Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Ocak 2009 Cuma

“DAVOS” SONUN BASLANGICI

Bush'un ardından ortakları da gitmeye hazırlanmaktadırlar ama nasıl bir gidiş olacak göreceğiz.Ben gene onurlu bir gidiş olsun derim,ya kader yazılıdır zaten.Ekilenler biçilecektir.


“DAVOS” SONUN BAŞLANGICI

29 Ocak 2009- Davos Olayı,Yeni Bir Başlangıcın Adıdır.

Bu akşam,Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan İsviçre’nin Davos kentinde yapılmakta olan “Davos Zirvesinde” kendisine gösterilen davranışlara verdiği tepkileri ile kriz yarattı.

Olay,İsrail liderinin konuşmasının ardından,kendisine yöneltilen iddialara verdiği cevaplardan ve bu iddiaları cevaplaması için verilen süreden kaynaklandı.

Yarattığı krizde haklı mıydı değil miydi derseniz,olayların gelişimi açısından bence %100 haklıydı.

Hele,iddialarını belgelendirerek konuşması bu işi öğrendiğini de açıkça göstermekteydi.

Ben elliye gelmiş yaşıma rağmen Avrupa sahnesinde böyle erkek bir başbakan görmedim ne diyeyim,görseydim söylerdim.

Ben hep böyle “kibarcık,salon adamı” tiplemelerine alışık olduğum için hem gururlandım hem de şaşırdım da

Hatta,yakın tarihimize baktığımızda ,Metin Akpınar’ın geçmiş TV programlarında çizdiği alıştığımız “kibarcık tiplemesine” uyan başbakan tiplemelerini de kaldırıp yere vurdu.

Bunu yaparken de, hem karşılaştığı haksızlıklara,hem de İsrail’in yarattığı kan gölüne tepkisini koymayı,ifade etmesi açısından da haklıydı.Çünkü o gerçek,ırk ayrımı yapmayan bir Müslüman’dı.Ülkemizdeki Alevilerin Cem Evlerine “Cümbüş Evi” diyen bir partinin başkanlığını yapar, ama,Osmanlı’yı Süveyş Kanal Savaşında 1917’de arkadan vurmuş,aslen Girit Adası Kökenli,Grek,Caferi,Kızılbaş-Dürzi,yıllarca Müslüman ülkelerde çıkarılan sağ-sol terör olaylarının faillerinin de eğitim görevini üstlenmiş Filistinlilerin hakları için de kendinden geçebilmekteydi.(!)

Çünkü,Ortadoğu Liderliği onu bekliyordu.

B.OP.projesi için Arap dünyasının hayranlığını kazanması gerekiyordu.O da kurgusu önceden yapılmış olan bu proje ile gerçekleşti.

Ayrıca,”Benim için Davos bitmiştir” sözünün arkasından ortamı terk ederken eşinin de göz yaşları içinde kaldığını öğrenmem de beni oldukça duygulandırdı.

Düşünün,ortaokul çağlarından beri yetiştiğiniz, ”milliyetçi İslam” kültürü içinde düşmanlık beslediğiniz ülkelerin siyasilerinin haksız,adaletsiz,insanlık dışı,iki yüzlü siyasi davranışlarını gözünüzün içine baka baka “şirin gösterme” gayretlerine katlanıyorsunuz, onların da mağduriyetlerine (!) hak verdiğinizi söylüyorsunuz;

Ne için?

Sadece birkaç canı kurtarmak,olası bir barış ortamını hayata geçirebilmek için.

Çünkü,sizin savunduğunuz mazlum ülkelerin insanlarına bu haksızlıkları yapanlar, ne yazık ki görüştüğünüz siyasi liderlerden başkaları değillerdir.

Ve siz,ezilen taraftasınız ve sizin halkınızdan daha çok ezilen milletleri savunmaktasınız.

Söz istiyorsunuz verilmiyor,verilen süre aşıldı deniliyor,resmen elinizden mikrofonun alınmadığı kalmış,tüm yeryüzü medyasının önünde bir başbakan olarak tüm kişiliğiniz yerlerde sürünüyor adeta.

Haliyle tepki de şart oluyor.

-“One minute,one minute,(van minut-bir dakika),one minute ulan” (Ben böyle işittim.Helal olsun)

Zoraki olarak konuşmanızı tamamlıyorsunuz.

Ne yapsanız azdır....,

Geçmiş düzende de en kibarcık başbakanlar daima olay oldular.

Sayın Menderes,kibarcıktı ama 1958’de Amerika’yı korkuttu ve,çıkarılan 6-7 eylül olayları,Rusya işbirliği planlarının bahanesi ile idam ettirildi.(Bence)

Sayın Bülent Ecevit,gerçek bir “Hümanist”ti,kibarcıktı,ekonomik krizlerle ve en yakınındakilerin ihanetleri ile cezalandırılmasının ardından acı bir ölümü oldu.Gerçek bir milliyetçi olarak öldü.Nur içinde yatsın,toprağı bol olsun.

Yakın tarihimizde övündüğümüz liderlerimiz hep kibarcık,silik kişilikler gibiydiler ama “vatan için” en sert tepkiler onlardan çıkmıştı.

R.Tayyip bey asla kibarcık değildi ve bir Kasımpaşa terbiyesi ile yetişmiş bir militandı.Ben,vatansever olduğuna nasıl inandığımı,”Amerika nasıl lider seçiyor” başlıklı yazımda kendi anımı yazarak bunu anlatmıştım.

Sayın,Başbakanımızın “kibarcık” olmadığı konusundan sonrasına devam edelim.

O,bu ülkenin başbakanıdır ve bu kadar aşağılanması muhalifi de olsam beni de üzer. Çünkü, saygısızlık bana da,Türk Milletine de yapılmış sayılır.

Buraya kadar,sayın başbakanımız yapılması gerekeni yapmıştır.

Peki hata yok muydu?

Hata Irak'ta,bunlara sesiz kalındı,yetmedi,ortaklık edildi.
Boyunlarında "Çavuş Boodroult babamı öldürdü,kız kardeşimi becerdi" levhası ile dolaşan bu çocuklar her halde Müslüman Iraklı çocuklar değillerdi?


Hata,her şeyin başında yapılmıştı.İsmet paşanın kurduğu “”İngilizci-Amerikancı,İslamı devlet dini olmaktan çıkaran “dayatma demokratik” düzeni yıkıp,yerine gene,İngilizci-Amerikancı, ”Ilımlı İslam-Şeriat Türkiye’si” formülüne “evet” demekteydi.”” (Bence,çünkü,önceden verilmiş tavizlere bir de onun tavizleri eklendi.Emperyalizm zaten böyle güçlenmektedir.İktidarlar değişir, çıkartılan iç karışıklıklarda insanlar ölür ama emperyalizm haşa “Tanrı gibi” baki kalır.Daima onlar kazanır.)

Başbakanımız,beni hükümet olduğundan beri “dış siyasette” de asla yanıltmadı.

“Topal Molla,Said Nursi,Fethullah Gülen” başlıklı olsa gerek,bu yazımda ve “Armegeddon Savaşları” başlıklı dizi yazımda da,başbakanla ilgili bütün yazılarımda da ben,şunu savundum.

“”İran’da,1945 Musaddık olayından sonra iktidar edilen Şah Nuhammed Rıza Pehlevi,”ajax” adlı bir askeri operasyonla iktidara taşınmıştı.Sonunda, o da “vatansever” bir çizgi izledi ve 1965’de Türkiye’ye Bursa’ya sürgüne gönderdiği,İngiliz ajanı,köktendinci molla Humeyni’nin Bursa’dan alınıp önce Irak’a oradan da Fransa bilmem ne üniversitelerine eğitim için götürülmesine,orada “devlet idaresi “ile ilgili kurslarda yetiştirilmesine,bütün İran Genel Kurmay heyetinin uluslar arası-istihbarî bir askeri operasyonla makineli tüfeklerle makam odalarında katledilerek öldürülmelerine,Humeyni’nin hazır devrim üstüne getirilip oturtulmasına, kendisinin de yurt dışına (İngiliz sömürgesi Mısır’a) sürülmesine engel olamamıştı.

Yani,ülkesini ve halkını, anlayamadığı ince,uluslar arası siyasi oyunlara “tez canlılığı yüzünden” hedef etmişti.

Sonra sırada Saddam Hüseyin vardı.1958’lerde eşek sırtında,ülkesini terk etmek zorunda kalan,ortaokul mezunu bir yetim olan bu adam,elinde silahı ile Mısır El Ezher Üniversitesine yazılmış,cevapları önceden verilmiş sınav kağıtlarını doldurarak “Hukuk Tahsili” yapmış,Amerika-İngiliz siyaseti ile ülkesinin başına getirilmişti.
Sonunda onun da milliyetçi damarı tutmuş,Rusya yanlısı siyaset izlemiş ve Kürt,Şii,işbirliği ile ülkesini teslim etmek zorunda kalmış,bir gün saklandığı yer altı odasından sefil bir vaziyette çıkarılarak hapse götürülmüş ve Kürt cellatlara kafasını uçurtmuştu.

O da “tez canlılığı ile” ülkesini teslim etmişti.

Bütün bunlar,asırlardır “papalığın haçlı siyasetinin” devamından aşka bir şey değildi.

ABD-AB,kıyamet öncesi savaşlara hazırlanıyorlar diye bütün yazılarımda hep iddia ettim durdum.

.Bu olayı da ,” 11 Eylül 2001’deki “ikiz kule operasyonu” sonrası da bu Bush oğlu puşt bunu “Crusade-Haçlı Seferi “ diyerek dile getirmişti .“
Ayrıca,G.W.Bush, 2004 Mısır Sharm El Sheik kentinde Fransa Başbakanı Jacques Chirac’a açıkça söylemişti.

”Kıyamet alametleri belirmeye başladı,Ortadoğu’da Yecüc Mecüc var,çıkarmama yardım et.” Diye.

Yecüc Mecüc’ünde bütün İslam dünyası ve Sami kökenli olmayan bütün uluslar olduğunu da Tevrat,İncil,Kuran ayetleri ile sürekli yazdım durdum.Milletin çoğu benim Yahudi,Hıristiyanlık propagandası ve Din Düşmanlığı yaptığımı sandı durdu.Oysa ben,halkıma “düşmanın kitabını” anlatmaya çalışmaktaydım.

Neyse.

İsmet paşanın kurduğu devlet yapılanmasını yıkmak uğruna Amerika ve Avrupa ile her türlü tavizleri vererek iktidar olan Başbakanımızın da “Yecüc-Mecüc” tanımlaması dışında “Tek demokratik Müslüman Ülke” sıfatı ile kalmayı başaran Türkiye’nin adını “Ilımlı İslam Devletine” çıkararak “Hilal Blogunu” oluşturacağını ve ardından da “Armageddon Savaşlarının” başlayacağını da iddia ettim durdum.

İşte,kıyametten 1000 yıl önce Mesih İsa'yı beklemek üzere kurulacağına inanılan ve bunca kanların uğruna akıtıldığı "Kutsal Bereket Hilali" Haritası.ABD-AB'li Hıristiyan-Yahudi işbirliğinin hedefi bu harita.B.OP,MOP hepsi palavra,aldatmaca.
Bölge halkına da sadece "Soykırım" var."




Kim inanırdı ki bu safsatalara?

Öyle de oldu,kimse inanmadı.(Bush’un sözleri ve siyaseti olmasaydı ben de inanmazdım.Üstelik ben dinlere de inanmam.Bu blogda “Evrim Teorisini”,Sosyalizm’in nimetlerini” yayımlamam gerekirken,kutsal kitapları tartışmamın ne gereği vardı ki?)

Ama bu akşam,bu olay sayın Başbakanımızın yukarıda yazdığım mağduriyetlerinin ardından gelen,“Benim için Davos bitmiştir” ifadesi ile gerçekleşmiştir.

“Haç Bloguna karşı Hilal Blogu” bu akşam netleşmiştir.Ayrıntılarını basından okuyabilirsiniz.

Büyük kurtarıcı,eşsiz önder Mustafa Kemal Atatürk’ün heykellerinin ,Şah Muhammed ve Saddam Hüseyin heykelleri gibi ülkemizde yıkılmasından önce, bu ülke Recep Tayyip Erdoğan’ın başının gittiğini görürse şaşırmayınız.Çünkü kendisini,”yol arkadaşı olan İsrail ve ABD’nin” siyasetlerinin dışında bir konuma sokmuştur.

Artık düşenin dostu olmaz.

“Onu ben bile kurtaramam”. Çünkü ben “hiçkimseyim”.

Belki de başbakanımız,Cüneyt Zapsu’nun söylediği gibi “saf kalpli” olduğu için” tez canlı” kararlar alan birisidir.Öyle de görünmektedir.

Gürcistan-Rusya savaşı sonrası “Deniz Feneri Davası” ile gözden çıkarılan başbakanımızın yerini alacakları zaten herkes biliyor.Kürtler Vadisinde (bu dizide hiç Türk veya başka unsur göremedim ben) aylar öncesinden yayınlanmadı mı?

Çünkü,bu ülkede “at izi, it izine karışmış, hainlerin gücü,vatanseverlerin sayısını ve gücünü geçmiştir.”

Tarihin nelere gebe olduğunu ömrümüz varsa göreceğiz.

Ben başbakanımıza acımıyorum,o bir şekilde hırsları,ihtirasları,emelleri olan biriydi.

Onu buralara onlar getirdi.

O sahip olduklarının,inançlarının,davalarının kurbanı olacaktır ama,onun siyasetinin kurbanı olacak koskoca bir Ortadoğu ve İslam dünyası halkları vardır.

Asıl acınacak olan bu ahmak,önünü göremeyen milletlerdir ki,bu özellikleri de onların bu muameleye layık olmalarına yetmektedir ve onlara da öyle davranılmaktadır zaten.

1980’li yıllarda bir Amerikan çizgi filmi vardı.Voltran.

Sıkışınca hep,transformator olan uzay mekikleri ve savaş araçları birleşerek dev savaşçı robot adam “Voltran’ı” oluştururlardı.

Bu akşam başbakanımız Voltran’ı oluşturmuştur.”Hilal blogu” tamamlanmıştır.

Umarım “Armageddon Savaşlarının yakında başlayacağı tahminlerim” tutmaz.

Ama,Barrack Obama’nın yeminine 24 saat kala saldırıları durduran İsrail’in yemin töreninden birkaç gün sonra kaldığı yerden devam etmesi sizce “Yahudi Haçı ile Hıristiyan Haçı” işbirliğinin kararlılığından başka neyi işaret etmektedir?

Tevrat ve İncil’de İsa’nın ,”Yahudileri zafer ulaştıracak beklenen Kral” olduğu yazılıdır.Hıristiyanlar İsa’nın işini yapmakta değil midir?

İran ve Irak’tan sonra bizim ülkemizi teslim edecek “tez canlı liderimiz” sizce kimdir?

Keykubat

İŞTE AKP DEVLETİ YIKIYOR!

AKP kongresinde Barzani'ye AKP'lilerin attığı sloganlar!
01 Ekim 2012'de AKP "Türkiye'ye bir Kürt kedisi bile vermem!" diyen, terörö örgütü ve deden Vatikan-Rusya Avrupa kölesi olan Yahudi Kürdü Molla Mele Ahmet Barzani'nin torunu olan Mesut Barzani'ye "Türkiye seninle gurur duyuyor!" sloganlarının atıldığı sadece RE.T.E'nin konuşup tek aday olduğu bir kongre yaptı ve yeni dünya düzenine göre ülkeyi yeniden şekillendirecek yani bölecek "Bütünşehir" kavramını ortaya attı. Hedeflenen Başkanlık sisteminin ön aşamalarından birisi olan bu proje ile AKP amirleri ABD-AB emirleriyle aynen şöyle bölmüştür;

Haberin linki tıkla;
İşte, Osman Pamukoğlu paşadan Barzani tanımı;


Bu günlere nasıl geldik;
http://keykubat.blogcu.com/almancilar-savasi_25075061.html

http://keykubat.blogcu.com/travma-gecirenlerin-tarihi_19651111.html

http://keykubat.blogcu.com/topal-molla-humeyni-kurt-said-ve-fethullah-gulen_12429281.html

21 Ocak 2009 Çarşamba

HOS GELDIN KOLE KRAL

HOŞ GELDİN KÖLE KRAL

"From The Times (Times'dan)
January (Ocak) 21, 2009
‘They brought us here as slaves, but we always loved white Americans’
(Bizi buraya köle getirdiler ama biz beyaz Amerikalıları hep sevdik)
A city of segregation looks to embrace a new age of equality"
( Ayırımcılığın bir şehri,yeni eşitlik çağını kucaklar görünmektedir)

Avrupa,15.yy. başlarında,doğudan Osmanlı İmparatorluğu, batıdan Endülüs Emevi İslam devleti arasında sıkışmış durumdaydı.
Uzak doğu ülkelerinde,sömürüp köleleştirebilecekleri kavimler, soyabilecekleri zengin medeniyetler olduğunu bildikleri halde,bu kıskaçtan kurtulup ta oralara ulaşmaları da imkansızdı.
Her gün daha da yoksullaşmaktaydılar.

14.yy. içinde kaybettikleri iki Haçlı seferinde aldıkları ağır mağlubiyetlere bir de,bütün Avrupa’yı saran veba salgını da eklenince bu güç kaybı Avrupa’yı intihar noktasında getirmişti.

Prusya’da bulunan Alman Kayseri,”Kutsal Roma-Germen İmparatoru,Haçın temsil gücüyle Emrini vermişti;

“İster serf ister asil olsun,her kim bir ekmek kapısı bulursa onu yücelteceğiz.”

Hıristiyan Avrupasında,aristokratların yanında "Burjuvazinin doğuşu" bu keşiflerle başlar.

Atlantik okyanusunda,dev yılanların,ejderhaların,akla hayale gelmeyecek kadar korkunç canavarların yaşadığı inancının verdiği korkuyla asırlardır okyanusa açılamayan Avrupa artık “intihar saldırısına” geçmişti.

Okyanusa atlayacaklardı artık,ya bir ada,ya da büyüleyici Hindistana bir yol,çünkü öyle de böyle de ölüm yanlarındaydı.

İlk saldırıyı Portekizli gemiciler,Kanarya Adalarından geçerek,Gana ‘yı keşfetmeleri ile gerçekleştirdiler.

Ok-yay ile savaşan,sadece mahrem yerlerini örterek giyinen,anlaşılamayan tuhaf dilleri, inançları olan ve oldukça kara derili bu insanları Avrupa’ya getirip satmaya başladılar.

Eski çağlardan beri,Afrika halkları,kendilerine yakın olan Sami,Arap kavimleri tarafından köle olarak kullanılmaktaydılar.

Kristof Kolmb’un Hindistan zannettiği Amerika Kıtasını da,ardılı Ameriko Vespuçi yeni Orta Asya ziyaretinden döndüğü ve orada gördüklerini de anımsayarak “Türkiye” zannetmişti. Hindi’ye “Turkey-Türkiye” denmesinin sebebi de bu olaydır.

Ama,İspanya,İngiliz Kraliyetleri burasının Türkiye değil,yeni bir yer olduğunu hemen kavramışlardı.

Bu arada da Afrika halkları da gemilere doldurularak bu kıtaya yerleşen,deli,katil,idamlıklar güruhuna köle olarak satılmaya başlanmıştı.

İşte, köleciliğin en acımasız,en zalim dönemini,onların kültür değerlerini çalarak da Vandalizm’in en korkunç örneklerini Avrupalılar bu zamandan sonra dünyaya gösterdiler.

Geçen beş yüzyıl içinde pek değişen bir şey olmadı.Birkaç yıl önce,9/11 olayının arkasından televizyon ekranlarında Amerikan Polisinin pompalı tüfekle zenci avladığını bütün dünya seyretti.

Ronald Reagan ile başlayan “Neo-Conservatısm-Yeni Muhafazakarlık Akımı” siyaseti,Baba Bush,Clinton ve oğul Bush ile zirveye ulaştı.

Ortadoğu halklarına planladıkları “dayatma demokrasi ihracı” çabaları da,bölgenin kan gölüne dönmesi,bütün dünya halklarının yanında,evlatlarını kaybeden Amerikalı anneler,köle Condoleza Rıce’ın hava limanında üzerine sürülen kırmızı boyalı eller, Mıchael Moore’un 9/11 belgeseli de eklenince,”neo con” siyaseti dibe vurdu.

Amerikan halkı,”neo-con”ların maaşlarına zam,işlerine son verdi.

Bu gün,Sayın Barrack Obama yemin ederek görevine başladı.Saatlerce hazırlanan görkemli yemin törenini seyrettim.

Halkın ve siyasilerin katılımları muhteşemdi.

Obama’nın yemininden önce California’lı Gay Cemaatinin duası bana biraz tuhaf geldiyse de Amerika’nın yarısından fazlasını cinsel sapkınlıklar içinde olduğunu bildiğimden olağan karşıladım.

Gene,bizleri gıcık edeni haksız,yersiz “Ermeni soykırımından” bahsetmesi tek kelime ile iğrençti.
Ermenilere asıl kimin soykırım yaptığını, okumak,öğrenmek isteyen herkes,Joseph Campbell’in “Tanrıların Maskeleri-Batı Mitolojisi” kitabının Haç’ın doğuşu bölümüne bir göz atsın.

10. ve 11.yy.da bölgeye gelen Türklerin de Ermenileri nasıl kurtardıklarını,bu yüzden bir çok Ermeni’nin Türkçe konuşup,şairlerinin bile eserlerini Türkçe verdiğini de kaynak bulamazsa, Osmanlı kaynakları,benim de gariban bir ”Osmanlı,Ermeni ve Özür” başlıklı yazımdan yararlanabilirler.

İslam ülkelerine yaptığı çağrıyı olumlu buldum.”saygıya dayalı” ilişkiler kulağa hoş geliyor.Ne yazık ki 50 yıldır,”Ermeni Soykırımı” mazeretleri ile her yıl Türkiye’nin Amerika’ya resmen haraç ödemek zorunda bırakılması, bu haksız ve adaletsiz siyasetin sürdürülmesi,Obama tarafından da dile getirilmesi, ”saygıya dayalı işbirliklerinin” de profilini çizmektedir.

Obama'ya yemin ettiren Gay Rahip
Gene Robinson
İsrail’in elinde bulunan nükleer silahların bir çok Avrupa devletinin bile elinde olmaması,25 gün süren Filistin katliamının,Sayın Obama’nın yemin törenine “24 saat kala” kesilmesi asla dikkatimizden kaçmış bir olay değildir.

“Tanrının bana vaat ettiği Ortadoğu-Nil-Fırat arası toprakları alacağım" diyen "IRKÇI" bir kavim nasıl olur da bu kadar güçlendirilir?

Nasıl olur da bu kavimin yaptığı insanlık dışı kıyımlara müsaade edilir?

Nasıl olur da bu kadar çok nükleer başlıklı silaha sahip olması engellenmez de İran’ın tenekeden bir atom bombası yapma olasılığına karşı bir nükleer santral kurulmasına izin verilmez?

Ya da Türkiye’nin vs vs ?

Sayın Obama’nın “saygıya dayalı ilişkiler” teklifinin gerçekleşebilmesi için,büyük devletlerin siyasetlerini değiştirmesi gerekmektedir.

Değişiklikler şöyle olmalıdır;

1-Ortadoğu halkları,”düşman gruplara bölünerek” birbirlerini kırmak zorunda bırakılmaktan bıkmışlardır.Bu bölünmelerin yarattığı kardeş düşmanlıklarını kökleştiren sömürgeci batı siyaseti,sadece “batıya” kazandırmaktadır.Yani ABD ve AB’ye.

2-“We’re the World,We’re the children of the world” ve “İnsan Hakları” felsefeleri doğruysa, bizler de bu dünyanın parçası ve çocuklarıyız,bizler de insanız.Sosyal yaşamımızın iyileştirilmesi, sağlık, ekonomik,eğitim haklarımızın “dayatma,sınırlandırılmış” sistemler olmamasını istiyoruz.

Sami olmayan toplumlara dayatılan ilkelliğe bir son verilmelidir.

Üniversitelerimizin,sanayicilerimizin,sanatçılarımızın daha çok üretmeleri için ortamın sağlanmasını,sokaklarımızda aç,sefil insanların dolaşmamasını, cehaletin, ilkelliğin teşvik edilmemesini istiyoruz.Bu dünya hepimize yeter.

3-Amerika ve Avrupa “, siz yemeseniz de olur,bizim midemiz daha geniş” diyen,güçlü,zorba bir dünya kardeşi olmamalıdır.

4-Her türlü terör örgütünün büyük devletlerce desteklenerek ,cennet dünyamızın kan gölüne dönmesinin,gözü yaşlı annelerin,eşlerin bebeklerin feryatlarının kesilmesini istiyoruz.

5-Bütün dünyaya başka bir gezegenden köleci kavimlerin saldırısı varmışçasına,tüm dünyanın, karşılıklı saygı,işbirliği içinde ilişkiler kurmasını,bunları geliştirecek eylemlerin gerçekleştiril-mesini, nükleer silahlanmanın son bulmasını,tabiatın üzerindeki kontrolsüz sanayi tehdidinin kaldırılmasını istiyoruz.

6-Köktendinci Yahudi-Hıristiyan Neo-Conservativism ile her türlü mistik inanca,ırk ayrımına dayalı siyasetlerin terk edilip,ulusların kardeşliği ilkelerinin oluşturulmasını umuyoruz.

İşte o zaman Tanrı’nın dünyasında “gerçek din,gerçek adalet “ yerini bulacaktır.O zaman her türlü soruya en uygun cevap verilecektir.Kurt ile kuzu yanyana otlayacaktır. Yeryüzü, fesatlıktan yüreği kara kurum bağlamış siyasetçi ve iş adamlarından kurtulacaktır.Bunların içinde iyileri de var.

Henüz,siyahların her yerde “özgür “gezemediği bir Amerika’da,”neo-con”ların yarattığı tepkiyi yumuşatmak muhalif,dünya ve Amerikan halklarının “gazını almak” için” seçilmiş bir Amerikalı Köle Başkan’ın bunları gerçekleştirmesi elbette bizim de umduğumuz bir beklenti değil.Mesajımız zaten ilgilisinedir.

İnsan Hakları ve Cumhuriyetler çağını başlatan Amerika,dünya halkları üzerindeki Avrupa Emperyalizminin etkisini kırdıktan sonra,bu kavramları ,bu gün dünya devletlerinde “kardeş kavgaları” yaratmak,onların gücünü tüketmek için kullanmaktadır.

Türkiye,Ortadoğu ve diğer dünya halklarının yeryüzünde başka bir halka gerçekte bir düşmanlığı yoktur.Düşmanlık,insanlara daima en kötüyü verip,en kötünün iyisine razı edilen güçsüzlerin ızdıraplarından, acılarından,lanetlerinden doğmaktadır.

Dünyaya hükmedenlerin en büyük sorumluluğu “adalet ilkesinden” olmalıdır.Eğer hakim kalmak,hüküm sürmek isteyen varsa?

Bu yüzden,eski Türk bilgini İmam Gazali’nin güzel bir sözü ile yazıma son vereceğim;

“İnsanlar dinsiz yaşayabilirler ama Adaletsiz Asla!!!”

Justıce before everything.























Bunlar bir yana,"dünya siyaset sahnesine hoş geldin Sayın Köle Kral."


Adil Yargic/Keykubat

Resmin altındaki alıntı Yemin Töreni Konuşması için;
http://www.timesonline.co.uk/tol/news/world/us_and_americas/us_elections/article5556296.ece

Obama'ya Yemin Ettiren Gay Rahip videosu için;
1-Gay bishop invited to pre-inauguration event in DC

2-Openly Gay Episcopal Bishop Eugene Robinson Silenced on HBO Broadcast of Lincoln Memorial Inauguration Concert

19 Ocak 2009 Pazartesi

ERGENEKON ISGALIN ADI

-->

ERGENEKON” İŞGALİN ADI

10 Kasım1938’de Atatürk’ün ölümünün ardından 6 ay iki gün sonra 12 Mayıs 1939’’da sonucunda yayınlanan bir bildiri ile İsmet Paşanın ülkemizi teslim ettiğine dair bir bildirinin de yayınlandığı İngiltere ile yapılan kredi Antlaşması bağımsızlığımızın elden çıkış belgesidir.


İnönü-Churchill.Adana-Yenice-1943

II.Dünya Savaşı sonrası Amerika-İngiliz işbirliğinde yapılanan yeni dünya düzeni projesine 1947’de Nato müracaatı katılmamız ile başlayan ülkemizin Amerika tarafından işgalini sağlamıştır.

1950 sonrası,sözde “Komünizmden” ülkemizi korumak bahanesi ile Amerikan sermayesi ile kurulan “gizli derin devlet yapılanması” ile halkımız iki Bitlisli ajanın oluşturduğu yapılanma içinde iki kutba bölünmüştür.,

1.yapılanma,Amerikan Demokrat Parti yapılanmasıydı. Sözde, SSCB yanlısı,sosyalist görünen bu yapılanma “demokrasinin yerleştirilmesi için” solun halka öğretilmesini amaçlamaktaydı. Asla Sol bir karakteri olmayan bu yapılanma,dönme gayrimüslümlerin (Ermeni,Gürcü,Laz) devlet imkanları ile emperyalizmin okullarında eğitilerek geri getirilip ülkenin bölünmesi için kültürel ortamı oluşturdular.Bunlar gelecekteki,Kafkas planında, SSCB’nin Doğu Anadolu üzerinden Hürmüz Körfezine inme planına engel olacak Amerikan destekçisi “Hıristiyan” grubu oluşturacaklardı.

Din karşıtı oldukları için de devletin “Osmanlı-Türk-İslam=O.T.İ ve Misak-ı Milli” siyasetinden uzak durmasını sağladılar.Böylece,Osmanlı’dan koparılarak devlet yapılmış halklar,Emperyalizmin kucağında sahipsiz kaldılar.
Bunun idaresi Bitlis Ermeni’si İsmet İnönü tasarrufundaydı.

2.Yapılanma da 1890’lardan itibaren İngiliz,Rus ve diğer Avrupa devletleri ile işbirliği içinde Kürtçülük Siyaseti gütmüş olan,yine Bitlisli Said-i Nursi’nin oluşturduğu Nakşibendi kökenli,Sünni Kürtlerin İslamcı Kürdistan yapılanmasıydı.

Bunlar da Komünizm ideolojisinin,Irak ve bölge ülkelerine yayılmasına engelleyecek emperyalizme sadık “Yeşil Kuşak” görevi yapacaklardı.

Her iki yapılanmanın içinde de “Türk” veya Müslüman oldukları için kendini Türk görüp,Türkiye’ye sığınmış balkan ve Kafkas halkları yoktu.

Amerika’nın idaresine aldığı devletlerde en büyük ortağı ise o devletin ordusuydu.İşte Derin Devlet” yapılanması da,”Halka Demokrasinin benimsetilmesi kapsamında” Üniversiteler siyasi partiler,sanayi kurum ve kuruluşları ile umum halk arasında yukarıdaki ideolojileri kullanarak siyasi kutuplaşmayı yarattı.
Derin devlet bu kutuplaşmayı derinleştirmek için sonları önemli bazı sivri kişilerin öldürülmeleri ile biten operasyonlar yaptıkalrına dair iddialar 60 yıldır bitmek bilmiyor.

Ardından,Üniversite öğrenci olayları,grevler ve halk arasındaki siyasi bölünmeler ile devletin enerjisi tüketildi,içi boşaldı.Devlete bağlılık,işinde dürüstlük gibi ilkeler aşağılandı,halk fırsatçılığa,rüşvete,her türlü ahlaksızlığa teşvik edildi.

Olaylar derinleştikçe de Amerika’dan gelen talimatlar doğrultusunda halkımız sindirildi,içine kapanık bir karaktere büründürüldü.

Bu proje gerçekte,Müslüman devletçiklerin kendi kendilerini yemekle meşgul olarak,çağın bilim ve kültür gelişmelerinden uzak tutmaya yaramaktaydı.

Kültürel bölünmelere katılan insanların kimisi,devleti Avrupa gibi gelişmiş olmak için demokrasiye geçirme savaşı verdiklerini,diğerleri de,”din düşmanı,haçlı işbirlikçisi Rus ve Avrupa’nın halkın dinsel kimliğini değiştirmelerine engel olmakla kendilerinin haklı olduklarını anlatmakla günlerini tüketmekteydiler.

Oysa,dünyayı paylaşma yarışında,her gün yeni icatlar,sanayi ve teknolojik gelişmeler ise Amerika ve Avrupa ilkeleri ile Komünist Rusya’da olmaktaydı.

Birbirlerine karşı “demokrasi ve din savaşı” verenler ise devletlerinin her gün biraz daha emperyalizmin kucağına yerleşmesine hizmet etmekten öte gidemediklerini görememekteydiler.

Bu olay sadece bizim ülkemizde olmadı bütün dünyada bu proje aynı anda uygulandı.Halen her devletin, siyaset,basın,eğitim,kültürel kimliklerinin temsilcileri de bu operasyonlarda sivriltilmiş işbirlikçilerden başkaları değildir.

Bizde,Deniz Baykal ve ekolü,1955’lerin,Ali Kırca’lar,1968’lerin sembol adları değil midir. Sağ yapılanma da M.Şevki Eygi’ler,vs.vs.bu siyasi operasyonların yarattığı kişilerden başka karşımızda kim vardır.

Bu kişiler de gerçek vatanseverdiler ama sivrilince emperyalizm onları seçip,her gün bizlerin beyinlerini programlamaları için belli yerlerde tutmayı uygun bulmuştur.

Bizler de kendi zihniyetimizde insanlarca avutulmayı sevdiğimizden,işi uyanmadığımızdan bu tuzaklara gönüllü gitmekteyiz.

İşte bu Amerikan merkezli derin devlet operasyonlarının son aşamasını da Amerika Cumhuriyetçi Partisinin 1990’larda şekillendirdiği “Neo-Conservatizm Philosophy” yani,”Yeni Muhafazakarlık Felsefesi” dir.

Bu felsefe de kökten dinci Yahudi-Hıristiyan Faşist Emperyalist bir içeriğe sahiptir.Tüm dünyaya Amerika’nın mutlak hakim olmasını amaçlamaktadır.

Irak ve Afganistan’da yaptıkları operasyonlara verdikleri “ER GEORGE OPERATION” adı da bizde Hızır olarak bilinen efsanevi kişinin İsevi kahramanının adıdır.

-->
"ER" takısının, “ERAN” Yahudi adıyla ilgili olması da mümkündür.”Eran”,İbranice,Kalk borusu,yatağından kaldırmak,uyandırmak,kızdırmak,tahrik etmek anlamına da gelmektedir.

"The boy's name Erane-ran” is pronounced AIR-en. It is of origin, and its meaning is "roused, awakened".Hebrew"

Hızır da her an uyanık olan seçilmiş bir üstün insandır.”Er” takısının bu adın kısaltması olma ihtimali de yüksektir.
-->
Bu operasyonların gecenin bir saatinde yapılmalarının da bu adla birebir uyum içindedir.

Bu baskınları yapan felsefe de “Neo-Conservatıst Phılosophy-Yeni Muhafazakar Felsefe”dir.
Amerika’da bunun adı kısaca “NEO CON” olarak anılmaktadır.

Dünyayı işgal etmek için savaşan da bu köktendinci Yahudi-Hıristiyan savaşçıları olan “neo-con” lar olunca Amerika’nın dünyayı işgal planına koyduğu adın “logosu” nun elde etmekteyiz.

ER(AN) GE(orge)-NEO-CON “ logosunu Türkçe olarak söylediğimizde “Ergenekon” telaffuzunu elde ediyoruz.”Yeni Muhafazakarların Kalk Borusu operasyonu olarak da açıklamak olasıdır.
Her iki örneğe göre de,dilimizdeki “Hızır gibi yetişti” deyimine uygun olarak ta bu adı “Hızır Baskını” şeklinde dilimize çevirmek en doğrusu olacaktır.

İşte,İslam Dünyasını işgalinin adı “ERGENEKON” ortaya çıkmaktadır.Ergenekon ibnesi Tuncay Güney’de “Bu dağlarda demir döven Türklerin efsanesi ile alakalı değildir” demiyor mu?
Biz ,mağduru olduğumuz “sosylojik kitle deneylerinin etkileri ile” sağcı,solcu vb. olarak bölünmüş olmanın tesiri ile,ne yaparsak yapalım,ne kadar solcu veya sağcı öldürmekle övünsek de hiçbir şeyin değişmemesini ve daima Amerika ve Avrupa’nın her daim kazanmasını ancak bu şekilde açıklayabiliriz.
Tehdit dışarıdan gelirken biz birbirimizi yiyerek onların işlerini kolaylaştırmaktayız. Uygulanan kitle oyunları ile kendi kardeşimizi tehdit olarak görmekteyiz.
Yani,keloğlanın meşhur lafı gibi.”Al takke ver külah” kazanan Amerika’dır.
Üç kağıtçı gibi el çabukluğu,akıl oyunları ile bizler kendimizi tükettikçe hep o kazanmaktadır.
Ergenekon,sadece ülkemizin değil,bütün ezilen dünyanın "işgal senaryosudur."
Artık,bu konu ile ilgili,Amerikan medyasından tercüme ettiğim,”neo-con” siyasetini eleştiren ,bir şekilde geriaşağıdaki yazı da sizlerin şüphelerini gidermeye yardımcı olacaktır.

İşte o makale;

AdilYargic

Bakış Açısı:Neo-con’ların Sonu



Jonathan Clarke,Carnegie Meclisinde “Uluslararası İlişkilerde Ahlak” konulu toplantıda George W.Bush’u Irak’ın işgali için cesaretlendiren “neo-con”ların yükselişi ve düşüşü hakkındaki bakış açısını belirtmiştir.

Tarihin içine çökmekte olan Bush idaresi ile ilgili olarak sorulan en adamakıllı soru,sahneden kaybolmak üzere olan” neo conservative -Yeni Muhafazakarlık” felsefesinin desteklenip desteklenmeyeceği sorusudur.
Cevap büyük ihtimalle “evet” tir.

Fakat,1980’lerdeki erken dönemeci öncesinde yeni muhafazakârlığın kitabesi yazılmıştır. Reagan idaresi döneminde sönmeye yüz tutmuş iken1990’ların ortalarında bir ikinci nesli ortaya çıkmıştır.

Bu,ileri soğuk savaş döneminde “neo-con “ ABD ordusunun hakimiyetinin “tek kutupluluğun öneminin” kutsal yağla kutsanmasıydı.Bu anlayış,çağdaş “neo-conservatism-yeni muhafazakarlık felsefesinin-” yeni fikirlerle desteklenmesi için bir kuluçka makinesi gibi çalıştı.

KÜSTAH TUTKU

Yeni Muhafazakarlık felsefesinin ana karakteristikleri;
1-Dünyayı “iyi-kötü”ye dayalı ikili bir anlayışta görmek,
2-Diplomasiye düşük tolerans-hoşgörü tanımak,
3-Askeri gücü kullanmaya hazırlıklılık,
4-ABD üzerinde tek taraflı vurgu yapmak,
5-Çok yönlü örgütlenmelere tepeden bakmak,
6-Sadece Ortadoğu üzerinde merkezlenmek.

Bush idaresinde başlıca rol oynayanlar arasında, Paul Wolfowitz, Douglas Feith, Elliott Abrams, David Addington and Richard Perle göze çarpmaktadır.

Yeni Muhafazakarların medyadaki avukatları arasında Bill Kristol and Norman Podhoretz, dahilken, felsefe üretenlerden ise Bernard Lewis and Victor Davis Hanson aydın ağırlığını temin etmişlerdir.
Yeni Muhafazakarların çoğu Yahudi’dir ama,bu hareketin bir Yahudi olayı olarak algılanması yanlıştır.
Washington eyaletinde,en önde gelen düşünce kuruluşu Amerikan Girişimcilik Enstitüsüdür. (American Enterprise Enstitute)

Şimdi,İsrail-Filistin barış projesinde,geleneksel görüşmelerin reddine merkezlenmiş Amerikan dış siyasetini tartışan hayli etkin seri yazılar yaratıldı.
Daha geniş bölgenin demokratik biçimlenmesi için kışkırtılması yerine,ABD’nin daha cesur tutkular barındırmaya yöneltildi.

İlk aşama,bölgede bir tür gösterici (mitingçi) etkisi olduğuna inanılan Saddam Hüseyin’in tahttan indirilmesiydi.
Bush idaresinin başlangıcında neo-con’ların umudu sönüktü.

Aslında,Wolfowitz, Feith ve Perle gibi birkaç kişi üst düzeyde görüşmeler yaptılar ama,Bush,kendisi,geniş çaplı zıt bir neo-con dış politikasını alçak gönüllülükle uyguladı.

Ne dDış İleri Bakanı Colin Powell ne de Savunma Bakanı Rumsfeld bir “neo-con” du.

Neo-con’ların yaptıkları,her nasılsa Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in etrafında bir haçlı birleşmesiydi.
Aslında,Bay Cheney kendisi,”Neo-con felsefesi forumunda kabul edilen Yeni Amerikan Yüzyılı Projesinin imza yetkisine sahip kurucularından değildir.

“Neo-con”ların kritik geçiş noktası ise Bay Cheney’in ABD ordusunu cesur bir savaş düzeninde tutma vaadidir.Onun “neo-con”lara katılımının,neo-conlar için çok hassas olduğunu kanıtlamıştır.

En Yüksek Gel-Git Noktası;

Aradıkları fırsat 11 Eylül 2001’de ayaklarına gelmişti.
Hiç kimse, bu kadar uygun bir zamanda,tam da gününe uygun düşecek şekilde önceden planlayarak hazırlayamayacağı,aldatıcı cevap gerektirmeyecek kadar uygun,bir stratejiyi hesaplayamazdı.
“Neo-con”lar,şüphesiz,Irak Savaşının istihbarî kurucu babalarıydılar.

Hiç kimse,hazırlanmış bir plana bu kadar yakın bir hazırlık yapamazdı.
Birdenbire,demokratik şekillendirme fikirleri,en akla yatkın politik seçenek olarak göründü.
Önerileri,sahnenin tam ortasına atlayarak Irak’a saldırmaktı.

Şüphesiz,”neo-con”lar Irak Savaşını getiren tek ve ana aktörler değillerdi.Ama,işin anahtarı,Afganistan’ın ötesine geçecek 9/11 olayına,Amerika’nın yanıtını temin eden fikirleriydi.Onlar,şüphesiz,Irak Savaşının fikir babalarıydılar.
Irak Savaşının ilk haftası,”neo-con”ların gel-git-lerinin en yüksek noktalarını temsil etti.

Kayırdıkları Amhet Çelebi,tahtı elde etmek için onları ayağı ile içeri taşıyandı ve savaş alanında da politik olarak her şey yolunda görünüyordu.
Fakat, neo-con’cuların,geniş alanda demokratik biçimlendirme fikirleri, istila,işgale dönüştüğünde,ve isyanlar yoğunlaştığında,her zaman olduğu gibi,”neo-con”ların “petrol boru hattı rüyalarına” sahip olduklarını ortaya çıkarıverdi.

Bush idaresi ile Irak başarısı birbirine mandalladığında,”neo-con”lar tam bir “geriçekiliş” içindeydiler.
Seçkinlerin ce halkın savaşa karşı fikirleri aldatıcı bir şekilde değişiverince,idareyi bırakmaya başlayıverdiler.
Kutup Muhalefeti;

Her haliyle,2008 seçimleri,”neo-con”cuların,ordu merkezli,tek yanlı dış politikalarının ön ayaklarının arka ayaklarına dolanmasıyla doğrudan reddini temsil etmektedir.

İlk bakışta Obama idaresinin gelişi,yeni muhafazakarcılığın kutup muhalifi olarak görünmektedir.
İçeriği,Cenova Kongresi,Kyoto Protokolu gibi uluslar arası antlaşmalarla dolu,çok uluslu bir yapılanma olarak yorumlanıyordu.

İran ve Küba gibi,göz ardı edilmiş ülkelerle doğrudan görüşmelere açık,bir diplomasiye yüksek öncelik tanıdığını ortaya koydu.Savunma bakanı Gates,askeri nüfuzu açısından,son seçenek olarak bürosunda kalıyordu.

Bundan başka Irak-Afgan savaşlarının mali yüklerinin etkilerinin iyileştirilmesi,ABD askeri gücünün üstün önemini bir yana atıvermişti.Bu gün,artık,ABD’nin “tek kutupluluğun fırsatlarından” hoşlandığını tartışmak zordur.
Bu yüzden en emniyetli iddia ile,”neo-con”lara,rollerini tarihin hükmüne terk etmelerini ve onlara “hoşça kal” diyebilmemizdir.

“Neo-Conservatizm plağının ikinci yanı ise ,Ruanda ve Darfur krizlerinde oluşan soykırımlarda askeri nüfuzunu kullanmasıyla görünen “Neo-Humanitarianism-Yeni İnsancıllık” kavramıdır.

Kendileri,Amerikan tarihini ana akıntısının bir parçasını oluşturduklarını iddia etmektedirler. Öyle görünmektedir ki, bu iddiaları,daha mantıklı onları olarak yukarı bir yerde görülür hale getirecektir.
Bu iki şeyi değiştirmektedir.Birincisi,”Yeni Muhafazakarlık” anlayışının ikin yanının adı “neo-humanıtaarıanısm” yani,”yeni insancıllık” felsefesidir.Bu fikir,Amerikan askeri gücünün nüfuzunun Ruanda veya Darfur soykırım krizleri zemininde kullanılmasıdır.

Bazı Obama memurları,örneğin BM’deki Susan Rice,bu görüştedir.Bütün göstergeler,Obama’nın çok dikkatli olacağını,ama olmazsa,,tek yanlı askeri savaş düzeninin Amerikan ajandasına geri gelebileceğini göstermektedir.
İkinci olarak,Obama idaresi İran’da,tespit edilmemiş bir ticaretle yüzleşecektir.

Neo-con’lar,Amerikan dış politikasının tanımlayıcı unsurunun Tahran’ın nükleer silah programının kısa sürede altüst edilmesi,ABD’nin güç kullanması gereğini savunmaktadırlar.

Obama ekibinden alınan erken işaretlere bir kez daha bakıldığında,askeri güç kullanımının ajandada aşağı alındığını ve yeni düzenlemelerin dikkate alındığını göstermektedir.

neo-con”ların erken ölümlerinin ardından sevinç çığlıkları atarak hayata geri dönerek işin başına geçebilecekleri durumunun sadece İran’ın uyuşmazlığı halinde,ortaya çıkabileceği ihtimali vardır.

Jonathan Clarke,Stefan Halper’in ,Yalnız America’sının,“Yeni Muhafazakarlar ve Küresel Düzen” eserinin yardımcı yazarıdır.: The Neo-Conservatives and the Global Order ”
Tercüme eden,
AdilYargic

Ektir:

İŞTE AKP DEVLETİ YIKIYOR!

AKP kongresinde Barzani'ye AKP'lilerin attığı sloganlar!
01 Ekim 2012'de AKP "Türkiye'ye bir Kürt kedisi bile vermem!" diyen, terörö örgütü ve deden Vatikan-Rusya Avrupa kölesi olan Yahudi Kürdü Molla Mele Ahmet Barzani'nin torunu olan Mesut Barzani'ye "Türkiye seninle gurur duyuyor!" sloganlarının atıldığı sadece RE.T.E'nin konuşup tek aday olduğu bir kongre yaptı ve yeni dünya düzenine göre ülkeyi yeniden şekillendirecek yani bölecek "Bütünşehir" kavramını ortaya attı. Hedeflenen Başkanlık sisteminin ön aşamalarından birisi olan bu proje ile AKP amirleri ABD-AB emirleriyle aynen şöyle bölmüştür;

Haberin linki tıkla;
İşte, Osman Pamukoğlu paşadan Barzani tanımı;

Yazının Linki;
http://news.bbc.co.uk/2/hi/americas/7825039.stm
İlgili yazılar;
http://keykubat.blogcu.com/ergenekon-un-sirri-cozuldu_19913531.html

http://groups.google.com.tr/group/aydinlik-gelecek-hareketi/browse_thread/thread/29934c2fc07188ae?hl=tr

http://groups.google.com.tr/group/aydinlik-gelecek-hareketi/browse_thread/thread/f47731bf4498e1cd?hl=tr

http://keykubat.blogcu.com/cumhuriyet-entrikalari_42984191.html

17 Ocak 2009 Cumartesi

ISMET PASA ESRARI

İSMET PAŞA ESRARI


İsmet İnönü –Atatürk arasındaki kırgınlıkların sebepleri konusunda son zamanlarda çok sayıda yazılar yayınlanmaya başlandı.


Her şeyden önce,ülkeye geçen hizmetleri azımsanmayacak kadar çok olan insanlar hakkında yazarken, yermek gerektiğinde dikkatli olmak gerekirse de ,büyük hesapları kovalayan insanların,başarı sonrası,kendilerine haksızlık yapıldığı fikrine saplanmaları sonucunda ülkelerine zarar verdiği de tarihi bir gerçektir.


Bu tür,büyük hedeflerin peşinde koşmuş insanların,bütün yaptıklarını,yıkmaktan çekinmedikleri de bir gerçektir.

Buna en uygun örnek kendi Cumhuriyet tarihimizdir.Cephede savaşanından yazarına, şairine,halifesine, şeyhülislamına, padişahına ve hatta yeni kurulan devletin “Bağımsızlık Marşını “ bile yazan yazarına kadar bir şekilde bu ülkeden ayrıldıklarına,Celal Bayar gibi bir büyüğün bile “Vatana İhanetten” idama mahkum edildiğini biliyoruz.


Lenin’in “Devlet ve Devrim” adlı kitabında yazdığı gibi “Devrim çocuklarını yemiştir. ” Hatta o sözü yazan Lenin’i bile yemiştir.


Bu yüzden örnekleri burada kesmekte yarar vardır.

Şimdi,tespit edebildiğim bazı kronolojik olayları sıralayarak biraz fikir jimnastiği yapalım;

Beni İsmet Paşa hakkında en çok düşündüren konuların başında “Kürt isyanları" gelmektedir.

Kurtuluş Savaşı sırasında,Kürtler,Osmanlı ve Kuva-yı Milliye’ye karşı tavır takınmazlar.Pek de destek de vermezler.


Hatta Ankara’ya gelerek TBMM’ye katılan “Kürdistan teali Cemiyeti” kurucu üyelerinden Said-i Kürdi-(Nursi) mecliste milletvekillerinin namaz kılmaları için bir tebliğ yayınlayınca, Atatürk’ten emrin geldiğini sanan bir çok vekil TBMM’yi terk etme kararı alır.


Mustafa Kemal Atatürk ,kendisin, “Ne yaptınız hocam,yaptığınızı beğendiniz mi,bakın nereye geldik” şeklinde uyarmasından sonra Said, Atatürk’e de bir kalay basarak TBMM’yi terk etmek zorunda kalır ve Van’daki tekkesine geri döner.


Said-i Kürdi,”Şafii olup,Nakşibendi tarikatındandır ve İslam Kürdistan’ı hedeflemektedir. Diğer yanda da Alevi Dersim Aşiretleri vardır ki,1821’lerden beri Rusya ile işbirliği içindedirler. Her ikisi de bazen ayrı bazen birlikte bir çok isyan yapmışlardır.Çünkü,birlikte bütün Avrupa devletleri ile Amerika’dan destek aldıklarını öğreniyoruz.


Aşağıda gerekli bilgileri sıraladım;

Tarık Zafer Tunaya'nın, “Türkiye'de Siyasi Partiler” isimli kitabında Kürt Teali Cemiyeti hakkında bazı bilgiler verilmektedir. Buna göre:

“”1908'de kurulan ' Kürt Teavün Cemiyeti' Kanuni Esasi'ye ve Osmanlılık idealine bağlanmış bir hayır cemiyeti" idi.

" Fakat mütareke de kurulan “Kürdîstan Teali Cemiyeti” ise Kürtleri ayrı bir kavim addederek, Osmanlı Devleti'nin can çekişme yıllarında, “Wilson Prensiplerinden” faydalanmak isteyen infiratçı, milliyetçi ve yüzde yüz siyasi gaye takip etmiş bir cemiyettir."


1919 senesi içinde” teşebbüsat-ı milliyemiz” aleyhine başlayan dahili isyanlar süratle memleketin her tarafına sirayet etti, (...) Ümraniye, Refahiye, Zara, Hafık(...) havalisinde alevlenen suriş (kargaşalık ) ateşleri bütün memleketi yakıyor, hıyanet, cehalet, kin ve taassup dumanları bütün vatan semasını kesif karanlıklar içinde bırakıyor" Nutuk, Kemal Atatürk/S.442, C2/Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları.

Trabzon, Van. Bitlis ve Erzurum’u' içine alarak Kafkaslara kadar uzanan bölgede bir Ermenistan Cumhuriyeti kurulmak istemiyordu. (Madde, 88-93)


"..1921 senesi bidayetinde de Koçgiri aşiret rüesasından Haydar Bey, İstanbul'da Seyit Abdülkadir'den aldığı talimat üzerine Alişan ve akrabasından Naki, Alişer vesaire ile hareketi isyaniyeye başlamışlardı. Nutuk/a.g.e.s.629””

1943 Adana-Yenice İsmet paşa Churchill Görüşmesi.

"Teslim Pazarlıkları" anı.

Şimdi gelelim,İzmirli İsmet İnönü’ye.İsmet İnönü’nün aslen Bitlisli bir Ermeni ailenin İzmir’e göçmüş çocuğu olduğunu, Alpaslan Türkeş,ölmeden önce o zamanki Kanal 6’da açıklamıştı.

Kurtuluş savaşında tek Ermeni veya Rum ya da Kürt, Hıristiyan her neyse o muydu sanki?


Elbette değil.

Dünyanın hiçbir yerinde “tek-arı,saf” bir ırktan oluşan kavim,devlet zaten yoktur.”Millet mensubiyeti “ırkî “ değil,”Kültürel” bir olaydır ve bu kültürel yapı o insanın eylemlerini belirler.


İşte kişilerin de kültürel mensubiyetleri eylemleri ile uyum sağladığında buna “vatanseverlik” ya da “hain” sıfatları eklenmekte tereddüt edilmemektedir.

İsmet İnönü’nün hakkında yapılan yorumlar daima “Atatürk” ile aralarında meydana gelen kırgınlıklar,küslükler ve sonuçlarında gelişen “görevden almalar” olarak tanımlanan ilişkiler yumağına dayanmaktadır.

Şimdi o ilişkiler yumağına biraz girelim.(Bu kadar kafa şişirmek yeter yani);


18 Kasım 1924 Atatürk yurt gezisinden döner,20 Kasım’da İsmet Paşa Başbakanlıktan çekilir,27 Kasım’da Fethi Okyar Başbakan olur.


Bir buçuk ay sonra 11 Şubat’ta Şeyh Sait isyanı başlar.Şeyh Sait Elazığ Palulu bir toprak ağasıdır.1921 Rusya-Türkiye arasında yapılan antlaşmada İsmet Paşanın “Türkiye’de Sosyalist Devlet idaresine geçileceği” yönünde şerh düştüğünü,Kürdistan kurulmasına Türkiye’nin izin vermeyeceği iddiasını öne sürmekteydi.


İsyanın fikir babası da yine yukarıda İngiliz ve diğer Hıristiyan emperyalist devletlerin konsoloslarından yardım için kapılarını aşındıran,Kürt Teali Cemiyeti başkan yardımcısı Said-i Nursi vardır.


Bu arada da ,ülke içinde,Hıristiyan batılı devletler adına Kürt ve Rum isyanlarında arabuluculuğu ile bilinen Patrik VI.Constantin Arapoğlu 30 Ocak 1925’de devlete karşı faaliyetlerinden dolayı sınır dışı edilmiştir.


Diğer yandan da Musul-Kerkük konusunda da İngiltere ile anlaşma sağlanamamış,Atatürk Musul’a girmekten söz etmektedir.Diğer yandan,”Bu Mustafa Kemal de çok oluyor,vatanı bu kadar kurtardık yetmez mi,durduk yerde savaş istiyor,savaşmadan duramıyor,gene kan akacak” diyen,tatlı su kahramanları da her yerde homurdanmaktadırlar.


Başbakan Fethi Okyar,çıkan isyanı iyi yorumlayamaz,basit asayiş olayı olarak yeterli güç göndermez.Ancak Atatürk olayı çok iyi takip etmektedir ve İsmet İnönü’yü Büyükada’daki ikametinden çağırtır ve 02 Mart 1925’de başbakanlık görevini İsmet İnönü’ye verir.

İsmet İnönü,”ordu yönetme kabiliyeti olmayan",ancak çete isyanlarında kendini kanıtlamış bir subaydır.Yemen’de de Arap isyanlarını bastırmakta çok başarılı bir subay olarak şöhretlidir.


29 Haziran 1925’de yaklaşık dört ay içinde isyanı namına yakışır şekilde bastırır.O gerçek bir çete uzmanıdır.

Bu olayın ardından Kasım ayında çıkacak olan Şapka yasası ile ilgili isyanlara da ülke gebedir. Şapka giymemenin cezası sadece “üç ay” hapis iken ne kadar,Kürtçü,Pontus’çu, Ermenistan’cı varsa, “Din elden gidiyor” bahanesi ile “saltanatçı hocaları” tahrik ederler ve arkalarından da kendileri ayrı bir hareket başlatırlar.Devlete hiç rahat yoktur ve İsmet paşa bunların da üstesinden gelecektir.

Ama,Musul-Kerkük de İngiltere’ye kalacaktır.


Çıkan isyan sadece İsmet Paşayı iktidarda tutmaya yarayacaktır.İsyancı Kürtlerle Türkiye bu işten zararla çıkacaktır.Kazanan ise yine İngiliz emperyalizmidir.

Yılların 1934’ü gösterdiğinde,devletin Rusya ile bir kredi anlaşması yaptığını,1935’lerde de Mason Derneklerinin kapatıldıklarını ve mallarını da “Türk Ocağı” derneklerine bağışladıklarını, 1936’da da en önemlisi İngiltere Kralı

VIII.Edward’ın 04 Eylül 1936’da Türkiye ziyaretini görüyoruz.Üstelik de Atatürk’e bir “dizbağı nişanı” verilerek yakın ilişki kurulması söylentileri de ortada dolaşmaya başlar.

İngiliz Kralı VIII Edvard'ın ziyareti.

Bu arada da Hatay’ın Türkiye’ye katılması sorunu vardır.İngiltere ile görüşmeler bu kapsamda “destek sağlama” amacına yönelik görünmektedir.


İngiltere’nin Türkiye’ye yaklaşması da kurtuluş savaşımızda bize her türlü yardımda bulunan Rusya’yı da endişelendirmiştir.Geçen zaman içinde Rusya ile Anakara ve Moskova antlaşmalarına imza koymuş İsmet İnönü de düştüğü şerhin sorumluluğundadır.

Kim bilir ona da bu şerhin akıbeti konusunda bir yerlerden işaretler belki de gelmekteydi.


Sonuç olarak,İngiliz Kralı’nın ziyaretinden altı ay sonra ,20-21 Mart 1937’de,1821’lerden beri Rusya ile yakın ilişkiler içinde bulunan Dersim’de bir isyan patlayıverir.

Yeni kuruluşunu gerçekleştiren devlet,karakollar,yollar,köprüler,okullar inşa ettiği bu bölgede birden baskına uğrar,karakollarına saldırılır,askerleri öldürülür,köprüleri yıkılır.

İsyana sebep olarak da dağların tepelerinde yerleşmiş bulunan “mezra” adı verilen birkaç hanelik yerleşim birimlerinde yaşayan bölge halkının tarıma elverişli düz arazilere indirilerek “tarıma yönelik üretime kazandırma” çabalarının halka yanlış anlatılmasıdır.Bu isyanın "İngiltere" tarafından çıkarıldığı da ileride kaynaklar gösterilerek yazılacaktır.Ama,ben Rus parmağı da olduğu inancındayım.


Halk,”devlet sizi düze indirip kıyacak.Osmanlı’dan beri bunu hesaplıyorlardı” yalanı ile korkutulur ve tahrik edilir.Başlangıçta katılım az olsa da müdahale gecikince yapılan baskılarla başkalarının da katılımı sağlanır.

Gene de isyana katılan kalabalık bir halk hareketi olmamakla birlikte Munzur dağlarının sarplığı, arazinin yüksek.ormanlık oluşu,kar seviyesinin bir-iki metreden aşağı olmaması, müdahaleyi geciktirir ve zorlaştırır.

20 Eylül 1937’de isyan bastırılır.Bizzat İsmet Paşa isyanın bastırılmasında olay yerine gider orada bulunur.Olayın kahramanı,General Abdullah Alpdoğan paşadır.Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in de uçakla yapılan bombalamada görev aldığı bilinmektedir.

Her ne oluyorsa İsmet Paşa gidince isyan kolayca bastırılmıştır.


İsmet paşa'nın istifası ve bütün görevlerinden

alındığını belirten yasa ve olayın haberi için

gazeteyi tıkla,büyüt.

İşte ne olduysa,Atatürk bir şeyden kıllanır ve isyanın bastırılmasından bir hafta sonra 20 Eylül 1937’de İsmet Paşayı görevinden alır.Başbakanlık görevini Celal Bayar’a verir ve onunla yurt içi seyahatlere çıkar.

Yazımın başında da yazdığım gibi,İsmet İnönü’nün aslen Bitlis Ermeni’si oluşu,İsyanın da Hatay konularının görüşülmeye başlanması sırasında,İngiliz Kralının ziyaretinin ardından gelişmesi ,benim tespit edebildiklerimdir. Özellikle İngiliz Kralı’nın gelişi Rusya’yı müthiş kızdırmış olabilir.


Bu isyanın bastırılmasının ardından,Atatürk İsmet İnönü’nün isyanlarla alakası olduğu şüphesi ile olsa gerek 20 Eylül 1937’de İsmet paşayı tekrar görevden alır.İsmet paşa Büyükada’da ikamete başlar.

Tunceli’ler, Atatürk’ün emri ile general Abdullah Alpdoğan’ın kendilerini soykırıma uğratmaktayken, İsmet İnönü’nün kendilerini kurtardığını iddia ederler.Onların bu iddiası ile isyanın bastırıldığı gün İsmet paşanın görevden alınmasında paralellik vardır.

1937 Atatürk Trakya'da birlikleri tatbikat arasında

denetlemektedir.




25 Ekim 1937’de Celal Bayar’ın başbakanlık görevini resmen almasının ardından geçen iki ay sekiz gün sonra 02.Ocak 1938’de II.Dersim isyanı tekrar başlar.Atatürk’ün ölümünden 18 gün önce 22.Ekim 1938’de bastırılıncaya kadar sürer.

Atatürk’ün son dönemlerinde, dış dünyada da, İtalya’nın Faşist Mussolini yönetimi Osmanlı’dan gasp ettiği,Kuzey Afrika Cezayir üzerindeki hakimiyet bölgesinden Habeşistan’a saldırır, Avrupa’da başta Almanya olmak üzere büyük bir silahlanma yarışı sürmektedir.

Atatürk de boş durmamakta,Hatay konusunda Fransızlarla ,İngilizlerle,görüşmekte,Rusya ile ticaret ve ödeme anlaşmalarını yenilemekte, İran,Pakistan Irak ile Sadabat Paktını,Yunanistan, Romanya,Almanya ile ikili anlaşmalar imzalamıştır.


Yani,Atatürk,her ülke ile ilişkiye girmekten çekinmiyordu.ancak,ülkeyi göbekten bağlayan borç antlaşmalarına ülkeyi sokmamak için çok çabalamıştı.

Ülke içinde de Aydın’da,Trakya’da geniş kapsamlı askeri tatbikatlar düzenlemekte,şahsen tatbikatları gözlemekte,Aydın’da bez fabrikası,ülkenin her yerinde demiryolları,ihracat için limanlar,tarım ürünlerini saklayıp koruyacak silolar inşa ettirmekte ve bu arada da halkın hoşnutluğunu kazanacak,güven verecek yaklaşımlarda bulunmaktadır.


25 Ekim 1937’de Celal Bayar resmen hükümeti devralır,01 Kasım’da Atatürk TBMM 5. açılış konuşmasını yapar ve aynı gün onun canını alacak amansız hastalığı belirir.

İsmet paşanın hükümetten izinli sayıldığı ve Büyük Adaya yerleştiği 35 gün,hükümeti teslim etmesinden de beş gün sonra.

Bu kıllanmalarım boş diyebilirsiniz.Ben de öyledir belki diyorum ama,İsmet paşanın izinli sayılmasına sebep olan olayın,Atatürk’ün Orman çiftliğinde kurdurduğu,daha sonra Tekel idaresine geçecek olan bira fabrikasının kapatılmasını, İsmet İnönü'nün eniştesi Kudüslü Abdürrezzak’ın yönetim kurulunda bulunduğu Bomonti Bira Fabrikası.kavgası bence bu Kürt İsyanlarından kaynaklanan asıl sorunu maskelemek için öne çıkarılmaktadır.

Bu tartışmaların ardından,kimine göre Atatürk artık İsmet paşayı öldürecektir ve İsmet korkudan yanına gitmediği iddiası;

Diğer yandan Atatürk mirasını İsmetin çocuklarına bırakır ve İsmet paşaya kendi parasından her ay 3000 TL ödeme yapması iddiası;

İsmet paşanın,çocuklarının tutumlulukları,müsriflik bilmemeleri vs,vs, adlarının Ömer ‘in adam vurması dışında şaibeye karışmamaları da dikkate değerse de Kürt İsyanlarının Atatürk’ün ölümünün ardından bıçak gibi kesilmesi bence daha da dikkate alınması gereken bir haldir.


Atatürk’ün ölüm döşeğinde iken 09.Kasım 1938 gecesi,Türk değerlerine düşmanlığı Konya’daki görevi esnasında kayıtlara geçmiş,Arnavut mu yoksa oralarda doğmuş Kürt kökenli bir ailenin ahvadı mı olduğu belli olmayan Fahrettin ALTAY’ın desteği ile gerçekleşen bir darbe sonucu iktidar olmuş İsmet İnönü’nün,Atatürk’ün mirasını da her türlü tarihi çarpıtmayı da gerçekleştirmiş olması da akılları korkunç bir şekilde kurcalamaktadır.

Başbakanlık görevini Celal Bayar’a veren Atatürk bir daha İsmet paşayı,kendisi ölünceye kadar görevden uzak tutacaktır.


İsmet İnönü’nün her görevden alınışının arkasından geçen birkaç ay içinde yeni kurulan devleti yıkacak boyutta Kürt isyanlarının çıkması,İsmet paşanın da her başbakan oluşunda da muhalif yıkıcı iç isyanların çıkması birer tesadüf değildir.

Yine Bitlisli Sad-i Kürdi’nin,Bitlisli İsmet İnönü ile her ne kadar İslam-i mezhep ve inanç ayrılıkları olsa da ikisinin de “Kürtçülük-Kürdistan” fikirlerinde o dönem bağlılıkları olduğu kesindir.


Her ikisinin de İngiliz bağlantıları artık ayyuka çıkmıştır.Said-i Kürdi’nin İngiliz bağlantılarına değinmiştim.İsmet Paşanın da önce Rus işgalinde olan,1919 sonrası da İngiliz işgaline devredilen Diyarbakır’daki orduda görev yapması,Atatürk’ün ölümünden 6 ay 2 gün sonra 12 Mayıs 1939’da ülkemizi İngiltere’ye bağlayan Kredi antlaşmasını imzalaması ve ardından iki ülkenin müttefik olduğuna dair resmi bir bildiri açıklanması,bu tarihten sonra “hiçbir Kürt isyanının çıkmamamsı" da çıkan Kürt isyanlarında,İNGİLİZ+KÜRT İSMET İNÖNÜ+SAİD-İ - KÜRDİ koalisyonun birer belgesidir.


Devletin başına çöreklenmiş ,devleti satan iki Ermeni yılanıdır desem haksızlık olur mu acaba?

Irk ayrımını hiçbir zaman düşünmemiş olan Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakınına aldığı, çocukluk arkadaşlarından bile fazla değer verdiği İsmet İnönü’nün “ırkçı isyanlarla” işbirliği içinde olduğuna kanaat getirmesinin ardından onu kendi ömrü boyunca devlet görevine almaması da diğer bir kanıttır.

Dersim bölge halkının, doğu Anadolu’da Türkçe’nin en iyi Türkçe’sini konuştuğunu,okur yazar olmayan mezra köylülerinin bile Osmanlı Arşivlerinde dahi “Öz Türkçe” konuştuğu kayıtlardadır.

Ancak,bu Türklerin yanında Zaza-Kırmanç dili “Kürtçe” olarak anılmakta ise de hiçbir doğulu Zaza ve Kırmanç ile anlaşabildiklerini de görmüş değilim.Kamer Genç bile bunun böyle olduğunu birkaç gün önceki meclis konuşmasında dile getirdi.


Bir de bölgede “Ermeniler” vardır.

Bunlar iki gruptur.Hali vakti yerinde olanlar açıktan kendilerini saklamadan gezerler. Kulaklarında haç küpeli kızlar,kadınlarla,boyunlarında haç taşıyan erkekler vardır.


Bir de “Alevi Kürt’üm"diyenler de az değildir.

1992 yılında,kepenk kapatma olayında,polis korumasında fırınlarda ekmek çıkartılmaktayken, ben de görevli olduğum esnada fırında görevli bir işçi ile iddialaşma üzerine boynunu açtırdığımızda haç kolyesi olduğuna şahit oldum.Boynunu şakayla karışık açan ise Muşlu bir polis arkadaşımdı.

Dersim isyanları konusunda bilgi elde etmek kolay değildir.Zaten her gün üniversite eğitimimize rağmen,bir çok kitap okumamıza ek olarak tarihi yeniden öğrenip durmaktayız.

Çünkü,ülkemizde bir İsmet paşa yanlısı,”devşirme tarihi” diğer yandan da “saltanatçı, ümmetçi, Kürt Said" yanlısı ılımlı İslamcı tarihi vardır.


Bu iki Bitlisli milleti esir almıştır.Onların düzenledikleri bir tarih dışında tarihi bir bilgiye bu ülkede ulaşmak olası değildir.

Benim,bu bölge halkında gördüğüm “Atatürk heykelinin halen 24 saat polisçe beklendiği tek vilayet" in burası oluşudur.

Elazığ yolu üzerindeki Atatürk Mahallesine “Sienk” demektedirler.İsmet İnönü mahallesine ise hiç itiraz etmezler üstelik, Tunceli diye bir yer yokken bu köy Mamiki adı ile bilinmesine rağmen.

Atatürk Mahallesi ise 1938 İsyanı sonrasında İsmet Paşa’nın halka yerleşim için bağışladığı yerdir.

Yerleşim ise daha 1994’lerden sonra gelişmeye başlamıştır.Ama bu halk,Atatürk’ün soykırımından kendilerini İsmet Paşanın kurtardığına inanırlar veya bir şekilde buna inandırılmışlardır.


Malum terör örgütünün kanalında,”7.gün” adlı programa sürekli konuşmacı olarak katılan,aslen Tunceli’li öğretmen emeklisi olduğunu söyleyen,bıyıklı,göbekli bir şahıs da bu iddiayı birkaç ay önce şöyle dillendirmekteydi;

1960’lı yıllarda bizim memlekette bazı evlerde Atatürk’ün resmi asılıydı.Bir gün birine;

-Yahu sen soyunu soykırıma uğratan bir adamın resmini nasıl edersin? Diye sormuştum.Biz bu günleri de gördük” diyordu.


Bu günlerde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine böyle bir karar için de müracaat etmişlerdir.

Atatürk’ün aramızdan erken ayrılması veya ayrılması sonucu fazla yıpranmaktan kurtulmuştur.

İnsan Atatürk” ölmüş veya öldürülmüş,geride hiç yaşlanmayan bir “Sembol Atatürk” kalmıştır.

Ancak,Atatürk’e rastlamasa, sıradan bir Albaylıktan öteye gidemeyeceği kesin olan bir İsmet İnönü’yü 85 yıldır bütün Türkiye ama överek ama yererek durmadan tartışmaktadır.


O gerçekten tartışılması ilgi çeken,merak uyandıran bir kişiliktir.90 yıllık bir ömür onu Cumhuriyetin üç kuşak insanının tanımasına yetmişse de ,baskıcılığı,örgütçülüğü ile sakladığı bir çok sırları,halen yeni yeni ifşaatlar olarak basında yazılıp çizilmekte ve ilgi çekmektedir.

Çünkü,tartışılması yasaklanmıştır.


Bu yasaklamanın arkasında,Atatürk’ün Cumhuriyeti kurmasından öldüğü 10 kasım 1938 tarihinden 18 gün önce son II.Dersim Kürt İsyanının bastırılması,İsmet İnönü’nün Fahrettin ALTAY darbesi ile iktidara geçmesinden sonra da “tek bir Kürt İsyanının” olmaması daime dikkatimi çekmiştir.


1939’dan 1950’ye kadar,açılan üniversitelere yerleştirdiği,buralardan Avrupa ve Amerika’lara eğitimlere gönderdiği Kürt ve dönme Ermenileri,devletin,bütün kurumlarının başına geçirmesi, doğu Anadolu Kürtlerinin de devlet dairelerine doldurulması,1948’de çıkardığı askerlik yasası ile İç ve Batı Anadolu’nun,güneyden Kürt,kuzeyden de Rum işgallerine açık hale getirilmesi,Türklerin “İslam Kardeşliği” uyutmacası içinde “asimile edilmesi,toprağının işgal edilmesi,devlet memuriyetlerinden mahrum edilmesi” hep onun sinsi işleridir.

Kürt Faşizm ” anlayışı, bu dönemlerde Üniversitelerde onun bu örgütlemeleri ile kurulmuştur.1950-60 yılları arasında “Ana Muhalefet Parti" lideri olarak daima, emperyalizmin 1839’larda başlattığı “İnsan Hakları Emperyalizmine” hizmet eden faaliyetleri o yürütmüştür.


Deniz Baykalları,”En güzel baş Kürt başıdır” diyen Yalçın Küçükleri,1992’lerde “Kürt solu,bu güne kadar Türk solu içinde kendini oluşturdu.Artık,Türk Solu’nun desteğine ihtiyacımız kalmamıştır,Özgür Kürdistanı kurup yaşatacak bilgi birikimine ulaştık” diyen terör örgütünün o zamanki yayın organı olan Özgür Gündem gazetesi sahibi Yaşar KAYA’ ları, Fikri Sağlarları,Abdullah ÖCALAN’ları,Cemil Bayık’ları, Mehmet Ali Birand’lar gibi heryerde başa getirilmiş "işbirlikçi 68 kuşağını" hep bu zamanda kurduğu örgütlenmeler ile yetiştirmiştir.

1960’dan bu yana her 10 yılda bir gelen askeri darbe ve muhtıralar da onun kişiliğinin tartışılmasını,hakkında ileri-geri araştırma yapılmasını,bilenlerin bilgilerini açıklamalarını engellemiştir.


27 Mayıs kahramanları olarak bilinen Amerikan emperyalizmi karşıtı dört paşanın,”Kıbrıs dümenleri” bahaneleri yaratılarak,”Kıbrıs için alınan Amerikan-İngiliz yardımları” karşılığında idam edilmeleri,Süleyman Demirel’in zamanında da tam Amerika’ya teslim işleminin gerçekleşmesinden sonra da hayatının ilk dansını yapması boş değildir.


Bitlis ve Dersim aşiretlerinin Kürt değil,dönme Ermeni kökenli olduklarını kabul etmeleri, 1821 Rus işgalinden beri her daim bu gün dahi Rusya yanlısı siyaset içinde olmaları, Ermenistan’ında Amerika ve Avrupa’dan bunca destek görmelerine rağmen “Rusya yanlısı” siyasetlerini değiştirmemeleri arasında ciddi bağlantılar olduğunu biliyoruz.

Bunu da Rusya’nın 1856 II Kırım savaşı sonrasında,Avrupa’da “Ben Kafkasları,bölgedeki Hıristiyan Ermeni ve Gürcülerin haklarını koruma için işgal ediyorum,emperyalist niyetim yoktur." Demesi ile başlattığı Ermeni-Gürcü’lere yardım kampanyalarının yayıldığını ve Osmanlı’nın bundan sonra çökertildiğini tarih bize göstermektedir.

Bölgedeki açık ve gizli Rum ve gayrimüslüm halkın “Rus sempatisinin” asıl kaynağı budur.


Bu gün de Ergenekon adlı davalara konu olan,Almanya ve Amerika’da istihbarat örgütleri tarafından sekiz yıl eğitildikten sonra ülkemize dönmüş,girdiği bütün sol yapılanmaları da ustalıkla bölmüş,etrafında asker ve terör örgütünden gruplar barındıran,hemşehrisi ve dava arkadaşı tarafından Bursa’da bacağından vurulan bazı siyasi parti mensuplarının da hem “solcu” olup hem de komünizm ile ilişkisi kalmamış,Putin’i ÇAR ilan etmiş bir Rusya’ya bağlanmamız konusundaki çabaları,eski solculuklarının birer yalan olduğuna,ülkemizin bir yerden koparılıp diğer yana pazarlanmasına mı işarettir acaba?


Yoksa,kökten Amerikan-İngiliz siyasetine bağlı,Papa yalaması olmuş Fethullah Gülen beylerin ardından giderek tamamen Amerikan kuklası olmuş iktidarımız mı haklıdır?

İkisi de yanlış ve Atatürk’çü değildir.Her devlet ile,ülkemizin çıkarları doğrultusunda ama,göbekten bağlamayacak her türlü ittifak ve ticari ilişkiyi desteklemeliyiz.


Ama,bağımsızlığımıza göz dikeni de düşman bilmeliyiz.

Kahrolsun maskeli ve maskesiz işbirlikçiler ve uşakları.

İsteyene,yazıdan şüphelenene konuya dayalı biraz kronolojik açıklama;


29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edilir ve Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı seçilir.

30 Ekim 1923 Mustafa Kemal Atatürk İsmet İnönü’yü Başbakanlığa atar.İsmet paşa ilk başbakan olur.

31 Ekim’de seferberlik hali 01 Kasım 1923’den itibaren kaldırılır.


19 Kasım 1923 Gazi,İsmet paşayı Halk Partisi vekilliğine atar.Genel başkan vekili olarak İsmet paşa yayınladığı bildiri ile Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin Halk Fırkasına (Partisine) dönüştürüldüğün ü bildirir.


04 Eylül 1924 Hakkari Beytüşşebap İhsan Nuri paşa isyanı başlar.Kısa sürede bastırılır. Tarafları Fransızlara sığınır.İhsan Nuri paşa,İngilizlere hizmet etmek istemediğini söyleyerek daha sonra da İran’a geçer.

18 Kasım 1924’te Atatürk yurt gezisinden döner,yani isyanın bastırılmasını,sonuçlarını gözler.

Her Kürt isyanında o daima yurt gezisine çıkacaktır.


20 Kasım’da İsmet Paşa Başbakanlıktan çekilir,27 Kasım’da Fethi Okyar Başbakan olur.

Bir buçuk ay sonra 11 Şubat’ta Şeyh Sait isyanı başlar.Şeyh Sait Elazığ Palulu bir toprak ağasıdır.1921 Rusya-Türkiye arasında yapılan antlaşmada İsmet Paşanın “Türkiye’de Sosyalist Devlet idaresine geçileceği” yönünde şerh düştüğünü,Kürdistan kurulmasına Türkiye’nin izin vermeyeceği,ülkeye dinsizliğin,komünizmin geleceği” iddiasını öne sürer.


İsyanın fikir babası da yine daha 1908’lerde başkan yardımcılığını yaptığı Kürt Teali Cemiyeti üyeleri ile İngiliz ve diğer Hıristiyan emperyalist devletlerin konsoloslarından “denize çıkışı olan bir Kürdistan “ kurmak için yardım aramak amacıyla elçilik kapılarını aşındıran, 1876'da Bitlis vilayetine bağlı Hizan ilçesi Nurs köyü doğumlu ,yani İsmet İnönü’nün hemşehrisi olan Said-i Nursi vardır.


Başbakan Fethi Okyar,olayların ciddiyetini kavrayamadığından (öyle yazılır) etkili müdahale edemeyince çıkan isyanın yayılması üzerine,Atatürk İsmet paşayı 02 Mart 1925’de tekrar başbakanlık koltuğuna oturtmak zorunda kalır.

Koltuktan ayrılığı üç ay altı gün sürmüştür.


İngiltere Kralı VIII.Edward’ın 04 Eylül 1936’da Türkiye ziyaretinin ardından 21 Mart 1937’de ,ziyaretten 6 ay 17 gün sonra “Bağımsız Sosyalist Dersim Devleti” kurmak amacı ile I.Dersim feodal isyanı patlak verir.Bunun arkasında da Türkiye’nin İngiliz safına geçmesinden korkan ve 1821’lerden beri Dersim ileri gelenlerinden Ali Şir ile sıkı işbirliği içinde bulunan Rusya vardır.

Bu isyanın bastırılmasının ardından,Atatürk İsmet İnönü’nün isyanlarla alakası olduğu şüphesi ile olsa gerek 20 Eylül 1937’de İsmet paşayı tekrar görevden alır.


İsmet paşa Büyükada’da ikamete başlar.Tunceli’ler, Atatürk’ün emri ile general Abdullah Alpdoğan’ın kendilerini soykırıma uğratmaktayken, İsmet İnönü’nün kendilerini kurtardığını iddia ederler.Onların bu iddiası ile isyanın bastırıldığı gün İsmet paşanın görevden alınmasında paralellik vardır.

25 Ekim 1937’de Celal Bayar’ın başbakanlık görevini resmen almasının ardından geçen iki ay sekiz gün sonra 02.Ocak 1938’de II.Dersim isyanı tekrar başlar.

06 Mart’ta Atatürk’e Türk Hekimlerince (!) ilk konsültasyon yapılır ve yanlış teşhise göre tedaviye başlanır.Tesadüf ilginçtir.

II.Dersim isyanı,Atatürk’ün ölümünden 18 gün önce 22.Ekim 1938’de bastırılıncaya kadar sürer.


Irk ayrımını hiçbir zaman düşünmemiş olan Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakınına aldığı,çocukluk arkadaşlarından bile fazla değer verdiği İsmet İnönü’nün “ırkçı isyanlarla” işbirliği içinde olduğuna kanaat getirmesinin ardından onu ömrü boyunca devlet görevine almadığına tanık olmaktayız.

Ama bu büyük önderin ilaçlanarak öldürülmesi yüzünden çok kısa sürecektir.Gerek Fevzi Çakmak Paşanın gerekse Celal Bayar’ın ve yandaşlarının pasiflikleri yüzünden olsa gerek,Atatürk’ün öleceğinin belli olduğu 09.Kasım 1938 akşamı,I.Ordu Komutanı Fahrettin ALTAY’ın “Mustafa Kemal’in yerine İsmet İnönü paşadan başkası geçemez” demesi ile yapılan darbe sonucunda,11 Kasım 1938 günü İsmet İnönü’yü Cumhurbaşkanlığı koltuğunda görmekteyiz.


Bu arada da dünyada;

09 Mayıs1936’da Etiopya’yı,Almanya,Rhineland’ı işgal ederler.

01 Kasım’da Berlin toplantısında Almanya İtalya Roma-Berlin Mihverini ilan ederler.

18 Kasım’da İspanya iç savaşında Franco’yu destekleyen Almanya,26 Nisan 1937’de İspanya’da Guernica’yı,31 Mayıs’da da Almeria’yı bombalarken Amerika da tarafsızlığını açıklar.

13 Mart 1938’de Avusturya,“Anschluss “ adı verilen Alman-Hollanda-Avusturya birliğinin bir parçası olduğunu ilan eder.

29 Eylül’de Almanya,İtalya ve İngiltere Çekoslovakya’nın Almanların yaşadığı kısmının Almanya’ya katılmasında anlaşırlar.Bu olaydan beş buçuk ay sonra da Almanların Polonya işgali ile II.Dünya Savaşı başlayacaktır.


Tekrar,ülkemizdeki gelişmelere döndüğümüzde;

26 Aralık 1939’da,CHP Olağanüstü Kurultayı'nca Kemal Atatürk 'Ebedî Başkan', İsmet İnönü 'Değişmez Başkan' seçilir.(Ölüyü nereye getirirsen getir o ölüdür.Sağ olana puan kazandırır-Keykubat)

28 Aralık’ta -Millî Eğitim Bakanlığına Hasan Ali Yücel getirilir.31 Aralık’ta 11 ilde kısmî seçim yapılır.

25 Ocak 1939’da seçim sonuçlarının da etkisi ile Celal Bayar, Başbakanlıktan çekilir ve yeni hükümeti kurmakla Dr. Refik Saydam görevlendirilir.


19 Şubat’ta yurdun 158 yerinde 158 halkevi açılır.26 Mart’ta milletvekili seçimlerinin ardından 03 Nisan’da İsmet paşa tekrar Cumhurbaşkanı seçilir,Refik Saydam da başbakan olarak hükümeti kurar.

Bu arada da,Lozan antlaşmasını imzalamayı ret etmiş olan Amerika ile de Nisan 1 şakası olmayarak da Türk-Amerikan ticaret anlaşması imzalanır.


Almanların Avrupa üzerinde yayılmacı siyasetinin yarattığı telaşın da etkisi ile Hatay sorunu 12 Mayıs’ta İngiltere’den “dış borç” almamızı sağlayan,Kredi Antlaşmasının ardından “müttefik" olduğumuzu açıklayan bir bildiri yayınlanmasının etkisi ile, İngilizlerin desteği sağlanmış, 08 Ocak 1940’da da Fransızlarla kredi anlaşması imzalanacağı sözü üzerine ve Alman korkusu ile yumuşamalarıyla,Fransızlar ikna edilirler.Hatay sorunu bu gelişmelerin ardından Temmuz ayında kolayca çözülür.

Bu arada da Almanya ile de aynı antlaşmalar yapılacaktır.


İşte 12 Mayıs 1939 İngiliz-Türk Ticaret Antlaşmasının ardından yayınlanan “Müşterek bildiriden” birkaç satır;

“'Türkiye Hükümeti ve Büyük Britanya Hükümeti bir saldın hareketinin Akdeniz Bölgesinde bir savaşa yönelmesi halinde bilfiil işbirliği yap-maya ve güçlerinin bütünü ile yardım ve ilgiyi birbirlerine göstermeye hazır bulunduklarım beyan ederler..”

01 Eylül 1939’da Polonya’nın Almanlarca işgali karşısında,daha önce Almanlara karşı Polonya’yı savunacağını,savaş sebebi sayacağını söyleyen İngiltere’nin de savaşa dahil olması ile II.Dünya savaşı resmen başlar.


27 Eylül’de Moskova’da Şükrü Saraçoğlu ile Molotov arasında görüşmeler başlamıştır.

Bu görüşmelerin hemen öncesinde 22 Eylül’de İzmir-Dikili’de meydana gelen bir depremle sarsılan ülkemiz,17 Ekim’de Rusya-Türkiye görüşmelerinin 23 günlük maraton sonrasında kesilir.

19 Ekim tarihinde Türkiye-İngiltere,Fransa arasında “üçlü yardım anlaşması” yani Ankara Paktı imzalanır.

Antlaşma hiçbir devlete karşı olmayarak, yalnız savunmayı içine alıyordu. Bu antlaşmanın yüklediği koşullar, arasında Türkiye'nin bu yönden kuzey komşusu Sovyet Rusya ile silahlı bir anlaşmazlığa düşmeyeceğine dair açık kayıtlar konulmuştu. (Kanun No. 3738)


Görüşmelerin kesilmesinden ve 19 Ekim tarihli üçlü anlaşmadan kırk gün sonra 27-28 Aralık’ta dünyada son 50 yılın en büyük yer sarsıntısı olan Erzincan depremi ile sarsılır. Sonuç:40.000 ölü.Bunu 22 Kasım Tercan depremi takip eder.Bu tarihte başlayan bu esrarengiz depremler,29 Mart 1970 Gediz depremine kadar,çoğunluğu doğu illerinde ve orta Anadolu’da olmak üzere 35 kadar şiddetli ve on binlerce vatandaşımızın yaşamına ve sayısız mali külfete sebep olarak seri halde sürecektir.Bu depremlerin,İngiliz-Amerikan güdümüne girdiğimiz,Rusya’ya karşı Kore’ye asker gönderdiğimiz tarihlerle çakışmaları “Tesla silahı” depremlerini anımsatmaktadır.


08 Ocak 1940’ta Fransa ile kredi anlaşmamızı imzalamamızın ardından,9 Mayıs’ta İngiliz Başbakanı Churchill'in mesajı gelir:,”Türkiye'nin bu zamanda bize müzahereti hepimize cesaret verecek bir amildir.” Dese de 13 Mayıs’ta Almanların işgaline uğrayan Fransa’yı kimse kurtaramaz ve 22 Haziran’da Fransa ateşkes imzalamak zorunda kalır.

Ardından İtalya’nın Arnavutluk ve Yunanistan’a,Almanların da Bulgaristan’dan Yunanistan’a kadar gelip sınıra dayanmaları ile İsmet paşa Almanya tarafında hareket etmeye başlar.


Hemen,antlaşmalar yenilenir,erzakları temin edilir,bir yandan da Trakya ve Marmara bölgesinde karartmalar sürerken,Kurtuluş adlı şileple Yunanistan’a bile erzak gönderilerek kıyakçılık yapılır.

Bu kıyak,18-20 yıl içinde Kıbrıs işgali,Yunanistan ve Kıbrıs’ta Türk soykırımı ve sürgünleri olarak geri dönecektir.

20 Aralıkta da Tunceli ve ilçelerinde yine şiddetli depremler başlar.Sanki “Almanlarla dostluk yaparsın bak sana neler yaparım” mesajı gibi iadeli taahhütlü mektup gibi depremlerle de uğraşmak zorunda kalırız.


Avrupa’da da müttefiklerimiz İngiltere’de ekmek karneye bağlanır,halkta gönüllü birlikleri oluşturulur,Almanlar Londra’nın altını üstüne getirirler,İngilizler,yenilen Fransızların gemileri Almanların eline geçmesin diye durmadan batırırlar,Gene kader değiştiren sihirli Amerika, New Foundland’da birkaç üs karşılığında İngiltere’ye yine destroyerler ,savaş malzemeleri ve araçları vererek yandan yandan savaşa katılmaya başlar.


Ama Almanlar dinlemez,İngiliz Avam Kamarası Londra’da yerle bir olur,ayakta bina bile görünmez,Afrika cephesinde İngilizler Etiyopya’da hezimete uğrarlar.Almanlar Girit’i alırlar.

27 Temmuz’da Japonlar Çin Hindi yarımadasına çıkarma yapınca,İngiltere,Amerika kıta şubesi olan ABD ile “Atlantik Antlaşmasını” imzalayıverir.

Bu esnada da Almanlar hızlarını alamamış,bir anda bütün Afrika ve Avrasya’yı işgal hesabına kendilerini öyle kaptırmışlardır ki,Rusya’yı Moskova’ya kadar ilerler.Japonlar da meşhur Pearl Harbour baskını ile Amerika’nın Pasifik adalarındaki üslerini gözlerine fena kestirmiştirler.


27 Kasım’da Rusların Almanları geri sürmeye başlamasının ardından İngiltere ve Amerika 1905’de Rusya donanmasının imha edilmesinden,I.Dünya savaşına kadar ortağı olan Japonya’ya da savaş ilan ederler.

Birden savaşın kaderi değişir ve Afrika’da Alman generali Rommel,Rusya’da da Stalingrad’da kuşatılarak imha edilmekle karşı karşıya kalırlar.Diğer yandan Japonlar Pasifik ve Asya’da yayılmalarını sürdürmektedirler.

24 Aralık 1942’de ünlü fizikçi Enrica Fermi’nin “ATOMU PARÇALAMASI”,ilk elektronik bilgisayarın yapılması,teyp bantlarının icadı gibi süper keşifler savaşın galibini işaret etmektedir.

13 Ekim’de Amerika işgalini yiyen Faşist İtalya teslim olur ve müttefiki Almanya’ya savaş ilan etmek zorunda kalır.


20 Ocak 1944’te,Berlin üzerine 2300 ton bomba bırakan İngilizler,Almanların tozunu atarlar.

08 Ekim’de de Almanlar ilk kıtalararası V2 Füzelerini İngiltere üzerinde deneyerek bunu öcünü alırlar.

Bu arada Ruslar da Yugoslavya’ya,müttefik orduları da Almanya’ya kadar dayanmıştır.Diğer yandan Japoncuklar da geri çekilmeye alıştırılmışlardır.

Savaşın kaderi belli olmuş,Yalta’da bir araya gelen Stalin,Churchill ve Roosevelt Almanların koşulsuz teslim olmasına karar verirler.

28 Nisan’da Mussolini İtalyan partizanlarınca öldürülürken,30 Nisan’da da Hitler,Berlinde intihar eder.

Alman generalleri de kimi Rus Zhukov’a, Amerikan kimi Eisenhower’e teslim olurlar ve savaş böylece Avrupa’da biter.


Doğuda ise Japonlar dişli çıkarlarsa da Amerika’nın yeni icadı olan Atom Bombasının ne işe yarayacağını merak edenlere göstermek için “Enola Gay-Enola oğlanı-ibnesi ya da yalnız ibne) adlı bir uçak ile Hiroşima üzerine getirilen bomba 06 Ağustos 1945’te bırakılıverir.

İbnelik olduğu üstünde yazılı olan bu olayın ardından bir tane de 09 Ağustos’ta Nagazaki’ye sallayıverirler uçaktan aşağıya.

İbnelik böyle yapılır tüm dünya görsün diye.


Ölümlerin en korkuncu tüm dünya ulusları arasında hızla yayılır ve her millet bu silahtan dehşete kapılır.

14 Ağustos 1945’te Japoncuklar,Japon balıklarına dönerler ve kuzu kuzu teslim olurlar.II.Dünya savaşı denen emperyalist paylaşım savaşı,I.Dünya Savaşının intikamını almak isteyenlerin kesin yenilgisi ile son bulur.

Şimdi,sıra dünyanın kaymağını yemeğe gelmiştir.Kendine yandaş yaratmaya çalışan Rusya’nın yani SSCB’nin desteği ile 11 Ekim’de Çin’de Mao Ze Dung önderliğindeki devrimciler,İngiliz işbirlikçisi,Çang Kay Şek’e karşı savaşlarını hızlandırırlar.

24 Ekim’de ilk Birleşmiş Milletler kurulur.

20 Kasım’da Nurenberg’de Savaş suçlusu Nazilerin yargılanmasına başlanılır.

10 Ocak 1946’da ilk BM kurulu Londra’da toplanır.


05 Mart ‘ta ise ilk kutuplaşmaya tanık oluruz.Amerika’nın Fullton kentinde bulunan Churchill,”Avrupa’nın gerisindeki DEMİR PERDE’den söz ederek Avrupa’lıları Rusya’ya karşı uyarır.

Ne olduğunu anlayamayan dünya devletleri Birleşmiş Milletlerden de kaçarlar ve birlik dağılır.

Ama Atom Bombası ile büyük sükse yapan Amerikan-İngiliz birliği parmak ısırtır,Japonlara yaptıkları iki atom bombalı ibnelikler bundan böyle yapacaklarının sadece ilkini oluşturmaktaydı.

En büyük ibneliklerinden biri olan İsrail-Filistin konusunda İngiltere,Filistin topraklarının Araplar ve Yahudiler arasında paylaşılmasını öneriverir.


29 Kasım’da tekrar toparlanan Birleşmiş Milletler bu işin bir de planını önerir.

17 Eylül’de Yahudi teröristler B.M. gözlemcisi Kont Folke Bernadotte’yi öldürürler.

Sonrasını biliyorsunuz işte.


Kutuplaşmanın sertleşmesi üzerine,Rusların batı ile demiryolu ulaşımını 24 Haziran 1948’de keser,15 Ağustos’ta Kore Cumhuriyeti ilan edilir.25 gün sonra 09 Eylül’de Kuzey Kore Sosyalist rejimi kabul ettiğini ilan eder.

01 Eylül’de de Kuzey Çin’de Komünist idare ilan edilir.

Türkiye Cumhuriyetinin de “ülkeyi her türlü bölünme tehlikesinden uzak tutacak bir lidere ihtiyacı vardır.O da,başbakan olması için defalarca Kürtlerin isyanla destekledikleri “İsmet İnönü” olarak yukarıda yazdığım gibi Fahrettin Altay’ın önderliğinde bir ihtilal komitesince seçilmiştir zaten.


1880 Arnavutluk İşkodra doğumlu olan,Arnavut mu,yoksa orada yerleşmiş bir Kürt aileden mi doğmuş olduğu belli olmayan bu komutan,1904-1910 arasında Dersim Süvari alaylarının azaltılması ile ilgili görevlerde bulundu,Bölgede altı yıl görev yaptı.

Prof. Dr. Osman Turan Selçuklular zamanında Türkiye Târihi adlı eserinin 689. sayfasında; Selçuklularda büyüklerin ve pâdişahların cesetleri mumyalanarak gömüldüğü için sultanların da naaşları türbenin alt kısmında mumyalı olarak bir arada bulunmaktadır.


Fakat ne yazık ki bir kumandan zamanında bu kısım açılmış ve bu cesetleri dağınık bir duruma getirildiğinden bahsedilir.

Türk tarihi ve eserlerine saygısızlığı ile bilenen,diğer yandan da İzmir’e ilk giren süvari alaylarının komutanıdır.Altay futbol takımının İngilizlerle yaptıkları maçı Atatürk ile birlikte seyrettiklerinden dolayı Altay soyadını Atatürk’ün verdiği bilinen bu komutanın Kürt İsmeti neden desteklediği konusunda dünya şartlarını göz önünde bulundurarak, yeni kurulan rejimin de yaşaması için uygun kararı verdiğini düşünmek en uygunudur.

Diğer yandan,Atatürk ölmüş,İsmet paşa Fahrettin ALTAY’ın askeri darbesi ile, Cumhurbaşkanı olmuş,Kürt isyanları da sona ermişti.Çünkü,devletin idaresi artık Kürtlerden ve dönmelerden sorulmaktaydı.

İsmet Paşa ,1939-50 arasında açılan üniversitelere yerleştirdiği,Kürt,dönme Ermeni ve Rum’ları eğitmiş,daha zeki ve feodal kökenli olanlarını da Avrupa ve Amerika ülkelerine göndererek,üniversitelere yerleştirir.Bu kadrolar, doğulu Kürt ve dönme öğrencilere “Kürt Milliyetçiliğini" aşılarlar.

Bu aşıların yarattığı üniversite gençliğini1955’lerde kızıştırılan,12 Eylül 1980’e kadar sürecek olan,sağ-sol ,laik-antilaik, “üniversite öğrenci savaşları” içinde göreceğiz.

12 Eylül 1980 askeri darbesi ile Kenan Evren’in malum terör örgütüne Amerika-AB desteğiyle yol vermesi ile de “Kürtçülük Hareketi” devlet olma aşamasına geçecektir.

03.Kasım 2002 genel seçimleri ile iktidar olacak AKP Hükümeti de Kürt oyları ile iktidar olacak,”Kürtçülük Hareketini” yeniden kaşıyıp uyandıracaktır.

İlk önce,03 Mart 2003’de Amerika’ya destek teskeresini TBMM’den geçiremese de ,Amerika’nın Irak’ı işgaline her türlü destek mecburen verilecektir.

2006 yılında şekli belirlenen Güney Kurdistan veya Irak Kürdistanı,Terör Örgütüne karşı mücadelemizde verilen desteğin karşılığı olarak Türkiye devletince benimsenecektir.

Türkiye’nin de bölünmesi aşamasını gerçekleştirecek son aşamada da terör örgütünün siyasal yapılanması tanınacak,yerel yönetime,”özerk hareket etme yetkisi” verilecek ilk aşaması gerçekleştirilecektir.

Bu gün bunların tümü gerçekleştirilmiştir.

Ülkenin bütünlüğünü savunan “ulusalcı-Atatürkçü “ yapılanma hapislere tıkılarak,”anti terör yapılanması” iptal edilerek,hükümetin ve devleti bölen işbirlikçilerin önü açılacaktır.

İsmet paşa kurumlarından gelmiş,eskinin solcuları günümüzün,”liberal solcuları” da özgürlük adına buna yalakalık yapacaklardır.

Devletin birliğini ve bütünlüğünü savunanlar da “tu kaka “ edileceklerdir.Hapislere de onları baltalayan ajan tipler de doldurularak “kaza ile zarar vermeleri” engellenecek,içeriden bilgi temin etmeleri de sağlanacaktır.

Her gruptan insanın tutuklanması üzerine kafası karışan millet,”terörü yaratan bunlardır” deyip yerel seçimlerde hükümeti destekleyeceklerdir.

Yerel seçimlerden güçlenerek çıkacak olan hükümet,güle oynaya devletin bölünmesini gerçekleştirecektir.


Ordu da zaten “NATO ORDUSU” olduğundan,halkın desteğinin de hükümetten yana olmasından dolayı da sadece “emre itaat” edecektir.


Okurken gördüğünüz gibi benim bile kafam karman çorman iken milletin kafasının berrak olması beklenemez.

Millet,neticeyi gördükten sonra bir harekete kalkışsa bile,Kürt çoğunluklu,güvenlik güçleri milleti kuzu kuzu razı edecektir.


Bu yazıyı buraya kadar okuyacak olan birini düşünemiyorum ya,neyse yazdık işte.Tv kanallarında güzel kadın pazarlanan programlara bakın siz,gönlünüzü hoş tutun,boş verin gitsin.


Bir gün,Filistin’lilere benzediğinizi gördüğünüzde hiç şaşırmadanbunu da hak ettik” dersiniz herhalde.


Adil Yargic.


BİTLİS MAKASININ İHANET BIÇAKLARI;

Günümüzün "KALPAKLI ATATÜRKÇÜSÜ" Yalçın KÜÇÜK (=Ermenice Bogos,Yunanca Paulous İngilizce Pavlus demektir.Hz.İsa'nın Hıristiyanlık inancını Anadolu'da ilk yayan havri Aziz Pavlus'a atfen dönme Ermeni ve Rumların kullandığı bir soy addır.)
Bu video da Bitlis'li dönme Ermeni İsmet İnönü'nün Alevi maskeli dönme Ermeni kanadının ihanetini göstermektedir.


Bu video,ihanetin İngiliz düzenlemesi Kürt Vehhabiliği olan "Bitlis'li dönme Ermeni Said-i Nursi'nin "NURCU" kanadının ABD-AB bağlılığının kanıtıdır.


Bu video,ihanetin İngiliz düzenlemesi Kürt Vehhabiliği olan "Bitlis'li dönme Ermeni Said-i Nursi'nin "NURCU" kanadının ABD-AB bağlılığının kanıtıdır.

http://forum.vatan.tc/fahrettin-altay-biyografisi-t17360.0.html

http://www.munzur.org/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=6

Gökler senin adını,bayrağını yazıyor,uyan artık Türk Milleti!!!