Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Ekim 2011 Pazar

KUTLANMAYAN CUMHURIYET BAYRAMININ DUSUNDURDUKLERI




KUTLANMAYAN CUMHURİYET BAYRAMININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ 

29. Ekim.1923’de ilan edilen cumhuriyetimizin sözde seksen sekizinci yılı kutlanacaktı. Önce törenlerin bir kısmının Dağlıca baskınında verilen 26 şehidin anısına iptal edildiği açıklandı ardından gelen Van depremi bahane edilerek de tümü iptal edildi.

AKP hükümeti ve onun seçtiği cumhurbaşkanı , kendilerini iktidara getiren bu Cumhuriyete karşı allerjilerini gene gösterdiler.

Ama halk buna uymadı ve yurdun hemen hemen her yerinde bir şekilde halk onlara katılan bazı siyasiler ile birlikte cumhuriyete sahip çıktılar.

İstanbul barosu oldukça anlamlı bir açıklama yaparak bu iptal kararından duydukları endişelerini dile getirdiler. Açıklama aynen şöyledir;

“Türkiye’yi 1923’ün kuruluş felsefesinden koparacak, çağdaş demokrasi ölçütlerinden yoksun bırakarak ulus devlet olmaktan çıkaracak bir hukuk metni sivil anayasa söylemleriyle toplumun önüne konulmaya çalışılmaktadır. Milli Kurtuluşun önderi, Cumhuriyet’imizin kurucusu, çağdaş Türkiye’nin mimarı Atatürk, devletin kuruluş felsefesinden çıkarılmaya ve toplumsal bellekten silinmeye çalışılmaktadır. Bunun Cumhuriyet’le topyekûn bir hesaplaşma anlamına geldiği anlaşılmalıdır. Ulusumuzun kendisini millet olmaktan çıkarıp yeniden tebaa haline getirmeye yönelik girişimlerin ayırdına varacak demokratik olgunluk içinde olduğundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır.”

Peki, ülkemizde meydana gelen yukarıda mazeret gösterilen olaylar bir şekilde yas tutmayı gerektirmiyor mu?

Bizler neden bu “yasa” katılmıyor da cumhuriyetin bekasından kuşkuya düşenlerin içinde bulundukları endişeleri neden hissediyoruz?

Dağlıca baskınında şehit edilen askerlerimiz cumhuriyetin bekası ve devletin varlığı için yaptıkları görevleri esnasında şehit edildiklerinden cumhuriyet bayram törenlerinin iptaline gerekçe olamazlar ve hatta onları şehit eden terörün kınanması ve terörü coşturan AKP iktidarına halkın tepkilerinin sergilenmesi de gerekirdi.

AKP’nin ve seçtiği cumbabanın “iptal gerekçesinde” aslında bu korkunun yattığı apaçıktır.

Gelelim Van depremine.

Depremde hasar gören ve yıkılan evlerin çoğunun 1999 Deprem yönetmeliğinden önce inşa edilmiş binalar olduğu hükümet yanlısı basın yayın organlarınca vurgulanırken televizyon kanallarında en yoğun ölümlerin yaşandığı binaların AKP iktidarı döneminde inşa edilen binalar olduğu vurgulanmakta, inşaat firması sahiplerinin “tek çatlak olmayan” kendi villalarında utanmadan Kızılay çadırı kurarak içinde kaldıkları görüntüleri, son olarak boşbakanın “iktidarımız mal olsa bile çürük binaları yıkacağız” açıklaması onun ne kadar vatansever olduğunu değil, aksine toplanan deprem vergilerini milleti kandırmak için kullandığı “duble yol” ve makarna, poşet dümenine harcadıklarının ve de “deprem için hiçbir şey yapmadıklarının” dosdoğru itirafıdır.

AKP hükümetinin depremi suistimal eden Kürtçülük eylemleri karşısında “acizlik” göstermesi hiçbir mantıkla izah edilememektedir.

Deprem felaketini, halkı devlete karşı “yardım gelmedi, yardım edilmiyor” izlenimi yaratılarak kışkırtarak provoke etmek isteyen BDP ve PKK gibi örgütlerce, evi yıkılan da sağlam olan da çadır olayı derdine düşürülmüştür.
PKK,AKP,ORDU hepsi ABD destekli.
O zaman savaş neyin savaşı?

Bu provokasyon eylemleri kapsamında, yardım götüren bütün kara nakil vasıtalarının otoyollarda, şehir yakınlarında ipsiz sapsız kimselerce yağmalanması engellenememiştir, engellenmemiştir.

Nakliyeci araç şoförleri getirdikleri yardım mallarını resmi hiçbir makama teslim edememeleri yüzünden yardımı gönderen kişi ve kurumlara hesap vermekte çözümsüz dertlere düşürülmüş, gösterilen toplanma merkezlerinde de yardım bekleyen halk da bir türlü ulaşmayan yardımlar yüzünden devlete karşı kızgınlık içine düşürülmüştür.

Cumhuriyeti tasfiye edecek ve Yezidi- masonik sapık bir tarikat yorumu olan Nurculuğun devlet olanaklarıyla halka “İslam” olarak tanıtılıp kabul ettirilmesini takiben devleti özerk tampon kantonlara böleceği önceden bilinen yazılan yeni AKP Anayasa çalışmalarının ardından bölünme olaylarına bu deprem rezaleti ile hükümet zemin hazırlıyor görüntüsü içindedir.

1915’lere kadar Ermeni çeteleri ile birlikte Osmanlı askerini arkadan vuran Kürt Yezit aşiretleri ve Süryanilerin 1915-17 arasında Gürcistan’a kaçtıkları ve kurtuluş savaşı boyunca da yerleştirildikleri Tiflis ve Batum göçmen kamplarından ellerine silah verilerek Tokat’tan Adana’ya, Diyarbakır’dan Yozgat’a çıkarılan Ermeni isyanlarına gönderilmişlerdir.

“Müslüman olduk” diyerek tehcirden kurtulan bazı asiler de bulanık hava ortamında bunlara katılmışlardır.


Fransız ordusundaki Ermeni Lejyonerleri

Ayrıca,1917’ye kadar geçen zaman içinde imparatorluğun Suriye’den başlayarak diğer güney bölgelerine tehcir (göç) ettirilen Ermeniler de, 19 Eylül 1918’de Osmanlının bozguna uğradığı Nablus Bozgunu, Nablus Yarması, Megiddo Muharebesi*1, İngilizlerin de  Armageddon Savaşı, Megiddo Savaşı adlarıyla tarihe geçmiş ve 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesine neden olan yenilgimizin ardından bölgeye İngilizlerin hakim olmasıyla gün doğuyordu.

Bu savaşın cephelerinden birisi olan Filistin’de Ara (Arara) Vadisi savaşında Osmanlı ordusu Fransız ordusunda “Ermeni Lejyonu” adıyla anılan ve Ermenilerden oluşturulan lejyonerlere buradaki savaşı 19 Eylül 1918’de kaybetmiş ve Ermenilerin aşırı cesaretlenmelerini sağlamıştı.

İngiltere ve Fransa arasındaki anlaşma sonucunda İngilizler sadece Adana’da kuvvet bırakmışlar ve Suriye dahil Klikya (Adana-Hatay bölgesi) havalisini Fransızlara teslim etmişlerdi.

 İşte bu olayın ardından, I.ve II.Haçlı Seferleri  (1099-1199 arası) ile kurulmuş ve 1375’lerde ömrünü tamamlamış olan Klikya Ermeni Krallığını kurma vaatlerine dayalı  olarak işgal kuvvetlerinin yaptığı  çağrıları sürgündeki Ermenilerden 170.000’inin bölgeye tekrar gelerek yerleşmelerini sağlamıştı.* Tıkla

İşte tehcir edileninden kaçanına bütün hain ve işbirlikçilerin geriye döndükleri bu kara günlerde “Haçlı Zaferleri” çığlıkları altında Türk ve Müslüman kıyımı tekrar başlatılmıştı.


Bir ara başbakan dedesinin Adana'da 1917'de öldürüldüğünü söylemişti. Baktık ki  o zaman,işgalci devletlerden Adana'da Klikya Ermeni Krallığı kurmak isteyen Fransızların çıkardığı isyandan başka bir şey yokmuş.
Ermeni lejyonerlerine katılmak üzere toplanılan Ermeni gönüllüler.

1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından itibaren askere alınmayan gayrimüslüm azınlıkların nüfusları 1918 I.Dünya Savaşı yenilgisine kadar hızla artmış, batılı misyonerlerin kiliselerden topladıkları bağışlarla zenginleştirilmiş, savaşlarda ölen eşleri yüzünden erkeksiz kalmış kadınları ve köylülerin malları bunlarca yağmalanmış böylece türedi zengin bir gayrimüslüm sermaye doğmuştur.

Zenginleşen gayrimüslüm cemaat batının bunları devlet hizmetlerinin başında görmek için yaptığı baskılar sonucu devlet bürokrasisi Osmanlı’nın çöküşüne kadar bunlara teslim edilmiştir.

11 Kasım 1938 İsmet paşa iktidarı ve 14 Mayıs 1950 Adnan Menderes iktidarı cumhuriyete İngiliz, Fransız, Amerikan çıkarlarına hizmet için Osmanlı ve genç Türkiye Cumhuriyetine savaş vermiş işbirlikçi feodal Yezit Kürt aşiret reislerini iktidar etmiştir.

Aslında bütünüyle İngiliz ve Amerikan makamlarınca ordunun başına getirilmiş, emirleri yurt dışından alan cuntacı yapılanma sözde “cumhuriyet rejimine bekçilik” ettiği bahanesi ile yaptığı darbeler ile ülkenin bağımsızlığı, özgürlüğü, vatandaşın demokratik özgürlüklerini daha ileri düzeye taşımak için mücadele veren herkesi sindirmiştir.

Gün bu gün “Cumhuriyet Bayramı Törenlerinin iptali” konusunun egemen olduğu bu günde CHP’nin başındaki Kemal Kılıçdaroğlu’nun eşi basına bir mülakat veriyor ve eşinin ailesinin “Cumhuriyet rejimine” karşı İngiliz-Fransız destekli Kürt isyanlarının bastırılmasının ardından çıkarılan 1937-38 Dersim isyanlarında “40” kırk kadar akrabasının devletçe öldürüldüğünü açıklayarak cumhuriyete adeta geçmişten, Atatürk’ten hesap sormaktadır.

Adı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) olan meclisimizi oluşturan siyasi partilere baktığımızda Osmanlı’yı yıkan bu gayrimüslüm yapılanmanın TBMM’yi oluşturduğunu görmemek için insanın kör ve cahil hatta “körcahil” olması gerekir.

Bir yanda terör örgütünün siyasi kanadı olan BDP, diğer yanda Dersimlilerin idaresinde bulunan CHP, iktidarda Cumhuriyete karşı çıkarılan 26 Kürt isyanının sorumlusu olan aşiret reisleri ile şıh ve pirlerin nesilleri ile dönme Ermeni, Süryani, Rum, Arap ve Yezit Kürtleri barındıran AKP.

TBMM, yüzyıllardır batılı Haçlı devletlerinin korumasında palazlanmış, Osmanlı’yı yıkmış, Atatürk’ü öldürmüş işbirlikçilerinin doluştuğu bir merkez haline gelmiş olduktan sonra Cumhuriyet Bayramı törenlerinin iptaline şaşırmamak gerekir.

Aksine 2011’den itibaren cumhuriyetin ve devletin tasfiyesini de beklemek gerekir.

İptal kararını veren Siirt’li cumbaba Abdullah Gül’ün annesinin adının bile 12.yy. da Kürt Yezitlik dinini kuran, kendisini Hakkari’nin tansısı Tavus, Şeytan ilan eden Kürt tanrısı Şeyh Hadi veya Adi’nin adından türetilerek “Adeviye Dini” adı ile bilinen bu dinin adını taşıması, soyadının da Gül Yahuda, Gül Haç’tan gelen “GÜL” olması, Cumhurbaşkanı olur olmaz İngiliz Sadakat nişanı ile ödüllendirilmesi sizce bir şey ifade etmiyor mu?
Malatya'ya kurulan radar bu silahları
bölgeye yağdıracak ki bunlar hafifleridir.

Ya başbakanın bütün İsrail karşıtı söylemlerine rağmen İsrail karşıtı faaliyetleri karalama örgütünden “Cesaret madalyası almış olması ve Malatya’ya NATO=ABD radarlarını kurması size bir şeyler fısıldamıyor mu?

Bence bu ülkenin sadece adı “Türkiye” olup devlet mekanizması tamamen haçlıların ve işbirlikçilerinin elindedir Türk olan halkı da Nurculuk v.b. bir takım tarikatlar ve yeni dinlerle farklı etnik gruplara ait oldukları şartlanmaktadır.

Kavimler Kazanı adını verdiğim Anadolu yüzyıllardır Türklerin eritildiği bir “Türk Eritme Kazanı” haline gelmiştir.

İyi erimeler Türk milleti!


Adilyargic/ Keykubat
*1;- Armageddon Savaşının da bu Megiddo denilen yerde çıkacak bir savaştan çıkacağı İncil’de geçmektedir.

4 Ekim 2011 Salı

ISLAM ONCESI ARAP TANRILARI

İSLAM ÖNCESİ ARAP TANRILARI
UYARI; 
BU YAZI VE BLOGDAKİ DİĞER YAZILAR DİNİNİ BİLMEYEN DİNDARLAR İÇİN SAKINCALIDIR. 
BU YAZI ARAŞTIRMACILARA,DİN DEĞİŞTİRENLERE,UZAYLILARA TAPANLARA, MİSYONERLİK FAALİYETLERİNDEN ETKİLENENLERE, MASON KÜRESEL SERMAYENİN UYDURDUĞU KÜLTÜR AKIMLARINA İLGİ DUYUP ÜLKESİNE YABANCILAŞANLARA ÖNERİLİR.

Semitik Araplar olarak anılan Nuh peygamberin büyük oğlu Sam peygamber soyundan geldiğini iddia eden Araplar Hint, Yahudi, Grek ve Bedevi Arap ırklarıyla karışmış Araplardır. Suriye, Filistin, Yemen, Hicaz, Necd, Babil, Harran bölgelerinde yaşarlar.
Tanrılarının sayılarının yüzün üzerinde olduğu tarihçiler ve din bilimcilerince belirtilmekteyse de bu tanrıların Hıristiyanlık ve İslamiyet dönemlerinde birçoğunun unutulmak suretiyle kaybolduğu sanılmaktadır.
Ben önemlilerinden “55” tanrı hakkında derlediğim bilgileri araştırmacılara da kolaylık sağlamak amacıyla yabancı kaynaklardan Türkçeleştirerek derledim.
Bu tanrılara tapınan toplulukların geçmişteki inanışları günümüzün büyük dinlerinin de temelini oluşturmaktadır. Yahudiliğin 3000, Hıristiyanlığın 2000, İslamiyet’in de 1400 yıllık olduğunu göz önüne aldığımızda du dinlerin evveli olan geçmişte insanların tanrılarının ve onlara atfettikleri değerler, kutsallıkları öğrendiğimizde günümüz inançlarını kavramak daha da kolaylaşacaktır.



Günümüzde, peygamber ve sahabelerin adları diye çocuklarına bu putların adlarını veren bir buçuk milyarlık Müslüman cahil yaşamaktadır. Üstelik putperestliğe karşı olduklarına inanan bu insanlarımızın halleri trajikomiktir.
İbrahim öncesi ve döneminden bu yana Irak, Suriye Ebla, Palmira, Yemen’de Ma’rib, Sümer’den Hicaz’a, Umman’a kadar birçok yerde yapılan arkeolojik kazılar, mağaralarda bulunan tablet ve kağıt belgelerin günümüz dillerine çevrilmesiyle elde edilen ve 6000 yıla kadar geriye giden bilgilere göre tespit edilen Arap tanrılarına bir bakalım;
İslam Öncesi Güney Arabistan (Yemen) Tanrıları;

1-Aştar,
2-Şems,
3-Rub,
4-El Mukah (llmukah),
5-Wadd
6-Amm,
7-Anbay (Sözcü)
8-Havkem,
9-Ta’lib,
10-Sum’ay,
11-Dü Semavi (Cennetin Bir’i,Göksel Bir,İlahi Bir),
12-Ka’hil (Aştar Şarik


Hicaz  ve Kuzey Arapları;
1-Abgal
2-Adat
3-Aglibol (Elyibol-Elibol)
4-Astarte
5-Asaf ve Naile
6-Atargatis
7-Atarsemain
8-Auf
9- Aval
10-Beelşamen
11-Bel, Ba’al, Bel- Şamin
12-Bes,
13-Cedd
14-Dul Halasa
15-Düşara- Düşares
16-Dü Semavi
17-El İlah
18-Hevl
19-İştar-Athar
20-El Kays
21- (Şay) El Kaum
22-Kuzah
23-Melekbel
24-Menat
25-Menaf
26-El Malik
27-Mot
28-Nabu,Nebo, Nebi
29-Nasr
30-Nergal,
31-Nuha,
32-Orotalt
33-Rub
34-Ruda
35-Şems- Samaş
36-Sin-Nanna-Suen
37-Süva
38- At Süreyya (Ülker burcu-Pleiades-Sirius)
39-Uzza
40-El Ukaysir
41-Wadd
42-Yam
43-Yeük
44-Yegüs
45-Yaribol-Melekbel
46- Zilhicce Halasa

1-Abgal- Sümer tanrısı Aab.gal ve Akad tanrısı Apkalu ile ilişkilendirilmiş İslam öncesi Palmira’da yaşayan Bedevilerin kuzey Arabistan tanrısıdır. Deve sürücüsüdür.

2-ADAT=(Adat-Tanrı, dişi karşıtı adattu-adantu).Ugarit metinlerinde sadece tanrının eşini değil ana kraliçe tanrıça  ve hatta ana tanrıça olduğunu  “bn adty=dumu a-da-ta-ya”  adlarıyla belirtilmektedir.
Adın yazılışındaki “dt” Fenike’nin sahil şehri olan Biblos’un tanrısı Baalat’a  ve Astarte’ye karşıt olup “hanımefendi” anlamındadır. İlk inisiayatik metinlerden Serabit El Kadim’de Baalat Mısır’ın Hathor’una denk gelir. Palmira ve Mısır Brooklyn papirüslerinde de bu adın asya kökenli dişil bir ad (dwdw) olduğu belirtilir.

Ba’al Berith”Berit okunur”- (Antlaşmanın Ba’al’i) veya El Berith (Antlaşmanın El’i)Eski İsrail’de Şekem’de tapınılan iki veya tek tanrıdır.Ugarit metinlerinde “brt”harfleri ile geçer ve efsane hesaplamalarında Beyrut  olabileceği sanılmakta ya da Ba’al ile ilişkilendirilmektedir. Tevrat (8:33” ayetinde Ba’al Berith olarak geçer.Ba’al ile El’in aynı tanrı olup olmadığı kesin bilinmemektedir.

Rabbi geleneğinde Ba’al Berith Filistin tanrısı Ekron ya da Beelzebub’a karşılık gelmektedir. Günümüz Lübnan sahilinde bulunan eski Fenike’lilerin şehri olan Biblos’taki Fenike  tanrılarından Eloun (Elyu(o)n=En Ulu, En Alî-dişil hali “Beyrut’ta oturan”) ile aynı olduğuna inanılmaktadır.

Bunların iki çocuğu olur,erkeği Epigeius/Autochthon/Gök ve kızı da Yer olarak adlandırılır.Adlarının verilmesi bu çiftin güzelliklerinin görülmesinden sonra gerçekleşir.Eski metinlerde değişik tanrıların  doğumlarında hatta yeryüzü ve cennetin yaratıcı sı tanrı El’in de Yer ve Gök gibi adlarına atıf yapılır.İbrani (Yahudi)  metinlerinde İbranice Berit’in Beyrut’a karşılık geldiği sanılmaktadır.
Hiti tanrılar silsilesinde yer ve gök tanrılarına babalık eden baş tanrı Alalu,oğlu gök tanrısı Kumarbi tarafından devrilir.Bu efsanede de bu benzerlik kendisini göstermektedir.

3-Asaf ve Naile;  Bunlar Cürhümi kabilesinden Asaf bin Baği adlı erkek ile Naile adlı bir kadındı. Kâbede cinsel ilişkiye girdikleri için Allah tarafından  iki taşa çevrilerek cezalandırıldıklarına inanılır.
Suriye çöllerinde yaşayan Kelb kabilesince yanlış anlama sonucu olsa gerek Hubel putu ile birlikte tapınılırlardı. Yani birer tanrı ve tanrıça olmuşlardı.(İbn Ishak, op. cit., p. 37.)
Bu iki taş bu gün Müslüman hacıların hac ibadeti sırasında yedi kez koşarak gidip geldikleri Kâbe yakınında bulunan Safa ve Merve tepelerinin yanında durmaktadırlar. Bu iki tepenin adlarını bu taşlarlardan aldıkları sanılsa da bu güne kadar bir açıklama yapılmamıştır.(S.M. Zwemer, op. cit., p. 6.)

4-Amm (Arapça); Eski Kataban’da (Yemen) tapınılan milli ay tanrısıydı. Hava, iklim tanrısı olarak saygı gösterilir, yıldırımların tanrısı olduğuna hükmedilirdi. Eşi tanrıça Aşeraydı.

5-Anbay,Nebo, Hol (Sözcü);Buyruk veren ve karar veren” tanrılar olarak yalvarıldılar.Yemen’in Adalet Tanrısı.Diğer adalet tanrısı Havkem-Hakim ile birlikte adaleti sağlarlar ve Kataban’da ikisi birlikte anılırlardı.Tanrıların habercisi (Mesenger- Vahiy getiren) anlamında, Babil’in yazı ve katip tanrısı, adil yargıcı, tanrıların habercisi, kader tabletlerinin sahibi, kyamet gününün adil yargıcı Nabu’dan türetilme adıyla tapınılan Nebo  ile eşleştirilmiştir. Kataban’da  Astar, Amm, Şems ile birlikte tapınılmıştır.

6-Apkallu- Sümer’de Abgal, insanlığın evrimini ileriye taşımak için Enki tarafından yaratılmış yedi yarı tanrıdan birisidir. Tufandan önce krallara nasihat verirdi ve Enki’nin hizmekarıydı. İnsanlara ahlak, sanat gibi değerleri öğretirdi. Apsu’da Tatlısulardan doğmuş balık görünümlü insan olarak görülürdü. Balık elbisesi giymiş gibi kolsuz bacaksız bir heykel olarak saygı gösterildi. Kanatlı kartal ve insan başlı olarak da resmedildi. Adapa- Apkallu’nun ilk temsilleri Adapa-Adem,( U-an, Oannes-Yunus) tu. Diğerleri U-an-dugga, En-me-duga, En-me-galanna, En-me-buluga, An-enlilda, and Utu Abzuydu.

7-Attar, Atiradu (Ugarit)Llu’nun-Allah’ın eşi,Asthar-Assar, Astar, Aştar, İştar-);
İştar- İnanna,Astr ve diğer adlarıyla
anılan tanrıça aslanlarıyla.
Güney Arabistan tanrılar ailesinin başı Aştar, eski semitik Arap tanrılarından tanrı “LL” veya “EL”e karşılık gelir. Aştar,doğal sulamayı temin için suları yağmur şeklinde dağıtan  bir gök gürültüsü  tanrısıydı.
Sabah yıldızı Venüs olarak Şerikan “Doğunun Biri”adlarıyla nitelendirildiğinde, düşmanlardan öç almak için yalvarılıyordu.

Semitik Arap mitolojisinde sabahyıldızı olarak da bilinir. Kenan efsanelerinde ölü tanrı Baal’ın tahtını ele geçirmek için gayret ettiği geçse de kanıtlanamamıştır. Batı Asya’nın bazı kurak bölgelerinde yağmur tanrısı olarak da tapınılmıştır. Kadın eş değeri Fenikeli Astarte’dir. Güney Arap bölgelerinde Zilhicce Şemani (Dü Şemani) olarak da bilinir.

8-Atargatis; Aramilerin Atar’atah adıyla andıkları Suriye tanrısıdır. Ukraynalı İran, Arap ve Grek tarihleri uzamnı Rostovstseff’e göre, Greklerin Afrodit Derketo ve Dea Suriye (Suriye’nin tanrıçası, Mısır’ın Hierapolisinin, Suriye’de Halep’in Düşara’sı kuzey Suriye topraklarının büyük tanrıçasıdır. En çok bereket tanrıçası olarak tapınılmakla birlikte şehir halklarınca “Baalat=Hanımefendi”  adıyla iyileştiren şifa veren tanrıça olarak tapınlıdı. Hadad’ın eşyidi. Kutsal hayvanları balık ve kumruydu. Kumru aşktanrıçasının temsili, balık bereket timsali olarak kabul edilirdi. Erkekler Astarte adına kendilerini hadım ederlerdi.
Ugarit kil tabletlerinde, Denizin Hanımefendi Tanrıçası (Rabbatu iratu yammi) olarak, Kenan’ın üç tanrıçası olan Anat, Aşera ve Aştart ile ilişkilendirilerek  1500 yıl boyunca ibadet edildi.

9-Atarsemain (Attar Şemayin)=  Kuzey ve Merkezi Arabistan’da cennetin sabah yıldızı olarak cinsiyeti belirsiz göksel bir tanrı olarak ibadet edildi.asur kralları Asurbanipal ile Eşaraddon’un mektuplarında İ.Ö.800’lerde Atarsemain olarak bilinirdi. Palmira merkezli Arap tanrıçası El Lat ile eş anlamlıdır.
Lange, baş tanrı Venüs ile eşleştirilen Atarsemain,ay tanrısı Ruda,güneş tanrısı Nuha olarak kimliklendirmektedir.
İ.Ö 9. Ve 4. Yy.lar arasında Hadramevt, Kataban, Main, Avsan gibi güney Arabistan krallıkları Arapları arasında  Güneş, Ay, Venüs’ten ibaret olan tanrı üçlemesinin (teslis) benzeri olarak saygı gösterildiği tespit edilmiştir.
Bu tanrı, ay tanrıları Sin, Amm,Wadd, ve güneş tanrısı Yam, Astarte ve Venüs ile de ilişkilendirilmiştir.
Dierk Lange’a göre Atarsemain İsmail kökenli Kedar kabilesikuzey Arap konfederasyonlarından Yumuillilere göre üçlü tanrılar sisteminin baş tanrısıydı. İ.Ö.7600’lerde Asur kralı Asurbanipal’ın yıllıklarında iki kezbahsedilmiştir.

10-Avf; Araplar arasında “Abd-Avf” adı yaygındır.”Auf” Arap dilinde “Büyük dua kuşu” anlamına gelir. Kelime bu haliyle Arapça’da bulunmaz. Bir kuşun hiç istemeyeceği “havadaki tekerlek” anlamındaki “Afa” kelimesinden çıkartılmıştır. Tanrının belki de hiç başvurmayacağı bir yol olan “aşağıya kehanetlerinin kuşla gönderme işini”  tanımlamaktadır.
 “Sa’d”  kelimeşinin eş anlamlısıdır.

11-Aval=  Hürmüz körfezinde bulunan, Arap yarımadasına yakın küçük, iki parçalı görünen bir ada devleti olan Bahreyn (İki Deniz) Araplarının öküz başlı köpek balığı tanrısıdır. Bu yüzden ada halkına da “Avvali” de denilirdi.
Aval remzi.
Arap dilinde “birinci, baş, ilk başta olan, has, asıl” anlamına geldiği gibi Hint dilinde de “En iyi” anlamına gelmektedir.
Aval’ın köpekbalığı dişleri Bahreyn’in sembolü kabul edildiğinden, bayraklarında uçak şirketlerine kadar yer yerde kullanılır. Sümer efsanelerinde kurtla kuzunun birbirini yemediği “Dilmun Cennetinin” burası olduğu iddia edilir.

Türkçemizde  tanrı Aval için; “Aval aval bakma” yani “Öküz gibi anlamsızca bakma” sözünün kaynağı bu Arap tanrısıdır.

Diğer dilimize geçen Arap tanrıları “put “sayıldıklarından dolayı, küfürle birlikte anılmaktadır.
Muhammed zamanı Müslümanlarının putperest Araplarla olan savaşlarında, düşmanlarının dirençlerini kırmak için kutsal değerlerine küfür edildiğinden dolayı kullanılmaya başlanıp dilimize İslam kültürü ile geçmiş olabilirler.
Diğer yandan, aynı maksatla kullanılmak şartıyla, Araplarla yapılan savaşlardan ya da her iki şekilde de dilimize geçmiş olabilirler.

Örneğin;
Tanrı Amm için; “Ulan senin amına …..” deriz.

Tanrı Cedd için;“Ulan senin ceddini….” Deriz.

Bu arada küfürlerin de bazı kökenleri olduğunu gördük.

12-Ba’al; 
Demonolojide Ba'al'ın Şeytan olarak tasviri
Tanrı El’in oğludur.
Aslında batı semitik Arap kavimlerinden Mısır’a ithal edilmiş fırtına tanrısıdır.Geç Bronz Çağı dönemlerine ait metinlerde (Ras Şamra-Ugarit) Levantın doğu sahillerinde İ.Ö 1400’lerde baş tanrı olan “EL” ile yer değiştirmiş olan Ba’al tanrılar listesinin en başında yer alıyordu.Sahip veya tanrı anlamına gelmekteydi.”Bel” adıyla da tapınılırdı.
Eski Mısır’a geldiğinde,kuzey Suriye’deki Sapan Dağında Oturan tanrı olarak biliniyordu ve var olan çok sayıdaki Ba’al’lardan “Baal Zafon-Zapon ” adıyla ayrılmaktaydı.

Ba’al’ın esas sıfatı “Bereket tanrısı” olmasının yanında adları arasında “Bulutlara Binen”,”Yeryüzü ve cennetin tanrısı.“,”Gökgürültülü Fırtına tanrısı”,”En Ulu Hakim,hükümran”,Savaşçıların Fatihi”,”En Güçlü”,”En Ulu”,”En üstün”,”Güçlü”, ”Kudretli”, ”Savaşçı”,”Yeryüzünün Hakimi”,”Gök Gürültücüsü” anlamına gelen “Reammin" ve “En Ulu” anlamına gelen “Aleyin” olarak da anılmaktaydı.İnsanların tapınabilecekleri en güçlü tanrı oydu.
Usta tanrıların ürettikleri sihirli silahları ile donatılmış olduğundan denizlerin dehşetli tanrısı Yam’ı yenebilecek olan “Kotar-Kosar Baal “ adıyla da yakın doğu mitlerinde tapınılmaktaydı.
Hafif kıvırcık uzun saçlı,çift boynuzu andıran başında konik bir miğferle resmedilmekteydi.

Sol elinde ya bir mızrak ya da Sedir ağacı,yukarı kaldırdığı sağ elinde gök gürültülü fırtına yaratmada kullandığı yıldırım silahı ile Grek tanrısı Zeus’un yaratılmasında esin kaynağı olmuştur.
Başlıca hayvan şekilleri arasında gücü ve bereketi temsil eden boğa başı çekmekle beraber,keçi ve sinekler de yer almaktadır.Yakın doğuda bulunan bir tasvirde,boğanın sırtına oturmuş olarak görünmektedir.Yeni Krallık dönemlerinde Mısır’ın Firavunlarınca da çok tercihedilen dinen önemli bir görüntüydü.
Ayrıca çok büyük cinsel organı ile yapılmış toprak heykelleriyle de bilinir.
Baalzebub-Beelzebub- Ba'al'in diğer tasviri.
 Türkçe "Bal" adı da ondan gelir.

Yeryüzündeki “ilk evi KABE” olan Allah’ın kullarını Kabeden gözlediğini düşünmek İslam ile uyuştuğundan yanlış olmayacaktır.İslam ve Hıristiyanlık öncesinde .BA’AL’e tapanların “KABE’yi” kutsal saydıklarını,Hatta,İÖ.500’de Pers (İran ) İmparatoru Daryus’un İran Persepolisteki Nakşi Rüstem mezar bölgesine Kabe’nin birebir ölçüde taştan bir benzerini yaptırdığını hatırlayalım.
Akad dilinde “BET,Arap dilinde İbranice “BAALAT” kelimesinin dişil biçimi olan “BA’ALAH” şeklinde söylenir ve “Hanımefendi,sahibe,eş” anlamlarına gelir.
"Ba'al ul bayt” deyimi günümüz Suriye-İsrail civar Arapları arasında “Ev sahibi”,sadece BA’AL” olarak da “yağmur suyuna dayalı tarımsal sulama anlamında kullanılır.
“Ba’al’ın bereket  tanrısı da olduğunu düşündüğümüzde eski inançların günümüze etkileri devam etmektedir.
Diğer adlarından birisi de “BİR” di.Bu da “Türkçe” olan adının olduğunu bize gösteriyor. Sadece bu kadar mı.Diğer adlarından birisi olan “BAALZEBUB” sembolü “ARI” olan adıyla  anılan bir diğer adıdır.Dilimizde kullandığımız “BAL” kelimesinin kökeninin de tanrı BAAL’dan geldiğini öğrenince şaşırmamışsınızdır umarım.

Bu konuda,Tevrat’ta,çok sayıda “Ba’al’a Molek’e ve Cinlere  tapmayın” diye ayetler vardır;
İsrailliler Peor'da Günaha Giriyor

BÖLÜM 25
Yıldırım ve Gök Gürültüsü tanrısı Ba'al

Say.25: 1 İsrailliler Şittim'de yaşarken, erkekleri Moavlı kadınlarla
zina etmeye başladı.
Say.25: 2 Bu kadınlar kendi ilahlarına kurban sunarken İsrailliler'i de çağırdılar. İsrail halkı yiyeceklerden yedi ve onların ilahlarına taptı.
Say.25: 3 Böylece Baal-Peor'a bağlandılar. RAB bu yüzden onlara
öfkelendi.
Say.25: 4 “Musa'ya, "Bu halkın bütün önderlerini gündüz benim önümde
öldür" dedi, "Öyle ki, İsrail halkına öfkem yatışsın."
Say.25: 5 Bunun üzerine Musa İsrail yargıçlarına, "Her biriniz kendi
adamlarınız arasında Baal-Peor'a bağlanmış olanları öldürün" dedi.”

Ba’al, Ba'alat" erkek kelime haliyle “Sahip-Tanrı” veya  "Ba`alah," dişil kelime haliyle “Hanımefendi-Tanrıça,eş” anlamlarında metinlerde kullanılmıştır.
Bronz Çağı,Ugarit tabletlerinde “İ.Ö.2500 LER”,Hadad,Adad şeklinde Ba’al-Hadad biçimde de “Tek,Eşsiz Tanrı” anlamında kullanılmaktadır.
Kenan tanrıları arasındaki ugarit kaynaklarında “EL” adıyla Kenan tanrılarının “en büyük baş tanrısı” olduğu geçmektedir.
Lübnan’ın turistik sahil şehirlerinden birisi olan Tire’de “EL’in oğlu MELKART” olarak ibadet edildiği Tevrat- Krallar- Bölümü 16:31’de geçen İsrail kralı AHAB” ile alakalı ayette geçmektedir. Ahab’ın tanrıyı kızdırmak için Aşera putuna da sunular ikram etmesine rağmen daha sonra krallarI.16.22 ayette ,oğulları olan Ahaziah (Ahazyah=Yahve korur) ve Jehoram (Yahve uludur) adlarını verdikten sonra Yahudi tanrısı Yahweh’in peygamberi olarak muamele görmektedir.

Aynı bölüm 10.26’da da Tire’de Hadad olarak ibadet edildiğine işaret edilir.

Ugarit’te İ.Ö.1300’lerde tanrı “EL’in” 200 tanrının en büyüğü olarak heykeli bulunmaktaydı.

Tunus Kartaca’lılarda da ,kolonileri olan Fenikelilerin de çeşitlendirmeleriyle Ba’al Hammon  adıyla Kartacalıların en üstün tanrısıydı.Ba’al kültünün Kartacalılarda İ.Ö.500’lere kadar uzandığı tespit edilmiştir.
Eski Yunan tanrıları arasında Kronos,Adonis,Roma tanrıları arasında da Satürn adıyla tapınılmıştır.
19.yüzyılda Ernest Renan tarafından  yapılan akzılarda Tire ve Akre arasında bulunan Fenike tabletlerinde “EL Hammon’a adanmıştır” ifadelerine rastlanılmıştır.”EL”e daha önce Kronos ve Ba’al Hammon olarak tapınıldığı İbrani/Fenike kaynaklarında “Hamman Mangalcı,Mangal’ın Tanrısı Ba’al olarak da Güneş ile ilişkilendirilmiştir.
Aslında Tevrat’ta da Hz.Musa’nın adak kurbanlarını “yakmalık sunu olarak bir mangalın üstünde yapmasına dikkat ettiğimizde,mangalcı tanrının İbrahim’in tanrısı ile aynı tanrı olduğu adları da dahil ortaya çıkmaktadır.

Otoriteler, Ba’alhammon’u tanrı “El” ile daha az ilişkilendirirken,Kronos ve Saturn ile daha da genel olarak bağdaştırmıştır. İsrail’li arkeolog Yigael Yadin (1917-1984),onun “Ay Tanrısı” olduğunu düşünmüştür.Yakın doğu ve İncil araştırmacılarından Polonya asıllı Belçikalı Edward Lipiński, “Dictionnaire de la civilisation phenicienne et punique 1992” adlı eserinde,onun belli bir şekli olmayan şekilsiz,Dagon *olarak  tanımlamıştır.
*Buğday tanesi demektir.Suriye-Tel Mardik şehri civarındaki Ebla tabletlerinin bulunduğu tarihi Ebla,Ugarit(günümüz Suriye  Ras Shamra)  şehirlerinde ve Tevrat’a göre Filistinliler arasında da tapınılan baş tanrı, balık şekilli tanrı,balıkçılık, bereket  tanrısı olarak eski Amoritlerin  ve Yahudilerin de taptıkları tanrı.
Fenikeli yazar Sanchuniathon,Dagon’u “siton” adıyla tanımlamış,bu ad Grek dilinde “Tahıl-Buğday” demektir.Yunan tanrısı Zeus’un adlarından birisi de “Zeus arotrios” tur.Yani “Sabancı,sabanla çift süren çiftçidir.”
İ.S.1040’larda yaşamış Tevrat yorumcusu Rashi (RAbbi SHlomo Itzhaki),DAGON adının İbranice “Dag=Balık”tan geldiğini ve ”balık şekilli tanrı” veya bilinen adıyla “Yunus Peygamber” olarak tanımlamıştır.

Bütün bu bilgiler ışığında “BA” demek,tanrı adına ve hepsinin de “tek bir tanrı olduğuna dair” her şey demektir.
“BA”nın büyüklüğü buradan gelir.


Ne yazık ki Ba’al hakkındaki bilgiler arasındaki kopukluklar bazı olayların çağımızda açıklanamamalarına sebep olmaktadır. Mevcut olan bazı belgelerde Ba’al ve El arasında bir tür kan davası olduğu görülmektedir. El,oğullarından birisi olan Yamm’ı (deniz) diğer tanrılar üzerinde Nahar’ın  (Nehir) Yargıcı olarak atar ve Yamm’ın “yw” olan adını “mdd’il” (El’in Sevgilisi) olarak değiştirir,ona gücünü koruyabilmesi için bilgilendirir.Yamm daha sonra Ba’al’i tahtından indirecektir.


13-Beelshamen (Beelşamen); Suriye’de İslam öncesi çağlarda Palmira’da en üstün gök tanrısıydı. Parlak şimşek ve kartal onu remz etmekteydi. Beel Semitik Araplarda “Tanrı” demekti ve bu adın en eski hali Enlil ve Marduk’tu. Beelshamen ay tanrısı Aglibol (Elyibol) ve güneş tanrısı Melekbel ile bir üçlü (teslis) oluşturdu.

14-Bel; Akad dilinde Belu efendi anlamındaydı ve eski Babil tanrıları arasında kullanılan bir addı. Dişil hali hanımefendi anlamına gelen Belit’ti.
Ugarit kazılarında Ba'al-Bel
Bel, Grek Belos latin Belus adlarıyla temsil edilirdi. Kuzeybatı semitik Arapları Ba’al, doğu semitik Araplarının Bel dedikleri tanrı buydu. Erken Akad tercümanları Sümer’in Enlil’i olduğuna inanırlardı ve Akadçada Bel okunurdu. Tercümanlar arasında Bel’İn Enlil olduğu konusunda uyuşmazlık ta vardır. Mezopotamya metinlerinde başka tanrıya değil genellikle Babil tanrısı Marduk’a atfen bu özel ad ad kullanılmıştır. Marduk’un eşi Sarpanit için de iki anlamlı olarak çoğunlukla Belit olarak da kullanılmıştır. Sümer tanrısı Marduk’un annesi Ninhursag, Damkina, Ninmah’ın diğer adları da Belit-ili Akadça’da “Tanrıların Hanımefendisi”ydi.
Benzer olarak Greklerin Zeus Belus’unun Fenike’li yazar Sanchuniathon tarafından Kronos/El olarak da Peraea’da doğduğu belirtilir. Grekler, Semitik Araplar- doğulular ve günümüzün çağdaş İncil araştırmacıları Ba’al, Bel (Efendi-Tanrı) anlamına gelen bu adla Bel’e tapınıldığından emin olmuşlardır.

15-Bes (Bisu-Besa); Suriye’Nin Ba’al’in Mısırlılarca aldıkları tek tanrı olduğu iddia edilir. Diğer yandan Tanrıların cinleri ve küçük şeytanları yaratmasından sonra onların şerrinden korunmak için Bes’i yarattıkları da iddia edilir. Tanrıları ve insanları şeytanlardan ve cinlerden koruyan savaşçı tanrıydı.Bes, Mısır’da hamile kadınların, küçük çocukların, tüccarların, fahişelerin, dansözlerin de koruyucusuydu. Kötü olan her şeyin düşmanı olduğuna da inanılmıştır.
Mısır'ın cüce tanrısı Bes
Bazı tarihçiler Orta Krallık döneminde aşağı Mısır Nubiya’dan ithal edildiğini kabul ederler. Buna rağmen Yeni Krallık dönemine kadar yaygınlaşmadığı da tespit edilmiştir.
James Romano gibi tariçiler onun “arka ayakları üzerinde şaha kalkmış aslan şeklinde temsil edildiğini öne sürmektedirler. Üçüncü ara dönemde Bes koruyucu olarak nazarlık, muska şeklinde de taşınılmıştır. Üçüncü bir teori olarak da Afrika’nın Göller bölgesinden Ruanda, Kongo bömlgelerinde yaşayan Twa (Pigme-cüc) kabilelerinden geldiğine işaret edilmektedir. Eski Twa tasvirlerinde Bes aynı boyda “cüce tanrı” olarak tasvir edilmiştir.
Dawn Prince Hughes,Kuzey Afrika’da uzun kıllı, büyük ayaklı, vücudunu kıllar kaplamış, çarpık bacaklı, kısa, yassı burunlu maymun adam gibi tasvir edildiğini belirtmiştir. Tasvirlerinin evlerde koruyucu olarak bulundurulduğunu ve diğer tanrılardan ayrı tutulduğuna rastlanmıştır. Mısır tanrıları genelde profilden tasvir edilirken Bes, savaşçı, asker,portre olarak da tasvir edilmiş, her an saldırıya hazır bekleyen ev halkının koruyucusu, çocukların takipçisi, yılanları öldüren, kötü ruhlarla savaşan olarak ibadet edilmiştir. Kötülükleri kaldırmasından sonra iyi şeylerin timsali olmuş, cinsel arzunun, müziğin ve eğlencenin de tanrısı olmuştur.
Ptolomaik dönemlerde evlerin duvarlarında Bes ve Beset olarak resmi yapıldı, doğurganlığın, bereketin, şifanın temsili oldu. Yeni krallık döneminde dansözler, müzisyenler, hizmetçi kızlar uyluk kemiklerinin üstüne, bellerine onun dövmelerini yaptılar. Bir çok eski Mısır tanrıları gibi ihraç edilmiş, Fenikeliler ve eski Kıbrısılarca benimsenmiştir. İtalya’da “Aziz Bessu adıyla Hırisityanlığın temciliğini yapanlara kadar uzanmıştır. Aziz Bessus Hıristiyanlıkta dev kuşu tüyü ile tasvir edilir, doğruganlığın ve bereketin timsali kabul edilirdi.

16-Cedd;  Semitik halklardan türetilmiş bir tanrının adıdır. Nebati metinlerinde “Gadda” biçiminde görülür. Arap isimlerinde “Abd-el Cedd- Abdilcedd” farklı şekillerinden birisidir. Araplar arasında halen kullanılan diğer biçimi olan “Cudd” “şans” demektir. Nebatilerin “Gadda”sı Aramilerin “El Gadd (El Cedd okunur) sözü ile doğal bir uyum içindedir. (İbid). Kuran’da bazı ayetlerde Allah’ın adını büyütmede, yüceltmede kullanılmaktadır.

17-Dü Semavi (Göklerin Bir’i) ; Güney Arabistan’daki tapınılan diğer kuzey Arap tanrılarından olan Dü Semavi (İlahi-Göksel Bir) de Bedevi kabilelerinin sürülerinin çok olması için heykeline deve kurban ettikleri bir tanrıydı.
18-Du’l Halasa (Arapça) Güney Arabistan’da kehanet tanrısı olarak hürmet gösterilirdi. Beyaz bir taş içinde tapınılırdı.
19-Düşara (Arapça)=Dü Şa-ra veya Dü Şi Ra-“aniconic” Resmi-heykeli  yapılmasından sakınılan, adı ”Dağların Tanrısı” anlamına gelen,Nebatilere ait Petra’da tapınılan  Arap dağ tanrısı.Kader tanrıçası Menat’ın oğlu,Greklerde Zeus ve Diyonisus’a eş gelir. 
Düşara- Dü ŞiRa


Nebatilerin Petra’da, Lübnan’da ve çok adının geçtiği gibi Hicr, i halkının  baş tanrısıydı. Abd-ül Şira adındaki bir kabileyle yaptığı anlaşma gereğince onlara, toprağın altında, kayaların arasındaki çukurlarda biriktirdiği sulardan verecğini Vât edenbir Arap tanrısıdır. El Kalbi’ye göre, Ben-i Haris kabilesince ona tapınılmışmıştır. En büyük, görkemli tapınağı Petra’da kare şeklinde siyah taştan yapılmıştı. Kendisinden sonra Dionisias adını alan  Soada şehrinde önemli bir başka tapınağı vardı. Şarap tanrısı Dionysus’un adına Ağustos ayında özellikle üzümcülüğün bereketi adına bayramlar kutlanırdı.
Petra ve Elusa’da  Epfanius adına 25 Aralıkta  Arapça “Kkhbou- Kekekbou” adlı bakire adına düzenlenen bayramlarda Düşara’ya adına ilahiler söylenilerek tapınılırdı.
 Doğal olarak gelişmiş memeleri ile genç Arap bakiresi “Ka’ab’ı” hatırlatmaktadır fakat tanrının taştan doğduğuna inanılan yorumuna göre “Ka’b-Kube-Küp- Mkke’deki Kâbe’nin de olması muhtemeldir. First Encyclopaedia of Islam, op. cit., Vol. II, p. 965.
Ama “Es Şara” adında muhtelif başka yerler de vardı ve erken dönemlerdeki kültün hangisinden doğduğunu yorumlamak gerçekten zordur. Bereketli, nemli topraklarda zengin bitki örtüsünün bulunduğu yörelerde bu adın bulunması kolayca ibadetin merkezi olmuş arı Arabistan ülkesinde bir nokta gibidir. “Güneşe tapınma” ile bağlantı kurulabilecek kış gündönümü zamanında kutlanılan bayramlarda “altın adak sunuların parıldadığı bütün tapınaklardaki putların altında altından bir kaide bulunurdu. O “bereketli sebzelerin sahibiydi” ve “güneş tanrısının da karakterine vurgu yapıyordu. Encyclopaedia of Religion and Ethics, op. cit., p. 663.

Burdan başka bir yerde diğer bir tanrı ortaya çıkmaktadır “Dü’l-hülasa.İki ayağından birinden vazgeçmişçesine “bir ayağı” olan bir tanrıydı. İnsan biçiminde yapılmış taşlara kazınmış putlara bu adlar atfedilirdi.
Buna benzer öteki tanrının adı da Dü’l-Kab-Sa’ydı, El Ezd, veya Al Esd alarıyla Medine’nin ElEvs, El Hazreç ve Mekke cıvarında Huza kabileleri arasında dallanıp budaklanmıştı. Onlar- Menat’ın tapınanlarıydılar. Ayni kabile Serat dağlarında “A’im- Eym” adlı puta tapıyordu. First Encyclopaedia of Islam, op. cit., Vol. I, pp. 530-31.


20-El-LL (Yemen’de Astar); Güneybatı Asemitik Araplarında EL, ay ve güneşi idare eden, baş tanrıydı.Güneş ve Ay aralarında tercih ettikleri yer için savaşırdı.Güneş Ayı yendiğinde gece,Ay Güneşi yendiğinde ise gündüz oluyordu.Mısır’ın Horus-Set kavgasından alınmış olduğu açık olan bu Mit’e Araplar inanırlardı.
Ugarit metinlerinde El, tanrıların meclisinin bulunduğu ve toplandıkları Lel (Gece demek-Muhtemelen dünya dışı kozmik-göksel bir dağdı.) adlı bir dağda oturmaktaydı ve tanrılar topluluğunun en üstünüydü.
Kuzey Araplarında Safa bölgesinde “El’e” ayrı bir tanrı olarak ibadet edilirdi. Kişi adlarında “Vehb-el, Vehbil- El’!in hediyesi, Abdil- El’in kölesi-kulu” gibi adlara eski Sabi’lerden günümüze kadar rastlamak mümkündür. Eski metinlerde tanrı anlamına gelen “Layal” ve gene başka bir eski metinde El’in bir biçimi olarak “Uval” adlarından türemiş olabilir. (İbid-Hint-Arap İdolleri Kitabı)
İ.Ö.7.yüzyıla ait Anadolu Arslanlı Taş harabelerinde bulunan bir nazarlıkta, El Lah’ın,“EL’ine” atıf yapılır;
Bizim için,.bütün tanrısal varlıklar ve kutsal olan grubun en büyüklerinden en kutsal olanı cennetin ve ölümsüzlüğün  sahibi ile ebedi bir bağ kuruldu.Asur onu bizim için yaptı.
Metin,Cross’un (1973 S.17) çevirisi ile şöyle devam etmektedir;
-“Ebedi olan (Olam) bizimle yeminli bir antlaşma yaptı.”
-“Aşera bizimle bir antlaşma yaptı.”,
-“El’in bütün oğulları ve,”;
-“Ve,büyük meclisin en kutsal olan ı,”,
-“Eski dünyanın ve cennetin teminleri ile.”.

Ugarit metinlerinde (*Cross çevirisi 1973),tanrı El,”TORU-EL-Boğa Tanrı-Akdeniz Bölgesindeki Toros Dağlarına adını o vermiş”,Batnyu,binwati-(yaratıklarının yaratıcısı),’ebu bani ‘ilitanrıların babası),’ebu adami “adamın-adem’in-insanın babası”,qaniyunu’olam ebedi yaratıcı,her şeyi bol yaratan”,İbrani metinlerinde el olam-ebedi,ölümsüz-baki tanrı-(Hüvel Baki),Yaratılış 21:23” olarak geçer.Diğer adları arasında;ak sakallı-yaşlı danışılan akıllı, Hatikuka “yaşlı büyüğünüz”,Malku –Kral,sahip (Kuran’da malik-Malkoçoğlu da ondan geliyor demek ki ! ),ebu samima “yılların babası”,el gibbor “ savaşçı” olarak da geçer.

*Cross, Frank Moore (1973). Canaanite Myth and Hebrew Epic. Cambridge, Mass.: Harvard University Press
Hz.Muhammed’in de peygamberlik gelmeden önceki lakabı da,Namaz kıldığı için ve Sabilerle arası iyi olduğundan “Sabi Muhammed” dir.Sabiler,Yemen’de yaşayan,Tevrat’ta Hz.Süleyman ile adı geçen Saba Kraliçesinin ülkesinde yaşayan Araplardır.
Bütün dinlerde tanrı “erkek” şeklinde olduğundan,yukarıda saydığım dillerde,Türkçemizde yeri olmayan genellikle “erkek kelime ve adların” başına konulan bir belirteç olması “Tanrı Sıfatı” katması açısından da dikkat çekicidir.Han,hakan,kağan,bey,lord,çar,kral,bey,il,il bey, gibi adlar hep “tanrı” anlamına geldiğini “El”in adlarından çıkarmak mümkündür.
Tanrı,James Churchward’ın eseri “Mu’nun Çocukları” adlı kitaba göre,tufan öncesi Mu Kültüründe, malum,orduda binbaşıdan sonra gelen rütbedir.


21-El Kays; Eski bir pagan Arap tanrısıdır. Hişam El Kalbi, cahiliye dönemi putlarını yazdığı  “Kitab el Esnam –Putlar Kitabı” adlı kitabında bu tanrıdan bahsetmemektedir. Adı ortadan kaybolmuş bir tanrıdır. Ancak “Abdilkays – Abd El Kays- Kays’ın Kölesi” ve “Emrulkays- Emr-ül Kays- Kays’ın Emiri” gibi Arap adalrına bakıldığında böyle bir tanrının varlığı görülmektedir. Nebati metinlerinde El Kays ve El Hicr’de bir tapınakta değişik anlamlarda  “Kays” adına rastlanılmıştır. De Goeje, El Hemdani’nin “Ceziret-ül El Arab’ından”  bu anlamlardan birisinin “Tanrı” demek olduğunu çıkarmıştır.


22-El Lah (Arap), Allah, Elohim-Eloah (İbr.), Llu (Akad Gök Tanrısı), Elos (Fenike), İl (Kenan), Elah (Arami), İl-İlah (güney Arap), Aloha (Süryani), ; 
Yahudilerin tanrısı Yahweh, Elohim, Yah, Lah, El Lah

“ALLAH” kelimesinin ilk kez Kur’anda geçmediğinin bulunması size şaşırtıcı gelmesin.

Fahreddin Razi’nin yazdığına göre Allah sözcüğünün kökeni; Küfeli alimlere göre ilah’tır.
Basralılara göre ise Lah’tır. (Razi, tefsir, c.1,s.163)
İlah’ın başına yüceltmek maksadıyla elif ile lam konmuş, el-ilah olmuş.
El-ilah dile ağır geldiğinden ilah’taki hemze (i) kaldırılmış, ve bir araya gelen iki lam birbirinin içine geçirilmiş (idğam), böylece “Allah” sözcüğü meydana gelmiş.


Basralılara göre ise lah’ın başına elif ve lam getirilmiş ve idğam sonucu Allah sözcüğü oluşmuş.
İl, El ve Al kelimeleri,  birçok dilde “tanrı” manasında kullanılmıştır.
Ünlü tarihçi Herodot, milattan önce 5. yy.da şöyle der:
“Afrodit’e Suriyeliler Mylitta, Araplar Alilat, Persliler ise Mitra der.”
Herodot’a göre, “eski Araplar iki tanrı’ya inanırlardı. Dionysus ve Aphrodite.”
Herodotus (Translated by David Grene) (1987). The History. Chicago University Press. ISBN 0-226-32770-1.
Muhammed Abdulmuid Han’ın kitabında şunlar da yazıyor:
Devidson bir makalesinde şöyle der: “Herhalde, EL, ELAHİM, SHADDAİ ve YEHWEH adları, tarih öncesinde de kullanılıyordu. Kapalı ve bilinmeyen anlamlarda… İleri sürüldüğüne göre: “İL” birçok yazıtta bulunmuştur. Bilginler, “VEHEB’ÜL EL” (tanrı armağanı, “ABD’UL EL” (tanrı kulu), “ZEYDULLAH” (tanrının zeydi ve “ABDULLAH” (tanrının kulu) adlarına Safa yazıtlarında rastlamışlardır.
Nabatça yazılarda, ALLAH ya da HALLAH adları, özel ad gibi yer almamakta, her yerde bir put adı olarak geçmekte. Yalnızca Safa yazıtlarında ALLAH tek başına yer almakta.


Wellhausen diyor ki: Herhalde Araplar tıpkı Nabatlar gibi, putlarından her birine ALLAH lakabı veriyorlardı. Başlangıçta lakab olarak kullanılan Allah sözcüğü sonraları en büyük tanrının adı oluvermiştir.
Kimi incelemeciler de Allah sözcüğünün, şiddet ve güç anlamı içeren bir İbranice sözcükten geldiğini ileri sürerler. Elah, Elahim biçiminde çoğul olur. Arap düzyazısında İLAH, “El İlhu’l ezeli” (Ezelde var olan tanrı), “El İlahu’l Muteal” (yüce tanrı) gibi niteliklerle nitelenmiş olarak geçer. Ama peygamberlerin ve şairlerin sözlerinde ÖZEL AD OLARAK kullanılır. Aramca dilinde “Elah” bulunmaktadır. Arapça’da da “İlah” vardır. Arapça’da harf-i tarifle “El ilah ya da Allah biçimini alır.
(Muhammed Abdulmuid Han, El Esatiru’l Arabiyyetu Kable’l İslam, Kahire, 1937, s. 135.)
Cebel Arak-İ.Ö.2300 ler. Ebla kazılarında
bıçak sapında Allah Aslanlarla  boğuşurken.

Ortadoğu Araştırmacılarından H.A.R.GİB “Hz.Muhammed inananlarına “Allah” kelimesinin Muhammed’in doğmasından, Kur’andan önce olduğunu açıklamamıştır. (Muhammedizm”Tarihi Bir Bakış.N.Y Mentor Books 1955 s:38)
İlk İslam araştırmacılarından Colombia Unv.Orta Doğu ve İslam Profesörü ve Çağdaş zamanların Batı İslam Alimlerinden olan Arthur Jeffery’den bir alıntı:
“Allah” adı,Kur’an’ın da şahitlik ettiği islam öncesiArabistan’ında bilinmektedir.Aslında, kelime olarak “Allat” dişi formunda Kuzey Afrika yazıtlarında bulunmaktadır. (Islam,Muhammed,ve Dini N.Y.Liberal Arts 1958-s:85)
“Allah” adı,Kur’an’ın da şahitlik ettiği islam öncesiArabistan’ında bilinmektedir.Aslında, kelime olarak “Allat” dişi formunda Kuzey Afrika yazıtlarında bulunmaktadır. (Islam,Muhammed,ve Dini N.Y.Liberal Arts 1958-s:85)

“Allah” kelimesi bileşik Arapça bir kelimedir.”El İlah”veya “El Ellah”tır.“EL” belirteçtir.Türkçe’de olmayan bu özellik İngilizce’de “THE” yerine kullanılır.Yani bir ismi diğerleriyle karıştırmamak için konulan bir belirteçtir.
İlah” ise “Tanrı” anlamındadır.Arapça’ya girmiş yabancı,tanrısal özelliği olan bir kelime değildir.Saf Arapça’dır.İncil ve Tevrat’ta bulunan ne İbrani’ce ne de Yunanca bir kelime değildir.Arap Tanrısallığını ifade eden tamamıyla Arapça olan bir kelimedir.
Hastıngs’ Encyclopedıa of Relıgıon and Ethıcs 1:326,T.&T Clark der ki;
“AllahArapların tanrılarına özgü özel bir isimdir”
Dinler Ansiklopedisine göre de;
“Allah islam öncesi bir kelimedir ve Babil inanışında “Bel” e karşılık gelir. (Encyclopedıa of Relıgıon 1:117 Washıngton D.C.Corpus Pub.1979)
Bu yüzden o”Allah” kelimesini islam öncesi putperest Arap inanışları zamanına ait özel bir Arap Tanrısı “ ismi olduğuna inanılmaktadır. Aşağıdaki alıntı bu konuda yardımcı olabilecektir.;
“Allah” İslam öncesi Arap kitabelerinde bulunmaktadır.”(Encyclopedıa Brıtanıca 1:(643)
“Araplar Muhammed öncesi yaygın olarak “Allah” adlı üstün bir tanrıya ibadet etmişlerdir.  (Encyclopedıa of İslam1:302 Leıden E.J.Brill.1913 Houtsma)
İlah” sıklıkla islam öncesi Arap şiirlerinde “Allah” yerine kullanılmıştır.” (Encyclopedıa off Islam III.1093-1971)
Allah kelimesinin Hıristiyan veya Yahudilerden Müslümanlara geçtiğini kabul etmeye dair bir neden veya bir fikir yoktur.”(İslam, İnançlar ve gözlemler N.Y.Barrons 1987 S:28)
Ortadoğu Araştırmacılarından E.M.WHERRY’ye göre Kur’an’ın bu günkü tercümesinden İslam öncesi zamanlarda “Allah’a –İbadet,Ay,Güneş,Yıldızlara tapılan Yıldız Dinlerinde ve BA’al’a tapınmak gibidir.( Kur’anın kapsamlı yorumu Osnabruck:Otto Zeller Verlag 1973 S.36)
YILDIZ DİNLERİ
Arabistan’da Güneş dişi bir Tanrıça ,Ay da erkek bir Tanrı olarak görülmüştür.Bu alanda araştırma yapan bir çok alimden biri olan Alfred Guılluame tarafından öngörüldüğü gibi “Ay Tanrı”sının bir çok çağırılış biçiminden biri de “Allah”tır.(İslam:S:7)

Allah ismi Ay Tanrısına verilen muhtelif isimler içinde şahsi özel ismidir.
Allah, Ay Tanrısı Güneş Tanrıçası ile evlenir .Birlikte üç tanrıça üretirler.Bunların isimleri,”El Lat”,”El Uzza”, ve “Menat” tır.
“Allah’la beraber daha küçük tanrıçalar olarak ve Allah’ın Kızları adlarıyla tapınıldılar.”(Encyclopedıa of world mitology and legend 1:61)

El belirteci ve Lah adının birlikte söylenmesinden oluşur. Bazı dil bilimcilerine göre “Tek Tanrı” demektir. Tevrat’ta bu adın çoğulu olan “Elohim veya Eloah” adı kullanulmıştır. Hicaz Araplarınca tapınılan ve kızlarından biri olan El Lat da “Lah’ın dişil halidir.
Aramiler tanrı anlamında “Elaha” derler. El belirteci Arap dilinde “Baba ve tanrı” anlamına da gelir.
İslam öncesi Araplarında Mekkelilerce en üstün tanrı, dünyanın yaratıcısı ve yağmurları veren gök gürültüsü ve yıldırım tanrısı olarak tapınıldı.

Mekke dininde yeri belirsiz olmasına rağmen bazen tanrılar arasında ast olarak da kabul edildi. Mekkeliler Allah ve cinler arasında akrabalık kurarak onu erkek ve kız çocukları olan bir tanrı olarak da tanımladılar.
HİLAL AY SEMBOLÜ
Sümer tabletinde Hilal ay,
yaşam ağacı, Nibiru, balık elbiseli tanrı,
havada uçan araçta oturan Enlil ,
Asur'un Asur'u, İran'ın Faravaharı veya Kuran'ın Cibril'i
Arap kültüründe ve bütün orta doğu boyunca başka yerlerde de Ay Tanrısına ibadetin sembolü “Hilal”dir.
Arkeologlar, Ay Tanrısına tapınmanın bir işareti olarak başlarının üstünde hilal bulunan birçok tanrı ve tanrıça heykeli ortaya çıkardılar. Aynı anlamda da Mısır Tanrılarının başında da güneş resmedilmişti.
 (Babil Enuma Eliş Destanında olduğu gibi Tiamat (Dünya) ve Kingu (Ay) güneşten koparak oluşan ilk iki gezegendir.
Marduk Tiamat'a savaş ilan ettiğinde onun bir kadın olduğunu söyler. Destanın sonunda da insanı "Ay-Kingu"nun kanından yaratır. Buna göre de El Lat-Merkür,El Uzza Venüs ve Menat-Dünya olarak anlaşılmalıdır.Hristiyanlıktaki "Üçleme -Teslis'in de Güneş,Ay ve Dünya ile ilişkilendirilmesi yanlış olmaz.İsa ve Havarilerinin ve de meleklerin başlarındaki hale Mitra-Zerdüşt inancı, Mısır ve Sümer İnançlarının sembolü olan "Güneş" i temsil etmektedir.)

Kuran Tefsirlerinde “El Lah=Allah”;
Kuranı-ı Kerim’i en doğru tercüme edip çevirdiğine, en doğru tefsiri yaptığına inandığımız,ve öyle de olduğuna benim de kanaat ettiğim merhum Antalya Elmalılı Hamdi Yazır efendinin Kuran Tefsirine de bir göz atalım.
Bakınız,yaratana uzun uzun methiyeler düzdüğüne okuyarak tanık olduğum Fatiha Suresinin tefsirinde nelere rastladım.;
“-.....Önce Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliği asrında bütün Arapların bu özel ismi tanıdığı bilinmektedir.
Kur'ân-ı Kerim de bize bunu anlatıyor: Zümer Suresi Ayet 38-"Andolsun onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, elbette 'Allah' derler." (Zümer, 39/38), “
Kuran da “El Lah” adının “İslam Öncesi” olduğunu bu ayetle doğrulamış oldu. Tekrar Elmalılı Hamdi Yazır hocaya dönelim.

“Bundan dolayı şimdi bizde olduğu gibi o zamanda bu ismin (El Lah), Arap dilinin tam bir malı olduğundan şüphe yoktur.
Sonra bunun Hz. İsmail zamanından beri geçerli olduğu da bilinmektedir.

Bu itibarla da Arapça olduğu şüphesizdir. Halbuki Kur'ân'dan, bu yüce ismin daha önce varolduğu da anlaşılıyor.
Bundan dolayı Hz. İbrahim'den itibaren İbrânice veya Süryânice gibi diğer bir dilden Arapça'ya geçmiş olduğu üzerinde düşünülüyor ve bu dillerden Arapça'ya geçtiği görüşünü ileri sürenler oluyor.
Fakat Âd ve Semud hikayelerinde ve daha önce yaşamış olan peygamberlerin dillerinde de yalnız anlamının değil, bizzat bu özel ismin de dönüp dolaştığını anlıyoruz ve İbrânî veya Süryanî dillerinin de mutlak surette Arapça'dan önce olduğunu da bilmiyoruz.
Bunun için kelimenin Arapça'da daha önce kökten ve katıksız Arap olan ilk devir Araplarına kadar varan bir tarihi bulunduğu açıktır.

Bundan dolayı "İsrail, Cebrail, Mikail" kelimeleri gibi İbrânice'den Arapça'ya geçmiş yabancı bir kelime olduğunu zannetmek için bir delil yoktur.
İkincisi; Arap dilinin aslında, Arapça olmayan bazı yabancı kelimeler hakkında dikkatli olmayı gerektiren birtakım özel incelikler vardır ki, bunlarla bir kelimenin aslını incelemek mümkün olur.
Bu açıdan bakılınca " " (Allah) yüce isminin, o dilde benzeri olmayan bir kullanılış şeklinin bulunduğunu görürüz. Bir görüşe göre, başındaki "el" en-Necm, el-ayyuk v.s. gibi kelimeden ayrılması caiz olmayacak şekilde kelimeden ayrılmayan bir belirleme edatı gibidir.
Hemzesi, sözün başında bulunduğu durumda üstündü, sözün ortasında başka bir kelime ile birleştiği zaman "Vallah, Billah, İsmüllah, Kâlellah" v.s. gibi yerlerde söylenişte veya hem telaffuzda hem yazıda hazf olunur (düşürülür).

Diğer bir görüşe göre de "el" belirleme edatı değildir. Çünkü birine çağırma halinde "" diye hemze sabit kalabiliyor ve bir de "Yâ eyyühe'l-kerim" gibi çağırma edatı ile çağırılan isim arasında gibi ayıran bir kelime eklemeye gerek kalmıyor. Halbuki "el" belirleme edatı olsaydı böyle olmayacaktı.

Eğer "el" belirleme edatı ise kelime herhalde başka bir şeyden nakledilmiştir ve yüce Allah'a isim olarak verilmesi ikinci bir kök sayesinde mümkündür. Fakat bunun başlangıçta Arap dilinde diğer bir isimden veya sıfattan alınmış olması mümkündür ve asl olan budur.
Belirleme edatı "el" kalkınca da "lâh" kalır. Gerçekten Arapça'da "lâh" ismi vardır. Ve Basralı alimlerin büyük bir kısmı bundan nakledildiğini söylemişler. "Lâh" gizlenme ve yükselme mânâsına fiilinin mastarı olduğu gibi bundan "ilâh" anlamında da bir isimdir ve bundan "lâhüm", "lâhümme" denilir.

Bir Arap şairi: Ebu Rebâh'ın bir yemini gibi, “Allah'ım onu büyükler işitir." demiş. Aynı şekilde Peygamber Efendimizin dedesi Abdülmuttalib Fil vak'asında Kâbe kapısının halkasına yapışarak; "Ey Allah'ım!(*) Kul kendi evini korur, Sen de evini koru! Onların haçı ve hilesi düşman olarak senin tedbirine galip gelmesin!" diye Allah'a yalvarmıştı. (Bkz. Fîl Sûresi Tefsiri).
Bu yalvarışın Tevrat kaynağı da vardır;
Süleyman'ın hac ilahisi
Mezmurlar (Şiirler) BÖLÜM 127
Mez.127: 1 “Evi RAB yapmazsa,
Yapıcılar boşuna didinir.
Kenti RAB korumazsa,
Bekçi boşuna bekler.”

Şu halde El Lah adının açılımına döndüğümüzde,"lâh" isminin başına "el" getirilerek "Allah" denilmiş ve özel isim yapılmış demektir.
Bazıları ise daha ileri giderek Arapça "lâh" isminin Süryânice olduğu söylenen "lâha" isminden Arapçalaştırılmış olduğunu zannetmişlerdir.

Çünkü Belhli Ebu Yezid "lâh" Arapça olmayan bir kelimedir demiştir. Çünkü, Yahudiler ve Hristiyanlar "lâha" derler. Araplar bu sözcüğü alıp değiştirerek "Allah” demişler, bunun gibi "lâhüm" ile ilgili olarak İbrânice'de "elûhim" vardır.
Fakat tarih açısından Arapça'daki "lâh" mı öncedir, yoksa Süryanice'deki "lâha" mı öncedir? Bunu tesbit etmek mümkün olmadığı gibi iki dil arasında böyle bir kelimede ilişkinin bulunması, birinin diğerinden nakledildiğine mutlak surette delil olamaz...”

Diyerek,”El Lah (İlah)-El Ellah (Allah) kavramlarını yorumlamakta ve “EL ELLAH= ALLAH”ın özel bir ad olduğunu vurgulamaya devam etmektedir.
(*) Bu Yemen kralı Hıristiyan Eblehe’nin, Şeytan’a tapan Yezid Hicaz Araplarının putperestliğine son vermek için gerçekleştirdiği bir “Haçlı Seferi” olan büyük bir saldırıyı anlatan Fil- Kırlangıç olayı Hz.Muhammed’in doğumundan iki yıl önce gerçekleşmiştir. Hz.Muhammed’in dedesinin, Kabeyi Eblehe ve ordusundan koruması için;
-Ey Allah’ım kendi evini koru...” ayetinde geçen “El lah” adının Kuran öncesi varlığına ayetle dikkat çekmesidir.
Kuran bir kez daha tezimi doğrulamaktadır.
Buraya kadar “Ellah-Allah” kelimesinin İslam öncesi kökenleri hakkında kutsal kitap da, din adamlarının tespitlerinde de yer olduğuna tanık olduk.
 Elmalılı Hamdi Yazır Hoca’nın, kendinden önceki İslam ulemalarının, eserlerinden yaptığı “EL” belirteci ile ilgili tespitlerine ek olarak şunları da eklemekte yarar vardır;
Kuran Surelerinden yer, nesne veya kişilere ait  “adlarla başlayan  sureler de böyle yazılır ve okunur;
El Fatiha, El Bakara, El Maide, El Araf,El Enfal ,El Arabiyye,El Suriye,El Cezire, El Mustafa, El Kadir gibi.

Ek olarak “EL-İL” örneğine bakalım;
Tevrat Yaratılış Bölüm 28,
Yar.32: 28 Adam, "Artık sana Yakup değil, İsrail* denecek" dedi, "Çünkü Tanrı'yla, insanlarla güreşip yendin."
Çevirenin Notu: 32
:28 "İsra-il": "Tanrı'yla güreşir" anlamına gelir
.
(İsra kelimesini,“İsra Suresi “ tefsirinde Elmalılı Hoca  Hamdi Yazır efendi “İSRA=Gece Yolculuğu” demektir diye yazmıştır.Tüccar,hileci Yahudiler, Yakup peygamberi yüceltmek için bu kelimenin anlamını bozmuşlardır.Mısır tanrısı Ra’nın her gece yaptığı yolculuk,mite daha sonra eklenen tanrı Thoth’un ona refakati konusundan çalınma bir mit olduğu ortadadır.)

Şimdi de “belirteç ve ek” olarak görelim;
Tevrat Yaratılış Bölüm 33
Yar.33: 20 Orada bir sunak kurarak El-Elohe-İsrail (*) adını verdi.
Çeviren Not 33:20 "El-Elohe-İsrail": "Tanrı İsrail'in Tanrısı" anlamına gelir.

Yahudilerden önce de “El” adlı bir Arap tanrısına rastlıyoruz;
Güneybatı Asemitik Araplarında EL,ay ve güneşi idare eden, baş tanrıydı.Güneş ve Ay aralarında tercih ettikleri yer için savaşırdı.Güneş Ayı yendiğinde gece,Ay Güneşi yendiğinde ise gündüz oluyordu.Mısır’ın Horus-Set kavgasından alınmış olduğu açık olan bu Mit’e Araplar inanırlardı.
İ.Ö.7.yüzyıla ait Anadolu Arslanlı Taş harabelerinde bulunan bir nazarlıkta, El Lah’ın, “EL’ine” atıf yapılır;
Bizim için, bütün tanrısal varlıklar ve kutsal olan grubun en büyüklerinden en kutsal olanı cennetin ve ölümsüzlüğün sahibi ile ebedi bir bağ kuruldu. Asur* onu bizim için yaptı.
*Asur; Suriyelilerin baş tanrısıdır. Suriyeliler onun soyundan geldiklerine inanırlardı. Sümer’in Enlil’inden türetilme olduğu yazılır.
.
Bu örneklerle “El” ya da “İl” belirteçlerinin Tanrı” anlamına geldiğini gördük. Eski çağlarda milletler adlarını “tanrılarından” aldıkları, tanrı da “erkek” sıfatında olduğu için erkekler tanrı adları alırlardı.
Hz. Muhammed’İn dedesi “Abdülmutallip” (Talip’in mutlu kölesi) Yemen’in hermetik tanrısı, hastalara şifa veren, kervanların koruyucusu olarak tapınılan “Talip” ten almıştır.
Şems de böyle adlardan birisidir. Hint Müslümanları arasında “Allah” adı alan erkek Müslümanlar bu gün de vardır merak eden internetten araştırabilir.

Erkeklere “tanrı adı verilmesi” dillere de geçmiş ve İtalyanca, Fransızca, İspanyolca gibi dillerde adların başına getirilen “El,Le, La, Lo, İl” gibi belirteçlerin kökenlerinin buna dayandığı kanatindeyim.
Türklerde de bunun karşılığı “Er”dir.  Cenaze namazlarında bile “Er kişi niyetine” denilerek erkek meftaların namazlarına başlanılır. “Er” İbranice’de de vardır ve Tevrat’ta Yahudia peygamberin 12 oğlundan birisinin adı da “ER”dir.

Şimdi Ortadoğu dinlerine kaynak olan Mısır dinlerinde “Lah” adını arayalım;

THOTH (Katip tanrı) (El Lah'a devam)

(Okunuşu Tot-Dod)-KATİP=Yaşam anahtarının sahibi. Mısır'ın ay tanrısı, tanrılar meclisinin katibi,tanrıların yazılarını insanların anlayabileceği şekilde karelere bölerek "ilk alfabeyi icat eden,sihrin,zamanın tanrısı”.
Thoth’un diğer adları, Djehuty (Cehuti), Lah, Jehuti (Yehuti), Tahuti , Tehuti, Zehuti, Techu (Teçu), veya Tetu yanında Khemenu’nun tanrısı sıfatı da vardı.
Batılıların bu “mezar soygunculuğuna ARKEOLOJİ (!) adı vererek,onu bilime çevirme” sanatları (!) olmasaydı,şimdi yazdığım ve aşağıya yazacağım bilgilere ve nicelerine asla ulaşamayacaktık.

İşte bu mezar hırsızlıklarından elde edilen yukarıdaki belgelerden,“THOTH= SOS-SOT,TOD okunabilir” adıyla bilinen,İbiş kuşu başlı,insan vücutlu bu Mısır Tanrısının, Djehuty ,(Cehuti-Yehuti okunur) Jehuti (Yehuti-YAHUDİ), Tahuti (Tahuti), Tehuti, Zehuti (Zehuti) , Techu (Tiçu),Tetu.(Titu), Thoth (also Thot veya Thout), A, Sheps (Şeps),  Khemennu’nun –Kemennu’nun Tanrısı, Asten, Khenti, Mehi, Hab, A'an ve LAH gibi başka adları olduğu da tespit edilmiştir. Yani bu adlar,Yahudilerin Tevrat’ta adı geçen “Yahweh’ten gelen “Yahudi” adlarının da kaynağının bu tanrı olduğu ortaya çıkmaktadır.

Görüldüğü gibi,bu “Thoth,Lah,Yehuti,Yahudi ve Adil yargıç sıfatlarına sahip Mısır tanrısı,Grekler’in Zeus’u Hermes’i,hem Tevrat’ın Yahve’si,hem Mecusi’lerin Mitra’sı (dost,yaren,arkadaş sıfatıyla),hem Zerdüştlerin Ahura Mazda’sı (Bilge Tanrı sıfatıyla),hem İncil’in Adilyargıç’ı,Hristo’su,hem de Kuran’ın,tabiatın ve evrenin yaratıcısı, düzenleyicisi, kıyamet gününün hakimi,öğretmen Rab’bı,Allah’ı olarak karşımıza çıkmaktadır.

“THOTH’tan”  başka diğer bir adı olan  “ YAH” adındaki ihtilafların karışıklığı, çağdaş dinlerden Hıristiyanların, Müslümanların ve  Yahudilerin Tanrısı YAHWEH-Yahve’nin eski Mısır dinlerinde yaşamış atalarının bıraktıkları kültürlerin de birbirine karışmasından kaynaklanmaktadır.
Eski Mısır tanrılar kültü içinde,tapınılan tanrılar arasında adına hiçbir şekilde rastlanılmayan ve “Ani Papirüs’leri” olarak  adlandırılan  yeni keşfedilmiş bu eski belgelerin  günümüz dillerine çevrilmesinden sonra,yeni yeni keşfedilmeye başlanılan “YAH= Tevrat  tanrısı Yahweh “ adının yanında bir de “LAH” adı olduğunu keşfetmiş bulunuyoruz.

Şimdi, bahsettiğimiz “Ani Papirüs belgelerinde” Osiris Ani’nin ölümü sonrasında, Ahrette,   LAH’ın “ululuğunu” takdir edişini de görmekteyiz. Okuyalım;

Bölüm II;
" Ölüm geldikten sonra,ahret yaşamında Osiris Ani şu kelimeleri konuşur;
“O ay tanrısı gibi parlayan tektir.O Lah gibi ışıldayan tektir.”
 “Bu Osiris Ani,dışarıdaki insan kalabalıklarının  arasından ileriye doğru gelerek kendisini ışıldayan tek olan’a geri getirir.”
 “Bak,Osiris,Osiris (aynen böyle),Ani,yeryüzünde yaşayanların arasında arzu ettiğini  istediği gibi yapan ahrete geldi.”
 Ve tekrar Bölüm 18’de,
Süre dolduğunda Amentet’in topraklarına bir büyü geldi.Ani Osiris’ten şu sözler duyuldu;
“Hermepolis açıldı;başım Thoth tarafından  mühürlendi.”
 “Horus’un gözü mükemmeldi,tanrıların babası Ra’nın alnındaki muhteşem işlemem Horus’un gözünü teslim ettim”
 “Osiris aslında Amentet’in içindeki birisidir,Osiris orada kimin olmadığını biliyor,Ben orada değilim.
 “Ben,tanrılar arasında başarısızlığı olmayan ay tanrısı Lah’ım.”
 “Aslında,Horus,sizi tanrılar arasında saymayı sineye çekmeye devam etmektedir.”
A Dictionary of Egyptian Gods and Goddesses by George Hart, published in 1986 by Routledge, ISBN 0-415-05909-7,
Mısır’ın Ay Tanrısının, İslam öncesi Hicaz ve Bedevi Araplarının da yaygın olarak “El Lah” ve “Hub-El” adlarıyla taptıkları tanrının sembolü de “Hilal” dir.Hicaz ve diğer Bedevi Arapları sadece “Hilal” kullanmışlar ve kullanmaktadırlar.
Arkeologlar,Ay Tanrısına tapınmanın bir işareti olarak başlarının üstünde hilal bulunan bir çok tanrı ve tanrıça heykeli ortaya çıkardılar.Aynı anlamda da Mısır Tanrılarının başında da güneş resmedilmişti.
“Lah-Thoth’un başında ise,”Hilal Ay içinde Güneş” sembolü vardır.Hıristiyanların,diğer tanrıların başlarındaki yuvarlak güneş timsalini Hz.İsa ve havarilerine yakıştırdıklarını,bu nedenle Hz.İsa ve havarilerini başlarının üzerinde bir çember ile resmettiklerine tanık olmaktayız.
Baş arkasında güneş veya dolunay halesi ya da hilal ay halesi resmedilmesi olayını  Arap tanrılarından Melek Bel ve Eglibol (Elibol)’un tasvirlerinde de kullanıldığını yukarıda okumuştuk.
Ancak,Lah-Thoth öyle büyüktür ki,Güneşi de Hilalin içine sığdırmıştır.”
Sümer yazıtında Hilal ay

Bu durumda,Türklerin sembolü en doğrusu olmaktadır.Güneş,doğal olarak “gezegen” değildir ve yıldızdır.
Günümüz astronomları güneşi ve başka güneşleri,yani ısı,ışık,enerji yayan gök cisimlerini “yıldız-Star,Sitare” olarak  adlandırmaktadırlar.
Lah’ın sembolü olan ”Hilal içinde yıldız”,Türklerin bu dinin mensubu olduğunu göstermektedir

Hilal ayın ağzında yıldız şeklinde kabartmalar Sümer heykel ve tablet metinlerinde de bulunmuştur.
Orta Asya Türkleri olan büyük babalarımızın,dedelerimizin de taptıkları “Gök Tanrı’nın” da sembolü “Hilal ve önünde Yıldız’dır.” Bayrağımızın da sembolü “Hilal önünde AY-Yıldız”dır.

-Yunanlı Eflatun’a göre “her şey” olan, Yunan Tanrısı Hermes (Grek tanrılarının habercisi, Thoth’un Grek eşi,ölçünün,bilginin,kurnazlığın,hırsızların,sanatçıların,çocukların, çobanların koruyucusu,  zamanı ölçücüsü ve hakimi),bilge ay tanrısı,İbiş kuşu gagalı insan vücutlu Thoth-Lah’ın (Dod-Lah) çalınmış sıfatları ile uydurulmuş bir tanrıdır.Benzer veya aynı sıfatlarla saygı gösterilmektedir.
Grek tanrısı Hermes Trismegistos’un onun adından esinlenilerek üretildiği Grek Trismegistos’unda “Üç kere Ulu,Ulu denilmiştir. (Hermes şeytanın şeytanıdır. Lah’la kıyaslanamaz.)
Mısır tanrılar panteonunda çok önemli yeri olduğu düşülen Thoth, İbiş kuşu başıyla tasvir edilmiştir. Dişi karşıtı olan Seshat’tır (Şeşat) .

Mısır’ın katip tanrısı Thoth’un adlarınından birisinin “Lah” olması, Arap dilinde “El” belirteci ile ifade edilmekteydi. Yani “El Lah=Tanrı Lah”.

Mısırlılar da Lah’ı ya da yukarıda sayılan adlarıyla andıkları bu “Katip Tanrı” larını Sümerden almışlardır.
Sümer'de Hilal ay- yıldız-
Hayat ağacı sembolünde



(Yazı kısmen tercüme olup,Cristallink.com ve Wikipedia'dan yararlanılmıştır.)

Sümer’in su tanrısı, ilk “Adapa- Adem’İn yaratıcısı”, Nuh tufanından önce Sümerin Nuh’u “Ziusudra’ya” veya Akadlıların “Attra Hasis’ine”  haber vererek insan neslini yok edilmekten kurtaran bu yüzden de “şeytan” ilan edilen Enki- Ea’nın oğlu Marduk dedesi Anu’yu darbe ile devrdikten sonra baş tanrı olur.
Onun eşlerinden Serpentium’dan doğan ve Borsippa’da oturan oğlu NABU (Nebi, haberci) Marduk’un yazıcısı, kâtibi olur. Daha sonra bütün tanrıların ve insanların da kader tabletlerine hükmetmeye başlar böylece yaşamı, ölümü belirleyen, kıyamet gününde insanların ve tanrıların da adil yargıcı olur. Mısırlılar Lah veya Thoth’u Nabu’dan almışlardır.

Arapça Nebi (peygamber) kelimesinin kökeninin Nabu’ya dayandığı görülmektedir.
Peygamber Farsça (İran dili) olup haber getiren demektir. Sadece biz Türkler Hz. Muhammed için “kitaplı Nebi” anlamında peygamber kelimesini kullanırız. Araplar peygamberlere “Nebi” derler.

Şimdi “El Lah” konusuna devam edelim;
Arapların onun adını ululamak için “El ELLAH” şeklinde bir kere daha “Lah” eklemeleriyle “EL LLah”  adını elde etmekteyiz.
İki  “LL”  ve  üç “LLL”  ile ululanmış Arap tanrı adları da az değildir.

Yemen Sabilerinin ana tanrıçaları olan Aştar, Babil’in İştar’ı, Greklerin Afrodit’i, Mısırlıların İsis’iydi. Tanrıçaların annesi de “LL” di.
Arapların “aşk ve dostluk tanrısı” Wadd’ın” adlarından birisi de LLUMQUH-İllumkuh olup iki “LL” içermektedir.

Ebla ve Ugarit metinlerinde  Palmira’da İ.Ö. 2300’lerde El Lat’ın adlarından birisi de “LLAT” şeklinde yazılırdı. Arap dilinde kelimelerin “erkek” ve dişi”  halleri  vardır. Dişil kelime olan “LAT” önceden açıklandığı gibi “Eril” yapıldığında  “LAH” oluyordu. Başına “El” getirildiğinde de “El llah” yani “Allah” ortaya çıkıyordu.
Bu gün her ne kadar “Allah” iki “LL” ile yazılıyorsa camide adı ilahi ses düzeni ile birlikte anılırken üç “LLL” çıktığına tanık olmaktayız. “Alllahüekber” derken “üç LLL” çıkmaktadır.
Bu da bizi Greklerin Mısır’ın Lah’ından ürettikleri uydurma hileci tanrıları olan Hermeslerini “üç kez ululamalarının”  İskender döneminde Arapların Greklerce etkilenmiş olmasına götürmektedir.

İ.Ö.325’lerde Greklerin Pers ordusunu Çanakkale- Biga’da bozguna uğratıp o zamanın dünyanın hakimi olmasıyla, Hileci, tüccar kültünü sahiplenen, tüccar kervanların, fahişelerin, hırsızların da koruyucusu olan Hermes’e tapınma kültünü İskender’in öldüğü Harran’da bulunan Yezid- Sabi rahiplerine kabul ettirmişlerdi. Harran tapınaklarında bulunan rahiplerin “Kripto Grekler (Yunanlı) olduğu birçok tarihçi tarafından bilinmektedir.
Gene tüccar olan İbrahim peygamber soyu Yahudi ve Hicaz Arapları (İsmail soyu) Greklerin “Hermetik” din değerlerini kendi kültürleriyle kolayca benimsemişlerdir.
Bunun da nedeni hepsinin kökenlerinin Tevrat Yaratılış bahsinde geçen Nuh peygamberin büyük oğlu Sam peygamber soyuna bağlamaları ve adını bundan alan “Semitik Kavimlerden” olduklarını iddia etmeleri yani “soydaş” olmaları etkili olmuştur.

El Lah’ın Arapların Gök Gürültüsü ve yıldırım tanrısı olduğunu belirtmiştik. Bunu Kuran’da bulmak işten bile değildir. Ra’d Suresi adını 13. Ayetinde geçen “Er Ra’d” adından almaktadır ve “Gökgürültüsü ve yıldırım demektir. Şems, Rahman gibi sureler de Allah’ın adlarıdır. Ra’d da farklı değildir. Kuran adeta bütün büyük Arap tanrılarını “El Lah= Allah” adında toplamaktadır. 


Elif, Lam, Mim, Ra
Her şeye geçebilen, şekli belli olmayan ama çoğunlukla kelimeleri ile başlar.
“RA” malum eski Mısır tanrısı.
Çoğunlukla insan vücudunda yaşayan, yeryüzünde hayatı başlatan ve insanları bakışlarıyla yaratan, çağlar boyunca hükmeden, isyan ettiklerinde de Sekmeti (Aslan yüzlü insan vücudlu canavar tanrıça) yaratıp ona yediren, ilaç için bir miktar insan kaldığında, insanların emeğine ihtiyacı olduğundan onu duruduran ve aşk tanrıçasına çeviren bir tanrı. Çünkü yeryüzüne indiğinde kurbağa şeklindedir, elleri yoktur.
 “Er Ra’d” da onun adından türetilme olsa gerek.

13- RA’D SURESI
Medine'de inmiştir. 43 ayet, 855 kelime, 3506 harftir.

Şu dört harfle başlar;
Bismillahirrahmanirrahim
1-Elif, Lam, Mim, Ra. İşte bunlar sana o Kitab'ın ayetleridir ve sana Rabbinden indirilen gerçeğin ta kendisidir. Fakat insanların çoğu iman etmezler.

İşte 13. Ayet;
13. “Gök gürültüsü O'na hamd ile, melekler de O'nun korkusundan dolayı O'nu tesbih ederler. O yıldırımlar gönderir, onunla dilediğini çarpar. Onlar Allah hakkında mücadele edip duruyorlar. Oysa Allah'ın çarpması pek çetindir.”

Şimdi okuyacağınız tefsirde resmen Mısır mitindeki RA’nın sesi ile insanları yok etmesi, Sekmet’in kükremesi anlatılmaktadır.

 -“13- Ve ra'd, O'nu hamd ile tesbih eder. Gök gürlemesi de O'nun yüceliğini dile getirir ve O'na hamd eder. (Ra'd ile Berk anlamı için Bakara Sûresi âyet 19'a bakınız).
Şimşek ile birlikte olan ve daha sonra işitilen o gök gürlemesi, o yürekleri yerinden oynatacak gibi tepede patlayıp, yerleri ve gökleri sarsarcasına ufuktan ufuğa yayılan o çatlayış ve gürleyiş, Allah Teâlâ'nın nimet ve rahmetini, azemet ve kibriyasını ilan ederek O'nun uluhiyetinin şanını tesbih ve tenzih eden bir sestir ki, tesbihinin altında yatan mânâyı bütün âleme haykırır. Ya da işitenlere bu mânâyı hatırlatıp telkin eder .
Melekler de O'nun heybetinden, yani Allah'dan korktuklarından dolayı böyle tesbih ederler. O'nun için gök gürlemesinin ardarda yankılanan sesi duyulur.

“-Ve Allah şimşekler gönderir de her kimi dilerse onunla onu vurur, o kimseye isabet ettirir, çarptırır, yakar. Böyle olduğu halde, onlar (yani, o kâfirler) hadlerini bilmezler d e Allah'la mücadele ederler. Oysa Allah'ın havli ve kuvveti (ya da her türlü hileye karşı tedbiri ve takdiri) pek şiddetlidir, çok çetindir......”

Bakalım Elmalı’lı Hamdi hoca bu konuda önceki alimlerin eserlerinden neler tespit etmiş;

Başlangıçtaki ilk dört harf ile ilgili olarak bir alıntı dışında hiçbir şey yok ;
“-Bununla neyi murad ettiğini Allah bilir. (Bakara ve Yunus Sûreleri'nin baş tarafına bkz.). Bu sûre hakkında da Abdullah b. Abbas'dan şöyle bir tevil nakledilmiştir: yani, "Ben Allah'ım, bilirim ve görürüm". Sûrenin ismine ve bu başlangıcın böylece hece harflerine işaret ettiği kavline göre, biz burada şu mânâyı izleyelim:
Elif, Lâm, Mîm, Ra. İşte bunlar, (yani bu hece harfleri veya bu sûre) kitabın âyetleridir....”
Bu ayetlerle alakalı bir de Bakara 19.ayeti vermiş onu da koyalım;
Bakara Suresi;
19- “Yahut (o nların durumu), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek(ler) bulunan bir yağmur(a tutulmuşun hali) gibidir. Yıldırımlardan ölmek korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, inkârcıları tamamen kuşatmıştır.”

Elif-Lâm-Ra, “Allah bilir muradını! Görülüyor ki, bu sûre dahi hece harfleri ile başlıyor. Demek ki, bunda da remzî (sembolik) bir ifade var. Özünü akılların kavrayamayacağı ilâhî bir sır ve mucize söz konusu oluyor. Bunun gibi sûre başlarındaki harfler hakkında Bakara Sûresi'nin başında bilgi verilmişti. Burada da bununla ilgili olarak özellikle rivayet olunmuş bulunan bazı görüşler vardır. Bunlar arasından birkaçı şöyledir:
- Rab benim, Ben Rabb'im.
- Ben Allah'ım, görürüm,
- Ben Allah'ım Rahmân'ım,” anlamlarına remz olduğu söylenmiştir...” demektedir.

El lah Hicaz Araplarınca, sıkıntılardan, dertlerden kurtulmak için de dua edildi. Muhammed’in babasının da adı Abdullah’tı ve “Allah’ın kölesi” anlamına geliyordu.
Müslümanlar bu gün bütün evrenin ve kainatın yaratıcısı her şeyin tek sahibi, kıyamet gününün mutlak yargıcı olarak inanırlar.

Hıristiyan Araplar “El Ab-Allah” (Baba tanrı), Allah el ibn (Tanrı oğlu-İsa), Allah er ruh Kuds (SallAllahu- Kutsal ruh, Ruh-ül Kudüs- Kutsal ruh Allah ya da Kudüs’ün Ruhu ) şeklinde söyleyerek Müslümanlardan ayrılırlar. İbrani ve Grek incillerinde de benzer kavram farklılıkları mevcuttur.

Bunca araştırma derlemeyi neden uğraşıp didinip yazdık?

Asırlardır, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra devlet idaresini eline geçiren amcasının oğlu, peygamberin çocukluk arkadaşı, kayınpederi ve en büyük düşmanlarından birisi, Mekke’nin fethinde Müslüman olmuş ama o ana kadar görüldüğü “yerde öldürülmesi emrini” peygamberin verdiği Ebu Süfyan Bin Harb’in devlet idaresini ele geçirme olayından sonra “Allah” adının Kuran ile geldiği aldatmacasını ortaya çıkarmak içindir.

Süfyan’n oğlu Muaviye, torunu halife I.Yezid’in zamanında yeniden yazılan Kuran’ın (günümüzdeki Kuran) değiştirildiği iddiaları vardır. Bu gün hiçbir Müslüman ülkede ve dünyada Hz. Muhammet ve dört halife döneminde yazıldığı bilinen bir tek Kuran yoktur.

Bunu ispat için, Kuran’ın ilk inen surelerinden “18.” Sırada yer alan “Kâfirun Suresindeki” ifadeler yüzünden yaptık, elbette.
109-KAFİRUN:
1 – “De ki: Ey kâfirler”
2 – “Sizin taptıklarınıza ben tapmam.”

Bu konudaki yorumu takdirlerinize bırakıyorum.

23-El Mukah-LLMUKAH”;, Güney Arabistan’daki Sabilerin, “yapay sulamaların koruyucusu” olarak tapındıkları, baş şehir Ma’rib yakınlarındaki Sabi halklarının tapınaklarının tanrısıydı.
Arapların,”baba AY, anne Güneş ve oğul Venüs” tanrı üçlemeleri keşfedilinceye kadar, El Mukah,ay tanrısı olarak düşünülmüştü.
Son zamanlarda yapılan çalışmalar,”Öküz Başlı” olarak bilinen Güneş tanrıçasının erkek eşi “bereket ve Şarap tanrısı” ile birleştirilmiş Güneş Tanrısı olduğunun altını çizmektedir.


24-El Ukaysir;  Muhammed dönemlerinde  Arabistan’da “aksar- kalın, sert, kısa enseli” anlamında insan şekilli taş bir puttur. El Ukasir Kuda, Lahm, Cüddam, Amila ve Gatafan kabileleri Araplarınca Suriye bölgesinde tapınılmıştır. El Kalbi, “Kitab el Esnam kitabında “AnSab” taşının kutsal yerlere, giysilere, adak kurbanlarının atıldığı hendeklere hacıların ilahileri eşliğinde atılırdı, demektedir. Wellhausen ise İbn Kalbi bu tanrıyı sınır anlatmıştır. Binalara izinsiz girenleri önlemek için çömelmiş şekilde heykelinin yapıldığı bu tanrı adını “Ukaysir” olarak bir kabileye de vermiş olduğundan bireyseldir ve hatta kılıç tanrısıdır.


25-Elibol veya Eglibol Arapça=Eski Suriye Palmira’da Ay Tanrısıydı.Adı da “BEL’in Buzağısı” demekti.Elibol,bazen omuzlarına kadar başını çevreleyen bir hale ile resmedilmişti.Bu resimlerden birisinde başını çevreleyen hale,hilal veya orağa benzer şekilde tasvir edilmişti. Elibol,ünlü teslis (üçleme)içinde Güneş tanrısı Yaribol (Yarhibol) ile ilişkilendirilmiştir.

26-El Kaum (Arapça) =Nebatilerde ,gece ve savaş tanrısı olarak tapınılır,kervanların koruyucusu olduğuna inanılırdı. “İnsanların arkadaşı” adıyla da anılırdı. Gene Nebatilerde, “Şerefine toprağa içki dökülmeyen, içki içmeyen, ihsanı, ikramı bol bahşeden, tanrıydı. (Encyclopaedia of Religion and Ethcis, op. cit., p. 663.)

27-El Malik; Bir çok Arap tanrıları arasında “El Malik -Kral” adıyla tapınılırdı. Kuran’da Allah’ın “99” adından birisi olmuştur. Muhammediler bu yüzden “Abdülmailk-Abd El Malik” adını kullanırlar.


28-Hadad, Hadad Raman (Grek), Ba’al Hadad, Hadu, Adad, Yahweh, ; Kuzey batı semitik Araplarında Haddu,Akadlarda Adad,Hititlerde Teşub,Teşub-Hadad,Ba’al Hadad,Ba’al Hadad-Yahweh adlarıyla tapınılan yıldırım tanrısıydı.Diğer yandan Mısır’ın Set’i,Grek’in Zeus’u,Roma’nın Jüpiter’i olarak Jüpiter Dolichenus adıyla tapınılan tanrısıydı.
Ba'al veya Ba'al Hadat

Ugarit metinlerinde,(İ.Ö.2300-Suriye-Ugarit) bitkilerin çimlenmelerinden yeşermelerine bereketin ve bolluğun onun arzusu ile gerçekleştiğine, yağmurun yağmasını ve göklerin yönetimini elinde bulunduran Ba’al/Hadad göklerin tanrısıydı. Tarımla uğraşan bölgelerdeki insanların büyümelerini sağlayan hayatlarını koruyan tanrıydı.Yokluğu kuraklık,kıtlık,açlık ve savaş çıkması demekti.
Hatta batı rüzgarlarının geldiği dağla da ilişkiliydi.
Tevrat ayetinde Yahweh’in kuvvetli doğu rüzgarları ile İsrailoğullarını Kızıldeniz’in karşı tarafına Ey Lat körfezine taşıma olayının anlatılmasında görülmektedir.
Hadad ayrıca Tevrat’ta Aram Kralı bahsinde görülür.İşte ilgili Tevrat ayeti;
Bölüm Samiriye'de Kıtlık
2.Krallar Bölümünün 6.Bölümü;_
6: 24 “Bir süre sonra, Aram Kralı Ben-Hadat (Hadad’ın oğlu) bütün ordusunu toplayıp İsrail'e girdi ve Samiriye'yi kuşattı.”
Ve İsmail peygamberin soyunun sayıldığı Tevrat’ın “Tarihler” bölümünde,çocuklarından sekizincisinin adı.;
1. TARİHLER
İbrahim'in Soyu
1.Ta.1: 29 İsmailoğulları'nın soyu: İsmail'in ilk oğlu Nevayot. Sonra Kedar, Adbeel, Mivsam
1.Ta.1: 30 “Mişma, Duma, Massa, Hadat, Tema,”
Edom Kralları
(Yar.36:31-43)
1.Ta.1: 50 Baal-Hanan ölünce, yerine Hadat geçti. Kentinin adı Pai'ydi. Karısı, Me-Zahav kızı Matret'in kızı Mehetavel'di.”

Diğer bir paragraf Ba’al’ın çok başlı ejderha olan Lotan’a karşı zaferine atıf yapmaktadır. Metindeki boşluklar yüzünden Lotan’ın Yamm’ın değişik bir hali veya adı olup olmadığı ya da benzer bir hikaye olup olmadığını anlayamıyoruz. Ak deniz bölgesinde tarım mahsulleri fırtınalar,seller,denizden gelen su baskınları ile tehdit edilmektedir.Eskilerin bu göksel felaketlerden korktukları anlaşılmaktadır.
Lübnan dağı Sirion’da Ba’al Hadad’a sedir ağaçlarından ,gümüş ve altından bir saray inşa edilir.Ba’al yeni sarayında diğer tanrılara büyük bir şölen verir .(Aynı malzemeleri kullanarak Haz.Süleyman’ın tanrısı Yahweh’e yaptırdığı Süleyman tapınağını hatırlayalım) Kosar wa Kasis’in  Ba’al’ı zorlaması ile biraz gönülsüz de olsa pencereyi açan Ba’al’a dördüncü yıldırım ve şimşeğini gönderir.Sonra El’in diğer oğlu olan Mot’u (Ölüm-kıtlık,kuraklığın ve yer altının tanrısı) şölene çağırır.
Ancak Mot incinmiştir,insan eti  yiyicisi ve kanının emicisi olan Mot şarap ve ekmekle tatmin olamayacaktır elbette.Mot Ba’al’i parçalara ayırmak ve yutmakla tehdir eder.Ba’al de ölüme karşı koyamaz.Metin belgesindeki boşluklar yorumu süpheli kılmaktadır.Güneş tanrıçası Shapsh (Şapş) ın önerisiyle bir düve ile ilişkiye girer sonucunda doğan iri bir buzağı halinde kendisini Mot’a teslim eder ve çaresiz bir gölge-ruh şeklinde yer altına gider.Tanrı Astar Ba’al’in yerini alması için atanır ancak o sadece zavallı bir vekildir.Bu arada tanrı Anat Mot’u bulur,kılıcıyla ikiye böler,etlerini ateşle yakar ve parçalarını kuşların yemesi için tarlalarıa saçar.Ancak,Şapş’ın Ba’al’i geri getirmesine kadar geçen süre için toprak kuraklık nedeniyle çatlamıştır.
Yedi yıl sonra Mot geri döner Şapş’ın Mot’a “El Ba’al’i destekliyor” demesi olayının gerçekleştiği savaşta Ba’al’a saldırır. Bunun üzerine Mot teslim olur ve Ba’al/Hadad’ı kral olarak tanır.
Ba’al’ı yücelten, ululayan adları arasında Baal Gad,Baal Hamon,Baal Hazor,Baal Hermon, Baal Judah (Yudah),Baal Meon,Baal Perazim,Baal Shalisha (Şalişa-şelişe) ve Baal Tamar da vardır.
Baal Meon Kenan bölgesinde, Ölü Deniz’in doğusunda kullanılan bir adıdır. Dişil adları arasında Baalah,Bealoth (Bealot),Baalath (Baalat) şeklindedir.Bazen yüksek yerlere bu adların verildiğini görürüz.Baalat Dağı ve Necef’te Baalah-Bira/Bealot şeklindedir.


EFSANELERDE ;
Efsanelerdeki kayıtlarda Hadad,Adados ya da bulmacaya benzeyen bir değişiklikle Grek Hadad Ramân’ın bozulmuşu olan çoğunlukla Demarus olarak kabul edilmektedir.
Hadad,Gök tarafından hamile bırakıldığında tanrı Dagon’a köle olarak verilen Gök’ün oğludur.Bu kaydın geçtiği efsane,Hadad’ın ebeveynliğinin hesabını görünüşte Ugarit geleneği ile birleştirerek Dagon’un oğlu yapmaktadır.Eşiti olan Akad tanrısı Adad ise Gök tanrısı Anu’nun oğludur.Anu’nun oğluna benzeyen Hitit tanrısı Teşub ile eşleşir.Aslında her iki efsanede de Hadad ya da Adad sonunda “gök’ün oğludur.

Başka bir efsaneye göre Gök,Pontus (Deniz) ile savaşır.Gök Hadad ile birleşir.Hadad karışıklığı üstlenir ancak bozguna uğrar.Bu konuda bir daha bahsedilmez.Efsane metin
leri, Ugarit dilindeki tanrı El’in oğlu Mot’u Muth yaparak ugarit metinleriyle uyuşmaktadır.


29-Havkem-; Hevkem “akıllı olmak” kökünden gelir. Yemen’in Adalet Tanrısı. Diğer adalet tanrısı Anbay-Havkem-ile birlikte adaleti sağlarlar ve Kataban’da ikisi birlikte anılırlardı.
Muhtemelen Babil tanrıları olan Nabu ve kader, bilim tanrısı ve tanrıların sözcüsü olan Merkür’ün (Sabah ve Akşam yıldızı) ikiz görünümlerini temsil etmekteydi.

30-Hevl; Hadramet’te , Hevl, muhtemelen ay tanrısıydı ve bazı kabilelerin de koruyucusuydu.

31-HUBEL( baba), Habbal- Habbel (İbr), El Lah-Allah ve üç kızı Lat, Menat Uzza; Ay ve Gökgürültüsü Tanrısı.Özellikle Suriye Araplarında “Ba’al” a karşılık gelen Ay tanrısıydı. Suriye’de “erkek” şeklinde bir heykeli bulunmuştur. En yüksek onura sahip Yağmur tanrısıydı.
Suriyelilere göre Babil İmparatorluğunu kuran ve gökyüzünü ve ondaki varlıkları düzenleyen çift karakterli güneş tanrısı Baal- Bel” olarak tapınıldı. Habba’al, Heredot’a ve ondan çeviri yapan Rawlison’a göre Arapların Jüpiteriydi. (The Oracle of Hubal’, article in Indian Antiquary. Vol. XII, (January, 1883), p. 5.)
Kâbe’ye Suriye’den getirildiğine inanılır. (S.M. Zwemer, op. cit., p. 5.)
Kureyşlilerin bir zafer kazandıklarında “Çok yaşa Hubel” diye sevinç çığlıkları attıkları bilinir.

İslam öncesi Arapları Kâbe’de sayısız tanrılar, yarı tanrılar, şeytanlar, cinlere ait heykeller, remzler, semboller barındırırlardı. Bunların yanında birçok kabilelere ait de tanrı heykelcikleri bulunurdu. Bundan Arapların çok çeşitli tanrıları olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
Bunların en büyüğü, tanrıların baş tanrısı olarak bilinen Hubel (Baba) idi. Kırmızı akik taşından yapılmış insan şekilli bir heykeli vardı. Sağ eli kopunca altından bir el yapılarak yerine takıldı.
(First Encyclopaedia of Islam, op. cit, Vol. III, p. 327.)
Şimdi Vehhabiliğin öğreticisi İngiliz ajanı Hemper ‘ın 250 yıl sonraki ardılı olan E.Siraceddin veya namı diğer Martin Lings’e hazırlattıkları kendi kitaplarından Arapların Allah’ının ne olduğunu okuyunuz;

“İsa’dan 400 yıl sonra İsmail soyundan gelen Arap Kureyş kabilesinden Kussay, Huzza Kabilesinin lideri Huleyl’in kızı ile evlenir. Damat Huleyl’in kendi evlatlarına baskın çıkar ve Araplar arasında olan saygınlığı nedeniyle de sivrilmiş kişiliği onun tercih edilmesini sağlamıştı.

Sonunda iki kabile arasında çıkan büyük bir savaş sonunda Kabenin korunması Kureyş kabilesine geçer. Mekke ve çevresinde de tepelere yerleşmiş olarak yaşayan “civar Kureyşlileri” de vardır.

Zaman Hz.Muhammed’in dedesi Abdülmuttalip dönemini göstermeye başladığında Kureyş kabilesinin “Kabe’nin koruyuculuğu” diğer adıyla “Allah’ın Bekçileri” sıfatı ile de bilinen görevi devam etmektedir.
İsmail peygamberin ikinci karısının kendi kabilelerinden olması nedeniyle Yemen’den gelerek Mekke’ye yerleşen Cürmühi kabilesinden uzun yıllar sonra Kabe’nin korunması görevini üstlenen Huzaa kabilesinin şeflerinden biri Suriye ziyaretinden dönerken orada bulunan putperest Moabi’lerden Kabe’ye koymak için bir put ister.Onlar da Hubel adlı putu verir.Daha sonra Kabe’nin baş putu olacak olan bu puta sonradan konulan ad ise “El Ellah” tır.Yani “Allah.”

Şimdi,şu “Moabi” putu konusunu biraz açalım;
Lut peygamber, Sodom ve Gomora şehirlerinin yok edilmesinden sonra diğer şehir halklarının “Sen gittiğin yere felaket getiriyorsun,tanrın arkandan gelip o şehri yok ediyor” kuşkusuyla tepki göreceğini hesap ederek Soar şehrine gitmez ve kurtulan iki kızı ile bir dağda mağaraya yerleşir. Nesillerinin kuruyacağından korkan kızları Nuh peygamberi şerhoş edip ilikiye girerek hamile kalmaya ve soylarını sürdürmeye karar verirler.Büyük kızından doğan oğluna “Moav- Babadan olan” anlamına gelen bir ad koyarlar.İşte ilgili Tevrat ayetleri;

Tevrat-Yaradılış Bölümü
Lut ile Kızları

Yaradılış.19: 35 O gece de babalarına şarap içirdiler ve küçük kız babasıyla yattı. Ama Lut yatıp kalktığının farkında değildi.
Yar.19: 36 Böylece Lut'un iki kızı da öz babalarından hamile kaldılar.
Yar.19: 37 Büyük kız bir erkek çocuk doğurdu, ona Moav adını verdi. Moav bugünkü Moavlılar'ın atasıdır.
Çevirmenin Notu 19:37 "Moav": "Babadan" anlamına gelir.
Elimizdeki Tevrat,1492’de II. Beyazıt’ın İspanya’da Cebelitarık boğazına atılarak öldürülmekten kurtarıp getirdiği “Seferad Yahudileri”nin dili olan “Ladino İspanyolcası” ile yazılmıştır. Bu dilin imla kurallarından biri de “V” harfinin yerine göre “V” veya “B” sesi vermesidir.
Bu günkü İsrail’İn kullandığı “Arap Alfanesinden bozma İbrani alfabesinde de “V,B” harfleri yerine göre birbirlerinin sesiyle okunmaktadır.
Moav” adı Seferad Yahudilerince “Moab-Moabi” olarak da seslendirilmektedir.
Kabe putu Hubel’i sonraki yüceltilmiş adı ile El Ellah-(Allah) putunu, yukarıdaki efsanede anlatıldığı gibi,Suriyeli “Moabilerden” alıp getiren Hicaz Araplarının Lut kavmi ile ilişkilerini kesmedikleri sonucunu da bu addan çıkarmamız zor olmamaktadır.

Buna delil olarak da, Hz. Muhammed’e karşı, Bedir ve Hendek savaşlarında Kureyşlilerin komutanlığını yapan Ebu Süfyan Bin Harb’in oğlu, Hz.Ömer’in Suriye Valisi yaptığı, Hz.Ali’yi Sıffın savaşında Kerbela’da öldüren Muaviye Bin Ebu Sufyan’ın adının da kaynağının Lut kavminden geldiği de bu ayetlerle anlaşılmaktadır.
Hicaz Araplarınca da Moav soyuna “Muavi” "-ye Moav'dan gelen" dendiğini,görmüş oluyoruz.Çünkü "-ye" eki de Farça'daki gibi "....i'nden gelen anlamını veren "i" ekine benzer.Fars- Farsi gibi. 
Böylece Hz. Muhammed’in de amcaoğlu olan Ebu Süfyan bin Harb’in de Muıhammed’in de Moav soyu ile akrabalığının olduğunu da keşfetmiş olduk.

Üç Tanrıça (Ulu Kuğular.)
Nemesis ve El Lat yanyana - Louvre Müzesi
Kuran Necm Suresi Ayet 53’de adları geçer ve ayette onların “dişi” olmadıkları, melek oldukları vurgulanır.
El Lat=Taif’te heykeli  bulunan, üç saygı duyulan puttan birisiydi.Kelime olarak “LAT” LAH’ın “dişil” halidir.
El Uzza=”Adı, En güçlü olan” ya da “Güçlü” anlamlarına gelen,bereket tanrıçası,saygı duyulan üç idolden birisiydi.Azize anlamına da geldiği öne sürülür.Araplar,savaştan önceleri kılıç tanrıları olan Hubel (El Lah) den zafer diledikten sonra Uzza’dan da yardım isteyerek ona verdikleri önemi gösterirlerdi.Uhud Savaşında Kureyşlilerin “Uzza’nın çocukları, Hubel’in çocukları” diyerek orduya güven arttırıcı telkinler yaptıkları bilinir.

Ayrıca İbn İshak’ın Şeytan Ayetlerinde de geçer.
Uzza Hz. Muhammet zamanında Halid Bin Velid’e öldürtülmüştür. Bu yüzden ona Allah’ın kılıcı adı verilmiştir.

Menat =Tanrı,ölüm ve kader anlamına gelen “Mena” sözünden türetmedir.Mekke’nin başlıca üç tanrıçasından birisiydi, Arapların onun kaderin tanrıçası olduğuna inanırlardı.Arap din alimlerinden Hişam İbn El Kalbi’nin  (737-819) Arap tanrılarını anlattığı Kitab El Asnam’da geçtiğine göre ,Menat Arap tanrılarının en eskisiydi.
Araplar ona olan saygılarını göstermek için çocuklarına Abd Menat, Zeyd Menat gibi adlar verirlerdi.Mekke ve Medine arasındaki Kudayd’da Muşalla sahiline onun heykelini dikmişlerdi.
Petra- Ürdün El Lat

Müşriklerin kanaatine göre, putlar ilâhî kuvvetlerin ve meleklerin suretleridir. Melekler de Allah'ın kızlarıdır.
Yâkûtu'l-Hamevî, "Mu'cemü'l- Büldân"da Uzza'yı anlatırken şu fıkraya da yer verir: "Kureyşliler Ka'be'yi tavaf ederken "Lât, Uzza ve üçüncü olarak da öteki put Menat hürmetine, çünkü onlar ulu kuğulardır, her halde onların şefaatleri umulur." diyorlardı. Ve de onları Allah'ın kızları kabul edip şefaatlerini bekliyorlardı. Peygamber (s.a.v)'e risalet vazifesi verilince;

"Siz de gördünüz değil mi Lât ve Uzza'yı? Üçüncü olarak da diğer putunuz Menat'ı? Demek size erkek, Allah'a dişi öyle mi? Öyle ise bu çok insafsızca bir taksim! Onlar, hiçbir şey değil, sırf sizin ve babalarınızın uydurduğu kuru isimlerdir. Allah, onlar hakkında hiç bir delil indirmedi." âyetleri inzâl buyuruldu."

Taberi ve Zemahşerî gibi bazı müfessirler, kendilerine yakışmayacak şekilde lafzıyla bir hikaye anlatmışlard ır ki, o da şöyledir: Güya Necm Sûresi nazil olduğunda Resulullah Harem-i Şerif'te onu okumuş ve sonunda müminlerle beraber müşrikler de secdeye kapanmışlardır. İşte bu esnada âyetinden sonra "onlar, ulu ak kuğulardır. Herhalde şefaatleri umulur." sözü de yanlışlıkla işitilmiş, ancak şeytan tarafından atılan bu sözü, Allah Teâlâ neshedip (ortadan kaldırıp) âyetlerini onun tasallutundan korumuştur.
Necm, 53/26;”Göklerde nice melek var ki onların şefaatı hiçbir işe yaramaz..."  Yani göklerde sayısız melekler vardır ama şefaat yetkileri yoktur. Bunlar da melek olsalar da şefaat Allah’a aittir onun dilemesiyle olur.

Putlara “tanrı-ça” deyip erkek dişi adlarını sizler verdiniz, yaratılışlarını mı gördünüz” de diyerek Arapları tek tanrıya ikna çalışması vardır. Ancak, Kuran putperstliği ve putları inkâr ederken, cinsiyetleri konusunda bizleri “kararsız” bırakacak b ir ianışa yönlendirirken, onların adlarını tekrar ederek onlarda şefaat arayanların düşüncelerini, inançlarını bulandırmaktadır.
Allah'ın Kızları- Teslis- Lat Venüs,Uzza Güneş,Menat Ay-Dünya

Peygamberden yaklaşık 600 yıl sonra düşmanı olduğundan Taif’e sürdüğü Elhakim ibn as’ın oğlu ve torunları Halife Mervanilerin soyundan gelen Şeyh Hadi bin Emevi İ.S.1118’de Kürt Yezidiliğini kurmuş ve peygamberi de “ti’ye” alarak kafaları karıştırmaktadır. Zaten Harran Sabi’si ve İran Yezidi olan Kürtlerde İslam inancını bölmüştür.

Kürt Yezid dinin kitabı Mushaf- Reş’te, Muaviye bin Süfyan’ın evlendiği 80 yaşında bir kadın sabah 25 yaşında biri olarak ortaya çıkar. Bu kadın Uzzadır. Bundan sonra Muhammed kısa sürede ölür ve soyu kurutulur.
Hatta peygamberin en sevdiği eşi Hz. Ayşe bile,onun  tek soyu olan Hz. Ali’ye karşı ordu toplar ve Cemel adı verilen yerde savaş durumuna geçerler. Arabulucular sayesinde bu savaşın olmadığı da iddia edilse de burada olduğu iddia edilen savaş Cemel (Deve) Savaşı olarak İslam tarihinde yerini alır.

32-Kuzah; Gök kuşağından yayı ile vuran sonra da bulutların üstüne asan eski bir Arap yıldırım tanrısıdır. Gök kuşağı anlamına gelen “Kaus Kuzah- Kuzah’ın yayı” bileşik kelimesiyle karşılaşıyoruz.  Hatta Kuzah, Mekke’de kutsal topraklarda hac yapılan yerde ateş yakılan bir yerin adıdır. İslami bilgilerde bu tanrı hakkında yeteri kadar mantıklı bilgi yoktur. Bulutlardan gözleyen “şeytan” olarak da tanımlanmıştır. Gök kuşağı Allah’ın,  Allah’ın peygamberinin, cennetin, bulutların yayıdır, cennetin işareti vs.vs. olduğundan kelime Allah ile ilişkisini kaybetmektedir.

33-Ka’hil (Aştar Şarika); Arap krallığının merkezi Kahtanin Karyat-ül Fav’ın Dü Semavi tarafından asimile edilmiş milli tanrısıydı. Güney Arabistan’da,aksine Karya’daki Arap metinlerinde Aştar Şarika adıyla tapınılan bir Sabi tanrısıydı.
Arap tanrıları genellikle Öküz başlı, yılan, yıldırım ve nadiren e insan şekilleriyle temsil edilmişlerdir.


Sol- Ay tanrısı Elibol, Baş tanrı Beelşeman ve
Güneş tanrısı MelekbelLouvre Müzesi- Paris
34-Melekbel=Palmira’da (Şam’ın 215.km. kuzey doğusunda bulunan Arapların Tadmur adını verdiği şehir)”Ba’al’ın Mesihi” adıyla bilinen güneş tanrısıydı. Mesih veya Tanrının meleği de denir.Başının arkasında yuvarlak güneş veya ay halesi bazen de Hilal halesi ile resmedildiği tespit edilmiştir.Hıristiyanların Hz.İsa’yı başında “güneş halesi ile resmetmelerinin kökeni budur.

35-Menaf (Arapça) Arap kadınları onun heykelini okşarlardı ancak, aybaşı dönemlerinde ona el sürmelerine izin vermezlerdi. Halen ülkemizde dahil “Abdulmenaf-Menaf’ın Kölesi” adının kullanılması yaygındır.



36-Mot Ugarit- Ölüm; Ugarit tabletlerinde adı “ölüm” anlamına gelir. “El’in oğlu, ölümün tanrısı, kıtlık, kuraklığın ve yer altının tanrısı” adıyla kişileştirilmiştir. İnsan ve tanrıları da yiyebilen bir tanrıdır. Ba’al’i de yemeye geldiğinde Ba’al buza şekline girer ve yam onu afiyetle yer.


37-Nabu-(İbr. Nebo,Arp-Nebi); Marduk’un eşi Sarpantium’dan olan oğlu, Ea’nın torunu,Babil’in ve Asur’un yazı ve akıl tanrısı olarak kısa bir dönem tapınıldı (İ.Ö.2000). Marduk baş tanrı olunca Babil ile adı karıştırılan Borsippa’daki yedi kubbeli kendi tapınağı “E-zida”  da ikamet etti.
İlk önce Marduk’un katibi ve bakanı olarak sonraları Marduk’un Serpantium’dan olan sevgili oğlu olarak asimile oldu. Babil’in yeni yıl kutlamalarında heykeli Borsippa’dan Babil’e babası Marduk ile birleştirmek için taşınıldı. Nabu, bundan sonra rahiplerin metinlerinde Asur ve Babil tanrılarının başlıcalarından birisi oldu , adı çocuklara konuldu.
Nabu, yazının,katipliğin,kaydedilmiş insanların, tabletlerin kaderlerinin koruyucusu haline geldi. Bazen su tanrısı ve bereket tanrısı olarak da tapınıldı.
Nabu, Sümer tanrısı Nisaba’dan görevini devir alarak yazının ve büronun patronu oldu. Kil tabletlerde taş kalem tutan şeklinde tasvir edildi. Rahipliğin eski bir nişanesi olarak elleri kapanmış halde dikilen, boynuzlu şapka giyerdi. Başlangıçta Marduk’un olduğu gibi Sirruş- Muşussu adı verilen kanatlı bir canavara (İştar kapısında resmedilen) binerdi.

Adının kökeni “nb” harfleriyle ifade edilen “çağrılan kişi” manasındaki bu harflere dayanmaktaydı.
İnsanları üzerindeki gücü emsalsizdi çünkü tanrılar tarafından alınmış kararların yazılı olduğu kutsal tablet metinlerine göre bir kişinin kaderini tayin edebiliyordu. Bu yüzden istediğinde insan ömrünü uzatmaya, azaltmaya veya arttırmaya gücü vardı.
İncil İşaya 46;1’de Tanak’ın Nebo’su gibi Nevi (Nebi de okunabilir. Kitapsız peygamber demektir) olarak bahsedilmiştir. Asur kralı III.Tiglatplaser zamanında Kalah’ta Nabu’nun dikilmiş bir heykeli bu gün British Müzesindedir. Babil astrolojisinde Nabu (Nebi) Merkür ile eşleştirilmiştir.

Aklın, yazının ve tanrıların katipliğinin tanrısı olarak Mısır’ın Thoth’u (Lah- Jehuti, Yehudi), Greklerin Hermes’i, Apollo’su daha sonraları Romalıların Merkürü ile eşleştirilmiştir.


38-Nasr (Akbaba); Akbaba veya Kartal *başlı olduğuna inanılır. Yezid inancında tanrının ilk altı günde yarattığı meleklerden Cuma günü yarattığı Şemnail adlı melektir. Mushaf-ı Reş’te geçen diğer adı da Nasır-ed-din’dir, Nasreddin olarak kullanılır. İnsanlarda ad olarak Nasrettin Hoca adıyla meşhurdur. Kuran’da Nuh zamanından beri tapınıldığı geçmekteyse de Sabilerin Nasr** adlı tanrıları vardır.
*(Thomas Patrick Hughes, Dictionary of Islam, First Published 1885, New Delhi Reprint 1976. p. 431.)
**(Encyclopaedia of Religion and Ethics, op. cit., p. 663. He reminds us of GaruDa in the PurãNas.)
Nuh Suresi 23 - Dediler ki: "Sakın tanrılarınızı bırakmayın, ne Vedd'i, ne Suva'ı ve ne de Yeğus'u, Yeûk'u ve Nesr'i."

39-Nuha (NHY=AKIL); İslam öncesi dönemde Kuzey Arabistan Arap kabilelerince Güneş Tanrıçası olarak ibadet edildi. Ruda ve Atarşemayin ile birlikte “üçlü tanrıları teslisini ”  oluşturdu. Asur krallarının yıllıklarında “güneşin yükselmesi” anlamında Nuha’dan bahsedildi.
Güneş ve özel bir akıl ile ilişkilendirilmiştir.
Dierk Lange, İsmail soyu Kuzey Arabistan Araplarının ataları olan Kedarların ve kuzey Arap federasyonlarından Yumuil’lerin “üçlü tanrılar meclisini” oluşturduğunu yazmıştır.
Necd bölgesi Araplarında Nuha, güneş tenrıçasından ve ötekilerinden bir hediye anlamına da gelmektedir. İ.Ö.9.ve 4.yy.lar arasında Hadramevt, Kataban, Main ve Awsan’da Güney Arabistan halkları arasında da tapınılmıştır. Buralarda Venüs’ü temsilen Astarte, Güneşi temsilen Yam, Ay’ı temsilen Wadd, Amm, Sin’in değişik adlarından olan tanrılarla eşleştirilmiştir.
Lange, Dierk (2004), Ancient kingdoms of West Africa: African-centred and Canaanite-Israelite perspectives : a collection of published and unpublished studies in English and French, J.H.Röll Verlag, I

40-Nergal (Arami),Nergal (Tiberya), Nirgal (İbr.),Nirgali; Tell İbrahim’in tepelerinde Kütah’ta bir kültün baş koltuğundaki Babil tanrılarından birinin adıdır. Yahudi Tevratında Krallar Bölümü II.Blm;17:30’da Nergal adıyla Enlil ve Ninlil’in oğlu olarak geçmektedir. Sadece güneşin belirli bir evresinde Samaş’ın bir parçası olarak, güneş tanrısının parçası şeklinde görünür. İlahi ve mitlerde Nergal savaş, salgın hastalıkların tanrısı, ve mezopotamyanın güneş döngüsü içinde öğle vaktini, gündönümü vaktini de temsil etmektedir.
Diğer yandan yeraltı dünyasında oturan (Aralu veya İrkalla olarak da bilinen ölüler ülkesindeki bir mağarada olduğu sanılır) özel tanrılar panteonunun başında durur. Kendi başına idare eden Aralu’nun eşi, yalnız hanımefendisi, bir kez de Allatu (El Lat-ü-Allatü) yani yer altı tanrıçası Ereşkigal ile de eşleştirilmiştir. Bazı metinlerde Ninazu, Nergal ile Allatu-Erşkigal’in oğludur. Aslında Nergal’in eşi Laz’dır. Değişmeyen ikonografide bir aslan gibidir, sınır taşlarında bir aslanın başına konulmuş bir gürz ile tasvir edilir. Mars ile eşleştirilmiştir. Adının açılımı üç parçalıdır. “Ne-uru-gal-Büyük ikametin tanrısı” onun yeraltındaki tanrılar arasındaki konumunu ifade etmektedir.

Yunan mitolojisine Heracles- Herkül ve savaş tanrısı Mars olarak geçmiştir. Hititlilerde Aplu adıyla bilinir. Akadlılar ona Aplu Enlil (Enlil’İn oğlu) diyorlardı. Şippuliliuma dönemindeki “veba yıllarında”, Mısırdan yayılan salgın veba hastalığını çıkaran tanrı olduğuna inanılır.
Demonolojide, ateş tanrısı, çöl tanrısı olmanın yanında güneşin olumsuz etkilerinin yer aldığı yer altı tanrılığında ve hatta Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinin birisinde bir tanrı olarak Nergal demon adlı bir cin olarak hatta şeytan olarak da anılmıştır.
Collin de Plancy ve Johann Weyer’e göre, Nergal cehennemin gizli polisi, Beelzebub’un hizmetinde onurlu bir casustur.

İslam inancına kabirde ilk sorguyu yapacak olan bir dudağı yerde diğeri gökte olan elinde gürzüyle günahı yüzünden insanı tuz-buz eden sonra yoğurup tekrar insan yaptıktan sonra öteki günahları için aynı işlemi sürdüren siyahi meleği andırmaktadır. Ben çocukken annem kabir azabının böyle olacağını anlatırdı.

41-Orotalt, Alilat, El Lat; 
Ürdün Petra harabelerinde tapınak girişinde Lat'ın keykeli
İ.Ö, 5.yy.da yaşamış Grek tarihçi Herodot’a göre Orotalt, İslam öncesi  Arap tanrılarından Dionysus (Diyonisus) ile aynı kişiliktedir. Tapınaklarda başının etrafını traş eden (Hac’da yapılır) veya Diyonisus gibi yuvarlak kestiğini söyledikleri Cennetin Afrodit’i veya Diyonisus dışında başka tanrıya inanmazlar. Diyonisus’a Orotalat, Afrdotit’e Alilat derler.” Demektedir.
Orotalt, Ürdün ve Kenan’da oturan Nebati Araplarınca da, Kuzey Arabistan Araplarınca da Dü Şara- Düsares (Dağların tanrısı)  adlarıyla da tapınıldı.
Demonolojide İştar-İnanna veya
Ereşkigal olduğu sanılan şeytan.
Elinde insan ruhlarını barındıran diski ile.

Merriam Websters’in “ Encyclopedia of World Religions- Dünya Dinleri Ansiklopedisine”  ve “Brewer’s of Phrase and Fable- Brewer’in Fable ve Deyimler” ‘ine göre, Orotalt, güneş tanrıçası Ruda’nın adından çözümlenerek yola çıkıldığında  “Allah Ta’ala” (Allah uludur-yüksektir) ifadesinin çürümüş halidir.

42-Rub( Ay-ilk dördün); Güney Arabistan tanrılarındandır.”Aştar’ın annesi”,“Tanrıçaların annesi”,”LL’in Kızları” sıfatlarıyla bilinir.


43-Ruda,Arsu,Reşef (Talip,İstekli); İslam öncesi Kuzey Arabistan Araplarınca tapınılan tanrıların en önemlilerinin başında gelliyordu.Etimolojik yani isimbilimi açısından anlamı “Talip,İstekli” demekti. Koruyucu tanrılar arasında yer alırdı. İ.Ö.681-669 arasında Asur imp.olan Eşaraddon’un yıllıklarında Ruda adına rastlanılmıştır.Arap tanrıları arasından,aslından İngilizce’ye Akadça’dan “Ru-ül-da-a-a-ü” den çevrilmiştir.
M.Ö.3000’lerden kalma koruyucu tanrıya ibadet kültüne ait Suriye tanrısı Reşef’in çifti olan Arsu/Ruda, sonraki Arami metinlerindeve Palmiralılar arasında Arsu olarak bilinirdi. Dierk Lange, İsmail soyu Arap kabilelerinden olan Kedar kabilesi ile akraba olan kabilelerinin ve Yumuil federasyonunun ibadet ettiği “üçlü tanrıların” bir parçasını oluşturduğunu yazar. Lange’a göre Atarşemayin Venüs ile Nuha Güneş ile Ruda da Ay ile ilişkilendirilmişti. Ruda ile ilgili Necd Araplarının bazı metinlerinden “Ruda ile miyiz?” ve  “Ruda ile ağlıyor muyuz?” adlarında ilahi metinlerine rastlanılmıştır.

44-Sa’d;  Kuran’ın 38.Suresidir. Birinci ayetteki Sad harfinden adını alır.
Elmalılı Tefsirinde Surenin iniş nedeni şöyle açıklanır;
Ebu Talib hastalandığı zaman Kureyş'ten bir heyet geldi. İçlerinde Ebu Cehil de vardı. Yanına girdiler. "Kardeşinin oğlu bizim ilâhlarımızı kötülüyor, şöyle yapıyor, şöyle şöyle diyor. Ona haber göndersen de bundan men etsen" dediler. Haber gönderdi. Resul-i Ekrem (s.a.v.) geldi, odaya girdi. Ebu Talib'in yanında bir kişilik yer vardı, oraya oturmasın diye Ebu Cehil sıçradı, oraya oturdu. Resulullah, amcasının yakınında oturacak yer bulamayınca kapının yanında oturdu.
Ebu Talib:
"Ey kardeşimin oğlu! Kavmin yine senden şikayet ediyorlar, ilâhlarını kötülüyorsun, şöyle şöyle diyorsun, iddiasında bulunuyorlar" dedi. Onlar da birçok şeyler söylediler.
Resulullah söz aldı:
"Ey amca! Ben onları bir kelime üzere istiyorum. Bir kelime ki onunla Araplar, onlara boyun eğecek, Acemler, onlara cizye verecek" dedi.
Bunun üzerine sevindiler,;
-"Babanın aşkına ondan fazlasını veririz, ne o kelime?" dediler.
-"Bir tek kelime" dedi.
-"Ne o?" dediler.
-"Lâ ilâhe illallah- (Allah’tan başka tapacak yoktur)" dedi.
Derdemez telaş ile kalktılar ve elbiselerini çırparak;
5-7- "-İlâhları bir tek ilâh mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak bir şey!" dediler. İşte (1-7. âyetler) bunun üzerine nazil oldu.”  Olayını yazmakla surenin tefsirine başlamıştır.

Benzer suçlama eski Grek kültüründe Sokrates için de yapılmıştır. Sokrates İran’dan gelen Sufi dervişlerden etkilenerek Grek tanrılarının en büyüğüne tapınmayı seçmiştir. Tek tanrıcılığı yaymıştır. Ispartalılarla yapılan savaşta Atina’lı Grekler yenilince diğer tanrıların desteklerinin Sokratesin tek tanrıcılığı yüzünden gelmediğini iddia ederek onu “Ateist- Atheos- Tanrıları inkâr eden” olmakla suçlayıp idama mahkûm etmişlerdir.
Muhammed de önce Rahman adıyla başlattığı tek tanrıcılığı büyük devlet kurmak ve Arapların tümünü tek inançta birleştirmek niyetiyle El Lah’ı, Rahman ile birleştirmiş ve hatta El Lah’ı öne geçirmiş, zamanının Sokratesi olmuş, öbür tanrıların gazabından korkan kabilesi de ona düşman olmuştur.

Muhammed’in yukarıdaki pazarlık olayında,” "Ey amca! Ben onları bir kelime üzere istiyorum. Bir kelime ki onunla Araplar, onlara boyun eğecek, Acemler, onlara cizye verecek" cümlesinden yarattığı kültür akımıyla Kuran Kehf Suresinde geçen Zülkarneyn gibi büyük devletli bir din kurmak istediğini çıkarmak yanlış olmaz. Zaten 632’de öldüğünde sınırları Suriye’ye dayanmış tek bir Arap yarımadası devleti bırakmıştı.

Bu olayda “siyasi pazarlığa zorlama”  önemli bir konudur.

Günümüzün “La ilahe illallah”  deyip “Muhammeden Resulullah” demeyen “ılımlı Nurcu, Fethullahçı “papaz, haham, Yezid imamların İslam’ına uyanlara, onların teslimiyetçiliklerine kapılmış şaşkınlara bir ışıktır bu olay ama kim anlayacak?

Ayrıca Sad, Irak’ın Keldani Araplarının tanrılarından olan, kainatın dört bucağında oturan ve insanları koruyan melek-cinlerin en başında gelen -Sad-Alap ya da Kirub adlarıyla anılır, İnsan yüzlü bir boğa şeklinde temsil edilirdi.
Kimse alınmasın, Kuran köklerini doğrulamaktadır.


Arap astronomisinde Pegasus,Aquarıus- Kova, Capricorn- Oğlak takımyıldızları iyi şans getiren burçlardır. Bu da Sa’d’ın ne anlama geldiğini açıklamaktadır.

Bazı ayet ve yorumculara göre Sa’d, tanrısal saygı gösterilen, Cidde (4) sahilinde, Kinane’nin(3) iki oğlu olan Malik (1) ve Milkan (2) adına dikilmiş uzun bir taş puta verilen addır. Daha da ötesi kuzey doğu Arabistan’da ve farklı bölgelerinde,“Abd Sa’d” adına rastlıyoruz.
Daha erken dönemlerde Sa’d adının “Safa” adıyla birleştirildiğine veya karıştırıldığına tanık oluyoruz.
Bunlara, Sa’d-Sa’d ibn Vakkas, Sa’dibn Mu’az, ve Sa’d ibn Ubeyde gibi Muhammed’in üç arkadaşının adlarında rastlıyoruz.

1. Ishtiqaq, p.17; Tabari, vol. I, p. 1105.
2. Tabari, vol. i, p.1505.
3. Ishtiqaq, pp. 18, 104-105.
4. Sifah, p.47; Buldan, vol.II, p.41.


45-Şems (Arp), Samaş-Samas (Akadça)=Sümer’in Utu Samaş’ına denk gelen Babil, Asur’un “Adalet ve Güneş Tanrısıdır
İbranice,”Şemeş” ve Arapça “Şems” adlarıyla bilinir. Güneş tanrısına bağlı bir güç olarak da görülen ay tanrısı, muhtemelen Şamas ile ilişkilendirilerek onun yerine konulmuş Sin’in tanrılar listesine girmesiyle Ay tanrısı Nannar’ın (Sin’in öteki adı) dölü –yavrusu olarak tayin edilmiştir.
Sümer tanrılarının bazıları birlikte

Güneş anlamına gelen, Babil, Asur ve Akad anıtlarında Mezopotamya’nın yerel güneş tanrısıdır. Babil ve Asur’da Sümer’in Utu’suna karşılık gelen adalet tanrısıydı. Samaş, Akadça Samas, İbranice Semes Arapça’da Şems adıyla bilinmektedir.

Her iki kültürün erken ve geç dönem metinlerinde Nannar’ın dölü olarak kabul edilmektedir. Örnek olarak tanrılar panteonunun sıralamasında Ay tanrısı Sin Samaşın önünde yer alırdı, güneş tanrısı ay tanrısına bağımlı bir tanrı olarak görünürdü. Medeniyet sürecinin evrelerinde göçebe toplumların falcılık hesaplarından yerleşik toplumların tarım işlerinin yürütülmesinde kullanılan ay takvimine kadar yerlerde güneş tanrısı Ay tanrısından sonra gelirdi. Önemi ise tarım toplumlarının gelişmesinden sonra ortaya çıktı.
İ.Ö.2000'le Mezopotamya haritası

Günümüzün çağdaş şehri olan Senkerah (Larsa)’da ve Babil’in iki merkezi olan Abu Hebba tepeleriyle Sippar güneşe tapınma merkezleriydi. İki merkezde de E-Barra veya E-babbara (parlayan ev) adıyla doğrudan güneş tanrısına hitap eden tapınaklar vardı. Samaş adına Ninova, Nippur, Mari, Ur ve Babil gibi geniş merkezlerde bulunan tapınakların en büyüğünün ikisi Sippara’daydı.

İleriki dönemlerde yerel olarak çıkan küçük güneş tanrıları yüzünden adı gölgelendi. Eşi  savaş arabası sürücüsü Atgi-mah olan Bunene’nin Kettu (adalet) ve Meşaru (hak) Samaş’ın yardımcıları olarak adlandırıldılar. Diğer yandan büyük şehir merkezlerinde Ninurta ve Nergal patron tanrılardı. Ninurta sabahın ve baharın güneş tanrısı, Nergal ise öğle vaktinin ve gündönümün (21. Haziran ve 21 Eylül) güneş tanrısıydı.
Ayırımcılığın uyandığı dönemlerde Samaş tek güneş tanrısı olarak kabul gördü. Nannar, Sin ve İştar ile birlikte Samaş, Anu, Enlil Ea teslisinin yerini aldı. Sin, Samş ve İştar’dan oluşan üçlü güç tabiatın üç kuvveti Güneş, Ay, ve yaşama kuvveti veren Dünya olarak genel saygı gördü. İleriki dönemlerde İştar’ın yerine Sin ve Samaş ile ilişkilendirilen fırtına ve yıldırım tanrısı Adad’ın geldiğini görmekteyiz.
Louvre Müzesi Samaş'ın resmedildiği Sümer silindir mührü

Samaş’ın adının geçtiği bir başka yer de Gılgamış destanıdır. Gılgamış ile Enkidu Humbaba’yı öldürmek için yola çıktıklarında, güvenle yola devam etmelerini sağlamak için her sabah doğan Samaş’a dua ederek onun şerefine kadeh kaldırırlar. Gılgamış Samaş’tan rüyasında bilgiler alır ve Enkidu da onları yorumlar böylece Humbaba ile savaşlarında galip gelirler. Samaş yaptığı iyilikle Gılgamış’ın Humbaba canavarını yenmesini sağlar.

Yasa, Adalet ve Günahlardan Kurtarma Tanrısı;
Bir başka atıf ta Samaş’ın adalet tanrısı olduğuna yapılmıştır. Güneşin karanlıkları dağıtması gibi Samaş yanlışı ve adaletsizliği aydınlatır. Hammurabi adalet kavramını vücuda getirirken Samaş’tan esinlenerek gizleri sırlara eski Sümer metinlerindeki yazıları, yönetmelikleri kanunları çözdüğünü belirtir. Hammurabi’den asırlar önce, Ur hanedanından  Ur-Engur (İ.Ö.2600) Samaş’ın adalet yasalarına göre kararlarını verdiğini belirtir.
Yezidlik dininde Tanrının Salı günü, İsrafil'i yarattı ki, Şeyh Şems'tir (Şemseddin).


46-Sin,Nanna (Sümer Şeş-ki,Nanna)-Suin; Mezopotamya mitolojisinde Ay tanrısıdır. Sümer tanrısı Enlil ile Ninlil’in oğlu olan Nanna Semitik Araplarda Sin olarak anılmıştır. Kuzeyde Harran’da, Mezopotamya’nın güneyinde Ur’da İ.Ö.2100’lere ait bir silindir mühürde Nanna-Sin’e oturarak ibadet eden iki başkan yüksek rahip resmedilmiştir. Nanna’nın gerçek anlamı henüz çözülememiştir.
Haşamur'un silindir mühründe baş rahip
 Ensi kral Ur-Nammu'nun önünde.
Sin Hilal şeklinde.İ.Ö.2100


Ur ve Uruk’tabulunan bir heceleme metninde LAK-NA ifadesine rastlanılmış, “NA”nın sesi tamamlamak için kullanılan bir ek olduğu sanılmıştır. “LAK- UNUG- URİM- Kİ” ulamalarından LAK (Nanna), UNUG(İkamet), Lak (erkek kardeş anlamında düşen tonda söylenir.) SES sesli okunuşta NA-AN-NA olarak söylenir. Teknik terimde “hilal ay”  demektir ve tanrı  Dü Şakar’ı işaret eder. Ondan sonraki heceleme NANNA şeklindedir.
Bu çözümlemeden yola çıkarak “LAK-UNUG-URİM-Kİ” kelime dizisini “Erkek kardeş Nanna’nın Evi” olarak çevirebiliriz.

Semitiklerin tanrısı Su’en/Sin Sümer’in NANNA’sından farklı olsa da Akad imparatorluğu döneminde ortaya çıkan ayırımcılık dönemlerinde bu şekilde tanımlanmıştır. Asur dilindeki “NANNA-ar Suen” kelimelerinin Akadça okunuşu “na-an-na-ru” dur ve ay tanrısının lakabı olan “ilahi ışıkla aydınlatan-nur ve lamba” ile eş anlamlıdır. 
Asur’un ay tanrısının adı çoğunlukla  EN-ZU olarak okunur ve numarası da “30” otuz’dur.
En-zu veya An-zu Everenin yaratılışnda var olan ve bütün mitolojilerde bulunan Türklerde de “Zümrüt-ü Anka kuşu” olarak bilinen kuşun da adıdır. Sümer tanrılarının bu kuşlar savaşları da kil tabletlerde resmedilmiştir.
Sümer tanrısı Ninurta Şeytan Anzu-Enzu kuşu ile savaşıyor

En-zu,”Aklın Tanrısı” demektir. İ.Ö.2600-2400’lerde  Fırat vadisinin geniş alanlarında Sin tanrılar panteonunun enbaşında yer almıştır. Bu panteonda Sin’e “tanrıların babası”,”tanrıların başı”,”bütün şeylerin yaratıcısı” adlarıyla anılmıştır. Akıl, yıldızbiliminden yıldız falcılığına kadar her şeyde ay tanrısı ile kişileştirilmiş, ayın evrelerinin gözlenmesinde de kullanılmıştır.
Sin’in eşi,Utu/Samaş’ı (Güneş) ve İnanna /İştar’ı (Venüs) doğuran  Ningal (Büyük hanım)’dı. “Teslis (üçleme” meyli yüzünden evrenin kurulması Sin/Nanna ve çocuklarından ibaretti.Sin’in lapis lazuliden sakalı vardı ve kanatlı bir boğaya biniyordu. Üç ayaklı lamba kaidesinde hilal ay boyunca uzanan boğa, babası Enlil’inde (cennetin boğası) olduğu gibi remzlerinden birisiydi.
Önemli bir Sümer metninde (Enlil ve Ninlil) çocuklarına Enlil ve Ninlil’in düşüşlerini anlatırken Ninlil’in yeraltında Nanna/Suen’e hamile kaldığını anlatırlar. Orada Nanna/Suen’e üç şart koşulur. Aynen İnanna’nın düşüşünde olduğu gibi.
Nanna’nın en büyük tapınağı Ur’dadır ve adı da “E-giş-şir-gal”dir ve (Büyük ışığın evi” demektir. Sin’in Harran’da da bir tapınağı vardır ve adı da “E-kul-kul-Zevklerin evi’dir”. Ay tanrısı kültü buralardan Babil’in, Asur’un geniş şehirlerine yayıldığına dair tapınaklar bulunmuştur.

47-Suwa; Nuh peygamber’den Hz. Muhammed dönemine kadar Arapların taptığı, Kuran Nuh.23. Ayette sayılan Arap tanrılarındandır. Nuh tufanı sonrası zamanlardan beri “kadın şeklinde”  olduğu söylenir.

48-At Süreyya (Kelb-i ekber-Büyük Köpek, Şirayı Yemani, Pleiades, Ülker Burcu- Sirius)= 
Büyük Köpek -ÜlkerTakımyıldızı- Öküz başını andırır.
On yıldızdan oluşan burçta her yıldızın bir de ayı vardır.
"Ay-Yıldız" sembolünün kaynağı bu takımyıldızlardır.


Eski mısırda Sirius’un hareketlerine göre tarım faaliyetlerinin düzenlendiğini hatırladığımızda Arapların, Sirius- Süreyya takımyıldızını kutsal saymaları boşuna değildir. Araplar Süreyya takımyıldızının (Büyük köpek takımyıldızı- Canis Mayor-Kelb-i Ekber-Arp.) yağmurları yağdıran, bereketi veren yıldız olduğuna inanırlardı. Araplar Süreyya takımyıldızına  “En Necm” de derlerdi. Bu nedenle kişi adlarında “Abd Necm- Necm’in kulu, kölesi”, “Abd at Süreyya- Süreyya’nın kölesi” şeklinde tanrı adı olarak kullanırlardı. (Encyclopaedia of Religion and Ethics, op. cit., p. 660.) 
Kuran Necm Suresi 49. Ayeti “ O Şira yıldızının rabbidir” derken, Şira en parlak yıldızı Şirayı Yemani- Süreyya- Sirius  ve  en parlak yıldızı Şirayı Şami (Procyon A-prokyonA) olan Küçük köpek ( Kelb-i Askar-Küçük Köpek-Canis minör) takımyıldızından oluşan iki takımyıldızın adı olması yüzünden iki takımyıldızın da Allah’ın yıldızları olduğunu söyler.

Süreyya, “Sarva” kelimesinin azaltılmış biçimi olup “Çoklukta varlık” anlamına gelmektedir. Yıldızın şafakla birlikte doğuşunda getirdiği bol yağmurları bereketini ifade etmeik için “Sarvâ” denilirdi. Çok eski dönemlerden bu yana Süreyya yıldız kümesinin hava üzerindeki etkisine abartılı önem verilmiştir.
Şairlerin sayısız şiirlerinde yıldız başına mücevherli tacıyla bir krala benzetilmiştir.

Halen Kuran kaynaklı olarak da Müslüman erkekler Necmi, kızlar da Necmiye adını kullanmaktadır.
Necm yıldız anlamına geldiği gibi, ot, çimen, sap saman ve kuran’ın inen her bi cüzüne de denilir.
Lam-ı ahidle beraber şeklinde özellikle Süreyya yani Ülker yıldızına isim olarak verilmiştir ki bu, "esma-i gâlibe" (yaygın kullanım) kabilinden bir isimlendirmedir. Ülker yıldızı, gökte üzüm salkımı gibi görünür ve ayın menzillerinden üçüncüsü sayılır. Araplar darb-ı mesel olarak "Ülker akşam vakti doğarsa, çoban örtü ister" 
derler.
 Çünkü o zaman güneş, Ülker'in karşısında Akreb'den önce bulunduğundan, güneşin batması ile hemen doğuverir. Bir hadiste de denilmiştir ki, "Ülker sabahleyin doğarsa âfet (belâ, musibet) kalkar." anlamındadır.
Süreyya, yıldızların en göze çarpanı ve menzillerin en meşhuru olması hasebiyle bazı müfessirler buradaki "Necm"i, "Süreyya yıldızı" diye tefsir etmişlerdir.

Bir de bu sûrede bulunan "Şi'râ yıldızının Rabbi" (Necm, 53/49) ifadesine dayanarak tefsircilerden bir kısmı da necmin, lâm-ı ahidle beraber Şi'râ yıldızı olduğunu söylemişlerdir. Her iki tefsir şeklinde de âyette yer alan doğmak mânâsınadır.
Küçük köpek Takımyıldızı- Bir güne ve aydan oluşur-Ay-Yıldız

Sûddî demiştir ki: "Hîmyer ve Huzâa kabileleri ona taparlardı. Alûsî'nin tefsirine kaydettiğine göre başkaları da bu hususta şöyle demişlerdir: "Onu ilk evvel tanrı edinen Ebu Kebşe olmuştu." Bu zat, Huzâa, kabilesinden biri, ya da reisleri olup ismi Vahz b. Gâlib idi.
Araplar'da Şi'râya hürmet eden ve dünyada onun tesirine inanırlar bulunduğu ve doğuşu esnasında gayba dair sözler söyledikleri cihetle burad a özellikle Şi'râ'ya izafetle "Rabbü'ş-Şi'râ" buyurularak Şi'râ'nın Rab (terbiye eden) olduğunu söylerlerdi.

(E.H.Yazır. Necm Suresi tefsiri)

49-Ta’lib (Ruda-İstekli’den uyarlama.) (Arapça) Güney Arabistan’da özellikle Şeba’da tapınılan ay tanrısıdır. Kehanetlerine öğüt olarak uyulurdu.(Peygamberin dedesi Abdülmutallip, amcası Ebu Talib’den kasıtla halen yaygın bir addır.)
Ma’in’deki doğuran kadınların veya ölmek üzere olan insanların korunmaları için konuldukları etrafı sütunlarla büyük çevrili geniş bahçenin ortasına tapınak inşa edilmiş yüksek tepeler üzerine kurulu ibadethanelerde “iyileştirici, şifa verici” olarak  Sabi kabileler birliğince kutsal olan  “Sum’ay’ın da koruyucusuydu.
Güney Arabistan’daki tapınılan diğer kuzey Arap tanrılarından olan Dü Semavi (İlahi-Göksel Bir) de Bedevi kabilelerinin sürülerinin çok olması için heykeline deve kurban ettikleri bir tanrıydı.

50-Wadd (Ar); Ma’in’deki milli tanrı Wadd (aşk) muhtemelen kuzey Arabistan’daki ay tanrısıydı Başının arkasında “Hilal ay” veya  “Venüs diski” bulunan, sihirli formülü “Wd’b=Wadd babamdır” olan yazısı amuletlere  ve binalara yazılan tanrıdır. Mina’da, LLUMQUH-İllumkuh, Amm ve Sin ile birlikte tapınılan aşk ve dostluk tanrısı. Wadd için yılanlar kutsal hayvanlardı. Nuh-71/23de de geçmektedir.
Waad için yılanların kutsal olduğuna inanılırdı.
 Nuh Suresi 23 - Dediler ki: "Sakın tanrılarınızı bırakmayın, ne Vedd'i, ne Suva'ı ve ne de Yeğus'u, Yeûk'u ve Nesr'i."

51-Yam (İbr.Deniz); Denizlerde felaketlere sebep olan fırtına tanrısı.
52-Yaribol= Melekbel
53-Ye’ük (Koruyucu)= Nuh suresi 23.ayette geçen Nuh peygamberden Muhammed zamanına kadar  tapınıldığı belirtilen Yezid Arap tanrısıdır. Yeük  Süva ile birlikte “At Şeklinde Tanrı” olarak Yemen’de tapınılmıştır, kültü başka yerlere götürülmemiştir.  Bronz heykelleri ve heykelcikleri eski mezar lahitlerinde bulunmuştur. Ne Yeük’ün ne de Süva’nın adları özel adlarda ortaya çıkmamaktadır. Nuh’tan Kuran’a kadar geçen zaman içinde tarih sıraları arasında karışıklıklar vardır. Encyclopaedia of Religion and Ethics, op. cit., p. 663.

54-Yegüs (Yardımcı) =  Aslan şekilli tanrıdır.Nuh Suresi 23.ayette geçen Yezid Arap tanrısıdır. Bu ayetten adının “yardımcı” anlamına geldiği anlaşılır. Nuh zamanından beri tapınılan tanrılardandır. Eski çağlara ait herhangi bir izine rastlanılmamışsa da yakın dönemlere ait Yemen’de  ve ön kuzeydoğu Arabistan’ın çeşitli yerlerinde  Tahilip kabilesince bile “Abd Yegüs” adıyla  tapınıldığına tanık olunmuştur.

55-Zilhicce Halasa (Arapça)- Görevi belirsiz bir güney Arabistan tanrısı. Beyaz bir taş şeklinde ona saygı duyuldu.


Arap Dinlerinde Olağanüstü Varlıklar;
RUHLAR
“Merid (Arapça)=Büyük güçleri olan en güçlü cin olduğuna inanılırdı.Hatta çok da gururluydular.Her cin gibi serbest arzuları olsa da zor ev-tarım işlerini yapmaya zorlanabiliyorlardı.Ölüler için büyük dilekleri yerine getirebilme yetenekleri  vardı ancak,bazı ayinlerle gönüllerinin alınmaları,abartılmaları veya bir yere hapsedilmeleri gerekmekteydi. Yağcılığı sevdikleri apaçık.
İfrit (Arapça) =Bütün kurnazlıklarına ve güçlerine rağmen şeytanların ve meleklerin aşağısında kabul edilen cehennem sınıfında değerlendiriliyorlardı.Bir ifrit ateşten kocaman kanatlarıyla tarif edilir,yer altınde veya harabelerde yaşardı.Erkek veya dişi olabiliyorlardı. Çöllerde krallarının idaresi altında kabileler,boylar şeklinde yaşadıklarına inanılırdı.Kendi aralarında veya insanlarla evlenirlerdi.Sıradan silahların onlar üzerinde hiçbir etkisi olmamasına rağmen büyü yolu ile hapsedilebilip yakalanabilmekte,köleleştirilebilmektedirler. Tanrıya inananları ve inanmayanları olabileceği gibi kötü huylu ve ahlaksız olarak tasvir edilmişlerdir.
CİNLER;
CİN (Arapça) =İyi veya kötü dilekleri yerine getirebilme güçleri olduğuna inanılırdı.Kötü cinlerin insanı yoldan çıkardığına inanılırdı.
Keldanilerce de insan ırkını koruyup himaye eden dört cin Şunlardır.
1-
Sad-Alap ya da Kirub İnsan yüzlü bir boğa ile temsil edilirdi.
2-Lamaş veya Nigal İnsan kafalı bir aslan (sfenks) ile temsil edilirdi.
3-Ustar Tamamen insana benzerdi.
4-Nattig Kartal başı ile temsil edilirdi.

Şimdi,bu kültürün Tevrat’a yansımasını görelim;
Tevrat-Hezekyel Bölüm1
Hez.1: 10 “Her yaratığın dört yüzü vardı: Önde dördünün yüzü insan
yüzüne,
sağda dördünün aslan yüzüne, solda dördünün öküz yüzüne,
arkada dördünün
kartal yüzüne benzer bir yüzü vardı.”

Şimdi de Kuran’da “Cinleri” görelim;
CİN SURESİ

8-“Doğrusu biz cinler göğe erişmeye çalıştık.Fakat onu sert bekçilerle alevler ve meşalelerle doldurulmuş bulduk."
9-“ Göğün dinlenmeye mahsus bir yerinde oturduk.;ama şimdi kim dinleyecek olsa kendisini gözetip duran ateşten bir ok buluyor.”
10-“Biz yerdekilere kötülük mü murad edildi?yahut Rableri onlara bir iyilik mi dilemiştir.Bilmeyiz.”
Sizce iyilik midir,kötülük mü?”
Rahman Suresi:
33- “Ey insan ve cin toplulukları Göklerin ve yerin çevresinden kaçmaya gücünüz yetiyorsa kaçın hadi! Ama Allah’ın verdiği bir güç olmadıkça kaçamazsınız ki!”

Zariyat Suresi;
56. “Ben, cinleri ve insanları bana ibadet etmeleri/benim için is yapıp deger üretmeleri dısında bir sey için yaratmadım.”
57. “Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni yedirip doyurmalarını da istemiyorum.”

Rahman Suresi;
14- Allah insanı yanmış kerpiç gibi kuru bir çamurdan yarattı.
15- Cinlerin yaratılışı da yalın bir alevdendir.

Sümer’de Cinler;

Kızı İnanna’nın ablası Ereşkigal tarafından “Yeraltına-Cehenneme” alındığını öğrenen Enk,kızını kurtarmak için Cinleri çağırır ve onlar giderler;
Enki:
“Gidin yeraltına hemen.Sinek gibi geçin kapılardan.Yeraltı kraliçesinin odasına girin…” emrini verse de yeraltında da cinler vardırlar ve yerine karşılık isterler ve İnanna’yı “yerine birini bırakmak şartıyla kurtarırlar;
Cinler:
Yeraltından kimse çıkamaz. İnanna çıkmak isterse,yerine birini bırakmalı.Biz yemeyiz içmeyiz,hediye istemeyiz,çiftleşmeden zevk almayız,çocukları öpmeyiz…”
Şeklinde kendilerini tanımlarlar.


CANAVARLAR
Nesnas (Arap) =Yarım başlı,yarım vücutlu,tek kol,tek bacaklı çevik yarı insan yaratıklardı. İnsan şekilli Şik adlı bir şeytandan ürediklerine inanılırdı.
Gul (Arapça) =Çölde oturan değişken şekilli,en çok da sırtlan şeklinde görülen bir şeytandı. Dikkatsiz gezginleri çölde öldürüp yerdi.Önceden yenmiş yiyeceklerinin artıklarını, ölüleri, yer,kan içer,mezarları soyar,çocukları avlardı.Sonraki geleneklerde,mezar soyguncuları da “Gul “ olarak adlandırılmışlardır.
Bahamut (Arapça) =Fil veya hipopotam başıyla tasvir edilen yeryüzünü taşıyan balıktı. Greklerin Atlas’ı bundan esinlenilerek uydurulmuş olabilir.

TAŞLAYARAK İBADETİN KÖKENİ

İslam Öncesi Kaynaklarda;

Ürdün -Akabe (EY LAT) körfezi-Kızıldeniz’in kuzeyi ile-Lut Gölü arasında bulunan taştan oyma,’İ.Ö.600’lerde tahminen inşa edilmiş,İ.S.200’lere kadar da ,Nebatilerin baş kenti  olmuş Petra şehri.Baş erkek tanrı Duşara,El Lat,El Uzza ve Menat  adlı kızlarına tapınıldığı, ”taşlayarak ibadetin” (şeytan taşlama) yapıldığı bir yerdi.

İ.Ö.190’da yaşamış,İskenderiye’li Kleement (Clement of Alexandria) bahsettiğine göre “Arapların tapınma taşı” vardı,Petra’daki Duşare tapınağındaki siyah bir taşı taşlıyorlardı.
İki tekerlekli bir savaş arabası üzerine konulmuş bir kişinin oturabileceği çevresi açık bir dikdörtgen kafesin içinde bir bez üzerinde taşındığını gösteren İ.Ö.2.yy.ait Roma paraları bulunmuştur.
Gök savaşları sırasında yere düşen Allah’ın gözü olduğuna inanıldığı da söylenilir.
Hz. Muhammed'in Hacer-ül Esved'i peygamberlik
öncesinde Kâbe duvarına koydurmasının temsili resmi

İ:S.2.yy.’da,Maksimus Tirus,”Araplar ne olduğunu bilmediğim dört köşe bir taşa bağlılık gösteriyorlardı.Maksimus,siyah bir taşı içeren Kabe’den bahsediyordu.”
Bu siyah taş,bu gün Kabe’nin doğu duvarında gömülü bulunmaktadır. Osmanlı zamanında altından olan muhafazası bu günü gümüştendir. Çünkü hacılar hatıra diye parçalar kopararak götürmektedirler.

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde;
Evliya Çelebi (D:25.Mart 1611,Ö:1683 sanılıyor.Mısır) Seyahatnamesinde “taşlayarak ibadet” konusu şöyle geçmektedir.;
“...Arafatta bayram namazı yoktur.Kurban bayramı dedikleri arife günüdür ki,o gün Arafatta hutbe okunur.Meş’ar-i Haram’da durulan vakfe bayram namazı yerine geçer.Kul hakkı burada bağışlanır denilir.
Mine Pazarı Menzili Evsafı= Burada bütün hacılar çadırlarında üç gün üç gece bu Kurban Bayramında durdular.Herkes Cemratlarına,kurban ve tavaflarına başlarlar.

Mine Pazarında Hacılara Fraz,Vacip,Müstehap ve Sünnet Olan Makamları Beyan Eder;
Mine pazarında Mescid-i Havf’tan tarafa dönüp hiddet ile yedi taş ata ve şu duayı okuya;
Bismillahi ekber rağmen lişşeytaan ve hizbeha--Şeytan’ın muhalefetine rağmen Allah’ın adı uludur” anlamındadır..Buralarda tekbir ve tehlil yapılmazÇünkü,Mel’un şeytana taş atma yeridir.Sonra orta cemre,sonra Akabe cemresi ata.Kurban bayramının ikinci günü ata binerek şeytan taşlaya.Üçüncü günü yine piyade (yaya) taşlaya.Üç günde 63 taşı tamamlamak gerektir.
Bayramın birinci günü şeytan taşlamanın sebebi şudur;

Hazreti İbrahim,İsmail’i alıp Allah emriyle kurban etmeye götürürken şeytan gelip Hz.İsmail’e –“Baban seni boğazlamaya götürüyor,sakın razı olma..” der.İsmail de “-Emir Allah’ındır” diyerek şeytanı taşlar.İkinci günü taşlama Hz.İbrahim’den,üçüncü günü taşlama Hz.İshak’tan kaldı.
Bazı müfessirler şöyle yazmışlardır;

“Bu taşlama yerleri Mine pazarı içinde yol üzerinde alçak bir yerdir.Üçüncü yeri kârgir,geniş bir binadır.Ama dostlar bunda bir hikmet vardır.Yüzbinlerce hacı üç gün boyunca üçer kere yedişer taş attıkları halde hacılar gittikten sonra taşlardan eser kalmaz.Bütünşeytanlar taşları taşıyıp kırlara atar derler.
İlk taşlamadan sonra çadırına gelip kurban kesilir.
Hacer-ül Esved’i öpmek sünnettir.Hayz gören kadınların tavafı “sakît” olur.

Hacer-ül Esved;

Hacer-i Esved,yerden iki zira yüksektir.Rengi,siyahtan açık,neftiye çalar,noktalı bir taştır.Hacer-i Esved,Kabe’nin doğu tarafında Mekke’ye şeref vermiş,gayet cilalı,yumru bir taştır.Pare paredir (parça parça).Sebebi,Ashab-ı Fil ile Ebrehe melunu gelip beyti şerifi yıktı.Hacer-i Esvedi de böyle yaraladı.Ama Cenab-ı Hak,Ebabil kuşları ile cehennemden birer taş gönderip havadan attılar,hepsi mahvoldular.Sonra Haşimiler,beyti şerifi yeniden yapıp,Hacer-i Esved’i satın aldılar.
Ama Karamita Haceri Esved-i götürüken yetmiş deve helak oldu.Yerine korken kırılan yerlerine gümüş akıttılar.
Resul-ü Ekerem,Hatim içinde secde edip yerdeki .....sonra Nebiler anası Hacer Ana H.zİsmail’in anası,Hz.İbrahim’in Mısır’lı  esir prenses köle karısı) ruhu için el fatiha denip o yeşil mihrap taşın sağ tarafına işaret buyurup dua ederlermiş.Hz.Hatice ve Hz.Ayşe bunun nedenini sorduklarında,Resul-ü Ekrem, buyururlarmış ki,”-Hacer ana burada gömülüdür.” Hz. Hatice ve Ayşe’den rivayet edilen hadistir.

Resulü Ekrem Mekke taşlarından itibar ettiklerinden biri de Hacer-i Esved ile beyti şerif arasında ki mültezem’dir.Cahiliye devrinde hakim yokken,davalı ile davacı buraya getirilirlermiş.Zalim ise bu taşa el süremezmiş,el sürse helak olurmuş.Burada yapılan dua beddua kabul olunurdu.
Bir de beyt kapısının sağ tarafında rüknü ırakiye yakın temel dibinde dört köşe bir çukurcuk vardır.Hz.İbrahim orada çamur çıkarmıştır.Bu makama “ma’cene” derler.

Kaynak Evliya Çelebi Seyahatnamesi S.171-172-174

Bunu da ek olarak veriyorum.

Arapların Türk Hacı Katliamları;
“...Zamanımızda kadın taifesinin kabesi,doğup büyüdüğü kapısının eşiğinin iç yüzüdür.Dışarı çıkmaya.Çünkü bu Kâbe yoluna çıkanlar,kadınların neler çektiğini bilirler.Mesela Konakçı Ali Paşa senesinde Reşit oğlu adlı Araplar,hacıları vurup nice ehli ırz kadınları,cariyeleri,üryan edip,götürüp inciterek o nazlı hatunlara hizmet ettirdiler.Nicesi öldü,nicesi para verip kurtuldu.Nicesi orada kalıp evlat sahibi oldular.Hakirin bu tasvirifarza aykırıdır ama yüreğim yanıktır.O faciada hakir bulundum,gözümle gördüm.”
Kaynak -Evliya Çelebi Seyahatnamesi C.9 .S-161 ve 165.


Hacer-ül Esved Hakkında Diğer özet bilgiler;

Hz.Muhammed’e de peygamberlik gelmeden önce yapılan kabe onarımında ,Kureyşlilerin bu taşı Kabe duvarına yerleştirmek için “hak sahibi olma” gibi kavgaya düşmeleri üzerine, sonunda Kabe avlusuna ilk girenin fikrine uyma kararı alırlar.Biraz sonra ilk giren de Hz.Muhammed olur.Buna,Mıuhammed’in tarafsız kişiliği,adil kararları ile sevilen hem de kendilerinden olmalar yüzünden çok sevinirler.Hz.Muhammed onlara,taşı bir kumaş üzerinde hep birlikte kaldırarak yerleştirmelerini önerir.Onlar için mükemmel bir çözümdür.Taşın “kumaş üzerinde taşınması” ilkesinin geçmişini Kureyşlilerin unutmaları ilginçtir.

Kabe’nin doğu köşesinde bir buçuk metre kadar yükseklikte bulur. Hacer-ül-esved zaman zaman bazı kötü niyetli kimselerin saldırısına da maruz kalmıştır.İ.S.756’da çıkan yangın esnasında bazı parçaları düşmüştür. Hazret-i Ebu Bekir’in torunu Abdullah bin Zübeyr Haccac (Haccac-ı Zalim), bu parçaları gümüş muhafazalık içine koyarak yerine yerleştirmiştir.
İslam aleminde sapık inançlarını yaymak isteyen Karmatilerin reisi Ebu Tahir Süleyman,İ.S.929’da Kabe’yi basıp tavaf edenleri de kılıçtan geçirerek, Hacer-ül-esved’i alıp Bahreyn’e götürdü. 22 sene sonra vücudunda çıkan yaralardan korkarak, Kabe’ye geri getirdiği söylense de başka bir rivayette;.
İ.S.218-Sezar- Mark Antonıus dönemi Roma parasında
Hacer-ül Esved'in Karataş'ın taşınma işlemi resmedilmiş.

Karmatilerin reisi Ebu Talip El Karmatinin (Hacer bölgesi,bu gün) Bahreyn’de Kabe yolunda bulunan kendi camisi olan “Mescid El Dirar’a” bu taşı koyduğu,ancak hastalığı yanında, Abbasilerden aldığı fidye ödemesi sonrasında, Kufe Cuma Camisinin bahçesine “Emir üzerine aldık,emir üzerine getirip teslim ediyoruz” denilerek  bir çuval içinde fırlatıldığı ,bu yüzden yedi parçaya ayrılarak parçalanan taşın yapıştırıldıktan sonra yerine konduğunu Osmanlı tarihçisi Kutb El Din tarafından 1857’de yazılmıştır. taşın gerçekliği-değiştirilip değiştirilmediği konusunda başta İran olmak üzere Müslüman ülkeler arasında sorunlara da neden olduğu geçmektedir
Hz.Ömer’in taşı öpme faslı Abis Bin Rabia’nın anlatımına göre şöyle anlatılır;

Hz.Ömer bir gün taşın yanına gelerek onu öper ve –“Senin kimseye ne zararı ne de yararı dokunabilecek kara bir taş olduğundan şüphe yoktur.Ama,Allah’ın peygamberi seni öpmeseydi ben de öpmezdim” demiştir.Bence doğru demiştir.Öpülmeseydi daha iyiydi.
Bu gün hacılar,sağdan sola daireler çizerek Kabe etrafında yaptıkları her tavafta bu taşın yanından geçtikçe;
-“Seni değil Hz.Muhammed’in yüzünü öpüyorum” diyerek öperler.Bu taş öpme geleneğinin İslam öncesi kaynakları da vardır. Araplar,eskiden taşladıkları bu taşı şimdi öpmektedirler.
İbni İshak’ın “Siret-ül Resulallah-Hz.Peygamberin Hayatı” kitabından alıntı.)

Tenya  denilen bir asalak var.Bu asalağa sahip olan bir insan ile “tokalaşmak” hatta onun tuttuğu kapı tokmağını,ya da her hangi bir eşyayı tuttuğunuzda dahi diğer insana geçen,kalın barsakta büyüyen,10-15 yıl içinde de barsağı patlatıp iç kanamadan öldüren bir asalaktır bu tenya.
Verdiği tek rahatsızlık ise “oturunca uyutmak ve uyuduğunda ağız suyunu akıtmaktır”.
Ne ağrısı ne sızısı vardır.Hiç rahatsız etmez.Çok uyumludur.15 yılda öldürmek dışında hiçbir kötülüğü yoktur.
On binlerce insanın ard  arda bu taşı öptüklerini göz önüne getiriniz.Bunların içinde her tür hastalığa ait virüsleri taşa yapıştırdıklarını ve bütün hacılara bu virüsün bulaştırdıklarını düşünün.Hacca gidenler arasında ölüm olaylarının bir nedeni de ortaya çıkmış olmaktadır. Gittikleri her yere bu virüsleri taşıdıkları bir gerçektir.
Ama gel gör ki ortada “din” adlı bir gerekçe var ki bütün sağlık,tıp,bilim kurallarını, önlemlerini çiğneyip geçiyor.Kimseye bir şey anlatamazsın.

Hacer-ül Esved’in Olası Kaynağı -(KARA TAŞ)

Kopengag Üniversitesinden Elsebeth Thomsen,1980’de yaptığı bir incelemede bu taşın, Mekke’nin 1100 km doğusunda Vabar’da bulunan Rubel Hali çölüne 6000 yıl kadar önce düşmüş,çarpma sonucu parçalanmış cam parçası olabileceğini öne sürerek bilinen teorilerin aksine farkıl bir yaklaşım getirmiştir.
Sovyet Casusu Kim Philby’nın babası gezgin Harrty St.John “Abdullah” Philby,Suudi Arabistan’ın güneybatısında Rubel Hali’de, 1932’de “boş bölge” olarak bilinen yerde Kuran’ın Hud Suresinde geçen olaylarla ilgili araştırma yaparken bölgenin adını Vabar koymuştu.Adı Arapça “El Hadida” (Demirin Yeri) efsanesinde geçen ve demirden iki deve heykelinin bulunduğu eski bir yerleşim yerini arıyordu.Aylarca süren ve birkaç devesinin de öldüğü yolculuğun sonunda yarım km.çapında bir toprak parçası üzerinde yığınla kum taşları,siyah cam ve demir meteroit yığınlarına den geldi.Burasının haritasını çıkardıktan sonra bu yerin bir volkan krateri olduğunu yazdı ve birkaç numuneyle İngiltere’ye döndü.Biritish Museum’dan Dr.Leonard James Spencer daha sonra burasının meteor çarpması sonucu oluşmuş bir krater olduğunu tespit etti.
Philby’nin getirdiği 25.librelik demir yığının yapılan incelemsinde %90 demir,%5 nikel kalanının da bakır,kobalt gibi elementlerin yanında % 0.0006 oranında oldukça yüksek kabul edilen iridyum olduğu tespit edildi.Bu elemente Siderofil adı verildi ve bölgeye Vabar Meteorit çarpma bölgesi denildi.
1937’de Aramco şirketinin jeologları bir araştırma yapmak istediyseler de Philby,demir bloglarının olduğu bölgeyi tam olarak bulamadı.

1966’da Aramco (Arap Amerikan Petrol Şirketi) çalışanı James Mandavılle bölgeyi ziyaret etti.2045 kg.ağırlığında,3.5.feet (“1”.m.kadar) çapında ,atmosfere mermi gibi girdiğinde yanmaktan dolayı koni şeklini almış olduğu ve kuma gömüldüğü sanılan  oldukça büyük bir parça buldozerle ortaya çıkarıldı ve resimlendi.Daha sonra daha küçük bir meteoritin bulunduğu Dahran’a geçildi.Bölgeye 1982 ve 1994’de tekrar keşif gazileri düzenlendiyse de çağdaş teknolojiye rağmen çöl fırtınalarını kumları taşımasıyla değişen arazi şartları yüzünden bölge bulunamadı.Bölgede toplam ,116m,64m ve sonuncusu Arap-Amerikan jeoloji heyeti olarak da biline  Zahid keşif gezisi sırasında  11m çapında olmak üzere üç krater tespit edildi.
Elde edilen parçalar Suudi Arabistan Milli Müzesine konuldu.
Bölgede bulunanların dışında,çarpmaya dayalı katmerli kaba yarı kumtaşı tabakası gibi görünen toplar halinde siyah cam cürufları bulundu.Bölgenin hiçbir yerinde başka demir veya maden bulunmadı.
Camın %90’ı çarpma sonucu oluşan ısıdan araziyi kaplayan kumlardan,%10’u da meteora ait demir, nikelden oluşuyordu.Meteor’un atmosfere girdiğinde 3.500 ton ağırlığında olduğu,tahminen 40.000 veya 60.000 km /saat hızla yere çarptığı sanılıyor.Etkisinin Hiroşima’ya atılan atom bombasının gücünde olduğu sanılıyor. Olayın binlerce yıl önce gerçekleştiği sanılıyor.(http://en.wikipedia.org/wiki/Wabar_craters)

Türkçeye çeviren ve derleyen;

Alaeddin Yavuz /Keykubat

Kaynaklar;


1.    Karen Armstrong (2000,2002). Islam: A Short History. pp. 11. ISBN 0-8129-6618-x.
2.    ^ The Book of Idols (Kitāb al-Asnām) by Hishām Ibn al-Kalbī
3.    a b L. Gardet, Allah, Encyclopaedia of Islam