İnanna kızkardeşi Ereşkigal'i ziyarete cehenneme gider. O da saltanatını alacak diye ENDİŞELENİR ve onu öldürür. Yeryüzünde güneş doğmaz olur, hayat biter, bitkileri hayvanlar, insanlar ölürler. Sonra Amcaları, su tanrısı Enki İnanna'yı çıkartmayı başarır ve Dumuzi ile çiftleşince güneş doğar, bereket yeryüzüne geri gelir.

Venüs gezegenini de temsil eden "Sekiz köşeli yıldız" sembolü ile bilinen İnanna. İran'da Anahita, Hint'te Kali, Babil'da İştar, Kenan'da Aşera, Hicaz'da El Uzza, Yemen'de Er Ruda, Urfa'da Er Ruha, Yunan'da Afrodit, Mısır'da İsis, Anadolu'da Kibele/Sibel adlarıyla bilinen Baykuş tanrıça, Gökten düşen dişi şeytan. Müslümanların "Euzubesmele" ile Allah'ın korumasına sığındıkları şeytan budur."

Alah'ın kızları; El Lat, El Uzza ve Menat

Tapınaklara adanmış, Allah'ın Karıları kabul edilen rahip ve rahibelerin sıradan insanlarca bedenlerinin en ufak parçalarının görülmesine izin verilmezdi. Bu yüzden çarşaf ve peçe giyerler.

Aynı kültürde Şeytana tapınan erkekler İngiltere Chelsea maçında

Müslüman bildiğimiz Vehhabi Suudi Arapları da aslında şeytan ibadeti-Tapınak Fahişeliği/Bereket Tanrısı Dinine ait kıyafetleri tercih ederler.

Bu dinlere ait inançları barındıran Yemen'li Sabi Yahudileri

Sözde İslam olan, aslında şeytana tapınan Sabi dinine ait inançlara göre giyinen İran Yahudi kadınları.

Yahudi Sinegogunda Rahip (Haham) ve rahibeleri

CHP'ye üye olan Müslüman görünümlü, dini dönüştüren, değiştiren Yahudi'lerimiz.

Dışarıda örtülü tapınakta böyle. Sıradan insanlara yasak, rahiplere/hocalara serbest.

İsrail mozaiğinde Yahudi din adamı hayvan /koç kurbanı yaparken

Kurbanlar, Tevrat emrine göre de ondan önce de bu mangalda yakılırdı ve tek bir parça kalmayıncaya kadar ateş yanık tutulurdu.

Yahudilerin ve Filistinlilerin kurban kestikleri Ay Tanrısı/Bereket tanrıs Molek

İnanna'nın sekiz yıldızlı sembolü, Yahudi Mason dinin de sembolüdür.

Kim kimi kurban ediyor? Kim neye kanla ibadet ediyor? Kurban'ı İran'dan peygamber Zerdüşt, 2600 yıl önce, İsa 2000 yıl önce kaldırdı. Kâbe'deki 360 tanrının sıfatlarını Tek Tanrı Allah'ta toplayan MuhammeT, Sokrates'in, İsa'nın yapamadığını yaptı ama kurbanı kaldıramadı. Allah'a "kanla yaklaşmanın sonu olmayacak mı?" İran dinine giren Yahudiler ve öteki kavimler onların kölesi oldular, Yahudi dinine giren veya kitaplarını kabul eden Müslümanlar da onların kölesi oldular. Yahudiler, İslam'ın "ezel-ebed" olan ve "hayvani sıfatlarından arındırılmış tek tanrısına" tapınmıyorlar. Onların dini de kölelerini kurban etmeyi gerektiriyorsa, Müslümanlar daha çok kurban verecekler demektir. Bu gün Müslümanlar ile bu zavallı hayvanlardan başka kurban edilen var mı? Bitmeyecek mi bu zulüm?


Mason İslam'ı olan Vehhabilik, Nurculuk dinlerini benimsemiş IŞİD'ın Yahudilerce de kutsal olan Kurban bayramı öncei Üç Aylar" boyunca Müslüman kurban etmeleriMason ayininde çocuk kurbanı. Günümüzde bize nurculuk, Gülencilik, Vehhabilik diye dayatılan dinler,dönüştürülmüş bu dinlerdir. İslam, 1000 yıldır dönüşme aşamasına girmiş, 1740'larda VEHHABİLİK DİNİ ile ilk safhası başarıyla geçilmiştir.
Dünyayı yöneten küresel sermaye ve onun tayin ettiği devlet adamlarının hepsinin bu putperest insan-hayvan kurbanlarının kesildiği şeytana tapınma ayinleri yaptıklarına dair sayısız kitap ve belge vardır. Yazılarımın amacı İslam dahil tüm dinlerin şeytan ibadeti dinlerine dönüştürülmeye çalışıldığını bilmemizdendir.Bu da Anthony Hilde'den.
Hindistan'da namaz kılan, hac, tespih, tavaf gibi İslam'i inançları 16000 yıldır uyguladıklarını iddia eden Can Dini inananları, asla et yemezler, süt içmezler, yumurta yemezler. Hayvani hiç bir şeyi ağızlarına sokmazlar.

Çünkü, onlar, bu resimlerdeki cin tayfasından "24" tane seçmişler, onlardan yardım aldıklarını söylüyorlar. Yediğimiz her hayvanın göklerde akıllılarının olduğunu, kıyamette bunların dünyamıza geldiklerinde, kim onların türünden hayvanları yediyle, onları yiyeceklerine inanıyorlar. Böyle olunca sonsuz ahret yaşamı tehlikeye giriyormuş. Bu yüzden, Can rahipleri ve inananları yollarını kesen bir karın sürüsü görseler, farkına varmadan ezebilecekleri korkusuyla hava kararıp, karıncaların yuvasına dönmelerini bekler sonra evlerine giderlermiş.

İslam'ın da, Zerdüştlüğün de, Hristiyanlığında bir çok temeli zaten bu dindir. Bu artık ispat edildi.

Bence "Ali İmran Suresi "2.;3.;4.; ayetlerinde bildirilen "Kur'an önceki kitapların doğrulayıcısıdır" ayetini bir daha düşünmenizi öneririm.

Her ne kadar önceki klitaplardan Tevrat, Zebur, İncil kast edilse de Kur'an defalarca "İbrahim'e gelen ve öncekilere gelen kitaplara da atıf yapmaktadır.
Bu yazılar, insanları dinlerinden, diyanetlerinden etmek için değil, "Allah, Kur'an, Muhammed" diyerek bunu yapanları teşhir amacıyla yayınlanmaktadır.
Saygılar

keykubat /adilyargic/ adilyargicc