Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Nisan 2009 Salı

RAHİMDE BOKUNU YİYEN BEBEK


RAHİMDE BOKUNU YİYEN BEBEK

01.11.2008 günü yani geçen yılın kasım ayında Kartal Tansaş’ın karşısında sahilde yanımda iki emekli arkadaşla birlikte içerek vaktimizi geçiriyorduk.

Bir ara yan tarafımıza 30 yaşlarında bir gencin gelip oturduğunu ve derin derin düşündüğünü gördük.

Aramızda özel bir konu da konuşmadığımızdan bu genç adam dikkat ettik,gerçekten müthiş bir karamsarlık içindeydi.
Dedim ki,bakın bu adam fena halde zorlanmış,yakında intihar ederse şaşırmayın.
Arkadaşlarım da onayladılar ve masamıza çağırdık.


Kimsin,nesin ne iş yaparsın gibi sorularla biraz tanıdıktan sonra,serbest esnaf denilen türden işlerle uğraşan biri olduğunu,yakında bulunan Kartal Özel Umut Hastanesinde  eşinin doğum yaptığını,çocuğunun hasta doğduğunu,hastanenin kendisine birkaç bin YTL’lik masraf çıkardığını,ödeyecek durumu olmadığından eşini hastanede bırakarak buraya geldiğini anlattı.

Haliyle üzüldük ve neden Devlet Hastanesine götürmediğini de sorduk.

Eşinin ilk çocuğuna burada doğum yaptığı için onun da “özel hastanede” doğmasını sağlamak istediği için burayı tercih ettiklerini ancak gerek masrafın gerekse çocuğun hastalıklı doğmasının kendisini perişan ettiğini anlattı.
Çocuğun hastalığı nedir? Dediğimizde;

Anne karnında çocuk kakasını yemiş,o da solunum rahatsızlığı yaratmış,yoğun bakıma kaldırdılar” dedi.

İşte rahimde bu konforda olan çocuğun böyle
saçma iddialarla karşılaşması olanaksızdır.
Tabii,hepimiz gerçekten şok olmuştuk.
Bu cevabı sana doktor mu söyledi?

Evet,Romanyalı bir doktor var o söyledi.
Ne dedi?
Çocuğun annesinin karnında b.kunu yemiş,ciğerlerine b.k ta kaçmış,solunum zorluğu çektiği için yoğun bakıma aldık” dedi.

Benim bildiğim,çocuk rahimde plesanta denilen göbek barsağından beslenir,solur,dışkısını buradan çıkarır.Böyle bir olayın olması imkansızdır.
Biz üçümüz de aynı kanaatteydik ve ben bu gençle yakın olan hastaneye gidip çocuğu görmeye karar verdim.Hemen gittik ve gerçekten çocuk yoğun bakımdaydı.Eşine sordum o da bunu doğruladı.
Yoğun bakım odasının yanında aynı dertten muzdarip bir başka baba vardı,o da hastane faturasını ödemiş,bunun ödeyemediğini öğrenmiş,rahatlık içinde parasının olduğunu, kazancının iyi olduğunu anlatarak övünmeye başlayınca,”kerizden bol bir şey yok memlekette” deyip ayrıldım.

Ertesi gün yine aynı gençle orada karşılaştık,tekrar eşini ziyaret gittik,doğum olayını anlatmasını istedim,kadın eşinin onayı üzerine anlattı.
Çocuk doğduğunda,doğum sandalyesinin altına,konulan sıcak su kabını koyduklarını, doğan çocuğu bu kabın içine bırakıp göbeğini kestiklerini anlattı.
Ben de zaten bunu sormuştum.
Peki,barsak kesildiğinde içindeki sıvılar çocuğun yüzüne akmış olabilir mi?” diye sordum.
“Olabilir” dedi.
“Bu esnada ebe ile yardımcısı arasında tersleşme olduğunu hatırlıyorum ama olayın etkisi ile ne dediklerini hatırlamıyorum.”
Olay çözülmüştü.


Çocuğun anne karnında pisliğini yeme imkanı olmadığına göre olay böyle olmuştu.Hastane de bu işi bir de faturalandırarak hasta sahibine yüklüyor,para harcatarak da kapı önündeki oturan ahmak gibilerini de gururlandırıyorlardı.

Yani tam bir soygun ve cinayete teşebbüs olayı böylece örtülüp gidiyordu.Hem de tatlı bir senaryo ile.
Elbette Hastane açısından tatlı.

Baba ve anne de bu arada karalar bağlıyordu.
O arada aklıma,o günlerde,iktidara yakın bir kanalda
Göbeği kesilmeden anne kucağına verilmiş bir bebek.


Sağlık Bakanımızın “Yeni doğan üniteleri ücretsiz olan bir ülkenin bakanı olarak gurur duyuyorum” dediğini hatırladım.

Genç adama da hastanenin,hem devleti hem de vatandaşı yolmak için dümen yapabileceğini, bu parayı ödememesi gerektiğini anlattım.

O buna cesaret edemiyordu ancak,uzak bir akrabasının etkili olabileceğini söylemişti.
15 gün kadar sonra tekrar beni arayıp yardımım için teşekkür etti.Akrabası etkili olmuş ve 1000 YTL masrafla kurtulduğuna sevinmişti.
Ya çocuk dedim?
O iyileşti,sağlıklı,ona da senin kızının adını koydum.Sayende bir sürü masraftan kurtuldum. Allah senden razı olsun dedi.

Halen arada bir arayıp hatırımı soruyor.
İnsan düşünmüyor değil.
Çocuklar geleceğimizdir.
Devlet vatandaşa hizmet için bir yasa çıkarıyor,özel kurum ve kuruluşlar bunu ranta çevirmek için böyle dümenler mi yapıyordu?
Yapmıyorsalar bu kadar alacaklarından nasıl vazgeçmişlerdi?
Acaba bizim milletten maratoncu atlet çıkmama nedenlerinden biri de insanı doğarken “tıknefes” eden böyle hatalar mı?

Yoksa,kaçan değil,kovalayan yiğit bir millet olmamızdan mı? :))

Ben de bilmiyorum ama bu konulara birileri bir bakmalı.

Özel Sağlık kuruluşları ve çalışanları ne zaman "insan" faktörünü kendi kazançlarının üstünde tutacaklar acaba?

O çocuk bu hatayı ömür boyu "tıknefes" olan,solunum rahatsızlıkları olan,astımlı bir yaşam ile çekecek.

Kimin umurunda acaba?

Dikkatli olun,bir gün sizin de çocuğunuz veya torununuz her an ana rahminde b.kunu yiyebilir.!!!

Adilyargic

Not:İlgilenenilmesi halinde,yorum bölümüne bırakılan “e-posta” adresine bu gencin kimliğini resmi olan kurumlara verebilirim.
Yazıyı bu güne kadar geciktirmemin sebebi de bu babanın kendisine zarar gelebileceği korkusu yüzünden olmuştur.Ama bu konu için artık gereğinden fazla da zaman geçtiği inancındayım.

Bu Vatan Böyle Kurtuldu

-->
Bualıntı yazıyı herkese ibret olsun diye yayunlıyorum./Keykubat

Bu güzel vatan nasıl kazanıldı ???
Gün öyle bir gün ki ,
Harp zamanı ,
Kurtuluş destanının yazıldığı günler,
unutturulmak isteniyor...
Emperyalizm,
Yani yeni adıyla,
Küreselleşme,
var gücüyle
ulus kavramını,
ulusal bilinci
silmeye çalışıyor...
Tüm mazlum uluslara önder olan,
Türkiye'yi var eden
Küresel güçlere dur diyebilen
ATATURK de
unutturulmaya çalışılıyor...
Vatandaşım,
UNUTMA...
UNUTMA...
UNUTMA..
Neden mi unutmayacaksın ?
aşağıdaki yazı bunun yanıtıdır...
Naci Kaptan
GAZİ KOVAN
Mart 1921 İnönü Ovası İnsanın İflahını kesen buz gibi bozkır ayazında Ethem Çavuş'un sırtı üşüyor, avuçları ise kızgın mermi kovanlarına çıplak elle dokunduğu için alev alev yanıyordu. Top atışı on sekiz saattir durmaksızın sürüyordu. Ethem Çavuş, 75 mm'lik topu durmaksızın dolduruyor, her seferinde besmele çekip keşif kolundan bildirilen menzillere kıyamet yağdırıyordu.
Sandıkta kalan sondan üçüncü mermiyi aldığında bir an duraksadı. Merminin üzerine bir çaput sarılıydı. Çaputu sökerken avucuna kalem büyüklüğünde demir bir çubuk düştü. Çaputun ve çubuğun anlamını çözmeye çalışırken sarı metalden mermi kovanına kazınarak yazılmış yazıya gözü ilişti. Okumaya vakti yoktu. Mermiyi topa sürüp ateşledi. Demir çubuğu cebine, boş kovanını ise bu sefer sandığa değil yere attı. Birkaç dakika sonra soğumuş olan kovanı kaybolmaması için yerden alıp mintanının yakasından içeri attı. Akşam ezanı vaktinde çarpışma durulmuş, mevzileri ileri, düşman hatlarına doğru ilerletme emri gelmişti. Batarya komutanı, Ethem Çavuşa istirahat verdi. İlk iş olarak boş kovanı çıkarıp üzerindeki yazıyı okudu.
Kovanın üzerinde
"Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4.Alay 2.Tabur 8.Batarya 26 Rebiyülahir 1339*İnönü"
yazıyordu. Birinci İnönü savaşının en kızgın günlerinden birinde düşülmüş not ve mermiyle gelen demir çubuk, İmalat-ı Harbiye atölyelerinde çalışanların bir mesaj istediğini gösteriyordu. Boşalan kovanlar Ankara'daki atölyelere yollanır, oradan tekrar doldurulup cepheye dönerdi.
Üç saat sonra gecenin iyice çökmesiyle savaş tamamen durulmuş, birlikler yeni mevzilerine yerleşmişti. Ethem Çavuş, cebindeki demir çubuğu çıkarıp bir köşeye oturdu. Ucu sivriltilmiş çubuk, bakır ustalarının "kalem" dedikleri, metal üzerine desen oymaya yarayan keskin bir aletti. Eline yumruk büyüklüğünde bir taş alarak hafif tıklamalarla kendi mesajını kovana kazıdı.
"Aksekili Ethem Çavuş 8.Alay 3. Tabur 1.Batarya 20 Recep 1339** İnönü"
Beş gün sonra Ankara Atölye'nin bir köşesinde cepheden gelen sandıkları açan kalfa, tezgâhlardan birinde harıl harıl çalışmakta olan ustaya seslendi:
Sesinde, eşi doğum yapmış bir adama bebeğini müjdeleyen ebenin heyecanı vardı. "Kâmil Usta! Müjdemi İsterim! Senin yavru cepheden dönmüş!".
Hepsi sandıkların olduğu kısma koşturarak kovanın üstündeki yazıyı okumak için toplandılar. Tabii ki bu şeref Kâmil Ustaya aitti. Yüksek sesle Ethem Çavuşun notunu okudu. Atölyede bir bayram havası esmişti. Tüm çalışanlar, Kâmil Ustayı yeni baba olmuş biriymiş gibi kutluyor, hayır duaları ediyorlardı. Ustalar, İş tezgâhlarından birinin başında toplandılar. Kâmil Usta kovanın ağzının eğilen yerlerini düzeltip özenle kapsülünü yeniledi. İçine barutunu doldurduktan sonra yeni bir çekirdeği kovanın ağzına oturttu. Mermi hazır olunca, Ethem Çavuşun kovanın içinde geri yolladığı çelik kalemi yeni bir çaputla merminin üzerine sardı. Kundaklanmış mermiyi şefkatle tutarak yeni doldurulan bir sandığa yatırdı.
Çalışanlar hep bir ağızdan "Allah kavuştursun" diyip işlerinin başına döndüler. Kâmil Usta, halen açık duran sandığa yatırdığı mermiye hüzünle bakıp "Selametle git aslanım. Allah muvaffak etsin. Çok bekletme bizi" dedi. Kovan, Birinci İnönü savaşı sıralarında üzerindeki ilk notla Kâmil Ustanın eline geçtiğinde bu fikir doğmuştu. Karahisarlı Seyfi Çavuşun başlattığı bu geleneğin süreceğinden emin değildi; ama denemeye değerdi. Nitekim Aksekili Ethem Çavuş umutlarını boşa çıkarmamıştı. Cephede patlayan her merminin kovanı buradaki ustaların elinden geçtiğine göre bir aksilik olmazsa yeniden görüşeceklerdi.
Eylül 1922 - Ankara Bir buçuk yıl içinde kovan sekiz kere daha atölyeye uğradı. Üzerindeki mesajların sayısı da sekize ulaşmıştı. Mesaj yazanların sekizi de başka alay ve taburlardan farklı kişilerdi. Kovan her keresinde atölyedekilere daha büyük bir coşku yaşatıyor, istiklâl savaşının her zorlu durağından Ankara'ya barut, kan ve zafer kokusu taşıyordu. Türk ordusunun İzmir'e girdiği gün Ankara'da bayram havası eserken kovan yeniden gelmiş, ama bu sefer tüm atölyeyi yasa boğmuştu. Kovanın içinde, çelik kalemin yanı sıra bir mektup ile bir tane de bakır künye vardı. Kovanın üzerine kazınmış dokuzuncu notta;
"Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8.Batarya 12 Muharrem 1341*** Banaz"
yazılıydı. Atölyedekiler mektubu açıp okumaya koyuldular;


Selamün aleyküm gayretperver ustalar. Allah'a şükürler olsun ki mendebur düşman kaçıyor. Muzaffer Türk ordusu beş gündür durup dinlenmeksizin kâfiri kovalıyor. Güzel İzmir'e, kalplerimizdeki imânımız kadar yakınız artık. İki gün evvel Banaz'daki muharebede bataryamın çavuşlarından Seyfi, kalleş düşmanın kurşunuyla şahadete ermiştir. Cenazesini sıhhiyecilere teslim etmeden önce mintanının içinde bu kovanı buldum. Malumunuzdur ki vefat eden neferin künyesi ailesine yollanır. Lâkin beş gün önce Karahisar'ı ele geçirdiğimizde,Seyfi Çavuş'un ailesinin düşman tarafından katledildiğini öğrendik. Bu kahraman Türk evladı kederini yüreğine gömüp anacığını, babacığını defnedemeden düşmanın peşine düştü. Üç gün sonra kendisi de hakkın rahmetine kavuştu.Kovandaki yazılardan anladığım üzere bu topçu neferlerin bir ailesi de sizler olmuşsunuz. Bu sebeple Seyfi Çavuşun künyesini sizlere yolluyorum.Başınız sağ olsun. Hayır dualarınızı bizlerden, Fatihalarınızı aziz şehitlerimizden esirgemeyiniz. Hakkın rahmeti üzerinize olsun. Yüzbaşı Muhsin Talât 4.Alay 2. Tabur 8. Batarya
14 Muharrem 1341 Salihli"


Gazi Kovan....

Mektup bittiğinde tüm personel ağlıyordu. Atölyeye bir ölüm sessizliği çökmüştü. Hiç tanımadıkları halde iki satır yazıyla kardeş oldukları Seyfi Çavuşun ardından Fatiha okuyup amin dediler.
Kamil Usta yutkunarak tezgâhının başına oturdu. Kovanı yeniledi ama bu sefer, minik iki perçinle Seyfi Çavuşun künyesini kovanın dibine çaktı. Yine her zamanki merasimle mermiyi kundaklayıp sandığa yatırdı. Oysa o mermi bir daha düşman mevzilerine gönderilmeyecekti.
Ocak 1923-Ankara Savaşının bitmesinin ardından Ankara'daki mühimmat depolarında sayım ve temizlik yapılıyordu. Sandıklar tek tek açılıyor, mermiler sayılıp yeniden sandıklanıyor, kayda geçirilip daha tertipli bir cephaneliğe gönderiliyordu. Teğmen Hamdi Vâsıf, Kâmil ustanın hazırlayıp kundakladığı mermiyi buldu. Böyle bir anının-belki de yıllarca- sandıkların İçinde kalmasına gönlü elvermedi. Ciddi bir suç işliyor olmayı göze alıp mermiyi evine götürdü. Niyeti, ömrünün sonuna kadar mermiyi bir anı olarak saklamaktı.
29 Ekim 1923 - Ankara Teğmen Hamdi Vâsıf Ankara kalesine çıkan dik sokakları koşarak tırmanıyordu. Soğuğa rağmen kan ter içinde kalmıştı. Yarım saat önce 20:30 sıralarında meclisten, cumhuriyetin ilan edildiği duyurulmuştu. 101 pare top atışıyla cumhuriyet kutlanıyordu ve Seyfi Çavuş'un mermisi bu şöleni kaçırmamalıydı. Yetmiş, belki de sekseninci atışta topçuların yanına ulaşabilmişti. Yüzbaşı Muhsin Talat'ın yanına giderek sert bir asker selamı verdi.
"Hamdi Vâsıf Edirne! Bir maruzatım var komutanım" Yüzbaşı sorar gözlerle genç subaya bakıyordu.
"Evet teğmenim? Sizi dinliyorum"

Teğmen, üniformasının içinden mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzattı.
"Yüzbirinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım. Müsaadenizle bu şerefi ondan esirgemeyelim"
Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine inanamamıştı. Sevinç gözyaşlarını tutamadı. O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse aralarındaki rütbe farkına bakmaksızın genç teğmenin ellerini öpecekti. Mermiyi alıp çekirdeğini dikkatlice yerinden çıkardı. Kovanın tepesine bir bez parçası tepip iyice sıkıştırdı. Subay şapkasını çıkarıp surun üzerine koydu. Mermiyi şapkanın içine yatırdı. Toplar atışlara devam ediyordu. 82, 83, ...97, 98, 99... On dakika kadar sonra, atışları sayan çavuş "Yüzüncüyü attık komutanım" diyince, Muhsin Talat, kovanı topun yatağına kendi elleriyle sürerek ateş emrini verdi.
Subayların kılıçlarını çekerek selamladığı o son top sesi Ankara'nın her duvarından yankıyıp dört yıllık istiklâl savaşının tüm hikâyesini anlatmıştı sanki. Rütbe ve mevkilerine bakmaksızın topun başındaki tüm askerler kucaklaşarak birbirlerini kutladı. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi Vâsıf sarıldılar.
Kovan ayaklarının dibindeydi.
Yüzbaşı eğilip saygıyla kovanı yerden aldı.
Avuçlarının yanmasına aldırmadı bile.
Balkanlarda Türk Kıyımı;
-->http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10613718.asp?yazarid=218

Böyle de yıkılıyor; (Ektir)

İŞTE AKP DEVLETİ YIKIYOR!

AKP kongresinde Barzani'ye AKP'lilerin attığı sloganlar!
01 Ekim 2012'de AKP "Türkiye'ye bir Kürt kedisi bile vermem!" diyen, terörö örgütü ve deden Vatikan-Rusya Avrupa kölesi olan Yahudi Kürdü Molla Mele Ahmet Barzani'nin torunu olan Mesut Barzani'ye "Türkiye seninle gurur duyuyor!" sloganlarının atıldığı sadece RE.T.E'nin konuşup tek aday olduğu bir kongre yaptı ve yeni dünya düzenine göre ülkeyi yeniden şekillendirecek yani bölecek "Bütünşehir" kavramını ortaya attı. Hedeflenen Başkanlık sisteminin ön aşamalarından birisi olan bu proje ile AKP amirleri ABD-AB emirleriyle aynen şöyle bölmüştür;

Haberin linki tıkla;
İşte, Osman Pamukoğlu paşadan Barzani tanımı;
Batum Süryanisi Tayyip ile Kars Yahudi Kürdü Barzani Hainlerine Mehmet Akif'ten bir çıkışma!

22 Nisan 2009 Çarşamba

TURK IRAN YARISINDA SON

TÜRK- İRAN YARIŞINDA SON

B.O.P projesinin son aşaması olan,”terör örgütünün lağvı ve ülkenin yeni şartlara göre yapılanmasının” tartışıldığı bu günlerde bu yazıyı yazmayı gerekli buldum.Biraz uzun ama,sonuna kadar okunmasında fayda olacağı inancındayım.
Bu güne kadar bize öğretilen,09-10 Kasım 1939 İsmet İnönü-Fahrettin ALTAY darbesi sonrası,İsmet paşanın devletin başına getirdiği,dönme Ermeni,Hıristiyan, Yahudi,kendini Ermeni sayan ve "Alevi Kürt" kimliği ile bilinen Dersimlilerin (gerçek komünistleri hariç) İngiliz-Amerikan telkinleri ile,İsmet paşa'yı yücelterek hazırladıkları uydurma şeylerdir.
Atatürk'ün mücadelesi ve kişiliği,zamanının Türkiye gibi "bağımsızlığını kurtarma" derdine düşmüş, emperyalizme karşı savaşan,kuzey Afrika Araplarından Çin'lisine kadar bütün mazlum dünya tarafından daha iyi anlaşılmıştı.
Göğüslerinde "Atatürk resmi" ile "O başardı biz de başarırız" diyen bu insanlar Atatürk'e böylesine bağlandığı dönemde,ülkemizde,hilafet yanlılarından İttihat ve Terakkicilerine ,Şeriat Kürdistancısı Said-i Nursi'den Özerk Dersim beklentisinde olan Dersim ağa ve pirlerine,İngilizce tercüman olarak yanında çalıştırdığı,Amerikan mandacısı Halide Edip Adıvar'dan Atatürk olmasa sıradan bir albaylıktan öte gidemeyecek sağır İsmet İnönü'ye kadar herkes ona küfür etmekteydi.
Bize Atatürk'ü sevdrien ise emperyalizmdir.Atatürk'ün sağlığından başlayarak ülkemiz dışındaki bağımsızlık savaşı veren milletlere,onların isteğine göre nasihat vermemiz için 1950'de iş başına getirilen Menderes Hükümetine, Amerika'nın hazırlattığı "Atatürkçülük Projesi"dir.
1950'lerin başında bir kuzey Afrika ülkesinde yapılan toplantıda,Adnan Menderes'ten, "bağımsızlığımız için bize yardım edin" diyerek yardım dileyen bu milletlere Menderes bu proje kapsamında şöyle diyordu;"Amerika-Avrupa'nın dediklerine uyun.Onlar bizlere adalet getireceklerdir."
Sonunda dediği "adalet" onun boynunu darağacı ipinde sıkarak boğacaktı.İşte o "Atatürkçülük", batılıların deyimi ile "Kemalizm" geçen gün Genel Kurmay başkanımızın dediği gibi bir "cıvık,teslimiyetçi bir Atatürkçülük"ten başka bir şey değildi."
"TSK için AB’ye tam üyelik Atatürk’ün amaçladığı çağdaş uygarlık düzeyine çıkma konusunda önemli bir araçtır."
 
Ya da diğer,halen Amerikanın Ergenekon komplosu ile içeride bulunan ADD Başkanı Hurşit Tolon paşanın dediği gibi "Amerika ve Avrupasız bir Atatürkçülük düşünmüyoruz"
Padişahın etrafını saran mandacı devşirme paşa ve maşaların yönlendirdiği, köleci Arap İslamı ile beyinleri dumura uğratılmış,uyanırsa da devşirme ordularla kıyılmış,sindirilmiş Türk Milleti de 620 yıllık Osmanlı'nın genetiklerine işlettiği "kendine güvensizlik" içinde tarihte ilk kez kendisini bir yerlere getirmek isteyen Atasını 21.yüzyılda keşfetmeye başlayacaktı.
1960-1980 arasında geçen "sol hareketler" içinde "Atatürkçülük" sadece "Küçük Burjuva Devrimciliği" olarak tanımlanmaktaydı.
Amerika'nın "bizim çocukları" olan Kenan Evren ve ekibi,ABD'nin seçip önerdiği Tunceli Çemizkezek'li Turgut ÖZAL'a atfedilen "Türk Ordusunu gerilla tipi savaşla modernize etme" projesi kapsamında,1960-1980 arasında ne Kürtler ne de Türkler arasında asla bir kişilik bulamamış Ermeni dönmesi Apo-Abdullah ÖCALAN'ı seçiyor,Dersim’li bir MİT subayı Ali Yıldırım'ın kızı Kesire Yıldırım ile evlendiriyor,devlet eliyle güçlendiriyor,12 Eylül darbesinden 4 ay önce Suriye’ye kaçırıyor,05.Ağustos 1980’de de Amerika’nın desteği ile “Gizli Ermeni Ordusu” ile ortak çalışmaya sokuyorlardı.
Ülke içinde de darbeci-işbirlikçi cuntanın başı ve 1938’de sürgün öncesi babaları aşağıdaki yemini etmiş olan;

1938 Dersim sürgünü Manisalı Kenan Paşanın Kürtleri aşağılayan, “Kart-Kurt-Kürt” sözlerinden, 50 tane birden İmam Hatip Lisesi açmasına, halka Atatürkçülüğü anlatma projesi kapsamındaki çalışmalarını asker ocağından köy kahvehanelerine kadar "askeri baskı" şeklinde verdiklerinden dolayı da halkta ciddi bir “Atatürk karşıtlığı” yaratıyorlardı.
Üniversitelere,Said Nursi tarikatçılarının “peçe-çarşaf” ile devam etmeleri sağlanıyor,üniversiteler ile öğrenciler kutuplaştırılıyor,bazı çarşaflı öğrencilerin ve kadınların başlarındaki örtüleri bazı paşalar gidip açıyordu.
Böylece,Türk halkını “bir arada tutan” bütün değerler hırpalanıyor,aşağılanıyor, ”Ilımlı İslam+Kürt Milliyetçiliği “ de hızla güçlendiriliyordu.Darbe ile sindirilen anarşi yerini “cuntanın idaresinde yeni bir teröre bırakıyordu.
Bu da “ayrılıkçı-İslamcı-Kürtçü özgürlük hareketiydi
Sonunda 12 Eylül 1980'den bu yana geçen 29 yıl içinde,Atatürk'ün özerklik verme sözünü tutmadığı için" isyan ettiklerini söyleyen Dersimli Alevi Kürt-Nurcu Sünni Kürt " hareketinin, 15 yıl savaşarak Atatürk'ten alamadıkları “özerkliklerini” alma aşamasına,yukarıdaki yemini yerine getirme şimdi gelmişlerdi.

Türk Ordusunu gerilla tipi savaş sisteminde eğitme” projesi elbette,Rusya’nın sıcak denizlere inmesini engellemek amacı kapsamında,Rusya’nın (SSCB) 1992’de yıkılacağını göremeyen,ileri görüşlü iş birlikçi asker-medya,siyaset,iş dünyasının çok hoşuna gitmişti.

Bu proje herkese ekmek kapısı demekti.Ama,bunun aslında “Sevr Antlaşmasının Atatürk engeli” yüzünden yarım kalmasının sonuçlarını ortadan kaldırmak için planlanmış,”Büyük Ermenistan-İslam Kürdistanı” projelerinin ve 11 Eylül 2001 “İkiz Kule” olayı ile,son haçlı seferi olan I.Dünya Savaşından 100 yıl sonra başlatılacak olan yeni bir “Haçlı-Armegedon Savaşı”nın başlangıcı olacağını kimse hesap etmemiş miydi?
Ben bile 1989’da bunu dile getiren biriydim.Bu fikrimden dolayı bana “Sen Endüstri Meslek Lisesi mezunu bir Polis memurusun,haddini bil” diyen,Sultanahmet’teki kendine ait pansiyonundaki misafirliğimde, kızan İ.Ü.Tarih profesörü Atıf Hoca, 1990’daki gelişmelere bakarak,şark hizmetime gitmeden önce oteline çağırtarak benden özür dilemişti.
Bunu ben görebildiysem bu adamların görememe imkanları var mıdır?
Elbette yoktur.
Kenan paşa ve ekibi,destekçileri olan iş-siyaset,eğitim dünyasından bir çok işbirlikçiler olduğunu da bize aşağıdaki açıklamalar ispatlamaktadır;
Şeyh Sait'in torunu Hak-Par Genel Başkanı Abdülmelik Fırat'ın "Kurtuluş Savaşı öncesi Türklerle bir anlaşma yapıldı, ama Mustafa Kemal sözünü tutmadı" ifadesinden;
İsmet paşanın da Churchill'e "Kürtler devlet kurabilecek bir kültürel yapıya sahip değillerdir.Devlet kurabilmeleri için 80 yıl Türklerin arasında eğitilmelidirler" sözünden;
1992'de terör örgütünün yayın organı olan "Özgür Gündem" gazetesinin sahibi ve başyazarı Yaşar KAYA'nın "Kürt hareketi,1960'lardan başlayarak Türk sol'u içinde örgütlenmiş ve kendini geliştirmiştir.Artık,Kürtlerin Türk Sol'unun desteğine ihtiyaçları yoktur"ifadesinden;
"R.Tayyip Erdoğan'ın "Alt kimlik-Üst Kimlik-Kürt Realitesi" kavramlarıyla coşturduğu açıklama ve siyasetlerinde,Giresun'a kadar doğu Karadeniz'in Gürcistan'a verilmesi projelerinden bahsedildiği dönemlerde,"Kürt konusunda iyi şeyler olacak,ülkeyi böldürmeyeceğiz" diyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bir açıklama ile,Amerika'nın "PKK Amerika'nın da düşmanı olan bir terör örgütüdür" demesinden sonra baklayı ağzından çıkarıyordu;
Adına ister Güneydoğu sorunu, ister terör sorunu, ister de Kürt sorunu deyin, bu Türkiye’nin en önemli meselesidir. Ülke olarak enerjimizi alan bu mesele en büyük meselemizdir. Birinci meselemizdir. Geçmiş örneklerde olduğu gibi kontrolden çıkabilir. Ya da başkaları kontrol etmeye kalkabilir. Bugün şimdi herkes; devletin bütün birimleri kendi aramızda bu sorunu açık seçik konuşuyoruz. Herkes birbirini tamamlıyor. Asker, sivil, istihbarat… Aklınıza ne gelirse herkes uyum içindedir. İyi şeyler olacak. Böyle bir uyum ortamında iyi şeyler olur.

İfadesine bir destek de,Cumhurbaşkanının fikirlerini almak için gönderdiği bölücü yazar Hasan Cemal'in kanalı ile terör örgütü liderlerinden "anlaşmak için ön koşullar" şeklinde geliyordu;

Dersim'li Karayılan’ın ön koşulları şunlar: “İlk adımda silahlar susacak... Sonra diyalog başlayacak... Diyalog yeri İmralı’dır... Kabul edilmiyorsa, diyalog yeri biziz... Bizi de kabul etmiyorsa, siyasal olarak seçilmiş iradedir. (burada DTP’nin adını zikretmiyor, ama ben belirtince başıyla onaylıyor, H.C.)... Bu da olmuyorsa, o zaman ortak bir komisyon kurulur bir yerde, akil adamlar bir araya gelir. Örneğin İlter Türkmen (eski Dışişleri Bakanı ve Büyükelçi) gibi, sizin gibi insanlar toplanır, böyle bir mekanizma harekete geçer, çalışmaya başlar... Böyle bir mekanizma muhatap alınır diyalog için devlet tarafından...”

Bu konuşmada adı geçen "Akil Adamlar",bu güne kadar Ermeni İsmet'in "
Kürdistanı kurup, yürütecek kadro olarak yetiştirdiği" ekipten başkaları da değildirler."Ergenekon Yapılanması" denilen yapılanma da aslında budur.İçeri atılanların bir kısmı bunlardan olup,çoğunluğu da kısmen bu projede çalışmışlarsa da biz bunları "Rusya yanlısı Dersimliler veya eski komünistler" olarak da niteleyebiliriz.Asıl ihanet yapılanması da her yönüyle tüm kurum,kuruluş,basın,iş dünyasında yerlerinde oturmaktadırlar.
DTP'li Sırrı Sakık'ın “Cumhurbaşkanı’nın, hükümetin, Karayılan’ın ve Ordu’nun zaman zaman buna uygun bir noktada buluşması barış adına bizi umutlandırıyor.” Hazır Ordu ses çıkarmayacakken ve millette de büyük bir kıpırtı yokken acil konular için vakit kaybedilmemelidir.Yine;
DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Kürt sorunu hakkında yaptığı açıklamaları "bunlar olumlu ve değerli açıklama ve çabalardır, değerli buluyoruz" Devam ederek;

Demirtaş, "
Abdullah Gül’ün bu duruşu, Kürt sorunu ile ilgili düşüncelerinin öylesine söylenmiş sözler olmadığını ve kafasında birtakım sistematik program ve projelerin olduğunu gösteriyor. Ne olduğunu biz de bilmiyoruz" Gene devam ediyor;
Demirtaş, “İlle de somut şeylerin konuşulması gerekmiyor, bu konuların psikolojik zemini zordur. Onun için öncelikle psikolojik zemini oluşturmak gerekiyor” dedi.

Demirtaş, Gül'e Genelkurmay'dan da tepki gelmediğini hatırlattı. Demirtaş, "tepki gelmemesi bu durumun Milli Güvenlik Kurulu'nda tartışılmış ve şimdi de kamuoyuna yansıdığını göstermektedir"
Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un yıllık değerlendirme toplantısında yaptığı “Teröristler de insandır.” ve “Devlet, dağ kadrosunun örgütten ayrılmasını sağlayacak şekilde, mevcut yasal düzenlemelerin daha iyi şekilde uygulanabilmesini sağlamak için bazı değişiklikler yapmalıdır.açıklamasını,ve diğer siyasilerin sözlerinde, yandaş basının beyanlarında görmekteyiz.

Bizim ise nereye gittiğimiz belli değil.
Yıllardır,"Aman orduyu eleştirmeyin ordu bölünür" tehditleri ile burnundan kıl aldırmayan ordumuzun, kendi ürettiği terör örgütüne,yani PKK'ya,yani gölgesine teslim olması,"barış şartlarını" görüşmek için dağdan ulaklarla (Cengiz Çandar,Hasan Cemal gibi) haber getirtmesini üzülerek seyretmekteyiz.

25 yıllık mücadele içinde "Türk ordusu yenilmiştir" başlıklarını okumak bizleri kahretse de yapacak bir şey yoktur.

AB başımızı tutmuş,ABD de ellerimizi bağlamış,25 yıldır devlet "terörle Türk ordusunun eğitimi" safsatası ile dayağa çekilmiş,millet evlatlarını kaybetmiştir.Ülkenin "bölünme şartları kouşulmaktadır ve halen halkımız "hangi artist'in eli hangi kadının bilmem neresinde " programları,dedikoduları ile meşguldür.

Yukarıda yazdığım “Dersim Yemini” ile başlayan “Alevi Kürtçülük Hareketi”,12 Eylül darbesine kadar gelişen “sol” akım içinde “enternasyonalist” bir kişilik kazanmıştır.

Doğu Perinçek ve birkaç kişinin “cunta bağlantısı” ile Almanya ve ABD’de istihbari eğitim gördüğünü bazı 68 kuşağından ağabeylerimiz (Sarp Kuray gibi) katıldıkları TV programlarında “bazı arkadaşlar önce Almanya’ya ve oradan da ABD’ye gidip kurslar gördüler” şeklinde ifade etmişlerdir.
Ancak 12 Eylül’de bütün “sol” yapılanmanın keklik gibi bir gecede avlanmasının ardında,biz 1978 kuşağına liderlik eden bu 1968 kuşağı ağabeylerimizin bir ihanetleri olup olmadığını bilmiyoruz.
Bu gün baktığımızda 1968 kuşağının her yerde,her kurumda örgütlü,iyi sıhhatte ve afiyette olduklarını,mali durumlarının iyi olduklarına tanıklık etmekteyiz.
Bunların çoğu da baktığınızda bu “Dersim” Kökenlilerden oluşmaktadırlar.Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına ilaveten,ordu ve polis güçlerine “kısa süreli” bir safari partisi sonunda öldürülmüş birkaç devrimciden başka bu kuşak fazla bir kayıp vermemiştir.
1978-80 kuşağı ise resmen soykırıma uğratılmıştır.Cezaevleri dolmuş,idam edilenlerin sayısını bile ansiklopedilere bakmadan hatırlamak zordur.
Amerikan emperyalizminin Adnan Menderes gibi bir işbirlikçisini bile idam sehpasına göndermekten çekinmediği ülkemizde,”68 kuşağının” semirtilip korunması ister istemez kafalarda bir soru olmaktadır.
Apo’nun da aynı kuşaktan seçilip,Gizli Ermeni Kurtuluş Örgütü-GEKO” ile İngiltere’de(aynı tarihli Hürriyet Gazetesi Haberi.Manşette küçük punto ile ) 06.08.1980’de “eylem birliği sağlaması,bu gün devlete şartlar dayatan örgüt liderlerinin de bu kuşak içinden çıkması ilgi çekici değil midir?
Diğer yandan “Şeyh Sait”’in torunu olan Hak-Par Genel Başkanı Abdülmelik Fıratın gazeteci Cemal Subaşı ile yaptığı bir ropörtaj’dan bazı alıntılar yaptım.Buyurunuz:

-“Kurtuluş Savaşı öncesi Türklerle bir anlaşma yapıldı, ama Mustafa Kemal sözünü tutmadı
-“Şeyh Sait olayı, inkâra karşı verilen bir tepkidir
-“DEP-HADEP gibi partileri PKK kurdurttu
-“Kürt sorunu ancak federalizmle çözülebilir
-“PKK'yı MİT kurdurttu, bu sayede Kürt sorununu bataklığa sapladı
-“Kemalist sistem var olduğu sürece, Kürt meselesi çözülemeyeceği gibi, Türkiye de AB'ye giremez .”
Said-i Nursi yolunda olan bu “Sünni Kürt” vatandaşımız,hocası,Said-i Nursi’nin ölmeden önce “Devletsiz din olmaz,devletin varlığını koruyun,bölünmeyin birlikte yaşayın” vasiyetine uygun mu davranmaktadır?
Bunu anlamak için Gazeteci Hasan Cemal’in sorusuna verdiği yanıta bakalım;
- Sizce Kürt sorunu nasıl çözülür?
Türkiye'nin uzun yıllara dayanan bir demokrasi tecrübesi var, bu tecrübeyle aşacaktır. Diyarbakır elbette ki bu sorunun tam merkezindedir; Kuzey Irak'taki, İran ve Suriye'deki gelişmeler dikkate alındığında, buradaki Kürtler elbette ki olumsuz yönde etkilenebilir, ama iktisadi kalkınmamızı tamamlarsak hiçbir sorun kalmaz. Aslında Türkiye, demokrasi tecrübesiyle de hareket ederek; Irak'taki, İran'daki, Suriye'deki Kürtlere sahip çıkmalıdır. Yani oradaki hükümetleri insan hakları açısından uyarabilmelidir. Sadece Kürtlere değil, tüm insan hakları ihlali yaşayanlara yönelik bunu yapabilmelidir. Türkiye bölünme fobisini aşmalıdır, çünkü buna kimsenin gücü yetmez. “
Federalizm, özerklik gibi istekler var.

Bunları tartışmaktan korkmamalıyız. Korkmamız, zayıflığımızı gösterir. Bu arada, ben yaklaşık 10 yıldır, Türkiye'deki, özellikle de bu bölgedeki gayri Müslimlere gönüllü destek veriyorum, gönüllü avukatlık hizmetinde bulunuyorum. “
Yukarıdaki sözlerden anlaşılan,Said-i Kürdi-Nursi’nin vasiyetine uygun olarak düşündükleri anlamını çıkartabiliriz.Diğer konularda tartışılsın,bir şey de çıkarsa yan cebimize koyarızbağlamında düşündükleri ama ayrılma ve özerklik talepleri konusunda ısrarcılıkları olmadığı sonucunu çıkartabiliriz.

Şimdi de,1939’dan beri yürütülen siyasetler sonucu at izi it izine karıştığındanbu izleri ayırabilmek için birkaç soru ile yazının sonucuna gelelim;
-“Ergenekon yapılanmasıolarak halen gündemde olan emekli generaller,Üniversite hocaları,gazeteciler,iş dünyası mensupları ve bazı kurum kuruluşlara mensup veya emekli memurlardan oluşan bu yapılanmanın üyelerinin çoğunundersim kökenlive terör örgütünü kuranlardan olmalarının,Ermenistan’ın tüm ABD-AB desteğine rağmen Rusya yanlısısiyaset izlemesi ve bazı Ergenekoncuların Rusya’ya kaçmaları arasında bağlantı var mıdır?
Ergenekon yapılanması” bir “Rusya yanlısı” yapılanma mıdır yoksa iddia ettikleri gibi sadece “tam bağımsızlıkçı ve antiemperyalist” midir?

Bu yapılanma gerçekten vatansever ve antiemperyalist ise kurduğuADD-Atatürkçü Düşünce Derneği” adı altında neden halen 1950’lerde emperyalizmin “talimatı” ile oluşturulmuş olan “dandik Atatürkçülüğüsavunmaktadır?
Şimdi de birkaç soruyu da “Sünni Kürtler” için soralım.
Bu soruları ortalığı karıştırmak için değil,genelde kafalarda olduğundan,AKP'nim bunca kampanyaya rağmen %38 oy oranını tutturmasına dayanarak sormaktayım;

-Eğer,Sünni Kürtler,hocaları Said-i Kürdi-Nursi’nin yolunda iseler neden “Kürtçülük Hareketi”nin içindedirler?

-Eğer gene öyleyseler,”Hepimiz Hirant Dink’iz” diyenler ile,ayrılıkçı terör örgütünün “Özerk Dersim” mücadelesi içinde her gün kan akıtan terör örgütü destekçileri olan,”Pis Türk kanı ile kirlenmiş olan bu topraklar,temiz Ermeni kanı ile yıkanmadıkça temizlenmeyecektir” diyen bu “Dink’çi-Ermeni işbirlikçisi” yapılanma ile AKP bayrağı altındaki işbirlikçiliklerini nasıl açıklayacaklardır?

Said Nursi de İsmet paşa gibi Ermeni miydi?
Bu Bitlis'ten hiç Kürt-Türk çıkmaz mı,Çıkanlar sahte mi?

-"Alevi Kürt'tür,Sünni Türktür" diyerek "Alevi Kürt" taklidi yapan bazı dönme Ermenilerin Avrupa paraları ile Seyit Rıza'dan bu yana "Ermeni olduklarına" inandırdıkları Dersimlilerle bu defa birlikteliklerini nasıl açıklamaktadırlar?

-Yoksa onlar da mı "takiyyeci"dirler,yani Sünni Müslüman taklidi yapan dönme Ermeni midirler?

Her ikisine de ;
-ABD-AB’nin dibinde komşu olmasını istemeyen Rusya ile her iki yapılanmanın bağları nelerdir?

Bir de “Davos Fatihliği” bu “B.O.P “projesinin neresinde buna bakalım?
ABD-AB’nin,aslında armagedon savaşlarına hazırlık projesi olan B.O.P projesi kapsamında, 50 yıldırİslam Dünyasına” lider yapmak için yarıştırdığı,Fransa,Almanya ve Rusya’nın desteğindeki İran ile,Amerika, İngiltere, İsrail’in desteğindeki Türkiye’den birinin seçilerek lider yapılacağı bağlamında hazırlanan uluslar arası dümenlere sürekli alet edilmekte olan İsrail Cumhurbaşkanı’nın Davos’ta Tayyip’ten yediği zılgıtın bir hafta sonrasında da Ahmedi Necat'tan fırça yemesinden bana bile gına gelmiştir.
Bu meşhur “Davos Fatihliği” olayının arkasından başbakan R.T.Erdoğan da kendisini coşkuyla karşılayan sevdalılarındanAK Parti İl Başkanı Aziz Babuşçu, üyelere SMS`le `Bu gece 01.30`da dünyanın yeni liderini karşılıyoruz” diye partililerini karşılama törenine davet. etmiş,ama başbakanımız konuşmasında olayı “Moderatöre olan kızgınlığı “ ile açıklayıvermişti.
Olayı yaratan gazetecinin aslen Harput'lu (eski Elazığlı) göçmen bir Ermeni oluşu,toplantı öncesinde yerine tayin edilen moderatörle değiştirilmesi,(Bunu hükümet yanlısı bir tv kanalı haber programında geçti),bir buçuk ay kadar önce de ülkemizde misafir edilmiş olması ve bazı ulusal kanallarda Başbakanımızı methetmesi, Şimon Peres’in kendisini toplantı öncesi arayarak görüşmeleri de tartışılmıştır.
İki devletin ilelebet ilişkilerini kesmesine sebep olabilecek böyle bir açıklamanın ardından
o da bunu “İslam dünyası Türkiye ile İran arasında bir seçim yapmak zorundadır. Türkiye ile ihtilâf istemiyoruz. Biz Filistinliler ile çatışma içindeyiz .Türkiye, İran’a bir cevap olmalı. Ortadoğu’ya bir seçenek sunuyorlar. Umarım bunu yapmaya devam edecekler’’ diyerek,kendi sıfatında “İsrail’in onurunu devlet çıkarları ve Türkiye sevdalılığı uğruna” yaptığını belirtivermiştir.(!)

Bu gidişle "100'ü balamayacağımızı"sananları mahcup edeceğiz.

Bu “B.O.P yarışı” bağlamında,bizim savunduklarımızın aksine,İran,nükleer enerji,zenginlik, bizim de birbirimizi yememizden,başbakanımızın açıklarını ortaya vurarak gözden düşürmemiz sonucu “B.O.P. lideri” olursa;
-Türkiye bu yüzden “40 parça” ya bölünürse?
-“...Asıl gelecek Türkiye'de, İran'da değil. Türkiye diyor ki, Müslüman'ım, evet. İslam dünyasına aidim, evet. Ama biz teröre karşıyız... “ diyerek bize sürekli destek çıkan İsrail de “Ulan size bu kadar kıyak yaptık,tuttunuz bize düşman oldunuz.Çekin şimdi enayiler” derse?
-Bilumum, el alemin askerleri,solcırları,birkaç ay içinde ülkemizi Irak,Afganistan haline getirirse?

Şu an da halk bir sosyalist devrim yapsa bile emperyalizmin kendi başına bırakamayacağı gerçeğine dayanarak;

Bu salaklığın sorumlusu kim olacaktır?
-Hükümet mi?
-Muhalefet mi?
-Her türlü medyanın gazına gelip olur olmaz,benden daha beter,insafsız yazılar yazanlar mı?
-Ergenekoncular ve idarelerindeki mitingler düzenleyen muhtelif dernekler mi?
İnanın,ülkemi;
İran,Afganistan gibi 9-10 yaşlarındaki kız çocuklarını “recm cezası” ile öldüren insan kılıklı nesneler ülkesi” ülkesi olarak düşünmek istemediğim gibi,bu halde de düşünmek bile istemiyorum.

Sonunda,Talabani'sinden Barzani'sine,Karayılanından Abdullah Öcalan'ına kendi kurduğu örgüte yenilen bir Türkiye,emperyalizmin direktiflerine boyun eğer görünüm vermektedir.

25 yıl sonunda,milyarlarca Dolarlık maddi zararlar hariç 50.000 can kaybının yanında;
100.000 kişilik korucusu ile1.milyon'luk Türk ordusunun "teneke",genelkurmayının "gazoz kapağı" siyasetinin "çözüm üretemeyen,işbirlikçi" olduğu gerçeği ile bu millet yüzyüze gelmiştir.

Hiç kaldırılamayanı da budur.

Kaderine yan Türkiye!!!

adilyargic