Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Haziran 2011 Çarşamba

SECIMLERIN ARDINDAN ULKEMIZ VE DUNYADAKI GELISMELER

SEÇİMLERİN ARDINDAN ÜLKEMİZDE VE DÜNYADAKİ GELİŞMELER

12.Haziran.2011 genel seçimlerinin ardından, meclis te tatilde olduğundan yeni seçilen milletvekilleri halen mazbatalarını almaya devam etmektedirler.

Diğer yandan terör örgütü endeksli BDP’nin “6”, CHP’nin “2” ve MHP’nin “1” milletvekilinin durumları ise yavaş yavaş kesinleşmeye başladı.

Önce BDP milletvekili Hatip Dicle’nin terör örgütü ile derin bağlarından dolayı aldığı 20 aylık hapis cezası gerekçesiyle milletvekilliğinin düşürülmesini diğer milletvekillerinin de cezaevinden çıkmalarını ve vekilliklerini engelleyen YSK kararı takip etti.

Bunu da Mehmet Haberal ile başbakan RE.T.E.’ye karşı “ayağa kalkmama suçundan” sanık generalin milletvekilliklerinin reddi izleyecek gibi görünmektedir.

İşte bu nedenle BDP ile “kader ortağı” olan CHP ve MHP ise mecburen Hatip DİCLE’yi savunma durumunda kaldılar. İlk açıklama CHP’li bayan Tamaylıgil’den geldi ve “yargının siyaseti belirleyemeyeceği” iddiası ortaya atıldı.

Oysa bütün hesaplar önceki genel seçimlerde AB-D baskılarıyla meclise sokulan BDP’li Sabahat Tuncel’in durumu göz önüne alınarak yapılmıştı.

AKP’nin YSK’sı ise bu resti görmüş ve Dicle’yi düşürerek Diyarbakır’dan bir AKP milletvekili daha çıkararak bundan sonra olacakların ilk işaretini vermiş oldu. Bu durum daha çok su kaldıracak gibi görünmektedir.

Nazımiye'de Saldırı sonrası
Mesela bu kararların ardından ülkemizde meydana gelen olaylara baktığımızda her şey ortadadır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun memleketi olan Nazimiye yakınlarındaki bir köy yakınında karayoluna önceden yerleştirilen uzaktan kumandalı bir bomba polis otosunu 20.m öteye fırlatmış, parçalarını 200.m. uzağa uçurmuş, içinde bulunan  Hakan Yavuz ile Gökhan Büyükaslan adlı iki polis memurunu şehit etmiştir.Topraklarında dinlensinler.

Mersin’de polis karakoluna yapılan bombalı saldırıda bir polis yaralanmış ve maddi hasar oluşmuş, Diyarbakır’da üç yere ses bombası atılmış, AKP il başkanının çocuğu kaçırılmış, AKP’den istifa etmesinden sonra geriye verilmiş, başbakan hakkında şikâyetler, eleştiriler uzayıp gitmiştir.

Buraya kadar olayların yorumlanmasında AB-D ülkeleri nasıl 1968- 1980 arasında “tam bağımsızlık ve sömürge karşıtlığını savunan solcuları ANARŞİST” ilan ettiyse gene aynı siyasetle ANARŞİST ilan edilecekler listesine bu defa MHP de girmek üzeredir. Ancak MHP seçimler öncesinden tedbirini almış ve gece yarısından sonra veya geç saatlerde yayınladığı programlarda solcuları “inceden” hedefe oturtmuştur.

CHP ise 12 Eylül sonrası yeniden kurulmasından bu yana hazırladığı “Kürt açılımı projeleriyle” zaten halkın gözünde yediği “PKK’lı, Kürtçü” damgasını daha silememişken tekrar onlarla kader birliğine sürüklendiğini görememiştir bile. Her iki muhalefet partisine de dayatılan görevler bunlar olsa gerekir. Seçimlerden önce Kılıçdaroğlu’nun bir Tv kanalında kendisine sorulan;

- “Ülkenin bölünme tehlikesi var mı?” sorusuna;

- “Böyle bir tehlike yok!” cevabını vermesinden işbirlikçiliği belli olmuştu.

Herhalde, Amerikan uşaklığı sağ ve sol muhalefetimiz için geçici bir şey olmasa gerek!

Seçimlerden 50 gün kadar önce başbakan RE.T.E.’nin “Libya’nın işgal edilmesi akıl işi midir?” sorusuna hemen çözüm bulunmuş ve Libya işgali başlatılmış, bu günlerde Kaddafi’yi hizaya getirmeye iyice yaklaşmış olan mason küresel sermayenin ordusu NATO’ya bizim NATO ordusu olan ordumuz da “kerhen” (!) destek vermeyi de sürdürmektedir.

Yakında üç vakte kadar Libya’dan kesin sonuç alacağı kesinleşmiş olan mason küresel sermayenin ülkeleri olan AB-D hem bu ülkede hem de diğer ülkelerde, “50” yıllık diktatör ortaklarını yenileri olan başta bizim Bitlisli yezit Said-i Kürdi’nin adıyla yazılmış saçmalıklar ile yetiştirilmiş, teslimiyetçi papaz imamların yarattığı yarı Hıristiyan Nurcularla değiştirmek niyetindedir.

Hangi İslam ülkesine baksanız “İslam Baharı” adı verilen bu sözde “demokrasi” aslında “köleci- teslimiyetçi” zihniyete sahip sapıtmış köle mason kullarını olayların içinde görürsünüz. Adları ister Fethullahçı ister Nurcu ister başkası olsun hepsi bu mason dininin üyelerdir.

Libya’nın ardından sıranın Suriye’ye sıranın geldiği ise ülkemize göç eden Nurcuların, Yezidi Kürtlerin sayılarının 12.000’i aşmasından ve son olarak bu gün Suriye Dış işleri Bakanının Türkiye’yi suçlamasından, dün Rusya’nın “Suriye’ye müdahaleye karşıyız” beyanından da anlaşılmaktadır.

Öte yandan, 2002 ve 2003’de işgal edilen Afgan ve Irak’tan da yavaş yavaş çekilmekte olan NATO ordusundan görevi devir alacak olan “işbirlikçi yapılanmalar” ise yedi düvele bağımsızlık savaşı vermiş Atatürk edasıyla açıklamalar yapmaktadırlar.

İki gündür Afganistan’in işbirlikçi Cumbabası Karzai efendi ve kurmayları konuşuyor;

-“ABD Afgan topraklarında kendi çıkarları için bulunmaktadır ve terk etmelidir!” diyor ve Taliban ile El Kaide örgütlerini Afgan ordusu ve devleti ile birleşme konularında bir toplantıda birleştiriyordu.
Hamid Karzai

Bu gün Savunma bakanı;

-“Afganistan artık kendi sorununu çözecek güçtedir!”

Eee anladık, malum Obama bunun sinyalini vereli epey oldu zaten ve şimdi zaman doldu ya konuşun bakalım işbirlikçiler, konuşun!

Ama Gazne’de yapılan bir saldırıda bu gün “9” Afgan askeri de öldürüldüğünü de ajanslarda gördük.

Irak ise bir başka alem güler misin ağlar mısın?

AB-D NATO saldırılarını davet eden ve yıllardır işbirlikçilik yapan Ahmet Çelebi’nin tarikatından petrol konularında bakan olan soyadı da Çelebi olan bir işbirlikçi bir haftadır ABD’yi hırsızlıkla suçluyor!

Suç;

“Amerika Irak’ın “18.milyar” ADB Doları petrol parasını çalmıştır geri istiyoruz!” Haydee ne bağımsızlık mücadelesi ama değil mi?

Millet zaten savaşlardan, yokluktan, günde “8” saat verilen kısıtlı elektrikten bırakın dünya ile ilgilenmeyi donunun söküğünü dikmek için sabahı bekler hale gelmiş olduğundan bu “kofti çıkışları” yer mi yer!

Ama durum hiç de öyle değil sadece dün bu gün gene Irak’ta “20’nin” üzerinde insan patlamalarda hayatını kaybetti. Nato askerleri hem Irak hem de Afganistan’da “Er George Baskınları” adını verdikleri gece yarısı baskınlarını ve gündüzleri ev aramalarını da aralıksız sürdürmektedirler. Yani direniş devam ediyor.

Öyle görünüyor ki Araplar işbirlikçi Kürtlere devleti pek de kolay yedirmeyecek gibi görünüyorlar.

Geçen yıldan beri Kuzey Kore’yi tehdit etmeye devam eden ABD ordusu Çin’in tepkisi ile biraz geri adım atmıştı. Bunu Çin ve Amerika’da art arda gelen çok sayıda insanı mağdur eden sel baskınları takip etmiş daha “15” gün öncesinde Çin’de 500.000’den fazla Çinli yeni yerleşim yerlerine yerleştirilmiş, yüzlerce insan sellerde kaybolmuştu.

İnsan sayısı Çin kadar olmasa da ABD’de sel baskınlarından milyarları aşan Dolarlarla ifade edilen maddi ve insan kayıpları yaşamıştı.

Artık deprem, sel felaketi gibi doğal olayları da “savaş türleri” içinde algılamak zorundayız. Çünkü doğaya hükmetmek artık bir gerçektir.

ABD bunlarla da yetinmedi ve iki gün önce ABD sömürgesi olan Filipinler donanması Güney Çin denizinde devriye gezen bir Çin askeri gemisine müdahalede bulundu, ardından Filipinler güney Çin Denizini kendisine ait “Batı Filipinler Denizi” olarak ilan ediverdi.

Tabii ki ortalık karıştı ve hemen büyük ağabey ABD devreye girdi ve “ikili görüşmelere” dayalı bir siyasi çözüm önerdi.

Evvelki akşam Çin’in resmi yayın organı olan İngilizce yayın yapan Çin CCTV9 tv’sinde durum bir saat kadar ikisi Çin’li olmak üzere Filipin Savunma Bakanlığından bir bayan profesör ile Beyaz Saray’dan bir uzman arasında tartışıldı.Küresel sermayenin petrol iştahı konuşuldu.

Sonuç mu sonuç “ikili görüşmelere” devam!
Güney Çin Denizi

Bu ne demek mi oluyor bu ABD’nin Çin’in başına yeni bir sorun daha demek oluyor, Armagedon savaşlarına bir adım daha demek oluyor!

Avrupa kıtasında ise komşumuz Yunanistan’ın iflasına AB’nin “12.milyon” Avroluk yardım kararı Yorgo Papandreu’yu olanlardan “AB’yi” suçlamaya kadar götürdü. Yunanistan durulacak gibi görünmüyor.

İspanya’da sayıları yüzbinleri aşan kitleler işsizlik ve ekonomik krizler nedeniyle hükümeti ve AB’yi protesto ediyor.

Libya saldırısına “İki dünya savaşı çıkardık, bu Haçlı Seferine Katılmayalım” diyen Almanya birden karşılaştığı “EHEC Virüsü” nedeniyle önce İspanyol sonra Polonya ve Romanya hıyarlarını suçladı, sonra temize çıkardı. Fatura 200. Küsür milyon Avro.

İspanya Almanya’dan tazminat istemeyeceğini açıkladı.

Bu arada Almanya’nın 1915 ve 1939’da üstlendiği “iki dünya savaşındaki” rolün Türkiye’ye biçildiğini de son ABD News Week’te yayınlanan Osmanlı Haritasından sonra görmeyenler varsa görsünler.

Siyasetçilerimiz belki de milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanacak pis senaryolardan oluşan bu işbirlikçiliğin sorumluluğu altındadırlar. Ayrıca İran’ın da bu senaryoda olduğunu açıkça belirteyim.

Bu çok sinsi bir şeytan oyunudur. Malum masonlar şeytana taparlar derler!

Görüldüğü gibi küresel sermaye kendi “işgal ve soykırım suçlarını” yasallaştırmak için ortaklık teklif ettiği ülkeleri her ne bahasına olursa olsun zorlamayı sürdürmektedir.

İran bildiğimiz gibi şimdi de savaş- savunma sanayi kurmaya karar vermişler yeni protot tip uçaklarını sergiliyorlar diğer yandan Avusturya’da toplanacak Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu kararıyla ilgilenirken de kadınları hoşnut edecek bazı uluslararası organizasyonlarla da sempati çekmeyi sürdürmektedir.

Ama 2002’de yavru Bush’un ilan ettiği “5” Şer Ülkesi olmaktan halen kurtulmuş değillerdir. İşgali Suriye’den ya da bizden önce mi, sonra mı yerler hep birlikte göreceğiz.

Dünyaya şekil ve düzen veren güçlü ülkelerin siyasetçilerinin yüreklerine merhamet bizimkilerin de bunları önleyecek anlayış ve izanda olmalarını dilemekten başka yapacak bir şey varsa o da halkların küresel sermayenin mallarını protesto edip almamalarını, yabancı bankalarla ilişkilerini kesmelerini, her türlü sivil tepkiyi medenice göstermelerini beklemektir.

Saygılar!

Keykubat/adilyargic

18 Haziran 2011 Cumartesi

MANDA TURKIYE KULTUNDE AKP DUMENLERI



 MANDA TÜRKİYE KÜLTÜ ÜRÜNÜ AKP’NİN ŞEYTANİ DÜMENLERİ 



Hiç hesapta yokken, Genelkurmay başkanı olması muhtemel generallerin emekli edilmeleri ve bazı sistem operasyonlarıyla tasfiyelerinden sonra Genel Kurmay Başkanı olarak ordunun başına geçen, şartlar olgunlaştıktan sonra(!) 12.Eylül.1980’de devlet idaresine ABD emirleriyle çöken, Atatürk dönemi Dersim sürgünlerinin yoğun olduğu Manisa İlimizden yetişmiş Kenan Evren dün mahkemede sözde sorgusunda verdiği “ifadesinde” durumu şöyle açıklamıştır.

-“Söyleyin Amerika’ya duruma el koyuyoruz!”

Ne yiğitçe bir ifade değil mi?

Ardından sol hareketin üzerinden silindir gibi geçmiş, ayıp olmasın diye birkaç da Ülkücü genci de haşlayıvermişti. Hani “millet işi aymasın” kabilinden.


İlk Bölücü Kenan Evren'in "8" parçalı Türkiye Haritası.(Sabah Gzt.)

Durum gerçekten de buydu ve 1815’lerden beri İngiltere- ABD- Rus Çarlığı destekli Süryani, Ermeni, Arami ve Yezidi Kürt * isyanları ile Osmanlı’yı çökerten kurtuluş savaşımızdan, cumhuriyetin ilanını takiben Atatürk’ün bağımsızlıkçı siyasetlerinin engellenmesinde “26” isyanla rol almış, sekiz dinin birleştirilmesinden oluşan İran Yahudilerinin Mason dini Bahailik (Nurculuk) ve Bitlis Yezidi Said-i Kürdi üzerinden oynanan Vatikan- Mason tarikatları işbirlikçisi “Nurculuk” dinini Kenan Evren gene Tunceli Çemişkezek kökenli Turgut Özal işbirliği ile Erzurum’un dönme Ermeni’si Fethullah Gülen üzerinden bütün Türkiye ve İslam dünyasına takdim etmişti.

*(Şeytana tapan ve Kürtlerin üstün ırk olduğunu, Hicaz Arapları ile Yahudilerin de mevalisi-kölesi olduğuna inanan 12.yy başlarında Haçlılarla işbirliği yapan Halife Mervan soyundan ve kendisine Hekkari’nin Tanrısı ve Tanrı Şeytan diyen Emevi Şeyh Hadi El Hekkari el Emevi’nin uydurduğu, inanç temeli Hicaz Yezidiliği ve Yahudiliğe dayanan Kürt dini. Kürtçülüğün temeli bu dindir.)

Bu oyunlar, Kenan paşanın elini öperek ardından ABD Mason devleti ziyareti yaptıktan sonra geri dönüp Genel Kurmay Başkanı, siyasi parti başkanı ve sermaye sahibi olan yeni bir “Manda Türkiye” kültürü yarattı.
Mason-Yahudi ADL'den Cesaret  madalyası aldı.

İşte bu kültür sözde “Atatürk’ün kurduğu devlet” bütün değerleriyle varmış gibi onu korumak ve kollamak yalanı ile “gerici- irticacı” olarak adlandırdığı bu mason dini Nurcularını “Müslüman” göstermekte ve halka kabul ettirmekte başrolü oynadı.

O zamanlar yeni piyasaya sürülen RE.T.E* efendi, İstanbul Belediye Başkanıyken Diyarbakır ilinde bir konuşmaya gönderilmiş, Mehmet Akif Ersoy’un “Minareden Süngü, Camiden Kışla, Kubbeden Miğfer” temalarını işleyen şiiri ile sözde “İslam Devriminin” yani Mason Din Devriminin propagandasını yapmaktan dolayı keskin (!) Atatürkçü, Kenan paşa-ABD kumandalı generallerin emirleri ve hâkimlerinin kararlarıyla tutuklanıvermişti.

İskoç Mason Locası- *RITE=RE.T.E.=Ayin demektir.


Ardından yapılan “mağdur” edebiyatlarına Çevik Bir adlı ABD uşağı, Kenan paşa ataması bir Yahudi soylu General de (şimdi AKP’nin ABD danışmanlığını yapıyormuş) bir mitingde dinlemeye gelen sıradan baş örtüsü takan bir kadının örtüsünü çıkarınca halkta “ordu din düşmanı” izlenimi yaratılmış, çakma “28 Şubat 1997” dümeniyle Refah-Yol hükümetine el çektirilmiş ardından sözde cezaevinde olan RE.T.E. efendi yandaşlarına da AKP kurdurulmuştu. Bunu mevcut ANAP-MHP-DSP hükümetine “ekonomik krizler” operasyonu izlemiş halk “Atatürk-Sol-Demokrasi” kavramlarından yıldırılmıştı.
03.Kasım.2002’den beri hükümetin başında olan AKP gene aynı kadronun yarattığı “mağdur” edebiyatı ilke pohpohlanmış, küresel mason sermayenin işbirlikçilerinin “hataları örten” destekleriyle sürekli koruma ve himaye altına alınmıştır.
Devletin bütün kurumlarıyla küresel sermayeye teslim edilmesinden, devletin tasfiyesine kadar sinsi projelerin farkında olan Emekli generallerle kapıştığından da “emekli memurları” düşman ilan eden AK’nin İngiliz pasaportlu maliye bakanının (M. Şimşek) “Emeklilere fazla para hiçbir ülkede verilmez” tezi doğrultusunda bu gün gene bir icraatını ortaya koymuştur.

Hacca gitmek isteyen Konyalı bir vatandaş emekli maaşlarını hesabından çekmeyip biriktirdiği için “ÖLDÜ” diye adamın maaşını da kesmiştir.

08.Ocak.20011 günü Kars’ta konuşan başbakan RE.T.E’nin “UCUBE” diyerek beğenmeyip yıktırma kararı aldığı sözde “İnsanlık Anıtı” adı verilen heykelin hikayesi gerçekten rezilliktir. Bu konuşmanın ardından 26. Nisan.2011’de Kars Belediye Başkanı Nevzat BOZKUŞ’un, 272.000 TL ödenerek Afşin İnşaat adlı bir şirkete 24.5.m yüksekliğindeki bu heykelin yıkılmasını başlattığını basından biliyoruz.

12. Haziran.2011 genel seçimleri arifesinde çıkartılan bu “koftiden” kavganın arkasında sözde “muhalefet” kaya gibi durarak heykel savunuculuğu yapmış ve mason Müslümanı AKP’nin ekmeğine yağ sürmüştü.

Başbakan’ın şikayet ettiği bu heykeli gene kendi partisinden, o zamanki AKP’li Kars Belediye başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından 2006’da bir Ermeni dönmesi Mehmet AKSOY adlı heykeltıraşa 2005 yılında başbakan RE.T.E’nin meşhur “Ermeni Açılımı” kampanyası” gereğince yaptırılmıştı.
AKP’nin Kürt, Çingene, Alevi, Süryani ve Ermeni açılımlarıyla topladığı sevimsizliği ortadan kaldırmak için tam seçim zamanında “kendi yaptırttığı” heykeli gene “kendi” yıktırtarak vatansever olmayı becermiş ve ağzına bu güne kadar “Türk” adı almadan PKK ile girdiği kayıkçı kavgası da RE.T.E’nin dümeninin inandırıcı olmasını sağlamıştı.



Oyunu artık siz hesap edin, ABD emri mason projeleri uğruna önce bir Ermenistan’dan görünecek yükseklikte 24.5m.lik bir "UCUBE" heykel diktirip içimizdeki ve dışımızdaki Ermenileri ve yandaşlarını kazanıyorsun, seçim zamanı da bu "UCUBEYİ" yıktırarak gene “vatansever” olup çıkıyorsun.

Bu haberi yazdığım “Son Haber” internet sitesinin linkinde birden “I.P-İnternet Protokol” adresim banlandı ve haber gözümden kayboldu. 18.Haziran.2011, Saat tam 20.20.de.

Bu haberin linki; http://www.ensonhaber.com/karstaki-insanlik-aniti-tamamen-yikildi-2011-06-14.html
Mason AKP oyununa alet edilen UCUBE heykel.
Oysa açılımın başlarında Van Ak Damar da onarılınca bayağı işe yaramıştı.


Bu da Google’dan aldığım iletiler;
You are not authorized to view this page

The Web server you are attempting to reach has a list of IP addresses that are not allowed to access the Web site, and the IP address of your browsing computer is on this list.


Please try the following:
Contact the Web site administrator if you believe you should be able to view this directory or page.

HTTP Error 403.6 - Forbidden: IP address of the client has been rejected.
Internet Information Services (IIS)
Öleceklerini bilerek "GAZA'ya" giden bu adamlar resmen harcandı.
İkinci çakma olay da yolda geliyor!



Technical Information (for support personnel)
Go to Microsoft Product Support Services and perform a title search for the words HTTP and 403.
Open IIS Help, which is accessible in IIS Manager (inetmgr), and search for topics titled About Security, Limiting Access by IP Address, IP Address Access Restrictions, and About Custom Error Messages.
Oops! Google Chrome could not find www.ensonhaber.com
Suggestions:

· Access a cached copy of www.­ensonhaber.­com/­karstaki-­insanlik-­aniti-­tamamen-­yikildi-­2011-­06-­14.­html

·

Search on Google:

Haber alıntısı yaptığım sitede okurken, bilgisayarımda yazdığım yazılar okunuyor ve IP adresim engelleniyor.

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?

Evet ABD özgürlüklerinin pazarlayıcısı, “Derin Demokrasi” ya da “Derin Demosrasi (Midecilik)” yaşanan bir “sömürge” ülkede olur böyle şeyler.

Ne diyelim. Buna da şükür! :))

Adilyargicc/keykubat

Yazdıklarımı yurt dışında yaptığı görüşmelerde başbakan da doğrulamış;
 

10 Haziran 2011 Cuma

MILLI EGITIM BAKANLIGI MI MILLETI EMME BAKANLIGI MI

MİLLETİ EMME BAKANLIĞI MI MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI MI?

Birkaç haftadır, yurt dışında oğlunu okutan bir arkadaşımın ikinci oğlunu o ülkeye gittiğinde derdini anlatabilecek kadar İngilizce öğretmek gayesiyle eğitiyordum.
Öğrencim, lise 3. sınıf öğrencisi. Ne öğretirsem anlıyor ve örneklerle öğrendiğini gösteriyor.
İyi bir öğrenci. Epey bir zamandır iyiyiz. Ancak bu gün iş geldi, “sayılamayan isimler ve sayılabilen isimler” ile cümleler yapmaya.

Yani, “How much (Ne kadar), How many(Kaç tane- ne kadar), How tall(Boyun ne kadar, ne kadar uzun boylu), How far (Ne kadar uzak)” gibi soru yapma cümlelerine sıra geldiğinde şok oldum.

Öğrencim, lise üçüncü sınıf öğrencisi olmasına rağmen, ne gideceği ülke olan Kanada’yı ne de Amerika kıtasını eline verdiğim dünya “küresinde” gösteremedi. Üstelik de Kanada gözünün önünde durmasına rağmen!
Ekvator, enlem, boylam ya da meridyen ve paralel gibi coğrafi bilgilerden habersizdi. Çıldırdım inanın.

İngilizce dersini bıraktım ve yarım saat bu gence coğrafya dersi verdim. Yetmedi, metreden kilometreye, litreden, galondan, varilden, santilitreye kadar hiçbir uzunluk, hacim, ölçülerinden de haberi yoktu. Bu defa daha da çıldırdım. Onları da anlattım. Çocuk öğreniyor ama ne derse, ne okula hiçbir şeye ilgisi yoktu.

Neyse biraz nasihat falan derken arkadaşımız olan annesini de uyarıp durumdan haberdar ettiğimde aldığım cevap daha korkunçtu.
Biz, özel okula yılda “18.000”TL parayı buna lise diploması versinler diye ödüyoruz!
Hadi buyurun buradan yakınız!
Eğitimde Rüşvet

Öğrencimin babası birkaç gün önce başka bir olayı anlattı. İbrani, Yahudi bir öğrenci oğlunun sınıf arkadaşıymış, çocuk İngilizce, İbranice dillerini biliyormuş. Derslerinde İngilizce öğretmenine;
-“Öğretmenim bu kelimeyi yanlış yazdınız, cümle kurulmasında bu yaptığınız hatadır, doğrusu budur” diye açıklamada bulunduğu için çocuk okuldan atılacak psikolojik konuma sokulmuş ve sonunda eğitimi de terk etmiş. Bu okul Kadıköy’de “Adıgüzel…” adlı bir özel okuldur.

Benzer şey kızımın devam ettiği Süleyman Demirel Lisesinde ortaya çıktı. Kızım “Baba, ben İngilizce dilini senden değil kendim öğreneceğim” diye inat edip verdiğim dersleri almayan dik kafa bir kız. Bir kaç sınav yaptım, durumu iyi. Bu yıl ortalarında, İngilizce ders öğretmeni ve de sınıf öğretmeni olan aynı bayan, ders esnasında kızımın beyanına göre;

-“Öğretmenim bu kelimeyi yanlış yazdınız, doğrusu şöyle olacaktı!”  demesi üzerine kızıma gıcık gitmiş.
Bir gün öğretmen hanım bizi okula çağırdı ve kızımın “hatalarını düzeltmesinden kaynaklanan terbiyesizliği, sigara içmesi ve hatta erkek arkadaşları” konusunda bile uyardı. Öğretmenin ciddi bunalımda olduğuna karar verdim. Çünkü kızımın okulundaki erkeklerle konuşması, arkadaşlık etmesi ve “erkek arkadaşı” olması doğaldır. Erkeklerle konuşmayacak mı bu kız? Hayatı nasıl tanıyacak?

Sordum;
-Aralarında cinsi bir ilişki olduğunu mu kast ediyorsunuz yoksa öyle arkadaşlık mı? Bildiğiniz varsa dinliyorum! Kızım her gün saatinde eve gelir, her şeyi saate ayarlıdır, öğretmenlerine ve büyüklerine terbiyesizlik yapması söz konusu değildir. Devamsızlığını biliyoruz.Terbiyesini ben verdim. Kızımı da çığırtıp yüzleştirdim.

El cevap;
-“Benim kızım erkeklerle arkadaşlık etmiyor!”
Öğrenci döven bayan öğretmen

-Peki, sizin kızınız iş hayatına başladığında erkeklerle konuşmayacak mı? Kocasının evinin eşiğinden dışarı çıkmayacak, Osmanlı tarzı ev kızı mı yetiştiriyorsunuz? Erkeklerle konuşması cinsel ilişkiye girmesi mi demektir?

- Hayır, hiçbir şahitliğim yoktur ama kızınız bana karşı, ukalalık, bilgiçlik taslıyor!

Cevabım da şu oldu;
-Hocam, bunlar gençler ve erkek- kız arkadaşlık edecekler. Yarın iş hayatında birbirlerine destek olacaklar. Ben kızımın erkek arkadaşları ile konuşmasından ve hatta hoşlanmasından da şikâyetçi değilim. Kızım kendisini her konuda frenleyecek bir kişidir. Buna kefilim. Onu ben yetiştirdim. İngilizce konusuna gelince, ona gereken dil eğitimini ben veririm. Zaten ülkemizde hangi lise mezunu bu gün İngilizce veya başka bir dili konuşabiliyor?

Hocanın cevabı;

-Ben konuşuyorum!
-Sizin gibi kaç tane var hocam?
-Az ama ben varım!
-Hadi hocam buyurun benimle konuşunuz!
- ……………….!

Bir hatanızı düzeltmişse siz “-bir an dalmışım, düzelteyim!” demekten aciz misiniz?
-Kızınızın hatalarımı düzeltmek gibi bir görevi yok!

Evet, basitçe cesaret gösterip birkaç cümle bile söylemeye cesaret edemeyen, hatalarının düzeltilmesinden öğrencisine kin güden bu insanlar ne yazık ki çocuklarımızın öğretmenleri ve öğrencilerini kendilerine rakip gören, kişiliksiz bir zihniyete sahipler.

Öğretmenler, öğrencilerine “derslerini sevdirmek ve derslerinin gerekliliğini ispat etmek zorundadırlar!”
Öğrenci de “sevmediği öğretmenin dersini çalışmamak, öğrenmemek lüksüne sahip değildir!” Bu ilke de kızıma ilk öğrettiğim ilkedir.

Kızımın okulunda gene, okula üç ay devamsızlığı olan bir öğrencinin “300.000” TL karşılığında devamsızlıklarının silinip sınıf geçirtildiğini başka genç öğrencilerden de öğrenmiş bulunuyorum.

Velilerden okula destek için istenen temizlik giderlerinden bir sürü saçmalıklar adı altında istenilen paralar, okullara yapılan milyarlarca bağışlar ve metreyi, litreyi, ekvatoru, enlemi, boylamı, dünyanın çevresinin ölçüsünü bilmeyen Lise öğrencileri Milli Eğitimimizin halini ortaya koymaktadır.

Bu güne kadar M.E.B. hakkında yazdığım her yazı bir şekilde karşılık bulmuş ve benim kanaatimce yapılabilecek en iyi olan bir şeyler yapılmaya gayret edilmiştir.Ancak bu gayretlerle üretilen çözümler de "anı kurtarmak" mantığından öte gidemediyse de bir işlere yaramıştır.
Bir bakanın bütün bu eksikliklerden sorumlu olması gerekir ama eğitimcilerin yani öğretim görevlilerinin yetersizliklerinin sorumlusu da üniversitelerdir.

Bu durumda, okullara niye çocuklarımızı gönderdiğimizi de sorgulamak gerekmektedir. Bu kadar kalitesiz eğitimci ve öğrenci bolluğunda sınavlarda “şifre, mod medyan” taktiklerinin de olmasının iç yüzü ortaya çıkmaktadır.

Okullar gerçekten “diplomalı inek” yetiştirmektedirler.
Okulda inek

İnsan değil!

Milli Eğitim Bakanlığı artık bir şekilde “Milleti Emme Bakanlığı” olmaktan çıkmalıdır. Bu milletin şanına, şerefine uygun bir eğitimi gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa yapılmalıdır!

Bunca profesör, doçent, doktor vb. adı altında şerefsizlerin göbeklerini şişirerek gezdikleri bu ülkede bu sorunlara da ben mi çare bulayım?

Gerekirse onu da yaparım ama bu sıfatlarla göbeklerini şişirenler de o koltukları terk etmelidirler.

Şunu da ekleyeyim, 1990 yılından beri konuştuğum her öğrenim düzeyinden bir çok tanıdığa yaptığım istatistiklerde "29" harfi tam olarak sayanların sayısı ne yazık ki bir elin parmaklarından fazla değildir.
Bir de "x,w" gibi karakterleri alfabeye ekleme mücadelesi verenlerin bundan sonra ne diyeceklerini merak ediyorum!

Saygılarımla!










SECIMLERE BIR GUN KALA


GENEL SEÇİMLERE BİR GÜN KALA

03. Kasım. 2002 genel seçimleriyle iktidara gelen AKP, 12.Eylül.1980 darbesinin ardından Dersim kökenli Yezit Kürt *ya da dönme Ermeni olma olasılığı yüksek Kenan Evren ile aynı memleketin Çemişkezek kazasının Yezitlerinden olan Turgut Özal ile birlikte oluşturdukları, Ermeni terör örgütü ASALA’nın yerini alacak ve memleketin başını onmaz dertlere sokacak “Kürtçülük” belasının yeni adı olan PKK örgütü üzerinden yürütülen “B.O.P” projesinin kapsamı dairesinde yürütülen sinsi, teslimiyetçi, işbirlikçi siyasetleri uygulamak amacıyla görevliydi.

*Kürt Yezidiliği, Kürtlerin Adem-Havva’nın terinden yaratılmış üstün ırk olduğunu iddia eden İ.S.1110’larda Emevi kökenli Halife Mervan soyundan Hicaz Arap’ı Yezit, Vatikan işbirlikçisi Şeyh Hadi Bin Musafir El Emevi sapığının Selçuklularla Kürtlerin arasını açarak Türk hakimiyetini kırmak amacıyla uydurduğu temeli Hicaz ve İran Mitracılığına dayanan uydurma bir dindir. Tanrıları, Şeytan-Tavus kuşu Şeyh Hadi, Hz. Ebubekir, Muaviye ve Halife Yezit’tir. Peygamber Muhammet kötüdür. Hind Budizminin kast sistemini yani köle doğumu kader sayan Kinist (Köpekçi) inançları esas alan köleci bir inanıştır. Adeviye Dini ya da tarikatı olarak ta bilinir. Abdullah Gül’ün de annesinin adı Adeviye’dir
Birbirlerinin karılarını kızlarını ayartıp kaçırmayı, kendilerinden olmayanları dolandırmayı, mallarını yağmalamayı ganimet sayarlar. Her evlenen Kilise ziyareti yapar. Tanrı dedikleri önderlerinin mezarlarından toprak alıp yerler.(Şeyh Hadi’den Abdullah Öcalan’a kadar)
Ermeniler, Süryanilerle isyanlara katılan,Vatikan uşağı
1915'de Gürcistan'a kaçan  Tiflis Yezitlerinden bir aile!
Bu yüzden Kürtler toprak reformu istemezler. Okuma-yazma bilmek “köle olan marabalar” için çok büyük günahtır. Bu yüzden okul yakıp öğretmen öldürürlerSünni Kürtler diye geçen aslında İslam ile alakası olmayan ama namaz dahil İslami birçok ibadeti farklı şekilde eski Mitracılık- Mecusilik geleneklerine uygun olarak yapan bu sapıklar AKP’nin, BDP’nin ve CHP’nin en ileri gelenleridirler.



Projenin denetçisi ABD-AB, finansörü de Suudi Arabistan ve Suud ailesi ile kan bağ olan, B.A.E’den Katar, Bahreyn, Kuveyt, Basra’ya kadar kukla sultanlıkları idare eden işbirlikçi Necd’li Yezit El Halife ailesiydi. Projenin militanları ise, bu işbirlikçi soyacağı ile akrabalıkları olan Harran Sabileri, Aramiler, Süryaniler, Yezit Kürtler ve Ermeniler ile Sünni ya da Alevi maskeli sağcı-solcu bu köklerden gelen dönmelerdi.
1950 genel seçimleriyle iktidar olan Demokrat Parti ile devlet içine doldurulan Atatürk ve devrimlerinin baş düşmanı olan bu işbirlikçi yapılanma Anadolu coğrafyasındaki Türk adlı bu devleti yıkma görevini son AKP hükümeti ile gerçekleştirmeyi başarmayı amaçlıyordu.

Bu yüzden 1950’den bu güne kadar olan seçimlerde ABD- İngiltere istemiyor bahanesiyle CHP “ortanın solu” saçmalığı ardında çekilerek bu yezitlerin iktidarda kalmalarını sağlamıştı. Halk,

Ağustos 1950’de DP’ce çıkarılan bir kanunla “Solcuyum diyen veya bu konuda yazılı-sözlü faaliyet gösterenlere” idam cezası ya da yurt dışına sürgün cezası getirilmesinin ardından soldan ürkütülmüş, 1960 darbesinden sonra çıkartılan “141. ve 142. Maddelerle” yıldırılmış, 12 Eylül 1980 darbesiyle de solun üstünden silindir gibi geçilerek, Amerikan- İngiliz işbirlikçisi, Kürtçü, bölücü, gerici teslimiyetçi yapılanma millete kurtarıcı gösterilmişti.

AKP “60” yıllık bu siyasetlerin sonuçlanmasını temin etmekle görevli Siyonist, Mason dini olan Vehhabilik, Bahailik (Nurculuk), Yezidilik karışımı Said-i Kürdi delisine söyletilen saçmalıkları ilke edinmiş “papaz imamların, ırkçı Yezit Kürtlerin” partisidir.

AKP aynen Menderes ve Özal hükümetlerinde uygulanan ağır sansür ve sivil faşizm uygulayan ABD-AB kumandalı, askeri- sivil- ekonomi işbirlikçi yapılanmanın desteğinde ülkeyi parçalama taşeronluğunu sürdürmektedir.

Bu güne kadar icraatlarına baktığımızda, birçok internet sitesinin silinmesi, yasaklanması, cezalandırılmasından, genel yayın yapan muhalif televizyon kanallarının ve yazılı basının sindirilerek susturulmasına kadar yasakçılığı ilke edinmiştir.

Balıkesir Gönen ilçesinin kaymakamı Bekir Dınkırcı’nın, genel seçimler nedeniyle ilçede içkili lokantalarda içki yasağı koyduğunu örnek olarak gösterebilirim. Basına yansımayan daha niceleri vardır kim bilir.

Bütün halka yapılan uyutmacalara, dayatmalara rağmen, bu güne kadar meydanı bunlara bırakan meclis içi ve dışındaki muhalefet de bundan nemalanma gayretinde olan destekçileridir. Yoksa bu millet bu kadar sessiz uyuşuk bir millet değildir. Destekçiler halkı on yıllardır uyutmaktadırlar.

23. Kasım.2008’de yazdığım “CHP ALEVİ KÜRT PARTİSİ Mİ?” başlıklı yazımın ardından bir buçuk ay sonra Türban açılımını gerçekleştiren CHP bir kaset operasyonuyla Deniz Baykal’ı indirerek PKK oylarına talip olmak için Kılıçdaroğlunu başa getirince de 22.Mayıs.2010’da “CHP’DE TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ” diye yazdım. Aynı yazıyı farklı adlarla diğer bloglarımda da yayınladım.

19.Temmuz.2010’da da “Hileci Tanrının Çocukları” ve “Sola Açılan Haçlı Seferleri” başlıklı yazımla da Atatürk’ün ardından gelen cumhuriyet tarihimiz boyunca CHP-SAĞ işbirliğini önceki yazılarımı da toparlayan bir yazı dizisi haline getirmiştim.
Kenan Evren

15 Eylül.2010’da da sözde “12 Eylül Darbecilerini yargılatmaya” yönelik olarak tanıtılan çakma referandum olayında da muhalefet partilerinin halkın oylarına sahip çıkmadığını “HALK OYLAMASINDA ŞİKECİLER VE İŞBİRLİKÇİLER” başlıklı yazımda yaptığım tespitlerle gözler önüne sermiştim. Yazımı, genel basında da bu yönde yazıların yazılması takip etti.

Bütün bu yazılardan sonra başta meclisteki ve meclis dışı muhalefet üzerinde halkın tepkisi yoğunlaşmaya başladı ve sonunda bu güne kadar yaşadığımız ve yıllardır özlemini çektiğimiz “iktidara oynayan” muhalefetin olduğu zevkli bir seçim kampanyası yaşadık.
Şebinkarahisar mitingi

Halkımızın baskılara karşı direnişi seçim meydanlarına yansımıştır. Hopa’daki AKP seçim konvoyunun taşlanması olayı bir öğretmenimizin ölümüyle, bir polisin yaralanmasıyla sonuçlanmış , meydanlar tıka basa dolmuş ve öyle ki, dün hava muhalefeti nedeniyle helikopteri kalkış yapamayan Kılıçdaroğlu’nun Şebinkarahisar mitingine katılması olanaksız hale gelince, Kemal beyin “telefonla” gerçekleştirdiği seçim konuşması bile kalabalık toplamıştır.

Diğer yandan Amerika Dış İşleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, Atlantik okyanusunun öbür ucundan ülkemizdeki seçimlere ABD’nin ilgisini net olarak gösteren bir açıklama yapmış ve "-Çıkarımız her zaman özgür ve adil seçimlerin olduğunu görmekten yana. Türkiye, güçlü bir demokratik geleneğe sahip" diyerek sözlerini sürdürmüştür. Bu da B.O.P projesinin işbirlikçi eş başkanı olan “adamımızı seçin, o kadar para harcadık boşa gitmesin” mesajı olarak algılanmaktadır.

Son Suriye göçleri 1990’ların Irak’tan gelen Peşmerge göçleri ve ardından düşürüldüğümüz rezil durumları hatırlatmaktadır. 20 yıllık filim aynen aynı senaryo ile başka bir komşu ülke üzerinde oynanmaktadır.

Böyle giderse Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti “İslam’ın Kılıcı- Bekçisi” değil, “Haçlı Ordusu” olarak tarihe geçecektir.

Nurculuk, Fethullahçılık sayıklamaları ile de Müslümanların “Hıristiyanlaştırılması” ABD-Vatikan- AB destekleri ve işbirlikçi AKP- Yandaş camiası tarafından hızla sürdürülmektedir.

Her seçimde oy sayımlarında muhalefetin oylarına sahip çıkmamasının yanında bir de ABD patentli bir bilgisayar programıyla seçim sonuçlarının hükümet lehine değiştirildiği iddiaları da hatırımıza gelince bu seçimlerde de “Muhalefetin heyecanlı bir seçim kampanyası dışında” bir değişiklik olmayacağı, halkın oylarının gene sahipsiz kalacağı kaygısı yüreklere karabasan gibi çökmektedir.

01.Mayıs.2011 tarihinde yazdığım, “Muhalefetten Basına Herkes Halkın Gazını Alıyor” başlığı ile yayınladığım yazımı haksız çıkaracak sonuçların alınması, herkesin oylarına sahip çıkmalarını diliyorum.


Saygılar!

Adilyargic/keykubat

1 Haziran 2011 Çarşamba

İSLAMA EMEVI DARBESI SUFYANDAN MERVANA

EMEVİ DARBESİ VE EMEVİ İSLAMININ NEDENLERİ



Hz. Muhammet (İ.S.571-632) öldükten sonra, sağlığından ölümüne onun düşmanı olmuş akrabaları ve ona düşman olanların birbir iktidara gelmeleri yüzünden İslam Ulemaları arasında “Peygamberin dini” ile “Emevi Dini- Emevi İslam’ı” kavramları tartışılmış ve bu yüzden Hz. Ali döneminde ortaya çıkan Şia’yı yedinci ve sekizinci yüzyılda ortaya çıkan birçok “fırka-parti* ” ortaya çıkmıştır.
Bu gün sayıları yaklaşık 600 kadar olduğu iddia edilen tarikatların tümü sekizinci yüzyılda;
1-Şiilik,
2-Hanefilik-Sünnilik,
3- Malikilik,
4- Hanbelilik adlı mezhepler etrafında düzenlenmişlerdir. Halen de böyle sürmektedir.

Mezhepler arasında ve peygamber zamanında olaylara şahit olanlarından, peygamberin ölümünden yüzlerce yıl sonra ortaya çıkmış “İslam Uleması” olarak kabul edilmiş kişilerin yazdıkları tespitler birbirine zıt özellikler göstermektedir.
Peygamberin ve ardından gelen “dört halife- Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali” dönemlerinde yazılmış “bir tek Kuran-ı Kerim’in” günümüze ulaşmış olmaması, mevcut Kuran’ın ayetlerinin iniş sıralarına göre değil de “ulemaca tespit edilmiş uzun ayetlerin başa kısaların sırasıyla sona alındığı” bir düzenlemeye ek olarak, “96” Sure (Metin)  ile“6666”  ayet **(Kuran cümlesi) olan kutsal kitabın günümüzde “114” Sure ve “6662” ayet ile değişiklik kazanması geçmişte başka nasıl değişiklikler yapıldığı şüphesini uyandırmaktadır.

Kuran’dan “1600” yıl önce gelmiş Tevrat’ın, “580” yıl önce geldiği iddia edilen İncil’in surelerinin geliş sıraları halen korunurken Kuran’ın bunca gösterdiği değişikliğe ek olarak son “250” yılda çıkarılan yeni Mason localarında hazırlanmış, Vehhabilik (1733), Ahmediye (1881), Nurculuk (1920’ler) fırkalarının Kuran İslam’ı ile de alakasının bulunmamasına rağmen halkımıza ve Müslüman dünyasına son “60” yılda “Ilımlı İslam- Modarate Islam” adı altında dayatılması, bu ideolojinin önderlerinin “Siyonist Mason Tarikatları” ile iç içe olmaları bu şüpheleri gittikçe derinleştirmektedir.

Bu yazımda bu farklılıkları doğuran “iktidar kavgalarının”  tarihlerine, olayların gelişimine, olayları yaratan kişilerin “kişiliklerine” dikkat edeceğiz. İddiaları destekleyen örnekler istemediğiniz kadar boldur.

Kolay gelsin!

*Bazıları dinden çıktığından “fırka” adını almış, diğerlerine mezhep ve tarikat adları verilmiştir.
** Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin “Marifetname” adlı eseri.

Yazının Bölümleri;

1-Ebu Süfyan, Hind, Muaviye, Yezit, Osman ve Mervan
a-Hind bint-i Utbe bin Rabia bin Abd-i Şems,
b-Kureyşliler ve Hırsızlık,(Hermetizm)
c-Hind’in Muhammet’e Kini Bitmiş miydi?
d-Hind, Muhammet’i Cinayetle Suçluyor,
2-Muaviye Bin Ebu Süfyan,
a-Şimdi, Ebu Süfyan’ın Mekke’nin fethinden önceki Peygamberden isteklerine bir göz atalım,
b-Kureyşlilerin tanrıları kimlerdi peki?
c-Allah’ın Kızı El Uzza’nın Öldürülmesi,
d-Allah’ın Kızı Uzza’nın İntikamı ve Kürt Yezidiliğinin Doğması,
e-Muaviye’nin Genelgeleri,
f- Peygamberin “61” yıllık ömrü boyunca yaşadığı bazı olaylar nedeniyle kendisine en yakın olanları da “inciten, belki de kinlendiren” davranışları olmuş mudur? Olaylar zinciri, “3” önemli olay! .
g- Muaviye’nin Peygambere ve Soyuna Kini Bitmiş miydi? Muaviye’nin İşleri,
3-Hz. Osman Dönemi- (580-656-Osman bin Affan),
4-I.Mervan (623-685) Mervan bin Hakem Dönemi,
5-Yezid bin Muaviye (646-683-Muaviye oğlu Yezid),


1-Ebu Süfyan, Hind, Muaviye, Yezit, Osman ve Mervan;

Çağrı filminden, Hamza (A.Quın ve Ebu Sufyan
Ebu Süfyan (561-652)  Kureyş’İn ileri gelenlerinden Harb Bin Ümeyye’nin* oğludur. Annesi, Safiye Bint Hazm’dır. Dedesi, Abd-i Şems  bin Abdi Menaf’tır. Açık künyesiyle adı Ebu Süfyan Sahr bin Harb bin Ümeyye’dir.
Ebû Sufyan  Muhammet (s.a.v.)  ile yaşıt ve akranıydı. Onlar birbirine yakın bir zamanda doğmuşlar ve aynı aile içinde büyümüşlerdi diye yazıldığına da tanık olmaktayız.

Ebu Süfyan Peygamber'in öz amcasının oğluydu. Ebu Süfyan'ın babası Harise ile peygamberin babası Abdullah,  Abdulmuttalib'in soyundan gelen iki kardeş oldukları da rivayet edilir…

*”Ümeyye adı, bizim İslam tarihinde “Emevi” olarak çok sık gördüğümüz adın aslıdır.

Nübüvvetin ardından Muhammed’in ve yaymaya çalıştığı İslam inancının can düşmanı oldu. Daha sonra Kureyş ordusunun da başkomutanı olduğunda çok sayıda Müslümanın vahşice işkencelerle öldürülmesinde başrolü oynamıştır.
Ebu Süfyan’ın ailesi olan Abd-i Şems ailesi, birçok Müslüman’ın Etiyopya’ya (Habeşistan) ve Muhammet’in de Medine’ye hicretine neden olmuştur. Ümeyye ailesi İslam’ın baş düşmanıdır.
Şairliğini de kullanarak peygambere karşı direniş ve örgütlenmelerde çok etkili olduğunu söylenilir.

Mekke’nin fethi (630) sırasında, rivayetlere göre peygamberin “görüldüğü yerde öldürülmesi emrini verdiğini bildiğinden”, Ebu Süfyan, önce Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in yanına gidip yardım istediyse de, onlar da Allah’ın düşmanı, Peygamber ve sahabeyi inciten evvelki davranışları yüzünden ilgi göstermediler. Hz. Ali’den de yüz bulamayan Ebu Süfyan için, Peygamber Efendimizin hanımı Ümmü Seleme devreye girdi.
Ümmü Seleme’nin kardeşi, Hz. Muhammet’in küçük amcası ve kendisinden “üç yaş” büyük olan dedesi Abdülmutallip’in en küçük oğlu, üstelik Hendek ve Uhud Savaşlarında kendisine karşı savaşmış, Muaviye’den kısa süre önce Müslüman olmuş, Abbas bin Abdülmutallip’in fetih öncesinde aracılık yaparak Hz. Muhammet’in huzuruna çıkarmasıyla Müslüman olduğu yazılır. Abd-i Şems ailesinin tümünün bu fetih ile Müslüman oldukları yazılır.

Canının böylece bağışlanmasına ve mallarına kavuşmasına rağmen, Ebu Süfyan İslam'a ve Muhammet’e olan nefret ve düşmanlığını mezara kadar sürdürmüş, oğlu Muaviye'yle torunu Yezid'e de bu nefret ve kini aktarmıştır.
Bir gün peygamber, bir grup ashabıyla giderken uzaktan Ebu Süfyan'ın bir binek üzerinde geldiğini gördü, Muaviye hayvanın yularını tutmuştu, Yezid de arkadan hayvanı dehlemekteydi.
Peygamber elini göğe kaldırıp;
- "Ya Rabbi! Her üçünü de rahmetinden uzak tut!" demiştir.

Muaviye’nin Müslümanlığı, Hz. Muhammet’in ölümünden sonra, peygamberin soyunun kurutulması, Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye ve torunu Halife Yezid’in hükümdarlığı dönemlerinde olduğu göz önüne alınınca, pek de “gönüllü Müslüman olduğunu” anlamak zor olmaz.
Kabe

Müslümanlığının tamamıyla “devlet idaresini ele geçirme siyasetine” dayandığı ortadadır.
 Taif ve Yermük harplerinde sırayla birer gözünü kaybetmiştir. Savaşlara katılması ise zaten savaşçı olan kişiliğine uygundur. Hem de “Engelleyemediği Hz. Muhammet’in kurduğu, Sınırları Suriye’ye dayanmış, koca bir Arap yarımadası devletini ele geçirmesini sağlamıştır.
Hz. Ömer’in halifeliği zamanında, Ömer’in damadının savaşta ölmesi üzerine dul kalan kızı Hafsa’yı Hz. Osman’a önermesi, Osman’ın da Muhammet’in önceden uyarması yüzünden Ömer’in teklifini ret etmesi üzerine, kızına koca aramak zorunda kalmıştı.
Sonunda peygamber Muhammet’e kadar başvurmuş ve Hafsa’yı Muhammet almıştı. Osman da bu olay üzerine Muhammet’e gelerek evlenmek istemediğini söylemiş, ancak peygamberin ısrarı üzerine ölen karısının kız kardeşi Rukiye ile evlenmiş, düğününü de peygamber yapmıştı.

Hz.Ömer ve Osman’ın peygambere karşı bu olaydan kalma kırgınlıkları vardı. Çok zeki birisi olduğu sıklıkla işlenilen Ebu Süfyan’ın Ömer ve Osman dönemlerinde, Müslümanlara karşı savaşan ve sürgünde olan bir çok eski Mekke’lileri geri getirterek devletin başına getirtmişti. Bunlardan birisi de Mervan’ın babası Bin Hakim’di.

Hz. Muhammed dönemindeki ve ardından gelen “dört Halife”  iktidarı boyunca büyüyen bir devletin gelişmelerini ve siyasal kişiliklerin belirlenmesini takip etmiştir. Hz. Ali yerine Hz. Osman’ın üçüncü halife olmasını sağlayarak torunu Yezid’i, Osman’ın kâtipliğine aldırmıştır.”652’de” seksen iki yaşında ölmüştür.

a-Hind bint-i Utbe bin Rabia bin Abd-i Şems;

Ebu Süfyan’ın eşi, Muhammed’in eşlerinden Habibe’nin annesi olduğundan ayrıca peygamberin de kayınvalidesiydi. Haz. Muhammet’in soyunun baş düşmanı olup bütün soyunu kurutacak olan, kendisinin de “vahiy kâtipliğini” yapan Muaviye’nin de annesidir.
Mekke’nin fethinde Müslüman olduğundan, “imanla değil de “güce biat eden”  takiyyeci bir iman olayı olduğu ortadadır.
Hind Binti Utbe

Ahzab Suresi-6 “Resulullah’ın zevceleri müminlerin anneleridir.” Ayetine dayanarak, Yezidi- Hermetik Emevi İslam ulemaları her ne kadar Hind’e de bundan pay çıkarmaktaysalar da aslında ayet çok açıktır. Sadece “peygamberin eşlerinin müminlerin anaları” olduklarını vurgulamaktadır. Eşlerinin “analarını” ya da akrabalarını değil!

Bazı hadislerde peygamberin; “Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.” Deylemi’den alınan bu hadisin doğruluğu tartışmalıdır. Çünkü yıllarca düşmanlık gördüğü için lanet ettiği insanları Muhammet asla “cennetle müjdelememiştir. Genel olarak kabul gören, peygamberin sağlığında “10” kişiyi cennetle müjdelediği bilinir. Gerisi ölümünden sonra devlet idaresini ele geçiren Emevi ve Abbasi ailelerinin kendilerini yüceltmek için parayla yazdırttıkları hadislerdir. Tespitlerimin doğruluğunu görmek için devam edelim.

İslam’ın kılıcı sayılan Hazreti Hamza’nın öldürülmesi için, Uhud Savaşında kölesi Vahşi’yi özel olarak görevlendiren Ebu Süfyan’ın karısı Hind’tir.
Hamza’nın öldürüldüğünü gördükten sonra cesedinin yanına gelip ciğerlerini sökmüş ve bizzat katilin şaşkın bakışları arasında hayvanca bir hırsla şehidin ciğerlerini defalarca ısırmış, parçalamıştır.
Buna rağmen cesedi bırakmamış, parmaklarını kesip gerdanlık yaparak boynuna asmıştır.
Hind'in ölünceye kadar bir hazine gibi koruduğu - ve İslam'ı kabul etmiş gibi göründükten sonra gizlice saklamaya devam ettiği- ve her fırsatta oğullarıyla torunlarına gösterip onlara kin ve nefret aşıladığı "parmak kemikler gerdanlığı" budur.
Hicaz Araplarının Hermetizm* ve Mitraizm** karışımı olan Yezidi olduklarını gene İslam kaynaklarından öğreniyoruz. Malum, Greklerin hileci tanrısı Hermes aynı zamanda “hırsızların, fahişelerin, kazıkçı tüccarların da koruyucusuydu” ve hırsızlık kötü sayılmazdı.

Hermes
*Hermetizm; Harran Sabilerinin (her dine dönen),köleciliği esas kılan, yıldızlara tapan, büyü ve sihirle uğraşan, hırsızlık, fahiş fiyatla mal satma, fahişelik, pezevenklik gibi ne kadar ahlaksızlık varsa bunları “farz sayan” , Grek tanrısı Hermes’i en yüce tanrı (Şeytan) sayan bir dindir.
Mitra

**Mitraizm; İ.Ö.670’ lerde, İran’da doğmuş Zerdüştlükten önce de peygamber Zerdüşt’ün ölümünden sonra da İran’da hâkim olmuş, köleciliği ve Hermetizm’deki değerleri farz sayan halkı teslimiyetçiliğe iten, pasifist, köleliği emreden, zenginleri ve aristokratları “tanrı soyundan” sayarak halkın onlara kölelik etmelerini ve karşı çıkmamalarını emreden, Hind tanrıları Mitra- Varuna ikilisinden türetme, “JAİNİSM-CAN’CILIK”  yani bizdeki Alevi kültüne de beşiklik eden inanışın kökeni olan, şeytana tapan bir dindir.

Mekke’nin fethinden sonra Hz. Muhammet’in Mekkeli kadınları toplayıp onlara verdiği nasihatlere bir bakalım;

b-Kureyşliler ve Hırsızlık;

“…Araplar, şiir söylerler, panayır yerlerinde, toplantılarda, vaaz ve nasihat verirlerdi. Haz. Muhammet, Safâ tepesine çıkıp oturdu. Eshabtan Ömer-ül-Fârûk da alt yanına oturdu. Önce erkekler, sonra kadınlar gelip birer birer Müslüman oldular. Kadınların arasında hazret-i Ali’nin kız kardeşi Ümm-i Hânî ile, Muaviye’nin annesi Hind de vardı. Peygamber, kadınlara;
-Hırsızlık etmeyeceğinize söz verin! Deyince, Hind öne çıkarak;
-Eğer hırsızlık etseydim, Ebu Süfyan’ın (Kocası) malından çok şey çalardım! Dedi…”

c-Hind’in Muhammet’e Kini Bitmiş miydi?

Hind, eşi ve Ümeyye (Emevi) ailesi, Muhammet’in gücüne karşı koyacak hali kalmamış, Mekke’nin fethine engel olamadığından, artık “düşmanla savaşı sürdürmek” yerine, “tarafına geçerek içerden çökertme” yolunu seçmiştir. Bunu gene peygamberle aralarında geçen yukarıda yazılı olan münazaranın devamından anlıyoruz;
“…Muhammet o vakit Hindi tanıdı;
-Sen Hind misin? Dedi.
-Ben Hindim. Geçmişi affet! Allah da seni af eylesin! Dedi.”
Hazreti Muhammet’i Allah’ın af etmesini istediğine göre ortada “dine geçme değil, güce boyun eğme”  durumu vardır. Devam edelim;

d-Hind, Muhammet’i Cinayetle Suçluyor;
Ali'nin Kılıcı

-Zina etmeyiniz! İsteğinde bulununca, Hind;
-Hür olan kadın hiç zina eder mi? Dedi. Sonra;
-Evlâtlarınızı öldürmeyiniz! Diyen Kuran emrini bildirince (Bilindiği gibi Yezidi Hicaz Arapları, kız çocuğu sahibi olmaktan utanır ve onları diri diri kuma gömerek öldürürlerdi) Hind;
-Biz onları küçük iken büyüttük. Büyük iken, sen onları Bedir’de öldürdün. Artık ne oldu ise orasını sen ve onlar daha iyi bilirsiniz! Dedi. (Görüldüğü gibi, kadının düşmanlığından zerre eksilmemiş)
Hazret-i Ömer çok sert ve ciddî olduğu hâlde, Hindin bu sözüne dayanamayıp güldü. Kadınların iftira etmemesini önerince, Hind;
-Vallahi iftira çirkin şeydir. Sen bize güzel ahlâkı emrediyorsun! Dedi. Sonunda “isyan etmemeyi “  teklif ettiğinde, Hind;
-Biz bu yüksek huzura, sonra isyan etmek niyeti ile gelmedik! Diye söz verdi. Hindin öldürülmesi emredilmişken bu sözü ile affedildi.  Peygamberin önünde iman etmesinin ardından evine gelip ne kadar heykel var ise, “-Bu kadar zaman size aldanmışız!”  Diyerek hepsini parçaladığı anlatılır.

Bu olaydan sonra peygambere iki kuzu hediye göndermesi karşılığında aldığı dua ile koyunlarının sayısının arttığı ve Hind’in;
-Bunlar, Resulullahın bereketidir" Derdi dediği İslam tarihçilerinin kayıtlarına geçmiştir.

2-Muaviye Bin Ebu Süfyan (Ebu Süfyan oğlu Muaviye);

Muaviye (602-680) Mekkeli Kureyş kabilesine bağlı Ümeyyen ailesindendi. Emevi Hanedanının kurucusu Mekke şehrinin hâkimi ve İslam’ın en büyük düşmanlarından ve çok da zengin olan Ebu Süfyan’ın oğludur. Ebu Süfyan Annesi, Hind bint-i Utbe bin Rabia bin Abd-i Şems’tir.
Muaviye

Peygambere vahiy geldiğinde peygamber sara nöbetine girmişçesine kendinden geçer ve sayıklamaya başlardı. Bu nedenle vahyin inişi esnasında kendisinde olmadığından, ağzından çıkan sayıklamaları yazdırmak için “kâtip- yazıcı” çalıştırırdır. Dört kâtibi olduğu yazılır. Bunlardan birisi de Süfyan oğlu Muaviye’dir. Bir dönem peygamberin vahiy kâtipliğinde bulunmuştur. Haz. Ömer’in halifeliği döneminde Suriye’ye Vali olarak tayin edilmiştir. Peygamberin “akrabası” olmasını kullanarak, zaten Sabii ve Yezitlik inanışlarının yaygın olduğu Suriye’de gerçek İslam yerine eski Yezidi- Sabii yaşam tarzını destekleyerek kendisini pek de sevdirmiştir. Peygamber’in soyu olan Hz. Ali ve sülalesini ve kendisine itiraz eden, peygamberin tebliğ ettiği dini savunanları da ya parayla satın almış ya da toptan kıydırmıştır.

a-Şimdi, Ebu Süfyan’ın Mekke’nin fethinden önceki Peygamberden isteklerine bir göz atalım;

Müslümanların nasıl bir “hileye” kurban gittiklerini anlamaları şarttır.
Bu nedenle bu yazıyı yazmayı gerekli gördüm.
Müslüman olduktan sonra Ebubekir Siraceddin adını alan İngiliz asıllı Müslüman ,Martin Lings adlı şahsın "Siret Ödülü" almış "Hz.Muhammed'in Hayatı" (*) isimli kitabının 107. sayfasında 2.paragraftan itibaren bir alıntıyı aktarayım:

"" İ.S.619’da,Hatice (R.A) nın ölümünü aslında daha küçük fakat dışarıda büyük etkiler uyandıran bir kayıp daha izledi. Hz.Muhammedin koruyucusu ve amcası Ebu Talip hastaydı ve ölümünün yakın olduğu durumundan belliydi.Ölüm yatağında bir grup Kureyşli lider, Utbe,Şeybe,Abdu Şems'ten Ebu Süfyan,Cumah'tan Ümeyye,Mahzum'dan Ebu Cehil ve diğerleri onu ziyaret ettiler ve ona şöyle dediler.
---"Ebu Talip, seninle gurur duyduğumuzu biliyorsun, şimdi ise başına bu hastalık geldi ve biz senin için korkuyoruz. Yeğeninle (Hz. Muhammed S.A.V)bizim aramızda geçenleri biliyorsun. Onu yanına çağır ve ona bizden bir hediye ver ve o bizi, biz de onu rahat bırakalım. Bizi dinimizle barış halinde bıraksın." dediler.


Bunu üzerine Ebu Talib Peygamber (S.A.V)ye ,"halkının soyluları seninle anlaşmak istiyorlar." dedi.
-Peygamber (s.a.v)" Peki öyle olsun bana bir tek söz verin, tüm Arap ve İranlıları yönetiminiz altına alabileceğiniz bir söz" dedi.


-Ebu Cehil (Amcası) "Babanın üzerine yemin ederim ki bu karşılıklar için bir değil on söz veririz." dedi.
-Peygamber (s.a.v) "Allah'tan başka Tanrı yoktur demelisiniz" dedi.
Ellerini çırptılar ve ,
-"Ey Muhammed,Tanrıları bir tek tanrı mı yapacaksın?(*) Senin teklifin gerçekten çok acayip" dediler. Kendi kendilerine,
-"Bu adam istediğimiz hiç bir şeyi bize vermeyecek, o halde kendi yolumuza gidelim ve Allah onunla bizim aramızda hükmünü verinceye dek babalarımızın dinine uymaya devam edelim" dediler.””

Bu olayın okunmasından sonra değerlendirdiğinizde, sizce Ebu Süfyan gerçekten Müslüman olmuş mudur?

Yukarıdaki alıntıyı yaptığım kitabın 215.sayfasında, bu çok güzel bir şekilde açıklanmaktadır;

Uhud Savaşının ardından savaş meydanında Hamra (r:a) nın cesedini ararlar ve önce cesedi Haris İbn Simme (r.a) bulur, ancak cesedin yüzü Kureyşlilerce parçalandığı için Hz. Muhammed’e söyleyemez.
Ardından Hz. Ali’yi gönderirler, onun dönmemesi üzerine Hz. Muhammed’in yanındakileri kalkıp giderler.
Hz. Ali’yi cesedin yanında beklerken bulurlar.
Bu “öldürülme şekli” onlara çok ağır gelir ve Hz. Muhammed;
Allah bana Kureyşlilere karşı bir zafer verirse, onlardan otuz cesede aynı şeyi yapacağım” diyerek duygularını ifade eder.

Ancak hemen akabinde, Nahl Suresi 126.ayeti vahyolunur;
“”Eğer ceza verecekseniz “MİSLİYLE” ceza veriniz, eğer sabrederseniz, and olsun bu sabredenler için daha hayırlıdır””
Bunun üzerine, Hz. Muhammed bir süre önce ettiği yemini bozmakla kalmayıp cesetlere zarara verilmesini de yasakladı.
Ayrıca da “savaş sırasında insanın EN KUTSAL YERİ OLAN yüzüne zarar verilmemesini” istedi ve şöyle dedi;
Birine bir darbe indireceğiniz zaman,darbenin yüzüne gelmemesine dikkat ediniz. Çünkü Allah,Adem’i kendi suretinde yaratmıştır.”

Peki Kureyşliler bunu neden yapıyorlardı?
Cevap gayet açıktır. Muhammet “tek tanrıcıydı”, diğer tanrıları inkâr ediyordu. Onlara göre Yunancadan bildiğimiz  sıfatla “ATHEOS” tu yani “Ateist- Tanrıları inkâr eden”di.

b-Kureyşlilerin tanrıları kimlerdi peki?;
Kabe içinde bir adı Hubel olan Lut peygamber soyu Moabi (Muabi- Muavi de okunur) kabilesinden Cürmühiler döneminde getirilmiş Hubel ya da “EL LAH=Türkçesiyle ALLAH” putu diğer 360 putun en büyüğüydü. Üç tane de kızı vardı. El Lat, El Uzza ve Menat. Peygamberin babasının adı da Kabe’nin baş putu El Lah’a kurban olarak adandığı için “Abdullah’tı yani “Allah’ın Kölesi
” idi.
Allah'ın kızları, Uzza,Lat ve Menat

Bakalım Kuran bu “kız- ağaç tanrıçalar” hakkında neler söylüyor;
NECM Suresi;
 (Necmden maksat, yıldız demektir.)
18-Andolsun ki, Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü.
19-Siz de gördünüz değil mi Lat ve Uzza'yı?
20-Üçüncü olarak da öteki Menat'ı?
21-Size erkek, O'na dişi öylemi?
22-Öyle ise bu çok hayıflı (haksız) bir taksim”(Elmalılı Tefsirinden)
Bir örnek de NAHL Suresinden;
57- “Kendilerine istedikleri erkek çocukları alıp,kızları da Allah’a mal ediyorlar.O bundan münezzehtir.
Nemesis ve El Lat- İ.Ö.5.yy. Ürdün

Şimdi de Elmalılı hocanın tefsirinden;
“”Lât, Uzza ve Menat onların taptıkları putlardandı. Onun için bu putlarla, Abdullât, Abdul Uzza ve Abdul'l Menat diye isimler vermişlerdi.
Hatta "Bismillâti ve'l- Uzza" sözünü yemin ifadesi olarak kullanırlardı. Bu varsa "Bimillah" ta niye olmasın?

Allah’ın kızlarının öldürülmesi olayı;
Bu görevi peygamber savaşçılarının en yüreklilerinden olan Halit bin Velid’e vermişti. Bu görevi de hakkıyla yerine getirdiğinden onun adı tarihe “Allah’ın Kılıcı” olarak da geçmiştir. Allah’ın kızları başta Sümer, Mısır olmak üzere bütün mitolojilerde yer alan “ağaçlarda da yaşayabilen Ağaç Tanrıçalardı”. Hermafrodittiler. Yani, dişilik ve erkeklik tenasül organları vardı. Kadın ya da erkek görünümlü de olabiliyorlardı. Hırsityanların Haz. İsa’yı, Hintlilerin ve Mısırlıların da tanrılarını “kadınsı” ve kusursuz bir cilde sahip olarak resmetmelerinin sebebi budur. Kuran’ın da belirttiği gibi Araplar onlara her ne kadar “kız” demişse de Kuran “Yaratılışlarını mı görmüşler?” diye sormaktadır.

Şimdi olayı Elmalı’lı Hamdi Yazır hocanın tespitlerinden okuyalım;
Ürdün Petra- El Lat

c-Allah’ın Kızı El Uzza’nın Öldürülmesi;
Kureyş'lilerin nazarında da putların en büyüğü Uzza idi. Onu ziyaret eder, ona hediye ve kurban verirlerdi. Kureyşliler onun için Hurad vadisinde Sükam adını verdikleri bir koruluk kurmuşlardı ve onu Kabe'nin Harem'ine benzetmek istiyorlardı.
Şeybân b. Câbir b. Mürre oğullarından olan bakıcıları, Beni'l-Haris b. Abdilmuttalip b. Hâşim'in adamlarındandı. Bunların en son bakıcıları da "Dübeyye b Harmeselemî idi. Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke'yi fethettiği zaman Hâlid b. Velid'e dediki:

Uzza'nın olası bir heykeli

Batn-ı Nahle'ye git orada üç semüre ağacı bulacaksın, birinciyi kes!" Hâlid varıp kesti ve geri dönüp geldi: Peygamber (s.a.v) ona:
"-Bir şey gördün mü?" dedi. O da;
"-hayır" dedi;
"-Öyle ise git ikinciyi de kes!" dedi. Kesip geldiğinde de ona tekrar;
"-Bir şey gördün mü?" diye sordu.
“-Hayır!” deyince,
"-O halde git üçüncüyü de kes!" dedi. Halid b. Velid kesmek üzere gittiğinde kendisini vazgeçirmek isteyen çıplak bir kadınla karşılaştı. Saçlarını dağıtmış, ellerini ensesine koymuş ve dişlerini gösteren bu şeytan kılıklı kadının arkasında da bakıcı olan Dübeyye b. Harmesselemi eşşeybânî Halid'e bakıp şöyle diyordu:

"-Ya Uzza! Haydi yalan çıkarma, Halid'in üzerine şiddetli bir şekilde saldır. Örtüyü bırak ve kollarını sıva, çünkü sen bu gün Hâlid'i öldürmezsen peşin bir zilletle dönecek ve Hıristiyanlaştırılacaksın."
Halid de şöyle dedi;
"-Ya Uzza nankörlük sana, senin için tenzih (berî kılma) yok. Gördüm ki Allah seni zelil kıldı."
Ve sonra kılıçla başına vurdu ve onu öldürdü, peşinden de ağacı kesti ve Dubeyye'yi de öldürdü Daha sonra da Resulullah'a gelip durumu haber verdi.
Peygamber de;
"-O, Uzza idi, artık bundan böyle Araplara Uzza yok." dedi.....”

 Ebu Ubeyde gibi bazı âlimler, bunların taştan putlar olup, Ka'be'nin içinde bulunduklarını söylemişlerse de, başka mekânlarda kurulan hususî puthanelerde de putların bulunduklarını gösteren nakillere rastlanmaktadır.

d-Allah’ın Kızı Uzza’nın İntikamı ve Kürt Yezidiliğinin Doğması;

Şimdi de Ebu Süfyan soyundan gelen, peygambere düşmanlığı yüzünden Taif’e sürülen ve Halife Osman zamanında geri çağrılması üzerine gelerek Medineye yerleşen, Hakem bin Ebil’as’ın oğlu Halife Mervan’ın soyundan gelen, kaldığı Lübnan’dan Abbasilerin Bizansla işbirliği yaptığı için sıkıştırmaları ve I. Haçlı Seferi (1096-1099) ile Haçlı ordularının eline geçmiş, Kudüs’te kurulmuş Haçlı Kudüs Krallığının da desteğiyle İ.S.1111’de kuzey Irak’ın Sincar dağlarına giderek, bölgeye Selçuklu Türkleri ile birlikte gelerek yerleşmiş Kürtleri “Hıristiyanlaştırmak ve Müslümanlara düşman” yapmak için, Hz. Ebubekir, Muaviye ve oğlu halife Yezid’i Tanrı kabul eden, “Kürt Yezidiliği Dini” olan “Adeviye” sapık inancını kuran Şeyh Hadi Bin Musafir el Hekkari el Emevi’nin Kürtler için yazdığı din kitabı olan “Mushaf-ı Reş- Sayfalar halinde yazılmış Kara Kitap’tan”  bir Hazreti Muhammed tanımlamasını okuyalım.
Bu arada da “Allah’ın kızı Uzza’nın” da öcünü nasıl aldığını da öğreneceksiniz. Çünkü Muaviye’nin evlendiği “80” yaşındaki kadının sabahleyin “25’lik” taze olması ve sonradan İslam halifesi olacak Yezid’i doğurması olayı tamamıyla, Yezit Emevilerin Muhammet’ten aldıkları intikamı anlatmaktadır.

Uzza’nın İntikamı ya da Emevilerin Muhammet’ten Aldıkları Öç!;

(Kynk- Mushaf-ı Reş-Kara Kitap)

“…Hatta O (Şeytan Tavus-Adeviyelerin tanrısı), Muaviye adlı hizmetçisi olan İsmail oğullarının peygamberi Muhammed’i, aydınlattı, O geldiğinde Muhammed doğru biri değildi ve ona baş ağrısı ile eziyet etti. Sonra peygamber, tıraş etmesini iyi bilen kölesi Muaviye’den başını tıraş etmesini istedi. O da aceleyle zorlanarak onu tıraş etti. Sonuç olarak tıraş ederken başını kesti ve kanattı, yere düşeceğinden korkan Muaviye, kanı diliyle yaladı.
Bunun üzerine Muhammet;
“-Ne yapıyorsun Muaviye?” diye sordu. O da,”-Yere düşeceğinden korkarak kanı yaladım” dedi.
O da;
-“-Günah işledin Muaviye, senden sonra benim soyuma karşı çıkacak bir millete sahip olacaksın.”
Muaviye cevapladı;
“-Öyleyse dünya evine girmeyeceğim ve evlenmeyeceğim!”

Bir süre sonra tanrı Muaviye’ye bir akrep gönderdi ve onu ısırttı, yüzü yerinden çıkacak gibi şişti ve doktorlar ona “ölmesin” diye evlenmesini söylediler. Bunu işitince rıza gösterdi.

Ona çocuğu olmasın diye seksen yaşında bir kadın getirdiler. Muaviye karısını bildi ve sabahleyin bu kadın tanrının gücüyle yirmi beş yaşında bir kadın olarak ortaya çıktı. Sonra hamile kaldı ve tanrımız Yezid doğdu…”

İslam kaynaklarında peygamberin bir gün Muaviye'ye, ashabının yanında şunları söylediği kayıtlıdır:

"Ümmetim senin elinden neler çekecek neler!.. Senin elinden, gün gelecek, benim evlatlarım acılar yaşayacak, senin soyundan gelecek bir köpek Allah'ın ayetleriyle alay edecek ve Allah Teala bana karşı saygısızlığı haram etmiş olduğu halde o, bana karşı saygısızlıkta bulunacak, hürmetimi ayaklar altına alacaktır!"

e-Muaviye’nin Genelgeleri;
Süleym b. Kays’tan alıntı;
“Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye, valilerine şöyle emretti: Ali’nin evlatları ve Şiilerinin tanıklığı kabul edilmemelidir. Bulunduğunuz yerlerde Osman’ın mensupları ve taraftarlarından veya onun fazilet ve menkıbelerini nakleden kimselerden biri bulunduğunda resmi yerlerde ihtiram ve ikram görmeleri hususunda ihmalkârlık yapılmamalıdır. Osman’ın menkıbe ve faziletlerine dair nakledilen sözler, nakledenin hususiyetleriyle birlikte Şam’da Muaviye’nin sarayına bildirilmelidir.”

Muaviye’nin emrine valilerin titizlikle uydukları ve onun bağışlarından ve siyasi gücünden yararlandıkları anlatılır. Halife Osman’ın da buna yardımcı olduğu olaylar içinde görülmektedir.
Muaviye’nin bu bağışları, bahşişleri ve valilerin teşvikleri neticesinde, bütün İslam şehirlerinde hadis uydurmak yaygınlaştı. Kim olursa olsun, Osman’ın fazileti hakkında Muaviye’nin valilerinin yanında hadis naklettiği zaman sözü hemen kayıtsız şartsız kabul ediliyor, adı mükâfat ve bağış defterine kaydediliyordu ve başkaları hakkında şefaati (aracılığı) de kesinlikle reddedilmiyordu.”
Bir gün Muaviye minberde hutbe okurken bir Müslüman kılıcını çekip tekbir getirerek minbere doğru atıldı. Muaviye'nin özel koruma muhafızları vardı; bu Müslümanı hemen yakalayıp sorguladılar:
- Bu eyleme neden giriştin? Kimin emriyle yaptın bunu?!
- Peygamberin emriyle! O büyük peygamberin "Muaviye'nin emîr olduğunu görürseniz kalçasını kılıçla parçalayın!" buyurduğuna bizzat şahid oldum ben!”
- Onu emirliğe kimin atadığını biliyor musun?
- Hayır.
- Halife Ömer atadı onu!
- Öyleyse Ömer haklıdır, duydum ve itaat ettim!!!
Hz. Resulullah'ın (s.a.a) minberinde hutbe okumakla meşgul olduğu bir gündü... Abdullah bin Mesud cemaatin arasında ayağa kalkıp "Hz. Resulullah (s.a.a)" dedi, "muaviye'yi benim minberimde görürseniz hemen öldürün!"...
Şam fethedildiğinde oraya önce Ebu Ubeyde vali olarak gönderilmiş, ama çok geçmeden bu vali vebaya yakalanarak ölünce, II. halife Ömer; Muaviye'nin kardeşi olan Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam valiliğine atamıştı.
Emeviler ve Ebusüfyanoğullarının İslam tarihinde resmen devlet görevine getirilmesi bu tarihe rastlar...
Emevilere iktidar kapısı 2. halife döneminde açılmıştır.
Yezid öldüğünde her ne hikmetse halife Şam valiliğini tekrar Emevilere bıraktı ve ölen Yezid'in yerine kardeşi Muaviye atandı!
Böylece Şam'ın yönetimi bir hanedana bırakılmış oluyordu!..
Burada, birilerinin diyet borcunun ödenmekte olduğunu sezmek hiç de zor değildir...
İkinci halife, neden Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam valiliğine atamıştı sahi?

f-Peygamberin “61” yıllık ömrü boyunca yaşadığı bazı olaylar nedeniyle kendisine en yakın olanları da “inciten, belki de kinlendiren” davranışları olmuş mudur? Olaylar zinciri,”3” Önemli Olay! ;
Bu konuda da ilginizi çekecek olaylar vardır. Ben ekliyorum, takdir sizlerindir!

Birinci Olay, Hz. Ömer’in Kızı Hafsa Hakkında Hz. Osman ve Hz. Muhammet Arasındaki Kadın Meselesi;

Hz. Muhammed, kızı Hz. Fatma’yı, amcası Ebu Talip'in oğlu Hz. Ali ile evlendirdikten kısa bir süre sonra meydana gelen bir ölüm olayının ardından Hz. Muhammed, Hz. Ömer'in dul kalan kızı Hz. Hafsa* ile evlenir.
*(Hafsa,Ayşe ile yaşıt olduğuna göre peygamber bu dönemde 60’lı yaşlardadır ve Veda Haccını yapma dönemidir. İbni İshak’ın yazdığına göre Ayşe ile Ayşe “6” yaşındayken (Pedofili) nişanlandığında peygamber 53 yaşındadır. Üç yıl gerdek için beklediğinde yaşı 56’dır. Hafsa ile 18’inde evlendiğine göre “9” yıl daha eklediğimizde “65” olur ki, oysa peygamber (571-632’de) 61 yaşında ölmüştür. Demek ki hesap hatası vardır. Muhtemelen Hafsa, ya Ayşe’den büyüktü ya da Hafsa’nın yaşı daha küçüktü.)

Hz. Ömer'in damadı Huneys, Habeşistan'a ilk giden muhacirlerdendir. Dönüşünde Hz. Hafsa ile evlenmişti. İşte Hz. Ali ile Hz. Fatma'nın evlilik olayından kısa bir süre sonra ortaya çıkan bu ölüm olayının ardından Hz. Hafsa 18 yaşında dul kalır. Hz. Ebubekir'in kızı olan Hz. Ayşe ile aynı yaştadır.
Dul kadına baba evinde iyi bakılmadığından olsa gerek, Hz. Ömer kızına hatırlı bir koca arayışına girer. Daha sonra halife olacak Hz. Osman'a öneriyi götürür. Çünkü Hz. Osman'ın eşi Rukiye (Peygamberin kızı) de yeni vefat ettiğinden duldu. Hz. Ömer için ideal bir damat adayıydı.

Ancak, Hz. Osman öneriyi ret eder ve Hz. Ömer bu duruma fena halde içerler. Bir süre sonra Hz. Ebubekir'e teklif götürür, ondan da bir "hayır" cevabı alınca Hz. Ömer'in morali iyice bozulur. Ancak Hz. Ebubekir'in eşini çok sevdiğini bildiğinden anlayış gösterir.
Dayanamaz ve durumu Hz. Muhammet'e açar. O da "Üzülme" der ve devam eder,"-Allah sana ondan daha iyi bir damat, Osman'a da senden daha iyi bir kayınpeder verecek" deyince, Hz. Ömer bir kaç saniye düşününce problemi çözer ve gülümseyerek ayrılır.

Önce, Hz. Osman, ölen karısı Rukiye'nin kız kardeşi Ümmü Gülsüm (peygamberin kızıdır) ile evlendirilir, düğünü yapılır bir süre sonra da Hz. Muhammed'in Hafsa ile evliliği gerçekleşir.
Hz. Ayşe'nin üzülmek yerine kendine yaşıt bir arkadaş geldiğine sevindiği yazılır. Hz.

Ebubekir de bu arada Hz. Ömer'e teklifini ret etmesinin ardında Hz. Muhammed'in bu niyetini önceden bildiğini anlatır ve bu nedenle kıracağını bildiği halde ret ettiğini açıklar.
Hz. Hafsa'nın ölen kocasının Suriye taraflarına yapılan bir savaş sırasında öldüğü, özellikle de ön saflarda görevlendirildiği iddiaları da vardır. Bunlar Hz. Muhammed'i suçlamak için yapıldığı söylense de, ortada, açıklanmayan bir kalp kırıklığı vardır.
Bunu da göz önüne almak yararlıdır.

İnsan olarak, peygamber olsun, askeri veya siyasi veya dini kişilikli kim olursa olsun. Bunların tümü insandır ve kendilerini büyük yapan işleri yanında, zenginlik, cinsel düşkünlük gibi insani zaaflara sahiptir. Hele Tevrat kökenli dinlerdeki bütün peygamberlerde bu düşkünlüklere rastlamak mümkündür.
Hz. Davut'un gelini ve Hititli askerinin karısı ile zinası ve askerini savaşta ön saflara sürdürerek öldürtmesi, Hz. Yakup'un dayısını bahisle aldatarak zengin olması, Hz. Süleyman'ın, zenci Saba Melikesi ile evlenmesine karşı çıkılması, Allah'ın da izin vermemesi üzerine aşere putlarına adak adaması gibi birçok örneği sırlamak mümkündür.

Gene aşağıdaki yazıda peygamberin Ömer’e olan kırgınlığı açıkça görülmektedir. Peygamber de olsa, insan her zaman zaafları yüzünden kazandığı bütün saygıyı, şöhreti kaybedebilmektedir.

İkinci Olay, Hz. Peygamberin Karısını Kaybetmesinden Kaynaklanan,Hz. Ayşe’nin Zina Davası;
“Hz. Aişe (r.anhâ) dedi ki, Resulullah (s.a.v) sefere çıkmak istediği zaman, kadınları arasında kura çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla giderdi.
Benî Mustalik gazasından önce yaptığı gazada da aramızda kura çekti, benim ismim çıktı, bundan dolayı Resulullah ile beraber çıktım ve bu, hicab (örtünme) âyetinin indirilmesinden sonra idi.
Onun için bir hevdec e (deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya) konuldum, dönüşte Resulullah Medine'ye yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da yola çıkmaya nida ettirdi.
Yola çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp ordugâhı geçtim, helaya gittim, yerime dönerken göğsümü yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir dizim vardı, kopmuş düşmüş, bunun üzerine döndüm, kaybolan dizimi aradım, bunu aramak beni alıkoydu.
Benim yol nakliyemi yapmakta olan grup varmışlar, hevdeci * yüklenmişler ve beni içinde zannetmişler. Çünkü hafif idim, henüz küçük yaşta bir taze idim; beni hevdecte sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman orada kimseyi bulamadım, bundan dolayı belki beni aramak için dönerler dedim, oturdum. Derken uyumuşum, Safvân b. Muattal ordunun arkasına kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için diğer konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış "Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyandım, hemen feracemle yüzümü örttüm, devesinden indi, ben bininceye kadar çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni bulamadıklarından insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine varıverdim, artık herkes be n i konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helak olan helak olmuş.
*Hevdec=( Develerin üzerine konulan, etrafı örtülerle kapalı, kadın taşımada kullanılan dikdörtgen küp şeklinde bir çeşit koltuk.)
Resulullah Medine'ye ayakbastı ve bana bir ağrı, sızı meydana geldi. Fakat rahatsız olduğum zamanlar Peygamber (s.a.v) den tanıya geldiğim alaka ve lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, "nasıl o?" diyordu. Bu beni işkillendirdi, henüz söylenen sözlerden haberim yoktu, nihayet nekahet dönemine geldim.
Bir gece Mıstah'ın annesi ile hacetimiz için dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstah'ın annesi ile odama doğru döndük. Derken Mıstah'ın annesi mırtı, yani yün çarşafı içinde sürçtü dedi. Ben buna itiraz ettim. "Bedir'de bulunmuş bir zata sövüyor musun?" dedim, "Haberin yok mu" dedi, "ne var" dedim. "Ben dedi, şehadet ederim ki, sen hakikaten "Habersiz mümin hanımlardansın” . Sonra ifk'çilerin dediklerini anlattı. Derhal hastalık üstüne hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm.
Sonra Resulullah girdi ve "nasıl o?" dedi. "Bana izin ver ,ana babamın yanına gideyim" dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim. Anneme: "Ey anne, dedim, insanlar neler söylüyorlar?" "Kızcağızım! dedi, kendini üzme, vallahi bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları bulunsun da aleyhinde çok laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu ana kadar söylenilen sana malum olmadı mı?" Ben ağlamaya başladım ve bütün gece sabahı ettim, yine ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi, anneme, "bu niye ağlıyor" dedi. "Bu ana kadar söylenilenden bilgisi yokmuş" dedi. Babam da ağladı. "sus kızım" dedi. O gün durdum, gözyaşım dinmiyordu, ana babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi geliyordu. İkisi de yanımda oturmuş, ben ağlıyorken Resulullah (s.a.v) üzerimize geliverdi, selam verdi, sonra oturdu. Hakkımda söylenilen söylenilenden beri yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allah Teâlâ ona b e nim bu işimle ilgili vahiy indirmemişti.
Sonra dedi ki: "Ey Aişe! Hal önemli, senden bana şöyle şöyle söz yetişti, şimdi sen bu durumdan temiz ve beri isen Allah, muhakkak seni aklayacak ve eğer bir günaha düştünse Allah'a istiğfar ile tevbe et. Çünkü kul tevbe edince Allah Teâlâ tevbeyi kabul eder." Ne zaman ki Peygamber (s.a.v) konuşmasını bitirdi, gözyaşlarım boşandı, sonra babama "Tarafımdan Resulullah'a cevap ver" dedim. "Vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Bunun üzerine anneme, dedim, " Tarafımdan Resulullah'a cevap ver." O da "Vallahi ne diyeyim, bilmiyorum, dedi.
Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur'ân'dan çok okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek halde değildim. Dedim ki: "Vallahi ben anladım. Siz bunu işitmişsiniz, hatta gönüllerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size beriyim desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah bilip dururken size kötü bir itirafta bulunsam hemen tasdik edeceksiniz. Vallahi benimle size başka bir mesel bulamıyorum, anca k Yusuf'un babası o salih kulun ki ismini zikretmemiştim dediği gibi "Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır.
Sizin anlattığınıza göre,” yardımına sığınılacak ancak Allah'tır" (Yusuf, 12/18) dedim, sonra dönüp yatağıma yattım.
O halde ben vallahi biliyordum ki, Allah Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat vallahi, hakkımda vahy-i metlüvu (Kur'ân âyeti) indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre, Allah Teâlâ'nın öyle okunup tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok hakir idi. Ve fakat umuyordum ki, Resulullah uykuda bir rüya görür de Allah, beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Resulullah yerinden kalkmamıştı, ehl-i beyit'ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ, Peygamberine vahyi indiriverdi, ona vahiy edilirken olagelen hal hemen geliverdi ki, kış gününde bile vahyin ağırlığından dolu danesi gibi ter dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık konuldu. Vallahi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü berâtimi, suçsuzluğumu biliyordum. Fakat Resulullah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim.
Ne zaman ki Resulullah açıldı, gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu: "Müjde ey Aişe! Rahat ol, vallahi Allah, seni kat'î olarak akladı" dedi. "Hamd, Allah'a; ne sana, ne de ashabına" dedim.
Annem, dedi "Kalk ona!" Ben, "Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim" dedim. Burada Allah Teâlâ den itibaren on âyet indirmişti. Bunun üzerine Ebu Bekir "Vallahi bundan sonra artık Mıstah'a infak etmem" dedi. Çünkü ona yakınlığı ve fakirliği sebebiyle nafaka veriyordu. Bu sebeple de Allah Teâlâ şu âyeti indirdi. "İçinizden faziletli olanlar (yakınlara...) vermemeye y emin etmesinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?" (Nur, 24/22) , Bunun üzerine Ebu Bekir de "Evet, vallahi, Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi Mıstah'a yine nafakası verilmeye devam edildi. Netice olarak özrüm nazil olunca Resulullah kalktı minbere çıktı, bunları anlattı ve Kur'ân'ı okudu ve minberden indiği vakitte Abdullah b. Ubeyy'e, Mıstah'a, Hamne'ye ve Hassan'a had cezası vurdu….”
Bu olayda Hz. Ayşe’nin “-Hamd (Şükür) Allah’a, ne sana ne de ashabına” ve de “Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim!”  demesi, Ayşe’nin, peygamberin ölümünden sonra Hz. Ali’ye karşı askerleriyle Deve (Cemel) Savaşında savaşmasını açıklıyor. Çünkü İbn’i İshak’ın tefsirlerinde Ayşe’nin sayısız şikâyetleri vardır.

Üçüncü olay Ebubekir’in Halef Gösterilmesi;
“Hz.Muhammed SAV ölümünün yaklaştığı günlerde camiye giderek cemaate namaz kıldıracak kadar gücü kalmadığını hissettiğinde hanımlarına :”Ebubekir’e namazlarda imamlık etmesini söyleyin” dedi. Fakat Ayşe, Peygamber SAV’nin yerini almanın, babasını çok üzeceğinden korktu.
-”Ey Allah’ın Resulü,” dedi. ”Ebubekir çok duygulu bir adamdır sesi de gür değildir. Hem Kuran okurken çok ağlar.”
Peygamber SAV sanki o hiç konuşmamış gibi “Ona namazı kıldırmasını söyle” der. Hatta Hz. Ömer’i önerir ve yine aynı emri duyunca, Peygamberin diğer eşi olan Hafsa’ya (Ömer’in kızı) yardım isteyen gözlerle bakan Ayşe’ye yardım gelir ve Hafsa da Ayşe’yi desteklemeye başlar.

Sonunda Peygamber S.AV, onlara şöyle dedi:
-”Siz Yusuf’un yanındaki kadınlar gibisiniz. Ebu Bekir R.A’ ya namazlarda imamlık yapmasını söyle. ”Bırakın hata yapan araştırsın, haris olan da arzulasın. Yoksa Allah ve müminler buna sahip olamayacaklar” uyarısından sonra Hz. Ebubekir namazlarda imamlık yapmaya başlar.”
(Halife bu kararla tespit edilmiş gibidir.)
(İbn Sad-Kitab et Tabakat el Kebir C.II.Böl.2.S.12)
g-Muaviye’nin Peygambere ve Soyuna Kini Bitmiş miydi? Muaviye’nin İşleri;
Muaviye’yi iktidara taşıyan belki bu olaylar zinciriydi. Muaviye’nin de İktidar, biricik aşkıydı, onun için devlet vesile değil, bizzat gayeydi!..

Kufe şehrini ele geçirdiği gün minbere çıkıp Kufe halkına hitaben şöyle diyordu: "Yemin ederim ki ben namaz için savaşmadım sizinle; oruç, zekat veya hacc ibadeti rahatça uygulansın diye de savaşmadım!.. Siz bütün bu ibadetleri yerine getiriyordunuz zaten. Ben, sadece sizin başınıza geçebilmek için savaştım sizinle!"

Bir gün Muğiyre bin Şu'be Muaviye'ye;
- "Yeter artık!"dedi, "Resulullah'ın soyu olan Haşimoğullarına yaptıkların yeter! Artık onlar, kendilerinden korkmana neden olacak kadar güç ve nüfuz sahibi değil ki!"
Muaviye nefret dolu bakışlarını uzaklara dikerek;
- "Neler söylüyorsun sen?!" diye çıkıştı Muğiyre'ye "Haşimoğullarından olan o adam (Hz. Muhammet) için Muaviye'nin kullandığı tabir daha ağır, ancak bu kadarını yazabiliyorum ben -Mütercim) öyle bir şey yapmış ki her gün beş kez onun adı Allah'ın adıyla birlikte bütün Müslümanlarca anılmada!.. --------
-Muğıyre! Bu ismi mezara gömmekten başka çare yok, anlıyor musun? "

3-Hz. Osman Dönemi- (580-656-Osman bin Affan);

Hz. Ebu Bekir’in de yakın arkadaşlarından olan Hz. Osman önce Hz. Muhammet’in kızı Rukiye ve onun ölümünden sonra diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlenmiş olduğundan peygamberin damadıdır.

İki kez peygamberin damadı olması nedeniyle “Zi'n-Nureyn' yani "iki nur sahibi" olarak da anılır.
Habeşistan’a ilk göç eden muhacirlerdendir, sonradan Medine’ye göç emredilince oraya göçmüştür. Ebubekir’in halifeliğine biat etmiştir. Abdurrahman bin Aff’ın önerisiyle Hz. Ömer’den sonra halife olmuştur.
 İlk İslami paralar da onun zamanında basılmıştır; bunlar üzerine Bismillah basılmış İran dirhemleriydiler. Emevi Dirhemleri onun ölümünden sonra basılmıştır.

Ancak, Emevi Süfyan ailesi tarafından Hz. Ayşe, peygamberin yeğeni Hz. Ali’ye “Abdülmutallip ailesini yok ederken, Ayşe’nin ailesi olan Ebubekir soyunun da kıyıldığını görüyoruz. Talha’nın Abdullah bin Zübeyr’in, Ebubekir’in oğlu Muhammed bin Ebubekir’in yani “Haşimoğullarının tümünün soyunun kırılması siyaseti sonucu Emevi ailesi kendi saltanatını kurmuş ve 661’den itibaren devletin adı “Emevi İmparatorluğu” olarak anılmaya başlamıştır. Medine’deki Mescid-i Nebevi (Peygamber Mescidi) onun döneminde genişletilmiştir.

Hz. Osman’ın Hz. Ömer’in isteği üzerine vali yaptığı iki kişi dışında büyüyen imparatorluğun bütün valilerini Emevi ailesinden seçerek, hatta aklı başında tecrübeli sayılacak akrabası kalmadığından dolayı çocuk yaştakileri Vali tayin etmesi kendisine karşı tepkileri zirveye çıkartmıştır.
Emevi soylu halifelerin de hiçbir İslami kurala uymadan, içki, kadın, eğlence düşkünlükleriyle gündeme gelmeleri İslam ahlakını halklara unutturmuştur.
Peygamberin de içki içip serhoş olduğunda haçlıların
arkadaşı rahibi öldürdüklerini temsil eden Katolik resmi 1508

Osman’ın tepki çeken atamalarına bir örnek verirsek Ömer’in vasiyeti ile Küfe valisi yapılan Sad bin Ebu Vakkas ı alıp yerine ana bir kardeşi Velid bin Ukbe’yi atamıştı. Velid’in içki içtiği, sarhoşken namaz kıldırdığı  şikayetleri üzerine geri almak zorunda kaldı. Yerine yine akrabası Said bin el As’ı atadı.
Diğer bir örnek; Amr bin As Mısır valiliğinden alınıp yerine Abdullah bin Sad getirildi ki Osman’ın sütkardeşidir. Bu şahıs Medine’de vahiy kâtibi iken mürted (dönme) olan ve peygamberin hakkında ölüm emri verdiği insandır. Osman o sıra onu evinde saklamıştı.
656 yılında muhalifler yazılı olarak şikâyetlerini Osman'a ilettiler. Mektubu Osman'a götüren Ammar bin Yasir Osman ve adamlarından dayak yedi. Muhammed’in dostlarından ve sahabe tarafından çok sevilen Ebu Zer’in eleştiri ve şikayetleri Osman’a iletmesi, onun da dayak yemesine ve Şam’a ardından da Rebeze’ye sürülmesine neden olmuş, sürgünde ölmüştü. 656 yılında Kufe den 1000, Basra’dan 150, Mısırdan 2000 kişi hac bahanesiyle Medine’ye geldi. Ali’nin aracılığıyla yapılan görüşmelerde istekleri Osman tarafından kabul edildi. Mısır valiliğine Ebubekir’in oğlu Muhammed’in getirilmesi de onayları arasındaydı.
Tüm muhalifler memleketlerine doğru yola çıktılar. Mısır’a gidenler yanlarından geçen şüpheliyi durdurup sorgulayınca yanında Mısır Valisine yazılmış bir mektup buldular. Mektup Mısır’a dönenlerin öldürülmesini ve Muhammed bin Ebu Bekr’in vali atandığına dair emirnamenin geçersiz olduğunu yazıyordu. Altında da Osman’ın mührü vardı.
Mısırlılar Kufeliler ve Basralılar yarı yoldan dönüp mektubu Ali, Talha, Zubeyr ve Said bin Zeyd e gösterdiler. Bu olaydan sonra Medine’de Osman’a kamuoyu desteği sıfıra indi. Müslümanların ileri gelenlerinden bir grup Ali ile birlikte mektup hakkında Osman’ı sorgulayınca mektubu Osman’ın genel sekreterliğini yapmakta olan amcaoğlu Mervan’ın yazdığı anlaşıldı. Muhalifler, Mervan ı istediler ama Osman Mervan’ı vermedi.
İşler bu noktaya ulaşıldığında Talha, Zubeyr, Abdullah bin Avf ve Ali de dâhil Osman ı koruyacak kimse yoktu. Ayşe, Ali’nin tüm itirazına rağmen bu strese dayanamamaktan olsa gerek umreye gitti.
Bazı önde gelenler de Filistin’e gittiler. Muhalifler Osman’a yirmi gün süre verdiler. Bu süre sonunda düşünüp istifa etmesini söylediler. Bu yirmi gün sonlarına kadar sakin geçti.
Osman’ın evinin çevresinde kendisine koruyan 500 adamı vardı. Muhasaradan korkan Ali ve diğer önde gelenler oğullarını da kapıya bekçi koydular. Olayların sonuna kadar Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin, Zubeyr’in oğlu Abdullah ve Talha’nın oğlu Muhammed kapı da Osman’ı korumak için nöbetteydi. Yirmi günün sonunda çatışmalar baş gösterdi. Kapısı muhaliflerce ateşe verildi. Muhalifleri durdurmaya çalışan Ali’nin oğlu Hasan bu çatışmalarda yaralandı.
Durum karışınca yapılan istişareler sonucunda Ebubekir’in oğlu Muhammed’le birkaç kişi Osman’ın evine girdi. Osman öldürüldü. Osman’ı öldürenin Ebubekirin oğlu Muhammed olduğu bildirildi.
Ama bunu Osman’ı korumak isteyenler iftira olarak nitelerler. Halbuki Muhammed bin Ebubekir, muhaliflerin lideri konumundadır.
Osman’ın cesedi kapı önüne atıldı. Gömülmesi için kimse girişimde bulunamadı. 3 gün öylece kalıp da kokuşmaya başlayınca 4-5 kişi cenazesini kaldırdı. Cenazenin Müslüman mezarlığına gömülmesine izin verilmedi. Yahudi mezarlığına gömüldü. Cenazeyi taşıyanların da taşlandığı rivayet edilir. Muaviye döneminde Müslüman mezarlığı genişletilerek Osman’ın mezarı da Baki mezarlığı sınırlarına dahil edildi. (Taberi, Tarih, IV, 412)
Kendilerine karşı muhalefeti ya parayla ya da askeri baskıyla susturduklarından ve de “Irkçılık” yaptıklarından dolayı hanedanın ömrü kısa olmuştur.


4-I.Mervan (623-685) Mervan bin Hakem Dönemi;

II.Muaviye’nin 684’de halifeliği bırakmak zorunda kalmasının ardından I. Mervan’ın Halife  olmasıyla hilafet makamı, "Hakem bin Vail" koluna geçmiştir; Ebu Süfyan ve Hakam bin Vail Emevilerin ismini aldığı Ümeyye'nın torunlarıdır. Mervan öldüğü tarih olan 685’e kadar bir yıl boyunca halifelik yapmıştır.

Hakem bin Ebil as bin Umeyye bin Abd-i Şemsbin Abd-i Menaf’ın oğludur. Mervan’ın babası Hakem bin Ebil’as, Hz. Muhammed’e olan düşmanlığı yüzünden peygamber tarafından Taif’e sürülmüş ve  peygamberin ölümünden sonra da orada kalmıştır. Üçüncü Halife Hz. Osman bin Affan’ın zamanında Osman tarafından af edilerek çağırılmıştır. Hakem bin Ebil’as oğlu Mervan ile Medine’ye yerleşmiştir.
Mervan daha sonra Hz. Osman’a katip olmuştur ve Osman’ın birinci derece yeğenidir. Deve harbinde Hz. Talha’yı kazara şehir ettiği yazılır.

Talha bin Ubeydullah bin Osman bin Amr ise İlk Müslümanlardandır. Dedesi, ikinci Halife Ebubekir Sıddık’ın dedesi ile kardeştir. Uhud savaşında Hz. Muhammed’i korumak için çok yara almış peygambere çok sadık birisiydi. Peygamberi sırtında taşıyarak emniyetli bir mevkide bulunan bir kaya üzerine taşımış ve “cennetle müjdelenmiş” biriydi. Çok zengin olmasına rağmen malını din yolunda sarf etmiştir. Hz. Ali ‘ye karşı Muaviye yanlılarının açtığı “Deve (Cemel) Harbinde” Hz. Ali’ye karşı savaşmıştır. Hz. Ali bu zatın ölümüne üzülüp, cenaze namazını kendisi kıldırmıştır. Ok ile şehit edilen bu kişinin Mervan’ın okuyla “kazara” (!) şehit edilmesi dikkat çekicidir.

Mervan, Ebu Süfyan oğlu Muaviye döneminde Medine Valisi olmuş, sonradan azil edilmiştir. II. Muaviye’nin halifelikten çekilmesinin (684) ardından Abdullah bin Zübeyr ile savaşarak Halife olmuş, zalimliği ile nam salmıştır.

Oysa Abdullah bin Zübeyr de, Zübeyr bin Avvam’ın oğlu olup,2. Halife Ebubekir Sıddık’ın kızı Esma’nın oğludur. Peygambere ilk iman edenlerden olup ilk Medine muhacirleri gelmeden önce doğmuştur. Cesareti ve ibadeti ile sevilen peygambere yakın biriydi. Ben-i Esed *kabilesine mensuptu. Hz. Ayşe’nin de yeğenidir. Tunus’a düzenlenen bir seferde (647-649) Roma valisini öldürerek savaşın kazanılmasında önemli bir görevi yerine getirmiştir.
Deve Savaşında (656) peygamberin yeğeni Hz. Ali bin Ebu Talip’e karşı peygamberin dul eşi Hz. Ayşe bin Ebubekir’in yanında savaşmıştır. Savaşı Hz. Ali kazanmış ve Ayşe’yi Medine’ye göndermiştir. Bazı kaynaklar da bu savaşın hiç başlamadığını ve Ali’nin Ayşe’yi ikna ederek geri gönderdiğinden de bahsederler.
“FİTNE DÖNEMİ de olarak bilinen bu Deve (Cemel) Savaşı olup olmadığı her ne kadar işlense de sonunda bir şeye dikkat çekmektedir.
Yukarıda bahsettiğim nedenlerin de etkisi nedeniyle Hz. Osman’ın peygamberin karşısında yer almış ona düşman kim varsa devletin başına geçirmesinden rahatsız olanlar Hz. Ali’yi kendilerine önder yaparak direnişe geçmişler ve Osman’ın sarayını basmışlardır.
Hz. Ayşe’nin babası Hz. Ebu Bekir es Sıddık’ın da, hilafeti ele geçirmek isteyen, Emevi ( Umeyye) ailesinin de Ben-i Teymiye kabilesinden gelen Kureyş’li oluşları dikkat çekicidir.  Yalnız savaşanların da zaten tümü Kureyş ailesindendir.

*Ben-i Esed, Ben-i Esca gibi adlarla anılan Hicaz Arap kabileleinin adlarında geçen “BEN” kelimesi Tevrat kökenlidir.
Mısırdan Çıkış Bölüm 3-Çık.3:14. Ayette; Musa’yı kölelikten kurtarması için kavmine gönderen tanrıya;
“Kendisini gönderen tanrının adının ne olduğunu sorarlarsa ne diyeyim?” Dediğinde aldığı cevap şöyledir;
“ Tanrı, "Ben Ben'im" dedi, "İsraillilere de ki, 'Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi.'

Yahudilerin ve Hicaz ve Harran Yezidilerin de adlarını “Tanrının sıfatlarıyla” birleştirmeleri, Tevrat’tan “Ben” , “O’BEN” vb. ekleri “ad” olarak almaları buradan gelmektedir. Peygamberin ölümünden sonra, birleştirilmiş bir Arap yarımadasını yönetmeye talipler hazırdı. Öyle de oldu ve Yezidiler, Hıristiyanlar ve Yahudiler devleti ele geçirmişti. Yahudi tanrısının adı olan “BEN” ile anılan Yahudi Araplar değilse nedir?

Hicaz Araplarında peygamberin babasının ve dedesinin adlarında da görüldüğü gibi “Tanrının adını tek olarak kullanmak günah” sayıldığından, “Abdullah-Allah’ın kölesi” ya da “Abdülmutallip- Talip’in(1) mutlu kölesi” gibi adlar alırlardı. Ancak, Emeviler döneminde Halife Yezid’in (tanrı Şeytan Tavus), Bedi, Hadi, Kadir, Gaffar, Cafer vb “Esma-ül Hüsna” olan adları “eksiz” olarak kullanmaya başladılar.
1-Talip Yezidi Yemen Tanrılarının en büyüğüdür ve hileci, hırsızların, fahişelerin ve kervanların koruyucusu, hastalara şifa veren Grek tanrısı Hermes’e karşılık gelir. Allah ta o dönemde Hermes’e karşılık gelmekteydi. Harran Yezidileri de, adları “Ben” ile başlayan Arap kabileleri de Hermes’e taparlardı. Günümüzde Nurcular arasında sürekli olarak olur olmaz insanların adlarının “Allah” adıyla anılmasının ardında da bu “Hermetizm” sapıklığı vardır. Namaz sadece Müslümanlara ait bir ibadet değildir. Peygamberden binlerce yıl önce Eski Mısır’da, Sibirya steplerinde, Hindistan’da, İran’da Yezitler ve Mitraistler namaz kılarlardı. Bu gün de kılmaktadırlar. Her namaz (Hintçe- Namas=Selam) kılanı Müslüman sanmayınız. Başta Nurcular ve Bahailer hatta Vehhabiler gelmektedir. Kadınlara dayattıkları “Çarşaf- peçe” dayatması olan örtü de Katolik ve Yahudi inancına göre “Meryem’in” örtüsü olarak kabul edilen şekilden başka bir şey değildir. Katolikler bu örtünün üzerine Hermes’in tacını da eklemişlerdir ki, bu da “şeytana tapma kültü olan Hermetizm’e işaret etmektedir” Bu yüzden bunlar, hırsızlığı, aldatmayı, kandırmayı ilke edimişlerdir.
Yezid'in Ali soyunu tüketmesi konu alınmış


5-Yezid bin Muaviye (646-683-Muaviye oğlu Yezid);
Yezid, Emevilerin ikinci halifesiydi.646’da Şam’da babası Süfyan’ın valiliği döneminde doğdu. İyi bir eğitim aldı,669’daki İstanbul kuşatmasında komutan olarak görev aldı. Abdullah bin Zübeyr’in (Halife Ebubekir’in torunu) karşı çıkmasına rağmen Muaviye ölümünden önce onu 679’da halife seçtirdi ve ona itaat edilmesini istedi. Halifeliğine karşı çıkılmasının nedeni ise, o çağın Arap geleneklerine göre “yaşlı ve tecrübeli kişilerin” başa geçme geleneğine dayanmaktaydı. Yezid bu sıfatlara sahip değildi.
Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin, hilafetin saltanata dönüşmesi gerekçesiyle onun halifeliğine karşı çıktı ve kendisini halife ilan edince Kufe Valisi de ona biat etti.
Bunun ardından Hz. Hüseyin yanındakilerle birlikte önce Mekke’ye ve ardından da desteğini umduğu Kufe’ye doğru yola çıktı. 02. Ekim 680’de Emevi askerlerince yolu Kerbela’da kesildi ve 10. Ekim 680’de Hüseyin yanındaki “72” kişi ile birlikte şehit edildi. Yezid’in hilafet dönemindeki en önemli olay budur. Hüseyin’in öldürülmesinden Yezid’in değil de tayin ettiği Kufe Valisinin neden olduğu yolunda bilgiler olsa da Yezid bu olayın sorumlusu olarak kabul edilmektedir. O günden beri Yezid, İslam tarihinde, zulmün ve kötülüğün timsali olmuştur.
Bunun ardından Ebubekir’in torunu ve peygamberin yakın sahabelerinden Zübeyr’in oğlu olan Abdullah bin Zübeyr isyan çıkardı. Kufe’ye vali dahi tayin etti. Emevilerden hoşlanmayanlardan hatta Suriyelilerden bile destek almasıyla isyan büyüdüyse de, Basra’daki Irak Valisi Ubeydullah bin Ziyad’ın isyanı bastırmasını  Yezid isteyince, vali Suriyelilerden oluşan 10.000 kişilik ordusunu Müslim bin Ukbe el Murri komutasında Hicaz’a gönderdi. Medine’nin kuzey doğusunda El Harre denilen yerde iki tarafın orduları karşılaştı ve Yezid’İn kuvvetleri savaşı kazanınca Medine’ye girerek şehri üç gün boyunca yağmaladılar. Komutan El Murri burada hastalanıp öldü. Zübeyr Mekke’ye çekildi. Yeni komutan Hüseyin bin Numeyir as Sukuni Mekke’ye saldırdı ve üç ay kuşatmadan sonra  şehri ele geçirip şehri yağmaladılar ve Kabe’nin örtüsünü yaktılar. Bu arada Yezid ölür. Mekke’yi kuşatan kumandan, Yezid’in oğlu hakkında az bilgi olması yüzünden Zübeyr’e hilafeti önerdiyse de de Mekke’den ayrılmaya çekinen Zübeyr teklifi ret eder.
Bu nedenle Yezid’in oğlu II. Muaviye veya Ebu Laylâ Muâviye bin Yezîd (661-684) halife ilan edilir. Savaş yanlısı olmayan UU. Muaviye “40” gün sonra istifa eder ve istifasından “15” gün sonra vefat eder. Yerine I. Mervan geçer.

Yezid hakkında bazı iddialara bakalım;
Halife Yezit hakkındaki iddialar onun Müslüman değil tam bir dinsiz, kâfir olduğu yolundadır. Peygamberliği yalanladığı, vahiy olayını inkâr ettiği, içki içtiği, kadın oynattığı, insanların arasını açacak sözler ve asılsız dedikodular ürettiği bunların en önemlileridir.
Çocukluğunun annesinin kabilesi olan Müslüman olmayan Kelâb (Köpekler)kabilesi arasında geçtiğinden, gençliğinin köpeklerle ilişkiden içki düşkünlüğüne varan günahları işlemeye alışık olduğu öne çıkarılmaktadır. Peygamber ve soyu olan ehl-i beyt’ karşı düşmanlık içinde yetiştirildiği, ve soyu olan Haşimoğullarına kan davası güttüğü belirtilir.
Babası Muaviye’nin onu halka iyi tanıtsınlar diye zamanın ünlü şairlerini kiralayarak oğluna övgüler düzdürdüğü belirtilir. Yani bu olaya,o zamanın “basınının ele geçirilmesi” de diyebiliriz.
O dönemlerde peygambere kan veya iman olarak yakınlığı, bağlılığı olanların komplolara kurban gittiklerine örnek olarak İmam Hasan Mücteba’nın, Sa’d bin Vakkas’ın, Halid bin Velid’İn oğlu Avdurrahman’ın Yahudi doktora ve değişik kişilere zehirletildikleri zehirletilmesi öne sürülür.

Hicr bin Adiyy ve yarenlerinin de bu dönemde tutuklatılarak, Yezid’e biat etmeye zorlanmaları ve kabul etmemeleri yüzünden öldürüldükleri iddia edilir.
Bu yüzden Mekke ve Medine’lilerin Yezid’e biat etmedikleri söylenir.
Hatta Bizans’tan aldığı rüşvet karşılığında Kıbrıs ve Yunanistan fetihlerini engellediği, Mekke ve Medine’ye saldırdığında Müslümanların mallarının yağma edilmesinden ırzlarına geçilmesinden gereksiz yere halktan 12.000 kişinin katledilmesine kadar ağır suçları işleyerek tam bir Müslüman ve Muhammed düşmanı olduğu işlenmektedir.
Kâbe'yi taşa tutturduğu da,  mancınıkla yıktırdığı ve yaktırdığı da bunlar arasındadır.
Muhammet’in Muaviye'ye "senin sulbünden gelecek bir köpek..." dediği kişinin bu olduğu kabul görmektedir.
Bu kadar yazıdan sonra sonuç yazısı yazmak içimden gelmedi. Peygamber ölmüş, düşmanları olan Yahudiler, Hıritiyanlar ve Yazidi Emeviler devleti ele geçirmiş, mevcut Kuran bu doğrultuda değiştirilmiş, hırsızlığı, yalanı, dolanı, hileyi, sihri, büyüyü, mucizeleri, fuhşu kutsal sayan, semitik, Siyonist, biraz da peygamberin getirdiği devrimlerin de eklenmesiyle, yeni bir “Hermetizm” kültü egemen olmuştur.

Sadece, peygamberin ardından gelen “Emevi darbesinin” etkileriyle, devletin peygamber ve din düşmanlarının eline geçmesiyle, peygamberin bıraktığı İslam’î öğretinin yok edilmesi ve “gizli Bizans İşbirlikçisi” olmasının aynen, asırlar sonra Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e “ölüm döşeğinde yapılan 10 Kasım 1938” darbesinin ardından, yapılan devrimlerden ülkenin bağımsızlığının elden çıkarılmasına ve de gene Vatikan-Mason küresel şirketler koalisyonuna devletin teslim edilmesine kadar benzerlikler göstermesi yüzünden, bu zıtlıkları ben kısaca şöyle adlandırıyorum;

Muhammed öldü İslam, Atatürk öldü bağımsızlık bitti!”

Takdir sizlerindir!

Alaeddin Yavuz

Kaynaklar; (Belâzürî, Futûh, s.564, 566, 570; a.mlf., Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 139; Ya’kubî, II, 61; Taberî, I, 2830; İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III, 99; Halife b. Hayyât, s.161; Zehebî, Nübelâ, II, 175.)