Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

13 Mayıs 2013 Pazartesi

REYHANLI FELAKETİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ



REYHANLI FELAKETİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


Reyhanlı patlamasından görüntüler!

11 Mayıs 2013 günü akşam saatlerinde Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde meydana gelen patlama çok sayıda can ve mal kaybına neden olmuştur.

2013 Şubatında kaybettiğim kızımın acısı henüz yüreğimi yakmakta olduğundan bu olayda kayıpları olanların neler çektiğini en iyi anlayabilecek olanlardan birisi olduğumu belirtiyorum. Tüm Reyhanlı, Hatay ve Türkiye Cumhuriyeti halkına da baş sağlığı diliyorum.

Hepimizin başı sağ olsun!

Reyhanlı Cumhuriyet Savcısı olayın akabinde CMUK 153. Maddesi (Olayın taraflarının avukatlarının davanın akışını sekteye uğratabilecekleri endişesiyle bilgi ve belge toplamalarını engelleme gerekçesine göre. Ne alakaysa?) gereğince olayla ilgili bilgi be belgelerin, görüntülerin yayınlanmasını, konuşulmasını yasaklamıştır.

Bu yasak elan sürmektedir.

Hükümet açıklamalarına göre 13 Mayıs 2013 saat 14.00’e kadar geçen haberlerde verildiğine göre ölü sayısı 48’i ancak bulabilmiştir.

Oysa daha dün hem CHP’nin Halk Tv’si hem İşçi Partisinin Ulusal Kanal yaptıkları yayınlarda ve topladıkları belgelerde Reyhanlı ve öteki Hatay il ve ilçe hastanelerinde olayda yaşamını yitirmiş toplam “178” ölü, 200’ün üzerinde de yaralı olduğunu açıklamışlardır.

Hatay halkı ise olayı ister Suriye ister ÖSO ya da bir başkası yapsın olayın tek sorumlusunun izlediği Suriye Siyaseti nedeniyle AKP hükumeti olduğunu dile getirmişler ve yanan yüreklerinin acısıyla başta başbakana da hakaretler etmişlerdir.

Can kaybı hiçbir şeye benzemez. Ateş düştüğü yeri, can kaybı kaybedenin yüreğini yakar. Bu yüzden bu insanlara kızmanın hiçbir anlamı da yoktur.

Patlamada yakınlarının acısıyla yanan bir yürek!

Muhalefet, sınır kapılarını kevkire çeviren, Esad rejimine karşı Türkiye ve diğer NATO ortaklarının desteğinde savaş yürüten Özgür Suriye Ordusu, El Kaide ve bir sürü adını bilmediğim yandaş, özünde Rum, Süryani, Sabi, Yezidi Kürt ve Arap işbirlikçileri ile NATO ülkelerinin ajanlarından oluşan terör yapılanmalarını olayın failleri olarak göstermiştir.

Reyhanlı halkı, bomba olayından önce sayıları on binleri, araç sayılar binleri bulan bütün Suriye göçmenlerinin tuhaf bir şekilde şehirden çekildiklerini bu yüzden bomba mağduru bir tek Suriye göçmeni ve onlara ait aracın olmamasına dikkat çekmektedirler. Başbakan “Önemli olan boy değil soydur soy!” dediği bu Sabi (dönek, yalancı) soyunu “üstün ırk” olduğu gerekçesiyle, ikiz bombaların konulduğu araçlarda patlatılmasından önce uyarıp koruma altına mı almıştır? (Sabileri aşağıda anlatacağım.)

Takdir sizindir.

Dün 12 Mayıs 2013 günü akşamı CHP’nin Halk Tv’sinde yapılan yayına katılan Yurt Gazetesi muhabiri Reyhanlı sınır kapısının işlevi kalmadığını, ÖSO ordusuna ait Suriye ve Türkiye plakalı TIR dâhil araçların sınır kapısının yan tarafından kontrolsüz olarak geçtiklerini, yaklaşık 900 km uzunluğundaki Suriye sınırımızın her yerinden denetimsiz geçişlerin yapıldığını belirtmiştir. Bu son iki yıldır yapılan bir açıklama olduğundan yeni bir haber değildir.

AKP hükümeti ise ÖSO ve öteki yandaş yapılanmaların bu olayda yer almadıklarını hem başbakan, hem dış işleri bakanı hem de iç işleri bakanının ağzından bu gün dillendirmiştir. Olayın faili olarak Esad rejiminin yani “Resmi Suriye Devletinin” istihbarat örgütü olan El Muhaberat’ı hedef tahtasına koymuştur.
Yayın yasağı böyle protesto edildi!

Suriye dış işleri bakanı akşam haber bültenlerinde Türkiye’yi olaydan sorumlu tutmuş ve kendilerinin böyle bir olayda yer almadıklarını, alamayacaklarını söylemiştir.

Rusya dış işleri bakanı Lavrov, bu olayın Rusya’yı askeri seçeneğe zorlamak olduğunu açıklamakla olaya farklı bir boyut kazandırmıştır.

Peki, Urfa Akçakale gümrüğünde şehit edilen Polis memurumuzdan, ÖSO militanlarının bölgede yarattığı dehşet, korku, askeri ve ekonomik teröre, geçen hafta içinde İsrail’in Suriye’yi bombalamasına Suriye’nin İsrail’in Golan tepelerini bombalamasına, henüz kim tarafından düşürüldüğü ve orada da ne işi olduğu resmen halka izah edilememiş Ak Deniz’e düşürülen uçağımız ve şehit iki pilotuna kadar her şey bize neyi anlatıyor?

Ülkemiz nereye sürüklenmektedir?

Yedi yıldır yazdığım, gerek AKP hükümeti gerek düşüncelerime karşı olan oluşumların bilgisayarıma ve yazılarıma yaptıkları engellemeler sonucu açmak zorunda kaldığım beş bloğumda belgeleriyle yaptığım tespitleri kısaca özetleyeyim ki her okur bu güne gelmemizin kısa hikâyesini öğrensin ve böylece sağlam mantıkla düşünme yeteneğine erişsin ve doğru yerde yerini alabilsin.

Yüzyıllardır, Başılarına Taç Giydirip Devleti Teslim Ettiğimiz Hainlerin Kısa Tarihçeleri;


Türkiye, Suriye, Irak topraklarında yaşayan ve batı ile yüzyıllardır işbirliği yapan iki “dinin halkları” bu işte başrolü oynamaktadırlar.

Sabi kadınlarının örtünmeleri
İlki Sabilerdir. Sabiler, her dine dönen, yanında bulunduklarının inançlarındanmış gibi yaparak kendilerini gizleyen, Allah’ın kızı Er Ruha şeytanına tapınan kaypaklardır. Sabi demek, her dine dönen demektir. Yahudiler ve Ermeniler de bu kaypaklığı Sabilerden öğrenmişlerdir. Hıristiyanlığa, Allah’ı güreşte yendiği için İsrail (Allah’ı yenen) adını Tevrat’ta Yakup peygamberin alması olayıyla, Yahudilerin “yalanı zekânın işareti” saymalarıyla geçmiştir. Yahudiler Mısır’dan sürülüp Filistin, Ürdün topraklarına geldiklerinde Sabilerin dinlerine girdiklerinden dolayı “yalan” da onlara ve Tevrat’a Sabilikten geçmiştir.

Peygamberlik öncesi Muhammed’in de Sabi olduğunu bütün İslam müfessirleri Kur’an tefsirlerinde de yazmaktadır. Eski İran, Asur, Babil, İskender imparatorluğu, Roma, Bizans, Müslüman Emevi, Abbasi imparatorlukları, bunları takip eden Müslüman Türk imparatorluklarının inanç temelinde bu din ve bundan doğan din ve mezheplerden oluşan inançlar vardır. Uygurların Mani dini de bu dinden Irak’ta türemiş, Türklere Mani rahiplerince getirilmiştir. Bu yüzden Alp gibi şeytan adları da Türk kültürüne bu dinle girmiştir.

M.S. II. yüzyılda Romalılar Sabileri Ürdün nehri yatağından Urfa, Mardin ve ırak Marş bataklığına sürdüler. Bunlar dağlarda eşkıyalığa başladılar. Kendilerinin soy kökenleri Mısır sürgünü olmasına rağmen Kur’an Sebe suresinde de bahsedilen Yemen’de Arim seliyle yok edilen Aramilere kökenlerini dayandırıp “Arami” adını aldılar.
Sabilerin kutsal kitaplarından bir sayfa

Sürgünlerle yerleştikleri Toroslar, Amanoslardan Cudi’ye, Zağros dağlarına ve oradan Kafkaslara kadar dağlık bölgelerde yaptıkları eşkıyalıklarıyla da “Harami” adını aldılar. M.S. 325’te Bizans ve Roma’nın Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesinin ardından Sabiler Ay Tanrısı Sin/Allah’ın kızı Er Ruha şeytanına tapındıkları ve “Allah’ın kendisi” diye tapındıkları İsa için “Sahte peygamber” dedikleri için putperest ilan edildiler ve soykırıma uğratıldılar. Bu Er Ruha şeytanı Müslümanların her duaya başlarken söyledikleri, Allah’ın huzurundan taşlanarak kovulmuş olduğundan dolayı onun şerrinden “Allah’a sığınılan” recme uğramış “Euzubesmele”deki (Euzubillahimineşşeytanirracim=Huzurdan recm ile/taşlanarak kovulmuş şeytanın şerrinden sana sığınırım.) ifadesindeki şeytandır.

Bizans ve Roma bunları İslâm’ın doğuşuna kadar “putperest ve şeytan ibadetçileri” olmakla suçlayarak düzenli olarak soykırıma uğrattı. Sabi inancı, Hint Can dini ile İran Zerdüştlüğü ve Zervaniliğinin harmanı olan Mecusiler (Yezidiler) de bundan nasiplerini aldılar. Mecusiler M.Ö. III. Yüzyıldan beri Pers kralı Zerkses’im emriyle “Şeytan İbadetine” geçmiş İran dini inananlarıydılar.
ABD Kaliforniya'daki Sabi Derneği Arması

Kur’an Hac 17, Maide 62 ayetlerinde Sabilerin ve Mecusilerin “imanları iyi olanlarının cennete girebilecekleri ayetleri” gereğince Müslümanlar bunlara hoş görü gösterdiler.

Ancak M.S. 645-750 yılları arasında Sabilerin peygamber Muhammed için “Şeytan Bizbat” dedikleri tespit edilince bu kayıtların bulunduğu din kitapları ile birlikte Sabi rahipleri Bağdat’a çağrılıp yargılandılar ve mahkûm edildiler. Bu olaydan sonra Sabiler Bizans ile işbirliği yolları aradılar.
Amerika'da Kara Çarşaflı Sabiler

Bundan sonra Süryaniler, Bizans ve Roma’nın Müslüman devletlerle ilişkilerini arttırmak istedikçe bunlar yazdıkları “uyarı mektuplarıyla” olası “Hıristiyan- Müslüman dostluğunu” baltaladılar.

En büyük fırsatı da Selçukluların 1071’de Anadolu’ya girmeleri ve Bizans’ı bitirmeye başlamalarını takiben Bizans İmparatorunun Vatikan’da papadan askeri yardım istemesi üzerine toplanan konseyde alınan kara ile buldular. Papalık, o tarihe kadar Hıristiyanlıkta olmayan “Hac Görevini” icat ederek bütün Hıristiyan ülkelerini hac görevine davet etti ve kadın, çocuklardan oluşan kalabalıklar halinde toplanan gruplar koruyucu askeri birliklerin eşliğinde Avrupa’dan Kudüs’e yola çıktılar. Böylece 1096 yılında üç yıl sürecek olan I. Haçlı Sefer de başlamış oldu.

Bu arada bölgeye Cengiz orduları ile gelip yerleşmiş Mecusi Kürtler de Süryanilerle iç içe yaşamaya başladılar. Halife Mervan’ın soyundan gelen ve Abbasilerin Vatikan’la ilişkileri yüzünden takip altında bulundurduğu Şeyh Adi bin Emevi El Hakkâri (Bu ad, Hakkâri’nin Tanrısı Emevi Şeyh Adi demektir), M.S. 1115’lerde gizlice Sincar dağlarına geçerek Kürt aşiret reisleriyle konuşarak onlara İslâm öncesi Hicaz Mecusiliğinden uyarladığı Kürt Yezidilik dinini kurdu ve Şeyh Adi bin Emevi El Hakkâri adını aldı. Kürtler geldikleri Afganistan dağlarında zaten İran Mecusi’si yani Yezidi’ydiler.
Şeyh Adi'nin bölgesi, Sin'in bölgesidir.

Bu dine göre, şeytan Tavus Âdem’i ve Havva’yı yaratmıştı. Kürtler bu çiftin terlerinden üredikleri için “üstün ırk” oluyorlardı. Peygamber Muhammed bir büyücüydü, Allah’ın kızı Uzza’’yı öldürtmüştü. Muaviye onun kölesi ve vahiy kâtibiydi. Muaviye, peygamberi tıraş ederken kestiği sivilceden akan kanını yere düşürdüğü için “onun soyunun kurutulmasını gerçekleştirecek kişi” olma lanetine uğramıştı. Muaviye bu yüzden “evlenmemeye” ant içti. Ama daha sonra çıkan bir hastalığı yüzünden bakıma ihtiyacı olunca yaşlı bir kadınla evlenmesi önerildi. Uzza 85 yaşında bir kadın görünümünde, evlendiği Muaviye’ye sabah 25 yaşında görünmüştü. Ondan doğan oğlu halife Yezid de Muhammet’in soyunu kurutarak Uzza’nın öcünü almıştı. (Kaynak- Yezidilerin kitabı Mushaf-ı Reş=Kara Kitap)

Şeyh Adi şeytanı Allah'ın kızı Tavus ile

Ebubekir, Ebu Süfyan, Muaviye, oğlu halife Yezid bunların tanrıları kabul ediliyordu. Sabilerin Er Ruha adını verdikleri şeytanı da “Tavus” adıyla anıyorlardı. Her Yezidi Kürt evliliklerinden sonra mutlaka Hıristiyan kilisesine gitmeliydi, kendi kutsal kitapları saydıkları Mushaf-ı Reş ile Kitab-ül Cilve’den başka Tevrat ve İncil de okumalıydılar. Dinlerinin bu yapısı ve emirleri gereği yezidi Kürtler de doğrudan Hıristiyan Vatikan ile işbirliği için sokulmuş oluyorlardı. Her ne kadar geçmişte Romalıların Yezidi kıyımına atıf yapan “her Yezidi Kürt’ü Romalılar ile savaşa katılmalıdır” ifadesi yer alsa da.

Laleş'te Şeyh Adinin Yezidi tapınağı. Siyah piton şeytan Tavus'tur.


Bu dinle, “Şeytan İbadeti esaslı” İran dini olan Mecusilikten, kendilerini Rum melezi sayan Sabi Arap ağırlıklı “şeytan ibadeti” olan Kürt Yezidiliğine terfi ederek Kürtler Rumlaşmıştı. Osmanlı’nın “Türkleri Rumlaştırma siyasetinde” de Kur’an’ın Rum Suresi tefsirinde verilen bilgiler göz önüne alındığında aynı etkiler görülmektedir.

Vatikan’ın papasının yalanlarıyla uydurulan hac görevi için batıdan gelen kalabalıklar, İran Mecusilerinin kötü tanrısı şeytan Ehriman’ın adının farklı şivelerinden biri olan “Arman/Erman’ın“ adlarından adını alan bir Ermeni devleti kurdular. Arman/Erman/Ermen adı Sabilere eski Persler döneminde geçmiştir. Adana’da da aynı şekilde Klikya adlı bir Ermeni devleti kurdular. Elbette Kudüs’ü de ele geçirerek orada bir Hıristiyan devleti kurdular.
Haçlıların kurduğu Ermeni ve Hıristiyan devletleri

Aslında Ermeniler, Güney Türkistan- İran soy ve dini merkezli, Zerdüşt bir halk olsalar da M.S 315’te Aziz Gregor’un zamanın Ermeni kralını etkileyerek Sabi dini esasına dayalı Habeş İncilini kabul ettirerek Gregoryen Ermeni kilisesini kurması ve İran’ın Zervanilik ve Zerdüştlük dininin şeytanı Ehriman’ın adından “Arman=Şeytan=Bağış” adını verdiği halkının adını böylece “Arman/ Erman/ Ermen=Ermeni” yapmıştı. Ama Urfa Mardin, Irak, Ürdün Sabileriyle de din kardeşiydiler. Gürcüler de öyleydi ve hatta bütün Anadolu da öyleydi. Bu yüzden Ermeniler Urfa’da da yaşıyorlar ve aynı şeytana tapındıklarından Edesa Ermeni Krallığı adı ortaya çıkıyordu.

Ermeni adını, alfabesini, dinini yapan Aziz Gregor

Urfa Ermeni krallığının Türklerin eline geçmesiyle işsiz kalan Fransalı Süryani Baldwin (Bedevi) Kudüs Hıristiyan kralıyla görüşüp Hıristiyan hacıları korumakla görevli bir şövalye örgütü kurdu. Bütün batılı devletlerden yardım toplayarak çok zengin oldu. Böylece “Tapınak Şövalyeleri” örgütü de kurulmuş oldu. Bu örgüt günümüzün Mason teşkilatını oluşturmaktadır. Dinlerinin temeli de Grek İncil’ine göre değil M.S. 38’de yazıldığı iddia edilen, İsa’ya “Sahte peygamber”, Muhammet’e de “Şeytan Bizbat” diyen Süryani Hıristiyanlığıdır. Baldwin adı Fransızca “Bedouin” şeklinde yazılır ve Bedevi demektir. Asur, Babil, Pers, Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerinden beri “devlet idaresini tehdit ettiği tespit edilmiş” bu yüzden Avrupa’ya geçmişte sürülmüş, tehlikeli büyücülerin soylarındandır. Avrupa’yı , Rusya’yı yöneten de doğudan sürülmüş bu büyücülerdir. Masonlar da böyledir.

O tarihten itibaren Süryaniler ile Vatikan arasında bağ kuruldu. Süryaniler batıdan destek alarak isyanlar çıkardılar veya teşvik ettiler.

Tapınak Şövalyelerini öldürten Fransa Kralı 4.Filip
14. Yüzyılda Fransa kralı ile papalık bunları tehlikeli bulup dinden çıktıkları ve şeytana tapındıklarını itiraf ettikleri için kazıklara bağlayıp yakarak cezalandırdı. Kaçanlar Almanya, İngiltere-İskoçya’ya, Rusya’ya kadar dağıldılar. 1540’larda İskoçya kralını öldürüp krallığı ele geçirip kendi kiliselerini inşa ederek “duvarcı ustası” anlamına gelen “Mason” adını aldılar.

1516’da Osmanlı sultanı Yavuz Selim’in Arap veziri Mustafa paşanın teşvikiyle Sünni mezhebini seçerek Müslüman dünyasına egemen olma çabasına girmesiyle doğu Anadolu Osmanlı idaresine girmişti. Gregoryen Ermeniler, Süryani Haramiler, Yezidi Kürtleri bundan hoşlanmadılar ve 2003’te Avrupa Parlamentosuna Gürcistan’ın sunduğu resmi belge olan “Gürcistan Azınlık Raporunda” geçtiği gibi, “askeri açıdan güçlü Süryani/Harami çeteleri ile askeri yönü zayıf olan Yezidi Kürt aşiretleri” zamanın Gürcü kralından yardım istemişler, bu işbirliği içinde Rusya, Vatikan, Bizans destekli isyanlarını arttırarak sürdürmüşlerdi.

Elbette bu isyanların örgütlenip güçlendirilmesi için batılı devletler, keşifler çağında bütün dünyayı idareleri altına almış, sömürmüş, bütün zenginliklerine el koymuş, kazandığı zenginliğin bir kısmını da halklarına dağıtmıştı. ALLAH dedikleri İsa’nın, dünyanın hâkimiyetini kendilerine sunduğuna da halklarını inandırdıkları için koyu bir köktendincilik batıyı kaplamıştı. Bunu kullanarak kilise cemaatlerinden Müslüman ve Türk devletlerinde yaşayan Hıristiyanların “baskı altında olduklarını, onların baskılardan kurtulabilmeleri için isyanlara hazır oldukları ve desteklerine ihtiyaçları olduğu inancı pompalanarak sandıklar dolusu altın misyonerlerce toplanmış ve azınlıklara aktarılmıştı. Bu altınlara batılı devletler de takviyeler yapmışlardı.

Oysa yeryüzünü idaresine almış batıya karşı birliğini korumakla uğraşan Türk ve Müslüman devletleri ile öteki din ve milletlerin devletleri kendi azınlıklarına baskı yapacak halde değillerdi. Baskı olmadığı halde suni olarak üretilen “baskı korkusu” cahil azınlıkları ruhani veya feodal önderlerinin yalanlarına inanmaya ikna etmişti. Olmayanlar da tasfiye edilmişlerdi.

İşte isyanlar bu paralarla çıkartılmıştı. İsyanlara önderlik eden ruhani ve aşiret feodalleri ise isyana kışkırttıkları halklarına sadece silah, yiyecek, giyecek konusunda para harcamışlar, artanlarının da üstüne oturmuşlardı. Böylece özenilecek derecede zenginliğe kavuşmuşlardı.
İngiliz Mason Kilisesi / İskoç Ayini kilisesi."Rite" Ayin demektir.

1555’te İngiliz tahtını ele geçirdiler. 1565’te İspanyol donanmasını Manş denizine gömerek dünyanın süper gücü oldular. Küresel sermayeyi kurdular. Bir kısmı Amerika’ya giderek örgütlendi ve Avrupa’nın sömürgeliğinden kurtulması için de bağımsızlık hareketlerini başlattılar.

1815’te Roma-Cermen imparatoru olan ve adı Prusya iken Almanya olarak bu tarihte değişen Almanya’nın İngilizlere ricası ile İngiltere Amerika’nın bağımsızlığını resmen tanımış oldu.

Küresel Mason sermayesi, 14. yüzyılda papalık ve Fransa Kralı 4.Filip’in emirleriyle vahşice idam edilen önderleri Jack de Molay’ın sağ kalan masonlara verdiği “yeryüzünde bütün feodalleri yıkın!” yemini gereğince, çıkarttıkları “Milliyetçilik, sosyalist, eşitlik, kadın hakları, insan hakları” gibi fikir akımlarıyla imparatorlukların halklarının birliklerini bozdular ve 20. Yüzyıl başında bunu başardılar.

Masonların önderi Jack de Molay
Almanya Kayzerliği, Rus Çarlığı, Osmanlı İmparatorluğu ve öteki bütün feodal devletler aynı şekilde yıkıldılar. Osmanlı’nın yıkılışı Gürcü, Gregoryen Ermeni, Süryani ve Yezidi Kürt isyanlarıyla ve küresel sermayenin tehdit ile teşvik ile devletin içine soktuğu adamlarınca yıkıldı.

Yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti de özünde Süryani Arap, Rum, Yezidi Kürt olan ve kuzeyde de özünde 1774-1863 arasında Osmanlı’ya kök söktüren Gregoryen Ermeniler ile aralarında yaşayan Alevi Türkler, Süryani Rumlar ile Süryani isyanlarının devamı olan Dersim isyanlarının 22 Ekim 1938 tarihinde bastırılmasına kadar yıkılmaya çalışıldı. Dersim isyanının bastırılmasını takip eden “18” gün sonunda emperyalist küresel sermayenin hoşuna gitmeyen işler yapan Mustafa Kemal de “Ermeni-Arnavut” İsmet paşa- Fahrettin Altay darbesi ile öldürülüyordu.

Bu darbe ile Gregoryen Ermeniler ve beraberindeki isyancılar “Alevi” maskesiyle devleti ele geçirdiler. 1950 Menderes hükumeti ile Süryaniler de “Nurculuk” maskesiyle devlete ortak oldular ve hatta bu güne kadar da idareyi Alevi Ermenilere vermediler. Onların muhalefette kalmasını batılı güçler istiyorlardı.

Bu gün de değişen bir şey yoktur. Haçlılar işbirlikçilerinin “Müslüman maskelerini” kullanarak bu devleti ve öteki Türk ve Müslüman dünyasını dünün vatan hainlerine yönettirdiler.

Bu vatan hainleri, iktidarlarını borçlu oldukları batılıların emirleriyle yeryüzünde “demokrasi, sosyalist,” devlet idareleri belirmesinde öncülük ettiler. Yüzyıl boyunca halklar feodal önderlerini yani kral veya padişahlarını, mitlerini unuttular. Yüzyıl boyunca körüklenen en küçük etnik ve dini halk kitleleri arasında da “mikro milliyetçilik” siyasetleri ile ayrışmalar yaratarak büyük devletleri de daha küçük parçalara bölmeye başladılar.

21. yüzyıl ise bütün yeryüzünde 20. yüzyılda kazanılmış tüm demokratik hakların iptal edildiği, köleciliğin hortlatıldığı, orduların tasfiye edildiği, dinlerin Masonluğa göre değiştirildiği, Masonların soylarından (Mısır kökenli Sabi, Yahudi Arapları) gelenlerin idare ettiği şehir devletleri dönemine geçiş süreci olarak ilan edilmiştir.

Bu gün demokrasinin getirdiği olanaklar sayesinde ruhani veya feodal önderler, halklarıyla paylaşmadıkları kendi zenginliklerini açıklamakta zorlanmaktadırlar ve halklar eskiden olduğu gibi kolayca bunların ardında gitmeye direnmektedirler. Çünkü onlar dağlarda, şehirlerde terör olaylarında evlatlarını vermişler, göç ettirildikleri yerlerde en ağır, aşağı işleri yapmak zorunda kalmışlar daima kaybeden olmuşlardı. Ama onları isyanlara sevk edenlerin rahatları ise yerindeydi.

Bu yüzden emperyalizm isyanları körüklemekte yetersiz kalıyordu. Hatta tepkilerin çoğu da bu halklar tarafından geliyordu. Kendi topraklarında batılı, köleci, sömürgecileri halklar istemiyorlardı. Hatay’ın başından beri Suriye politikasında yerini belirtmesi, bu bombayla tehdit edilmesi de onlara bir korku vermeyi amaçlıyordu.

Osmanlı’ya ihanetleri sayesinde Suriye’de iktidar edilen Esad ailesi bile bu gün karşılarındaydı.

Köktendinci Yezidi Kürt, Zerdüşt-Mecusi, Süryani Arap-Rum işbirliği olan AKP iktidarı, Masonlaştırılmış İslâm olan Nurculuk, Fetullahçılık, Vehhabilik akımlarıyla artık halkı arkasından sürükleyemiyordu.

Bölgenin bütün ezilen halkları din, ırk vb. farklılıklarını göz ardı ederek emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı birleşiyorlardı.

Birleşmeyenler ise, Yezidi Kürt, Zerdüşt-Mecusi Kürt Alevi’si görünümündeki Gregoryen ve öteki Hıristiyan Mezheplerinde olan Ermeniler, Yezidi Kürtler, Arap, Rum Süryaniler, Sabiler, Şemsi ve Yakubi Yahudi ve Hıristiyanların oluşturduğu AKP ile PKK yapılanmalarıdır.

Bunlardan olup ta yollarını ayıran antiemperyalist olanları mücadeleye büyük gayretler göstererek devam etmektedirler. AKP karşıtı her mitingde “Ben Rum’um ama antiemperyalistim” pankartlarını taşıyan insanları görmek alışkanlık haline gelmiştir.

1919 yılında Atatürk’ün başlattığı “Kuvayı Milliye” hareketi aynı şekilde bütün “antiemperyalist halk kitlelerini” içine alarak yeniden doğmuştur. Her gün büyümektedir.

Halkımızın uyanışı gün geçtikçe aratarak sürmektedir. AKP hükumeti Amerika’dan Obama’nın gösterdiği beyzbol sopasının ardından bu millete gösterilen Reyhanlı bombaları tehditlerine boyun eğerek bu milleti kardeş komşu devletler, milletlerle savaşa sokmaya gönüllü edemeyecektir.
AKPKK'nin Müslüman ve Türk olmadıklarının belgesi


Müslüman, Türk, Kürt maskeli bu şeytan ibadetçilerinin maskeleri artık düşmüş, efendileri belirlenmiş, bunların da ezilen milletlere verecekleri tek şeyin boyunlarına ve ayaklarına geçirilecek köleliğin aracı olan prangalar olduğunu görmüştür.

Her gün Atatürk Cumhuriyetinin getirdiği demokratik kazanımları çeşitli bahanelerle kaldıran, işçilerin iş mahkemelerinde yargılanmalarından sendikal haklarına, ücretsiz sağlık haklarından emeklilik haklarına kadar her hakkını elinden alan AKP hükümeti ve batılı işbirlikçileri, her gün bir kanalda Hürrem sultan örneğini göstererek “köleciliği öven” yayınları da ekleyerek bu prangaları şimdiden ellerinde sallayarak gösterdiklerinden ezilen halk kesimlerinin tereddütlerini ortadan kaldırmışlardır.

Hiçbir millet özgürlüğünü elinden alan, kendisini köleleştiren bir iktidarın ardından gitmez. Giden ya köleliğe özen duyan maldır ya da aklını yitirmiş salaklardır.

Güneş balçıkla sıvanmaz, gerçekler medya yayın yasaklarıyla, polis baskılarıyla örtülemez. Bütün işbirlikçiler yakında halkın şamarını yediklerinde bunu daha iyi anlayacaklardır.

Takdir okuyanındır!

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc